Şampiy10
Magazin
Gündem

Hoşçakalın

Gazeteciliğe 1985 yılında Ercan Arıklı’nın sahibi olduğu Nokta Dergisi’nde başladım. Yıllar sonra, 2002 yılının Aralık ayında, rahmetli Ercan Bey beni Vatan Gazetesi’nde çalışmaya çağırdı. O gün bugündür, yaklaşık 12 yıldır (Bunun 2.5 yılı Washington’da geçti) Vatan’dayım..

Ama artık di’li geçmiş zaman kullanmak durumundayım çünkü bu Vatan’daki son yazım.

Nerdeyse 30 yıla yaklaşan meslek hayatımın en verimli, heyecanlı ve keyifli günlerini hiç kuşkusuz Vatan’da yaşadım. Dolayısıyla ayrılma kararı benim için hiç de kolay olmadı. Ama bir yerden sonra insan yeni bir şeyler yapmak ve kendisini hayatın akışına bırakmak istiyor.

Hayır, yazmayı, gazeteciliği bırakıyor değilim. Şunu itiraf etmekte hiçbir sakınca yok: Bu 30 yıl boyunca sık sık bırakmayı düşündüm gazeteciliği. Hatta mesleğe adım atmaya niyetlenen pek çok genci, “başka iş bulun, mesela üniversitede kalın” gibi telkinlerle ayartmaya çalıştım. Umarım sözümü dinlemişlerdir zira gazetecilik Türkiye’de maalesef artık muteber bir meslek değil.

Ama benim gibi birçokları için bir tür alın yazısı oldu bu meslek. Galiba gazetecilik mezara kadar yakamı(zı) bırakmayacak. Bakalım...

Vatan Gazetesi’nde bu 12 yıl boyunca birlikte çalıştığım bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyor ve haklarını helal etmelerini diliyorum.

Vatan okurlarına da bana tahammül ettikleri için minnettarım.

Hoşçakalın.

Yazının devamı...

Yine PKK-Hizbullah çatışması ve yine “yesinler birbirlerini” aymazlığı

Eylül ayının sonlarına doğru, Kobani kuşatmasının daha ilk günlerinde, savaşın Türkiye’ye sıçrama ihtimallerini tartıştığım bir yazımı şu paragrafla bitirmiştim: “Daha şimdiden İstanbul, Adana gibi metropollerin varoşlarında PKK yanlısı milislerin (IŞ)İD ile ilişkili olduklarını düşündükleri kişilere karşı seferber olduklarını duyuyoruz. Kobani’deki savaşın tırmanmasına paralel olarak (IŞ)İD ve PKK yanlıları arasında zaten var olan gerilimin, 1990 başlarındaki PKK-Hizbullah çatışmasını andırır bir şekilde metropollerde ve Kürt illerinde kapsamlı bir çatışmaya dönüşme ihtimalini de akılda tutmak gerekiyor.”

Kobani savaşı tırmanıp kentin düşme ihtimali artınca Kürt siyasi hareketi (KSH) sokak çağrısı yaptı ve başta Kürt illeri olmak üzere ülkenin dört bir yanı karıştı. Ve öngörüm farklı bir şekilde gerçekleşti: KSH ile (IŞ)İD ile bir şekilde irtibatlı olduğu varsayılan gruplarla yer yer çatışmalar yaşanmakla birlikte uzun bir süredir askıda olan PKK-Hizbullah çatışması yeniden gündeme geldi. Öyle ki son olaylarda hayatlarını kaybeden 20’yi aşkın kişinin ciddi bir bölümünün bu çatışmanın kurbanları olduğu söyleniyor.

İlk kıvılcımda

1990’lı yılların başında ortaya çıkan PKK-Hizbullah çatışmasının tarihini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ortada bir nevi bir “kan davası” var. Zaman zaman gerginlikler yaşansa da her iki taraf da farklı gerekçelerle savaşı yeniden gündeme getirmeyi tercih etmedi. Fakat geçen süre zarfında taraflar ciddi bir diyalog içine de girmedikleri için karşılıklı güvensizlik, gerginlik ve düşmanlık hep sürdü. Nihayet Kobani gerekçesiyle çakan ilk kıvılcımda çatışmanın çok sert bir şekilde yeniden başladığını gördük.

Kimin haklı, kimin haksız olduğu gibi bir tartışmaya girmenin anlamı yok. Ama şunu vurgulamak şart: Bu çatışmanın şimdi, Kobani üzerinden yeniden alevlenmesi de son derece anlamsız. Zira Hizbullah’ın (IŞ)İD ile herhangi bir yakınlığı yok. Hatta tam tersi bir durumun olduğu da söylenebilir. Ayrıca Hüda-Par yöneticilerinin ilk günlerde Kobani’den Suruç’a gelen mültecileri ziyaret ettiklerini de biliyoruz.

