Şampiy10
Magazin
Gündem

Nelson Mandela’nın hayatı ve unutulmaz sözleri...

27 yıl hapiste kaldı...

Dünyada ırk ayrımcılığıyla mücadelenin sembolü oldu...

Güney Afrika’nın siyahi lideri Nelson Mandela Nobel Barış Ödülü’nün yanısıra, 1962 yılında Lenin Barış Ödülü’nü...

Hindistan’da Nehru Barış Ödülü’nü...

Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü’nü...

UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü’nü...

Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası’nı...

Uluslararası Af Örgütü Vicdan Elçisi Ödülü’nü de aldı...

***

1962’de tutuklanan Mandela, cezasını önce Robben adasında daha sonra Capetown’daki Polls Moor Hapishanesinde çekti...

27 yıl hapiste kalan lider; ‘bilge’ce edilmiş sözleriyle uluslararası siyasi literatürde çok farklı bir konumda bulunur...

*****

ÖNEMLİ OLAN DERİNİN RENGİ DEĞİL, DEĞERLERİNİN RENGİDİR...

Yapılana kadar her şey imkansız görünür...

***

Özgür olmak zincirlerinden kurtulmaktan ibaret değildir...

Başkalarının özgürlüklerine saygı duyacak ve onları yükseltecek şekilde yaşamaktır...

***

Kadınlar; bütün baskı ve zulüm zincirlerinden kurtulmadıkça özgürlükten bahsedilmez...

***

Seçimlerin; umutlarını yansıtsın, korkularını değil...

***

Önemli olan derinin rengi değil; değerlerinin rengidir...

***

Ben hayattaki bütün başarılarımı yapacağım işi yapmaya zamanından 15 dakika önce hazır olma alışkanlığına borçluyum...

***

Fark ettiğim şeylerden biri; kendimi değiştirmeden kimseyi değiştiremeyeceğimdir...

***

Bir halkın insan haklarını inkar etmek demek, insanlığını inkar etmek demek...

***

Kendi korkularımızı özgürleştirdiğimizde, varlığımız otomatik olarak başkalarını özgürleştirir...

*****

BENİ ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURACAK KAPIDAN GEÇERKEN, ÖFKEYİ VE NEFRETİ GERİDE BIRAKMAZSAM...

Beni özgürlüğe kavuşturacak kapıdan geçerken, öfkeyi ve nefreti geride bırakmazsam, hapiste kalmaya devam edeceğimi biliyorum...

***

İşi bilen bir lider her iki tarafa da yakın olmak zorundadır...

Kibirli, yüzeysel ve bilgisiz liderler, yönetim konusunda başarısız kalırlar...

***

Hayatta karşılaşacağınız zorluklar, bazen sadece mola vermeniz için başınıza gelir...

***

Gelecek için umut taşımak, birilerine patronluk taslamaktan daha iyi bir örnek olmanızı sağlar...

***

Hiç kimse derisinin rengi, dini ve düşünceleri sebebiyle dışlanamaz... Bu sebeplerden dolayı birine nefret beslememelisiniz...

Eğer içinizdeki ışığı dışarı çıkartabilirseniz çevrenizdekiler bunu görecektir...

*****

CESARETİN KORKUSUZLUK DEĞİL, KORKUYU YENMEK OLDUĞUNU ÖĞRENDİM...

İnsanlar iyi ve kötü şeyler yaşayabilir... Ancak yaşadıklarımızın üstesinden gelmemizi sağlayan şey, zamandır...

***

En derin korkumuz yetersiz olmamızdır...

Ve en derin korkumuz ölçüsüzce güçlü olmamız olmalıdır...

***

Çoğu zaman bizi korkutan içimizdeki ışık değil, dışımızdaki karanlıktır...

***

Cesaretin korkusuzluk değil, korkuyu yenmek olduğunu öğrendim...

Cesur adam, korku hissetmeyen değil, korkusunu fetheden insandır...

*****

ARKADAN ÖNDERLİK EDİN; BIRAKIN DİĞERLERİ ÖNDE OLDUKLARINI SANSINLAR...

Ben özgürlük için çok uzun bir yol yürüdüm...

Büyük bir tepeye tırmandıktan sonra fark ettim ki, daha tırmanacak çok tepe var.

***

Arkadan önderlik edin; bırakın diğerleri önde olduklarını sansınlar...

*****

HAYATTA EN BÜYÜK ONUR; HER DÜŞTÜĞÜNDE AYAĞA KALKABİLMEKTİR...

Hayattaki en büyük onur, hiçbir zaman düşmemek değil, her düştüğünde ayağa kalkmaktır...

***

Beni başarımla değil, kaç defa düşüp, yeniden kalktığımla yargılayın...

***

İyi bir kafa ve iyi bir kalp her zaman zorlu bir kompozisyondur...

*****

BARIŞ İSTİYORSANIZ DÜŞMANINIZLA ÇALIŞMAK ZORUNDASINIZ...

Barış istiyorsanız düşmanınızla çalışmak zorundasınız...

O zaman düşmanınız partneriniz olur...

***

Biriyle anladığı dilde konuşursanız zihnine, eğer onun dilinden konuşursanız kalbine hitap etmiş olursunuz...

***

Özgürlüğün kolay yolu yoktur... Çoğumuz arzularımıza ulaşmak için ölümün gölgesindeki vadiden tekrar tekrar geçmek zorundayız...

***

İnsanların nefreti öğrenmesi gerekir... Ve eğer onlara nefret öğretiliyorsa, sevgi de öğretilebilir... Çünkü sevgi insan kalbine nefretten çok daha kolay ve doğal gelir...

***

Yoksulluğu bitirmek bir hayır işi değil, adalettir...

***

Ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım...

Siyahların tahakkümüne karşı da savaştım...

Demokratik ve özgür toplum fikrini örgütledim... Bunun için ve bunu başarmak için yaşadım... Bunun için ölmeye de hazırım...

*****

DİN DÜNYADAKİ EN ÖNEMLİ GÜÇLERDEN BİRİDİR...

Hayatta önemli olan sadece yaşamış olmak değildir...

Başkalarının hayatlarında yarattığınız fark, yaşadığınız hayatın değerini gösterir...

***

Din; dünyadaki en önemli kuvvetlerden biridir...

***

Özgürlük için, gökyüzünü satın almanıza gerek yok... Ruhunuzu satmayın yeter...

***

Ben bir komünist değilim... Ama söylemeliyim ki, bizi onlardan başka anlayan da olmadı...

(Nelson Mandela)

Yazının devamı...

Acılı günlerde edebiyat...

On gündür; darbe girişimi, geçmiş darbe teşebbüsleri, yapılan ve yapılmayan darbeleri yazıyorum...

***

Zor günlerin, acılı saatlerin, kutuplaşmaların ve hesaplaşmaların en şiddetli biçimiyle vukuu bulduğu saatlerde; kaçıp sığınabileceğim edebiyat diye bir uğraşım var...

***

Canım Gabriel Garcia Marquez’i okumak istiyor...

Onun sözlerinde, edebi dünyasında, kelimelerle raksında, bir yerlere saklanıp ruhuma huzur şırıngalamak istiyorum...

GABRİEL GARCİA MARQUEZ’İN SÖZLERİ...

Fakirlik, elini cebine attığında boş olması değil, elini cebinden çıkardığında tutacak birinin olmamasıdır...

***

Birlikte gülüyorsanız mutluluktur...

Birlikte ağlıyorsanız dostluktur...

Ama birlikte susuyorsanız bu aşktır...

***

Günün birinde hepimiz sonsuza kadar susacağız... Onun için sevdiklerinize şimdiden “Seni seviyorum” deyin...

***

Bir sona geldiğin için ağlama...

Onu yaşadığın için gülümse...

***

Ruh eşini hala bulamadıysan üzülme...

Bu senin eşsiz bir ruhun olduğunu gösterir...

***

Daha iyi bir insan ol...

Yeni bir insanla karşılaşıp ve o insanın senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden; onun kim olduğunu bildiğinden emin ol...

