Şampiy10
Magazin
Gündem

Zil çaldı, haydi çocuklar okula

Okul yeni ve yabancı bir ortamdır. Çocuk için birçok belirsizlik içerir. Bu nedenle ne yapacağını bilemeyebilir, Çocuğun kendini ifade etmesine izin vermeli, konuşurken de bol bol dinlemeli anladıklarını hissettirmelidirler

Okulların başlamasıyla birlikte, öğrenciler, anne-babalar ve öğretmenler, her yıl olduğu gibi bu yıl da aynı duyguları yaşayacaklar. Birçoğu, bir yandan yeni öğretim yılının heyecanını yaşarken diğer yandan çeşitli endişeleri de içlerinde taşıyacaklar. Özellikle anne-babaların zihinlerinde, çocuklarının okula başlaması ve alışması ile ilgili bir çok soru dönüp dolaşacak ve cevap bulamadığı her soruda daha fazla kafası karışacak.

“Acaba çocuğum okula ve öğretmenine alışabilecek mi?”

“Öğretmeni, çocuğumu tanıyıp ihtiyaç duyduğu desteği verebilecek mi?”

“Çocuğum arkadaşları ile anlaşıp güzel güzel oyunlar oynayacak mı?”

“Derslerinde başarılı olabilecek mi?”

Özellikle anaokuluna ve ilkokul birinci sınıfa başlayan çocukların anne-babaları için bu sorular kaçınılmazdır. Kendileri de yıllar önce yaşadıkları için bilirler ki, küçük çocukları bir yandan okula, öğretmene ve arkadaşlarına uyum sağlarken, diğer yandan yeni alışkanlıklar kazanmak zorundadır. Her sabah erken kalkacak, elini yüzünü yıkayacak, kahvaltısını yapacak, üstünü giyinip okuluna doğru yola çıkacak vs....

Yazının devamı...

Etkili öğretmenin 7 önemli özelliği

Okulların açılmasına az kaldı. Her zaman olduğu gibi, okullar başlayacak ve kimi zaman mutluluk verici kimi zaman da sıkıntı verici bir çok şey yaşayacak. Yaşanan birçok olumlu ya da olumsuzluğun odak noktalarından biri de öğretmenler olacak. Bazıları yüceltilirken, bazı öğretmenler de birçok eleştiri ve şikayete maruz kalacak.

İDEAL öğretmen, iyi öğretmen gibi bir tanımlama yapmak çoğu zaman pek gerçekçi değildir. Ayrıca, bir öğretmenin iyi olup olmadığını belirleyen çok sayıda faktör var. Sınıftaki öğrencilerin yapısı, velilerin özellikleri ve beklentileri ideal öğretmen tanımlamasını değiştirir. Hareketli çocukların olduğu bir sınıf için ideal öğretmen ile daha az hareketli sınıf için ideal öğretmen farklıdır. Benzer özelliklere sahip çocukların olduğu bir sınıf ile farklı özelliklere sahip çocukların olduğu sınıf için ideal öğretmen yapıları farklıdır. Dolayısıyla böyle bir tanımlama yapmak çoğu zaman zor ve hatta belki de anlamsız. Ancak, yine de hangi tür sınıf, öğrenci ve veli özellikleri olursa olsun belirli çerçeveler çizmek de mümkün. Sonuçta, eğitim alanında yapılan araştırmalar, bazı öğretmen özelliklerinin eğitim süreçlerini yönetmede daha etkili olduğunu ortaya koyuyor.

Elbette, her çocuk iyi bir öğretmeni hak eder. O halde, iyi ya da etkili bir öğretmenin hangi temel özellikleri taşıdığını bilmek önemli. Buna bağlı olarak, genel çerçevede tanımlanabilecek ideal ve etkili öğretmenin 7 temel özelliğini şöyle sıralayabiliriz.

