Şampiy10
Magazin
Gündem

Hareket eden çocuk daha kolay öğrenİr

Çocuklar doğaları gereği hareketlidir. Hareket halindeki çocukların vücuduna daha çok oksijen gittiği için beyinleri de daha sağlıklı çalışır. Çocuklar okulda da hareketsiz bırakılmadan öğrenmelerine katkı sağlanmalı.

¦ Hiç yerinde durmuyor, kıpır kıpır.

¦ Sık sık ders başladıktan sonra tuvalete gitmek istiyor.

¦ Teneffüste sürekli koşturup duruyor.

¦ Bir yerde oturmak yerine çeşitli şeyleri bahane ederek ayağa kalkıp yürüyor.

Bu şikayetler eğitim ortamlarında bulunan birçok kişiye tanıdık gelmiştir. Çocukların, ev ve okul ortamlarındaki hareketliliği hemen hemen hiç gündemden düşmeyen zorlayıcı durumlardan biridir. Bu hareketliliğe bağlı olarak, öğretmenler sınıfta öğrenme ortamının bozulmasından, ebeveynler de evdeki huzurun bozulmasından söz edip dururlar. Gerçekten de bu hareketlilik çoğu zaman çok zorlayıcıdır ve çocukları da risklere açık hale getirebilir.

Hareket etmek neden bu kadar önemli?

Hareket etmek beynin doğasındandır: John Medina’nın “Beynin Kuralları” adlı kitabından alıntı yaparak söylersek, insan beyni temel olarak hareketliliğe programlıdır. Öyle ki, atalarımız günde 20-25 kilometre yürürdü. Bugün biz çocukları gün içinde 8-9 saatlik derslerde belirli bir mekanda sabit oturmaları için zorluyoruz. Atalarımız, bırakın günde 8 saati, 8 dakika bir yerde sabit kalsalardı yem olurlardı. Ve onlar hareket ederek kendilerini korumak ve varlıklarını sürdürmeyi başarmak zorundaydılar.

Hareket, beynimizin daha sağlıklı çalışmasını sağlar: Hareket etmekle birlikte, beynimize daha çok oksijen gider, kanımızdaki toksik maddeleri de daha kolay atarız. Böylece, zihnimiz canlanır ve çok daha sağlıklı çalışır.

Yaşamak demek, hareket etmek demektir: Bu gerçekten yola çıkarsak, diyebiliriz ki, “Yaşamak demek hareket etmek demektir.” İnsanın hareketle olan ilişkisi, hayatla olan ilişkisinin bir ifadesidir. Bir anlamda yaşam, hareketle başlar ve sürer. O halde, çocukların hareket ederek varoluşlarının gereğini yerine getirmeleri son derece doğaldır ve aynı zamanda kaçınılmaz bir gerçekliktir.

Hareket edenler daha kolay mutlu olur: Hareket ettiğimizde beynimiz serotonin salgılar. Bu da daha pozitif duygular hissetmemizi sağlar. Gün içinde daha güçlü bir şekilde hissettiğimiz olumlu duygular, çevremize de yansır ve iletişimimizi güçlendirerek ilişkilerimizi geliştirme şansı verir. Daha sabırlı oluruz, hatalara karşı toleransımız da artar.

Hareket etmek, öğrenme kalitemizi artırır: Öğrenme faaliyetleri, beynimizin daha sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Hareket ederek beynimizin performansını artıracağımızdan öğrenme kalitemizi de olumlu yönde geliştirmemiz kaçınılmazdır. Çocukların hareket etmesi, onların dikkatlerini artırır ve böylece masa başı çalışmalarına daha uzun süre devam edebilirler.

Yazının devamı...

Ergen çocuğumla nasıl iletişim kurabilirim?

Ergenlik döneminde çocuğu olan anne-babaların işleri bir yanıyla oldukça keyifli, diğer yanıyla da zordur. Evlerinde, büyüdüğünü ve yetişkin olduğunu iddia eden, bunu da ispatlamak için risklere girebilen kontrol edilmesi zor sevimli bir enerji deposu var.Kendileri de bu durum karşısında doğal olarak kaygılılar. O halde, anne-baba bu süreci nasıl yönetebilir? Çocuğunun riske girmesini nasıl önleyebilir? Ebeveynlik ilişkisi bozulmadan kuralları nasıl uygulayabilir?

Ergenle iletişimin doğasında neler var?

Bir ergenle iletişim kurarken, onun gerçekliklerini dikkate almak son derece önemlidir. Ergenlik döneminde sergilenen bir çok davranışı “sorun” olarak değil, “doğal” olarak kabul etmekle işe başlamak gerekir. Çocuğun davranışları sorun olarak kodlandığında, daha kaygılı ve telaşlı tepkiler verme eğilimimiz artar; oysa doğal olarak kabul ettiğimizde daha sakin ve kontrollü tepkiler verebiliriz. Kaldı ki, bütün ilişki ve iletişimlerde “sakin”, “kontrollü” ve “kararlı” olmak oldukça kritik becerilerdir. Sükunetini, kontrolünü ve kararlılığını kolay kaybeden insanların en doğal ilişkilerinde bile krizler çıkma olasılığı her zaman daha yüksektir.

Ebeveyn, elbette çocuğuyla ilişkisinde belirli bir yere kadar otorite uygulayacak, kurallar koyacaktır. Ve bunu da yapmak gerekir. Ancak, ebeveyn bu kuralları koyarken şunu da hiç unutmamalıdır. Biz kuralları koyarız, onlar fırsatını buldukça bu kuralları delerler. Bu doğal bir dinamiktir. Hatta diyebiliriz ki, bir ergen ebeveynin koyduğu her kurala uyuyorsa, kişilik gelişimi açısından pek de sağlıklı olmayan bir durumla karşı karşıya olabiliriz. Bu nedenle, ebeveyn-ergen ilişkisinde, doğası gereği bu tür ip çekme oyunları az ya da çok vardır.

