Şampiy10
Magazin
Gündem

1987’de bir cadılar bayramı partisi...

1987 yılının 31 Ekim gecesi gittiği Cadılar Bayramı partisini; unutmasının imkanı var mıydı Gazeteci’nin...

Askerden yeni dönmüştü o günlerde...

İki ay içinde kışlada on kilo birden vermişti...

***

Filinta gibi olmuştu...

Askerlik günlerinde; sınıf arkadaşı ziyaretine gelmiş; ona eşiyle ortak gidecekleri mahkemenin boşanma belgelerini imzalatmıştı...

Boşanıyordu...

Hayatın her anında olduğu gibi, Gazeteci’nin boşanmasının zamanlaması da trajikti...

***

Askerdeyken boşanma kağıtlarını imzalamak düşmüştü...

O gece; koğuşun önünde sigarasını içerken, yıldızları seyre dalmış, içtiği sigaranın dumanıyla, hayatın dramasını birlikte ciğerlerine çekmişti...

Dumanı üflemiş, duman dışarı çıkmış; drama ciğerinde kalmıştı...

***

Bir Ağustos gecesiydi...

Denizi görmeyen bir Akdeniz kentinde; gökyüzündeki yıldızlar insana; yaşam umudunun hiçbir zaman tükenmeyeceğini gösterircesine parlıyorlardı...

***

Ekim ayında yurt dışındaki görevine döndüğünde; artık başka birisiydi Gazeteci...

Boşanma süreci başladığından artık tamamen yalnız sayılırdı Atina’da...

Bir süre önce tanıştığı bir kadın gazeteci; onu Nea Simirni (Yeni İzmir) semtinde “Cadılar Günü partisine” davet ediyordu...

***

Çılgın bir parti olacaktı...

Mutlaka katılmasını istiyordu Gazeteci’nin...

-“Ben Cadılar Günü’ne uygun maskeler falan giyip gelemem...” dedi Gazeteci...

-“Maskeye falan gerek yok... Sen kendin gel...” diye üsteledi ev sahibesi...

***

Partinin düzenlendiği eve gittiğinde, bazı davetlilerin kendisi gibi geldiğini görünce rahatladı...

Cadılar Bayramı’na uygun kıyafetler giyenlerin büyük çoğunluğu ise, gözlerinin çevresini kapatan maskeler giymişlerdi... Ortam rahatsızlık verici değil; tahrik ediciydi...

*****

MASKELİ KADIN...

Gözünün çevresine maske takmış kadını orada gördü Gazeteci...

Maskeli kadınlar Gazeteci’nin; oturduğu yerin etrafını sarmıştı...

o günlerde hayatın şifreleriyle ilgili pek bir şey bilmiyordu Gazeteci...

***

Hayatında hiç katılmadığı Cadılar Bayramı partisine davet edilmesi bir tesadüf değildi...

Eşiyle birbirlerinin haklarını yemedikleri çocuksu evlilikleri sona ermiş; boşanmanın belgeleri imzalanmıştı...

***

Hayat; Gazeteci’ye yepyeni bir yaşamın penceresini açacak; o gece tanıdığı “maskeli kadın” hayatında çok önemli rol oynayacak; Atina’daki ‘yalnız’ hayatının ilk “tecrübe merhemi olacaktı...”

***

O gece orada başlamıştı ilişkileri...

“Maskeli kadın” duldu...

Finlandiyalıydı...

Yunan Musevisi olan eşi vefat etmişti...

Ergenlik çağındaki iki çocuğun ağır sorunlarıyla baş etmeye çalışıyor; Finlandiya’nın en ünlü gazetesine muhabirlik yapıyordu...

***

Uzun yıllardır Yunanistan’da olduğundan Yunancayı çok iyi konuşuyordu...

Gazeteci’ye uzun yıllardır içinde yaşadığı Yunanistan’la ilgili yardımcı oluyor; Gazeteci de ergenlik çağındaki çocukların ağır sorunlarında, Maskeli Kadın’a yardımcı oluyordu...

***

Gazeteci; Maskeli Kadın’ın hayatında çok önemli bir yer tutmaya başladığını; kendisini onbeş yıl sonra televizyonda mesleğinden edecek bir Dışişleri Bakanı’nın Atina’ya geldiği günlerde fark edecekti...

*****

MASKELİ KADIN VE DIŞİŞLERİ BAKANIYLA BİR YUNAN GECESİ...

Turgut Özal’ın Türk-Yunan diyalogunu başlattığı 1988 yılıydı...

Davos zirvesinin hemen ertesinde; Türk ve Yunan dışişleri bakanları Atina’da konsey toplantısında bir araya geliyorlardı...

Mesut Yılmaz; ANAP’ın dışişleri bakanıydı...

Turgut Özal’ın aksine “şahinler”in temsilcisiydi...

***

Özal’la Mesut Yılmaz hiçbir zaman aynı frekans boyunda olmamışlardı...

Mesut Yılmaz devletin “establishment” denilen “kurulu düzeninin” bir parçasıydı ve Süleyman Demirel’in politik çizgisinin devamıydı...

***

Gazeteci o günlerde; muhabirlik yıllarının zirvesini yaşıyordu...

Türk-Yunan ilişkilerindeki hiçbir gelişmeyi sektirmezdi...

Yaptığı haberlerin ertesinde; Bakanlık’ta ve elçilikte “bu haberi kim sızdırdı” diye soruşturma başlatılırdı...

***

Mesut Yılmaz’ı; Atina’daki temaslarının son gecesinde bir trionun romantik Yunan ezgileri seslendirdiği ünlü bir Yunan tavernasına götürmeye karar verdiler...

Mesut Yılmaz’ın taverna gecesi gizli tutuluyordu...

***

Ancak Gazeteci’nin o tarihlerde Atina’da böylesi bir olayı haber almaması mümkün gözükmüyordu...

Myrtia Restorana rezervasyon yapıldığını öğrendi...

Restoran; Gazeteci’nin sürekli gittiği bir mekandı...

“Maskeli Kadın”a telefon ettirdi...

-“Gazeteci; Türk Dışişleri Bakanı’nın masasını tam çaprazdan göreceği ve görüleceği bir masa istiyor...” dedi Maskeli Kadın...

-“Tamamdır...” cevabı geldi tavernadan...

***

-“Hazırlan seninle gideceğiz oraya...” dedi Maskeli Kadın’a Gazeteci...

-“Ben mi?.. Emin misin?..” diye sordu Maskeli Kadın...

-“Elbette sen...” dedi Gazeteci; “başka kim olacak?..”

***

Bunu söylerken; Atina’daki yalnız hayatında dayandığı ilk dostun “Maskeli Kadın” olduğunun farkına varıyordu Gazeteci...

***

-“Röportaj mı yapacaksın?..” diye sordu Maskeli Kadın...

-“Hayır...” dedi Gazeteci; gülümsedi...

-“Bakan Beye nereye gitse haberim olacağını göstermek için bu Myrtia’ya yer ayırttım... Haberleri nereden aldığımı öğrenmeye çalışıyor... Ona “boşuna uğraşma; senin bile nereye gittiğini haber alırım...” demek için bu gece çaprazındaki masayı ayırttım...

Hiç soru sormayacağım bu gece... Ne konuştuklarını zaten biliyorum... Haberi çoktan yazdırdım... Sadece yemek yiyeceğim, müzik dinleyeceğim ve seninle eğleneceğim...”

***

“Maskeli Kadın” gülümsedi...

Gazeteci’nin tek başına “yetkili ve etkili makamlarda bulunanlara” masumane meydan okuyan “Gazeteci” tavırlarını biliyordu...

“Bağımsızlık” düşkünü o tavırların; bir gün Gazeteci’nin elinden mesleğini alıvereceğini ise o sırada ikisi de bilmiyorlardı...

***

-“Bankaları bize geri verecek parti; seni haberlerin başında görmek istemiyor Gazeteci...”