Alan bilgisi güçlü olmalı

Öğretmenin, öğretmek durumunda olduğu konularla ilgili bilgi birikiminin zengin olması gerekir. Öğrencilerine öğreteceğinden çok daha fazlasını bilmeli. Günümüzde, öğrencilerin konuları öğrenebileceği pek çok farklı kaynak bulunuyor. Öğretmenin öğretebileceğinden çok daha fazlasını bu kaynaklardan öğrenme imkanına sahip. Bu kaynaklardan yararlanan bazı öğrenciler, ilgi alanına giren konularda öylesine derinleşmiş bilgiye sahip oluyor ki, sorduğu sorularla öğretmenini şaşırtabiliyor. Öğretmen, bilgi derinliği ve zenginliği ile öğrencisini heyecanlandırıp meraklandıramazsa o sınıfta kaliteli bir öğrenme ortamı sağlaması mümkün değildir.

Derin düşündürme becerisi olmalı

Beyin, kendisini düşünmeye zorlayan şeyleri sever. Cevabı bilinmeyen, çelişkili görünen, o güne kadar hiç akla gelmeyen türden bilgilendirmeler ve sorular beyin açısından ilgi çekicidir. Buna bağlı olarak, öğretmenin gerek aktardığı şaşırtıcı bilgiler gerek sorduğu ilginç sorular öğrencilerin o konuya dikkatini yöneltmesi ve ilgi duymasını sağlar. Öğretmenler, hangi konuyu öğrencilerine aktarıyorsa, o konunun ilgi çekici, şaşırtıcı ve az bilinen yönlerini ortaya koymalı. Soracağı sorularla da gerçekten öğrencinin merak duygusunu ve düşünme ihtiyacını harekete geçirebilmeli. Bu tür uygulamalar, öğrencilerin üst düzey düşünme becerilerini de daha fazla geliştirir.

Pozitif ve motive edici bir enerjisi olmalı

Bir öğrencinin kendini ortaya koyabilmesi için olumlu bir duygusal ortama, cesaretlendirilmeye, heyecan duymaya ihtiyacı vardır. Öğretmenler, tüm öğrencilerine mutlaka başarı duygusu tattırmalı. Onların yapamayacaklarından çok yapabileceklerine odaklanmalı. Yaptıklarına mutlaka olumlu geribildirimler vermeli. En küçük bir başarısını bile görmezden gelmemeli, hatta arkadaşlarının da görmesini sağlamalı.

Espri algılama ve yapma yeteneği olmalı

Sınıf, yoğun ilişki ve iletişimlerden oluşan sosyal bir ortamdır. Bu ortamda bir yanıyla düzeni sağlamak, diğer yanıyla da iyi bir öğrenme ortamı sağlamak kolay değil. Öğretmenler çoğu zaman, bu iki sosyal dinamiğin arasında sıkışıp kalır. Gerçekten de oldukça ince bir sınır ve dengeyi korumak zorundadırlar. Bu zorluk, bazen öğretmenlerin otorite kaygısı taşımasına neden olmakta ve özellikle sınıf ortamındaki çok keyifli ve eğlenceli olabilecek esprili anlar kaçırılmaktadır. Öğretmenlerin espri algısının sınırları daraldıkça ilişkiler doğallığını ve insaniliğini de kaybeder. Mekanikleşmiş ilişkilerin ise kimseye bir yararı yoktur. Öğretmenler, yeri geldiğinde espri yapmaktan kaçınmamalı ya da öğrencinin yaptığı güzel bir espriyi kaçırmamalı. Gülümseyen öğretmen ve öğrencilerin olduğu ortamlarda gülümseyen ilişkiler yaşanacaktır. Hatta iyi bir espri anlayışına sahip öğretmenlerin sınıf içi otorite sorunları da daha az olur.

İnsani değerleri yüksek olmalı

- Öğretmenlerin en hassas olmaları gereken konulardan biri de insan ilişkilerine hakim değerlerle ilgili. Öğrenciler, öğretmenlerinin dürüst, açık, adil, saygılı ve eşitlikçi olduğunu hissetmeli. Bu nedenle, sınıfa giren bir eğitimcinin belki de ilk yapması gereken şeylerden biri hakim değerleri öğrencilerine en kısa sürede fark ettirmektir. Bunu yapmanın en iyi yolu da, sınıf içi uygulamalarını hangi ilke ve değere dayandırdığını öğrencilerine söylemek olabilir. Bu açıklamalar bazı öğrencilerin aklına yatmasa da, öğretmenin kendine göre belirli bir değerler ve ilkelerle hareket ettiğini anlaması ona duyduğu saygıyı da artırır.