Sonuçta, yaklaşık on yıllık bir süreçte, dikkat edilmesi gereken birkaç noktayı gözden kaçırmamak ve ergenle keyifli bir “iletişim dansı” yaparak sürecin tadını çıkarmak en iyi yoldur. İşte size yardımcı olabilecek birkaç ipucu...

Anne-baba olmak başka, arkadaş olmak başkadır

Anne-babaların bazıları, çocuklarıyla iletişimlerini arkadaşlık ilişkisi olarak görmeyi tercih etmektedir. Bu ilk bakışta çok hoş gelebilir. Ancak, doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü, ebeveyn-çocuk ilişkisinin kuralları ile arkadaş-arkadaş ilişkisinin kuralları farklıdır. Buradaki en kritik nokta, ebeveynin bilinç altı algısıdır. Bu algının ana fikri, “Kaliteli ilişki sadece arkadaşlık ilişkilerinde olur” şeklinde ifade edilebilir. Bu da çocukla kurulacak iletişimin başlangıç noktası adına hatalı bir düşüncedir.

Ergenle ergen olmayın

Çocukla kurulan iletişimde ebeveynlerin sıklıkla yaptıkları hatalardan biri yaş düzeylerine uygun olgunlukta bir iletişim tarzı sergilememeleridir. Ergenin, yaşına uygun olarak, kolay öfkelenmesi, alınganlık göstermesi, çatışmacı bir dil kullanması doğal olarak kabul edilebilir.

Ancak, bir çok ebeveynin da aynı bir ergen gibi kolay öfkelenip çatışmacı dil kullanması anlamlı değildir. Sonuçta anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkinin, yetişkin-ergen ilişkisi olması gerekirken, iki ergenin ilişkisine dönmesi işleri oldukça zorlaştırabilmektedir. Ebeveynden beklenen, çocuğun duygusal iniş çıkışları karşısında daha sakin, dengeli ve kontrollü olmayı başarmasıdır. Aksi halde, iletişim çatışmalarının şiddeti daha yoğun olmakta ve her iki taraf da fazlaca yıpranmaktadır.

Zaferler kazanmasına her zaman izin verin

Bir insanı etkilemenin en iyi yollarından biri görüşlerine değer vermektir. Bir ergen için ise bu daha da önemlidir. Zaman zaman çocukla çeşitli konularda tartışma açılmalı ve onun bu konudaki görüşleri sorulmalıdır. Ortaya koyduğu bilgi ve görüşlerden bazıları ilgi çekici bulunmalı ve onaylanmalıdır. Bu konudaki bilgi ve görüşlerini geliştirmesi için de desteklenmelidir.

Küçük notlar ve mektuplar yazın

Küçük kağıtlara “Seni seviyorum”, “İyi ki varsın, varlığın beni çok mutlu ediyor”, “Dün bizim için yaptığın şey bizi çok duygulandırdı” gibi hoş, anlamlı ve çocuğun duygularına hitap edecek ifadeleri küçük not kağıtlarına yazarak, yatağına, defterinin arasına koyun ve gün içinde sürpriz şekilde farketmesini sağlayın. Emin olun çok işe yarayacak ve şaşıracağınız kadar olumlu sonuçlar alacaksınız...

Duygusal destekler verin

Anne-babaların çocuğa vereceği en büyük destek onun duygularını anladığını göstermektir. Ergenin bir anlamda kendi kendiyle başı derttedir. Bedeniyle, düşünceleriyle, duygularıyla, ilişkileriyle boğuşup dururlar. Bu süreçte, anne-babalar ona güven duyduklarını, duygularını anladıklarını ve onu gerçekten de çok sevdiklerini hissettirmelidirler. Aynı zamanda onun özgürleşme çabalarına da genel anlamda engel olmamalıdırlar. Elbette ki çevrede riskler ve sorunlar var. Burada önemli olan büyük riskleri kontrol altına alırken, küçük risklere izin vermektir. Aksi halde, çocuğun bir çok büyüme fırsatını kaçırmasına neden oluruz. Çocuklar için en iyi şey, güvenli bir sosyal ve duygusal ortamda, risklerle mücadele etmeyi öğrenmektir. Ve bunu da onlara ancak anne-babaları sağlayabilir.

Kurallar konusunda anlaşmalar yapın

Kurallar bütün ilişkilerde olmazsa olmazlardandır. Kurallar, çocuğun sorumluluklarını hatırlamasını sağlar ve risklere karşı da çok açık olmasını önler. Bu nedenle abartılı olmadan belirli kurallar konusunda anlaşmak gerekir.Kuralların mümkün olduğunca az olması, tüm aile üyeleri için geçerli olması ve uygulanmadığında ne gibi sonuçların olacağının açıkça belirtilmesi önemlidir. Özellikle çocukla anlaşma yaparak kural konması çatışma riskini de azaltır. Ayrıca, kendisi de bu anlaşmanın bir tarafı olduğu için uyma eğilimi daha yüksek olur.

Yazının devamı...

Bir ergenim var!

Ergenlik dönemi 10-12 yaşlarında başlar yirmili yaşlara doğru sona erer. Genelde anne-babaların ergenleriyle başı derttedir. Arkadaşlarına, öğretmenlerine huysuzluklarını şikayet ederler. Peki ne yapmak, nasıl davranmak gerekli?

Ergenlik dönemi, insan yaşamının en ilgi çekici ve bir o kadar da eğlenceli dönemidir. 10-12 yaşlarından itibaren başlayan yirmili yaşlara doğru sona eren bir zaman dilimini kapsar. Kent kültüründe bu sürecin daha da uzamış olduğunu söylemek mümkün. Hatta ergenlik için doğal kabul edilen bazı davranış kalıplarının ileri yaşlarda da devam ettiği düşünülürse, kimi insanların ergenliğinin hiç bitmeyip ömür boyu devam ettiğini söyleyebiliriz.

Anne-babaların ergenleriyle başı derttedir genelde. Sıkça söylenip dururlar. Arkadaşlarına, öğretmenlerine çocuklarının huysuzluklarından söz ederler...