Bununla birlikte (IŞ)İD ile Hizbullah’ın aynı olmasa bile komşu mahallelerden oldukları doğru. 1980 ve özellikle 1990’lı yıllarda Kürtlerde İslamcı radikalizmin merkezi Hizbullah’tı. Fakat lider Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesinden bir süre sonra Hizbullah yasal faaliyetlere ağırlık veren bir strateji benimsedi ve buna bağlı olarak dilini de ılımlılaştırdı. Bunun da önce El Kaide, bugünlerdeyse (IŞ)İD gibi örgütlerin işine geldiği açıktır. Bu noktada en çarpıcı örnek Hizbullah’ın hapisteki liderlerinden Hacı Bayancuk’un oğlu Halis Bayancuk’un El Kaide operasyonları kapsamında tutuklanmış olması. “Ebu Hanzala” adıyla da bilinen genç Bayancuk’un son dönemde El Kaide-(IŞ)İD ayrışmasında ikinci grup lehine tavır aldığı söyleniyor.

Esas Türkiye kaybeder

PKK-Hizbullah çatışmasının yeniden alevlenmesine sevinip “yesinler birbirlerini” diyen çok kişi var. Her iki gruptan da haz etmeyenlerin bu tavırları ilk bakışta mantıklı gelebilir. Ama şu vurguyu yapmak lazım: 90’lardaki çatışmayı körükleyen “derin” unsurların hemen hepsi tasfiye oldu, ancak birbirlerine çok ciddi darbe indirmiş olsalar da hem PKK, hem Hizbullah varlıklarını daha da güçlenerek bugünlere taşıdılar.

Yani kısa vadede bu çatışma her iki tarafa da belli zararlar verebilir ama en büyük zararı, zaten gergin olan atmosferi daha da kızıştıracağı için tüm ülkeye verecektir. Ancak bu olgunun kavranabilmiş olduğunu düşünmüyorum. Hatta, elimde herhangi bir kanıt yok ancak, çatışmaların yeniden alevlenmesinde üçüncü şahısların bir şekilde dahli olduğu kanısındayım.

Peki bundan sonra ne olur? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın dünkü açıklamalarından, muhtemelen Abdullah Öcalan’dan gelen talimatlar ışığında, KSH’nin bu çatışmaya son vermek istediği izlenimi edindim. Hizbullah’ın da yasal alandaki kazanımlarını riske atacak bu çatışmanın sürmesini arzuladığını sanmıyorum. Bununla birlikte, barış zaten mümkün değil ancak şu aşamadan sonra ateşkes bile kolay olmayacaktır.

Öte yandan Kürtler arasında zaten belli bir potansiyele ve örgütlenmeye sahip olan (IŞ)İD’in bu çatışmanın sürmesi için uğraşacağını da akılda tutmak lazım.

Yazının devamı...

(IŞ)İD’in Türkiye’ye ettiği ve edebileceği kötülükler

Son yazımda “Kobani’yi savunan PYD/YPG mensupları ile Kobanililerin ve onlara destek verenlerin motivasyonunu anlamak zor değil, fakat ilk defa bu kadar etkili bir direnişle karşılaşan (IŞ)İD’in, Suriye ve Irak’ta kontrolünde tuttuğu yerleri de riske atarak bu kentte bu kadar ısrarcı olması fazlasıyla garip” diye yazmıştım. (IŞ)İD’in Kurban Bayramı’nda saldırılarını yoğunlaştırması, özellikle de Pazartesi akşam saatlerinden itibaren kentte sokak çatışmalarının başlamasıyla birlikte Türkiye’de yaşananlara bakınca çok da garip olmadığını düşünüyorum.

Her değindiğimde birileri çok kızıyor ama gerçek şu ki (IŞ)İD’de çok etkili bir stratejik akıl var: (IŞ)İD’i yönetenler, belli ki, onca yıldır yaşanan çözüm süreçlerine rağmen ülkemizde PKK’ya yönelik öfke ve nefretin hâlâ varlığını sürdürdüğünü, bunun kolaylıkla “Kürt düşmanlığı”na uzanabileceğini kavramışlar. Kendileri Kobani’ye yüklendikçe, YPG direndikçe, Ankara direnenlere doğrudan ya da dolaylı olarak yardım eli uzatmadıkça Türkiye’nin karışacağını ve bu sayede kendi kitle tabanlarını genişletebileceklerini hesaplamış olduklarını hiç tereddütsüz söyleyebiliriz.

Bir dizi sil baştan

Tüm dünyanın gözü önünde naklen cereyan eden ve “tanka karşı tüfeğin savaşı” olarak özetleyebileceğimiz Kobani direnişinin (IŞ)İD lehine sona erme ihtimali belirdiği andan itibaren Kürtler Türkiye’de ve dünyanın dört bir tarafında yoğun bir eylemlilik içine girdi. Özellikle ülkemizde yaşananlara baktığımızda şunları gözledik:

1) Çözüm süreciyle birlikte tam anlamıyla sonlanmış olmasa da büyük ölçüde azalmış olan Kürt siyasi hareketiyle (KSH) güvenlik güçleri arasındaki sokak çatışmaları birdenbire zirveye tırmandı ve sadece Kürt illeri değil metropoller de bundan nasibini aldı.

