Şampiy10
Magazin
Gündem

Baba filminin efsane replikleri...

“SAKIN BANA MASUM OLDUĞUNU SÖYLEME... BU BENİM ZEKAMA HAKARETTİR...”

Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım...

Don Vito Corloene

***

Dostlarını kendine yakın tut... Düşmanlarını dostlarından da daha yakında tutmaya bak...

Don Vito Corloene

***

Dostluk ve para, zeytinyağı ve su gibidir...

Don Vito Corloene

***

Ailesiyle vakit geçirmeyen adam; gerçek bir adam değildir...

Don Vito Corloene

***

Eli çantalı bir hırsız (avukatları kastediyor), eli silahlı bir hırsızdan daha çok çalar...

Don Vito Corloene

***

Para silahtır; ama siyaset tetiği ne zaman çekeceğini bilmektir...

Lucchesi

***

Sakın bana masum olduğunu söyleme, bu benim zekama hakarettir...

***

En zengin insan,

en güçlü arkadaşlara sahip olan insandır...

Altobello

*****

“DÜŞMANLARINDAN NEFRET ETME; BU SENİN YARGILAMA YETİNİ ETKİLER...”

Düşmanlarından nefret etme...

Bu senin yargılama yetini etkiler...

Micheal Corleone

***

Eğer oğlumun başına bir kaza gelirse veya bir polis onu vurursa ya da kendisini hücresinde asarsa, hatta kafasına yıldırım bile düşse, bu salondaki bazı kişileri suçlarım...

Ve o zaman affetmem...

Don Vito Corleone

***

Don Corleone; kızının düğününe beni de çağırman benim için büyük bir şeref... Umarım ilk çocukları erkek gibi erkek olur...

Luca Brasi

***

Kadınlar ve çocuklar dikkatsiz olabilir...

Ama erkekler dikkatli olmak zorundadır...

Don Vito Corleone

*****

“SEN BENİM ABİMSİN AMA FREDO...”

Fredo; Sen benim abimsin ve seni severim...

Ama sakın bir daha aileye karşı olan birisinin tarafını tutma!.. Sakın!..

Micheal Corleone

***

Sicilya’da kadınlar, tabancadan bile tehlikelidir... Calo

***

Celemenza: ‘Tamam diyelim ki ikisini birden vurdun...

Sonra ne yapacaksın?..

Micheal: ‘Oturup yemeğimi bitireceğim...’

*****

“BİR KUKLA OLMAYI REDDETTİM...”

Tüm bu işlerle; Santino (büyük ağabey) uğraşacak diye düşünürdüm...

Ve Fredo... Fredo da iyi olurdu...

Ama senin bulaşmanı asla istemedim Micheal...

Tüm yaşamım boyunca çalıştım...

Aileme bakmak için yaptığım işlerden dolayı özür dilemem...

Ve; kodamanların tuttuğu iplerle oynatılan bir kukla olmayı reddettim her zaman...

Kimseye özür borcum yok...

Benim seçtiğim yol bu...

Ama düşünüyorum da...

Sen yapabilirdin...

Belki sen de o ipleri tutanlardan biri olabilirdin Micheal...

Senatör Corleone; Vali Corleone falan olabilirdin...

Olmadı yapamadım Micheal...

Don Vito Corleone

Yazının devamı...

Twitter hesabım hackleniyor...

Son on yıldır yaşadığım şeyler; bende tek bir duygu uyandırıyor...

-“Bu ülkede başıma her an her şey gelebilir” duygusu bu...

***

Mesleğimden olabiliyorum...

İşimden olabiliyorum...

Gayet rahat ve kolay bir şekilde iftira atılabiliyor bana...

Psikolojik savaş yapılabiliyor üzerimde...

Linç edilebiliyorum...

Defalarca ve hunharca...

***

Evim sayısız kereler soyulabiliyor...

Hırsızlar; bütün kişisel bilgilerimi kasayı sökerek götürebiliyor...

Bilgisayarlar sayısız kez çalınıyor;

Yeni toplanan bilgiler var mı diye kontrol ediliyor...

Bütün banka hesaplarım, kişisel notlarım, çocuklarımla, annemle babamla fotoğraflarım, özel sakladıklarım benden götürülüyor...

*****

GECE YARISI EKSPRESİ Mİ GAME FİLMİ Mİ?..

On yıl önce Sabah gazetesinde iki yıl boyunca köşe yazıyorum...

Sabah gazetesinden ayrılıyor; Vatan gazetesine geçiyorum...

Sabah gazetesindeki yazılarım; ben ayrıldıktan sonra; internet portalından çıkartılıyor...

Hayret ediyorum...

Gazetenin ayrılmama sebep olan Genel Yayın Yönetmeni, “geçmiş yazılarıma bile tahammül edemiyor...”

Gazetenin “resmi arşivini bile tarumar etmekten çekinmiyor...

Bu kural tanımaz cüret karşısında hayrete düşüyorum...”

***

Derin merkezlere musallat olan kontrgerilla tipi; çıkar çeteleri, kendilerini “her türlü hukukun ve yasanın üzerinde görüyor...”

***

On yıla yakın bir süre Vatan gazetesinde yazı yazıyorum...

Bir süre önce, bir yazımı araştırırken; o yazı ve benzer yazıların silinmiş olduğunu görüyorum...

Ağzım bir karış açık kalıyor...

***

Google’da Vikipedia’ya giriyorum...

Hakkımdaki resmi bilgilere bakıyorum...

Yalan yanlış, hiçbir doğruluğu olmayan “bilgi kirliliğiyle” karşılaşıyorum...

***

Kontrgerilla çetelerin; kendilerinden olmayan, kendi yönetimlerine girmeyen insanlar hakkında “yalanlarla dolu bir tarih yazdıklarına”, o insanlar için itibarsız bir algı yarattıklarına şahit oluyorum...

***

İşime el atıyorlar...

Çocuklarıma ve aileme el atıyorlar...

Mesleğime el atıyorlar...

Kişisel bilgilerime el atıyorlar...

Kasamı alıp götürüyorlar...

Evimin içine el atıyorlar...

Yazılarımı yok ediyorlar...

Bilgisayarımı çalıyorlar...

Telefonlarımı çalıyorlar...

İçindeki bilgileri kopyalıyorlar...

Banka hesaplarıma operasyon yapmaya çalışıyorlar...

Bunların hepsini yapacak cüreti, kendilerinde buldukları bir düzenin içinde yaşadıklarını sanıyorlar...

***

Kişisel, ailesel, mesleksel, sosyal hayatımın dört bir yanına açık tecavüz, çetelerin çalışma biçimi...

***

Dün en son twitter hesabımın hack’lendiğini fark ediyorum...

Can Ataklı’nın sitesini hack’leyip, ondan bana bir mail gönderip; benim sitemi hack’liyorlar...

*****

NEDEN KORKUYORLAR ACABA YAZILARDAN?..

Twitter hesabını açarken; yanımdaki arkadaşlarım;

-”Her gün birkaç twit at... İsmin biliniyor... Kısa zamanda twitter hesabın milyonlarla ölçüşen rakamlara ulaşır...” diyorlar...

***

-“Hayır...” diyorum...

-“Ben milyonlarca insana hırgür laf yetiştirmek için bu hesabı kurmuyorum...

Günlük yazılarımı paylaşmak için açıyorum hesabı... Yazılarımı okumak için açsınlar... Başka twitlere ihtiyacım yok...”