- “Sürekli beni eleştiriyor, suçluyor.”

- “Ne söylesem itiraz ediyor, karşı çıkıyor.”

- “Ders çalış diyorum, sen bana karışma diyor.”

- “Çok vurdumduymaz, hiçbir şeyi umursamıyor.”

- “Nasihat ediyoruz, doğruyu yanlışı gösteriyoruz ama bizi dinlemiyor, bildiğini okuyor.”

Bir ergeniniz varsa, bu şikayetleriniz de neredeyse kaçınılmaz demektir.Ancak iyi olan şey şudur ki, şikayetinize konu olan bu tablo tipik bir ergen tablosudur ve gelişim dönemine özgüdür.

Bir ergenin halleri

- Genel olarak dağınıktır. Özellikle anneleri en çok sinir eden şeylerden biri çocuğunun dağınık olmasıdır. Odası dağınık, eşyaları dağınık, çantası dağınık... Kısacası hayatı dağınıktır. Ama bunun nedeni ergenin beynidir. Çünkü, 11-12 yaşlarından itibaren beyin gelişiminde yeni sinir hücreleri gelişir ve yeni bağlantılar kurulur. Bu da beynin çalışma şeklini etkiler. Bir anlamda diyebiliriz ki, beyin, önceki dönemlerden biraz daha farklı çalışır. Bunun doğal sonucu da dağınıklıktır. Anneler, genellikle tahammül edemedikleri bu duruma en kısa sürede müdahale etmek isterler. İlk fırsatta çocuklarının dağınık odalarını toplayarak onlara iyilik yaparlar(!) Ancak, annenin kendince yaptığı bu iyilik, ergen için oldukça rahatsız edicidir. Çünkü, annesinin düzene soktuğu odada şaşkınlık yaşar ve neyin nerde olduğunu bulmakta zorlanırlar. Aynı zamanda sınırları ihlal edilmiş, annesine dağınık gelse de kendi düzeni bozulmuştur. Unutmayın, özellikle anneler daha çok görsel düzeni esas alırken, ergenler işlevsel düzeni esas alırlar. Yani bizim düzenimiz onun düzeni değildir.

- Risklere en açık dönemdir. Ergenlik dönemi, insanın, hayatı boyunca risklere en açık olduğu dönemdir. Aslında bir çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilir. Ancak, doğruyu ve yanlışı bilmesine rağmen, çoğu zaman dürtüleri baskın çıkar. Bu da, ergeni risklere açık hale getirir. Beyin haz odaklıdır ve ergenlik döneminde hazza yönelik davranışlarda artma olur. Gelecekteki kazanımları düşünerek kontrollü hareket etmek yerine, şimdiki hazlara odaklanarak anın keyfini çıkarmaya çalışır.

Sigara, alkol, uyuşturucu, internet bağımlılığı, duygusal bağımlılıklar vb. bu dönemde risk alanları olarak karşımıza çıkar.

Eğer ergenlik süresince bu riskler kontrol altında tutulabilirse, daha sonraki yıllarda işimiz çok kolaylaşır.

- Öfkeli ve çatışmacı bir dili vardır. Ergenin en iyi yaptığı şeylerden biri çatışmaya girmektir. En küçük şeylere bile tepki verme eğilimindedir ve kolay öfkelenir. Ancak, çocuğun kimlik ve kişilik yapılanmasında bu çatışmacı iletişim dilinin büyük önemi ve yararı olduğunu söylemek gerekir. Özellikle anne-babasıyla çatışmaya girer ve kendisinin bile farkında olmadığı bir şekilde beyni bu çatışmanın keyfini çıkarır.

- Otoriteyi kabul etmez ve karşı çıkar. Ergenin temel problemi, hayatının kontrolünü kendi eline almaktır. Bunu yapabilmenin en iyi yolu da hayatındaki otorite figürlerine karşı çıkmaktır. Hayatındaki en belirgin otorite figürleri de önce anne-baba, sonra öğretmenlerdir. Otorite ile karşı karşıya gelmek çoğu zaman bir prestij kazanma fırsatıdır. Otorite figürüne karşı gelerek, hem kendine hem de çevresine bir çok mesaj verir. “Artık patron benim, kimse beni yönetemez.” Girdiği güç oyununun sonuçlarına bağlı olarak özgüven duygusunun derecesinde yukarı-aşağı oynamalar olur. Sonuçta bir gerçek var ki, o da onların bu oyunu zaman içinde kazanmaları gerekir. Ta ki, bir gün bu oyunu oynamalarına gerek kalmayana kadar.

- Özgürlük ve kurallar arasına sıkışıp kalır. Ergenler gayet akıllıdır. Bilir ki, kurallar vardır ve hayatımız için gereklidir. Ancak, içindeki ses artık özgür olması gerektiğini söyler. Kendi kararlarını vermek ister. Arkadaşlarını kendine göre seçmek, gönlüne göre giyinmek, istediği zaman istediği yere gitmek, geç saatlerde eve dönmek ister. Bütün bunlar artık onun büyüdüğünün de bir ifadesidir aynı zamanda. Özgürlük ve risk ilişkisi doğal olarak ebeveyn-ergen ilişkisinde ip çekme oyununa döner. Ergen özgür olmak ve özgürce hareket edebilmek adına bu sınırlamaları dinlemez, kaçamak yapar. Bu ip çekme oyunu, ergenle ilişkinin doğasında vardır ve bir noktaya kadar doğaldır da... Eğer anne-babalar bu oyunu iyi oynarsa sonuçları da iyi olur.

Bir öneri

Bir ergenin ortaya koyduğu tüm davranışlar aslında beyninin ürünüdür. Beyni ne diyorsa onu yapar. Onun davranışlarını anlamak demek beyninin nasıl çalıştığını anlamak demektir. Bir sonraki yazımızda anne-babaların neler yapması gerektiği hakkında ipuçları vereceğiz. Ancak, öncesinde ergen çocuğunu daha iyi anlamak isteyen anne-babalara Nicole Morgan’ın “Beynimi Suçla” adlı kitabını okumalarını öneririm. Bir çok anne-baba için harika bir rehber olabilir diye düşünüyorum.

