Şampiy10
Magazin
Gündem

Zorba çocuk yetiştirmenin yolları

“Bu yazıyı Özgecan’a ithaf ediyorum”

Her gün şiddet haberleri duymaktan bıkkınlık geldi. Şiddete maruz kalmayan neredeyse yok. Anne-babalar, kadınlar, çocuklar, öğretmenler, öğrenciler, hayvanlar, ağaçlar... Sürekli bir öfke ve ardından gelen vurma, yaralama, öldürmeler... Böylesine şiddet sarmalının içinde insanın ruh sağlığını koruması bile zor. Son günlerde üniversite öğrencisi Özgecan’ın canına kasteden bu ilkel dürtünün nedeni nedir? Nasıl bir insan bu kadar canileşebilir? Bu sorular, akıl ve vicdan sahibi herkesin sorması ve cevabını araması gereken sorulardır.

Beyin nasıl şiddet üretir?

Basitçe açıklamak gerekirse, beynimizde doğuştan gelen iki temel dürtü “saldırganlık” ve “haz”dır. İlkel beynimizin bu dürtülerini beynimizin “düşünen” bölümü kontrol eder. Bu da yaklaşık olarak 20’li yaşlarda belirli bir olgunluğa ulaşır. Dürtüleri kontrol etme becerisi oldukça zor ve zahmetli bir iştir. Bu gerçeği dikkate aldığımızda, ergenliğin sonuna kadar çocuklara verilecek eğitimin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.Bu nedenle, doğuştan itibaren çocuklara verdiğimiz mesajlar, değer aktarımları, kişiliğe yaptığımız yatırımlar bilinç altına yerleşir ve gelecekteki olası davranış biçimlerini ve davranış bozukluklarını da belirler. Öyle görünüyor ki, çocuklara verdiğimiz mesajlar ve yaptığımız değer aktarımları ya yanlış ya da işe yaramamış.

Çocuklarda şiddet davranışı neden ortaya çıkar?

Öfke duygusu doğaldır ve hepimiz zaman zaman öfkelenebiliriz. Ancak, abartılı, süreğen ve özellikle de başkasına zarar vermeye dönüşen öfke duygusu normal değildir. Büyüme ve yetişme sürecinde, sürekli engellenmiş, kendini ifade etme fırsatı verilmemiş, duygusal olarak beslenmemiş, şiddete maruz kalmışçocukların içlerinde büyüttükleri öfke, sonraki yıllarda beklenmedik durumlarda şiddete dönüşebilmektedir. Özellikle vicdan duygusunun (acıma, başkasının duygularını farketme, başkalarına karşı duyarlı olma vb.) gelişimi insan olmamızda büyük öneme sahiptir. Vicdan gelişmediğinde kişi hem kendisi için hem de çevresi için büyük bir tehlike haline gelir. Bir anlamda insan olarak varolamayanlar vahşi ve cani olarak varolabilirler. Öyle görünüyor ki, bazıları insanlaşma sürecini tamamlayamamışlar.

Şiddet toplumumuzda neden bu kadar yaygın?

Toplumsal olarak sorunlarımızı, “uzlaşma kültürü” ile çözmeyi değil “çatışma ve şiddet kültürü” ile çoğaltmayı başarıyoruz. Toplum bireylerinin de bu dinamikten etkilenmemesi mümkün değil. Üstelik de kişilik zemininde “antisosyal” eğilimleri olanlar bu toplumsal şiddet kültüründen çok daha fazla etkilenirler. Genel olarak bakıldığında, toplumumuzda şiddeti besleyen bir çok faktör bulmak mümkün.

- Politikacıların toplumu germe yetenekleri

- Toplumsal olarak bilimsel ve entelektüel sermayemizin çok zayıf olması

- Sanatsal duyarlılık ve birikimin bireylerin ruhsal dünyasında yeterince karşılık bulmaması

- Eğitim kurumlarımızın insan yetiştirmedeki belirgin başarısızlığı

- Anne-babaların çocuk yetiştirme konusunda “içgüdüsel ana-babalıktan” öteye geçememiş olması

Şiddet nasıl önlenir?