***

Böylece; sadece günlük yazılarımı her gün okuyanların, yazılarla haşır neşir olanların izlemeye aldığı twit hesabı haline geliyor hesabım...

***

Yazılarım dışında, kimseyle hiçbir iletişimde bulunmuyorum...

Son aylarda; medyayı yıllardır altüst eden derin merkezlere musallat kontrgerilla çetesinin, yaptıklarına yer veriyorum zaman zaman...

***

Günün olaylarını ve insanları anlatırken; flashback’lerde geçiyor, çetenin Türkiye’yi ve medyayı kasıp kavuran ağır suç kapsamındaki cürümleri...

***

Yazılarımda; günlük siyaset yazmıyorum...

Küfür etmiyorum...

Onunla bununla dalaşmaya girmiyorum...

Medya perspektifinden, yaşamı, geçmişten itibaren olayları ve insanları anlatıyorum...

***

Yazılar; birilerini rahatsız ediyorlar...

Yazıların, insanları, hayatı ve olayları deşifre etmesinden, derinlere musallat olanlar korkuya kapılıyorlar...

***

Korkuyu duymalarının haklı bir nedeni var...

Dünyanın çağdaş; medeni toplumlarında; bu kadar kaba saba cinayet girişimleri; böylesine seri katil cüreti, ‘demokrasi ve insan hakları adı altında’ yapılamaz...

***

Çetelerin yöneticileri; kendilerini gerçekte, insanların özel hayatlarına gadreden; kaba saba birer tecavüzcü, ya da insanları en acımasız yöntemlerle temizleyen seri katil olduklarını göstermek yerine; “Batılı değerleri benimsemiş, demokrasi ve insan hakları savunucusu, medeni insanlar gibi” gösterme sahtekarlığını sürdürüyorlar...

***

Bunlar çok büyük gazeteciler, paradigma kıran ustalar gibi lanse ediliyorlar...

Bu kişilerin; bunca gadri, zalimliği, hırsızlığı, cinayeti işlediğini kime söyleseniz; kolay kolay inandıramazsınız...

***

Gazete yazılarım silindikten...

Bilgisayardaki notlarım yok edildikten...

Özel dosyalarım çalındıktan...

Aile tarihim tahrif edildikten...

Meslek hayatım tersyüz edildikten...

İşim elimden alındıktan...

Varlığım başka bir şekle dönüştürüldükten sonra...

Şimdi de yazılarımı hack’liyorlar...

Onların insanlarla buluşmasını engellemeye çalışıyorlar...

***

Bir arkadaşım; “Midnight Express continues... (Gece Yarısı Ekspresi devam ediyor)” diye mesaj atıyor; hack’lenmeyi öğrendikten sonra...

***

Midnight Express devam ediyor; doğru...

Ama sanırım artık Midnight Express benim Gece Yarısı Ekspres’i olmamdan çıkıyor; onların Gece Yarısı Ekspres’i halini almaya başlıyor...

***

Günahsız, insanlara kurdukları korku tezgahının yarattığı canavar, gözünü artık onlara doğru çeviriyor...

Canavar; artık onları gözlüyor...

Gece Yarısı Ekspres’i, yeni bölümleriyle vizyona giriyor...

Yazının devamı...

Bir zamanlar gazeteciler vardı... Ölüm yıldönümünde Ufuk Güldemir’in hayatı...

Yaşam vasatlar için cennet; zeki, farklı, iddialı ve tutkulular için cehennemdir...

***

Zeki, farklı, iddialı ve tutkulu insanları vasatlar sevmez, çünkü onlar kendilerinden değillerdir...

***

Vasat dayanışmaların içine alınmaz o insanlar; yalnız kalmaya mahkum bırakılır...

***

Kendileri gibi, iddialı ve tutkulu insanlarla beraber olmaları da zordur o insanların...

Çünkü bir yerde birbirlerinin ayağına mutlaka basmak zorunda kalırlar...

***

Pelerin tipi yeşil bir paltosu vardı...

Onu giydi mi sisli Ankara’nın hava kirliliğiyle katmerlenmiş derin griliğinde “kim bu farklılık?” sorusunu uyandırırdı ...

***

Farklı olmayı severdi, sürüden olmayı kendine yediremezdi...

Sürüden olanı, sürüden davrananı, sürüdeki gibi konuşanı sevmez küçümserdi...

***

Bir gün yine çok heyecanlanmış dönüp bana, “bize çok iyi hayat yaşıyoruz diye bok atıyorlar” demişti...

-“Ama bilmiyorlar ki, her şeyi kaybetme riskini göze alıp hayata sıfırdan başlama cesareti gösterdik... Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır... Onlar kaybetmeyi göze alamadılar, onun için kazanamıyorlar...”

*****

RİSK ALIP, SIFIRI VE ZİRVEYİ GÖREN ADAM...

İkimiz de Ankara’da başlamıştık gazeteciliğe...

Gencecik yaşlarda ben Atina’ya, o Washington’a gitmiştik...

***

Ayrı ayrı gazetecilik yaptığımız merkezlerden İstanbul’a döndüğümüzde; bir karar vermemiz gerekiyordu...

***

Ya bildiğimiz yere Ankara’ya dönecek ya da İstanbul’da sıfırdan başlayacaktık...

***

Washington’dan geldiğinde Ufuk’un cebinde 30 doları vardı...

Cebinde hiçbir şeyi yokken, bildiği bir işi yaparak durumunu sağlamlaştırmak yerine, hiç bilmediği bir alana televizyon haberciliğine geçerek yepyeni bir maceraya atılmayı yeğledi...

***

Ben o günlerde bir öğle yemeği parasına televizyon programı yapmaya başlıyordum...

O cebindeki 30 dolarla televizyon haberciliğine sıfırdan başlıyordu...

***

-“Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır... Onlar kaybetmeyi göze alamadılar” diyordu...

***

Paralel kurgu inişli çıkışlı zikzaklarla giden hayatımız; bir gün çok önemli bir yerde çakıştı...

Dört ay geceli gündüzlü beraber çalıştık...

Birbirimizi kırmamak için, birbirimize aşırı özen gösterdik...

***

Hayatında beraber çalıştığı, birlikte olduğu çok fazla insan olmuştu...

Ölmeden önce son yazdığı mektupta da; “en güvendiği birkaç insanın içinde beni yazmıştı...”

***

Öldükten çok sonra öğrendim bu gerçeği...

İçim burkuldu, tuhaf oldum...

***

Sürüyü sevmezdi...

Sürüden olanları sevmezdi...

Sürüden gibi konuşanlardan hazetmezdi...

Herkesin yaptığının aksini yapmaktan zevk alırdı...

***

Böyle yaparak; zekasını sınıyor, zekasından keyif alıyordu...

***

Herkesin dediğini değil, kendi bildiğini yapmaktan tat alıyor, bu da onu farklılaştırıyordu...

***

Tıpkı gri Ankara’nın hava kirliliğine karışmış katmerli griliğinde, pelerin tipi yeşil paltosuyla farklılaştığı gibi...

*****

“BEN CENNETLİĞİM...”

Bir gün yine başbaşa dertleşirken, “ben cennetliğim” demişti...

***

Anlamamış “yine ne yumurtlayacaksın?” gibisinden suratına bakmıştım...