Yazının devamı...

Kurban Bayramı’nda çocuklar için ne doğru!

Bayramları yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, empati kurma kavramları ile bütünleştirerek yaşamak gerekiyor. Tüm aile üyeleri arasında bu kavramları canlı tutun. Çocuğunuzun zihninde olumlu bir algının geliştirilmesine özen gösterin.

Çocuk gözünden bayram bir başka görünür. Belki de büyüklerden çok çocuklara gelir bayramlar... Bayramın kendisi gelmeden heyecanı gelip dolar o küçücük yüreklere. Çocuk için bayram demek, güzel kıyafetler giymek, arkadaşlarıyla oyun oynamak, hediyeler almak, biraz de şeker yemek demek. Kimi çocuk, ev ev dolaşıp adeta doğuştan hakkı olan şekerleri toplar, kimi çocuk da misafirliğe gittiğinde uzatılan şeker tabağından “Bir tane daha alabilirsin” diyen büyüğünün sözlerini sevinçle karşılayıp topladığı şekerleri cebine indirir.

Çocuklar için neler yapılmalı?

Zihninde olumlu bir tablo oluşmasını sağlayın

- Bayramları, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, empati kurma, kavramları ile bütünleştirerek yaşamak gerekir. Tüm aile üyeleri arasında bu kavramları canlı tutun. Evde yapılan sohbetlerde, etkinliklerde buna uygun paylaşımlarda bulunun. Kurban bayramı ile ilgili yapılacak açıklamalarda, kurbandan daha çok bayram kısmı ile ilgili vurgulamalar yapılmasında yarar var. Bayramda herkesin birbirine olan sevgisini daha çok gösterdiğini, ziyaret ettiğini, ilgi gösterdiğini söyleyerek, çocuğun zihninde olumlu bir algının geliştirilmesine özen gösterin. Böylece, çocuğun akıl ve duygu dünyasında bayramlar ile insani değerler buluşturulmuş olur.

- Bayram sabahı tüm aile birlikte kahvaltı yapmalı ve çocuğa “aile bütünlüğü” kavramını hissettirin. Ailece yapacağınız bu tür paylaşımları bayramdan sonraki süreçlerde de her fırsatta devam ettirin. Aile kavramını hissedip algılayan çocuklarda güven duygusu pekiştirilmiş ve aile içi ilişkiler de geliştirilmiş olur.

Duygu ve düşünce dünyası zarar görmesin

- Bayram süresince aile büyükleri, akrabalar, komşular ziyaret edilmeli. Çocukların, bu ziyaretlere katılması önemli. İnsanların hatırının sorulduğu, hoş sohbetlerin yapıldığı sahnelere şahit olan ve bu sahnelerin bir parçası olan çocuklarda vicdan ve başkalarına karşı duyarlılık duyguları geliştirilmiş olur.

- Anaokulu ve ilkokul çocuklarına mümkün olduğunca kurban kesme sahnelerini izletmeyin. Bu yaşlardaki çocukların, olup biteni tam olarak anlaması mümkün değil. O nedenle, kurban kesme sahnelerinin çocuğun duygu ve düşünce dünyasında oldukça sıkıntı verici izler bırakabileceğini gözardı etmeyin. Sonuçta, küçük çocuklar için olup bitenin anlamından daha çok görüntüleri kalıcı izler bırakır. Bu sahnelerin bazı çocuklarda önemli travmalar yaşatacağını asla unutmayın ve alışsın diye elinden tutup bu tür ortamlara götürmeyin.

Şekerlerini biriktirmesini öğütleyin, sonra yesin

- Çocuklarla birlikte mezar ziyaretlerinin yapılmasında bir sakınca olduğunu düşünmüyorum. Çocuğun hayatımızın doğal bir gerçeği olan bu yanını görmesi ve yaşaması önemli. Çocuklar okul öncesi dönemden itibaren ölüm kavramını sorgulamaya başlar. Kimi çocuk için bu kavramı algılamak zor da olur. Eğer çocuk ölüm kavramı ile ilgili herhangi bir şey sorarsa, yapılacak açıklamada iki temel noktaya dikkat edin: Birincisi fazla ayrıntıya girmeden doğruyu söyleyin, ikincisi de açıklamayı yaparken yaptığınız duygu aktarımlarına dikkat edin. Çok üzüntülü ve ağlamaklı bir ifadeyle yapacağınız açıklama ne olursa olsun uygun değildir.

- Bayramın çocuklar için en ilgi çekici ve heyecan verici şeylerinden biri de şekerler. Bir çocuğa “Şeker yeme!” demek başarısızlığı garanti olan bir istektir. Ancak başarısız olma ihtimali büyük de olsa çok şeker yemenin zararları hakkında bilgi paylaşımında bulunmak iyi olur. Bu tür açıklamalar, o anı kurtarmayabilir ama gelecek adına çok doğru yatırımlar olur. Çocuğa, şekerlerini yemek yerine biriktirmesini önerin. Biriktirilmiş şekerleri de daha sonrasında farklı bir etkinlikte kullanmasını sağlayın.

- Bayramda birkaç saatinizi de bir huzurevini, Çocuk Esirgeme Kurumu’nu, engellileri, hastaneyi ziyaret için ayırın. Önceden planlayarak yapacağınız bu ziyaretle, çocuğunuzun hayata daha geniş ve gerçekçi bakmasını, toplumda herkesin bayram yapmaya hakkı olduğunu öğrenmesini sağlamış olursunuz. Bayramın bireysel yanından öte toplumsal yanını da görmesi çocuk için büyük bir kazanç olacaktır.