Şiddeti önlemek, sadece anne-babaların çocuk yetiştirme davranışları ve polisiye tedbirlerle yapılabilecek bir şey değil. Sonuçta, toplumsal olarak şiddet kültürü bir sarmaldır ve şiddetin şiddeti doğurduğu da açıktır. Bu nedenle, öncelikle bu sorunu bireysel boyutta değil, toplumsal boyutta ele almak ve uzun vadeli politikalar geliştirmek gerekir. Geliştirilecek politikaların da rasyonel, bilimsel ve insani temellere dayanması şart. Toplumsal bir dönüşüm ve değişim sürecine ihtiyacımız var. Tüm toplum kesimlerinin sorumluluk alması ve bu soruna çözüm odaklı yaklaşması çok önemli.

Birkaç öneri:

- Politikacıların göstermelik konuşmalar yapması değil, soruna çözüm üretecek adımlar atması gerekir.

- Toplumda güven, adalet ve umut duygularının güçlendirilmesi gerekir.

-Eğitim sisteminin “sınav odaklı” anlayıştan, “insan odaklı” bir anlayışa ne yapıp edip geçmesi gerekir.

-Anne-babaların çocuk yetiştirme konusunda bilgi ve birikimlerinin arttırılması gerekir.

- Suç işleyenlerin, cezasız kalmayacağını en açık şekliyle görebilecekleri bir hukuk düzeninin kurulması gerekir.

- Özgecan’a kıyan ilkel ve cani ruh(suz) en ağır cezayı almalıdır. Eğer toplum vicdanında karşılık bulmayacak bir ceza verilirse, toplumun güven, adalet ve umut duyguları bir kere daha büyük bir darbe daha almış olacaktır. Sanırım Özgecan da bizlere haklarını helal etmeyecektir.

Yazının devamı...

Whatsapp anne-babaları

Bir çok okulda anne babalar sınıftaki diğer velilerle ortak Whatsapp grupları oluşturarak aralarında iletişim kuruyorlar. Ancak pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da ipin ucu kaçabiliyor.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte kültür de değişmeye başladı. İletişim tarzımız, davranış biçimlerimiz, duygularımız, çalışma şeklimiz vb. hepsi etkilendi. Doğaldır ki, bu değişimler bir yanıyla olumlu diğer yanıyla olumsuz bir çok farklılık getirdi hayatımıza. Etkilenenlerden biri de okul-aile ilişkileri. Bir çok okulda anne-babalar, sınıftaki diğer anne-babalarla ortak Whatsapp grupları oluşturarak aralarında iletişim kuruyorlar. Günlük bilgi paylaşımında bulunuyorlar. Bu güzel bir şey. Ancak bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da zaman zaman ipin ucu kaçabiliyor. İletişimi kolaylaştırsın derken, bir çok soruna da yol açabiliyor.

Kişiselleşmiş paylaşımlar

Bu tür paylaşım ortamlarında kimi veliler tamamen kendi kişisel sorunlarını paylaşabiliyor. Öyle ki, kendi çocuğunun o gün ne yaptığını, ne yaşadığını ayrıntılarıyla paylaşıp diğer velilerin de buna ilgi göstermesini bekliyorlar. Kendisinin ve çocuğunun daha çok kişisel yaşantıları olarak değerlendirilebilecek süreçlerini paylaşmak diğer velilerin bir çoğu için pek de heyecan verici bir şey değildir. Herşeyi ve herkesi kendi ekseni etrafında döndürme çabası olarak da görülebilecek bu tür abartılı yaklaşımların sempatik olduğunu söylemek zor.

