Şampiy10
Magazin
Gündem

Washington Kürt Konferansı: Tek gündem Kobani direnişiydi

Dünyanın Suriye’de süren Kobani direnişiyle pek fazla ilgili olduğu söylenemez ama biraz ilgili olanlar şunları biliyor:

1) Şu ana kadar Irak ve Suriye’ de (IŞ)İD saldırılarına karşı ilk ciddi direniş Kobani’de sergileniyor.

2) (IŞ)İD’ in ağır silahlarına karşı hafif silahlarla cevap veren Kobanililer ve onlara yardıma gelenlerin gücünün bir sınırı var.

3) Kobani’yi savunan YPG’nin ağır silahlara ihtiyacı var. Fakat yerel güçleri (IŞ)İD’e karşı silahlandırma kararı alan ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon bu konuda bir adım atmış değil.

4) Koalisyon Suriye’de (IŞ)İD ve Nusra Cephesi’nin mevzilerini bombalıyor ancak Kobani’yi kuşatan (IŞ)İD güçlerine karşı herhangi bir saldırı bu satırlar yazılana kadar gerçekleşmemiş, yapıldığı yolundaki bazı iddialar da doğrulanmamıştı.

5) Üç taraftan (IŞ)İD’in kuşatması altında olan Kobani’nin dış dünyayla tek bağlantısı Suruç üzerinden Türkiye. Fakat Ankara kapıyı sadece insani konular için açıyor, örneğin silah ve silahlı savaşçı takviyesine izin verilmesi taleplerini kabul etmiyor.

Bu açıdan bakıldığında HDP tarafından Washington’ da ikincisi düzenlenen Kürt Konferansı çok uygun bir zamana denk gelmişti. Fakat Cuma sabahı otelden konferansın yapılacağı Ulusal Basın Kulübü binasına giderken HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın morali epey bozuktu. Kısa süre önce Kobani’de bulunan kişilerle telefonla konuşmuş ve (IŞ)İD’in kente epey yaklaştığını öğrenmişti.

Demirtaş, Washington’da o zamana kadar yaptığı temaslardan da somut sonuçlar elde edemediklerini de söyledi. Diğer bir deyişle HDP heyeti, Kobani direnişine ağır silah vererek ve hava bombardımanlarıyla destek konusunda ABD başkentinden pek umutlu ayrılamadılar.

Kasvetli hava

Kobani tedirginliğinin yol açtığı endişe nedeniyle konferansın kasvetli bir havada yapıldığını söyleyebiliriz. İlkin PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, vize alamadığı için skype üzerinden katıldığı konferansta yaşanan dramatik tabloyu anlatıp uluslararası topluluğu acil yardıma çağırdı.

Diğer oturumlarda da konu başlıkları ne olursa olsun konu kısa sürede Kobani’ye bağlandı. Özellikle Türkiye’deki çözüm sürecinin kaderinin Kobani direnişinin kaderiyle doğrudan ilişkili olduğunun altı özellikle çizildi.

Zira konferansa katılan Kürtlere ek olarak konuyla ilgili olan Amerikalı uzmanlar da Kobani’yeuluslararası destek verilmemesinin temel nedeni olarak Ankara’nın koyduğu rezervleri gösteriyorlar. Aslına bakılacak olursa hükümetin uluslararası koalisyona katılmama konusundaki kararlı ve ısrarlı duruşu PKK çizgisinin önünü açmış gözüküyordu. Öncelikle Suriye’de YPG, kısmen de Irak’ta HPG’nin, (IŞ)İD’e karşı mücadelede desteklenecek “ yerel güçler” arasına girmesi mümkündü. Doğrudan olmasa da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden dolaylı olarak bu işbirliği hayata geçirilebilirdi.

Erdoğan olayların akışını değiştirdi

Fakat tam HDP heyetinin Washington temaslarına başladığı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta koalisyona her türlü katkı sunmaya açık olduklarını söylemesiyle her şey değişmişe benziyor.

An itibariyle çetrefil bir durumla karşı karşıyayız. Birkaç tespitle açmak istersek:

- Aralarında ne kadar görüş ayrılığı bulunsa da ABD ile Türkiye’nin stratejik ortaklığı her iki taraf için de çok değerli.

- Benzer bir şekilde ABD ve kuşkusuz diğer NATO üyesi ülkeler Türkiye’nin koalisyona sunabileceği imkanları riske etmek istemeyeceklerdir.

- Bununla birlikte uluslararası koalisyonun Kobani’yi (IŞ)İD’in insafına terk edemeyecekleri de açık. Dolayısıyla Kobani çevresindeki (IŞ)İD mevzilerine hava saldırısı seçeneğinin, Ankara memnun olsun ya da olmasın masada olduğunu düşünebiliriz.

- Fakat PKK silahlı güçlerini Türkiye’de tutmaya devam ettiği ve silahlı mücadele seçeneğini hep elinin altında tuttuğu müddetçe Ankara’nın, YPG’ye (hatta belli ölçülerde Irak’ta peşmergelere) ağır silahlar verilmesine, bunların PKK tarafından Türkiye’de kullanılması ihtimali nedeniyle yeşil ışık yakması zor gözüküyor.

Washington’daki Kürt Konferansı’nı ve onun üzerinden Kobani’yi tartışmayı yarın da sürdüreceğiz.

Yazının devamı...

Savaşın Türkiye’ye sıçrama ihtimalleri

Çeşitli Avrupa ülkeleri, Türkiye’de yaşayan veya Türkiye’yi ziyaret edecek vatandaşlarına Irak ve Suriye’deki askeri operasyonlar nedeniyle güvenlik uyarısında bulunmuştu. Son olarak, Reuters’ın haberine göre, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, IŞİD’e yönelik hava saldırısının ardından misilleme olarak olası terör olaylarına karşı Türkiye’deki vatandaşlarını uyardı.