O gece Myrtia restoranın sahibi Saltafarides; iki faça masasında oturan Türk müşterilerinin arasında uzak istikbalde; meydana gelecek bu olaydan bihaber; Türk konuklarını Yunan yemekleri ve müziğiyle eğlendirmeye çalışıyordu...

***

Gazeteci; “yaptığı manşetlik haberlerle, yakaladığı özel atlatmalarla mesleğinin zirvesine geleceğini ve orada kalacağını düşünüyordu...

Geldi; ama kalamayacağını o sırada bilemezdi...

“Maskeli Kadın”a doğru kaldırdı kadehini...

-Stin yasu Leenaki...”

Yazının devamı...

Güneşin sana gelmesini istiyorsan gölgeden çık...

Güneşin sana gelmesini istiyorsan, gölgeden çık!..

Konfiçyüs

***

“Birisini unutmak zorundaysanız, bunu sindire sindire yapın...

Çünkü aklın zamanı gelmeden öldürdükleri, yürekte amansız şekilde dirilir...” Paul Auster

***

Aşk bazen yeni çıkan bir filmin fragmanı gibidir. Görebileceğin tüm güzellikler yalnızca tanıtımda verilir.

Dylan

***

Yalnızım....

Çünkü herhangi biriyle değil, beklediğime değecek kişiyle devam etmeliyim bu yola…

Can Yücel

***

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur...

Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın...

Öldüm der durur, yine de yaşarsın. Mevlana

***

Havalara giren birine hiç dokunmayın...

Bırakın...

Ne kadar yükselirse o kadar sert düşecektir...

İzleyin ve keyfini çıkarın...

Jim Jarmusch

***

Bekliyorum… Öyle bir vakitte gel ki vazgeçmek mümkün olmasın… Orhan Veli

***

“Güven ruh gibidir, terkettiği bedene asla geri dönmez...” Shakespeare

***

Gidenin arkasından nokta koyun ki, gelecek olanın ismi büyük harfle başlasın...

J. Cristophe

*****

BİR ERKEĞİN YUMRUKLARINDAN DAHA SERTTİR BİR KADININ SON SÖZÜ...

İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim...

Çünkü olmak istedikleri ama olamadıkları insanları anlatırlar...

Tolstoy

***

Bir erkeğin yumruğundan daha serttir bir kadının son sözü: Çünkü biri dişlerini döker, diğeri düşlerini...

William Butler

***

Kaplumbağaya dikkat et! Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebilir...

James Bryant Conant

***

Yaşam, duygulananlar için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir...

Jean DeLa Bruyère

***

Aşık olduğun kişi hep başkasına aşıktır...

Zaten sen de hiçbir zaman sana aşık kişiye aşık olmazsın…

Murphy Kanunu

***

Durgunsa yada suskunsa insan, mutlak bir nedeni vardır. Suskunluğa aldanma, her şeyin bir zamanı var…

Paul Auster

***

Birini kötülemeye çalışırsan asla amacına ulaşamazsın... Çünkü, başkasına sürmek istediğin çamura önce kendin bulanırsın...

Paulo Coelho

***

Mutlu insanlar; Her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir...

Huxley

***

Eğer karşındaki kişi kadınsa, yapacağın hamleyi iki kere düşünmen gerekir. Çünkü o hep bir adım öndedir..

Dostoyevsky

***

Hıçkırarak ağlayan bir kadının gözyaşları, ağlatan adamın başına geleceklerinin altına atılacak imzadır…

Bukowski

***

Başın sıkıştığında değil; Sevdiğini anlayıp, mutlu olmayı istediğinde gel ki; Ömrümü uğruna harcayayım… .

Ece Ayhan

***

Bazen arkasına dönüp bakması gerekir insanın;

Nerden geldiğini unutmaması için…

Şems Tebrizi

***

Hayatınız kötü bir yola girmişse, unutmayın ; Direksiyondaki sizsiniz!..

Longston

***

“Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun kalbine ulaşmış demektir.”

Paul Auster

*****

BİR KADININ KADERİ...

Bilir misin ne zordur severek yaşamak... Ona benimsin deyip sarılamamak...

Ne zordur hep yakın hissedip aslında ondan uzak olmak...

Can Yücel

***

Bazen önemli olmamalı gidecek olan yada gelmeyen... Çünkü bazen, başlaman gerekir her şeye yeniden...

Nazım Hikmet

***

Sesini hatırlamıyorum bile; ama söyledikleri hala aklımda... İlhan Berk

***

Salak! Hala kalkmış soranlara ‘ben ayrıldım’ dersin diyor... Öldürdüğü yetmiyor ya, bir de intihar süsü vermeye çalışıyor... Küçük İskender

***

Bakmayın etrafımda çok insan dolandığına; Sırılsıklam yalnızım aslında…! Edip Cansever

***

Unutamadığın kişi, daima senden uzakta olandır… Chuck Palahniuk

***

Beni sev ya da benden nefret et, ikisi de benim yararıma; seversen hep kalbinde olurum, nefret edersen hep aklında. Aragon

***

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum; fakat asla ümitsizliği değil… Nazım Hikmet

***

“Aşkın en acımasız yanı; Ağzından çıkmaya cesareti olmayan sözlerin, yürekte fırtınalar koparmasıdır”.Louis Aragon

***

Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın... Mevlana

***

Yüreğinin gücü yetmiyorsa kırılan kalbi onarmaya, o zaman ne diye açıyorsun kalbini aşka… Gerataba

***

Kalbi kırmaya tek bir söz yeter; ama kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür, ne de bir ömür yeter. Bukowski

***

Bir kadının kaderi; sevdiği adamın ihanetiyle, sevmediği adamın sadakatı arasında çizilir.. Tolstoy

***

Acı veriyorsa geçmiş; geçmemiş demektir. Murathan Mungan

***

Beni mahveden şey; bana yalan söylemiş olman değil, sana bir daha inanmayacak olmam.. Victor Hugo

***

Defolu bir ‘mal’ olduğunu farkettim sonunda. Defolup gitmeseydin eğer, varamazdım farkına... Yılmaz Erdoğan

***

Birine yardım etmek istiyorsan sakın bir büyüklük yapıp akıl verme, Keza geriye kalan sana yetmeyebilir.. Dylan

***

İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri?.. Yoksa insan, büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri?.. Özdemir Asaf

***

Nasıl bittiyse bundan öncekiler, bu da biter... Bite bite sonunda ben de biterim... Olur biter!! Aziz Nesin

***

‘İlk görüşte aşka inanırım’.. Bunu yaşayan bilir... Çünkü aşkta ikinci görüş, hiç olmayabilir...

Can Yücel

*****

HAYAT MUTSUZLAR İÇİN UZUN; MUTLULAR İÇİN KISADIR...

Hayatın en hüzünlü anı, deli gibi sevdiğin insanın buna değmediğini gördüğün andır... Ve en büyük kaybın ona harcadığın zamandır. Paul Auster

***

Bir insanın sana neler verebileceği değil, Senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir.. Hegel

***

Git yada kal benim için farketmez. Çünkü zamanla anladım ki; ‘Varlığı bir şey kazandırmayanın yokluğu bir şey kaybettirmez’.. Dylan

***

Ne kadar seversen sev, asla belli etme sevgini... Çünkü sevdiğin kişi, sevildiği kadar üzecektir seni...’