***

Önemli olan hayatta başına ne geldiği değil; neyi nasıl hatırladığındır...

***

Keşke tanımasaydım dediğim hiç kimse olmadı benim...

‘Keşke beni tanımasına izin vermeseydim...’ dediklerim oldu...

***

Seni sen olduğun için değil, seninle birlikte olduğumda ‘ben’ olabildiğim için seviyorum...

***

Belki de Tanrı; uygun kişiyi bulmamdan önce, yanlış kişilerle tanışmamı, onu tanıdığımda minnettar olmam için istedi...

***

Bitti diye üzülme... Yaşandı diye sevin...

***

Bir kadın, sevdiği adamın başka bir kadın tarafından mutlu edildiğini görmektense, onu can çekişirken görmeyi tercih eder...

***

Benden nefret edenlerden nefret edecek halim yok...

Çünkü bana değer verenleri sevmekle meşgulüm...

“BAZEN ÖYLE KONUŞACAKSIN Kİ; KARŞINDAKİ CEVAP VEREMEYECEK... BAZEN ÖYLE BİR SUSACAKSIN Kİ...”

Bazen öyle konuşacaksın ki, karşındaki cevap veremeyecek... Bazen de öyle bir susacaksın ki; karşındaki konuşmaya cesaret edemeyecek...

***

Birine yabancılaşmanın en kötü biçimi, yan yana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir...

***

Gitme zamanı gelmişse, ‘dur’ demenin; zaman geçmişse ‘dön’ demenin; ve aşk bitmişse ‘yeniden’ demenin, hiçbir anlamı yoktur...

***

Aslında kötü insan yoktur...

Hayatın her evresinde, her insan huzur verir...

Kimi geldiğinde, kimi gittiğinde...

***

Bir bayana ‘hanımefendi’ olmaktan daha çok yakışan bir kıyafet; onu “zerafetten” daha çok güzelleştiren bir makyaj yoktur...“KAYBEDECEK BİR ŞEYİ OLMAYANLARDAN KORKMALISIN...

ÇÜNKÜ ONLAR KAZANMAK İÇİN HER ŞEYİ YAPARLAR...’

Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkmalısın...

Çünkü onlar kazanmak için her şeyi yaparlar...

***

Her şeyin bir sonu var... Doğru...

Ama en mutlu sonu hafta sonudur...

***

Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme... Üzgün olduğunda bile...

Kimin ne zaman aşık olacağını bilemezsin...

***

Sen üşürken onun yokluğunda; o senin varlığından bile habersizdir...

‘KİŞİSEL ALMA... HAYATIN SAHTE OLDUĞUNU ÖĞRENDİKTEN SONRA, SADECE SENİ DEĞİL KİMSEYİ UMURSAMIYORUM...’

Kişisel bir tavır olarak alma...

Hayatın sahte olduğunu öğrendikten sonra, sadece seni değil; kimseyi umursamıyorum... Hepsi bu!..

***

Anneme söyleyin... İnsan öleceği zaman değil; ölebileceği zaman ölür...

***

Olmuyorsa zorlama...

Ya hayallerin kırılır, ya kalbin...

Unutmuş gibi yap... Çünkü güzel şeyler onları hiç beklemediğinde gerçekleşirler...

***

Her an gülümse...

Bırak ne düşündüğünü bilmesinler...

Her şeye rağmen patlat bir kahkaha...

Bırak neden güldüğünü merak etsinler...

‘ADALET TOPALLAYARAK GELİR... FAKAT GELDİĞİ HER YERDE...’

Adalet... Topallayarak gelir... Fakat geldiği her yerde aynıdır...

***

Bir insanın en büyük hatası, karşısındakine gereğinden fazla değer vermek değil; kendine hak ettiğinden daha az değer vermektir...

***

Yazmayı sürdürmek isteyen ünlü bir yazar; şöhrete karşı kendini sürekli korumalıdır...

***

İnsanı sadece sözler ele vermez... Gözler de içinde bir şey gizler... Hatta sözler ne kadar inkar etse de, gözler her şeyi söyler...

***

Bir adam babasına benzemeye başladığı anda yaşlandığını anlar...

***

Bu dünyada bir insan olabilirsin...

Ama birisi için bir dünya da olabilirsin...

***

Ucuz insanlara pahalı gelmen; senin değil onların suçu... Unutma ki insan anlayana çok; anlamayana eksik görünür... Hepsi bu...

***

Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez...

Onlara layık olan kişi ise zaten seni ağlatmaz...

***

Her erkek zeki, güzel, anlayışlı ve onu çok sevecek bir kadın ister... Adama sorarlar ama; ‘bunları hak edecek ne yapıyorsun?..’

ZAMANI ONU SENİNLE GEÇİRMEYE HAZIR OLMAYAN BİRİYLE GEÇİRME...

Zamanı; onu seninle geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme...

***

Her zaman seni üzecek birileri olacaktır... Yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir...

***

Hayır ben zengin değilim... Parası olan fakir bir adamım... Zengin olmakla parası olmak aynı şeyler değil...

***

Bir an gelir... İnsan artık hiç acı duymaz olur... Duyarlılık biter...

Bilinç körelir...

Zaman kavramı tümüyle yitirilir...

***

Çok bekleyen, daha az olanı ümit etmeyi de bilir...

Mutluluk kapısını kapadığında, bir diğeri açılır... Ama biz kapanan kapıya o kadar bakarız ki, açılmakta olanı görmeyiz...

Yazının devamı...

Erdoğan MHP ve darbe esnasındaki tarihi roller...

Darbe girişiminin olduğu gece saatlerinden itibaren herkes kendine göre bir tavrı benimsiyor Türkiye’de...

Kimi bekliyor ve ne olacağına bakıyor...

Bazıları içten içe seviniyor; ama belli etmiyor...

Önemli bir kesim ise, darbeye karşı çıkıyordu;

Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine özellikle AKP’li kitle tankların karşısında duruyordu...”

***

Halkın tepkisi böyleydi; 15 Temmuz’u; 16 Temmuz’a bağlayan gece...

Öte yandan siyasi partilerin tavırları; o darbe gecesinin gidişatının en hassas noktalarından birini oluşturuyordu...

***

Bunun önemli bir nedeni vardı...

Darbe girişimi ilk anda silahlı kuvvetler içinde başarılı, olsa bile sürecin yürüyebilmesi için, geniş bir toplum desteğine ihtiyaç vardı...

***

Darbecilerin ilan ettikleri hedef Cumhurbaşkanı; Başbakan ve AKP yönetimiydi...

Diğer partilerin bu süreçte sessiz kalmaları, ‘darbe olmamalı ama’ şeklinde başlayan konuşmalar yapmaları, ‘darbe sürecini meşrulaştıran bir toplumsal zemine yol açardı...

***

Parlemento içinde AKP’nin dışında üç siyasi parti vardı...

Nirengi olaylarda; genelde AKP’nin yanında yer aldığı bilinen Devlet Bahçeli; o anda kendisinden beklenen açıklamayı yapıyor ve darbeye karşı olduğunu ilan ediyordu...

***

Bununla kalmıyor; sivil iradenin; Meclis’in yanında olduğunu söyleyerek, grup başkanvekillerini ve milletvekillerini Meclis’teki direnişin içine gönderiyordu...

***

Ancak o esnada; MHP’nin içinde bir süredir devam eden; siyasi liderlik savaşının taşıdığı önem anlaşılabiliyordu...

Bir süredir MHP’nin başına kimin geçeceği konusu, Türkiye’nin başına kimin geçeceği konusu kadar önemli bir hale gelmişti...

Hatta MHP’nin liderinin kim olacağı; Türkiye’de yeni Başbakan’ın kim olacağından daha fazla merak edilir bir noktaya ulaşmıştı...

***

O sıralarda kimse bunun nedenini anlamıyordu...