Gazetelerde bu tür haberlerle sık sık karşılaşırız ve kimi zaman anlam veremeyiz, Batılı devletlerin bazen olayları çok abarttıklarını düşünürüz. Ama en azından bu sefer söz konusu uyarıları dikkate almakta yarar olabilir. Zira (IŞ)İD’in inisiyatifi ele geçirmesiyle birlikte bambaşka bir hal alan bölgemizdeki savaş her an Türkiye topraklarına da sirayet edebilir.

Koalisyon olsa da olmasa da

Bunun ilk akla gelen nedeni, (IŞ)İD’in ABD liderliğindeki “gönüllüler koalisyonu”nun bombardımanlarına misilleme yapmak istemesi olacaktır. Önce bir noktanın altını çizelim: Yakın bir zamana kadar, koalisyona girmeyeceğini net bir şekilde deklare etmiş olduğu için Türkiye’nin (IŞ)İD kaynaklı terör saldırılarından muaf kalacağı düşünülüyordu. Halbuki böyle bir garanti asla söz konusu değildi. Örneğin ABD’nin Irak işgaline, 1 Mart 2003 günü TBMM’nin aldığı kararla dahil olmayan ve dünya çapındaki savaş karşıtlarının övgüsünü kazanan Türkiye topraklarında daha bir yıl geçmeden El Kaide’nin dört intihar saldırısı yaşandı. Gerekçe de Irak’ın işgalini protestoydu.

Koalisyona girmemesine rağmen (IŞ)İD’in saldırılarına maruz kalma ihtimali bulunan Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koalisyona yeşil ışık yakan açıklamalarından sonra daha fazla risk altında olduğu muhakkak. Hele bu sözler pratiğe geçer ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin dediği gibi Türkiye “cephenin ön saflarında” yer alırsa neler olabileceğini tahmin etmek zor olmaz.

(IŞ)İD’in operasyonel gücü

Acaba (IŞ)İD Türkiye’de etkili terör eylemleri düzenleyebilir mi? Bu sorunun cevabı hiç tartışmasız “evet” olacaktır. Çünkü (IŞ)İD’in, yeni eleman, mali ve lojistik destek temini için ülkenin dört bir tarafına yayılan bir ağ oluşturmuş olduğu anlaşılıyor. Daha önce farklı gruplarda yer alan bazı radikal İslamcıları grupların, ki buna El Kaide için faaliyet yürütenlerin ciddi bir bölümünü de eklemek lazım, özellikle Musul’un düşmesi ve hilafet ilanının ardından (IŞ)İD’e geçmiş olmalarının bu ağı daha da kuvvetlendirdiği ortada.

Ancak şu nokta önemli: (IŞ)İD misilleme eylemleri savaşı topraklarına taşırsa, her durumda lojistik açıdan kendisi için hayati bir değere sahip olan Türkiye’yi tam anlamıyla kaybedip karşısına alabilir. İktidarda AKP olduğu için, (IŞ)İD’in saldırılarına toplumsal destek bulabilmesi de pek mümkün gözükmüyor; tam tersine belli çevrelerde kendisine yönelik sempatiyi de riske atar. Hatta (IŞ)İD saflarındaki Türkiye kökenli gönüllülerin bir kısmının da AKP iktidarını istikrarsızlaştıracak bu türden saldırılara karşı çıkması şaşırtıcı olmaz.

PKK-(IŞ)İD çatışması

(IŞ)İD sırtını çoğunlukla Sünni Araplara dayadığı için ilk başta mezhebi yönü güçlü bir hareket olarak görülmüştü. Fakat son dönemde esas olarak Kürtlere saldırıyor. Bunlardan sonuncusu Kobani’de günlerce süren kuşatma. (IŞ)İD’in içinde Türkiye kökenli çok kişi var ki bunların hatırı sayılır bir bölümü Kürt. Onlara karşı Kobani’yi savunan YPG saflarında da çok sayıda Türkiye’den giden Kürt gencinin bulunduğunu, memleketlerinde kaldırılan cenazelerinden anlıyoruz. Kobani’de her geçen gün daha da keskinleşen ve Kürdistan’ın diğer bölgelerine de taşması mümkün olan bu savaş pekala, aynı şiddette olmasa da Türkiye’ye de sirayet edebilir.

Daha şimdiden İstanbul, Adana gibi metropollerin varoşlarında PKK yanlısı milislerin (IŞ)İD ile ilişkili olduklarını düşündükleri kişilere karşı seferber olduklarını duyuyoruz. Kobani’deki savaşın tırmanmasına paralel olarak (IŞ)İD ve PKK yanlıları arasında zaten var olan gerilimin, 1990 başlarındaki PKK-Hizbullah çatışmasını andırır bir şekilde metropollerde ve Kürt illerinde kapsamlı bir çatışmaya dönüşme ihtimalini de akılda tutmak gerekiyor.

Yazının devamı...

Çözüm sürecinin geleceği: Kazan/kazan’dan kaybet/kaybet’e mi?

Son günlerde PKK/KCK yöneticileri Ankara’yı:

1) Rehinelere karşılık olarak (IŞ)İD’in Suriye’nin Rojava olarak adlandırılan Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgesinin ortasındaki Kobani’ye saldırmasına göz yummak, hatta onu teşvik etmek;

2) Bir tampon bölge oluşturarak (IŞ)İD’in işini kolaylaştırmayı istemek;

3) Kobani’yi savunan YPG güçlerine Türkiye üzerinden yardım ve takviye gitmesine izin vermemek;

4) Kobani’deki sivillerin Türkiye’ye göçünü teşvik ederek bölgeyi boşaltmakla suçluyorlar.

Ve bütün bu iddialardan hareketle çözüm sürecinin fiilen sona erdiğini ilan ediyorlar. Tabii ki son söz hakkının Abdullah Öcalan da olduğunun altını çizmeyi ihmal etmeden.