Yanlış anlama ve algılamalar

Whatsapp gruplarındaki en önemli risklerden biri yanlış anlama ve algılamalardır. Bir velinin çocuğu ya da okulla ilgili herhangi bir kişisel görüş, değerlendirme ve yorumu diğer velilerin bir kısmı tarafından yanlış anlaşılabilmektedir. Yüz yüze olmayan iletişimlerde bir çok yanlış anlamanın olması sürpriz bir şey değildir. Sonuçta, whatsapp üzerinden sürdürülen ilişkilerde genel olarak beden dilinden gelen mesajlar ve bilgiler olmadığı için iletişim yarım yamalak olur. Bunun kaçınılmaz sonucu genellikle iletişim kazalarıdır. Özellikle aşırı kaygılı ve takıntılı velilerin abartılı hassasiyetleri, bu tür platformlarda daha da coşkulu hale gelip abartılabilmektedir. Buna bir de benzer yapıda birkaç velinin kaygıları eklenince abartmanın ve yanlış anlamanın sonu gelmemektedir.

Açık arama ve velileri organize etme çabaları

Veliler arasında az da olsa, okulun, öğretmenlerin ya da diğer velilerin açıklarını arama çabası içinde olanlar da çıkabilmektedir. Öyle ki, kendine göre bulduğu ve uygun görmediği bir durumun fotoğrafını çekerek tüm velilere göndermek ve buradan da bir yargıya varmak hiç de uygun gibi bir davranış değildir. Bir konuda kendine göre haklılık çıkarıp diğer velileri de organize ederek okul üzerinde bir baskı unsuru oluşturmaya çalışmak çok da iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirilemez. Kişisel taleplerini ve sorunlarını, sınıftaki tüm velilerle paylaşarak iletişim süreçlerini zorlaştırmak yerine, öncelikle okulla paylaşmak çok daha uygun bir yaklaşımdır. Sonuçta, bilerek ya da bilmeyerek sergilenen bu tür açık arama davranışları çoğu zaman okulla aileler arasındaki ilişkileri zora sokabilmektedir.

Veliler arasındaki gruplaşmalar

Telefon ortamlarında yapılan kimi paylaşımların yarattığı rahatsızlıklar veliler arasında gruplaşmalara da yol açabilmektedir. Sonuçta, iletişim olmaktan çıkıp bir anlamda çekişmeye yol açabilen paylaşımlar nedeniyle, kimi zaman örtük kimi zaman da açık çatışmalar yaşanabilmektedir. Bu çatışmaların sonucunda kimi zaman veliler ya whatsapp gruplarından çıkıyor ya da başka bir grup kuruyorlar. Gerçek kişiliklerimiz ve çatışmalarımız, sanal dünyanın ara sokaklarında da aynen devam ediyor görünmektedir.

Okul-aile ilişkileri nasıl daha sağlıklı hale getirilebilir?

Açıktır ki, whatsapp gibi iletişim platformları giderek daha da gelişecek ve günlük hayatımızın vazgeçilmezleri olmaya devam edecek. Bu tür ortamları kullanırken temel ilişki ve iletişim değerlerini yok saymamak gerekir. Whatsapp gibi iletişim araçlarını da amacına uygun kullanarak işleri kolaylaştırmak daha anlamlıdır. Buna bağlı olarak, bu tür platformlarda, kısa ve öz paylaşımlar, okulun etkinlikleri, özel günler ve görevlendirmeler hakkında bilgi alış verişi yapmak son derece yararlıdır. Bir sorun yaşandığında da, ilk yapılması gereken öncelikle okulla görüşme yaparak sorunun çözümünü kolaylaştırmaktır.

Yazının devamı...

Çocuk yetiştirmede akıllı otorite

Otorite, esas olarak güç demektir ve bütün ilişkilerde otorite vardır. Hangi ilişki olursa olsun, her ilişkide bir etkileyen bir de etkilenen vardır. Bu etkileme ve etkilenme süreci de gücün varlığının bir ifadesidir. Bir iletişim sürecinde, herkes kimi zaman etkileyen olur, kimi zaman da etkilenen. Aynı şey anne-baba ve çocuk ilişkileri için de geçerlidir. Sonuçta, aile içi ilişkilerde de otoritenin yeri vardır. Her ne kadar ilişkilerde etkileyen ve etkilenen yer değiştirse de, aile içi ilişkilerde daha çok etkileyen anne-baba, etkilenen ise çocuktur. Bu açıdan denebilir ki, otorite yukarıdan aşağıya doğru uygulanır.