***

-“Bilemezsin neler çektiğimi... İnan bu yaşadıklarımın karşılığı cennette yerim hazır...” demişti...

***

Buna gerçekten inanmıştı...

Neler yaşamıştı da mekanının cennet olacağına karar vermişti?..

Sanırım şimdi yattığı yerden onu söylememi istemiyor...

***

Farklı, iddialı ve tutkulu insanlar yalnızdırlar... Vasatlar onları benimsemez...

***

Kendileri gibi olanlarla da mutlaka birbirlerinin ayaklarına basacaklarından çatışmak zorunda kalırlar...

Yalnızlığa mahkum olurlar...

***

Ufuk hayata yalnız başladı, yalnız yürüdü, zirveleri ve yerin dibini yalnız başına gördü...

***

Ama son yıllarında bilgelik gelmişti yüzüne ve ufkuna... Kendisi gibi tutkulu, iddialı ve farklı insanlarla iletişim ve etkileşim kurabilmeyi başarmıştı...

***

Kendi gibi olanlarla her zaman kavga etmek zorunda olmadığını fark etmiş bilgece bir değişimin altına imza atmıştı...

***

Bir, iki kişi hariç zamanında onun ayağına basmış olanları bile sağnak altında bırakmadı, medya patronu olduğu son günlerde onlara şemsiye oldu...

Dostluk elini uzattı...

***

Gözümün önünde “benim mekanım cennet” dediği bir bahar öğleden sonrası var... Ve ölmeden önce; gördüğüm, beyaz sakallı nur yüzlü gülüşü...

*****

“REHA’YA HABER VER... ONA OPERASYON YAPIYORLAR...”

Ufuk’la SHOW Haber’de beraber çalıştık... O Genel Yayın Yönetmenliği yapıyor; ben Ateş Hattı’nı hazırlıyordum...

***

Patronla anlaşamadı, bir gün aniden istifa etti...

Döndürtmek için patron nezdinde çok uğraş verdim... Olmadı...

***

Ratingleri çok yüksek olan programım, tatile giriyordu, birbuçuk aylığına bastım yurt dışına gittim...

Programa ara verdim...

***

Hayatımı etkileyecek olan olaylar ben yurt dışındayken cereyan etti; ve ben şartların metazorik zorlamasıyla; içimden hiç geçmezken, SHOW Haber’i yapmaya başladım...

***

Ufuk STAR’a, sonra Sabah gazetesine genel yayın yönetmeni olarak gitti...

Rakip olduk; bir gün düşman olmadık birbirimize... Sonra Habertürk’ü kurdu; medyaya patron oldu...

***

Etkili ve derin bağlantıları vardı...

Bir gün Habertürk’te yanında çalışan eski haber müdürüm Orhan Can’ın yanına gitti;

-“Reha’ya haber ver... Ona operasyon yapıyorlar...” dedi...

***

Yıllar sonra Orhan Can;

-“Abi sana Ufuk Abi’nin söylediğini telefonda anlatmaya çalıştım ama, sen anlayacak durumda değildin o esnada...” dedi...

***

Aradan yıllar geçse de, eski görevinde çalışan arkadaşını “gizli operasyondan korumak istemişti...”

***

Ne arkadaşını gizli operasyondan, ne kendisini vücudunu saran kanserden koruyamadı... Bir zamanlar Ufuk gibi gazeteciler vardı...

Yazının devamı...

Muhammed Ali... “Ben Amerika’yım...”

Başarı insanı yıldız yapar; karakter ise efsane...

Muhammed Ali

***

Kelebek gibi uçarım; arı gibi sokarım... Muhammed Ali

***

Hayal gücü olmayan insanın kanatları yoktur... Muhammed Ali

***

Seni tüketen önündeki tırmanılacak dağlar değil, ayakkabıdaki çakıl taşıdır... Muhammed Ali

***

Şampiyonlar salonlardan çıkmaz... Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal, amaç olan insanlardan çıkar...

Muhammed Ali

***

Rüyalarınızı gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır...

Muhammed Ali...

***

Ben Amerika’yım... Tanımadığınız yönüyüm Amerika’nın... Siyah, özgüvenli, kendinden emin...

Benim adım bu; sizin değil...

Benim dinim sizin değil... Benim amacım sizin değil... Alışın bana...

***

Ben bir dövüşçüyüm... Göze göz dişe diş karşılığa inanırım... Karşılık vermeyen adama saygı duymam... Köpeğimi öldürdüysen, saklansan iyi edersin... Muhammed Ali

***

Ben sigara içmem...

Ancak her zaman yanımda bir kibrit kutusu taşırım... Ne zaman bir günah işleyecek olsam kendime şöyle derim; ‘Ali sen daha bu küçük ateşe bile dayanamıyorsun... Cehenneme nasıl dayanacaksın?..’

Muhammed Ali

***

Hayat zor muydu?..

Cevap veriyorum,

Yaşadım... Muhammed Ali

*****

“ETRAFIMIZ O KADAR ÇİRKEFLE DOLU Kİ...”

Her insanın iki hayatı vardır...

Biri bildiğiniz vitrinlik...

Diğeri bilmediğiniz derinlik...

Oğuz Atay

***

Burası dünya...

Ne çok kıymetlendirdik...

Oysa bir tarla idi...

Ekip biçip gidecektik...

Cahit Zarifoğlu

***

Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki;

Temiz kalmak için tek çare kendi dünyamıza çekilmek...

Sabahattin Ali

***

Yalan öyle bir nüfuz etmiş ki insanların diline;

‘Doğruyu söylemek gerekirse...’ diye bir deyim var...

Dostoyevski

***

İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli...

İyi bir şiir okumalı...

Güzel bir tablo görmeli...

Ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemeli...

Goethe

***

Seni düşünmeyen, anlamak istemeyen, anlamazlıktan gelen insanlara yön değil, yol vermelisin...

Ts. Eliot

*****

HAYATIMDAN GİTMEYİ TERCİH EDENLER İÇİN, DÖNÜŞ...

Hayatımdan gitmeyi tercih edenler için, dönüş seferleri sonsuza dek iptal edilmiştir... Can Yücel

***

Oysa ne çok cümlem vardı benim...

Her şeye inat, yüreğimi ısıtan ne çok hayal...

Ahmet Haşim

***

Aldatan kişinin cinsiyeti ne olursa olsun; medeni hali şerefsizdir...

Aziz Nesin

*****

GERÇEK ORUÇ...

Gerçek oruç; sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur...

Hadis-i Şerif

***

Çok pahalı ödedim; inanmanın bedelini...

Nazım Hikmet

***

Kendine bak kendine...

Özüne sözüne benliğine...

İlgilenme kimseyle, kim ne yemiş, ne giymiş; bundan sana ne?..

***

Bir odanın kapısını kapatıp yalnız kalmak, her zaman hayatımın en güzel şeylerinden biri olmuştur... C. Bukowski

***

Ne adaletsiz bir dünya...

Kimi günahları ile yükseliyor...

Kimi iyilikleri ile kaybediyor... Shakespeare

***

Düşmanını sev; ama kara listeni güncel tut...

Paulo Coelho

*****

BAŞKALARINI ÇÖZMEYE ÇALIŞTIKÇA KENDİMİ DÜĞÜMLEMİŞİM

Başkalarını çözmeye çalıştıkça, kendimi düğümlemişim... Haberim yok...

Bukowski

***

Bana surat asma ey hayat!..