Öncelikle şunu vurgulamak lazım: Çözüm sürecinin değişik aşamalarında PKK/KCK yöneticileri çok sert açıklamalar yapmış ama genellikle Öcalan’ın devreye girmesiyle birlikte sorunlar aşılmış, süreç yoluna devam etmişti. Bu sefer de böyle olması kuvvetle muhtemel fakat şimdiki krizin öncekilerle asla kıyaslanamayacağını özellikle belirtmemiz gerekiyor. Çünkü:

a) Kürt siyasi hareketinin (KSH) öncelik sıralamasını Suriye, Irak ve Türkiye olarak yapabiliriz. Yani ana gündem maddesi Suriye ve Irak’taki dengeleri altüst eden (IŞ)İD tehdidine karşı önce varlığını teminat altına almak, ardından bu krizi fırsata çevirip uluslararası kamuoyu nezdindeki imajını düzeltmek ve bölgesel bir güç haline gelmek.

b) AKP hükümeti de (IŞ)İD’den tedirgin olsa bile onunla mücadele gibi bir önceliğe sahip değil. Tüm bölgeyi kapsayan bu savaşa dahil olmamaya çalışıyor ve esas önemi Türkiye’nin içine, özellikle de çözüm sürecine vermek istiyor.

c) KSH ise, en zor döneminde Suriye ve Irak’ta yanında olmayan Ankara’nın, çözüm sürecine rağmen kendisine yönelik hasmane tutumunu sürdürdüğünü düşünüyor ve süreçte frene basmak istiyor.

Ankara’nın yanılgısı

Düne kadar, çözüm süreci vesilesiyle her iki tarafın birden kazanması söz konusuyken, (IŞ)İD’in yarattığı yeni durumla birlikte her iki tarafın birden kaybetmesinin mukadder olduğu bir döneme girme riski söz konusu. Her iki taraf birden çok vahim hatalar yapıyor. Siyasi iktidarı ele alacak olursak: Ankara’nın, PKK’nın öncelikle Suriye, ardından Irak’ta güçlenmesinden rahatsız olduğunu biliyoruz. Fakat KSH’nin gücünün, (IŞ)İD ve benzeri örgütler tarafından budanmasını beklemek ne derece gerçekçi ve akılcı olur?

Bu noktada dört ihtimali dile getirmek istiyorum:

1) ABD liderliğindeki “gönüllüler koalisyonu”, bir aşamadan sonra Ankara’nın vetosunu umursamayıp Suriye’de PYD/YPG, Irak’ta da PKK/HPG ile doğrudan ya da dolaylı olarak işbirliğine girebilir. Bu bağlamda, Suriye’deki (IŞ)İD hedeflerini bombalayan koalisyon güçleri yakın bir zamanda Kobani çevresindeki (IŞ)İD mevzilerini de pekala hedef alabilir.

2) Koalisyonun desteğiyle veya yalnız başına, KSH’nin (IŞ)İD’e karşı bariz bir üstünlük sağlama ihtimalini yabana atmamak gerekir. Böylesi bir durumda bölgede, Ankara’nın endişe ettiğinden daha güçlü bir PKK/Öcalan olgusu ortaya çıkabilir.

3) KSH’nin çözüm sürecinden vazgeçmesi ve çatışmaların yeniden başlaması, böylesine kaotik bir bölgesel atmosferde Türkiye’yi hızla derin bir istikrarsızlığa sürükleyebilir.

4) (IŞ)İD YPG’yi yenilgiye uğratırsa eninde sonunda gözünü Türkiye’ye dikecektir ve Ankara sınırlarında alışık olmadığı türden bir tehditle başbaşa kalacaktır.

KSH’nin yanılgısı

Kandil’e gelince: Her kriz anında çözüm sürecini sonlandırma tehdidini dile getirmek, zaten çok zor bir iş olan (Türk, Kürt fark etmez) kamuoyunu barışa ikna etmeyi iyice zorlaştırıyor. Halbuki kimsenin bu süreci başarıya ulaştırma dışında bir seçeneği yok. Kaldı ki:

1) Suriye’de ve bir ölçüde Irak’ta (IŞ)İD’le savaş gibi zorlu bir işe girişmiş olan KSH’nin Türkiye’de de yeniden cephe açmasının mantıklı bir açıklaması olamaz.

2) Yeniden Türkiye ile savaşan bir hareket, (IŞ)İD ile savaştığı için elde etmiş olduğu kazanımların çoğunu riske atar, kendisiyle yakınlaşmaya başlayanların tekrar kendisinden uzaklaşmalarına yol açar. Örneğin Cuma günü ABD’nin başkenti Washington’da HDP’nin organize ettiği Kürt Konferansı yapılacak. Benim de Suriye üzerine yapılacak paneline katılacağım konferans KSH’nin Batı ile ilişkilerini geliştirmesine epey yardımcı olacağa benziyor. Fakat eğer PKK yeniden Türkiye’de silahları eline almış olsaydı herhalde Washington’da böyle bir organizasyon mümkün olmazdı.

Bitirirken: Kazan/kazan’dan kaybet/kaybet’e doğru yaşanan bu gidişata her iki tarafın aklil isimlerinin son vereceğini tahmin ediyorum. Yine de bunun hiç de kolay olmadığını kabul etmek ve işi fazlasıyla ciddiye almak şart.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta IŞİD’le mücadeleye ışık yakan son sözleri, siyasi iktidarın bu konuda bir tutum değişikliğine gireceğinin işaretlerini veriyor.

Yazının devamı...

Türkiye’den (IŞ)İD’e kimler niçin ve nasıl katılıyor?