Espri algılama ve yapma yeteneği olmalı

Sınıf, yoğun ilişki ve iletişimlerden oluşan sosyal bir ortamdır. Bu ortamda bir yanıyla düzeni sağlamak, diğer yanıyla da iyi bir öğrenme ortamı sağlamak kolay değil. Öğretmenler çoğu zaman, bu iki sosyal dinamiğin arasında sıkışıp kalır. Gerçekten de oldukça ince bir sınır ve dengeyi korumak zorundadırlar. Bu zorluk, bazen öğretmenlerin otorite kaygısı taşımasına neden olmakta ve özellikle sınıf ortamındaki çok keyifli ve eğlenceli olabilecek esprili anlar kaçırılmaktadır. Öğretmenlerin espri algısının sınırları daraldıkça ilişkiler doğallığını ve insaniliğini de kaybeder. Mekanikleşmiş ilişkilerin ise kimseye bir yararı yoktur. Öğretmenler, yeri geldiğinde espri yapmaktan kaçınmamalı ya da öğrencinin yaptığı güzel bir espriyi kaçırmamalı. Gülümseyen öğretmen ve öğrencilerin olduğu ortamlarda gülümseyen ilişkiler yaşanacaktır. Hatta iyi bir espri anlayışına sahip öğretmenlerin sınıf içi otorite sorunları da daha az olur.

Öfke kontrolü güçlü olmalı

Öfke, doğal bir insan tepkisidir. Elbette, hayatımızda öfkelendiğimiz durumlar ve anlar olur. Ancak, bir insan, birçok kişinin öfkelenmeyeceği durumlara da öfkeleniyor ve bunu sık sık yaşıyorsa, bu bir sorundur. Öğretmenler, çocuklarla ve onların anne-babalarıyla ilişkilerini yönetmek durumunda. Bu süreçte, öfkelenmelerine neden olabilecek çok şey yaşayabilirler. Ancak, eğitimin profesyoneli olan öğretmenlerden beklenen, bu öfkelendirici durumlar karşısında serinkanlı davranmaktır. En zor anlarda bile sakin olmayı başarabilenler, emin olmalıdır ki, kısa süre içerisinde olup biteni kontrol altına alabilirler. Eğer bu konuda gerçekten zorluk yaşanıyorsa, bir uzman desteği de alınmalı.

Pratik zekaya sahip olmalı

- Sınıflar dinamik ortamlardır. Dolayısıyla, hem faaliyetlerde hem de ilişkilerde her an her şey olabilir. Öğretmenin bu tür durumlarda hızlı ve doğru çözümler üretebilmesi çok büyük bir güçtür. Böylece, riskli bir durum soruna dönüşmeden ortadan kalkar ya da en azından küçük bir sorun büyümemiş olur. Pratik zeka, anı yönetmede etkili güçtür.

Yazının devamı...

Zor anne-babalar

Bir çocuk dünyaya geldiği andan itibaren hayattaki ilk ve en önemli yol arkadaşı anne-babasıdır. Anne-baba, çocuğun hayata açılan penceresidir.

Çocuk o pencereden bakarak hayatı öğrenmeye başlar. Risklere karşı güvenlik alanıdır aynı zamanda. Hayatı deneyimlerken, anne-babasının her zaman onu koruyacağını hisseder. Duygularının aynasıdır öte yandan. Sevincini, üzüntüsünü, korkusunu, neşesini paylaşır. Olumlu duygularını çoğaltırken, olumsuz duygularını azaltır.

Bir çocuğu dünyaya getirip onun büyümesine şahitlik yapmak gerçekten de çok özel bir hissediştir. Bir çocukla çocuk olup kendini de yeniden büyütmektir anne-babalık. Onu düşünmekten kendini düşünemez hale gelmektir kimi zaman. Onun ihtiyaçları kendi ihtiyaçlarından daha önemli ve önceliklidir. Hayata bakışının kırılma noktasıdır adeta. Ondan önce ve ondan sonraki hayat bambaşkadır. Çocuktan önce mesleğiyle yaşayıp kendini avukat, doktor, öğretmen, memur olarak tanımlarken, çocuk olup da anne-baba olduktan sonra kendini tanımlaması değişmiştir. Artık, önce anne-baba, sonra avukat, önce anne-baba, sonra doktor oluverir insan.

