Aşkın gözü Wabi Sabi

Haberin Devamı

Aşkın gözü kördür demiş eskiler. Bu sözü düstur edinen yakın çevre, aşık olan kişinin gözünü açmakla vazifeliymiş gibi, eleştiri yağmuruna tutarlar sevdanın öznesini. Ne kadar kusuru, eksiği varsa öyle bir gözüne sokarlar ki, artık sahiden kör olur aşk ve toslar duvara. Oysa aşkın gözü “Wabi-Sabi”dir bana göre. Kusuruyla hatta sevdiğini benzersiz kılan kusurlarından dolayı sever insan. Aşık, kusurları görmezden gelir sanılır oysa aşık olanlar çok iyi bilir ki kusurları görmeye görür insan ama başka bir gözle... Sevdiğinin yüzündeki yara cesaret, sesindeki boğukluk hüzün, dudağının çarpıklığı mahçubiyet anlamı taşıyabilir aşık için. Kekeleyen birinin heyecanına sevdalanabilir insan ya da hayatın ciddiyetine inat, boşvermişliğine... Ama işte o zaman “çevre” devreye girer. Sadece gördüğü aynı olmadığı için kör zannederek seveni, açar yaylım ateşi. “Sorumsuzun biri!” der teki, oysa bilmez, hayatı böyle hafife alışıdır belki aşkın sebebi. Gözüne batıra batıra, sonunda başkalarının gözüyle görmeye başlayınca, ne aşk kalır ne aşık ortada.
Wabi-Sabi sanatının ve felsefesinin ne olduğunu dünkü yazımda uzun uzun anlattım. Kısaca, kusurlarla birlikte muhteşem güzelliği bulan eski bir Japon sanatı diyebilirim. Bugün, bu felsefeyi ilişkilere uyarlayarak, kusurlarıyla hatta kusurlarından ötürü bir ilişkiyi daha mutlu hale getirmekten söz etmek istiyorum. Bir insanı, eksiklikleriyle ve kusurlarıyla birlikte eşsiz bulduğumuz, büyük “aşk”tan bahsediyorum.

Ferhat’ın gözünden Şirin’in güzelliği

Dün de bahsettiğim gibi Mevlevilikle. Wabi-Sabi benzerlikler gösteriyor. Elbette Tasavvuf çok daha eski ve kadim bir öğreti. Wabi-Sabi ile ilgili kitap yazarlarının Rumi’den alıntılar yaptığını görünce kurduğum bağlantıdan emin oldum. Rumi’nin “Göreviniz sevgi aramak değil, kendi içinizde sevgiye karşı diktiğiniz engelleri aramak ve bulmaktır” öğüdü, “Wabi-Sabi Sevgisi” kitabında yer alıyor. Ben de çok sevdiğim şu sufi hikâyesiyle örnek vermek istiyorum Wabi-Sabi’ye: Dönemin Sultanı, Ferhat ile Şirin’in hikayesini duyar ve çok etkilenir. Hemen Şirin’i huzuruna ister. Sultan, Şirin’i görünce şaşırır, “Güzelce bir kızsın sözüm yok ama benim haremimde senden kırk kat güzeller var, Ferhat niye senin uğruna dağları deldi!” der. Şirin mahçup gülümser ve usulca verir cevabını: Ah efendim! Siz bir de beni Ferhat’ın gözleriyle görün.
İşte Ferhat’ın gözleri ,Wabi-Sabi’nin gözleri...
Bir arkadaşıma yeni evlendiklerinde eşi , “Senin bacaklarında gamze var ve ben aşığım onlara” derdi. Biz sadece gülmekle yetinirdik. Çünkü onun “gamze olarak” güzel bulduğu şey aslında kadınların kâbusu selülitti. Aşkın gözü kör değil, Wabi-Sabi idi.
Kadınların çok sık düştüğü bir hata başına buyruk erkekleri sevip sonra onu evinin erkeği yapmayı çalışması meselâ. Oysa zaten aşık olduğu, “başına buyruk”luktur aslında. Bu yüzden biter çoğu evlilik. Çünkü iki sonu vardır bu durumun; ya erkeği değiştiremediği için biter ilişki ya da değiştirdiği erkeğin yeni halini beğenmediği için. Deli dolu hâline aşık olmuşsan bir adamın, evinin erkeği yaptığında, koltukta uyuklayan halini istemezsin aslında. Serseriliği olmasa, efsane olur muydu James Dean!

Delirten küçük sorunlarla baş edin

Kuşkusuz şiddet ya da büyük uyumsuzluk ve anlaşmazlıklara bir çözüm olamaz “Wabi-Sabi Sevgisi”.
Ama ufak görünüp de insanı delirten sorunlara çare olabilir. Arielle Ford, “Wabi Sabi Sevgisi” isimli kitabında kusurlu ilişkilerde kusursuz aşkı bulmanın yolu olarak tanımlıyor bunu. Önerilen yöntem şu: Sizi deli eden sorunu net olarak belirleyin. Ardından ilişkinizin en başında bu durum nasıldı hatırlayın. Kuvvetle ihtimal o zamanlar size bunun hoş göründüğünü ama zaman içinde tekrarlana tekrarlana rahatsız edici olmaya başladığını fark edeceksiniz. Durum böyleyse zaman içinde bakışınız değişmiş demektir. Artık aşk gözüyle bakmadığınız için bugün farklı hissediyor olabilirsiniz. Eğer eşinizle mutlu yaşamak istiyorsanız, hoşlanmadığınız ufak tefek kusurlarına karşı bakışınızı değiştirmelisiniz. Kusur olarak gördüğünüz şeyler, mutluluk verici hâle gelebilir.