Durumu anlamayanlar;

- “MHP üçüncü parti... Başına o geçse ne, bu geçse ne?..” şekilinde salvolarla; olayın gereksiz yere abartıldığını iddia ediyorlardı...

***

Oysa MHP’nin; darbe girişimi gecesinde aldığı inisiyatif, “darbenin seyrini değiştiren önemli gelişmelerden biriydi...”

***

MHP’nin tavrı; ilk ağızda, darbecileri; tek partiyle değil iki partiyle karşı karşıya getiriyordu...

Üstelik MHP; Türkiye genelinde aktif milliyetçilerin partisiydi...

MİLLETVEKİLLERİNİN EYLEMİ; DARBENİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN EN KRİTİK EYLEMLERDEN BİRİ...

Bu tespit; ‘MHP’nin başında Devlet Bahçeli değil de; bir başka lider olsa; MHP darbe girişimine karşı çıkmazdı...’ anlamına gelmiyor...

***

Başka siyasi lider de, darbe girişimine karşı çıkardı muhtemelen... Fakat Devlet Bahçeli yönetiminin, ilk elden aldığı etkin inisiyatif kadar güçlü bir girişimde bulunmayabilirdi...

Bu da darbenin ilk saatlerinde bütün seyri değiştirebilirdi...

***

Meclis’deki milletvekillerinin aktif direnişleri “darbe gecesinin en kritik eylemlerinden biriydi...”

***

Siyasi partilerden milletvekillerinin Meclis’i terk etmemesi, darbeye karşı olduklarını ilan etmesi, sığınaklara geçmesi; silahlı kuvvetlerde darbelciler inisiyatifi ellerine geçirse bile, kolay kolay “meşru”laşamayacaklarını gösteriyordu...

***

Öyle ya...

Hedef aldıkları AKP yönetimi dışında siyasi partilerin karşı çıktığı ve aktif direniş gösterdiği bir darbe başarılı olmazdı...

MHP’nin rolü bu açıdan hayatiydi...

KILIÇDAROĞLU VE DARBE...

MHP kadar önemli; hatta MHP’den de önemli siyasi parti ise CHP’ydi; darbe gecesi...

MHP; kamuoyunda; uzun zamandır AKP’nin dümen suyunda bir parti olarak görülüyordu...

***

Dolayısıyla darbecilerin; Devlet Bahçeli’yi hedef alıp; MHP’de bir başka dizayna gitmeleri, olasılık dahilindeydi...

***

Ancak bu ihtimal sadece CHP için geçerli değildi...

Kılıçdaroğlu ve CHP darbe girişimine ilk elden; “ama”sız bir tavırla karşı çıkarsa, sosyal demokrat kitleyi direkt etkileyeceğinden, bütün darbe sürecini baştan sona etkilerdi...

***

AKP yönetimine karşı yapıldığı iddia edilen bir darbeye; CHP’nin karşı çıkması, tatışmasız darbenin en kritik noktasıydı...

***

27 Mayıs’da 1960’da CHP; Demokrat Parti’ye yapılan darbeye açıktan karşı çıkmamıştı...

12 Mart’ta; darbenin kendisini hedef aldığını söyleyen Bülent Ecevit CHP genel sekreterliğinden istifa etmiş, ancak CHP yönetimi 12 Mart’a karşı bir tavır geliştirmemişti...

***

Tersine CHP’li Nihat Erim 12 Mart’ın Başbakanı olarak görevlendirilmişti...

Demirel’in ise, aktif bir karşı çıkışı görülmemişti 12 Mart muhtırasına...

“Şapkasını alıp gitmesiyle” eleştirilmişti...

***

12 Eylül’de, bütün liderler direnmeden gözetim altına alınmışlar; darbenin ilerleyen günlerinde Türkeş hapiste; “fikirleri iktidar olup, kendisi içerde olan tarihteki tek siyasi hareket MHP’dir” şiarının altında darbeye karşı aktif olmayan bir tutum sergilemişti...

***

Sadece Bülent Ecevit; yalnızlığın tek başınalığında partisinin genel başkanlığından ayrılarak, tek kişilik bir protest aydın duruşu sergilemişti...

***

Bu duruş 12 Eylül darbesinin o günlerde; meşruluğunu tartışma sınırına getirmemiş; kendi halinde cılız bir hareket olarak kalmıştı...

***

Birkaç İskandinav ülkesi ile cılız Avrupa basınından ibaret; nostaljik tepkilere konu olabilmişti o günlerde Ecevit’in hapsi ve çıkışı...

***

Demirel tüm darbelerdeki tutumunu 12 Eylül’de de sürdürdü...

Sessiz kaldı, direnmedi...

Fırsatını kolladı...

“Keser döner, sap döner; gün gelir hesap döner...” dedi...

***

MSP lideri Necmettin Erbakan; sesinin işitilemeyeceği kadar; sessizliğe gömüldü o sıralarda...

Askeri darbelerde kapanan MSP ya da Milli Nizam partilerinin; darbeler karşısında sokaklarda eylem yapmaları, o günlerde “aktıllara ziyan bir olaydı...”

***

Kılıçdaroğlu; geçmiş darbe karneleri, ‘negatif bir muallaktan’ ibaret görünüm çizen; lider karnesini aynen devam ettirebilirdi; 15 Temmuz gecesi...

***

“Darbeye karşıyız ama...” diyerek vakit kazanabilir, iş işten geçtikten sonra da;

“Biz her zaman darbeye karşıyız” şarkısını söyleyebilirdi...

***

Ama öyle yapmadı...

AKP’yle kıran kırana bir mücadelenin içinde olduğu, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı, rejimin geleceği gibi konularda derin endişeler taşıdığı halde; “ama”sız bir tutumun, müdanaasız darbe karşıtı tavrında ısrarcı oldu...

***

Siyasi tarih Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’yi 15 Temmuz darbe girişiminde bu tavrıyla hatırlayacak...

Taksim mitinginde Fetullah Gülen’den söz edip söz etmemesi; Kılıçdaroğlu ve CHP’nin; darbe esanısında oynadığı kritik rolü değiştirmiyecek...

***

CHP geçmişte sadece istifa eden lideriyle gösterdiği “darbe karşıtı” tutumu, her şeyiyle farklı bir platforma oturtmuş olacak...

Yazının devamı...

Türkiye’de darbeler nasıl yapılmaya çalışılıyor?.. 9 Mart 1971 sol darbe başarısız olunca; 3 gün sonra 12 Mart sağ darbesi geliyor...

Osmanlı’da ve Türkiye’de bir gelenek haline gelen “darbelerin” nasıl yapıldığını, “nasıl başarılı, nasıl başarısız olduğunu” anlamazsak; son olayın kodlarını siyasi ve genetik kodlarını ortaya çıkartamayız...

***

Darbe geleneğinin kurulmuş, işletilmiş ve kanıksanmış kodları vardır Türkiye’de...

Bu kodlar şöyle işler;

***

“İktidarda bulunan her kimse; Osmanlı’da padişah, vezir; Cumhuriyet’te; cumhurbaşkanı, başbakan, hükümet, iktidar; işleri doğru ve hukuka uygun yapmamaktadır... Rüşvet, yolsuzluk alıp başını gitmiş, hukuk ayaklar altına alınmış, tarafsızlık ihlal edilmiştir...

***

Bu şartlar gerekçe gösterilir...

Silahlı Kuvvetler içinde “hukuksuzluğa” dur demeyi amaçlayan, “vatansever, yurtsever, hukuksever, ülkesever subaylardan bir kısmı veya emir komuta zinciri altında bütün kısmı; ülke yönetimine el koymaya karar verir...

***

Darbenin gerekçesi ve geni budur; Osmanlı’da da Türkiye’de de...

Abdülhamit’ten; Bülent Ecevit’e, Demirel’den Tayyip Erdoğan’a durum değişmez... Bu gen kolay kolay yok olmaz...

***

Her şart altında varolan yönetimlerin siyasi tutum ve davranışlarında “bunu gerekçelendirilecek örnekler” bulunur, çıkartılır ve kamuoyunun beğenisine sunulur.