Paylaşmanın güzel bir şey olduğunu anlatın

Bayramlar, her ailede aynı yaşanmaz. Kimi aileler varlıklarının keyfini yaşarken, kimi aileler yokluktan bayram çıkarır. Kimi çocuk oda dolusu oyuncağı beğenmezken, kimi çocuk kendi oyuncağını kendi yapar. Bayramın ruhu milletçe birlik, beraberlik ve bütünlük ise bunun yolu empati kurmaktan geçer. Tokun açın halinden anlamadığı bir ülkede bayram, gerçek bayram olamaz. Tokun aç olanla empati kurup sofrasındaki yemeği paylaşmayı bilmesi lazım. Soframızdaki yemekte her açın hakkı olduğunu unutmamak lazım.Mesele sadece kurban kesip et dağıtmak olmasa gerek. Bazen bir çocuğa et yedirmek yerine bir kitap, oyuncak hediye etmek daha anlamlıdır.

Bayramlarda sadece güzel dileklerde bulunmak da yetmez. Kendimiz, ailemiz, ülkemiz ve dünya için güzel dilekleri olanların bunun gereğini de yerine getirmeleri gerekir. Aksi halde, eylemle buluşmayan dileklerin samimiyeti de tartışılır.

Bayram vesilesiyle, hepimiz kendi hayatımızda olup bitenleri gözden geçirmeli ve yaşadığımız her anın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlamalıyız. Hayatı kaçarak değil, üstüne giderek cesaretle yaşamalıyız.

Yazının devamı...

Çocuklara ne zaman zeka testi uygulanmalı?

Çocuklara zeka testi uygulanması adeta moda oldu. Birçok anne-baba öğretmen şu veya bu gerekçeyle çocuklara zeka testi uygulanmasını isteyebiliyor. Eğer gerçek bir ihtiyaç söz konusu ise uygulanması gerekir. Peki zeka testi hangi durumlarda uygulanmalı, hangi durumlarda uygulanması doğru değil...

Uzun süredir görüşemediğim ve çok sevdiğim iki arkadaşımla pazar günü kahvaltı sohbeti için randevulaştık. Evli olan arkadaşlarım, pazar günü sabah buluştuğumuzda yanlarında dünya tatlısı oğullarını da getirmişlerdi. 4 yaşlarında uzun saçlı ve çok yakışıklı olan bu küçük bey, iletişime son derece açıktı. Öyle ki, masada tüm ilgi onun üzerine odaklanmıştı. Sürekli sorular soruyor, sorulan sorulara gayet akıllıca cevaplar veriyor, özgüvenli davranışları ile garsondan bir şeyler istemeye gidiyor ve sevimli hareketleriyle sabah neşemiz olmayı başarıyordu.Sohbet ilerleyip kahvaltının ortalarına geldiğimizde, özellikle anne ile aramızda şöyle bir diyalog geçti:

Anne: “Hocam, ben çocuğuma zeka testi uygulatmak istiyorum. Acaba nasıl yapabiliriz?” diye

Ben: “Neden böyle bir ihtiyaç doğdu?”

Anne: “Sanki yaşından daha ileride gibi geliyor bana. Kavramları biliyor, söylenenleri unutmuyor, hiç aklımıza gelmeyecek sorular soruyor...”

Ben: “Anladım. Zeka testini uygulattıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun?”

Anne: “Ne bileyim, belki farklı uygulamalar yapılabilir. Daha ileri etkinliklerle desteklenebilir.”

Aramızdaki konuşma bunun üstüne devam etti gitti... Çocuklara zeka testi uygulanması adeta moda oldu. Sanki çocuğun tüm gelişimi zekadan ibaretmiş gibi, bir çok anne-baba ya da öğretmen şu veya bu gerekçeyle çocuklara zeka testi uygulanmasını isteyebiliyor. Eğer gerçek bir ihtiyaç söz konusu ise çocuğa zeka testi uygulanması elbette ki gerekir. Ancak, bunu keyfi ve hiç de gerçekçi olmayan bir gerekçeyle istemek doğru değildir.

Şunlara dikkat edin

Zeka testi uygulanmasında belirli etik ilkeleri ve riskleri gözardı etmemek gerekiyor. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Zeka testleri, amaç değil araçtır

Testin uygulanması belirli bir ihtiyaca dayalı olmalı. Bu ihtiyaç da çocuğun yararı ile ilgili olmalı. Sonuçta, zeka testi uygulandığında, çocuğun bundan nasıl bir yararlılık elde edeceği açıkça ortaya konmalı. Aksi halde, “Çocuğumun zeka puanını, düzeyini bilmek istiyorum” gibi bir anlayışla test uygulanması doğru değil.

Hangi durumlarda uygulanmalı?

Zeka testleri, temelde iki durumda uygulanır: Yetersiz performans ya da üstün performans. Her iki durumda da, çocuğun bir sonraki adımının planlanması önemli.

Yetersiz performansa bağlı olarak zeka testi uygulanacaksa öncelikle aşağıdaki durumların gözlemlenmesi gerekiyor.

- Okuma, yazma, aritmetik becerilerinde yetersizlik, öğrenme hızında yavaşlık gibi akademik performansla ilgili becerilerinde süreğen eksiklikler olması.

- Sosyal ortamlara uyum sağlayamama, özbakım becerilerini yerine getirmekte yetersiz kalma, günlük ihtiyaçlarını kendi başına gidermekte zorlanma gibi genel gelişim tablosunda süreğen eksiklikler göstermesi.

Üstün performansa bağlı olarak zeka testi uygulanacaksa da aşağıdaki durumlara dikkat edilmeli.

- Güçlü merak duygusu ve hafıza, yüksek öğrenme hızı, akıl yürütme becerisine sahip olması.

- Zengin bir kelime hazinesi, kavram bilgisi, dil becerilerine sahip olması.

- Zengin bir hayal dünyasına ve yaratıcılığa sahip olması.