Paul Auster

***

Çok defa terkedildim, ama üzülmüyorum çünkü bu kaderimdendir... Ama asla terkeden olmadım bu da benim karakterimdendir... William Godlam

***

Kadın, doğası gereği zayıftır; ama acıya en çok o dayanır. Kadının direncini kıran tek şey; hayal ettiği erkeğin boş çıkmasıdır. Paul Auster

***

Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması... Ne kötüdür ona an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması!.. Nazım Hikmet

***

İlk aşk ve son aşk arasındaki fark; İnsanın, ilk aşkını sonuncusu zannetmesi ve sonuncu aşkını ilk gözüyle görmesidir. Victor Hugo

***

Bazen öyle yorar ki aşk insanı, bıktırır hayattan.. Ve kapayınca gözlerini bir daha açmak istemez insan.. Cemal Süreya

***

Hiç kimseye değerinden fazla değer verme. Çünkü, ya onu kaybedersin ya da kendini mahvedersin.. Çehov

***

Asla bir salakla tartışmayın. Çünkü dışarıdan bakanlar, hanginizin salak olduğunu anlayamayabilir. Dylan

Herkesin anlayış derecesi farklıdır... Anlattığın her şeyi anlamalarını bekleme; Çünkü bu karşıdakinin kapasitesine bağlıdır... Bob Dylan

***

Hiç kimse bir gülümsemeyi satın alabilecek kadar zengin değildir; ama çoğu kimse gözden yaş akıtabilecek kadar ‘ucuzdur. Alfred Capus

***

Uzadüüzüntüye yakındır. Konfiçyus

***

Yaşamak sanatı bir giçine mümkün olduğu kadar iş sığdırmak değil, fakat O günü zevk, huzur ve neşe içinde geçirmenin yolunu bilmektir. Karin Room Senin en yakınında bulunan görevi yap; sonraki görevin o zaman berraklaşır. Goethe

***

Yapılan küçük işler, yapılması planlanan büyük işlerden herzaman daha iyidir. Georges Marschall

***

Planı olmayan insan, dümensiz gemi gibidir. Oesch

***

İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir. André Gide

***

Hayat mutlular için kısa, mutsuzlar için uzundur A. Polloius

***

Fakir, parası olmayan değil, aklı olmayandır. Hz. Ali ‘r.a’

***

Bir kez borca alıştın mı, sonra dilenirsin. Ernest Hemingway

***

Anlam kazanmak için hayata anlamlı bakmak gerekir, anlamsız bir bakış anlamsız bir hayatın simgesidir.

***

Her insanın hayatında 4 mevsimi vardır... Bu mevsimler insanın hayatını sonlandırır.

***

Aşk bazen acı bazen mutluluktur, önemli olan ikisini de kabullenmektir, kabul edemeyen kaldıramaz aşkın yükünü. (Nazlım Net’ten derlendi...)

Yazının devamı...

Canlı yayında rüşvet haberi ve gazeteciden istenen “borç!” para...

“Canlı yayında rüşvet alınması...

Canlı yayında alınan rüşvetin kameralarca canlı yayın esnasında tespit edilmesi...

Canlı yayında polisin rüşvet yapılan yere baskını...

Canlı yayında seri numaraları belirlenmiş paraları aldıkları kamerayla belirlenen devlet memurlarının yakalanması...

Tüm bunların; önceden yapılmış operasyonla değil, canlı yayında her an her şeyin altüst olabileceği bir ortamda, milyonlarca insanın gözleri önünde yapılması...

***

6 Aralık 2001 akşamı; “hanımefendi ve çetesi tarafından” MİT Müsteşarı’na; “Gazeteci’nin yaptığı haberler Türkiye’ye komünizmi getirecek...” diyerek kaldırtılmaya çalışılırken; SHOW Haber Merkezi’nde dünya televizyon tarihinin o güne kadar görmediği ve büyük olasılıkla bundan sonra da görmeyeceği bir yayın gerçekleşiyordu...

***

Gazeteci’ye yönelik başka derin operasyonlar bekleyen gazeteler; dünya çapındaki bu televizyonculuk başarısını “haberin büyüklüğüne karşın, ellerinden geldiğince küçülterek iç sayfalara gizlemeye çalışıyorlardı...”

***

İç sayfalarda gizlenmeye çalışılan haber; yine de şöyleydi;

***

“Canlı yayında rüşvete suçüstü

SHOW TV’de yayınlanan ‘Ateş Hattı’ programında, kendisini işadamı olarak tanıtan haber müdürü ile devletin iki memuru arasında geçen ‘rüşvet pazarlığı’ canlı olarak yayınlandı...

***

Yayın sırasında sözde işadamından seri numaraları alınmış paraları alan, biri eski Özel Kalem Müdürü şimdiki şube müdürü CK, diğeri ise TBMM’de çalışan memur ND, Mali Polis’in baskınıyla gözaltına alındı...

***

Show Haber Genel Yayın Yönetmeni Reha Muhtar’ın sunduğu ‘Ateş Hattı’ programı sürerken kurulan bağlantılarla rüşvet canlı yayında belgelendi...

***

Stüdyonun 30 metre ilerisinde kurulan bir büroda canlı rüşvet pazarlığı yapıldı...

***

Show TV Haber Müdürü Taner Dileklen ile Ankara’dan gelen iki rüşvetçi arasında ‘turizm teşvik belgesi’ alma karşılığında rüşvet pazarlığı yapıldı.

***

İki devlet memuru, Fransa’dan gelen bir işadamı olarak kendini tanıtan ve Antalya’nın Alanya İlçesi’nde arazisi olduğunu söyleyen Dileklen’den gizli kameranın konulduğu ofiste 100 milyar ile 200 milyar lira arası rüşvet istediler...

***

Pazarlık sırasında Meclis’te memur olan ND isimli kişi, “Siz beni ekonomik olarak rahatlatın ben sizin bütün sorunlarınızı çözeyim. Orman arazisi falan fark etmez. Biz sizin sorunlarınızı halledeceğiz” dedi...

***

Pazarlık sırasında bina dışında, ‘suçüstü’ yapmak için İstanbul Mali Polisi de hazır bekledi...

Pazarlığın ardından iki memura ön ödeme olarak seri numaraları alınmış 500’er milyon lira verildi...

***

Bunun ardından Reha Muhtar polisle birlikte pazarlığın yapıldığı yere girdi...

Rüşvet olarak verilen paraların seri numaralarını kontrol eden polis iki rüşvetçiyi kelepçeleyerek İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürdü...

***

Rüşvet pazarlığı Reha Muhtar’ın sunduğu Ateş Hattı programından canlı olarak yayınlandı...”

***

Televizyon tarihinin en imkansız haberini başararak Canlı yayında rüşvete suçüstü yapan Gazeteci ve ekibine; alt ay sonra operasyon yapılacak ve grubun üst düzey yöneticisi;

-“Bankalarımızı kurtaracak olan siyasi parti seni haberlerin başında görmek istemiyor...” diyecekti...

*****

ALINAN PARA “BORÇ İÇİN Mİ RÜŞVET OLARAK MI” İSTENMİŞTİ?..”

Gazeteci; “canlı yayında rüşveti belgelerken” o günlerde dünyada olmayan çocuklarına ve torunlarına bırakacağı bir gurur abidesini bırakıyordu...

***

Ancak o günlerde “hanımefendi”nin etki ajanları bütün güçleriyle işbaşındaydılar ve faaliyet gösteriyorlardı...

Bunlardan biri; Gazeteci’nin “Terketmiyor Milliyet beni Valery” dediği on yıllık gazetesi Milliyet’le yakından bağlantılıydı...

***

İlginç bir tesadüfle Hanımefendi’nin ünlü televizyoncu eşiyle aynı okuldan mezundu...

Gazeteci’yi ilk günden itibaren; “habercilik yapmamakla suçlar” onu itibarsızlaştırmak için, hiçbir fırsatı kaçırmazdı...

***

Gazeteci o sıralarda bunları yazan kişinin “Hanımefendi” grubuyla derin ilişkiler ağını bilmiyordu...

O; bunu yazan kişiyi sadece gazeteci! sanıyordu...

***

Bir gün; bunları gazetede yazan kişi; Gazeteci’ye telefonda önemli bir ödemesi olduğunu söyleyerek kendisinden borç istedi...

Gazeteci kimselerle borç harç ilişkilerine girmeyi sevmezdi...

Dostlukların, arkadaşlıkların bozulacağına inanırdı...

En darda kaldığı günlerde kendi de kimseden borç istememişti...