***

Her darbenin kamuoyunda alıcı bulan bir gerekçesi vardır;

27 Mayıs’da;

- “Onlar da Vatan cephesini kurup, milleti kamplara bölmüşlerdi...” denilir...

***

9 Mart 1971’de,

“Faşizm almış başını gidiyor; Memleket elden gidiyordu...” tezi geçerli kılınır...

***

12 Mart 1971’de;

“Türkiye’ye 9 Mart’ta Baas tipi bir rejimi giriyordu... Parlamento görevini yapmıyordu...” denir...

***

12 Eylül’de “insanlar ölüyor, anarşi almış başını giderken, siyasiler bir Cumhurbaşkanı’nı bile seçmiyorlardı...” diye gerekçe sunulur...

***

28 Şubat 1997 ile 27 Nisan 2007’deki müdahale ve muhtıraların adı; “laikliğin elden gitmesi...” şeklinde özetlenir...

***

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin gerekçesi ise “Tarafsızlığını yitirmiş bir Cumhurbaşkanı, almış başını gitmiş yolsuzluk ve hukuksuzluk iddiaları ile rejimi değiştirmeye yönelik girişimler” şeklinde biçimlenir...

9 VE 12 MART 71’DE 3 GÜN ARAYLA TÜRKİYE...

Osmanlı’nın ve Türkiye’nin gelip geçen iktidarlarında; “hukuksuzluk, yolsuzluk, taraflılık, ihmalkarlık” gibi uygulamaların varolduğunu söylemek yanlış değildir...

Konu “darbe geninde” düğümlenir...

Bunlar gerekçelendirilerek; “birilerinin elinde silahla ülke yönetimine el koymaları haklı bulunabilir mi?..”

Darbe geni ve kilit sorusu budur...

***

9 Mart ve 12 Mart 1971 darbe girişimleri; üç gün arayla solcu ve sağcı subayların arka arkaya denediği darbe süreçleridir...

***

9 Mart’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde “solcu bir grup subay” 9 Mart’ta darbe yapmak isterler...

Darbenin komutanlığına Hava Kuvvetleri Komutanı’nı getireceklerdir...

***

Darbeyi haber alan genelkurmay başkanı ve birinci ordu komutanı, bu kez sağcı bir darbeyi gerçekleştirirler 3 gün arayla...

***

Aşağıdaki kaba hatlarıyla doğru olan bilgileri internetten derliyorum...

***

Okurken düşünülmesi gereken; 3 gün içinde bir sol, bir de sağ darbeyi, aynı ordunun değişik subaylarının kalkışmasıyla yaşayan bir ülkenin geldiği noktadır...

9 MART SOLCU DARBECİLERİNİN İSTEKLERİ...

“68 kuşağının son derece aktif olduğu o yıllarda, hem sağ görüş, hem de sol görüş bir askeri müdahale ile devlet yönetimini ele geçirme planları kurmakta idi...

***

Üniversitelerde artan protestolar, her geçen gün artan eylemlerin sürdüğü o günlerde, orduda sol görüşlü bir subay grubu bulunmaktaydı...

***

Bu grup, üniversite hocaları, ve dönemin sol aydınları ile birleşerek, hava kuvvetleri komutanının liderliğinde bir darbe hazırlığına girişti...

***

Yapılması planlanan müdahaleye göre, Atatürkçü düşünceye bağlı, radikal bir sol olarak adlandırılabilecek bir yönetim kurulacak, Baas partisi benzeri bir örgütlenmeye gidilecekti...

***

Ardından bu hazırlığa kara kuvvetleri komutanı da katılmış, toplantılar onun evinde düzenlenmişti...

Fakat henüz tam bir hareket planı hazırlanamamışken, toplantıların düzenli katılımcılarından olan korgeneralin taraf değiştirerek bu hazırlığı ihbar etmesi ve o dönemde sol görüşe mensup bir öğretim görevlisi olarak bilinen bir istihbaratçının tüm projeyi açığa çıkarması ile darbe hazırlığındaki grup yakalanmış, olaydan üç gün sonra da Abd’nin de etkisiyle, dönemin genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç’ın liderliğinde 12 mart muhtırası verilmişti...

***

9 martçılar tarafından hazırlanan hayata geçmeyen muhtıranın maddeleri ise şu şekildeydi:

***

1- Taraflı olduğu kesinlikle kanıtlanmış olan cumhurbaşkanı çekilmelidir...

2- Yoksul halkımızın sırtına yük olmaktan başka bir işe yaramayan parlamento dağıtılarak işçi, köylü ve devrimcilerden bir halk konseyi kurulmalıdır...

3- Düşen hükümetin üyeleri ile parlamenterler ve suçlulukları bilinen yöneticiler yargılanmalı, suçları kesinleşenlerin tüm mallarına el konulmalıdır...

4- Bankalar, dış ticaret, sigortalar, ağır sanayi, petrol ve madenler ile tüm yabancı sermaye devletleştirilmelidir...

5- Ağaların elinde bulunan topraklar alınarak kurulacak toprak komitelerince topraksız köylülere parasız dağıtılmalıdır...

6- Ülkemizin bağımsızlığına gölge düşüren Amerikan üsleri derhal millileştirilmelidir...

7- Atatürkçü aydınlara yapılan baskı ve işkenceler derhal durdurulmalıdır...

8- Öldürülen gençlerin katilleri bulunarak yargılanmalıdır...

9- Atatürkçü anti-emperyalist dış politikaya dönülmelidir...

10- Ülkemiz NATO’nun ucuz asker deposu olmaktan çıkarılarak NATO ve CENTO antlaşmaları gözden geçirilmelidir...

11- Ceza kanununda gerekli değişiklikler yapılarak tutuklu bulunan aydınlar ve devrimciler derhal serbest bırakılmalıdır...

12- Köklü dönüşümleri gerçekleştirecek bir devrim hükümeti kurulmalıdır...”

3 GÜN SONRA 12 MART SAĞ DARBESİ...

“Ordunun tamamı sol bir darbeye yandaş değildi...

Özellikle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve İstanbul’daki 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün, sol darbeye açıkça karşı çıkıyor, Kara Kuvvetleri Komutanı Gürler’i katıldığı söylenen cepheden ayrılması için baskı altına alıyorlardı....

***

Orgeneral Faik Türün eğer Millî Demokratik Devrimciler Ankara’da darbe yapacak olurlarsa, TBMM’yi derhal İstanbul’da toplayacağını ve Meclis’in alacağı kararla Ankara’daki darbecilere karşı 1. Ordu ile harekete geçeceğini söyledi...

***

Faruk Gürler’in sol darbecilerden ayrıldığı, “Yavuz Bey” kod-adını kullanan Muhsin Batur’un ise tek başına bu işe kalkışamayacağı ihtimali belirince cuntacılar 9 Mart 1971 günü darbe yapmak istediler...

***

Kendilerine seçtikleri lider, Kara Kuvvetleri karargâhında bir Tümgeneral olan Celil Gürkan’dı...

Ama Gürkan, kendi deyişiyle ‘düğmeye’ basmadı; teşebbüs gerçekleşmedi ama ok yaydan çıkmıştı...

***

10 Mart günü Ankara’da, daha önce adı bile duyulmamış olan ‘Genişletilmiş Komuta Konseyi’ toplantısı yapıldı... Toplantıya ordudaki bütün Orgeneraller ve Korgeneraller davet edildi...

***

Bu toplantıda 12 Mart günü hükümete muhtıra verilmesi kararı alındı...

***

12 Mart Muhtırası’nı veren Memduh Tağmaç, Orgeneral rütbesindekiler hariç bu 9 Mart 1971 Millî Demokratik Devrimine adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları re’sen emekliye sevketti...

***

1. Ordu Komutanı Faik Türün de bu darbeye adı karışan tüm Devrim yazarlarını ve diğer Millî Demokratik Devrim cuntası üyelerini Ziverbey Köşkünde Milli İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla sorguya çekti...”