Zeka testi uygulanması kararı bir uzmanla birlikte verilmeli

Çocuğun bir zeka testine ihtiyaç duyup duymadığı, uygulanacak testin amacı, uygulama sonrasında olası durumlar ve yapılması gerekenler gibi pek çok soru, bir uzmanla birlikte konuşulup değerlendirilmeli. Ebeveynler ya da öğretmenler çoğu zaman doğru gözlemler yapsa da, bu gözlemler az ya da çok sübjektivite içerir. Kaldı ki, konu alanı uzmanı olmadıkları için zaman zaman hatalı değerlendirmeleri de olabilir. Uzmanın yaptığı değerlendirmeler sonrasında test uygulamanın yararlı olacağı kanaati oluşursa elbette uygulama yapmak doğru.

Sonuçlar tartışmasız doğruymuş gibi kabul edilmemeli, çocuk desteklenmeli

Zeka testleri, psikoloji ve eğitim alanında geliştirilmiş en önemli teknolojilerden. Bir testin geliştirilme süreçleri oldukça uzun ve zorludur. Ancak, tüm bu çabalara rağmen, zaman içerisinde tüm testler güncelliğini ve güvenilirliğini yitirebilir. Bu nedenle, hangi test olursa olsun sonuçları her zaman hataya açıktır. Kaldı ki, ülkemizde en çok uygulanan testlerin güncelliği ile ilgili sorunlar olduğu uzmanlarca ifade edilmektedir. Ayrıca, uzmanlığı tartışılır kişilerin yaptığı test uygulamalarının da bu riski artırdığını söylemek gerekir. Sonuçta, çocuğa bir test uygulandığında, elde edilen sonucu tartışmasız doğru olarak kabul etmemek gerekir. “Haydi çocuklar zeka testine” gibi bir ruh haliyle çocukları uzman uzman dolaştırarak egomuzun oyuncağı haline getirmeye hakkımız yok. Lütfen çocukların zekasını rahat bırakalım. Çocuklara zeka testi yaptırılsa da yaptırılmasa da, temel ilke, “çocuğun gelişiminin desteklenmesi”dir. Gelişimi destekleyen bir ebeveyn ya da öğretmen olmak yeterince anlamlı bir yaklaşımdır. Bu da illa ki zeka düzeyinin bilinmesini gerektirmez. Bu konuda www.egitimpedia.com sitesinde yayınlanan “Neden oğluma asla zeki olduğunu söylemeyeceğim” başlıklı yazının okunmasını tavsiye ederim. Sürekli zekayı överek bir zeka fetişizmi yaratmak değil, çabayı överek değer yaratmak daha önemli.

Zeka testlerinde nicelik değil, nitelik daha önemli

Testlerden elde edilen puanlar teknik bir konu ve daha çok uzmanların kendi arasında paylaşıldığında bir anlam ifade eder. Önemli olan puanın kendisi değil, temsil ettiği niteliktir.

Bu nedenle, illa ki testten elde edilen puanın istenmesi ve iki de bir sosyal ortamlarda çocuğun zeka puanından söz edilmesi hiç etik değildir. Bu tür bir yaklaşım pazarlama yaklaşımıdır ve çoğu zaman yetişkinin egosuyla ilgilidir.

Yazının devamı...

Modern kültür ebeveynlerinin çıkmazı

Geçmişten günümüze değişen koşullar ve yaşam biçimi anne-babalık rollerini de farklılaştırdı. Önceki kuşağın anne-babalarının, kadın-erkek ilişkilerine, evliliğe, çocuk yetiştirmeye bakışı ile günümüz anne-babalarının bakışı arasında oldukça dikkat değer farklılıklar var. Bu farklılıkların kimi olumlu kimi de olumsuz olarak değerlendirilebilir. Çocukların başarısızlıkları ya da istenmeyen davranışlarının faturası da hep anne-babalara kesilir. Anne-babaların çocuk yetiştirme ile ilgili yaşadığı sorunlar nelerdir? Bu sorunların kaynakları nedir? Çözümü adına neler yapmaları gerekir? Üzerinde düşünmeye değer sorulardır.

Geçmişte yaşanmış olumsuz çocukluğun izlerini mutlaka silin

Bugünün anne-babalarının çocuklukları bu kültür içerisinde geçmiştir. Dolayısıyla, bilinçaltları kültürün temel değerleri ve kalıpları ile doludur. Geçmişten bu yana gördükleri, yaşadıkları ve öğrendiklerinin ne kadar doğru, anlamlı ve sağlıklı olduğu çok önemli. Geçmişinde dayak yiyerek ikna edilmiş, hakaret işiterek davranışları değiştirilmeye çalışılmış, yeterince sevilmeyerek şımarmasının önüne geçilmiş bir ebeveynin, kendi çocuğuyla sağlıklı bir ilişki kurması ne kadar mümkün olabilir ki? Çocukluğuna dair az ya da çok hasar barındıran ebeveynlerin, kendi davranışlarının arkasındaki nedenleri bilerek bu nedenlerin yarattığı etkiyi kontrol etmeleri çok önemli. Bu noktada gerekirse bir uzmandan bile destek almaktan çekinilmemeli. Ebeveynin farkındalığından en çok yararı da çocuğu sağlayacaktır.

Çevremizi kuşatmış olan tehdit edici riskler

Yazının devamı...

Okul başarısını artırmanın yolları

Yarın tüm öğrenciler için ilk ders zili çalacak. Kuşkusuz anne-babalar çocuklarının başarılı olması için elinden geleni yapacak Çünkü başarı sihirli kavramlardan biri ve herkes hayatında kendi başarı öyküsünü yazmak istiyor. Bir öğrenci için ise başarı, büyük ölçüde dersten yüksek not almak, sınıf geçmek ya da bir bölümü kazanmak...

OKULLARIN açıldığı şu günlerde, öğrenciler yoğun bir çalışma temposuna girecekler yine. Öğretmenler ödevler verecek, anne-babalar çocuklarının başından ayrılmayacaklar. Kimi çocuk düzenli bir şekilde çalışacak kimisi ise gönülsüz çalışacak. Ebeveynler klasik nasihatlerini ederken, çocuklar oflayıp puflayarak kaçış yolları arayacaklar.

