Şampiy10
Magazin
Gündem

Vatan sevgisi imandandır!

Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Ama alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır...

VATAN...

Doğup büyüdüğümüz ve üzerinde yaşadığımız toprak parçası. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır. Yurt da aynı anlamdadır.

Vatansever, vatanperver

Milletler, dünyada huzur, saadet ve güven içerisinde yaşayabilmeleri için mutlaka bir vatana muhtaç oldukları gibi, inançlarını rahatça yaşayabilmeleri, çocuklarını istedikleri şekilde eğitebilmeleri için de bir vatana muhtaçtırlar. Milletleri ayakta tutan ve vatandaşları arasındaki birlik ve beraberliği sağlayan ahlâkî değerlerden biri hiç şüphesiz vatan sevgisidir. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir. Vatan sevgisi övünülecek bir şeydir. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlardır.

Anadolu: Güneşin

doğduğu yer...

“Anadolu”; “güneşin doğduğu yer” anlamına geliyor. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi bu topraklarda yaşadı. Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğdular. Hz. Muhammed hadisi şeriflerinde “vatan sevgisi imandandır” buyurmaktadır. Atamız, “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” anlayışıyla milletimizle birlikte peygamberimizin bu sözünü hayata geçirdiler.

Peygamberimizin sözünde; vatan sevgisiyle iman, birlikte zikredilmiştir; yani vatanımızı sevmek imanımızla beslenmektedir. Vatan sevgisi sorumluluk içermektedir. Vatan içinde hangi görevi yapıyorsak en güzel şekilde yapmaktır. Kur’an-ı Kerim de bu güzel işler “salih ameller” olarak isimlendirilmektedir.

Ayetlerde “salih ameller” kavramı “iman etmek”le birlikte yer almaktadır.

Zamana andolsun ki insanoğlu kayıp içindedir. Ancak iman edip salih ameller işleyenler birbirlerine gerçeği ve sabretmeyi önerenler kaybetmezler, her iki dünyayı kazanırlar.(Asr suresi)

M.Akif’e kulak verelim!

İyi işler yapmamız önemlidir ama bu iyilikleri yaparken Yaradanımızla sağlıklı bir bağ içerisinde üretemiyorsak bu eylemler yetersiz kalır. Çünkü ilahi bir kaynaktan beslenmemiş olur. Hizmet ettiği alanı kuşatamaz, gerçekten iyileştiremez, kalkındıramaz, besleyemez. Dolayısıyla inancın gücüyle yapılan eylemler insanlığın mutluluğuna ve barışa gerçek anlamda katkıda bulunurlar.

Birbirimizi yargılamadan, anlayışla, farklılıklarımızdan güç alarak, birbirimizi tamamlayarak yaşadığımız vatanımızda barış içinde hep varolmak dileğiyle şairimiz Mehmet Akif’e kulak verelim:

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı,

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Zekatınızı verin!

Ramazan, paylaşma, iyilik ayıdır. İslamın 5 şartından biri olan zekat, İslam dinine göre zenginlik ölçüsü kabul edilen (nisap) miktarda yani 80.18 gram altın, 5 deve, 30 sığır ve 40 koyunu olanların Allah rızası için mallarının 40’ta birini fakir, düşkün ve yolda kalmış olanlarla, verme ibadettir...

Sözlükte artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal ve övgü anlamlarına gelen zekat; dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktar malı ifade eder. Zekatın sarf yerleri Kur’an’da ayrıntılı şekilde açıklanmış (Tevbe, 9/60), nisabı da hadislerde belirtilmiştir (Buhârî, “Zekat”, 32, 36, 38, 43). Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekatını vermesi gerekir. Nisap altında 20 miskal (80. 18 gr), devede 5, sığırda 30, davarda 40’tır.

Zekatın farz olması için şartlar; malların üreyici olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, borcundan ve asli ihtiyaçlardan fazla olmasıdır.

Bireysel ve toplumsal hayatımızda çok önemli yeri ve olumlu etkileri olan zekat, malî ibadetlerden biridir. İslam’ın beş temel esasından biri olan zekat, Müslümanlara Hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin...” (Bakara, 2/43, 110; Hac, 22/78; Nur, 24/56; Mücadele, 58/13; Müzzemmil, 73/20); “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, arıtıp yücelteceğin bir sadaka al ve onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe,9/103) buyrulmaktadır.

Zekât kimlere farzdır?

Bir kimsenin zekat vermekle mükellef olması için Müslüman, hür, akıllı, buluğ çağına erişmiş olması; borcundan ve asli ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte nisap miktarı mala sahip olması gerekir.

Nisap miktarı ne kadardır?

Nisap; zekat, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgari zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve asli ihtiyaçlarından fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekat veya sadaka alamayacağı gibi sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Fazla olan bu malın nami olması ve üstünden bir yıl geçmesi halinde zekatının verilmesi gerekir.

40 koyun veya 80.18 gram altın

Zenginliğin asgari sınırı olan ‘nisap’ Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgari sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü gösterir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyledir; 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.

Zekat kimlere verilir?

Zekatın kimlere verilebileceği Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir (Tevbe Suresi, 60). Bunlar; fakirler, düşkünler, esaretten kurtulacaklar, borçlu düşenler, Allah yolunda cihada koyulanlar, yolda kalmış olanlar, zekat toplamakla görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulub adı verilen, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen yeni Müslüman olmuş kimselerdir.

Hayır kurumlarına zekat verilir mi?