Misafirim sonuçta kalkar giderim... Özdemir Asaf

***

Nice umutsuz kapılar vardır açılmaz... Rabbimin kapısı büyüktür kapanmaz...

Sen umudunu kaybetme...

Rabbim kulunu bırakmaz...

Mevlana

***

‘İmkansız’ kelimesi; dünyalarını değiştirmeye cesaret edemeyen küçük insanların çok sık kullandığı bir kelimedir...

Muhammed Ali

***

Geceleri uyumayanların yolundan çekilin... f. Nietzsche

***

Beni hayal kırıklığına uğratan, kendimden başkası değil...

Franz Kafka

***

Eğer aç ve kimsesiz bir köpeği alıp bakar ve rahata kavuşturursanız sizi ısırmaz... İnsan ve köpek arasındaki temel fark budur... Mark Twain

***

Şimdiki anı yaşamıyorum...

Ya geçmişte; Ya da asla olmayacak bir gelecekte yaşıyorum... Irvin Yalom

***

En güzel deniz; Henüz gidilmemiş olandır... En güzel çocuk; Henüz büyümedi...

En güzel günlerimiz; Henüz yaşamadıklarımız... Nazım Hikmet

***

Zaman lazım sadece unutacaksın! Nasıl unuttuysan çocukluğunu... Kırılan oyuncaklarını...

Kırılan kalbini de öyle unutacaksın...

Cemal Süreya

*****

“İNSAN İYİLİĞİ KADAR TAŞLANIR...”

İnsan iyiliği kadar taşlanır...

Merhameti kadar dışlanır... Kulluğu kadar sınanır...

Yunus Emre

***

Tükür yüzüne celladın

Fırsatçının

Fesatçının

Hayının

Dayah kitap ile

Dayaniş ile

Tırnak ile diş ile

Umut ile

Sevda ile düş ile

Ahmed Arif

***

Biz cenneti hak edeceğiz...

Çünkü tüm yaşamımızı cehennemde geçirdik... Mar Adentro

***

Dostların ziyaretlerine yavaş git... Felaketlerine ise koşa koşa... Chilon

*****

“HAYATTA KALANDIR GERÇEKTE ÖLEN...”

Kalpleri birlikte çarpan, yıllarca birlikte ağlayıp gülen iki sevgiliden biri can verse, hayatta kalandır gerçekte ölen... Cemil Meriç

***

Hayata karşı ilk küskünlüğümüz; yanımızda sandığımız kişileri karşımızda görmemizle başlar... Anton Çehov

***

Lüzumsuzluk hissi bende tamamen yerleşmişti...

Benim bu insanlara ne lüzumum vardı... Sabahattin Ali

Yazının devamı...

Sadettin işe başladıktan hemen sonra...

Sadettin Teksoy, SHOW Haber’e başladıktan bir süre sonra; Galatasaray önce yarı final için Leeds’e gitti...

Kazanınca Arsenal’le final için Kopenhag’a gidecekti...

***

Leeds maçı öncesi Türkiye’de çıkan olaylarda iki İngiliz genci öldürüldü;

Deplasmandaki maç için; Leeds meydanından çok zor gerçekleşen bir yayın yaptık...

***

İngiltere’de öğrencilik yapmıştım...

İngilizleri ve huliganlarını bilirdim...

Nasıl davranılırsa, “olay çıkmadan yatışırlar” az çok fikir sahibiydim...

İki İngiliz gencin İstanbul’da öldüğü olayların hemen ertesinde Leeds meydanına gidip, yayın yapmaktaki cesaretin nedeni; “olay çıkmadan yatıştırabilirim” duygusuydu...

***

Hiç tereddüt etmeden İngiltere’de kiraladığımız en mükemmel canlı yayın aracını; Leeds meydanına kurdurmuştum...

***

Günlerce Leeds’ten yayın yaptık...

Ne huliganlarla, ne İngilizler’le hiçbir sorun yaşamadan evimize döndük...

Üstelik maçı kazanmıştık...

İngilizlerin; hem ölümlerden hem turu kaybetmelerinden çok gergin ve olay çıkartmaya meyilli olacakları günlerde, her şeyi sakince halletmiştik...

*****

SADETTİN TEKSOY VE SAKIP AĞA’YLA TİVOLİ MEYDANINDA...

Leeds’deki yarı final kazanılınca; Arsenal’le final oynamaya Kopenhag’a gidiyorduk...

***

SHOW Haber Merkezi’nin neredeyse yarısını Kopenhag’a götürüyordum...

Kopenhag’daki SHOW Haber’in ekran yüzlerini şöyle planlamıştım...

***

1) Sakıp Sabancı; Kopenhag’dan haberlerin sunumunda benimle birlikte olacaktı... Orada SHOW Haber adına çalışmayı kabul etmişti Sakıp Ağa...

2) Sadettin Teksoy;

Renkli uslubu, sıradışı sunumu, farklı ve yaratıcı televizyonculuğu ile, Kopenhag’dan esprili ve egzantrik konuları bulup haberleştirecekti...

***

3) Ömür Varol; Bay Kubidik, Pire Ferhat; Dev Adam Halil İbo ve Beton...

Bu altılı, Kopenhag’dan; çocuklara, kadınlara, gençlere hitaben; esprili haberler, renkli görüntüler, ilginç olaylar ve absürd vakalar bulup, kendi usluplarıyla montajlayıp gönderecekti...

***

4) Gazeteci-yazar Bekir Hazar... TGRT Haber Dairesi Başkanı’yken transfer ettiğim Bekir Hazar’dan ilginç ve egzantrik olaylardan haber yapan bir “gazeteci-yazar Bekir Hazar tiplemesi” çıkartmıştım...

***

5) En iyi kameramanlarımı, en iyi muhabirlerimi, birinci yönetmenimi ekibe almış; Tivoli meydanında; bütün Kopenhag’ın etrafında toplandığı bir canlı yayın merkezi kurmuştuk...

***

Üzerimizde öyle bir ilgi, canlı yayın merkezimizin önünde öyle bir izdiham vardı ki; Canlı yayın yaptığımız yerin güvenliği için Danimarka polisinden ricacı olmuş; kordonla yayını çevirmesini istemiştik... İzdihamdan etkilenmesin diye Danimarka polisi nöbet tutuyordu yayın aracımızın çevresinde...

*****

BAŞIMIZA GELEN MIDNIGHT EXPRESS FİLMİ...

Şimdi o güne kısa bir ara verip; olayın perde arkasına ışık tutacak bazı olayları arka arkaya sıralayalım...

***

1) 28 Şubat sürecinde Refah-Yol iktidarının düşmesinden sonra; Haziran 1997’de yönetimi devralan iktidar, tüm üst düzey devlet kadrolarına olduğu gibi, Milli İstihbarat Teşkilatı’na da tercih ettiği müsteşarı atıyor...

***

2) 30 Kasım 2000 tarihinde; zamanın MİT Müsteşarı ve yardımcısına; “SHOW Haber tehlikeli bir haber bülteni... Türkiye’ye yaptığı haberlerle komünizmi getirecek...” lafı perde arkasındaki bir çete tarafından söylettiriliyor...

Bunu söylettiren çeteye ben “hanımefendi” çetesi diyorum...

Ancak kamuoyunda çok bilinen bir markanın etrafında örgütleniyorlar yıllarca...