Gönülsüzlüğünü belli ederdi...

***

Ancak “yazar” olan kişiyle aralarındaki ilişki bir dostluk arkadaşlık ilişkisi değildi...

Biraz da resmi ve mesafeliydi ilişki...

-“Arada mesafe olması dezavantaj değil, avantaj... Böyle bir ilişkide sorun çıkmaz...” dedi ve borç istenen parayı banka üzerinden gönderdi “yazar”a...

***

Aradan bir ay geçti...

Gazeteci borcun söylendiği gibi bir ay içinde ödenmediğini gördü...

İki ay geçti...

“Yazar”a telefon açarak;

laf arasında “parayı gönderdin mi” diye sordu...

Sorarken bile utanıyordu...

“Yazar”;

-“Hayır daha göndermedim... Henüz toparlayamadım durumu” gibi, muğlak, göndermeyeceğini ima eden bir yanıt verdi “yazar”...

***

Şaşırıp kalmıştı Gazeteci...

“Eleştirel” yazan, Yazar; borç aldığı parayı ödemeyeceğini anlatmaya çalışıyor gibiydi...

Bunun ise tek bir anlamı vardı...

Yazar belki de borç diyerek bir nevi “rüşvet talebini” örtmek istemişti...

***

Bu kuşku Gazeteci’nin beynini kemiriyordu...

Aylarca banka hesabını kontrol etti; “yazar”dan borç parası döndü mü diye dikkatle takip etti...

Dönmemişti...

***

Bir süre sonra “yazar”ın sanki hiçbir borç istenmemiş gibi konuştuğunu görünce, üstelemekten vazgeçti...

Onun adına utanmıştı...

“Canlı Yayında Rüşvete Suçüstü” yapan Gazeteci’nin unutamayacağı “nişan”ı olmuştu bu kişisel olay...

***

O günden sonra bir daha; hiç kimseyle borç harç ilişkisine girmemeye yemin etti Gazeteci...

*****

“HANIMEFENDİ”NİN ETKİ AJANLARI...

O zamanlar NATO’da özel görevle çalışan “Hanımefendi”nin; ilginç bir şekilde “değişik siyasi görüşlerdenmiş gibi gözüken etki ajanları” olduğunu, çok sonraları fark etmişti Gazeteci...

***

Bunlardan bir “çocuk”; o günlerde “ulusal”cı takılıyordu; sonra her çevreye girdi çıktı...

Gazeteci; ilk günlerde “çocuk”un Hanımefendi’ye bağlı ajan kimliğini fark etmemiş; kendi manevi kızıyla Pazar günleri onu da “çocuğum sayılır” diye yemeğe götürmüş, manevi kızıyla tanıştırmıştı...

***

Gün geldi; “o çocuk” Hanımefendi’den aldığı talimatlarla; Gazeteci’yi ikiz çocuklarından ayırttırmak için; aylarca “yalan ve iftira dolu yazılar ve haberler” yazdı...

Gazeteci’nin babasının kalbi ve beyni; bu yazılara tahammül edemedi ve “beyin kanaması geçirerek”, sol tarafına felç indi...

***

Hanımefendi; yıllar önce yapılan bir röportajında kendisinin “korkak” olduğunu söylüyordu...

Yıllarca kendisini gizleyerek; “her çeşit etki ajanının arkasına saklanmasının” nedeni “korkaklığı mıydı yoksa üst düzey profesyonelliği mi” bilinmez; ancak aynı röportajda “ailenin kötüsü” olduğunu itiraf etmesi manidardı...

İnsanlar en çok kendilerini deşifre ediyorlardı...

Hanımefendinin ne kadar büyük ajan!!! olursa olsun; bilmediği gerçek işte buydu...

Yazının devamı...

Bundan sonra selamün aleyküm, aleyküm selam...

Hayatın bana öğrettiği her şeyi sadece üç sözcükle özetleyebilirim...

Her şey geçer...

Robert Frost

***

Bazen insanlarla aynı dilde konuşmayacağını fark edince, farklı dilde susmayı tercih edersin... Tagore

***

Ah şu yalnızlık...

Kemik gibidir...

Ne tarafa dönsen batar...

Cahit Zarifoğlu

***

Ne senden rüku artık, ne de benden kıyam...

Bundan sonra selamün aleyküm; aleyküm selam... Fuzuli

***

İnsanlar ikiye ayrılır...

Tanıdıkça büyüyenler...

Tanıdıkça küçülenler...

***

Anladım bu şehir başkadır...

Herkes beni aldattı gitti...

Yine kamyonlar kavun taşır...

Fakat içimde şarkı bitti...

Cahit Külebi

***

İnsan ruhunun bir parçası, hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz...

Anatole France

***

Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum...

Tezer Sözlü

*****

“BEN ŞİMDİLERDE HER ŞEYİ SANA BAĞLIYORUM İYİ Mİ?..”

Nefret ettiğin insanla iyi geçinme çabasına siz medeniyet diyorsunuz...

Ben sahtekarlık diyorum...

O yüzden geçinemiyoruz...

Bukowski

***

Hele bir de hasretlik oldu mu serde...

Sevdiğin başka yerde...

Sen başka yerde...

Orhan Veli

***

Her şey çok güzel giderken,

Çok güzele odaklanıp,

Her şeyin gittiğini farkedememiş...

Jack Kerouac

***

Kendilerini hür sanıyorlardı...

Oysa felaketler var oldukça kimse hür değildir...

***

Ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi?..

Cemal Süreya

*****

İNSANLARIN GERÇEK YÜZLERİNİ GÖSTERDİĞİ ANLAR...

Bazen susmak, söylenen bir sürü sözden çok daha fazlasını ifade eder...

Montesquieu

***

Kötü günlerin iyi tarafları da vardır... İnsanları tanırsın; özellikle yanında sandıklarını...

H. Murakami

***

Dünyaya bu çağda gelmiş olmak; teselli kabul etmeyen bir acı benim için...

A. Maalouf

***

İnsanların gerçek yüzlerini gösterdiği anlar...

-İşlerin kötüye gitmesi...

-Menfaatin bitmesi

-Ayrılık

***

Ucuz insanlara pahalı gelmen senin değil onların suçu...

Unutma ki insan, anlayana çok, anlamayana eksik görünür...

Hepsi bu...

Marquez

***

Bazı insanlar size sadık değildir...

Size olan ihtiyaçlarına sadıktır...

İhtiyaçlar değiştiğinde sadakatlar da değişir...

R. Will

***

İnsanlar seni çözemedikleri zaman, önyargılarını kullanır...

Dostoyevski

***

Eğer en güçlü noktanız, insanlara dostluk göstermekse, siz dünyanın en güçlü insanısınız...

Abraham Lincoln

***

Yaşamak

Ölmekten daha çok

Cesaret gerektirir

Bazen

Charles Bukowski

***

Bin sene de okusam...

Ne biliyorsun diye sorsalar bana;

‘Haddimi bilirim’ derim...

Mevlana

***

Bir kere yanlış trene bindiyseniz, koridoru kullanarak ters tarafa doğru yürümeyin...

Hiçbir faydası yoktur...

Nietzche

***

Öyle zaman olur ki,

Nereye gittiğin önemini yitirir...

Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir...

Tolstoy

***

Zamana güven, her şey unutulur...

Şu anda aklı başında davranmak, sonradan aklı başına gelmekten iyidir...

Dostoyevski

***

İnsan düşmekten değil; düşerse hadi kalk diyebilecek bir dost sesi duyamamaktan korkar...

Aldoux Huxley

***

Sadece şevkat iyileştiricidir...

Çünkü insanın içinde tüm hastalıklar sevgi eksikliğinden kaynaklanır...

***

Keşke insanlar düşündükleri şeyleri dosdoğru söyleselerdi... Ne çok can sıkıntısından kurtulurlardı...

Virginia Voolf

***

Günler git gide kısalıyor...

Yağmurlar başlamak üzere...

Kapım ardına kadar açık bekledi seni...