Neresinden bakılırsa bakılsın, hangi eleştiri yapılırsa yapılsın ortada bir gerçek

var ki, o da okul hayatı dendiğinde ilk akla gelen şey okul başarısıdır. Herkesin temel kaygısı da çocuğun başarılı olup olamayacağı üzerine kurulmuştur. Peki, başarılı olmanın en temel kuralları nedir? Çocuklara nasıl yardımcı olabiliriz? İşte size birkaç öneri.

Olumlu bir atmosfer oluşturun

Öğrenme, olumlu duyguların hakim olduğu bir ortamda gerçekleşir. İçinde duygu olmayan hiçbir bilinçli öğrenme yoktur. Beyin, bilgiyle arasındaki bağı duygular üzerinden kurar. Dolayısıyla, çocukların ders yapacakları ve çalışacakları ortamların hem güvenli olması hem de huzur verici olması gerekir. Anne-babaların ve öğretmenlerin çocukla kuracakları ilişkide bu duygusal köprüleri korumaya özen göstermeleri önemlidir.

Motivasyon tipine göre yönlendirin

Ders çalışma ve öğrenme süreçlerinde en önemli belirleyicilerden biri çocuğun motivasyon tipidir. Genel olarak iç ve dış motivasyondan söz edilebilir.

İç motivasyonu yüksek çocukların otokontrolleri daha iyidir ve istekleri için mücadele edebilirler. Dış motivasyonu yüksek olan çocuklar ise yönlendirilmeye çok ihtiyaç duyarlar.

Ayrıca, motivasyon tipimiz doğuştan gelen bir özelliktir ve kişilik yapımızın da bir parçasıdır. Bu nedenle kolay değişebilen bir şey değildir. Anne-babalar ve öğretmenler, çocukların motivasyon özelliklerini bilirseler, çalışma düzenini buna göre planlamasında yardımcı olabilirler. Açıktır ki, çocuğun motivasyon tipine uymayan çalışma planı ve düzeninin sonuç vermesi çok zordur.

Öğrenme özelliklerine göre program yapın

Bilimsel araştır malara göre, herkesin öğrenme özellikleri birbirinden farklıdır. Çocuğun görsel, işitsel,

kinestetik ya da dokunsal olması, çevresel faktörlere (ısı, ışık, oturma düzeni vb.) karşı duyarlılığı, sosyal ve duygusal faktörlerle ilgili tercihleri gibi birçok özellik, öğrenme düzeyini ve kalitesini etkiliyor. Bu nedenle, çocuğun öğrenme tercihleri ve özelliklerini bilerek buna uygun bir eğitim ve çalışma ortamı düzenlenmesi gerekir.

Yetenekleriyle kaliteyi artırın

Bireysel yetenek ve beceriler, bir insanın geleceğini ve tüm kariyerini etkileyip belirleyecek yeterliliklerdir. Çoklu Zeka Teorisi’ne göre, insanda, matematik-mantık yeteneği, sözel-dil yeteneği, görsel-uzamsal yetenek, müzikal-işitsel yetenek, sosyal yetenek, kişisel-özedönük yetenek, bedensel-kinestetik yetenek ve doğa yeteneğinden söz etmek mümkün. Bilimsel araştırmalar, beynimizin doğuştan bazı yeteneklere yatkın olduğunu ve yatkın olduğumuzu ortaya koyuyor. Buna göre, hem yetenek alanlarımızın geliştirilmesi hem de yetenek alanlarımızdan yararlanarak öğrenme kalitemizi artırabiliriz.

Minimum saat uygulaması yapın

Ders çalışmak aslında zevksiz bir uğraştır. Beynimiz, ders çalışmak gibi keyifsiz bir şeyi yapmaktansa haz verici bir şeyi yapmayı daha çok ister. Bu nedenle, ders çalışma sorumluluklarından kurtulmayı istemek ve uzaklaşmaya çalışmak doğaldır. Bir çok öğrenci, içinden ders çalışmak geçmediği için sık sık kopuşlar yaşamaktadır. Bu aşamada, minimum saat uygulaması oldukça işe yarar. Minimum saat uygulaması, çocuğun içinden hiç ders çalışmak geçmediğinde başvurulacak bir yöntemdir. Bu yöntemde, ders çalışmak istemeyen çocuktan, çok kısa süre de olsa çalışma masasına oturması ve az miktarda bir akademik görevi yerine getirmesi istenir. Örneğin, yaş düzeylerine göre değişmekle birlikte, ortaokuldaki bir çocuktan sadece 15 dakika çalışıp kalkması ya da 5 tane matematik problemini çözüp kalkması istenir. Bu uygulama ile çocuğun beyninde yerleşmiş olan alışkanlık korunmuş olur. Burada önemli olan şey, beynin mümkün olduğunca hiç iş yapmama noktasına gelmemesini sağlamaktır.

Bellek geliştirme egzersizleri yapın

Bir öğrencinin akademik başarısında dikkat ve bellek kalitesi oldukça belirleyicidir.Özellikle 10 yaşına ka dar yapılacak dikkat ve bellek egzersizleri, öğrenme performansını son derece olumlu yönde etkiler. Bu nedenle, ders çalışmanın dışında düzenli olarak dikkat ve bellek geliştirici aktiviteler yapılabilir. Bu aktiviteler seçilirken eğlenceli olmasına da özen gösterilmeli.

Sınav kaygısı ile başa çıkmalı

Hafif kaygı öğrenmeyi olumlu yönde etkilerken, aşırı kaygı öğrenmeyi olumsuz yönde etkiler. Öğrencinin sınav kaygısı varsa, önceden saptamak önemlidir. Böylece, gevşeme egzersizleri ile sorunu çözmek mümkün olabilir.

Yazının devamı...

'Çocuğunuza kural koymanın kuralları'

Çocukların yetiştirilme süreçlerinde kuralların olması genel olarak kabul görür. Ancak, hangi kuralların olması ve bu kuralların nasıl uygulanması gerektiği konusunda farklı fikirler ileri sürülmüş. Sonuçta, her çocuğun içinde bulunduğu toplum ve kültür ortamıyla uyum sağlayabilmesi kuralları içselleştirmesiyle mümkün olur diyebiliriz.