***

2) 6 ay sonra; Kopenhag’daki Galatasaray-Arsenal maçında huliganlarla Türk taraftarlar arasında kanlı olaylar çıkıyor...

İnanılmaz bir şekilde; olayların müsebbiplerinden biri olarak “Show Haber; Reha Muhtar ve Sadettin Teksoy” gösteriliyor...

***

Yalanın en komiği, iftiranın en katmerlisi, söylentinin en gaddarcası; SHOW Haber’in üzerine yıkılmaya çalışılarak; gazetelerde, suçsuz insanlar günah keçisi haline getiriliyor...

***

3) Bu operasyondan hemen sonra, üst düzey organize edilmiş beş iftira ve karalama operasyonu daha yürürlüğe sokuluyor...

Hepsinden amaç; “tehlike olarak göstertirilen haber bültenini sona erdirtmek” ve Türkiye’yi istedikleri şekilde yönetmek...

***

4) Gerçekleştirilen beş büyük operasyonun sonunda, Haziran 2002’ye geliyoruz...

Haziran 2002’de;

“Bankalarına el konulan medya grubuna; “Ya bankalar ya Show Haber Bülteni denilerek” altın vuruş yapılıyor, suçsuz ve günahsız gazetecilerin haber bülteni yapması engelleniyor...

***

5) Hiçbir suçu ve günahı olmayan Sadettin Teksoy; o günlerde; Kopenhag’da huliganları kışkırtan adam iftirasıyla linç ediliyor...

***

6) Korkunç kampanyaya karşın, Basın Konseyi’ne, elimdeki bütün belgeleri ve görüntüleri hazırlayarak gönderiyorum...

Basın Konseyi; uzun bir aradan sonra “benim suçsuz olduğuma” kanaat getiriyor; bunu karar haline getiriyor...

***

7) Zavallı Sadettin Teksoy, başına ne geldiğini bile anlamıyor...

Şaşırıp kalıyor...

Suçsuz günahsız haliyle, kuru iftira karşısında, ne dosya hazırlıyor, ne savunma yapıyor, ne de bu iftiralara cevap vermeyi aklından geçiriyor...

***

Bu işlerden o kadar uzak, öylesine farklı bir kişiliği var ki Sadettin’in; böyle bir mücadeleye girmesi mümkün olmuyor...

Basın Konseyi; şimdi “bir efsane olarak” tanıtımı yapılan Sadettin Teksoy’a, tarihi boyunca kayıtlarında utanç belgesi olarak kalacak bir ‘uyarı cezası’ veriyor... Linç yapanların, ağzına bir parmak bal çalmak için...

*****

6 YIL SONRA ÇIKAN BELGE...

Kirli operasyonlardan sonra;

Ben Show Haber’den ayrılıyorum...

Sadettin Teksoy mesleğe veda ediyor... 10 yıl boyunca köşesine çekiliyor ve hayatı ailesiyle yaşamaya çalışıyor...

***

6 yıl sonra ilginç bir olay oluyor...

Tarihi belge ve tanık bir anda ortaya çıkıyor... Kopenhag olayları sırasında ATV Haber Merkezi’nde muhabir olarak çalışan; Habertürk’ün anchor’lığını yapan başarılı televizyoncu Murat Ongun bana gönderdiği bir belgeyle “olayların başlama noktalarını bütün detaylarıyla ve tanıklarıyla” açıklıyor...

***

Belge ve mektubu şöyle Murat Ongun’un:

“İngiliz-Türk kavgasının nasıl başladığı saniye saniye ATV arşivlerinde vardır... Arşivinde diyorum, çünkü o olaylara Ali Kırca prensip olarak yayınlamamıştı...

***

Ben o günlerde ATV muhabiriydim...

Kameraman da Serkan Tahmaz’dı...

Kısaca anlatayım...

Yanımda sadece STAR’dan Gökhan Bedük ve kameramanı vardı... O sırada Tayyip Erdoğan barın bulunduğu sokağa gelince onlar onu takip etti... Ben bekledim... Meğer kavga çıkartmak isteyen Türkler aslında orada pusuya yatmış... Gazeteciler gitti zannettiler...

15-16 yaşlarında bir Türk gurbetçi çocuk, sırtında Türk bayrağı ile barın önüne geldi...

***

Bara sırtını döndü... Türk bayrağını göstererek adamlara el hareketi yaptı...

Alkollü olan bir iki İngiliz dışarı çıkıp çocuğa bira attı... Biralar doğal olarak bayrağın üzerine geldi...

Dövmesinler diye ben Türk genci kolundan tutup uzaklaştırdım...

O sırada cep telefonuyla birini aradı ve şunu dedi... -“Haydi hemen gelin... Bayrağa bira attılar...”

***

-“Ne yapıyorsun sen yalancı” dediğimde; ‘Seni de dövdüreceğim’ dedi ve kaçtı...

***

30 saniye sonra sayıları elliyi aşan bir Türk grup bara taarruzda bulundu ve ortalık karıştı...

***

İşte olayların başlangıcı böyledir...

Saniye saniye ATV arşivinde mevcuttur...

Bu konuda ben de çok yaralıyım...

Çünkü olaylar başladıktan 15 dakika sonra oraya gelebilen bir arkadaş, Türkiye dönüşü Savaş Ay’ın sunduğu A Takım Programında aynen şu yalanı söylemişti:

-“ATV kavgayı yayınlamadı, çünkü oradaki ekipleri haberi atladı... Orda yoktular...”

***

İşte böyle Reha Abi... Eski dostların bir dezenformasyona seni kurban etmiş...

Saygılar Murat Ongun...”

***

2006’daki bu belgenin gönderilmesinin üzerinden de 10 koskoca yıl geçti...

***

Ne hikmet-i ilahidir ki; o kadar başarılı bir televizyoncu olan Murat Ongun’un eli ayağı televizyonlardan çekiliverdi... Ongun bir daha doğru düzgün hiçbir televizyon kanalında ve programında görülmedi...

***

Başarılı anchorman’in son zamanlarda bir ilçe belediyesinin basın işlerinde çalıştığını duydum... Aradım ama kendisine ulaşamadım...

***

Dün; neredeyse 15 sene sonra Sadettin Teksoy aradı...

-“Bir teşekkür etmek için aramıştım...” dedi... Sesi onca haksızlığa ve gadre karşın; yine de umutlu çıkmak ister gibiydi...

-“Ne olur görüşelim...” dedi...

***

Londra’da; bana Midnight Express’i hatırlatan arkadaşlarıma; -“Siz ne diyorsunuz” demiştim...

“Sandığınız ya da o filmde gösterildiği gibi bir ülke değil Türkiye...”

İroniyle bakıp, gülümsemişlerdi bana...

Yazının devamı...

Sadettin Teksoy’a benimle olduğu için yapılan linç...

SADETTİN TEKSOY 10 YIL SONRA GAZETECİLİĞE DÖNERKEN...

Türkiye’de televizyonculuk ve gazetecilik; mesleki kıstaslarla değil, “derin bağlantılara musallat olmuş perde arkası çetelerin; savaş borsasına göre şekillenir...”

***

Nice yetenekli gazeteci, televizyoncu, derin merkezlere musallat olan gizli çetelerin; ‘medyayı yönetme ve dizayn etme ihtiraslarına’ kurban gitmiş, ne olduğunu anlayamadan çiğ çiğ yenmiştir...

***

Sadettin Teksoy böyle bir televizyoncu-gazetecidir...