(IŞ)İD bünyesinde Suriye ve Irak’ta savaşan yabancıların bir kısmının Türkiye’den katılmış olduğunu biliyoruz. Bunlara ek olarak, Türkiye kökenli olmakla birlikte Batı ülkelerinde yaşayan ve oralardan kalkıp, genellikle Türkiye üzerinden Suriye’ye geçenler de var. Bu konuda genellikle yabancı medyada çok sayıda haber yapıldı. Ayrıca doğrudan veya dolaylı olarak (IŞ)İD’le irtibatlı internet siteleri ve sosyal medya hesaplarında da konuyla ilgili epey bir bilgi mevcut.

Kaç kişi olduğu hakkında çelişkili rakamlar dolaşıyor ortada. Öncelikle bunu saptamanın mümkün olmadığını, ikinci olarak da, bir yerden sonra bunun fazla bir önemi olmadığını belirtelim. Ama şurası bir gerçek: Önemsemeyi gerektirecek sayıda kişi Türkiye’den Suriye ve Irak’a savaşmaya gidiyor. Bir diğer önemli husus da şu: (IŞ)İD ile PKK çizgisindeki YPG ve HPG güçleri Suriye ve Irak’ta kıran kırana savaşıyorlar ve tıpkı (IŞ)İD’de olduğu gibi YPG ve HPG’de de aslen Türkiyeli olan çok kişi var. Yani Suriye ve Irak’ta aynı zamanda Türkiyeliler birbirleriyle savaşıyor.

Peki kimler, niçin ve nasıl katılıyor (IŞ)İD’e? Açık kaynaklardan öğrendiklerimden hareketle birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.

Afganistan’dan bugüne

1980’lerin başlarında Afganistan’a savaşmaya gidenlerin hemen hepsi “İslamcı” sıfatını hak eden kişilerdi. Çünkü böylesine uzun ve zorlu serüvene atılmak belli bir dini ve siyasi bilinci gerektiriyordu. Daha sonra Çeçenistan ve Bosna cihatlarıyla birlikte “etnik” boyut da devreye girdi; Kafkas veya Balkan kökenli gençlerden buralarda savaşmaya gidenler oldu.

Hepsi İslamcı değil

Cihat alanlarının yakınlaşması ve katılımın kolaylaşmasıyla birlikte zamanla hem sayı arttı, hem de gönüllülerin siyasi niteliğinde belli bir düşme yaşandı. Örneğin Yahya Konuk imzasıyla çıkan ‘Bosna’dan Afganistan’a CihadMahrem Hikayesi’ adlı kitaptan belli bir suç geçmişi olan gençlerin de gönüllü olduklarını öğreniyoruz. (IŞ)İD’e katılımlar hakkında yapılan haberlerde de eski uyuşturucu müptelalarından söz ediliyor. Şurası muhakkak ki gönüllü savaşçıların ciddi bir bölümü “İslamcı” tanımını hak edecek seviyede kişiler değil. Ama savaş sırasında İslam’ın yeni Selefi yorumlarını hızla benimseyip içselleştirebiliyorlar.

Gidenler değil gönderenler

Buna karşılık gençleri (IŞ)İD’e katılmaya ikna edenlerin çoğu, son derece donanımlı, İslamiyete ve onun siyasi yorumlanışına hakim kişiler. Dün El Kaide için geçerliydi, bugün (IŞ)İD için de aynısını söyleyebiliriz: Bu tür şebekelerin kalbini esas olarak bu kişiler oluşturuyor. Tabii bir de, onların ikna ettiği kişilerin cihat alanına kazasız belasız intikalini sağlayanlar var. El Kaide’nin Türkiye’de öteden beri gönüllü devşirme, bunları cihat bölgelerine yollama ve lojistik ihtiyaçları temin için belli bir ağı mevcuttu. Musul’un düşmesinden sonra bunun ciddi bir bölümünün (IŞ)İD’e kaydığı söyleniyor.

Çok sayıda Kürt var

Irak ve Türkiye’den çok sayıda Kürdün (IŞ)İD’e katıldığını biliyoruz. Bunun bir nedeni dindarlıkta Kürtlerin ortalamanın üzerinde seyretmesi, bir diğeri de özellikle Türkiye’de Kürt gençlerin yoksul, yoksun ve umutsuz olmaları. (IŞ)İD özellikle metropollerin banliyölerinde Kürt gençleri için cazip olabiliyor. Bunun bir de siyasi yönü var: Kürt olup PKK’ya sempati duymayan, daha ötesi karşı olanlar için (IŞ)İD’e katılma PKK’ya meydan okuma imkanı da sunuyor.

‘İslam devleti’nin cazibesi

Bizde hâlâ (IŞ)İD’in ‘İslam devleti’, hatta ‘hilafet’ ilan etmesini alay konusu etmeye çalışan çok kişi var ancak bu iddiaların bazı insanları cezbettiği de kesin. El Kaide’nin en büyük handikabı takipçilerine elle tutulur, somut bir hedef sunamamasıydı, El Kaide’ye katılmak sürekli savaşmak anlamına geliyordu. Ancak (IŞ)İD katılanlara savaş dışında imkanlar da sunuyor. Yani insanlar Suriye ve Irak’a sadece savaşmaya değil aynı zamanda (IŞ)İD’in inşa ettiği devlette yaşamaya gidiyorlar. Özellikle Batı ülkelerinden ailece katılımlar olmasının ana nedeni de bu.

Kolay cihat

Türkiye’den Suriye ve Irak’ta (IŞ)İD saflarında savaşmaya gitmek kolay bir iş. Bir kere çok yakın. İkincisi (IŞ)İD ve benzeri yapılar çok zorlanmadan örgütlenebiliyor, gönüllü devşirebiliyor ve bunları cihat bölgelerine yollayabiliyorlar. Ankara’nın Esad rejimini devirmeye aşırı ölçüde angaje olması nedeniyle siyasi olarak elverişli bir ortam da söz konusu. Kolaylık açısından olayın şu boyutuna da dikkat çekmek şart: Bu kişiler Suriye ve Irak’ta yaptıklarının onda birini Türkiye’de yapmaya kalksalar, başta dindarlardan olmak üzere, çok ciddi tepki görürlerdi. Yani Türkiye’de (en azından şu aşamada) zor olan “cihat” başka topraklarda pekala çok kolay olabiliyor.