Niye böyle geç kaldın?..

Nazım Hikmet

***

Uzun zamandır insanları memnun etme çabasından uzak, sadece kendimi arıyorum...

Kafam da oldukça rahat...

Kinsun

*****

EDEP, BÜTÜN EDEPSİZLİKLERE SABRETMEKTİR...

Yıllar sonra öğrendim ki;

Bağırıp çağırmana gerek yok...

Sesini duymak isteyene bir fısıltın yeter...

Farid Farjad

***

Kursak diye bir yer var...

Heveslerim, hayallerim, sevdiklerim hepsi orada...

Can Yücel

***

Amacımız zarar vermekse güce ihtiyacımız var...

Diğer her şey için sadece sevgi yeterli...

Charlie Chaplin

***

Çünkü en zayıf olduğum yerden sınanmış, en hassas olduğum yerden vurulmuşum...

Nazan Bekiroğlu

***

Düşünebilen herkesin insan olması; insan olan herkesin düşünebildiği anlamına gelmiyor ki...

Sigmund Freud

***

Hiç şüphesiz yaptığım en doğru şey, kendini vazgeçilmez sanan insanlardan uzaklaşmam oldu...

Charles Bukowski

***

En gülünç olanı da;

İnsanların sizi eskisi gibi kullanamadığında, değiştiğinizi söylemeleri...

***

Bir zamanlar senin çirkinliklerin bile güzeldi...

Şimdi güzelliklerin bile çirkin...

***

Ertelenen umutlar kalbe zarar verir...

Kırık kalp, sakat bir vücuttan çok daha fazla zarar verir...

My Left Food

***

Dayanılmaz olan aslında yaşam değil insanlarmış...

Franz Kafka

***

Kötü günlerimde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim...

Frida Kahlo

***

İlk yapılan yanlışa kaza,

hata

Üçüncüsüne tercih denir...

Dostoyevski

***

Üşengeç değilsin...

Sadece mutsuzsun...

Ve mutsuz insanlar yorgun olur...

Hiçbir şey yapmak istemezler...

Charles Bukowski

***

Edep, bütün edepsizliklere sabretmektir... Mevlana

(Kelime Deryası portalından derlendi)

Yazının devamı...

Caner Erkin’in sakatlığı karşısında Beşiktaş ne yapacak?..

Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın dediği gibi üzerinde bir göz; bir nazar var mı bilinmiyor...

Ancak sürpriz bir şekilde Beşiktaş’ın bu sezon yaptığı en önemli transfer haline gelen Caner Erkin’in 6 ay sahalardan uzak kalacağı aşil tendonu sakatlığı; Beşiktaş için büyük talihsizlik olarak değerlendirilebilir...

***

Caner Erkin; sadece bir solbek değil; bir sol kanat oyuncusu çünkü...

Beşiktaş onun soldan yaptığı ortalarla, rakip defansı yoruyor; kimyasını bozuyor, rakibin sağ tarafını işlemez hale getiriyor...

***

Barcelona’dan alınan Adriano’yu, rahat rahat sol açık oynatan da Caner Erkin aslında...

Şenol Güneş; Caner’in varlığıyla; Adriano’yu sol kanadın önünde oynatarak; Beşiktaş’ın sol tarafını işlevsel kılıyor...

***

Caner Erkin’in sakatlığı, sadece bir sol bek sakatlığı değil; Beşiktaş’ın en işlevsel futbolcularından birinin takımdan kopması anlamını taşıyor...

***

Caner’in yokluğunu hissettirmemek için Şenol Güneş’in elinde birçok formül var gibi gözüküyor...

Bunlardan birincisi Caner’in yerine; bu sezon stoperde harikalar yaratan Tosiç’i koymak; Adriano’yu yine sol önde oynatarak, Brezilyalı stoper Rhodolfo’ya hak ettiği yeri açmak...

Akla en yakın formül bu...

***

İkinci formül; Adriano’yu sol beke çekerek; ileri üçlünün sol tarafında Abubakar’ın yanında Cenk Tosun’u oynatmak...

Çift forvete yakın bu formül Beşiktaş’ın Caner sakatlığına yönelik ilaçlarından biri...

***

Üçüncü formülü de var Beşiktaş’da Caner’in yokluğu için...

Napoli maçında çok iyi oynayan Necip, Atiba, Tolgay orta sahasını Oğuzhan’ın varlığıyla rotasyona tabi tutup; Talisca’yı sol kanada monte etmek de üçüncü formül...

*****

CANER’SİZLİK BEŞİKTAŞ’IN BAŞINI AĞRITABİLİR...

Her üç formül de; geçerli formüller ve Beşiktaş’ın Hocası Şenol Güneş bu formülleri maça ve rakibe göre deneyecek belli ki...

***

Ancak bu formüllerin hiçbiri; Beşiktaş’ın; Süper Lig’de değilse bile, Şampiyonlar Ligi’nde önemli bir güç kaybına uğrayacağı gerçeğini değiştirmiyor...

Caner’siz çıkılacak Napoli ve Benfica maçlarında; Beşiktaş Caner’i arayacak...

***

Beşiktaş; büyük avantaj elde ettiği Şampiyonlar Ligi grubundan; Caner’siz de çıkabilir...

Buna gücü var...

Ancak ondan sonraki turlarda ve aynı döneme denk gelecek şampiyonluk mücadelesinde Caner’sizlik Beşiktaş’ın başını ağrıtabilir...

*****

TOLGAY VE VELİ’NİN SAKAT GÜNLERİNDE MENAJERLERİN OZAN ISRARI...

Caner’in sakatlığı;

Beşiktaş’ın orta sahadaki iki dinamosu Tolgay ile Veli’nin sakatlığı günlerine benziyor...

***

O günlerde menajerler; Beşiktaş’a Ozan’ı transfer ettirmek için büyük çaba harcıyorlar... 6-7 milyon euronun Ozan’ın transferi için gözden çıkarılmak üzere olduğu haberleri geliyor...

***

Gazeteci o günlerde şöyle yazıyor;

“Beşiktaş’ın ihtiyacı Ozan Tufan değil... Orta sahada sakatlıktan çıkacak Tolgay ve Veli; Ozan’dan belki daha iyiler, daha kötü değil...

Ayrıca Atiba’nın yanısıra Sosa, Oğuzhan ve Necip’in varlığı bir emniyet sübabı... Beşiktaş; transfer kontenjanını Ozan’la değil; stoperle doldurmalı...

***

Nitekim Ozan transferinden Beşiktaş son anda vazgeçiyor...

Türkiye’nin en güçlü orta sahası “Oğuzhan-Atiba-Sosa” üçlüsü bu dönemin sonunda kuruluyor ve Beşiktaş’a Barcelona gibi futbol oynattırıyor...

***

Tıpkı o günlerdeki gibi; bugün de Beşiktaş’ın sol beke bir transfer yapması; gerçekçi değil boşu boşuna menajerlere yönelik para kaybı...

Caner; Nisan-Mayıs gibi, iyileşecek ve oynamaya başlayacak...

Beşiktaş iyi bir sol bek alacak olsa, sezon sonunda üç solbekten birini elden çıkarmak zorunda kalacak...

Almaz; vasat bir transferle idare ederse; gelen futbolcu Tosiç ve Adriano’nun varlığında takıma monte olamayacak...

*****

KANAT İÇİN GÖKHAN TÖRE DEVRE ARASINDA BEŞİKTAŞ’A GERİ DÖNMELİ...

Caner’in sakatlığından sonra; Beşiktaş para ödeyerek yeni transfere değil, kendi futbolcusuna sahip çıkarsa; büyük iş yapmış olacak...

***

Menajerler; geçtiğimiz sezon bir futbolcu konusunda kamuoyunda yanlış algı oluşturarak optik bir yanılsama yapıyorlar...

***

O futbolcu Gökhan Töre...

Beşiktaş yönetimi; Sosa ve Gomez’in kulüpte kalması için büyük çaba harcıyor... Ancak Gökhan Töre için pek bir çaba harcanmıyor...