2) Son olarak Selahattin Demirtaş’ın Çankaya adaylığı sürecinde yaşanan KSH’nin toplumun farklı kesimleriyle yakınlaşması uzun ömürlü olmadığını gördük; Kürtler sokaklarda büyük ölçüde yalnız kaldılar.

3) KSH ile Hizbullah arasındaki kavga yeniden boy verdi ve hızla yaygınlaştı.

4) Göstericiler ayrıca (IŞ)İD ile ilgili olduğu varsayılan bazı İslamcı gruplarla da farklı yerlerde karşı karşıya geldiler.

5) Gezi direnişinde gördüğümüzden daha yoğun bir şekilde “siviller” güvenlik güçleriyle birlikte göstericilere saldırdılar.

PKK ile silahlı mücadeleye dönüş

Bunlar (IŞ)İD’in Türkiye’ye ettiği kötülüklerin bir kısmı. Peki eden böyle oldu? Sanıyorum (IŞ)İD’in PKK çizgisindeki Kürt gruplarına karşı şu ya da bu şekilde etkili olması, devlet ve sivil toplumun çoğu tarafından bir müddet önce varılmış olan “Kürt sorunu silahla çözülemez” noktasının yeniden sorgulanmasına imkan sağladı. Bugün (IŞ)İD’in Kobani’de Kürtlere saldırmasını büyük bir iştahla ve tabii alkışlayarak seyredip “bunların yaptıklarını koca Türkiye Cumhuriyeti devleti neden yapamasın?” diye söylenen insanların sayısı hızla artıyor.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletin önde gelenlerinin de her fırsatta PKK ile (IŞ)İD’i eşitlediklerini, Kobani için “düştü düşecek”, hatta “sıra diğer kantonlara da gelecek” diye konuştuklarını düşünürsek gidişatın hiç de parlak olmadığı anlaşılır.

Halbuki çok büyük bir yanılgı söz konusu: (IŞ)İD Kobani’de galip gelmiyor, gelemiyor, kenti ele geçirebilse bile galip gelmiş sayılmayacak. Yaşı müsait olanlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 30 yılı aşkın savaş boyunca defalarca PKK’yı zor durumda bırakmış, mevzilerinden püskürtmüş, Irak’taki kamplarına girmiş olduklarını hatırlayacaktır. Ama mutlak bir galibiyet olmadı, olamadı, olması da mümkün değildi.

Dolayısıyla bariz bir ağır silah üstünlüğüyle günlerdir Kobani’yi kuşatan (IŞ)İD’in ayartmalarından sıyrılıp, şu birkaç gün içinde çok ağır yara almış olan kardeşliği, barışı tesis etme yolunda bir seferberlik başlatmak gerekir.

Bunu yapması gereken öncelikle siyasi iktidardır. Ankara’nın bu bağlamda Kobani’nin (IŞ)İD’in eline geçmemesi için yapabileceğini yapması, en azından direnişçilere yardım etmek isteyenlere engel çıkarmaması gerekiyor.

Buna karşılık eğer Türkiye’de birileri (IŞ)İD’i kendi öfke, nefret ve intikamlarını PKK’dan tahsil eden bir taşeron olarak görmeyi sürdürürler ve ona örtük veya açık, doğrudan ya da dolaylı, destek vermeyi sürdürürlerse Türkiye’nin başına daha çok kötülük ve bela gelir.

Yazının devamı...

Kobani ile PKK’yı, PKK ile de (IŞ)İD’i eşitlerseniz

Birinci Körfez Savaşı’nın en dikkat çeken yönlerinden biri, CNN’nin savaşı canlı olarak evlerimize taşımasıydı. Daha sonra birçok savaşta benzer durumlar yaşandı. Hatta Somali’ye çıkartma yapan uluslararası güçleri sahilde kalabalık bir medya ordusu karşılamıştı.

Sosyal medyanın ve buna bağlı olarak “yurttaş gazeteciliği”nin gelişmesiyle birlikteyse artık savaşlar hakkında birçok farklı kanaldan haber alma imkanı doğdu. Bunu en net olarak Kobani direnişinde gözlüyoruz. Kobani haberleri sadece savaşan tarafların sözcüleri veya gazetecilerden gelmiyor; direnişçilere destek için Suruç’a giden yurttaşlar görüp duyduklarını ve tabii hissettiklerini anında sosyal medya üzerinden aktarıyorlar.

(IŞ)İD’in inadı

Kobani’yi savunan PYD/YPG mensupları ve Kobanililerin ve onlara destek verenlerin motivasyonunu anlamak zor değil, fakat ilk defa bu kadar etkili bir direnişle karşılaşan (IŞ)İD’in, Suriye ve Irak’ta kontrolünde tuttuğu yerleri de riske atarak bu kentte neden bu kadar ısrarcı olması fazlasıyla garip. Sadece Kobani’nin stratejik önemiyle açıklanabilecek bir durum mudur bu? “(IŞ)İD işi inada bindirdi” demek yeterli olabilir mi? Olayı “Kürt düşmanlığı” ile açıklamaya kalkmak, en azından (IŞ)İD içinde çok sayıda Kürt de bulunduğu için inandırıcı olmaz. Daha çok (IŞ)İD’in, PYD/YPG, onlardan hareketle PKK/Abdullah Öcalan’ın seküler ideolojisini bölgede kendisine alternatif, dolayısıyla düşman gördüğünü düşünebiliriz.