Yazının devamı...

Suriye Kürtleri neden sahipsiz?

(IŞ)İD günlerdir Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve Rojava olarak adlandırılan bölgenin tam ortasında yer alan ve “kalbi” olarak görülen Kobani’ye üç koldan saldırıyor. Fakat Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin hemen karşısında yer alan Kobani’de olup bitenler ülkemizde fazla bir yankı bulmadı, ta ki birkaç bin sivil sınıra yığılana dek. Aslında benzer bir durum uluslararası topluluk ve medya içinde geçerli. (IŞ)İD ile mücadelenin gündemin birinci maddesi olmasına rağmen, ABD liderliğindeki uluslararası “gönüllüler koalisyonu”nun açıklanmasının hemen ardından yaşanan bu taarruza karşı ilgisizliği nasıl açıklayabiliriz?

Ankara’nın kaygıları

Bunun önde gelen nedeni, Rojava’da siyasi inisiyatifin PYD, askeri inisiyatifin YPG ve onun kadın kolu olan YPJ’de olması gerek. Çünkü PYD ile YPG/YPJ Abdullah Öcalan çizgisindeler ve “PKK’nın Suriye’deki uzantıları” olarak görülüyorlar. Nitekim kısa süre önce Rojava’da Öcalan’ın “demokratik özerklik” perspektifinden hareketle üç ayrı kanton (Afrin, Kobani, Cizire) ilan edildi. Diğer bir deyişle Kürt nüfusunun en düşük olduğu Suriye’yi, konjonktürün sunduğu imkanları sonuna kadar değerlendiren PKK hareketi bir nevi laboratuvar olarak görüyor.

İşte tam da bu nedenle, Kürt siyasi hareketinin tabiriyle “Rojava devrimi” gerek Ankara, gerek Erbil’de başından beri rahatsızlık yaratıyor. Öncelikle, Türkiye’deki silahlı güçlerini çekmeyi durduran PKK’nın buna ek olarak Suriye’de silahlı varlığını güçlendirmesi Ankara’yı tedirgin ediyor. AKP hükümetinin rahatsızlığının tek nedeni Suriye sınırının PKK çizgisindeki bir gücün denetimine geçmesi değil. PYD’nin Suriye rejimine karşı mücadele saflarına katılmaması da Esad’ı devirmeye fazlasıyla angaje olan Ankara’yı öteden beri öfkelendiriyor. Buna karşılık PYD de, muhalefet cephesinin diğer bileşenlerinin rejim devrildikten sonra Kürtlere fazla bir şey vaat etmiyor olmalarını gerekçe gösteriyorlar.

Erbil’in kaygıları

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özellikle Mesut Barzani liderliğindeki KDP de Kürdistan coğrafyasındaki en büyük rakipleri olan PKK hareketinin Rojava’da nüfuzunu artırmasından hep rahatsız oldu. Bu süreçte sık sık PYD’nin KDP çizgisindeki grup, parti ve şahısları tasfiye etmeye çalıştığı şikayetleri dile getirildi. Sonuçta Erbil yönetimi Rojava’daki yeni Kürt yapılanmasıyla belli bir koordinasyon içinde çalışmaya yanaşmadı, hatta iki taraf arasındaki geçişleri zorlaştırmaya yönelik tedbirler aldı.

Suriye’de PKK etkisinin artmasından ayrı ayrı tedirgin olan Ankara ile Erbil arasında zaten var olan yakınlaşmanın bu vesileyle hızlanması ve bir tür “stratejik ortaklık”a dönüşmüş olması şaşırtıcı değildir. Örneğin Barzani’nin geçen yıl Kasım ayında Başbakan Erdoğan ile Diyarbakır’daki buluşmasının ana gündem maddelerinden biri Rojava olmuştu. (http://rusencakir.com/Erdogan-ve-Barzaninin-ana-gundemi-Rojava-olacak/2248)

Bölgede gerek Türkiye, gerekse KBY ile stratejik ilişkilere sahip olan ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin de, onların kaygıları nedeniyle PYD ve YPG/YPJ’ye mesafeli yaklaştıklarını biliyoruz. Örneğin PYD Eşbaşkanı Salih Müslim birçok denemeye rağmen Washington’a gidebilmiş değil.

Şengal’le değişen durum

Fakat (IŞ)İD’in Musul’u aldıktan bir süre sonra gözünü Kürt topraklarına dikmesi ve Şengal ile Mahmur’u ele geçirmesiyle dengeler değişti. Özellikle YPG güçlerinin soykırım tehdidi altındaki Ezidilerin yardımına herkesten önce gitmeleri; Kandil’den gelen HPG’lilerin de Mahmur’un geri alınmasında peşmergelerle birlikte savaşmaları buzları büyük ölçüde eritti. Tabii buna Ankara’nın, bütün ısrarlı taleplere rağmen (IŞ)İD’e karşı Erbil’in yardımına koşmaması da etkili oldu.

Sonuçta birkaç günlük gecikmeyle de olsa Mesut Barzani, tüm Kürtleri, aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak Kobani direnişine yardıma çağırdı. Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin önde gelen isimlerinden Berham Salih’in de (IŞ)İD’e karşı ulaslararası koalsiyonun samimiyetinin sınanması gereken ilk yer olarak Kobani’yi göstermesi de anlamlıdır.