Otoritenin doğru ve etkin şekilde uygulanabilmesi son derece önemlidir. Bunu yapabilmenin en temel yolu da, kavramsal netliğe kavuşmaktır.

İki tip otoriteden söz etmek mümkün: Ego odaklı otorite ve akıllı otorite. Çocuk yetiştirmede ve eğitim ortamlarında akıllı otoritenin tercih edilmesi gerekir. Ancak, yetişkinlerin otorite uygulamalarında bu iki kavramı ayrıştırması hiç de kolay değildir. Kavramlar arasındaki farkı bilip tepkilerine bu bilgilerini yansıtabilenler çok daha iyi sonuçlar alacaktır.

Ego odaklı otorite öfkeye akıl odaklı otorite ise akla dayalıdır

Anne-babalar, çoğu zaman çocuklarına yönelik olarak çok düşünmeden otoriteye başvururlar. Otomatik pilota bağlanmış gibi uygulanan otorite, çoğu zaman öfkeye dayalıdır. Kendini kaybetmesi riski yüksektir. Öfkeyle uygulanan otorite ebeveynin egosuna dayanır. Oysa pedagojik yönden, akıllı otoritenin uygulanmasına özen gösterilmelidir. Akıllı otoritenin en temel özelliği, arkasında yönetilemeyen bir öfke yoktur. Öfkeden daha çok mantıksal bir temele dayanır. Akıllı otoritede, neyin niye yapıldığı bilinir ve tanımlanabilir. Dolayısıyla, etkisini düşünme gücünden alır.

Ego odaklı otorite ebeveynin ihtiyacına, akıllı otorite ise çocuğun ihtiyacına hizmet eder

Çocuğun her istenmeyen davranışı otorite kullanmayı gerektirmez. Otorite kullanmadan önce çocuğun otoriteye ihtiyacı olup olmadığına karar verilmelidir. Böyle bir kararı vermek çoğu zaman pek kolay değildir. Anne-babalar için kafa karıştırıcı bir durumdur.Anne-babalar, çoğu zaman çocuklarının iyiliği için yaptıklarını söyleseler de aslında kendilerine iyi geldiği için otorite uygularlar. Yaşadıkları huzursuzluğu ortadan kaldırmak, öfkelerini azaltmak ve içlerindeki patronun galibiyet ihtiyacını gidermek için otoriteye başvururlar.

Akıllı otorite, ebeveynin kendi ihtiyacından çok çocuğun ihtiyacına odaklanır. Çocuğun sosyal ilişkilerinde olumsuz davranışlarını yöneterek olumlu davranışlar sergilemeyi öğrenmesi için akıllı otoriteye ihtiyacı vardır. Ancak, otoritenin hangi durumlarda kullanılması gerektiği kafa karıştırıcı bir sorundur. Ancak, yine de bu karışıklığı ortadan kaldıracak temel birkaç kriterden söz edebiliriz. Çocuklar aşağıdaki sınırları ihlal ettiğinde akıllı otoriteyi kullanmak bir ihtiyaç haline gelebilir:

- Başkalarının görev, hak ve sorumluluklarını engellerse

- Başkalarının güvenliğini tehlikeye sokarsa

- Çevresindekilere karşı alay etme, aşağılama, kötü söz söyleme gibi tepkiler verirse

Ego odaklı otoritede abartılı öfke, akıllı otoritede ise kontrollü öfke söz konusudur

Ebeveynler, çocuklarına yönelik otoriteye başvurmadan önce kendi duygularını kontrol etmelidirler. Hangi duyguyu hissettiklerini keşfedebilirseler, otoritenin pedagojik değerini de anlayabilirler. Sonuçta, otoritenin arkasında öfke, kaygı, üzüntü vb. duygular olabilir. Ancak, buradaki en kritik duygu öfkedir. Çoğu zaman abartılı bir öfkenin ardından abartılı bir otorite uygulaması gelir. Oysa, kontrolü kaybedilmiş bir öfkenin sağlıklı sonuçlar doğurması mümkün değildir. Ebeveynler, yaşadıkları öfkeyi anlayabilir ve yönetebilirseler, akıllı otoriteyi kullanma şansına sahip olabilirler. Aksi halde süreç çok rahatlıkla bir krize dönüşebilir.