Koalisyonun cimriliği

Kobani direnişi anbean dünyanın gözü önünde sürüyor. Tarafların ağır silahlar konusundaki bariz eşitsizliği de çıplak gözle görülüyor. Fakat sırf (IŞ)İD ile mücadele etmek amacıyla oluşturulan uluslararası koalisyon ise, bu eşitsizliği (IŞ)İD aleyhine değiştirebilecek hamleler konusunda nedense pek cimri davranıyor. Koalisyonun, (IŞ)İD’in bu kadar yoğunlaştığı bu bölgeye aynı ölçüde yoğunlaşmamasının sırrı hâlâ anlaşılabilmiş değil.

(IŞ)İD ile PKK’yı eşitlemek

Koalisyonun bu tutumuna Kürt siyasi hareketinin sözcüleri büyük ölçüde Ankara’nın neden olduğuna inanıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (IŞ)İD ile PKK’yı eşit görüp göstermesinden hareketle, siyasi iktidarın, her iki tarafın da birbirini tüketeceği uzun süreli bir savaştan yana olduğunu düşünebiliriz. Ancak bunun hiç de gerçekçi ve dolayısıyla sürdürülebilir bir tavır olmadığı açıktır. Çünkü:

1) Kobani olayı PKK’yı çoktan aşmış durumda ve tüm Kürtleri birinci derecede yakından ilgilendiriyor. PKK nüfuzu nedeniyle Kobani direnişine mesafeli durduğunuzda sadece PKK’yı değil tüm Kürtleri karşınıza almış oluyorsunuz.

2) Türkiye’nin de sonradan dahil olduğu uluslararası koalisyonun PKK gibi bir önceliği yok, hatta PKK çizgisindeki savaşçıların Irak ve Suriye’de (IŞ)İD’e karşı savaşmalarından hiç de şikayetçi değiller.

3) Hükümet PKK ile çok kritik bir çözüm süreci yürütüyor. Bu süreci sadece Anadolu ile sınırlamanın imkanı yok. Ankara, süreci Irak ve Suriye’de Kürtlerin durumlarıyla irtibatlandırmadan sürdürmeye kalkarsa elinde hiç ama hiçbir şey kalmayabilir. Kürtlerin kalbini Suriye’de kırıp Türkiye’de kazanamazsınız.

PKK’yı (IŞ)İD eliyle hizaya getirmek

Önceki gün “ Kürtler Kobani’de kaybederse Türkler kazanmış mı sayılacak?” (http://rusencakir.com/Kurtler-Kobanide-kaybederse-Turkler-kazanmis-mi-sayilacak/2903) diye sordum ve şaşırtıcı sayıda “Evet, tam da öyle!” cevabı aldım. Sahiden bazıları PKK’ya yönelik hırs ve intikamlarını (IŞ)İD’e havale etmiş durumdalar. Fakat şunları kabul etmiyor veya etmek istemiyorlar:

1) Tekrar olacak: Kobani direnişi PKK’yı çoktan aştı. Burada (IŞ)İD’i desteklemek açık bir şekilde Kürt düşmanlığıdır.

2) Bir insanın, Kobani’de katledilmesine cevaz verdiği Kürtlerin yüzüne Türkiye’de de bakması da mümkün olamaz.

3) Kobani’de direnişin sonu ne olursa olsun Kürtlerin kaybedip (IŞ)İD’in kazanması şu saatten sonra zaten mümkün değil.

Yazının devamı...

Kürtler Kobani'de kaybederse Türkler kazanmış mı sayılacak?

Birkaç gündür "Bu gece Kobani için çok kritik" uyarılarını okuyup yatağa giriyor ve sabah kalkınca ilk iş olarak, büyük bir endişeyle, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu Suriye kentinin (IŞ)İD'in eline geçip geçmediğini internetten kontrol ediyorum. Yalnız olmadığıma eminim. Kobani'yi benden çok daha fazla dert edinenler olduğunu da biliyorum. Kalbimiz, topraklarını korumak için silahlanan Kobanililer ve onlara destek olmak için Suriye'nin başka bölgelerinden, Türkiye'den, Irak'tan, İran'dan, Avrupa'dan oraya gitmiş gönüllülerden yana.