***

Bu sorgularda Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve kod-adı olarak “Yavuz Bey”i kullanan Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un da 9 Mart darbe teşebbüsüne önce destek verdikleri, fakat sonra istihbarat bilgileri Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı...

***

12 Mart darbesinin sonunda, cezaevleri doldu...

Türkiye en ağır baskı günlerini yaşadı...

Baskı rejiminin binlerce örneği mevcuttu...

Hiçbiri unutulmadı...

Ama bir örnek vardı ki;

Tarih onu başka türlü yazdı...

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı 12 Mart darbesi esnasında idam edildiler...

Yazının devamı...

“Bana mertçe söyleyin; kimden yanasınız?..”

Darbe girişimi esnasında; insan unsurunu öne çıkartarak; en etkili haberciliği yapan Posta gazetesinin haberinden; 15 Temmuz gecesi Tayyip Erdoğan’ın, tatil yaptığı Marmaris’ten çıkarak helikoptere bindiği anı ve sonrasını okuyorum...

***

Tayyip Erdoğan kendisini Marmaris’ten almaya gelen helikopterin iki pilotuna; “Bana mertçe söyleyin...” diye soruyor;

“Kimden yanasınız?..”

***

Bir Cumhurbaşkanı’nın; gece vakti helikoptere binerken; pilotlara dönüp “kimden yanasınız?..” diye sorması, olayın perde arkasını bütünüyle açık ediyor...

***

Erdoğan kendisini almaya gelen; helikopterin pilotlarının bile kimden yana olduklarını bilmiyor...

O sırada fiili olarak Cumhurbaşkanı olsa da, bulunduğu durum bir savaşın ortası...

Bir Cumhurbaşkanı’nın, bindiği helikopteri kullanacak pilota “kimden yanasın” diye sorması; durumun hangi hassas noktada olduğunu gösteriyor...

***

Darbe anlarında liderler ilk anda tamamen yalnız kalıyorlar...

12 Eylül sabahı erken saatlerde Bülent Ecevit ve eşi ile Süleyman Demirel ve eşi evlerinden alınmak için kapıları çalındığında; çevrelerinde bulunan o inanılmaz kalabalıklardan hiç birisi bulunmuyor...

Kendilerini almaya gelen albayla karşı karşıyalar o anda; ve nereye götürüleceklerini bilemiyorlar...

***

Tayyip Erdoğan o gece otelde 6 saat kaldıktan sonra, helikoptere yöneliyor...

Helikopter otelin pistine, ışıklarını söndürmüş olarak iniyor...

Erdoğan’ın yanında eşi Emine Erdoğan; kızı Esra Albayrak, Enerji Bakanı olan damadı Berat Albayrak; torunları 11 yaşındaki Ahmet Akif, 6 yaşındaki Mahinur; 7 aylık Sadık ile helikoptere geliyor...

***

O soruyu kızı üç torunu ve eşi yanındayken soruyor pilotlara;

-“Bana mertçe söyleyin kimden yanasınız...” diye...

*****

“SEN DE Mİ BRÜTÜS?..”

Kokpitteki iki pilot; “Sizden yanayız... Sizi ve ailenizi gideceğiniz yere ulaştırmak için ne gerekiyorsa yapacağız...” diyorlar...

Erdoğan; “sağolun...” diyor...

***

Ancak kafasının içinden geçenleri kimse bilmiyor...

Bu soruyu, helikopterin pilotlarına soran kişinin; sadece bu cevapla ikna olmuş olduğunu söylemek imkansız...

***

Erdoğan’ın kafasındaki o soru işareti; helikopterin Marmaris’ten Dalaman havaalanına inene kadar gitmiyor...

***

Helikopter bu süre zarfında ışıklarını söndürerek uçuyor...

Risk alıyor ve radara yakalanmamak için çok alçaktan uçuyor...

Erdoğan’ın yanında ailesinin dışında, Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ve Koruma Başmüdürü Muhsin Köse var...

***

Bu noktada üzerinde durulmayarak atlanan bir olay daha var...

Darbe girişimi gecesi Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları karargahta bizzat kendi emir subayları ve yaverleri tarafından rehin alınıyorlar...

Öyle söyleniyor...

***

Darbe anlarında, liderlerin ve komutanların en yakınındaki kişilerin, aslında karşı tarafa çalıştıklarının ortaya çıkması çok sık görülen bir Brütüs vakası...

***

Roma senatosu önünde suikaste uğrayan İmparator Jül Sezar’ın; “Sen de mi Brütüs” sözü; yeğeni Brütüs’ün kendisine bıçak saplama girişimine karşı edilmiş bir söz...

Sezar’dan ve Brütüs’ten bu yana; hayat binlerce Sezar ve Brütüs çıkartıyor yaşamın ve siyasetin her sahnesinde...

***

Helikopter pilotlarına “Kimden yanasınız” diye soran Erdoğan’ın; o esnada Roma senatosu önündeki Sezar ve Brütüs vakasını hatırlamaması; yanında bulunan özel kalem müdürüyle, koruma müdürünü bu ihtimaller dahilinde düşünmemiş olması imkansız...

***

Erdoğan’ın en yakınındaki insanları seçme konusunda; Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’ndan daha basiretli davranmış olduğu, Marmaris’den İstanbul’a gelirken ortaya çıkıyor...

*****

ERDOĞAN’I İSTANBUL’A SAĞ SALİM İNDİREN UÇAĞIN İSMİ; “ATA”

Helikopter kalktıktan 15 dakika sonra, darbeci askerlerden oluşan suikast timi, Erdoğan’ın kaldığı otele geliyor...

***

Helikopter ışıklarını kapatarak otelin pistine inip, kalktığından Erdoğan ve ailesinin otelde olduklarını düşünüp, yoğun bir ateşe başlıyorlar suikastçiler...

***

Helikopterde bulunan Erdoğan; İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ve 1. Ordu Komutanı ile görüşüyor...

Her üç yetkiliden de Atatürk havalimanının geri alındığını; durumun limanda güvenli olduğu mesajını alıyor...

***

Tayyip Erdoğan’ın o gece; yanında olması hayati derecede önemli olan birkaç isim var...

Bu isimlerin başında, 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar geliyor...

***

Ümit Dündar Tayyip Erdoğan’a; “Genelkurmay’daki darbe girişimini ilk elden ve ilk olarak haber veren; darbecilerin kendisiyle de görüştüklerini söyleyen Orgeneral...”

Askeriyedeki konumu itibariyle o gece dengeleri değiştiren kişilerin başında geliyor Orgeneral Ümit Dündar...

***

Etkisi bununla sınırlı değil...

Dündar’ın görev alanı Trakya, Boğazlar ve İstanbul olan 1. Ordu’nun komutanlığı...

***

Darbe girişiminin askerler arasında yer yer çatışmaya sahne olduğu hassas saatlerde; İstanbul ve Boğaz’lardan sorumlu 1. Ordu Komutanı’nın; Atatürk Havalimanı, Köprü ve İstanbul’daki kritik noktaları kontrol altına alması; gecenin bütün akışını değiştiriyor...

***

Nitekim; gecenin ilerleyen saatlerinde Ümit Dündar’ın, sadece İstanbul’un değil; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün komutasının fiili başkanı olarak Genelkurmay Başkan’lığına vekalet edeceği açıklanıyor...

***

Türkiye; önümüzdeki Ağustos ayında; büyük ihtimalle 15 Temmuz darbe girişimini engelleyen en etkin komutanın Genelkurmay Başkanlığı’na geçişine tanık olmaya hazırlanıyor...

***

Tayyip Erdoğan; o gece sabaha karşı, Cumhurbaşkanlığı uçağı ATA’ya Dalaman’dan binme kararı veriyor...

***

İstanbul’a dönerken, uçağın kuyruk kısmındaki yazılar kapatalıyor ve ATA’ya yolcu taşıyan Türk Hava Yolları uçağı süsü veriliyor...