Ego odaklı otorite temelde tutarsız, akıllı otorite ise tutarlıdır

Ego odaklı otorite, temelde tutarsız, akıllı otorite ise tutarlıdır. Ego odaklı otorite daha çok duygulara dayanır. Duyguların dalgalanmasına bağlı olarak otorite uygulamaları da farklılaşır. Bu da doğal olarak tutarsız sonuçlar doğurur. Akıllı otoritenin temelinde düşünsel bir zemin olduğundan, uygulanışı da tutarlı olur. Evetler genelde evet, hayırlar ise genelde hayır olur. Tutarlılık, otoritenin gücünü ve etkisini artıran bir davranış biçimidir.

Ego odaklı otorite sorun odaklı akıllı otorite ise çözüm odaklıdır

Otorite süreci egoya dayandığında, çözüm değil, sorun daha öncelikli hale gelir. Anne-babalar, çocukla yaşadıkları sorunu uzatıp dururlar. Sorun uzadıkça daha da içinden çıkılmaz hale gelir. Böylece anne-babalar, egolarını tatmin edecek daha fazla alan bulurlar. Oysa, akıllı otorite çözüme odaklanır. Çözüme ulaştığında da kısa sürede ilişkiyi normalleştirir. Çünkü asıl amaç, sorunu uzatıp durmak değil, bir an önce çözüme kavuşmaktır. Çözüm gerçekleştiğinde, iletişim sorun öncesindeki durumuna döner.

Akıl dili yerine ego dilinin hakim olduğu ilişkilerde çözüm üretmek ve değer yaratmak mümkün değildir. Çocuklarımızla ilişkilerimizde egomuzdan çok aklımıza ihtiyaç olduğunu unutmamalıyız.

Yazının devamı...

Hırslı çocuk mu, azimli çocuk mu?

Anne-babalardan zaman zaman çocuklarıyla ilgili şöyle şikayetler duyarız..

- Sürekli yarışmalı oyunlar oynamak istiyor.

- Oyunları kaybettiğinde krize giriyor.

- En küçük bir hatayı kabul etmiyor.

- Arkadaşları arasında hep birinci olmak istiyor.

- Sınavlarda hep arkadaşlarını geçmek istiyor.

Bu tür davranışlar, daha çok “hırs odaklı” davranışlar olarak tanımlanır. Ailelerde ve okullarda bu tür davranışların yarattığı birçok sorun yaşanabilir. Kültürümüzde ve eğitim ortamlarında, hırs ve rekabet bir yandan olumlu bir şey olarak görülürken, diğer yandan birçok sorunun da kaynağını oluşturuyor. Hırs ve azim birbirinin yerine kullanılsa da acaba aynı kavramlar mı? Aralarındaki fark ne? Hangisi desteklenmeli?

Hırs ve rekabet duygusu doğuştan gelir

İnsan beyni hayatta kalmaya programlıdır. Bu da yaşarken mücadele etmeyi zorunlu kılar. Mücadele gücümüz de hırs ve rekabetten gelir. Hırs ve rekabet gücümüz sayesinde kendimizi ve varoluşumuzu güvende hissederiz. Dolayısıyla, hırs ve rekabet, bu programın bir parçası olarak doğuştan getirdiğimiz bir özellik.