Çocuğuyla sağlıklı ilişki ve iletişim kuran anne-babaların yapacakları katkının büyüklüğü tartışılmaz. Ancak, bu ilişki her zaman da istenen düzeyde ve nitelikte olmaz. Elbette hiçbir anne-baba çocuğuna kötülük yapmayı aklından geçirmez. Ancak, çeşitli nedenlerle bazen istenmeyen sonuçlarla karşılaşıldığı da bir gerçektir. Hatta, bir çok anne-baba, çocuğuna iyilik yapma adına zarar bile verebilmektedir.

Eğitimli anne-babalar da ayrı bir risk grubu

Risk grubundaki anne-babalardan bazıları da eğitimli anne-babalardır. Kişilik yapılarındaki hassasiyet, bir yandan anne-baba olmanın, öte yandan da eğitimli birey olmanın hassasiyetiyle birleşince gerçekten oldukça zorlayıcı tablolar ortaya çıkabilir.

Eğitimli anne-babalar “iyi çocuk” yetiştirme kaygısıyla, çocuğunun dünyasında bir çok şeyi doğru ve düzgün yapmaya çalışırlar. Buna bağlı olarak, çocuğun da doğru şeyler yapmasını beklerler. Eğer çocuk, beklentilerine uymayan bazı davranışlar yaparsa, ona karşı çok akıllıca görünen gerekçeler ve açıklamalar sunarlar. Bu açıklamalar karşısında çoğu zaman çocuğun verecek bir cevabı yoktur. Bir anlamda anne-babasının ortaya koyduğu mantıklı şeyler çocuğun yenilmesine neden olur.

Buradaki kritik nokta şudur aslında: Eğitimli anne-babalar, zekice ve çok mantıklı görünen açıklamalarıyla kendi hırslarını, takıntılarını, abartılarını rahatlıkla kamufle etme becerisi gösterirler.Akıllıca kamufle edilmiş hırs, takıntı, abartı, çocuğun önündeki en büyük engel olur. Anne-babası karşısında yenilgiye uğrayan çocuk, kendi doğasına uygun bir yolda ilerlemek yerine, anne-babasının onun için belirlediği parlak geleceğe (!) doğru ilerlemek zorunda kalır.

Anne-babalık elbette ki, çok değerli ve anlamlı bir hissediştir. Her anne-babanın da bunun tadını çıkarmaya hakkı vardır. Ancak, anne-babalık rollerini abartarak ilişkiyi çekilmez hale getirmenin de bir anlamı yok. O halde, gerektiği kadar koruyuculuk, müdahalecilik, kaygı anlaşılır bir şeydir ama fazlası değil.

Risk grubunda mısınız?

Çocuğuyla ilişkisinde sorunlar yaşama ve yaşatma riski yüksek anne-babalar şunlardır:

- Sosyal, duygusal ve ekonomik olarak hazır olmadan bir çocuğu dünyaya getirenler.

- Çocuk yetiştirme ile ilgili bilimsel kalitesi yüksek bilgiler yerine sadece geçmişten gelen geleneksel bilgilerle çocuk yetiştirmeye çalışanlar.

- Kişilik yapısındaki zor yanlarla anne-babalığın

yüksek duygusallığını birleştirenler.

Kimler zor anne-babadır?

- Mükemmeliyetçi ve hırslı: Mükemmelliyetçi ve hırslı anne-babalar, aşırı derecede başarıya odaklanırlar. Adeta başarıyı kutsarlar. Çocuklarından her şeyin en iyisini yapmalarını beklerler. Hatalara karşı toleransları düşüktür. Çocuğun aldığı sonuçlar beklentilerini karşılamazsa paniğe kapılır ve çözüm için hemen arayışa girerler. Bu çocukların hayatında ödev, çalışma hiç eksik olmaz.