Ne var ki nasıl biz Kobani'deki direnişçilerin yenik düşmemesine seviniyorsak ülkemizde (IŞ)İD'in zaferini dört gözle bekleyenler, geciktikçe öfkelenenler de var. Bunların bir kısmı (IŞ)İD ile benzer bir İslamiyet ve dünya algısına sahip olan kişiler. Onlara diyecek bir şey yok; tercihlerini yanlıştan yana yapmışlar. Ama bir de (IŞ)İD ile hiçbir alakaları olmayan, belki de ondan nefret eden, bununla birlikte Kobani'yi ele geçirmesini canı gönülden isteyenler var. Bunlar "Dinsizin hakkından imansız gelir" düsturuyla hareket ediyorlar ve Kobani'de inisiyatif Abdullah Öcalan çizgisindeki PYD/YPG/YPJ'de olduğu için, kentin düşmesinin PKK'nın hezimeti anlamına geleceğini düşünüyorlar.

Kobani düşerse süreç biter mi?

Tam bir gaflet. Bazılarının yaptığı gibi "Kobani düşerse Türkiye de düşer" gibi göz korkutmalara gitmeye gerek yok. Zira Kobani düşse de düşmese de, Türkiye (IŞ)İD'e karşı uluslararası koalisyonda yer aldığı için bu örgütün hedefleri arasına girmiş durumda.

"Kobani düşerse çözüm süreci de biter" argümanı da çok doğru olmayabilir. Zira HDP heyetine son söylediklerine baktığımızda Öcalan'ın Kobani ile süreç arasında bağlantı kurmakla birlikte, Kandil'deki PKK/KCK yöneticilerinin yaptığı gibi sürecin kaderi tamamen ona endekslemediğini görüyoruz. Şurası muhakkak: AKP hükümeti (IŞ)İD ile YPG arasındaki silah eşitsizliğini istese çok kolay ortadan kaldırabilir ve kentin (IŞ)İD'in eline geçmesini engelleyebilir. Her ne kadar Başbakan Davutoğlu, Selahattin Demirtaş'a "Kobani'nin düşmesini tercih etmeyiz" demiş olsa ile, şu satırları yazarken bu yönde en ufak bir girişime tanık olmadım. Dolayısıyla Kobani düşer ve kentte bir katliam yaşanırsa Kürtler bundan Ankara'yı da sorumlu tutacaktır. Böylesi bir durumda Öcalan bile Kürt siyasi hareketini (KSH) ve ona destek veren kitleleri sürecin içinde tutmakta zorlanabilir. Yine de 30 yıl sonra ulaşılmış olan "devlet ile müzakere" aşamasından vazgeçmek KSH için hiç de kolay olmayacaktır.

Olay PKK'yı aştı

Kobani'nin çözüm süreciyle alakasını akılda tutmakla birlikte esas olarak şu noktanın ön plana çıkarılması gerektiğini düşünüyorum: Kobani'de olay PYD/YPG ve dolayısıyla PKK'yı çoktan aştı, tüm Kürtlerin meselesi haline geldi. Dolayısıyla Kobani'de tercihlerini (IŞ)İD'den yana yapanların bundan böyle Kürtlere "etle tırnak gibiyiz, hepimiz kardeşiz" vb. deme imkanları olmayacak. Ve yazının başlığındaki soruya gelecek olursak: Kobani'de Kürtlerin kaybetmesi kesinlikle Türklerin kazandığı anlamına gelmeyecek, eğer bu kayıtsızlık devam ederse o hep dile getirilen 'Türk-Kürt kardeşliği'nin kaybetmesi anlamına gelecektir.

Son olarak iki not:

1) Kobani'nin (IŞ)İD'in eline geçmesi halinde de Kürtlerin mutlak bir şekilde kaybetmiş olduğunu söylemek zor olacaktır. Çünkü tüm dünyanın gözü önünde son derece eşitsiz bir savaş yaşanıyor. (IŞ)İD'in elindeki ağır silah avantajına rağmen kenti günlerce koruyan direnişçiler, herhalde Kobani'yi kaybetseler bile savaşmayı bırakmayacaklardır.

2) Direnişçilerin, uluslararası koalisyonun ve/veya Türkiye'nin doğrudan yoğun bir müdahalesi olmadan (IŞ)İD'i püskürtebilmeleri halinde, genel olarak Kürtlerin, özel olarak PKK hareketinin dünya çapındaki itibarı çok artacaktır.

Kurban Bayramınızı kutlar ve imkansız gözükse de barış dolu günler dilerim.

Yazının devamı...

Hükümet, tezkere, Kobani, Öcalan: Bir dizi tuhaflık

- Siyasi iktidarın sözcüleri ilk andan itibaren (IŞ)İD’e karşı uluslararası koalisyona katılmayacaklarını çok ayrıntılı ve kati bir biçimde anlattılar. Buna karşılık CHP Türkiye’nin koalisyonda yer alması gerektiğini savundu.

- Koalisyon meselesinin kapandığını sandığımız bir anda ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “Türkiye ön cephede yer alacak” dedi. “Temennisini dile getiriyor herhalde” yorumları yapılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta Kerry’yi doğruladı.

- Tezkerede (IŞ)İD adının bir tek yerde geçmesi, buna karşılık Suriye rejimi ve PKK’ya atıflarda bulunulması, hükümetin tek amacının (IŞ)İD ile mücadele olmadığı düşüncesine kapı araladı.