Bu bağlamda Ankara’nın Rojava politikalarında da belli esnemeler olmasını bekleyebiliriz. Önceki gün sınıra gelen birkaç bin sivili içeri sokmama tavrından kısa süre içinde vazgeçilmiş olması hiç kuşkusuz olumludur. Ancak yeterli olmadığı da açık. Bu noktada Abdullah Öcalan’ın bir şekilde devreye girmesi söz konusu olabilir. Zira Kobani’de ‘var kalma’ savaşı veren Kürtlerin kendi kaderlerine terk edilmesi Türkiye’deki çözüm sürecini de dinamitler.

Son bir not: Bugüne kadar saldırdığı her yeri kolaylıkla ele geçiren (IŞ)İD’in Kobani’de karşılaştığı direnişi anlamayan ve anlamak istemeyenler çok şey kaybederler, nitekim kaybediyorlar.

Yazının devamı...

Amerikan uçakları Kobani’yi kuşatan (IŞ)İD’i bombalayacak mı?

Günlerdir (IŞ)İD, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin karşısına denk gelen Suriye’nin Kobani kentini ele geçirmek için uğraşıyor. Bilindiği gibi, PKK çizgisindeki PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) inisiyatifiyle, Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu “Rojava” diye adlandırılan bölgede kanton sistemine geçilmişti. Bunun ilham kaynağı Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “demokratik özerklik.” Rojava’nın batısında Afrin, doğusunda Cizire, bu ikisinin arasındaki bölgedeyse Kobani kantonu yer alıyor.

Kobani, diğer kantonlar arasındaki irtibatı sağladığı için Kürtler açısından son derece önemli. Öte yandan Kobani, Suriye’deki ana karargahı olan Rakka kentine çok yakın olduğu ve denetlediği birçok bölgenin tam ortasında yer aldığı için (IŞ)İD’in gözünde de stratejik açıdan öncelikli bir hedef.

Kobani’de günlerdir süren ve her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği söylenen savaş birçok bölgesel ve küresel aktör için bir sınav niteliğinde. Bazılarına göz atacak olursak:

Washington: Birçok bölgesel müttefikinin baskılarına rağmen Suriye’de Esad rejimine karşı askeri müdahale yoluna gitmeyen, Irak’ta Musul ile çevresindeki Sünnilerin çoğunlukta olduğu birçok yerleşim biriminin (IŞ)İD denetimine geçmesine sessiz kalan Amerikan yönetimi, sıra Erbil’e, yani Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (KBY) geldiğinde hızlı bir şekilde devreye girdi. Ardından Başkan Obama (IŞ)İD’e karşı uluslararası bir koalisyon oluşturdu. Bu çerçevede sadece Irak değil Suriye’de de (IŞ)İD’e karşı yerel güçlerin desteklenmesi kararı alındı. Bu açıdan bakıldığında (IŞ)İD’in ağır silahlarına karşı koymada zorluk çeken Kobanililere koalisyonun destek vermesi beklenebilir. Ancak şu ana kadar ne Kobani’yi üç koldan kuşatan (IŞ)İD mevzilerine karşı hava saldırısı oldu, ne de onlarla savaşan güçlere silah yardımı yapıldı.

Ankara: Washington’un Kobani’ye müdahalede tereddüdünün bir nedeni de Ankara olsa gerek. Zira AKP hükümeti Suriye’de PKK çizgisindeki PYD’nin güçlü bir şekilde ortaya çıkmasından hep rahatsız oldu, onu dışladı ve etkisini sınırlamaya çalıştı. Fakat gerek (IŞ)İD’in öncelikli tehdit olarak ortaya çıkması, gerekse başından beri destek olduğu Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yakın zamanda Kobani’de YPG ile ittifaka gitmiş olması nedeniyle Ankara’nın tavrı bu sefer değişebilir. Bu sayede, “gönüllüler koalisyonu”nun dışında kalmanın (IŞ)İD’e destek vermek anlamına gelmediği de kanıtlanmış, bu yoldaki iddialar da tekzip edilmiş olur. Son olarak, (IŞ)İD’in Kobani’deki savaşta üstün gelmesi halinde Türkiye’ye yönelik yeni bir (Kürt) mülteci dalgası olması kaçınılmazdır.

Erbil: KBY, diğer Kürt gruplarına baskı uyguladığını ileri sürdüğü PYD’nin Rojava’da inisiyatifi ele geçirmesinden hiç memnun olmadı. Buna bağlı olarak Rovaja’dan gelen yardım ve işbirliği çağrılarına kulak kapattı ve hep mesafeli davrandı. Ne var ki (IŞ)İD’in Şengal’i ele geçirmesinin ardından dağa kaçan Ezidilere ilk yardımın Rojava’dan, YPG’den gelmesi; yine (IŞ)İD’e karşı Mahmur’da YPG’nin kardeş örgütü HPG’nin peşmergelerle birlikte savaşması buzları bir ölçüde eritti. Yine de önceliği kendi topraklarını (IŞ)İD’den korumak ve kaybettiklerini de geri almak olan Erbil yönetiminin Kobani konusunda çok fazla bir şey yapabileceğini düşünmek gerçekçi olmaz.

PKK: Rojava bir süredir Öcalan’ın “demokratik özerklik” modelinin laboratuarı işlevi görüyor. Ayrıca son günlerde Batı medyasında (IŞ)İD’e karşı en etkili mücadeleyi PKK’nın, özellikle de Suriye’de YPG’nin yürüttüğüne dair haber ve yorumlar çıkıyor. Dolayısıyla PKK Kobani’de, büyük ölçüde kendi başına çok ciddi bir sınav veriyor. Bu savaşın sonucu, sadece PKK’nın bölgesel güç olup olamayacağını değil, Rojava ve Suriye’nin, aynı zamanda da (IŞ)İD’in geleceğini belirleyecek.