- Müdahaleci olanlar: İyi ebeveyn olmak isterler ve iyi ebeveyn olmayı, çocuğun her şeyine karışmak olarak anlarlar. Çocuklarına iki de bir doğru ve yanlışları gösterir ve olası hataları daha olmadan önlemeye çalışırlar. Sürekli “bilen insan” rolündedir. Yaşam tecrübelerini aktarırlar, bilgilerini aktarırlar, yanlış yapıldığında hemen uyarırlar. Böylece, çocuğu karar veremez hale getirir ve tüm hareket alanlarını bilerek ya da bilmeyerek kısıtlarlar.

- Kaygılı ve bağımlı: Bu anne-babaların, çocukları çoğu zaman gerçekçi olmayan endişeler taşır. Ana fikirleri “Her an kötü bir şey olabilir.” üzerine kuruludur. Çocuklarını korumak adına onun birçok özgürlüğünü kısıtlayabilir, yanından uzun süre ayrılmasını istemeyebilirler.

- Vurdumduymaz olanlar: Çocuklarıyla ilişki ve iletişimleri yeterince güçlü değildir. Çocuklarının ihtiyaçlarına karşı yeterince duyarlılık göstermezler. Özellikle sevgilerini belli etme konusunda yüzeyseldir. Mümkün olduğunca çocuğun kendisine engel oluşturmasından hoşlanmazlar. Çocuğu sorunlarıyla başbaşa bırakırlar.

Yazının devamı...

Çocuklarınız kararı kendi versin

İnsan verdiği kararların ürünü olan bir hayat yaşar. Mutluluklarımız da mutsuzluklarımız da bizim tercihimizdir bir anlamda... Diyebiliriz ki; kişiliğin, gelişmişliğinin en önemli göstergelerinden biri karar verme becerisi ve kalitesidir. O halde, bir çocuğa kazandırılacak en kritik becerilerden biri “karar verme” becerisidir.

Küçük Merve, annesine bağırarak itiraz ediyordu. “Hayır anne! Ben bunu giymeyeceğim. Fırfırlı elbisemi giymek istiyorum.” Buna karşın, annesi, kendi seçtiği kıyafeti giymesi konusunda ısrar ediyordu: “Kızım, bu kıyafetin daha güzel. Hem fırfırlı kıyafetini daha yeni giymiştin, daha sonra yine giyersin.” Annesinin ısrarı karşısında Merve diretiyor ve ağlamaya başlıyordu.

Bir çocuğa kazandırılacak en kritik becerilerden biri karar verme becerisidir. Bu beceri kazandırılırken,

- “Çocuklar neye, ne zaman, nereye kadar karar verebilirler?”

- “Bir çocuğun karar veremeyeceği alanlar var mıdır?”

- “Çocuğun karar vermesi engellenirse neler olur?” gibi soruların cevabının aranması gerekir.

Anne-babanın, bu sorulara vereceği cevaplar ve cevapları doğrultusunda çocuğun karar verme becerisinin gelişimine yapacağı katkılar, onun tüm yaşamını etkileyecektir.

Araştırmalar, çocukların, anne-babalarının yaptıkları değer, inanç, görüş, bilgi aktarımlarına 13-14 yaşlarına kadar açık olduğu, daha sonraki yıllarda ise giderek kendi bildiklerine göre hareket etme ve yaşama eğiliminde olduklarını gösteriyor. O halde, her ailede anne-baba, kendi kültür değerlerini, inanç değerlerini, bilgi ve görüşlerini çocuklarına bu yaşa kadar aktarabilirler. Buna da hakları var. Ancak, ondan sonraki yıllarda, çocuklar, kendi kişisel yaşam yolculuğuna çıkacak ve yaşadıkları hayatın sorumluluklarını almaya başlayacaklardır.

Karar verme becerilerini nasıl geliştirebilirsiniz!

- Çocuğun yaşına ve durumuna uygun olmayan konularda karar vermesi beklenmemelidir. Örneğin, anne-baba arasındaki bir tartışmada haklı-haksızı belirlemesini isteme, anaokuluna gidecek bir çocuğun okulunu seçmesi, ev, araba vb. satın alma gibi konularda çocukların karara katılımına izin verilebilir ama son kararı verici olması abartılı bir durumdur.