***

O sırada semalarda darbe girişimi için uçan F-16 uçaklarından biri ATA uçağının 50 metre yakınına kadar geliyor ve fark etmeden geçiyor...

ATA uçağı adeta bir hayalet gibi uçarak, kontrolün sağlandığı “Atatürk Havalimanı”na iniyor...

***

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı; İstanbul’a sağ salim indiren uçağın adının ATA uçağı olması; iniş sağlanan güvenli havaalanının Atatürk Havalimanı olması da hayatın ilginç bir tesadüfü olarak anılara kazınıyor...

Yazının devamı...

İstanbul’un darbeler tarihi... Saltanat arabasını kullanarak; bombalı saldırıdan tek başına kurtulan Abdülhamit olayı!..

Türkiye’nin tarihi bir darbeler tarihidir...

Bu ülkede darbeler, girişimler, suikastler hep olmuştur...

Bunlar 27 Mayıs 1960’da başlamazlar...

Öncesine gerçekleşmiş, gerçekleşmemiş nice darbe öyküsü vardır...

Onları okuyunca insan bir tuhaf olur; “nasıl bir siyasi gelenekten geldiği” konusunda derin hesaplaşmalara savrulur...

O savrulmalar; acıyla, hüzünle ve ibretle noktalanır...

***

Şimdi size anlatacağım siyasi darbe amaçlı bombalı saldırının tarihi yine bir Temmuz ayıdır...

“Otokratik” bir yönetim gösterdiği söylenen 2. Abdülhamit’e düzenlenir...

***

Yine bir Cuma gününe denk düşen 21 Temmuz 1905’de geçekleşen saldırı İstanbul’da olur...

Amaç uzun yıllardır iktidarda olan 2.Abdülhamit’i iktidardan düşürmektir...

***

Tarihe Bombalı Olay olarak geçen suikasti şöyle anlatır tarih kitapları:

***

“1878’den beri ülkeyi otokratik bir rejimle yöneten 2. Abdülhamit’e normal yollardan muhalafet edemeyenler 21 Temmuz 1905’te Yıldız Camii’nden çıkarken bir bombalı saldırı düzenlediler...

***

Abdülhamit cuma namazlarını Yıldız Sarayı’nın kapısından 300-400 metre uzaklıktaki Yıldız Camii’nde kılardı...

***

Belirli ve alışılmış kişilerden başka kimse; Cuma naması için padişahla beraber camiye giremezdi... Her tarafta bendeler, hafiyeler, sivil polisler olurdu...”

***

21 Temmuz 1905 günü yine böyle bir törende, İstanbul’un her yerinden duyulan korkunç bir patlama oldu...

İnsan cesetlerinin kanlı parçaları, taşlar ve topraklar etrafa savruldu...

***

26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış,

20 at ve 17 araba parçalanmış, cami hasar görmüştü...

Ancak Abdülhamit sağ ve salimdi...

***

Patlamadan sonra evhamı ile tanınan Abdülhamit; kendini kontrol etmeyi başararak sadece;

“Ne var ne oldu?..” diye sormakla yetinmiş, ardından kılıç çekerek avluya doluşan süvari birliğine;

“Korkmayın, korkmayın...” dedikten sonra, saltanat arabasına atlayıp, dizginleri bizzat eline alıp olay yerinden süratle ayrılmıştı...

***

O gün ve ertesi gün kendisine geçmiş olsun diyenlerle ilgilendi...

Daha sonra sarayın etrafına yeni ve daha güçlü duvarlar diktirdi...

*****

SUİKAST NEDEN BAŞARISIZ OLDU?..

Suikast neden başarısız oldu?..

Olayın en yakın tanıklarından Woods paşanın anlattığına göre; Abdülhamit önce Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile ayaküstü sonhbet etmiş, ardından Saray Ahırı müdürüne talimatlar vermişti...

***

Tanıklardan Abdullah Bedevi ise; Harbiye Mektebi’nde bulunan İhtilalci Askerler Cemiyeti üyesi Rıza isimli öğrencinin Abdülhamit’e dilekçe vermesi yüzünden; Abdülhamit’in birkaç dakika geciktiğini iddia etmişti...

***

Bu iki üç konuşmanın neden olduğu birkaç dakikalık gecikme, Abdülhamit’in hayatını kurtarmıştı...

Olayın arkasında Ermeni komitacılarla birlikte İttihatçıların da olduğu iddia edildi...

*****

148 KİLO PATLAYICI VE YERALTI TÜNELLERİ...

Olayı soruşturmak üzere bir komisyon kuruldu, yolda bulunan bir lastik parçasının izi sürülerek arabanın markası tespit edildi...

***

Markadan kalkarak arabaya, arabadan da suikastçilere ulaşıldı...

İstanbul’un değişik semtlerinde baskınlar yapıldı, değişik mekanlarda depolanmış 148 kilo Milinit adlı patlaycı malzeme çıktı...

Osmanlı Bankası ve Galata Köprüsü’nü uçurmak üzere kazılmış yeraltı tünelleri bulundu...

*****

TEVFİK FİKRET’İN SÖZLERİ...

Sadece İttihatçılar değil; Abdülhamit’e karşı olan başkaları da Bomba Olayı’nı destekliyorlardı...

***

Abdülhamit’in siyasi muarızlarından Tevfik Fikret (İttihatçı değildi) 1908’den sonra yayınladığı “Bir Anlık Gecikme” isimli şiirinde günümüz Türkçesiyle şöyle yazıyordu;

“silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini en çetin...

bir uykudan uyandırır milleti dehşetin...

Ey şanlı avcı tuzağını boşuna kurmadın...

Attın fakat yazık ki yazıklar ki vuramadın...

bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen alçak... Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini...”

Fikret bunları ancak yıllar sonra; Abdülhamit’in tahttan inmesinden sonra yazacaktı!..

*****

ABDÜLHAMİT’İN SUİKAST DÜZENLEYENE KARŞI TAVRI...

Olayı soruşturmak üzere kurulan komisyon; yüzlerce tanık dinledi; binlerce sayfa fezleke tuttu...

Suikastçilerin bir bölümü ölmüş, bir bölümü yurt dışına kaçmıştı...

***

Planlar hakkında her türlü bilgiye sahip olduğu sanılan Hacı Nişan Minayan adlı komitacı, konuşmamak için bileklerini teneke ile keserek intihar etmişti...

***

17 Aralık 1905 günü; mahkemenin karar vermesinden bir gün önce; Belçika Hükümeti Osmanlı İmparatorluğu’na bir nota verdi... Yakalanan Joris isimli hükümlünün ‘affedilmesini ve Belçika’ya verilmesini’ istiyordu...

***

İstanbul; Belçika’nın notasına kulak asmadı... 18 Aralık 1905 günü Joris’i idama; diğer sanıkları da hapse mahkum etti...

***

Bu arada Joris hapishane hücresinden saraya getirildi...

Abdülhamit’le aracısız görüştü...

Bağlı bulunduğu Ermeni komitaları aleyhine çalışmak ve bunların hareketleri hakkında bilgi vermek üzere Sultan Abdülhamid’in hizmetine girdi...

***

Beşyüz altın yolluk bağışlanarak Sirkeci’den trene bindirildi ve gitti...

Abdülhamid’i ortadan kaldırmak için görev kabul eden Joris; çok geçmeden Abdülhamit’in hafiyesi olarak Avrupa’ya döndü ve hayli hizmet etti...

***

Abdülhamit’in suikastçilere karşı tavrı ilginçti... 33 yıllık iktidarının yaklaşık 30 yılında muhaliflerine göz açtırmayan Abdülhamit döneminde, siyasi nedenlerle asılan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez...

***

İdam cezaları hapse; hapis cezaları çoğunlukla sürgüne çevrildi... Sürgündeki muhaliflere uslu durmaları karşılığında maaş verildi...”