İkisi de farklı kavramlar

Doğamızın hırsa yatkınlığına karşın, hırs ve rekabetin her zaman iyi olduğunu söylemek zor. Hayatın içinde beslenmesi ve geliştirilmesi gereken temel özellik hırs değil, azimdir. Birbirinin yerine kullanılsa da iki kavram aslında oldukça farklı. Kavramlar arasındaki farkı göremediğimizde, zihnimiz de davranışlarımız da netleşemez. Belirsiz bir zihinle de ne davranışlarımızı ne de hayatımızı yönetmek mümkün olabilir.

Hırs ilişki, azim görev odaklı

Hırslı davranışlarda aslolan “ötekini geçmek”tir. Azimde ise üzerine aldığı görevi tamamlamak esastır. Dolayısıyla, azimli çocuklar görevlerini tamamladıklarında tatmin olurlar; hırslı çocuklar ise çevresindeki insanları geçtiklerine inandıklarında tatmin olurlar.

Hırslı çocuklar, bir sınava girip yüz üzerinden doksan aldıklarında, neden yüz alamadıklarını düşünerek kendilerini kötü hissederler. Alamadıkları on puan, aldıkları yüz puandan daha değerli hale gelir. Dolayısıyla, eksik ve hataları yüzünden başarılarını göremezler. Oysa azimli çocuklar, aldıkları doksanın tadını çıkarırlar. Eksik ve hatalarını görürler ama bu durumun başarılarını örtmesine izin vermezler.

Hırs gerektiğinde yıkıcı olabilir, azim ise yapıcı

Hırslı çocuklar, her ne olursa olsun başarmak zorunda hissederler. Başarısının önünde engel olabilecek hiçbir şeye tahammülleri yoktur. Öyle ki, çevresindeki insanlarla ilişkilerini bile gözden çıkarabilirler. Başarılı olduklarında da herkesin bu başarısını görmesini isterler. Azimli çocuklar ise, başarmak için çaba harcarlar ama başarı istekleri her şeyin üstünde değildir. Başarıyı önemserler ama kutsamazlar. Sonuçta, başarılarının pazarlamasını yaparak çevresindekileri rahatsız etmek istemezler. Hırs, klasik anlamda başarıyı getirebilir ama bu başarı genel olarak huzur vermez. Çünkü, hırs, çevresinde rakip buldukça beslenir. Bu nedenle, sürekli birileri ile rekabet etme ve onları yenme ihtiyacı duyulur. Bu da ruhsal yönden son derece örseleyici bir durumdur. Azim ise, huzuru başarıdan daha önemli ve öncelikli görür. Başarısının merkezine başkalarını koymayıp sadece görevi koyduğu için ilişki sorunları ve çatışma yaşama riski azalmış olur. Bu da daha sağlıklı ilişkiler kurarak huzurlu bir yaşam sürme imkanı verir.

KAYBETMENİN DOĞAL OLDUĞU ÖĞRETİLMELİ

Çocukların eğitiminden sorumlu olan anne-babalar ve öğretmenlerin hırs yerine azim duygusunu beslemeleri gerekir. Bu desteği sağlarken aşağıdaki önerilerden yararlanabilirler:

- Hırs ve rekabet duygusunu yok saymayıp belirli sınırlar içerisinde minik zaferler kazanmasına izin verilmeli.

- Hırs ve rekabet duygusuna sınırlı zamanlarda izin verilse de, bu duygunun çok beslenmemesi gerekir. Dolayısıyla, çocuk, sürekli yarışmalı ve rekabetçi oyunlara yöneltilmemeli.

- Yarışmalı oyunda yenilmesi halinde, telafi etme ya da aslında kazananın o olduğuna dair gerçek olmayan şeyler söylemeye kalkılmamalıdır.

- Hırslı çocuklarda başarı değil, çaba övülmeli.

Yazının devamı...

Yeni yıla girerken anne-babalığınızı gözden geçirin

Bir yılı geride bıraktık ve yeni yıla girdik. Biten yılın ardından geçmişin muhasebesini yapmak adettendir. Geleceğin adımlarını planlarken, geçmişin öğrettiklerinden yararlanmak aklın gereğidir. Herkesin kendi adına böyle bir öz değerlendirme yaparak yenilenmesinde fayda var. Anne-babalara da yeni yıla bu öz değerlendirmeyi yaparak girmelerini öneririz...