- Anne-baba, çocuğunun yaşına ve içinde bulunduğu duruma uygun konularda kendi kararlarını vermesine imkan sağlamalıdır. Çoğu zaman neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilseler de, bu doğru ve yanlışı bir an önce söyleyip çocuğu zahmetten kurtarmamalı, çocuğun bu tecrübeyi kazanmasına izin vermelidirler. Bazen bir doğruyu o an hemen birinin söylemesi yerine, bizim yaşayıp zaman içinde kavramamız çok daha etkilidir.

- Bir konuda karar vermek gerekirse, çocuğa, “Sen ne düşünüyorsun?”, “Senin kararın ne?”, “Sen hangisini almak istersin?”, “Yapmak istediğin ne?”, “Sence bu sorun nasıl çözülebilir?” gibi sorular sorarak farkındalık kazandırılmalıdır. Çocuğun vereceği cevapları ve alacağı kararları ona bırakmak en

doğrusudur.

- Eğer verdiği karar, çocuk açısından büyük bir risk oluşturmuyorsa, hatalı karar verse de, engel olunmamalı. Böylece, verdiği kararın sonuçlarını görmesi ve daha sonraki karar verme durumlarında bu tecrübeden yararlanması sağlanmış olur.

- Çocuk bir konuda karar verdikten sonra verdiği kararın gereğini yapıp yapmadığı, kararının arkasında durup durmadığı, kararını değiştirip değiştirmediği takip edilebilir, ihtiyaç duyduğu yerde duygusal destek verilebilir.

- Çocuğun her karar verme sürecine karışılmamalı ve çocuğun arkadaşlarıyla ve hayatıyla kurduğu ilişkilerin doğallığı ortadan kaldırılmamalı. Sonuçta, her karar vermenin gündem haline gelmesine de gerek yok.

Çocukların sağlıklı birer karar verici olarak yetişmesi, bir ülkenin geleceği açısından çok önemlidir. Sağlıklı kararlar vererek kendi geleceğini doğru dürüst oluşturamayan bireylerin bir ülkenin geleceğini oluşturması ne kadar beklenebilir ki?

Ne zaman kazandırılmalı

2 yaşlarından itibaren “Ben” ve “Hayır” sözcüklerini sıkça kullanmaya başlayan çocuklar, hayatın içinde karar verici olarak davranmaya başlarlar. 2 yaşlarından itibaren başlayan karar verme davranışı, ergenliğin sonuna kadar birçok kritik aşamadan geçer. Çocuğun karar verme becerisini kazandırmak için okul öncesi dönemden başlamak ve çocuğun kendi gerçekliğine uygun konularda karar vermesine izin vermek gerekir.

Yazının devamı...

Kişilikli çocuk yetiştirmenin yollları

ÇOCUK yetiştirmek bir yanıyla heyecan verici, diğer yanıyla oldukça zor bir süreç. Elbette ki anne-babalar, çocukları için her şeyin en iyisini ister. Çoğu zaman da bu konuda ellerinden gelenin fazlasını yaparlar. Onların tüm ihtiyaçlarını en güzel şekilde giderirler. İyi okullara, kurslara, dersanelere gönderirler, en kaliteli yiyecek ve giyecek imkanları sunarlar, isteklerine karşı duyarlılık gösterirler... Ancak, tüm iyi niyetli çabalarına karşın, bu, onların herşeyi doğru yaptığını göstermez. Kimi zaman ortaya konan iyi niyetli çabalar, çocukların geleceği için en riskli yatırımlara bile dönüşebilir. Şüphesiz ki, mükemmel anne-baba olmak gereksiz ve hatta tercih de edilmez. Bir anne-babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri, onun doğasına uygun kişilik gelişiminin önündeki engelleri ortadan kaldırmak. Kişilikli çocuklar yetiştirmek, gelecekteki başarının da anahtarıdır. Araştırmalar, çocuğun hayattaki başarısında, akademik başarıdan daha çok kişilik özelliklerinin belirleyici olduğunu gösteriyor.