***

Türkiye’nin de Osmanlı’nın da; siyaset ve iktidar tarihi; çok acı ve ibret verici olaylarla doludur... Bu olayların bilgilerine vakıf olanlar; bugünleri anlarken; biraz daha avantajlı olurlar... Ne var ki sözkonusu avantajlar, yaşanan hüzünleri gidermezler... O hüzünler derin derin yaşanmaya devam ederler...

(Öteki Tarih-Ayşe Hür)

Yazının devamı...

Atatürk’ün öldüğü yaşta...

Dün sabah 06 gibi doğum gününe uyanıyor “romantik muasır...”

Herhangi bir doğum günü olmanın ötesinde bir anlamı var “dün”ün... Bu doğum günüyle Atatürk’ün öldüğü yaşa giriyor “romantik muasır...”

***

Aklına bu detay ilk düştüğünde; henüz ortada bir darbe girişimi bulunmuyor... 15 Temmuz gecesinin, korkutucu yüzüyle karşılaşmamış durumda henüz ülke...

***

57’nci yılına girmeye hazırlandığı mütevazı hayatında; Gazi’nin 57 yıl boyunca millet yaratabilmenin muazzam mücadelesinde; emanet bıraktığı Cumhuriyet’te yaşadığı 57 yılı düşünüyor; “romantik muasır...”

***

Cumhuriyet’in çocuğu o...

Ailede; okulda Cumhuriyet’in çocuğu olarak yetişiyor...

***

Cumhuriyet’in “asil unsuru olarak” hissederek büyüyor...

Gazi’nin bağımsızlık çizgisini;

Gazi’nin çağdaşlık süzgecini;

Gazi’nin Batı’lı muasır medeni yüzünü; kendisinde sindirmeye çalışıyor...

***

Zaman geliyor geçiyor; Bilinçaltına işleyen; Gazi’nin; medeniyetler çizgisinin parçası olma arzusu; için için yanıp tutuşturuyor onu...

***

Hiçbir etki; Gazi’nin muasır medeniyetle ifadesini bulan çağdaş ve Batılı yüzü kadar hayatına damgasını vurmadığını fark ediyor “Romantik Muasır...”

MUSTAFA KEMAL’İN “MUASIR MAĞDURU...”

Gazeteci oluyor...

Gazetecilik, televizyonculuk, yorumculuk yapıyor...

Popüler oluyor...

Bunları yaparken; “muasır medeniyetin rekabetçi popüler tarzını...

En iyiyi gerçekleştirme disiplinini...”

Yaşayarak; hayata damga vurmaya çalışıyor...

***

Kız arkadaşlarıyla sevgiliye dönüştüğü süreçlerde;

Muasır muadillerinin, bireysel ve sosyal tarzını...

İlişki şeklini...

Kadına bakışını...

Yaşam gustosunu ve stilini arıyor...

***

Müzik dinlerken;

Muasır Napoliten’leri...

İspanyol gitarları...

Amerikan rock’ları...

İngiliz popları...

Yunan Buzuki’leri...

Portekiz Fado’ları...

Parisien romantikleri dinliyor; “Romantik Muasır...”

***

Giyinirken...

Elbise seçerken...

Vitrinde gezerken...

Renk armonisinin ahengini yakalamaya uğraş verirken;

Gazi’sinin tarzındaki muaasır özeni arıyor...

***

Onun gömlek yakaları...

Onun kravatları...

Onun ceketleri...

Onun pantalonları...

Onun pabuçları...

Onun giyimi kuşamı...

Onun karizması...

Onun fotoğrafları canlanıyor beyninin derinliklerinde...

***

Sofralar kurulduğunda...

Onun yeme ve içme adabı...

Onun kalabalık sofrası...

Onun “göz doyuran ikramı...”

Onun içkiyi de içine alan tarzı...

Onun dansı...

Onun balosu...

Onun reveransı...

Onun muasırı; bilinçaltından çıkmıyor...

AYRIK OTLARI, DİKENLER, ZEHİRLİLER ARASINDA...

Türkiye’de hayat; “romantik muasırın arzusuna” koşut gitmiyor ne var ki;... Dikenler, ayrık otlar, zehirli haşare “romantik muasırın” hayatını zindana çeviriveriyor bir süre...

***

Gazi’nin düşüncesini seslendirdiğini iddia eden “dizi dizi iktidarlar yönetiyorlar ülkeyi ve “Romantik Muasırı...” Onu işinden ediyorlar... Siyasi darbelerinden ona da; hatırı sayılır hisseler sunuyorlar...

***

“Romantik Muasır”, kendini Gazi’siyle yakınlaştırdıkça; Gazi’nin peşinden giden adamlar; “Romantik Muasır’ı” kendilerinden uzaklaştırıyor; yalnızlaştırıyorlar...

***

Ona; “Sen bizden değilsin...” diyorlar... Romantik Muasır garip bir dilemanın içinde; ait olduğunu sandığı dünyadan uzaklaştırılıyor; yapayalnız ve çaresiz bırakılıyor...

GAZİ’NİN ÜLKESİNDE HAYAT...

Gün geliyor devran başka türlü dönüyor...

Bu kez; Gazi’yi diğerleri gibi kutsuyormuş gibi yapmayan; kendi inanç çizgisinde; başka hayat tarzlarını ön plana çıkartan insanlar ve iktidarlar geliyorlar yönetime...

***

Onlar “eski”lerle güç ve iktidar savaşına girişiyorlar... Romantik Muasır yine ortada, kalıveriyor...

***

“Eskiler”den ona hayatı zindan edenler; onu darbelerle görevinden edenler; “yeni”lere onu gammazlayıveriyorlar...

“Eski”nin tehlikelerinden biri buydu” diye; “yeni”leri onun üzerine salmaya çalışıyorlar...

***

Romantik Muasır ait olduğu hayat tarzıyla, o hayat tarzının “cellatlaşan ve gaddarlaşan” ilgisiz çeteci unsurlarıyla; karşı karşıya zindan olan hayatını yoluna sokmaya çalışıyor...

***

Onun “hayat tarzını” benimsemeyenlerin “demokratik çoğunluğuna, farklılıklarına, saygı duyuyor...”

Kendininkine de saygı duyulmasını arzu ederek, isteyerek...

***

Hayat her geçen gün daha da geriliyor, daha da kutuplaşıyor Gazi’nin ülkesinde...

Bu kez “güç ve iktidar savaşı” yeni güçlenen unsurların kendi arasında patlayıveriyor...

***

Yıllar önce, “Gazi’nin ismi gerekçe gösterilerek” yapılan darbelerin yerini; yeni kanlı darbe girişimleri alıyor...

***

“Gazi”nin “Muasır Romantiği”, farklı fikirlere, farklı hayatlara, farklı tarzlara, farklı düşüncelere saygı duymanın, kendi yaşam şekline de saygı duyulmasının dışında hiçbir şey istemiyor, beklemiyor...

***

Ancak bu mütevazı isteği bile, ülkede yaşaması, mesleğini sürdürmesi, çoluğuna çocuğuna güvenli bir gelecek sağlaması için yeterli olmuyor...

***

Ülke kanlı darbe girişimleri, siyasi gerginliği, hukuksuzluk özlemleri, kutuplaşmanın bitmek bilmez çatışmaları altında; “huzur yerine korkuyu” egemen kılıyor...

***

Son darbe girişimi; halkın direnişiyle son buluyor... Romantik Muasır Gazi’sinin yaşına geldiği, doğum gününde ülke Olağanüstü Hal’e uyanıyor...

***

Gerçekte Olağanüstü Hal’in olağanüstü bir hali yok...

Romantik Muasır yıllardan beri olağanüstü bir halin ve olağandışı bir hayatın girdaplarında yaşıyor; Tüm sıradan insanlar, suçsuz günahsız milyonlar gibi...

***

Gazi’sinin “Romantik Muasır” mağduru; dün doğum gününü yaşadığı bunca hüzne rağmen, yine umut ve heyecanla kutluyor...

O Gazi’sinin Romantik Mağdur’u çünkü...

Yazının devamı...

Tayyip Erdoğan; o geceyi hiç unutmayacak...