- ABD başta olmak üzere koalisyona katılan ülkelerin kara harekatının söz konusu olmadığını kayda geçirmiş olmalarına rağmen tezkere yabancı ülke birliklerinin Türkiye’de konuşlanması maddesi de eklendi.

Birdenbire değişenler

- 2003 yılındaki 1 Mart tezkeresinin geçmemesi için üstün gayret göstermiş (ve bu nedenle tüm savaş karşıtlarının sempatisini haklı olarak kazanmış) olan zamanın Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu şimdiki tezkerenin önde gelen savunucusu oldu.

- Düne kadar hükümetle birlikte koalisyona katılmanın yanlış olduğunu savunan birçok kişi de birdenbire koalisyonda yer almanın erdemlerini anlatmaya başladılar.

- Amerikalı yetkililerle görüşmelerde “kesinlikle tek bir Türk askerinin savaşa dahil olmayacağı”nı söylediklerini medyaya sızdırmış olan Genel kurmay yetkilileri de tutum değiştirip harekat planları yapmaya başladılar.

- Hükümet, koalisyona katılmaya sıcak bakan CHP’yi tezkereye ikna etmek için herhangi bir gayret göstermedi. HDP de asıl amacın (IŞ)İD ile savaşmak değil Kürt hareketini Suriye’de etkisizleştirmek olduğu iddiasıyla hayır oyu vereceğini açıkladı. Buna karşılık MHP tezkerenin yanında yer aldı. Sonuçta CHP ile MHP ve AKP ile HDP arasında var olduğu sanılan yakınlaşmaların yerini AKP-MHP ve CHP-HDP ittifakları aldı.

- Tezkereye Kürtler dışında çok ciddi bir toplumsal tepki gelmiyor. Halbuki 1 Mart 2003 tezkeresinde, İslami kesimi de kapsayan çok etkili bir savaş karşıtı hareketlilik vardı.

- Başbakan Davutoğlu, tezkereye karşı çıkanları (IŞ)İD’ci olmakla suçladı ki özellikle HDP ile aynı siyasi çizgideki silahlı güçlerin ve hatta Kobani’de olduğu gibi halkın, öncelikle Suriye, ardından Irak’ta (IŞ)İD ile kıran kırana savaştığı ortada.

- Davutoğlu’nun söylediklerinin aksine, ilk olarak Kandil’deki KCK/PKK yöneticileri tarafından dillendirilen, (IŞ)İD’in asıl hamisinin AKP hükümeti olduğu iddiası Kürt siyasi hareketinin tabanında giderek yayılıyor ve tepkiler sokaklara taşıyor.

Öcalan’ın iyimserliği

- Fakat gerek Davutoğlu ile görüşen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, gerekse HDP heyetini kabul eden Abdullah Öcalan bu iddiayı sahiplenmeyip hükümete yönelik ılımlı mesajlar verdiler. Her iki isim tezkere konusunda da keskin tutum almadı.

- Bu bağlamda Öcalan, “Kobani kuşatması sıradan bir kent kuşatması olmanın çok ötesinde, sadece Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye’yi de yeni bir darbe sürecine sokacaktır. Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci sonlandıracak, hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır” diyerek, adını vermediği, hükümet dışı bazı odakları işaret etti.

- Öcalan, yine ad vermedi ama “Devlet içinde de halen çözüm odaklı davrananlarla imha sığlığından medet umanlar arasında bir gel git yaşandığı gözlenmektedir” diyerek çözüm sürecinin tıkanmasının esas kaynağı olarak devleti gösterdi.

- Öcalan, bütün bu rezervlerine rağmen, Kobani nedeniyle sürecin sona erdiğini veya ermekte olduğunu ileri sürenlerin aksine, son bakanlar kurulu kararıyla birlikte “müzakere iradesinin pratikleşmesinin önünde hiçbir engel kalmamıştır” diyerek süreç konusunda son derece iyimser bir görüntü verdi.

Son söz: Bütün bu tuhaflıklardan hareketle, hükümetin, tezkere ve sonrasında olacaklar/olabilecekler; Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin de siyasi iktidarla yürüttükleri görüşmeler hakkında kamuoyuna yeterince şeffaf davranmadıklarını söyleyebiliriz.

Yazının devamı...

Bir dönüm noktası olarak Kobani: (IŞ)İD ve PKK üzerine notlar

(IŞ)İD: - Başlangıçta mezhep temelli bir örgüt sanılan, Suriye ve Irak’ta esas olarak Şii ve Nusayrileri hedef aldığı düşünülen (IŞ)İD ne zamandır sanki sadece Kürtlerle savaşıyor. Bu da bölgedeki tek tehdidin mezhep savaşları olmadığını gösteriyor.

- (IŞ)İD’in asıl gücünü, yarattığı korkudan aldığı Kobani’de ortaya çıktı. Örneğin Musul’u neredeyse kurşun sıkmadan ele geçiren örgüt ilk kez karşısında korkmayan, ciddi olarak direnen bir halk ve örgütle karşılaşınca, açık silah üstünlüğüne rağmen durakladı.