Dikkat edilmesi gerekenler

-Çocuk yetiştirirken ve eğitirken, onun doğasını inkar eden yaklaşımlardan uzak durulmalı. Annebabalar ve bazı eğitimciler, çocuğun doğasındaki temel yapıları değiştirme çabası içine giriyor. Bu tür bir yaklaşım, doğru değildir. Kaldı ki, çocuğun doğasıyla mücadele ederek sonuç almak mümkün de değildir. Her çocuk, doğasının götürdüğü yere gitme eğilimindedir. Eğer bir çocuğun doğasında duygusallık belirginse, onunu bu özelliği değiştirilmesi gereken değil, saygı duyulması gereken bir durumdur.

-Kişilik gelişimi, sadece okul ve ders konusu gibi algılanmamalı. Kişilik, bir anlamda bizim yaşam biçimimizdir. Bu nedenle, okulun duvarları içine hapsedilmiş bir kişilik gelişiminden söz edilemez. Ev, sokak, oyun parkı vb. tüm yaşam alanları, etkileşim alanlarıdır ve kişilik gelişiminde büyük katkıları vardır. O halde, çocuklar bu tür ortamlarda bulunmasına ve o ortamlardaki faaliyetlere aktif olarak katılmalı.

-Zengin sosyal ilişki ortamlarında bulunmasına izin verilmeli. Bir çocuğa yapılacak en büyük kötülüklerden birisi, onu aşırı hijyenik sosyal ortamlarda büyütmektir. Her şeyin çocuğa göre düzenlendiği, çok fazla kolaylaştırıldığı sosyal ortamlar, büyüyüp olgunlaşmaya izin vermez. Böyle yetişen çocuklar için hayat hiç de kolay olmayacaktır. Her çocuk, b üyüme sürecinde, yaşıtlarıyla ve benzerleriyle olduğu kadar, farklı kişilerle de etkileşim halinde olmalı. Farklı sosyo-kültürel ortamlardaki insanlarla, engellilerle, hareketli çocuklarla, isteklerini yapmayan arkadaşlarla, kendinden daha çok ve az başarılı olanlarla vb. birlikte aynı ortamları paylaşmalı ve bu etkileşimlerden kendilerini geliştirecek birikimler sağlamalıdırlar.

- Kural ve sınırlar konulmalı. Kişilik yapısı, kurallar ve sınırlar içerisinde şekillenir. Akla ve gelişime uygun sınırlamalar, çocuğun gelişiminde son derece önemlidir. Bir çocukta sınır algısı oluşmazsa, karşısındakine saygı duyması da söz konusu olamaz. O nedenle, ev ortamında çocuğun uyacağı makul ve gerçekçi kuralların konmasına özen gösterilmeli. Ancak, mümkün olduğunca az kural konması gerektiği de unutulmamalı.

-Kurdukları ilişkilere mümkün olduğunca müdahale edilmemeli. Çocuğa, kural ve sınırlar koymak ne kadar doğru ise, iki de bir yapılan bazı müdahaleler de bir o kadar gereksiz ve yanlıştır. Örneğin, çocuk, bir arkadaşıyla konuşurken, oynarken, elindeki bir şeyi paylaşırken yapılan yetişkin müdahaleleri, o sosyal etkileşimin doğal enerjisini ve akıcılığını engelleyerek öğrenme kalitesini bozacaktır. Bir çocuk, arkadaşıyla sorun yaşadığında bile çoğu zaman müdahale edilmesi yerine izlenmesi yeterlidir.

Genetik mi çevre mi etkili?

Kişilik, genetik ve çevrenin ortak ürünüdür. Genetik ve çevre etkileşimi ile ilgili verilen çeşitli yüzdeler olmakla birlikte bu oranların gerçekçi olduğu söylenemez. Çünkü, her özellikte genetik- çevre etkileşiminin oranları farklıdır. Annebabalar ve eğitimciler, çevresel etkiler çerçevesinde, bu gelişime oldukça büyük katkılarda bulunuyor. Önemli olan, bu katkının farkında olarak, neyin, ne zaman ve nasıl yapılacağı ile ilgili farkındalık kazanmaktır.

ÖĞRENME SÜRECI

Çocuğa gereksiz yere müdahale etmek öğrenme sürecini ve kalitesini bozar.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.