Çocuğumla ne kadar kaliteli zaman geçirebildim?

Çocuk yetiştirmede en sık tekrarlanan şeylerden biri “çocukla kaliteli zaman geçirmek” olarak ifade edilebilir. Bilinir ki, önemli olan çok zaman geçirmek değil, kaliteli zaman geçirmektir. Ancak yine de bir çok anne-babanın bu konudaki farkındalığı düşüktür. Aynı zamanda aynı mekanda bulunmayı birlikte zaman geçirmek ve paylaşmak zanneden ebeveyn sayısı hiç de az değildir.

Oysa, gerçek hiç de böyle değildir. Bakalım siz çocuğunuzla kaliteli zaman geçirme konusunda neler yaptınız? Aşağıdaki sorular, üzerinde düşünmeye değer...

- Geçen bir yılın yaklaşık olarak ne kadar zamanını çocuğunuza ayırdınız?

- Çocuğunuzla birlikte neler yaptınız? Hangi oyunları oynadınız? Hangi faaliyetleri yaptınız?

- Birlikte yapacağınız faaliyetler için kaç kez onun görüşünü de aldınız?

Çocuğumu özgürlükler ve sorumluluklar arasındaki dengede tutabildim mi?

Çocuk yetiştirmede en zor konudur özgürlükler ve sorumluluklar dengesi... Kimi ailede özgürlükler alıp başını gider, kimi ailelerde ise sorumluluklar. Sınırların nerde başlayıp bittiğini tanımlamak zordur çoğu zaman. Ama bu denge de çocuk yetiştirmenin püf noktalarından biridir doğrusu.

Aşağıdaki sorulara bakalım ne cevap vereceksiniz?

Çocuğunuzun hangi isteklerine evet, hangi isteklerine hayır dediniz?

- Evet ya da hayır dedikten sonra ne kadar tutarlı davrandınız?

- Sınır koyarken ne kadar mantıklı ve anlamlı açıklamalar yaptınız?

- Çocuğunuzun ısrarları ve tutturmaları karşısında neler yaptınız?

Eşimle ilişkimi ne kadar geliştirebildim?

Çocukların gelişimine en büyük katkıyı sağlayan şey huzurlu bir aile ortamıdır. Huzurlu bir aile ortamı da eşler arasındaki ilişkinin kalitesine bağlıdır. Aşağıdaki sorular da eşinizle ilişkinizdeki mutlulukla ilgili. Bakalım cevaplarınız ne olacak?

- Eşinize ne kadar zaman ayırdınız? Başbaşa ne sıklıkta paylaşımlarınız oldu?

- Eşinizin yaşadığı bir sorunu gerçek anlamda kaç kez dinlediniz?

- Eşinize sevginizi hangi sıklıkta ifade ettiniz?

- Eşinize kaç kez hediye aldınız? Onu kaç kez şaşırttınız?

Anne-baba olarak kendimi geliştirecek neler yaptım?

Anne-babalar çocuklarının bedensel, zihinsel, sosyal ve duygusal yönden gelişmesi için ellerinden geleni yaparlar. Bakalım siz aşağıdaki sorulara ne cevap veriyorsunuz?

- Çocuk yetiştirme ile ilgili kaç tane kitap okudunuz? Okuduğunuz bilgileri ne kadar hayatınıza aktardınız?

- Çocuk yetiştirme, çocuklarla iletişim kurma vb. konularıyla ilgili kaç tane seminere ya da kursa katıldınız?

- Anne-babalık tutum ve davranışlarınız ile ilgili kaç kez bir uzmana danıştınız?

Umarım bu sorular düşünmenize bir parça da olsa katkıda bulunmuştur.

Çocuğuma kendini ne kadar özel hissettirebildim?

Yazının devamı...