Gökhan’ı daha transfer sezonunun başında, satın alma opsiyonuyla 3 milyon pounda West Ham’a gönderiyor...

***

24 yaşındaki Gökhan’ın kiralık gitmesiyle Beşiktaş bu sezon, maçlarının büyük çoğunluğunu Quaresma’yla tek kanat olarak oynamaya başlıyor...

Şenol Güneş, sol bek olan Caner ve Adriano’dan sol bek ve sol açık olarak yararlanma yoluna gidiyor ve sol tarafı böyle dolduruyor...

***

Caner’in sakatlığından sonra, bu formülün işlemesi olasılığı kalmıyor...

Caner gibi, rakip ceza alanına onlarca orta yapan bir sol kanadın olmaması; Kartal’ın kanatlarından birini sakat bırakacak...

*****

BEŞİKTAŞ’IN KANATLARI İÇİN GÖKHAN TÖRE QUARESMA İKİLİSİ...

Devre arası için; yapılacak Beşiktaş’ın yapacağı en iyi transfer; kendi futbolcusuna sahip çıkmak olur...

Gökhan Töre; Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi açıklardan biri...

Yetenekleri özel...

Quaresma’yla aynı mevki için rakip oldukları halde, arada sorun çıkartmayan ve yakın arkadaş haline gelen bir futbolcu Gökhan Töre...

***

Kanatlardaki etkinliği ve yetenekleri ile Beşiktaş’ta Caner’i aratmayacak tek futbolcu Gökhan Töre...

West Ham’da iyi günler geçirmiyor...

West Ham’ın Gökhan Töre’yi sezon sonu satın almayacağı kesin gibi...

***

Bu şartlarda kendi futbolcusunu devre arasında kadrosuna katmak; Beşiktaş için elzem...

Gökhan Töre ile Quaresma; Beşiktaş’ın kanatlarını tutulmaz hale getirir...

Gökhan Töre’yi yarın satmak istediğinde de Beşiktaş; West Ham’da oynamayan Gökhan Töre’yi değil, Beşiktaş’da oynayan Gökhan Töre’yi tercih etmek durumunda...

*****

ÜÇ GÖKHAN’LAR...

Gökhan İnler; Gökhan Gönül; Gökhan Töre...

Üç Gökhan da kalitenin ve yeteneğin sembolüdürler...

Beşiktaş gibi yüksek hedefleri olan kulüp için bulunmaz kaftandırlar...

Avrupa’da büyük hedefleri olan Beşiktaş; öz futbolcusu Gökhan Töre’yi acilen devre arasında takıma kazandırmalıdır...

Caner’in sakatlığındaki şerri; hayra çevirmenin formülü burada yatıyor...

Caner de geldiğinde; yeme de yanında yat tadında bir takım doğacak gibi görünüyor...

Yazının devamı...

Aziz Yıldırım-Ali Koç mücadelesi başlıyor... Ring 2018 kongresi için kuruluyor...

23 Ekim 2016 Pazar günü Gazeteci; Fenerbahçe Dosyası yazı dizisini;

“Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım-Ali Koç mücadelesi” şeklinde bitiriyor...

***

Ertesi günü; 24 Ekim Pazartesi gecesi; Ali Koç yıllardır hazırlandığı Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’na bundan sonraki seçimlerde aday olacağını resmen ilk kez açıklıyor...

***

Fenerbahçe’de uzun süredir köprünün altından akan sular; “Ali Koç’un Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’na adaylığını” resmen açıklamasıyla, köprünün üstüne çıkarak; şeffaflaşıyor, görünür hale geliyor, saydamlaşıyor...

***

Ali Koç’un açıklaması, 2018 yılındaki kongrede “Fenerbahçe Başkanlığı’nı istiyorum...” anlamını taşıyor...

Ali Koç; Aziz Yıldırım’a Başkanlığı kendi istediği şekilde bitirebilmesi için 1.5 yıllık bir süre veriyor...

***

2018 Kongresi Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe Başkanlığı’ndaki 20. yılına tekabül ediyor...

Ali Koç; Aziz Yıldırım’ın; Fenerbahçe’de 20 yılı sonlandırdıktan sonra, Başkanlığa aday olacağını açıklıyor...

***

Böyle yapmasının kendine göre haklı bir nedeni var...

Aziz Yıldırım; daha önce Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’nı bıraktıktan sonra, destekleyeceği tek adayın Ali Koç olacağını kamuoyunun önünde deklare ediyor...

***

Ali Koç; “ilk seçimlerde adayım” diyerek; bu sürenin sonunun 2018’de artık sona ereceğini söylüyor...

*****

AZİZ YILDIRIM’IN YARGITAY SÜRECİ NE ZAMAN BİTİYOR?..

Gazeteci; Aziz Yıldırım’ın; Başkanlığı kendi elleriyle Ali Koç’a teslim etmek istemediğini biliyor...

***

Aziz Yıldırım “Yargıtay’da kendisinin ve Fenerbahçe’nin şike davasında suçsuz olduğunun tescil edilmesini” istiyor...

***

Burada ilginç bir nokta var...

Yargıtay süreci uzun bir süreç...

2017 Mayıs’ına kadar kararın çıkmış olması beklense de; Yargıtay’a itiraz hakkı da mevcut...

İtirazın sonuçlanması iki yılı buluyor...

Bu şartlar atlında 2018 yılındaki Fenerbahçe kongresinde Aziz Yıldırım’ın Yargıtay sürecinin bitmesi pek mümkün değil...

***

Aziz Yıldırım “Yargıtay süreci bitip; benim ve Fenerbahçe’nin suçsuzluğu tescil edilene kadar” dediği için; 2018 kongresi kendisinin öngördüğü Başkanlığı’nın bitiş tarihi değil...

***

Gerçekte Aziz Yıldırım; Ali Koç’a halihazırdaki şartlarda Fenerbahçe kulübü Başkanlığı’nı devretmek istemiyor...

*****

AZİZ YILDIRIM’LA ALİ KOÇ ARASINDA YAŞANAN GERGİNLİK...

Aziz Yıldırım-Ali Koç ilişkileri ilginç zikzaklar içeriyor...

Aziz Yıldırım; ilk olarak Ali Koç’u kendi yönetimine çağırıyor yönetici olarak...

İkilinin ilişkileri başlarda, Fenerbahçe Başkanı’yla, Türkiye’nin en güçlü grubunun, Fenerbahçe aşığı şehzadesinin ilişkisi şeklinde başlıyor...

***

Aziz Yıldırım; Ali Koç; Ferit Şahenk; Murat Ülker gibi Türkiye’nin en zengin ve en güçlü ailelerinin Fenerbahçe aşığı çocuklarından; kulübe bir sinerji yaratmak için hamleler yapıyor...

***

Ülker grubu Fenerbahçe’nin basketbol şubesini şaha kaldırıyor...

Ferit Şahenk; Fenerbahçe futbol kulübünün transferlerine, sıcak para aktararak büyük yardımlar yapıyor...

***

Ali Koç ise; diğer iki grubun Fenerbahçe’li patronlarından farklı olarak; Koç soyadının kibrine kapılmadan; Aziz Yıldırım’ın Başkanlığı’ndaki yönetim kurulu üyeliğini kabul ediyor ve Yıldırım’ın Başkanlığı’nda çalışmaktan gocunmuyor...

***

Ali Koç; Ülker ve Doğuş grubundan ayrı bir çizgi izliyor...

-“Konu Fenerbahçe’yse, işimin yoğunluğu önemli değil her görevi alırım...” şeklinde bir politika takip ediyor...

*****

İKİLİ ARASINDA 1907 TRİBÜNÜ SORUNU...

Aziz Yıldırım ile Ali Koç arasındaki ağır tartışma da Ali Koç’un Fenerbahçe’de izlediği bu politikanın doğal yansımasından kaynaklanıyor...