Onda; vasatlar ülkesinin ezberini bozan bir yaratıcılık, insanı gülümseterek haber izlettiren bir ironi, duruşu sunuşuyla tamamen farklı bir televizyon karizması vardır...

***

Televizyonculuk; kimsenin birbirini çekemediği bir dünyadır... Ekran önünde olanlar ise birbirlerini hiç çekemezler...

Sürekli birbirlerinin kuyusunu kazarlar...

***

O yıllarda Show Haber’i yönetiyordum...

İzlenme oranları, diğer tüm kanallardaki haber bültenlerinin toplamını geçmeye başlamıştı... Üç kanalın ana haberlerinin izlenme oranlarının toplamına, tek bir SHOW Haber'e tekabül ediyordu...

***

Yenilik üzerine yenilik peşinde koşuyordum...

Televizyonda gadre uğramış, önü kesilmiş, ekrandan uzak tutulmuş; bütün değerlere SHOW Haber’i açmak niyetindeydim...

***

Sadettin Teksoy’la, odalarımız Star’da Ateş Hattı programını yaparken yan yanaydı...

Bir süredir ekranlardan uzak kalmıştı...

Meslekte çok yapıldığı gibi, televizyon programını kesmişler, yalnızlığa terk etmişlerdi...

***

Bir haber toplantısında;

-“Sadettin Teksoy’u alalım...” dedim...

Ani aklıma gelen fikirlere ne kadar önem verdiğimi bilen haber müdürleri sessiz sessiz beni izliyorlardı...

-”Sadettin’i alırız... Ona haber bülteninin içinde mini bir program gibi 5 dakikadan az olmayacak şekilde 7-8 dakikalık haber-araştırma dosyaları hazırlatırız...

‘Ben Sadettin Teksoy’ diyerek yapar haber dosyalarını...

Hem ekrana yeniden döner...

Hem yaratıcılığını konuşturur...

Hem de Show Haber’de programından daha çok izlenir...

Ben ikna ederim onu...

O da programcı; ben de programcıyım...

Programcı programcının dilinden anlar...” dedim...

*****

SADETTİN İÇİN SÖYLENENLER...

Haber müdürlerinden bir ikisi;

-“Abi delidir biraz” gibisinden hatırlatmada bulundular...

-“Televizyonculukta starlık payesine ulaşan herkese deli derler... Bana deli demiyor musunuz?.. Diyorsunuz... boşverin bunları... Yaptığı işin iyi gösterilmesini ister Sadettin; başkaca bir egosu yoktur... Ben çözerim siz merak etmeyin...” dedim...

***

Arena’dan transfer ettiğim Ulvi Abi (Yanardağ); Sadettin’i aradı...

Bir saat sonra Sadettin karşımdaydı...

Sadettin’e; haber müdürlerine anlattığım şeyin aynısını anlattım...

- “Buradaki hiyerarşide en üstteki yani haber müdürlerine verdiğimiz maaşı sana verebiliyorum... Maaşı iyidir, manevi hazzı yüksektir işin... Sana programcılık günlerini aratmamak için elimden geleni yaparım... Yanında kimi istiyorsan onu da beraberinde getir, seninle çalışsın... Sen rahat ol...” dedim...

***

Profesyonellerle çalışmanın iyi tarafı şudur... Gerçek niyetinizi çabuk anlarlar...

Cevabı hemen verirler... Boş tartışmalara girmez, vakit kaybetmezler... İşin nasıl olacağını anında hissederler... Sadettin de gerçek bir profesyoneldi...

***

-“Sen nasıl uygun görüyorsan öyle olsun...” dedi...

Bu sözün altında her şeye ‘evet’ diyen bir adamın, boyun eğmişliği değil; iyi bir profesyonelin; ‘neyin teklif edildiğini anlayan önsezilerinin’ rolü vardı...

***

Tanıtımları yaptık;

İşe hemen başladık Sadettin’le...

Haftada en az üç haber bülteninde 5 ila 10 dakika arası, kendine özgü sunumuyla dosyalar yapıyor, anonsluyor, montajlıyor, paketliyor rejiye veriyordu...

***

Sadettin’in gelmesinden çok memnundum... O sıralarda; bir zamanlar Star’da yorumculuk yapan Engin Ardıç’a da, “Show Haber’e gelip, haber bülteninin içinde görüntülü yorum yapmasını” teklif etmiştim...

***

Engin Ardıç’ın “bütün düşüncelerine katıldığım için” değildi bu... Bazı düşüncelerine katılır, bazılarına katılmazdım... Konu neye katılıp katılmadığım değildi... Engin Ardıç ve Sadettin Teksoy birer televizyon yıldızıydılar o tarihlerde...

Yaptıkları işin izleyicide karşılığı vardı...

***

Bir televizyoncu; küçük düşünerek, kompleks yaparak; onları yok farz etmez... Tersine varolan televizyon celebrity’sine ekranlarını açardı...

*****

SADETTİN’E VE BANA YAPILAN GECE YARISI EKSPRESİ OPERASYONU...

O zamanlar beni yok etmek için nasıl gaddar bir plan yaptıklarını bilmiyordum...

***

İşin kötüsü; suçsuz günahsız Sadettin de bu medya lincinden en büyük payı alacak, hiçbir günahının olmadığı bir durumda; kerli ferli bir konsey tarafından suçlu ilan edilecekti...

***

Bu kadar desteksiz, bu kadar kifayetsiz, çocukların güleceği bir iftirayı hayatımda; o güne kadar hiç bu kadar gaddarca yememiştim...

***

Aklıma, “Midnight Express”; “Gece Yarısı Ekspresi” filmi gelmişti...

Alan Parker’ın yönettiği o filmde; üzerinden uyuşturucu çıkan Amerikalı bir gencin, Türkiye’de yalancı tanıklar ve iftirayla hayatının nasıl karartıldığı, zindanlarda çürümeye nasıl yüz tutulduğu anlatılıyor; film Türkiye’ye karşı en ağır propaganda malzemesi haline gelerek; Türkiye’yi berbat bir ülke olarak gösteriyordu...

***

İngiltere’deydim o günlerde...

Kimle tanışsam;

-“Siz Gece Yarısı Ekspresi filminin geçtiği Türkiye’den mi geliyorsunuz?..” diye soruyor; bana aşağılarcasına bakıyordu...

***

Film uyuşturucu kullanan bir gençten; Türkiye’de bir canavar yaratıldığını ve o gence hayatın hapishanelerde zindan edildiğini öne sürüyordu...

***

Öyle bir iftira atılmıştı ki o günlerde bize;

-“Acaba” diyordum içimden;

-“Alan Parker’ın filmi gerçekti de; biz mi Türkiye böyle değil diye yıllar yılı yanlış bir şeyi dünyada savunduk durduk...”

-------------

YARIN; Atılan iftira ve Sadettin’in yaşadıkları...

Yazının devamı...

Asrın yenilgisinden, asrın efsanesine dönüşen adam... Muhammed Ali...

Tamer Korkmaz; “rakibi Ernie Terell’i ringde yumruklarıyla döverken;

-“Söyle!.. Benim adım ne?..” diye haykırdığını yazıyor Muhammed Ali’nin...

Rakiplerine ve hayata karşı iddialı görünen; halini uzun yıllar kendime örnek alıyorum...