Beyin ne söyler okullar ne yapar?

Son yıllarda beyinle ilgili yapılan araştırmalar oldukça ilgi çekici sonuçlar ortaya koydu. Öyle görünüyor ki, araştırma sonuçları insana ve eğitime dair çok şeyi yeniden gözden geçirmemize neden olacak... Özellikle beyin görüntüleme teknolojisindeki gelişmeler dikkate değer...

Eğitime bakış açımız da beyinle ilgili bilgilere bağlı olarak zaman içinde bir çok değişime uğrayacak gibi görünüyor. Bugün eğitimle ilgili uygulamalara bakınca, okullarımızın çok da “beyin dostu” olduğunu söylemek mümkün değil. Neresinden bakarsanız bakın, eğitim adına yaptıklarımızla beynin gerçekleri bir çok noktada örtüşmüyor. Bazı çelişkileri şöyle açıklayabiliriz:

Beyin hareket etmek ister okullar hareketi kontrol altına almak ister

Atalarımızın beyni günde 20-25 km. yürümeye programlı. Hareket etme ihtiyacı, beynimizin “saldır-savun” mekanizmasıyla yakından ilişkilidir. Atalarımız için avlanabilmek için hareket etmek bir zorunluluktu. Ayrıca, hareket eden beyne daha fazla kan ve oksijen gider ve bu da performansı artırır. Bu gerçeğe karşın okullarımızda çocuklardan hareket etmesi değil, daha çok hareket etmemesi istenir. Sekiz saatlik dersler, 5 dakikalık teneffüsler, kıpırdamadan durulması gereken sınıflar çocukların beyninin doğasına aykırıdır. Çocuklar durdukça değil, hareket ettikçe daha iyi öğrenir.

Beyin davranış üretir okullar davranışları etiketler

Beyin, kendini davranış üreterek ifade eder. Düşünme, hissetme, konuşma, okuma, yazma, hareket etme vb. tepkilerin tümü “davranış” olarak tanımlanır. Tepkilerimizin tümü beynimizin ürettiği çıktılardır. Bu nedenle, çocuk istese de istemese de bu davranışları yapmak durumunda. Davranışların yönetilip yönetilememesi de beynin bir becerisidir. Kimi beyin davranışları daha iyi yönetirken, kimi beyin yönetemez. Oysa okullarda, çocukların ortaya koyduğu ve yetişkinlerin istekleri ile örtüşmeyen davranışları birçok etiketle tanımlanır: İlgisiz, vurdumduymaz, sorumsuz, saygısız, tembel vb. Çocukların davranışları bu tür etiketlerle tanımlandığında algımızda bir “kör nokta” oluşur ve artık o çocuk için yapılabilecekleri düşünemez hale geliriz.

Beyin duygularla hareket eder, okullar duyguları ihmal eder

Beynimiz, genel olarak “alt beyin-orta beyin-üst beyin” olarak yapılanmıştır. Alt beyin, temel canlılık özelliklerimizle, orta beyin daha çok duygularla, üst beyin de düşünme ile ilgilidir.

Buna göre, dışarıdan gelen bilgilere, öncelikle beynimizin düşünen bölümüyle değil, hisseden bölümüyle tepki veririz. Bir anlamda, dış dünyaya, daha çok duygularımızla karşılık veririz. Hatta diyebiliriz ki, bizi harekete geçiren şey duygularımızdır. İnsanda duygu diye bir şey olmasaydı zeka vb. hiçbir şey olmazdı.

O halde, okullardan çocukların duygularını daha fazla dikkate alan bir eğitim yapması beklenir. Ancak, gerçek hiç de böyle değildir. Çocukların çoğu duygusu fark edilmez, farkedilse bile ilgilenilmez. Çocukların bazı duyguları da otorite duvarına çarpar. Böylece, duygular doğal ve ifade edilmesi gereken en temel gerçeklerimiz olmak yerine, bir çok sorunun kaynağı olan ve kontrol altına alınması gereken riskli bir alan olarak görülür.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.