Muğla milletvekili Nihat Öztürk; Cuma günü; darbe girişimi gecesi Marmaris’te Tayyip Erdoğan’ın otelinde yaşananları anlatıyor ilk ağızdan;

***

-”Cumhurbaşkanımızın kaldığı otelin sahibi arkadaşımdı..” diyor...

-”Kendisini arayarak; ‘Tayyip Bey otelde mi’ diye sordum... Korkmuştu cevap vermedi... Beni otele çağırdı... 21.45 sularında oteldeydim... Gittiğimde Cumhurbaşkanı bana insanların ne yaptığını sordu... ‘Teşkilatlar toplanıyorlar’ efendim dedim; ‘Nereye topluyorsunuz’ diye sordu...

‘Otelin önüne’ dedim...

***

‘Tamam sen de başlarına geç’ diye soğukkanlı bir şekilde cevap verdi...

Marmaris’te ayrı ayrı 3-4 komutanlık var...

Nereden neyin geleceğini tahmin edemiyoruz... Helikoptere güvenemiyorsunuz...

Rodos, Yunan adaları bize 15 dakika... Cumhurbaşkanı oraya geçse güvenlik sorunu hallolabilirdi... Ama geçmedi... Hiç istemedi, ima dahi etmedi...

İstanbul ve Ankara’nın güvenli ortamını yakalamaya çalıştık...

***

Dalaman’da öyle 2 havaalanı var... Güvenemedik... Askeri birlikler var... Hava ve deniz üssü var... Marmaris emniyet amirimizle kontak kurduk... 6 kişiyle oradaki güvenliği sağlamaya çalıştık... Biz içeri girdiğimizde 15 genç çocuk; ‘Abi biz sizi koruyamayız...’ dediler... ‘Biz korunmaya gelmedik’ dedik... ‘Biz Cumhurbaşkanı’na siper olmaya geldik’ dedik...

***

Darbeciler; Tayyip Bey’i Okluk Koyu’nda zannetmişler...

Helikopter kalktığında biz dahi nereye gideceğimizi bilmiyorduk... Havada karar verdik...”

***

Bu röportajdan görüyorum ki; bir darbe girişiminin ilk hedefi olan insan; o anda ailesiyle birlikte yapayalnız bir konumda bulunuyor...

***

Yüzde 52 oy da alsa; meydanları tıka basa da doldursa; silahların gölgesindeki bir darbe anında; yalnız kalıyor...

***

O an olaylara hakim olamazsa; onu destekleyen geniş kitlelerle arasındaki bağ kopabiliyor ve olaylar bir meçhule doğru gelişebiliyor...

***

Hiçbir lider, o esnada gerçekte tam olarak; ‘Kimlerin yanında, kimlerin karşısında olduğunu’ bilemiyor...

Bu koyu ve dipsiz yalnızlığın, içinde kalıyor insanoğlu......

***

Gücün mevkiinin, popülaritenin, milyonların; hiçbir geçerliliğinin olmadığı o anlarda; etkin görevlerde bulunan insanlar; genelde hiç panik yapmıyorlar...

***

Çevrelerine bildikleri gibi; liderlik yapmaya devam ediyorlar...

Her şeyi, doğal mecrasında hiçbir şey olmamış gibi sürdürüyorlar...

Hiçbir hayal kırıklığı emaresi göstermiyorlar;

***

Aksine etrafta panikleyenler olursa sakinleştiriyorlar...

***

Ancak olaylar geçtikten, durulduktan ve bir nebze hayat normal akışına döndükten sonra; o insanlar; o anları, o saatleri, yakın ve uzak çevrelerinde yaşadıkları ihanetleri; hayatları boyunca bir daha unutmuyorlar...

***

Tayyip Erdoğan bu olayı hiçbir zaman unutmayacak bir halet-i ruhiyenin işaretlerini veriyor...

***

Bu olayın, bir insanın hayatının son noktası olduğunu; bir milim ötesinin ailesiyle birlikte yok edileceği gerçeğini; hiç bir zaman aklından çıkartamayacağı bir portre çiziyor...

***

Bir liderin; aklından çıkartamayacağı Marmaris’deki darbe gecesi; Türkiye’nin bundan sonraki siyasi kaderine damgasını vuracak gibi gözüküyor...

***

Kuşkunun taşıyacağı ihanet seçeneği; Türkiye’nin karışık siyasi ortamında, hiç bitmeyen “gammazlama ve olayları manipüle etme girişimlerini iyice doruğa çıkartacağı anlaşılıyor...”

Bunun ilk emareleri darbe girişimi gecesinin hemen ertesinde en üst düzeyde yaşanmaya başlıyor...

MİT MÜSTEŞARI İLE GENELKURMAY’DAKİ KOMUTANLAR HEDEFE KONUYORLAR...

İki gündür inanılmaz bir algı savaşı içine giriyor Türkiye’de...

Darbe gecesi kimin ne yaptığını ve ne yapmadığını kimse tam olarak bilmiyor...

***

MİT’in Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a “darbe girişimini önceden haber vermediği” fısıldanıyor önce...

Bunu, televizyonlara çıkan yoruculardan bazıları da seslendiriyorlar...

***

Daha sonra MİT; Cuma günü saat 16’da darbe hazırlıkları konusunda Genelkurmay Başkanı’nı haberdar ettiğini açıklıyor...

***

Bu gelişme üzerine Cumhurbaşkanı’nın CNN’de “Darbe girişiminden saat 20’de haberdar oldum” sözleri hatırlatılıyor...

MİT’in neden Cumhurbaşkanı’na değil de Genelkurmay’a haber verdiği sorgulanıyor...

***

Genelkurmay Başkanı ve komutanların; bu dört saatte ne yaptıkları, niye hiçbir şeye hakim olamadıkları üzerine kuşkulu sorular seslendiriliyor...

***

Soru sormak, söylenenlerden kuşku duymak, olayların perde arkasını araştırmak; gazetecilerin yapması gerekli ve zorunlu olan bir faaliyet...

Gazetecilik böyle yapılıyor; böyle yapılmalı...

***

Ancak Türkiye’de “gazetecilik yapıyor görünülerek,” gerçekte başka bir faaliyet yapılıyor...

***

Cuma gecesi yapılan darbe girişimi sonrası; devlette, bürokraside, siyasette büyük değişimlerin olacağını bilen güçler; bütün imkanlarını seferber ederek “tasfiye olmasını istedikleri siyasi hedefleri kuşkulu sorularla” elimine etmeyi amaçlıyorlar...

***

MİT; Genelkurmay’ı 16’da haberdar eder;

Müsteşarı orada toplantıya giderken; Cumhurbaşkanı’na ne söylediğini veya söylemediğini bilmiyor hiç kimse...

***

Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları’nın, emirlerinin neden çoğu yerde pratiğe geçemediği, kimlerin engel olduğu da bir muamma...

***

Ancak sorular gerçeği araştırmak yerine; “kuşku yaratmak biçiminde sorulduğunda”; gerçeğin ortaya çıkması yerine, bir algı savaşının mermileri kafamıza çarpıyor...

***

Türkiye kamuoyu; Balyoz ve Ergenekon süreçlerinin üzerinden ancak yıllar geçtikten sonra; hangi generallerin darbeci, hangilerinin olmadığı üzerine; sil baştan sorgulamalara girişmek zorunda kalıyor...

***

Amaç sadece “gerçeklerin ne olduğunu ortaya çıkarmak olmayınca, algı savaşı üzerinden yaratılan kuşkular; yeni ve taze bir Türkiye yaratmak yerine, birbirinin gözünü oyan bir resme; Türkiye’yi mustahak kılıyor...”

***

Türkiye; bunca badireden sonra; bir de bunu hak etmiyor...

F-16 uçaklarının pilotları gibi; kendi vuracağı siyasi düşman hedefine kitlenen bir gazetecilik aldatması, gerçeklerin üzerini örtmeye yarıyor...

Esas bilgi kirliliği şimdi başlıyor...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.