***

Onu “asrın maçı”nda Joe Frazier’a karşı seyrettiğimde; 12 yaşındayım...

Ringe çıktığı andan itibaren,

“En büyük benim!..” diye haykıran adamın;

Sempatik yüzü...

Dinini değiştirerek aldığı Muhammed Ali ismi...

Kelebek gibi uçan; arı gibi sokan boks yapma stili...

Vietnam’da Amerika’nın savaşına katılmaması;

-“Benim onlarla bir sorunum yok ki niye savaşayım?..” deyip; askere gitmeyi reddetmesi...

Bu olay yüzünden zorla şampiyonluğunun elinden alınması...

Beni derinden etkiliyor...

Haksızlığa isyan ediyorum; Muhammed Ali’yi bütün duygusallığımla desteklemeye bayılıyorum...

***

Frazier’la yapacağı asrın maçını kazanabilmesi için, 05.30’da başlayacak maça geceden, dualar ediyorum...

***

Geceleri geç saatte televizyon seyretmeme izin vermeyen annecikle babacık; Muhammed Ali’nin maçını sabah 05.30’da kalkarak seyretmeme ses çıkarmıyorlar...

Onlar da seyrediyorlar...

***

O güne kadar hiç yenilmemiş Muhammed Ali...

Üç buçuk yıl boks maçlarına çıkmıyor elinden şampiyonluğu ve lisansı alındığı için...

Yeterince hazır değil...

Karşısındaki; onun yokluğunda dünya şampiyonu olmuş bir boksör...

***

Annecik ve babacıkla seyrettiğimiz o maçı, Muhammed Ali hayatında ilk kez kaybediyor...

Yıkılıyorum...

Bir süre sonra Ken Norton’la maç yapıyor; onu da kaybediyor...

***

Muhammed Ali’nin artık “bittiği” söyleniyor...

Hayatın “adaletsizliğine” kahroluyorum...

***

Türkiye’de insanlar; Amerika’nın Vietnam savaşına katılmadı diye, boks şampiyonluğu elinden alınan Muhammed Ali’nin ünvan maçını kaybetmesini içine sindiremiyor...

***

Her yerde matem havası esiyor...

Ali boks ringinde kaybederken; mazlum milletler ve halklar nezdinde kazanmaya başlıyor...

***

Şampiyonluk Joe Frazier’e giderken; gönüllerin ve mazlum insanların kalbinin ibresi Muhammed Ali’yi gösteriyor...

Ali; Frazier’e karşı kaybettiği asrın maçında “asrın efsanesi haline dönüşüveriyor...”

“BEN EN BÜYÜĞÜM...” (2)

“Ben en büyüğüm...” şiarını söylemesinin altında; hayatın; en acımasız, en gaddar darbelerini yemiş olmasının yattığını kestiremiyorum o sırada...

12 yaşındayım; çok gencim; hayatı anlayabilmek ve sözlerin altını okuyabilmek için...

“İddialı olmanın güzel bir şey olduğu” sonucunu çıkartıyorum Muhammed Ali’nin konuşmalarından...

***

Oysa çıkartmam gereken ders;

Bir insanın dünya şampiyonu olsa bile kurulmuş sisteme ve toplumsal ezbere karşı; yalnız başına bir mücadeleye girişmesinin; çok ağır bir bedeli olacağı gerçeği...

Derin güçlerin bu direnişin acısını onun burnundan fitil fitil getireceği hakikati...

***

Muhammed Ali gibi dünyanın gelmiş geçmiş en iyi boksörünün üzerine “gaddar, ve acımasız linçlerle gidiyor” o günlerin Amerika’da kurulu düzeni...

Rakiplerinden yemediği yumrukları, sistemden yiyor Muhammed Ali...

***

Tamer Korkmaz; “Benim Adım Ne” isimli kitabında; o günlerde; “Amerika’da boks, siyahi bir müslümanın elinde olacağına; Mafya’nın elinde olsun daha iyi” sözünün, açıktan söylendiğini yazıyor...

***

Yıllar sonra yapılan Ali filminde; Muhammed Ali’nin linç edilmesine karşı Yüksek Mahkeme’de tek bir üyeyle başlayan direnişin zaman içinde nasıl bütün üyeleri adım adım kapsadığını izliyorum...

Tanrı’ya, hayata ve iyiliğin önünde sonunda kazanmasına şükrediyorum...

7’YE 1 ALEYHİNE OLAN BAHİSLERİ, 8. RAUNDDA NAKAVT EDEN ADAM... (3)

Hayatta yetenekli, ancak bağımlı olmayı reddeden, ezber bozan, yalnız ve tek kişilik kahramanlıkların; “acıklı ancak son kertede adil” bir öyküsüdür Muhammed Ali’nin öyküsü...

***

İlk hayal kırıklığımın üzerinden üç yıl geçiyor;

Üç yıl boyunca pes etmiyor çalışıyor ve 1974’de Joe Frazier’ı nakavtla yeniyor Muhammed Ali...

Rahatlıyorum...

Ancak karşısına George Foreman çıkıyor...

Bütün bahisler; George Foreman’ı; Muhammed Ali’ye karşı 7’ye 1 favori gösteriyorlar...

***

7 raund boyunca; savunmada kalıp yorduğu rakibini; 8. raundda aniden çıkarttığı yumruklarla nakavt ediyor Muhammed Ali...

Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu oluyor yeniden...

Elinden zorla alınan şampiyonluğu, yıllar sonra ringde yumruklarıyla kazanıyor...

MUHAMMED ALİ; TANRI’NIN DÜNYADAKİ EN ÖNEMLİ MİSYONERLERİNDEN BİRİ... (4)

Muhammed Ali’nin dün Hakkın rahmetine kavuşan 74 yıllık hayatı; “inancın, yeteneğin, emeğin, iyiliğin, dürüstlüğün ve özgür kişiliğin” ne yapılırsa yapılsın gün gelip yeniden zirveye çıkacağını anlatan bir hayat hikayesidir...

***

İnsanların birbirlerine reva gördükleri gadrin ve zulmün ötesinde; Tanrı’nın başka bir düzeni ve adil bir hesabı olduğunu anlatan yüce bir örnektir...

***

Yediği yumruklar sonucu parkinson olduğu sanılır Muhammed Ali’nin...

Oysa yediği yumruklardan değil; yediği darbelerden parkinson hastalığından muzdarip olmuştur Muhammed Ali...

***

İki kere kaybettiği, kaybettirildiği şampiyonluğunu üç kez yeniden kazanan tek boksördür... Tanrı’nın “dünyaya güzeli ve adili anlatması için gönderdiği misyonerlerinden biridir Muhammed Ali...” Dün itibariyle Tanrı; 74 yıldır dünyada tuttuğu en önemli misyonerlerinden birini yanına almış bulunuyor... Muhammed Ali’nin öyküsü bunu anlatıyor...

***

Müslümanlığı seçen Muhammed Ali’nin Müslümanlar için mübarek ayın arefesinde Tanrı katına çıkması ise bir tesadüf değildir; tabiatıyla...

Yazının devamı...

Alman parlamentosunun kararının bir anlamı yok...

Günlük politika yazmıyorum...

Alman parlamentosunun; sözde Ermemi soykırımını kabul etme kararı da “tarihi ve bilimsel değil; günlük politika” kararı...

***

Onun için “karar hakkında” soyut şeyler yazıp, çizip, kafanızı bulandırmak istemiyorum...