***

Ali Koç; yıllar önce Fenerbahçe’ye 1907 derneğini kuruyor...

1907 Derneği zaman içinde; Fenerbahçe içinde; Ali Koç gibi zengin genç işadamlarının buluştuğu bir dernek, bir buluşma mekanı, bir aidiyet halini alıyor...

***

Şükrü Saraçoğlu stadında; 1907’nin özel tribünü oluyor...

1907 Fenerbahçe içinde; önemli bir güç merkezi halini alıyor...

***

Günlerden bir gün; Aziz Yıldırım 1907 tribünüyle ilgili, Ali Koç’a ağır eleştiriler yapıyor...

Olayın tanıkları; bu tür bir eleştiri bombardımanının bir yönetim kurulu üyesinin Ali Koç’a yapılmasının; ikili arasındaki ipleri tamamen kopardığını düşünüyor...

***

Beşiktaş kulübünde yöneticilik yapan Gazeteci; ise olayı şöyle görüyor...

Her kulübün göreve gelen yeni yönetim kurulu; iki seçim sonra karşı karşıya gelecek iki başkan adayının ilk buluşma yeri olur...

***

Bütün başkanlar; bir zamanlar yönetim kurulunda üye olanlardan çıkarlar...

Aziz Yıldırım futbol şubesi sorumlusuydu bu işlere ilk başladığında Metin Aşık’ın başkanlığında...

***

Efsane Başkan Süleyman Seba eski yönetimin futbol şubesi sorumluluğundan gelmişti...

Dursun Özbek ikinci başkandı...

Yıldırım Demirören futbol şubesi sorumlusuydu...

Fikret Orman staddan sorumlu yöneticiydi Serdar Bilgili’nin yönetiminde...

***

Yönetim Kurulları geleceğin Başkanları’nı üretir...

Yönetim Kurulu’ndan geçmeden, Başkan olmak zaten prosedüre göre mümkün değildir...

Her yönetim kurulu, aslında yeni Başkan adayları savaşının ilk buluşma arenasıdır...

***

Ali Koç; dışarıdan destek olmakla kalmayıp, yönetime girdiği gün; Fenerbahçe’ye Başkan adayı olacağını deklare ediyor kulüplerin yönetim ritüellerine göre...

Aziz Yıldırım ve Ali Koç...

Fenerbahçe’nin tarihinin en ilginç seçim atmosferine 1.5 yıl öncesinden giriyor...

Ekim 2018’de...

Yazının devamı...

Fenerbahçe; hiçbir zaman sadece Fenerbahçe değil...

Fenerbahçe...

Gazeteci’nin hayatında “ailesinden ilk duyduğu kulübün” adıydı...

Altı yaşında Beşiktaşlı olurken, esasen Fenerbahçe’den gelen aile genetiğinden koparak Beşiktaşlı oluyordu...

***

Gazeteci’nin gözünde; “Fenerbahçeli aile genetiğinden koparak gelinen Beşiktaş” ne kadar önemliyse; aile genetiğinin “sevmesi için beynine ilk kazıdığı kulüp olan Fenerbahçe” bir zıtlaşma ilişkisinin varoluşçuluğunda; Gazeteci’nin her zaman “özel merakla içindeki gelişmeleri dikkatle izlediği bir kulüp” olmuştu...

***

Fenerbahçe; hiçbir zaman sadece Fenerbahçe değildi...

Fenerbahçe; Türkiye’deki güç ve iktidar ilişkilerinin, tam merkezinde konuşlanan; “parayı ve gücü en fazla elinde bulunduranların” dönemsel olarak Başkanlığına geldiği ya da getirildiği bir kulüptü...

***

Gazeteci çocukluk yıllarından itibaren dönemin en güçlü şahsiyetleri; Faruk Ilgaz, Emin Cankurtaran, Ali Şen, Metin Aşık, Tahsin Kaya, Güven Sazak ve nihayet Aziz Yıldırım’ı Fenerbahçe kulübü başkanı olarak görmüş ve yaşamıştı...

*****

FENERBAHÇE VE MEDYA...

Fenerbahçe’nin Türkiye’yi yöneten gücüne; şahit olma dönemi ise; SHOW Haber’i yönetirken gerçekleşmişti...

SHOW TV’de spor servisini Şansal Büyüka-Can Tanrıyar ikilisi yönetiyordu...

***

Şansal Büyüka, hasta Fenerbahçeliliğiyle bilinen efsane spor müdürü Namık Sevik’ten sonra; yine bir Fenerbahçeli olan Nezih Alkış’la birlikte Milliyet’e spor müdürü olan ünlü bir gazeteciydi...

Güneş gazetesi deneyiminin ertesinde televizyona geçmiş ve Türkiye’nin en ünlü spor anchorman’i olmuştu...

***

Her şeyiyle gazeteciydiler Şansal Büyüka da Can Tanrıyar da...

İliklerine kadar hemen hemen...

Ancak Gazeteci; Türkiye’nin ünlü gazetelerinde görev yapan spor medyasının, neredeyse tüm spor müdürlerinin Fenerbahçeli olduklarını fark etmişti...

***

Gazetelerin bir numaralı ismi olan genel yayın yönetmenleri Galatasaraylı ve Beşiktaşlı olabiliyordu...

Gazetelerin patronları Beşiktaşlı ve Galatasaraylı olabiliyorlardı...

Ancak; bir gerçek hiç değişmiyordu...

Spor müdürleri ilginç bir şekilde hep Fenerbahçeli oluyordu...

***

Ancak Gazeteci; yedi yıla yakın bir süre beraber çalıştığı Şansal Büyüka-Can Tanrıyar ikilisinden daha önemli bir şey öğrenmişti...

Fenerbahçe’deki ilişkiler ağı; Türkiye’nin güç odaklarının ilişkiler ağının bizzat kendisiydi...

*****

KENAN EVREN; “MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ’NDE FENERBAHÇE AĞIRLIKTA...”

Galatasaray; lisesi, üniversitesi ve “establishment”taki gücüyle; uluslararası arenada etkili bir güçtü...

Fenerbahçe ise ulusal çapta; iktidarın merkezindeki güçtü...

***

12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’e darbeyi yaptıkları günlerin hemen ertesinde “Milli Güvenlik Konseyi’nde çoğunluğun Fenerbahçeli olduğunu” söyletecek kadar etkili bir güçtü...

***

12 Eylül darbesinin lideri; “Fenerbahçe’den güç almaya çalışıyordu...”

Milli Güvenlik Konseyi’nin Fenerbahçeli ağırlıklı olduğunu söylemesinin nedeni buydu...

Fenerbahçe’den güç alıyordu; 12 Eylül gibi; en güçlü darbenin lideri...

*****

FENERBAHÇE BAŞKAN ADAYLIĞI İÇİN POTANSİYEL ADAYLAR; ALİ KOÇ... FERİT ŞAHENK... MURAT ÜLKER...

Gazeteci; Şansal Büyüka-Can Tanrıyar yönetiminde; Fenerbahçe kulübünün başkan düzeyindeki ilişkilerinin haritasını çıkartıyor; Türkiye’nin güç merkezlerinin coğrafyasında Fenerbahçe’nin inanılmaz ağını görüyordu...

***

Üzerinden yıllar geçtiğinde 2016 Türkiye’sinde; Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın yerine geçecek potansiyel adaylar listesinde yer alan isimler şöyleydi... Ali Koç; Koç Holding...

Ferit Şahenk; Doğuş Grubu

Murat Ülker; Ülker Grubu...

***

Türkiye’nin finansal ve siyasal; en güçlü üç grubunun patronlarının isimleri; Fenerbahçe’ye potansiyel Başkan adaylarının ilk sırasını teşkil ediyordu...

Başka söze hacet yoktu...

*****

AZİZ YILDIRIM-ALİ KOÇ REKABETİ...

Gazeteci 2016-2017 sezonunun Mayıs ayına denk düşen son günlerinde Fenerbahçe’de kaçınılmaz bir mukadderat sonucu; Aziz Yıldırım-Ali Koç karşılaşmasının olacağını görüyordu...