- Kobani’deki direnişin verdiği moralle, uluslararası koalisyonun hava saldırıları desteğini de alan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne (KBY) bağlı peşmergeler (IŞ)İD ile sert çatışmalara girip Irak Kürdistanı’nda işgal ettiği yerleri geri almaya çalışıyorlar. Onlara Kandil’den gelen HPG güçleri de yardım ediyor. Yani (IŞ)İD hakimiyet alanını genişletmek isterken tam tersine kayıplar yaşayabilir.

- Kobani’de başarılı olmamak (IŞ)İD için yolun sonu anlamına gelmez, fakat özellikle Suriye’deki durumunun ciddi olarak sarsılacağı açık. Ağırlığı Irak’a kaydırması halinde de karşısına esas olarak yine Kürtler çıkacaktır. Kobani’yi ele geçirebilse (ki bu aşamadan sonra iyice zorlaşmış gözüküyor) bile elinde tutabilmesi, halk desteği olmadığı için mümkün olmayacaktır. Diğer bir deyişle aldığına pişman bile olabilir.

- Koalisyonun hava saldırılarının (IŞ)İD’e darbe indirdiği muhakkak. Buna karşılık Guardian’da Hassan Hassan’ın yazdığı (http://www.theguardian.com/commentisfree/2014/sep/28/what-isis-loses-strength-air-strikes-gain-legitimacy?CMP=twt_gu ) gibi (IŞ)İD bu sayede hem saflarını sıklaştırıyor, hem rakip İslamcı örgütlere karşı elini güçlendiriyor (rakip gruplardan (IŞ)İD’e katılımların hava saldırılarından sonra daha da arttığı söyleniyor), hem hakkındaki “büyük güçlerin ajanı, taşeronu” gibi suçlamalardan kurtuluyor ve buna bağlı olarak İslam dünyasının genelinde kendisine yönelik ilgi ve sempati artıyor.

PKK: - Kobani direnişi PKK hareketi için tam bir dönüm noktası. Zira Rojava, dolayısıyla Kobani hem Abdullah Öcalan’ın “demokratik özerklik” önermesinin denendiği bir laboratuvar hem de PKK için “bölgesel güç” olabilmenin anahtarı. Kobani’nin kaybı bütün bu iddiaları ciddi olarak gölgeler.

- Tersi olur Kobani direnişi başarıyla sonuçlanırsa PKK “bölgesel güç” olma yolunda çok önemli bir aşamayı geçmiş olur. Ayrıca tüm dünyanın alt etmek için seferber olduğu (IŞ)İD’i ilk kez dize getiren bir örgüt olarak uluslararası prestiji artar.

- Ankara’nın Kobani direnişine (IŞ)İD değil de PYD/YPG, dolayısıyla PKK ekseninden bakıyor olmasını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasi iktidarın tüm önde gelen isimlerinin, uluslararası koalisyona hedef olarak (IŞ)İD’in yanı sıra PKK’yı (tabii bu arada Esad rejimini de) gösterme stratejisinin ne derece başarılı olacağı belirsiz. Ancak koalisyonun Kobani’yi kuşatan (IŞ)İD mevzilerini bombalama konusundaki hevessizliğini Ankara’nın rezervlerine bağlayabiliriz.

- Türkiye’de çözüm için aynı masada oturan tarafların Kobani üzerinden gerginlik yaşamaları doğal olarak çözüm sürecini de tehlikeye atıyor. İlginç olan, Kandil’den Kobani yüzünden sürecin bittiği/bitebileceği açıklamaları gelirken hükümet sürece hiçbir şey olmayacağında ısrarlı. Herhalde bu noktada en çok Öcalan’a güveniyor, onun Kandil’i ve dolayısıyla PYD/YPG’yi Ankara ile uyumlu bir rotaya çekeceğini düşünüyor/umuyorlar.

- Olabilir. Gerçekten de PKK lideri, yapacağı açıklamalarla hareketinin Türkiye, Irak ve Suriye’deki pozisyonlarının değişimini, hükümetin beklentilerine uygun olarak gerçekleştirebilir. Fakat bir noktanın altını çizmek şart: PKK hareketinin hiçbir kolu ve hiçbir aktörü, şu anda siyasi iktidarı rahatsız eden yaklaşımları Öcalan’dan habersiz, hele ona rağmen hayata geçiriyor değiller. Örneğin Başbakan Davutoğlu, PYD ile Ankara arasındaki sorunların sorumlusu olarak Salih Müslim’i işaret ediyor. Halbuki Rojava’da (ve Türkiye’de, Irak’ta...) işler büyük ölçüde Öcalan’ın bilgisi dahilinde ve onun talimatlarına göre yürüyor. Kısacası PKK liderinin muhtemel politika değişikliklerini, “Öcalan yine Kandil’e ayar verdi..” gibi sunmayı sürdürmenin hiçbir inandırıcılığı yok.