(IŞ)İD: Bir süredir belli bir hareketlilik içinde olmayan (IŞ)İD, ABD liderliğindeki koalisyonun ilanının ardından ilk ciddi taarruzunu Kobani’ye karşı başlattı. Böyle yaparak koalisyonun reflekslerini sınadığını düşünebiliriz. Fakat esas sınavdan örgütün kendisinin geçtiği de muhakkak. Şöyle ki, (IŞ)İD, özellikle Musul’u ele geçirdikten sonra, (ağır) silah üstünlüğüyle düşmanlarını alt etmeye çalışıyor. Karşısındaysa, kendi topraklarını işgalci bir güce korumada kararlı bir halk ve onlara öncülük eden son derece tecrübeli ve örgütlü bir hareket var. Eğer (IŞ)İD Kobani’de bariz bir yenilgi alırsa bu, onun için bir tür sonun başlangıcı olabilir.

Zira Ortadoğu’da savaşlar sadece silah üstünlüğüyle kazanılmıyor.

Yazının devamı...

Türkiye (IŞ)İD yüzünden Kürtleri kaybedebilir

Türkiye’nin, (IŞ)İD’e karşı ABD’nin başını çektiği “gönüllüler koalisyonu”nda neden yer almayacağını önceki gün 6 maddeyle (http://www.rusencakir.com/Hukumetin-ISID-tereddudunun-6-nedeni/2868) izah etmeye çalıştım. Açıkçası hükümetin bu kararını ana hatlarıyla doğru buluyorum. Gerek ABD’nin İslam coğrafyasının Afganistan, Irak gibi diğer bölgelerindeki operasyonların bilançoları, gerekse “Obama planı”nın içerdiği zaaflar, eksikler ve yanlışlar nedeniyle, Irak ve Suriye’ye komşu olan bir ülkenin temkinli davranması son derece anlaşılır bir şey.

Fakat bu koalisyonda yer almıyor olması Ankara’nın (IŞ)İD politikasının doğru olduğu anlamına gelmiyor. Aslına bakılırsa siyasi iktidarın, bölgedeki dengeleri daha fazla altüst edecek, dolayısıyla Türkiye’yi de son derece yakından ilgilendiren (IŞ)İD olgusu hakkında somut, elle tutulur bir politikası olduğu da söylenemez.

Çözüm süreci/ (IŞ)İD ilişkisi

Bu politikasızlık, hükümetin kendisi için hayati değer taşıyan bazı ilişkileri ve süreçleri de tehlikeye atmasını beraberinde getiriyor. İlk akla gelen, artık Türkiye’nin kaderinin endekslenmiş olduğu çözüm süreci. Siyasi iktidar, Abdullah Öcalan çizgisindeki YPG, HPG gibi silahlı güçlerin Suriye ve Irak’ta (IŞ)İD’e karşı savaşta öne çıkmalarından ve buna bağlı olarak PKK’nın Batı medyası üzerinden yeni bir imaja kavuşmasından rahatsız.

Bunlara rağmen hükümet Türkiye’de çözüm sürecini hızlandırmayı her şeyin önüne koymak istiyor. Buna karşılık PKK hareketinin bir süredir temel önceliğiyse Suriye ve Irak; bu ülkelerde Kürtlerin kazanımlarını (IŞ)İD ve benzeri yapılara karşı korumak.

Sonuçta ortaya garip bir durum çıkıyor: Yıllarca birbirleriyle savaşan iki güç, yani devlet ile PKK barışın tesisi için Türkiye’de aynı masaya oturabilirken Suriye ve Irak’ta aralarındaki mesafe açılıyor. Eğer Ankara ile İmralı/Kandil, çözüm süreciyle Irak ve Suriye’de yaşananlar üzerine birlikte düşünüp birlikte hareket etmez/edemezlerse her iki gücün, gerek Türkiye, gerekse Irak ve Suriye’deki çıkarları risk altında demektir.

Irak Kürtlerinin hayal kırıklığı

Hükümetin (IŞ)İD konusundaki ürkekliği ve politikasızlığı sadece çözüm sürecini tehlikeye atmıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin sağ kolu olarak bilinen Fuad Hüseyin’in Rudaw’a verdiği mülakattan, Ankara’nın Irak’taki önde gelen stratejik ortağı olan Kürtleri cidden hayal kırıklığına uğrattığını öğreniyoruz.

“ABD, Fransa ve Avrupa bizi kurtarmaya geldi fakat komşumuz, kendilerinden yardım istememize rağmen bunu yapmadı” diyen Hüseyin şöyle devam ediyor: “Yardım etmeyeceklerini söylemediler. Cumhurbaşkanlığı seçimin ardından yapabileceklerini söylediler. Çok zor durumdaydık ama seçimleri beklemekten başka şansımız yoktu ama yine de yardım etmediler. Türkiye beklentilerimizi yerine getirmedi.”

“Her Kürt gibi Barzani de Türkiye’nin tavrından hayal kırıklığına uğradı” diyen Hüseyin şu sözlerinin de altını çizmek gerekiyor: “Türkiye ile net olmamız gerekiyor. İlişkiler böyle nasıl sürebilir? (IŞ)İD’e karşı olmak Türkiye’nin de çıkarınadır. (IŞ)İD hiçbir ülkenin dostu değildir.”

Acil politika ihtiyacı

Tekrar yazının başına dönecek olursak: Batı’nın başını çektiği koalisyonda yer almamak doğru ama tek başına yeterli değil, Türkiye’nin (IŞ)İD’e karşı bağımsız olarak bir tavır alabilmesi şart. Bunun temel ayaklarından biri pekala (IŞ)İD’in kendisine düşman bellediği Kürtler ve onlarla iç içe yaşayan diğer azınlıklarla dayanışmak olabilir. Bu bağlamda hükümet, ilk olarak, mesela (IŞ)İD’den kaçan Ezidi mülteciler için ülke çapında bir yardım ve dayanışma kampanyası açabilir.