Ailece fotoğrafçı olduk, mutluyuz!

Kendimden örnek vereyim: Fotoğrafçılık, eşimin hobisidir. “Aaaa Berna sen de! Ne güzel hobisi varmış bundan örnek olur mu” dediğinizi duyar gibiyim. Ama içi beni yaktı yıllarca. Her şeyin fazlası insanı delirtir. Emin olun, çevremdeki çok az insanın katlanacağı kadarına katlandım.
Gittiğim seyahatler burnumdan geliyordu. Gece yarısı eksi 15 derecede, 5 yaşımdaki kızımla beraber saatlerce bir köprünün üstünde, O istediği pozu yakalasın diye birbirimize sarılarak beklemiştik. Bir gün, çek çekli bir bavulu andıran fotoğraf çantasıyla görüntülendiğimizde, “Kocası evi terk etti” diye yazmışlardı. Oysa beyefendi, fotoğraf çantası yanında olmadan yemeğe bile gitmezdi. Fotoğraf uğruna, otobüsler mi kaçırmadık, 50 derece sıcakta gölet turlarına mı çıkmadık, anne-kız beklemekten bitap düşüp kaldırım kenarlarında mı uyuklamadık. Arkadaşlarım tahammülüme hayret ediyorlardı. Sonunda çok sevdiğim fotoğraf sanatından nefret eder oldum. Gezilerimizde ayrı takılmaya başladık. O fotoğraf çekerken, biz anne-kız başka program yapıyorduk. Ama bu da ilişkiyi iyiye götürecek bir çözüm değildi. Hem dırdır etmeyi kendime yakıştıramıyor hem söylenmeden duramıyordum. O da hem en sevdiği tutkusunu huzurla hobiye dönüştürememenin sıkıntısını yaşıyor hem de fazla belli etmese de bana gıcık oluyordu. Sonra düşündüm, ben bu adama niye aşıktım? Tutkulu bir erkek olduğu için. Şimdi benim dışında kaldığım bir tutkusu için suçluyordum onu. Peki, halim selim, coşkusu az, içi çekilmiş, bir şeylere heyecan duymayan bir adam olsa yine aşık olacak mıydım? Pek sanmam. Ariel Ford’un, kitabında, sevgilinizin ilgi alanlarına ortak olduğunuzda, yalnızca o kişiyi değil tutkusunu da seversiniz diye tanımladığı Wabi-Sabi ilkesine uymalıydım. O zaman yapacak tek şey vardı: Ben de bu tutkunun bir parçası olmalıydım. Oldum da. Kurslara gittim, eşimden yardım istedim, gerçekten çok çalıştım ve fotoğrafçılığı öğrenmeye başladım. Tahmin edildiği kadar kolay olmuyor doğrusu. Fotoğraf makinem olmadan evden dışarı çıkmıyorum, bir sürü kitaptan çalışıp her gün 250 poz çekerek pratik yapmaya çalışıyorum. Bir poz için 45 dakika bekleyebiliyorum. Üstelik Ada’yı da dahil ettim. Şimdi ailece fotoğrafçı olduk. Haftada bir gün, hep birlikte çekime çıkıyoruz. On iki saat hiç dinlenmeden, yağmur-çamur-soğuk demeden yürüdüğümüz oluyor. Pestilimiz çıkıyor.
Ama Ada da ben de gık demiyoruz. Mutluyuz çünkü. Eşim de bu çabamı karşılıksız bırakmadı. Koca fotoğraf çantasıyla dolaşmıyor artık. Günün sonunda, Karaköy’de balık-ekmek ve üstüne baklava-çayla ödüllendirilince, keyfimiz doruk yapıyor. Şu anda eşime minnettarım. Bu sayede olağanüstü bir hobi sahibi oldum.
Fotoğrafçılık, artık beni yıpratan değil ailemi bağlayan bir uğraş.

Biliyor musunuz?

Aşkın gözü Wabi Sabi

Japonlar kırık nesneleri tamir ettiklerinde, çatlakları altınla doldururlarmış. Ya da çatlak görünecek şekilde ışıklandırarak sergilerlermiş. Çünkü çatlak vazonun ışık geçirmesine olanak verdiğinden, çatlağın vazoya değer kattığını düşünürlermiş. Bir şey hasar gördüğünde, bir geçmişi olduğuna işaret ettiği için daha güzel bulunurmuş. Buna insanın yüzündeki çizgiler de dahilmiş.
İster sevgili, ister eş, ister arkadaş olsun birini farklılıklarından ötürü severiz. Bununla beslenip renklenmek varken sonra bu farklılıklara “yanlış” etiketi yapıştırıp değiştirmeye çalışırız. Yaşadığımız çevrede edindiğimiz her alışkanlık kutsaldır bizim için ve aynını karşımızdakinden bekleriz. Diş macununun ortadan sıkılması bile büyük bir tartışma konusu olabilir. Hangi bilimsel veri ya da hangi kadim bilgi bize bunu öğretmiştir bilmeyiz ama eğer birlikte yaşadığımız kişi tüpü kuyruğundan sıkmazsa vay haline! Doğruluğuna öyle inanmışızdır ki ömrümüzü bu mücadeleye adayabiliriz. Oysa tecrübeyle sabittir ki neresinden sıkarsan sık kullanım süresi değişmez. “İlle de benim bildiğim doğrudur” demek yerine “O öyle öğrenmiş ben böyle” diyebilsek. Ah bir diyebilsek!

DİĞER YENİ YAZILAR