- Öte yandan topu sürekli Öcalan’a atıp Kürt siyasi hareketinin diğer aktörlerini işlevsizleştirmeye kalkmanın çözüm sürecinin selameti açısından çok akıl kârı olmadığı açık. Bu nedenle bugün yapılması beklenen Davutoğlu-Demirtaş görüşmesi olumlu bir adım.

Yazının devamı...

Kobani için diplomasi ihtiyacı

Yaklaşık 10 yıl önce Vatan Gazetesi’nin Washington muhabiri olarak gelmiş ve ABD’nin başkentinde 2.5 yıl çalışmıştım. O tarihlerde ABD başkentine Kürt denilince akla sadece Irak Kürtleri gelirdi. Türkiye kökenli Kürtlerin gözle görülür bir faaliyeti olmazdı. Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bile pek bilinmezdi. Bu nedenle geçen sene BDP, bu sene de cuma günü HDP tarafından ikincisi düzenlenen Kürt konferansı, ülkemizdeki Kürt siyasi hareketinin (KSH) son 10 yılda varmış olduğu aşamayı gözler önüne seriyor.

Ne gibi sonuçlara yol açabilir, kestirmesi zor ancak, ana hatlarıyla başarılı bir konferanstı. Bölgenin sorunlarıyla ilgilenen Amerikalar özellikle en acil konu olan Kobani direnişi konusunda birinci elden bilgi alma imkanına kavuştular.

Konferansa Irak Kürtlerinin ilgisi de yoğundu. Bu vesileyle Kürdistan’ın farklı bölgelerinde birbirleriyle rekabet eden iki Kürt hareketinin temsilcileri hayati konuları birlikte tartışma imkanı buldular. Son olarak ABD’nin farklı eyaletlerinden

HDP sempatizanları da konferans sayesinde bir araya geldiler. Özellikle akşam yemeğinde, KSH’nin ABD’de ciddi bir potansiyel yakalamış olduğuna tanık oldum. ABD’deki HDP’lilerin, politizasyon bakımından hiç geri kalmasalar da, örneğin Avrupa’dakilere kıyasla daha sakin, ılımlı olduklarını, lobicilik ve diplomasiye daha fazla önem verdiklerini gözledim.

Erbil ile ilişkiler

Lakin lobicilik konusunda Irak Kürtlerinin hayli gerisinde oldukları muhakkak. Bu açıdan bakıldığında, KSH’nin, özel olarak Kobani, genel olarak Irak ve Suriye’de (IŞ)İD ile savaş gibi acil bir konu gündemdeyken Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ile ilişkilerinde hâlâ sorunlar yaşıyor olması garip.

Konferansta yaptığım konuşmada da altını çizmeye çalıştığım gibi, Kandil aynı anda üç cephede birden savaşmaya çalışıyor: Tabii ki öncelikle (IŞ)İD’le kıran kırana bir savaş söz konusu. İkinci olarak Türkiye’de çatışmasızlığın, dolayısıyla çözüm sürecinin sonlandırılma ihtimaline açık kapı bırakılıyor. Son olarak Erbil, yani KBY ile, yukarıda değindiğim gibi ilişkilerini düzeltme konusunda fazla gayretli gözükmüyor.

Şurası bir gerçek: KSH’nin en büyük gücü insan. Türkiye’de, Suriye’de, Kandil’de, Avrupa’da, başka kıtalarda bu harekete inanan insanlar türlü fedakârlıklar yapıyor, gerektiğinde (ki sık sık gerekebiliyor) ölümü bile göze alabiliyorlar.

Yeni bir dil ihtiyacı

Bu bağlamda, KCK/PKK tarafından yapılan açıklamalarda Kobani direnişinin 2. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası ordusuna karşı yürüttüğü, insan hayatı temelli Stalingrad savunmasına benzetmesinde kuşkusuz haklılık payı var. Fakat (IŞ)İD olgusuyla birlikte, özellikle de Kobani’yi kuşatmasıyla, günümüz savaşlarında insan olgusunun tek başına yeterli olamayabileceği gerçeğini görmezden gelmek mümkün değil.

Kobani direnişinin başarıya ulaşması ve yeni (IŞ)İD katliamlarının önünün alınması için ağır silahlara ve uluslararası koalisyonun askeri müdahalesine kesinlikle ihtiyaç var. Dolayısıyla PKK/KCK bu ihtiyaçları temin etme konusunda, başarılı olmadığı anlaşılan bugüne kadar izlediği yöntemlerin dışında yeni stratejiler geliştirmek zorunda.

Daha açık ifade edecek olursak, savaşçı-kavgacı yerine daha diplomatik bir dil ön plana çıkarılırsa; pazarlıklara, tavizlere ve uzlaşmalara açık bir tutum sergilenirse Kobani ‘de savaşanların acil ihtiyaçlarını karşılamak daha kolay ve mümkün olabilir. HDP yöneticileriyle yaptığımız sohbetlerde, Washington ziyaretinden bu noktada çok şey öğrenmiş oldukları izlenimini edindim

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.