***

Aziz Yıldırım yıllar önce; Ülker grubuna basketbolu verdiği gibi; Koç grubunun çocukluğundan beri Fenerbahçe’yle yatıp kalkan şehzadesi Ali Koç’u Fenerbahçe yönetim kurulu üyeliğine getirerek, kulüp için bir sinerji yaratmak istemişti...

***

Ali Koç; 1907 Fenerbahçeliler derneğinin kurucusuydu...

Aziz Yıldırım’ın düşündüğü sinerjinin ötesinde; Başkan olmayı düşünen bir Fenerbahçeliydi...

***

Gün gelip Fenerbahçe’ye başkan olmak isteyeceği aşikardı... Aziz Yıldırım, 18 yıldır Fenerbahçe’nin başındaydı...

Mayıs ayında 19. yılı dolacaktı...

Aziz Yıldırım zamanında Fenerbahçe 6 şampiyonluk elde etmişti... Tesisleşmede önemli başarıları vardı Yıldırım’ın...

***

Fenerbahçe için her şeyi yapacak derecede bir Fenerbahçe’liydi... Futbolun; futbol dışına kaydığı günlerde Türkiye’nin en güçlü futbol figürüydü... Ancak Türkiye’yi ele geçirmek isteyen güçlerin de tasfiye listesinin bir numaralı hedefi olduğu belliydi...

***

Şike davasında telefon tapelerinin gerçek olduğu kadar; Aziz Yıldırım’ın “Fenerbahçe’den tasfiye edilmek istemesi de bir o kadar gerçekti...”

***

Aziz Yıldırım; bu sürece kimselerin direnemeyeceği kadar güçlü direndi...

Hapse girdi; ancak Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’nı terk etmedi... Davalara girdi; müebbetle yargılandı, ama Fenerbahçe kulübü başkanlığından vazgeçmedi...

***

Ali Koç bir dönem yöneticisiydi Aziz Yıldırım’ın... Çok yakınlardı...

Ancak gün gelecek; bu yakınlık yerini tartışmalara, uzaklaşmalara, küslüklere ve mesafelere bırakacaktı...

---

(Devamı Salı günü)

Yazının devamı...

Kadınların içgüdüleri doğruyu söyler...

Eğer “değer“lerini, “diğerlerinden” ayıramıyorsan “meğer“lerini bir cebine koy; “keşke“lerini öbür cebine...

***

ABD’de yaşanan dev kasırgalara, “ev, araba ve ne varsa götürdüğü için” kadın isimleri verilir...

***

Revolver şöyle der:

En büyük düşman; kendi algımız, kendi cehaletimiz, kendi egomuzdur...

***

Hissettiren insanlar bağımlılık yapar...

***

Seni doğru adrese; hislerin, cesaretin ve kararlılığın götürür...

***

Bir insanın kafatasını kırmak için, yaklaşık 230 kiloluk baskı gerekir...

Kalbini kırmak için ise “tek kelime...”

***

Osmanlı İmparatorluğu 192 defa savaş yapmıştır... Bu savaşların 26’sını kaybetmiş, 11’inde netice alamamış, 155’ini kazanmıştır...

***

Hiçbir şeyde; her şeyi bulurlar...

Yetişkinler her şeyde hiçbir şey bulamazlar...

***

Sınavlara geç çalışmaya başlamak; size zaman yönetimini öğretir...

Acil durumlarla başa çıkma yeteneğiniz gelişir...

***

Fazla ısrar etmeyeceksin... Elinden geleni hakkıyla yapıp, bekleyeceksin...

Vazgeçeceğin noktayı iyi bileceksin...

***

Afrika’nın güneyinde 20 milyon tonluk petrol rezervi bulundu...

Afrika’ya her an “demokrasi!” getirilebilir...

***

Pahalı parfümleri bir kenara bırakın...

“güven” kokmalı...

***

Akıllı bir erkek dünyanın en güzel kadınını değil; en güzelleştiren kadınını sever...

***

Freud’a göre, sinirlenince ağlayan insanlar, daha içten ve güvenilirdir...

***

Kadınların içgüdüleri yüzde 88 oranında doğruyu söyler...

***

Dünyayı 3 “elma” değiştirdi...

Havva’nın elması... (Sonun başlangıcı)

Newton’un elması (1687)

Steve Jobs’un elması (1976)

***

Dünya tuhaf bir yer...

Biri acı çeker...

Diğeri o acının fotoğrafını çeker...

Milyarlarca insan o acıyı sadece izler...

***

En güvendiğiniz insanın yaşattığı hayal kırıklığını, affedersiniz...

Ama unutamazsınız...

***

Victor Hugo’ya göre;

bir kadınla iyi bir erkek hiçbir zaman birlikte olmaz...

Kadınlar kötü erkeklere aşık olup; iyi erkeklerle dertleşirler...

***

Sizi sürekli başka birisine dönüştürmeye çalışan bir dünyada; kendiniz olabilmek büyük bir başarıdır...

***

Kirletemediği tek şey;

kalbindeki ‘vicdan’dır...

***

Geçmişteki acılarına gülümseyerek baktığın an “büyümüşsün” demektir...

***

İstatistiklere göre, kadınlar sordukları soruların yüzde 70’inin cevabını biliyor...

Bu yüzden bir kadın size soru soruyorsa; doğruları söyleyin...

***

Bir insanın en çok acı çektiği an; içten içe üzüldüğü, ama bunu kimsenin fark etmediği andır...

***

7 tepeli şehir İstanbul’da...

Bahsi geçen tepeler;

Sarayburnu...

Nur-u Osmaniye...

Beyazıt...

Fatih...

Edirnekapı...

Sultanselim...

Ve Kocamustafapaşa’dır...

***

Amaçsız insanlar...

Enerjinizi tüketir...

Vizyonunuzu daraltır...

Motivasyonunuzu azaltırlar...

***

Sevdiğiniz birine sarıldığınızda vücut oksitoksin hormonu salgılar...

Bu hormonun eksikliği depresyona girmenin en belli başlı nedenidir...

***

Aldatmak ve yalan söylemek bağımlılık yapan davranışlardır...

Bir kere aldatan veya yalan söyleyen insan devamı getirecektir...

***

(Her gün 1 Yeni Bilgi profilinden ironik ve muhteşem sözler)

*****

ZENGİNLİK

Zenginlik sabahları poğaça yiyebilmektir...

Zenginlik merdivenleri yardımsız çıkabilmektir...

Pencereden bakıp, yoldan geçenleri görebilmektir ve hissedebilmektir...

Her akşam kendi kapını kapatabilmek... Saçının okşandığını hissedebilmektir...

Kolundaki saatin şimdiyi göstermesidir...

Güzel günler yaşayabilmek, güzel günler bekleyebilmektir...

Bazen bir tabak makarna...

Bazen iki tane domates; bir taze ekmektir...

Zenginlik varlığından mutluluk duyabildiğin her şeydir...

*****

BABAM

5 yaşında: Babam her şeyi biliyor

***

10 yaşında: Babam çok şeyi biliyor...

***

15 yaşında: Ben de babam kadar biliyorum...

***

20 yaşında: Muhakkak ki, babamın öyle çok fazla bildiği yok...

***

30 yaşında: Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak...

***

40 yaşında: Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor...

***

50 yaşında: Babam her şeyi biliyor...

***

60 yaşında: Babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim...

*****

TÜRK ERKEKLERİNDEN DUYAMAYACAĞINIZ SÖZLER...

Önemli değil...

***

Hadi diziyi seyredelim...

***

Birlikte alışverişe çıkmayı özledim...

***

Sadece salata yiyeceğim...

***

Galiba yanlış yola saptım; birine soralım...

***

Hazır ayaktayken, sana da bir çay koyayım...

***

Seninle sohbet etmek varken; niye gazete okuyayım ki?..

***

Karar veremiyorsan ikisini de alalım...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.