Yazının devamı...

Hükümetin (IŞ)İD tereddüdünün 6 nedeni

Yıllar boyunca, başta NATO’da birlikte yer aldığı Batılı ülkeler olmak üzere uluslararası topluluğa sürekli olarak “terörizme karşı ortak mücadele” çağrısı yapan Türkiye, hemen yanı başında ABD tarafından oluşturulan, (IŞ)İD terörüne karşı koalisyonda yer almıyor. Üstelik söz konusu koalisyonda açık ya da örtülü bir şekilde PKK ile bağlantılı silahlı örgütlerin yer alacağı anlaşılıyor. Peki Ankara neden tereddütlü? Bunun başlıca 6 nedeni olduğunu söyleyebiliriz:

1) 49 rehine: Tabii ki öncelik (IŞ)İD’in Musul Başkonsolosluğu’nu basıp 49 kişiyi rehin almış olması. Bu hamlesiyle Türkiye’yi Irak ve hatta Suriye’den büyük ölçüde uzak tutmayı başaran (IŞ)İD böylece stratejik açıdan yabana atılmaması gerektiğini kanıtladı. Ankara ise rehine sorununa, bunu haberleştirmeyi medyaya yasaklamak dışında, herhangi bir çözüm getirebilmiş değil.

2) Terörün Türkiye’ye taşınması: Hâlâ cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı olan Reyhanlı olayının aslı net olarak anlaşılabilmiş değil. İster arkasında Esad rejimi, isterse radikal İslamcı gruplardan herhangi biri bulunsun, bu saldırı bölgesel krizlere doğrudan müdahil olmanın bedelinin çok ağır olduğunu göstermişti. Eğer Türkiye açık bir şekilde (IŞ)İD’e karşı koalisyonda yer alırsa sadece rehinelerin değil tüm vatandaşların can güvenliği tehlike altına girebilir. Bu çok da zor olmayacaktır çünkü (IŞ)İD ve benzeri yapılar bir süredir transit olarak kullandıkları Türkiye’yi çok iyi tanıyorlar ve iyice yerleşmiş durumdalar. Öte yandan yabancı medyanın her gün yeni örneklerini ifşa ettiği gibi, ülkemizden çok sayıda insan Irak ve Suriye’ye savaşmaya gidiyor.

3) Esad rejiminin ayakta kalması: Her ne kadar ABD Başkanı Obama, Baas rejimiyle işbirliğine gitmeyeceklerini kati olarak açıkladıysa da, (IŞ)İD’e karşı mücadelenin Suriye’de de sürdürülecek olması doğal olarak Başşar Esad’ın elini güçlendirecektir. Bu da, rejimin yıkılmasına aşırı ölçüde angaje olmuş, bu uğurda çok büyük faturalar (yüzbinlerce mülteci ve bunların doğurduğu sorunlar, topraklarına taşınan terör...) ödemiş olan AKP hükümetini derin bir hayal kırıklığına sevk ediyor.

4) Bölge liderliğine veda: Aslında Türkiye’nin, (IŞ)İD’in Irak ve Suriye’de etkili olduğu bugünkü durumdan memnun olduğu söylenemez. Ancak (IŞ)İD’in tasfiyesi halinde bölgedeki güçler dengesinin iyice Ankara’nın aleyhine değişeceği açıktır. Bu da, dün Habertürk’te Soli Özel’in yazdığı gibi, “Arap baharı” ile birlikte güçlenmiş olan, ama Mısır darbesiyle ciddi darbe alan bölge lideri olma motivasyonunun sonu anlamına gelebilir.

5) PKK’nın bölgesel güce dönüşmesi: Bu konuda çok yazmış olduğum için detayları tekrarlamak istemiyorum fakat PKK çizgisindeki YPG’nin Suriye’de büyük ölçüde tek başına, HPG’nin de Irak’ta peşmeregelerle birlikte (IŞ)İD’e karşı savaşta fazlasıyla öne çıkması Ankara’yı rahatsız ediyor. Zaten hatırlanacaktır, AKP hükümetine yönelik olarak Suriye’deki radikal İslamcı gruplara destek verdiği iddiaları da genel olarak, bu yolla Suriye’de Abdullah Öcalan çizgisindeki PYD’nin önünü kesme arayışıyla gerekçelendirilmişti. Ancak şunu unutmamakta yarar var: Eğer PYD ve onun silahlı kolları Ankara’ya rağmen bu savaşı yürütmeselerdi Türkiye’ninb Suriye sınırının çok büyük bir kısmı (IŞ)İD ve Nusra Cephesi gibi radikal gruplar tarafından kontrol ediliyor olacaktı.

6) Obama planının zayıflığı: Obama’nın açıkladığı (IŞ)İD ile mücadele planının bir dizi eksiği, yanlışı vb. var ve bunlar AKP hükümetinin sözcüleri tarafından haklı olarak eleştiriliyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Obama’nın umduğu gibi 3 yılda bu iş tamamlanmayabilir. Tamamlanması da sorununun mutlak olarak çözüldüğü anlamına gelmeyecektir. Çünkü (IŞ)İD ve benzeri yapılara zemin hazırlayan sorunların kalıcı bir şekilde çözümü için ciddi adımlar atılmaması halinde kısa süre içerisinde yepyeni örgütler, muhtemelen daha güçlü ve daha korkutucu bir şekilde vücut bulacaktır.

Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Ankara’nın, kendisini son derece yakından ilgilendiren kritik bir sorunu çözmeyi amaçlayan, nerdeyse önde gelen tüm müttefiklerinin yer aldığı bir koalisyona, ne kadar haklı argümanlara sahip olursa olsun katılmamasının apayrı bir bedeli olacaktır ki daha ilk günden bu faturanın kesilmek üzere olduğunun işaretleriyle karşılaşıyoruz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.