Kararda; olayı net göreceğiniz ilginç noktalar var...

Onları sizinle paylaşacağım...

***

Almanya’dan konuştuğum ilgililer,

-“Alman parlamentosu kararının hiçbir pratik anlamı yok...” diyorlar...

“KARAR, ALMAN ANAYASA MAHKEMESİNDEN DÖNER... AİHM KARARLARINA AYKIRI...” (2)

“Pratikte bir anlamı yok... Ama sonuçta Alman parlamentosu kararı...” diyecek oluyorum... -“Hayır...” diyorlar...

-“Bu karar Alman Anayasa Mahkemesi’nden döner...”

***

“Nasıl bu kadar emin oluyorsunuz” diye üsteliyorum...

-“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Doğu Perinçek’in başvurusuyla ilgili kararı var... Karar Ermeni soykırımı konusunu Yahudi soykırımından ayırıyor...

Yahudi soykırımında Nürnberg Mahkemesi yani yargı kararları var...

Ermeni soykırımı iddialarında, hukuki karar yok... Dolayısıyla parlamentoların hukuki karar olmayan bir konuda karar almaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı...”

FRANSA ANAYASA KONSEYİ DE BU KAPIYI SENE BAŞINDA KAPATTI... (3)

Görüştüğüm diğer kaynaklar; Doğu Perinçek’in aldığı AİHM kararına ek olarak, bu yılın başında Fransız Anayasa Konseyi’nin aldığı çok önemli bir kararı da hatırlatıyorlar...

***

-“Fransa Anayasa Konseyi, 2016 Ocak ayında Gayysot yasasının Fransız Anayasası’na uygun olduğunu hükme bağlıyor...

***

Karar Yahudi Soykırımı ile; sözde Ermeni Soykırımı’nın aynı şey olmadığını söylüyor...

***

Ermeni soykırımında resmi, herhangi bir hukuki karar olmadığını belirtiyor...

Oysa Yahudi Soykırımı kararında, Nürnberg Mahkemesi hükümleri var...

***

Böylece Fransız Anayasa Konseyi;

Ermeni Soykırım Yasası ile ilgili Fransız Meclisi’ne gelebilecek herhangi bir yasa teklifinin de önünü kapatmış oluyor...” diyorlar...

ALMAN PARLEMENTOSUNUN KARARI, SİYASİ GÖZ BOYAMACA... (4)

Konunun uzmanları; Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nin; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir yasayı kabul edemeyeceğini belirtiyorlar...

Yasanın Alman Anayasası’na uygun olmadığını söylüyor...

Bu durumda yasanın Mahkeme’den geri döneceğini bildiriyorlar...

***

Alman Parlamentosu kararının “siyasi bir göz boyamaca” olduğunda birleşiyorlar...

ALMAN PARLAMENTOSU KARARININ ALTINDAKİ KORKUTUCU GERÇEK... (5)

İşin pratik yönü böyle olsa da; benim için korkutucu bir gerçek var, bu kararla ilgili...

***

Ermeni soykırım iddialarını içeren kararın geçmesi için hazırlanan teklifi; Alman Meclisi’ndeki Türk parlamenterler imzalıyorlar...

Bizzat onlar getiriyorlar gündeme...

***

Türk kökenli bir milletvekilinin, böyle bir kararı Meclis’e getirip imzalaması; “gerçek fikir ve düşünceleri bir yana”, siyasetçi olarak ömür boyu yapmaması gereken bir davranış biçimi... İnsan kendi kendisine karşı bir karar alabilir mi?..

Bindiği dalı kesebilir mi?..

***

Türk parlamenterler; Almanya’da Türk oylarıyla seçiliyorlar... Bir siyasetçinin kendisini seçen insanlara ve oylara ihanet etmesi, kendi seçmenini can damarından vuracak karara imza atması; kendi siyasi intiharı anlamına geliyor...

***

Almanya’da hiçbir Türk milletvekili; bile bile böyle bir aymazlığı yapmayacak kadar bilinçli...

O zaman ortada tek bir şık kalıyor...

***

“Birileri Türk kökenli Alman parlamenterlerden, her türlü siyasi müktesebatın dışına taşarak, Ermeni soykırım yasasını kendi elleri ve imzalarıyla Alman Meclisi’ne getirmelerini istiyor...

***

Türk milletvekillerinin başka türlü, seçmenlerini, anavatanlarını, ailelerini, dostlarını, arkadaşlarını hatta kendilerini hiçe sayarak kararın altına imza atmaları mümkün olmaz...

***

O zaman “Almanya’da bu telkini Türk milletvekillerine kimin yaptığı” sorusu güncellik kazanıyor...

Olaydan ortaya çıkan tek gerçek şu;

“Dünyada en gelişmiş demokrasilerde bile, gizli eller; ülkeleri ve kararları perde gerisinden yönetebiliyorlar...”

BU KARAR NEYİN MİSİLLEMESİ?.. (6)

Dikkat ediyorum;

Türkiye’deki son siyasi değişimlerle birlikte, ülkenin Almanya ve Avrupa Birliği ile son zamanlarda düzelmeye yüz tutan ilişkileri tamamen altüst oluyor...

***

Önce vize kararı askıya alınıyor...

Türk vatandaşlarının Avrupa Birliği ülkelerine yapacağı gezilerde vize muafiyeti; durduruluyor...

***

Avrupa Birliği kararlarının altındaki en belirleyici iradenin Almanya olduğunu bilince, durum ilginç bir boyut kazanıyor...

***

Avrupa Birliği vize kararının askıya alınmasından sonra, bu kez de Alman parlamentosu Ermeni Soykırım yasasını çıkartıyor...

***

Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olduğu günlerde;

Türk-Alman ilişkilerinde “belirgin bir yakınlık” göze çarpıyor...

Haziran ayında Türk vatandaşlarına vizenin tamamen kaldırılacağı müjdeleniyor...

***

Davutoğlu’nun ayrılmasıyla birlikte; Almanya ve Avrupa Birliği ilişkileri yeniden “mesafeli” bir sürece geçiyor...

Vize kararı askıya alınıyor...

***

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan;

-“Onlar kendi yoluna... Biz kendi yolumuza...” diyerek keskin bir mesaj veriyor...

***

Almanya parlamentosu da bu mesajı alıyor ve keskin bir cevabı “Ermeni Soykırım yasasıyla” Türkiye’ye gönderiyor...

***

Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Almanya’yla sertleşen ilişkilerine karşın; ABD ve İsrail’le ilişkilerinde gözle görülür bir sıcaklık ve yakınlaşma ortaya çıkıyor...

***

İsrail’in NATO’da temsilcilik açmasına Türk vetosunun kaldırılması; Türk-İsrail ilişkilerinde sıcak rüzgarların esmesi bunlara işaret...

***

Diplomaside bunun anlamı; eksenlerdeki farklılaşmanın ayyuka çıkması...

***

Türkiye Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’la; ABD-İsrail ekseninde daha ılımlı rüzgarlara kayıyor...

Almanya-Avrupa Birliği ekseninde ise, daha sert fırtınalarla karşı karşıya kalıyor...

***

Ahmet Davutoğlu’nun ayrılmasıyla iyice su yüzüme çıkıyor, bu farklılaşma...

Amerika ve Almanya...

Sütre gerisinde, ittifakları ve değişiklikleri anlatan iki anahtar ülke onlar...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.