Çocuklar için kurallar ne anlama gelir?

KURALLAR dünyasında büyüyen çocuklar, kuralların arkasındaki düşünsel, duygusal ve kültürel değerleri ve birikimi de hafızasına kaydeder. Bu da kişilik gelişimi açısından oldukça kritik bir kazanımdır. Kurallı dünyada yaşayan çocukların bundan öğrendiklerini şöyle özetleyebiliriz:

- Kimse kimseye rastgele davranamaz. Dolayısıyla, kimse sana rastgele davranamaz, sen de kimseye rastgele davranamazsın. Başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerin kendine has sınırları vardır.

- Özgürlük alanlarımız olduğu gibi, sınırlılık alanlarımız da vardır. Hayatımızda olup biten herşey tamamen bizim istediğimiz gibi olamaz. Bizim isteklerimiz olduğu gibi, başkalarının da istekleri vardır. Herkes birbirinin isteklerini dikkate almak durumundadır.

- Başkalarını düşünmek demek, aynı zamanda kendini düşünmek demektir. Başkalarının haklarına saygı gösterdiğimizde, kendi haklarımıza da saygı gösterilmesini bekleyebiliriz. O halde, başkasının zarar görmesine izin vermediğimiz ölçüde, kendimizi de korumuş oluruz.

- Kurallar, herkes içindir ve herkes kurallara uymak durumundadır. Bu da, herkesi eşit ve değerli kılar. Kuralların hakim olduğu ortamlarda, ayrıcalık diye bir şey olmaz. Bu da demokratik yaşam bilincinin yerleşmesi demektir.

Bunlara dikkat edin

Kurallar, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun olmalı: Çocukların yaş ve gelişim dönemleri birbirinden farklı özellikler taşır. Örneğin, okul öncesi dönem çocuğunda kural bilinci çok açık ve net değildir. İlkokul çağlarındaki çocuklarda ise kural bilinci olmakla birlikte, somut kurallar (parmak kaldırarak konuşma, izin alarak tuvalete gitme, televizyonda sadece bir tane programı izleme gibi) daha iyi algılanabilir. Ergenlikle birlikte kural bilinci soyut düşünceyle birleşir. Dolayısıyla eşitlik, adalet, saygı duymak gibi soyut ve ilkesel kurallar anlaşılabilir olur. Ancak, bu dönemde, özellikle kural koyucu ile ergen sık sık tartışmalar yaşar.

- Mümkün olduğunca az kural konulmalı: Bir sosyal ortamda ne kadar çok kural varsa o kadar çok risk var demektir. Bu nedenle, özellikle küçük yaşlarda kural sayısının az olması önemlidir. Bu konuda temel ölçülerden biri “yaşı kadar kural koymak” olabilir. O halde, 5-6 yaşındaki bir çocuk için 5-6 tane kuraldan daha fazlasına gerek yoktur.

- Kural koyarken, çocuğun da görüşü alınmalı: Kuralların olması için en az iki kişinin ilişki halinde olması gerekir. O halde, kurallar her iki tarafı da ilgilendirir. Güçlü olan yetişkinin keyfine göre kural koyması çocuğun gelişimine katkı sağlamaz. Aksine, ilişkideki kuralları hep güçlü koyuyorsa, çocuğun değersizlik duygusu ve engellendiğinde de öfke duygusu beslenmiş olur. O halde, çocukla konuşarak kuralların konması ve onun da onayının alınması gerekir. Elbette ki, bu her konuda onay almayı zorunluluk haline getirmek demek değildir.

- Kuralların nedeni açıklanmalı: Belirli bir düşünsel ve mantıksal nedene dayandırılmayan kurallara kimse uymak istemez. Çocuğun bir şeye uyması isteniyorsa, bunun arkasındaki gerekçenin açıkça ortaya konması gerekir. Bu gerekçenin inandırıcılık düzeyine bağlı olarak kurala uyma ya da uymama eğilimi artış gösterir.

- Kuralları uygulamada tutarlı davranılmalı: Kurallara uyulduğu ya da uyulmadığında ne olacağı konusu da açıklığa kavuşturulmalı. Kurala uyulmadığı durumlarda, kimi zaman görmezden gelme, kimi zaman küçük hatırlatmalar yapma, kimi zaman da kurala neden uyulmadığı konusunda konuşmalar yapma gibi yöntemler öncelikle denenmeli. Eğer bunlar işe yaramıyorsa, o zaman küçük mahrum bırakmalar (oyunu kısıtlama, televizyonu izlemesini sınırlandırma) söz konusu olabilir.

Kurallar tabulaştırılmamalı: İhtiyacı karşılamayan ya da çocuğun gelişimini desteklemeyen kurallar değiştirilmelidir. Sonuçta bir kuraldan beklenen, ilişkileri düzene sokarak yaşam kalitesini artırmasıdır. Eğer, konulan kural, sonuç vermeyen ya da işe yaramayan bir kuralsa yine çocukla konuşulup bu kuralın yerine başka bir kural konması ya da tamamen kaldırılması söz konusu olabilmelidir. Çocuk tarafından keyfi bir talebe dönüşmesine izin verilmemelidir.

- Çocuk kurallara uyduğunda sürekli ödüllendirilmemeli: Çocuk bir kurala uydu diye ödüllendirmeye gerek yoktur. Çünkü, kurala uymak bir sorumluluktur ve doğal bir şeydir. Ancak, eğer yeni bir kural konmuş ve bu kurala alışılması için zamana ihtiyaç varsa belirli ölçülerde ödüllendirme yapılabilir. Elbette, bu ödüllendirmenin de mümkün olduğunca, maddi bir ödül olmamasına özen gösterilmelidir. Sosyal ve sözel ödüllendirmeler yeterlidir. Örneğin, “Dikkat ettim, dün birlikte koyduğumuz kurala uyuyorsun. Buna çok sevindim”, “Kurallara uymaya çalıştığını farkediyorum ve buna seviniyorum” gibi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.