Aldıkları zekatları bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek, kurum ve yardımlaşma fonlarına zekat verilmesinde dinen sakınca yoktur. Toplumun kaynaklarının toplumun ihtiyaçları ile buluşmasını sağlamak ve dini vecibelerini yerine getirmek isteyen vatandaşlarımızın bağışlarını ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak üzere zekat bağışı alınmaktadır. Zekat bağışları Ramazan’da yoğun olmakla birlikte yıl boyunca devam eden bir faaliyettir.

Zekat ne zaman verilir?

Zekat vermenin belli bir zamanı yoktur. Müslümana farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir dönemi veya Ramazan ayını beklemeye gerek yoktur. Ancak, zekat vermekle yükümlü olanların, yükümlü oldukları andan itibaren en kısa zamanda zekatlarını vermeleri uygun olur.

GÖNÜL GÖZÜYLE BAKAN DÜŞÜNÜRÜMÜZ HACI BAYRAM VELİ

Ankara’da Kara Medrese’de öğretmenlik yapan Hacı Bayram Veli, Kayseri’de Somuncu Baba’nın yanında olgunlaştı... Padişah Sultan Murad’a İstanbul’un fethinin oğlu Mehmet’e ve hocası Akşemsettin’e nasip olacağını müjdeledi...

Hacı Bayram Veli küçük yaşta eğitimine başladı. Ankara’da ve Bursa’da bulunan âlimlerin derslerine katılarak, din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara’da Melîke Hâtun’un yaptırdığı Kara Medrese’de öğretmenlik yaparak öğrenci yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.

Somuncu Baba davet etti...

Bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve; “Ben Kayseri’den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var” dedi. Hacı Bayram Veli, bu sözlerin sonunda kendisi için önemli bir haberin olduğunu anlamıştı. “Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat!” diyerek merakla sordu.

“Beni yol gösteren ve beni aydınlatan öğretmenim Somuncu Baba gönderdi ve; “Git ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek...” dedi. Ben de bu görev ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum.”

Kısa sürede olgunlaştı...

Hacı Bayram Veli bu sözleri dinler dinlemez; “Baş üstüne, bu dâvete uymam gerekir. Hemen gidelim” diyerek Kayseri’ye gitti.

İslam’ın özünü anlattı

Hacı Bayram Veli, Somuncu Baba ile başbaşa sohbetlere başlayarak, kısa zamanda olgunlaştı. Hocasının katkıları ile zamânının en büyük alimlerinden oldu. Ankara’ya döndü. Ankara’da İslam Dininin özünü insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pek çok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Öğrencileri gün geçtikçe çoğalmaya, başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.

Hacı Bayram Velî, hem öğrencilerini yetiştiriyor, hem de insanlara güzel öğütler veriyordu Hacı Bayram’ın etrafında pek çok kimsenin toplandığını gören bâzı kişiler, Pâdişâh İkinci Murâd’a; Ankara’da Hacı Bayram’dan bahsettiler. “O kişiyi buraya getirin” dedi.

İstanbul’un fethini müjdeledi

Saraya geldiklerinde sohbet esnasında Murat Han İstanbul’u almayı istediğini söyledi. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu: “Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîp olacak. İstanbul’u almak, şu beşikte yatan Muhammed’e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Akşemseddîn’e nasîp olsa gerektir” müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih’ini kucağına aldı. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi.

Hacı Bayram Velî, Edirne’de bulunduğu müddet içinde, câmilerde vâaz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Pâdişâh da onun Edirne’de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram Velî, Ankara’ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek istediğini bildirdi. Ankara’yı manevi boyutuyla başkent olmaya hazırladı. Meclisimiz Hacı bayram Veli camisinde kılınan Cuma namazının ardından açıldı.

Yazının devamı...

En yüce değerler insanın yaradılışında vardır

İnsanın kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler ‘iyi”dir. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar, insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir....

Psikoloji biliminde, varoluşçu ve insancıl yaklaşıma göre en yüce değerler, insanın yaradılışında vardır ve bu değerler keşfedilebilir. İnsan öyle bir yapıdır ki sürekli olarak varlığın daha çok tamamlanmasına yönelir.

Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir.

Elimizdeki bilgilerin ışığında, bu içsel doğanın, temelde kötü olmadığını söyleyebiliriz. İnsanın yaşamaya, güvenliğe, ait olmaya ve şefkate, saygıya ve özsaygıya, kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler “iyi”dirler. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir.

İçsel doğamız: İyi ya da nötr!

İçsel doğamız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan, açığa çıkarılması, desteklenmesi seçilecek en iyi yoldur. Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde, daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz.

Bu temel yapısı reddedildiği ya da baskı altına alındığı zaman insan sağlığı bozulur.

Dinin işlevi, doğru yaşandığında, insanı doğasına döndürüp, ona yabancılaşmasını engellemek ve böylece ondaki ilahi nefesi gerçekleştirmesini sağlamak ve kendisindeki sonsuz imkanları eyleme dökerek, dünyada sevgiyi, barışı egemen kılmaktır.

Allah’ın yarattığı doğa

Kur’an-ı Kerim’in amacı, insanın sahip olduğu güçlerinin bilincine varmasını sağlamak yani ona ilahi kaynaklı bir varlık olduğunu hatırlatmaktır. Rum suresi 30. ayette Yaradanımız bizlere şöyle seslenmektedir:

“Sen yüzünü, batıl olan her türlü inancı reddederek, kararlı bir biçimde dine; Allah’ın insanları kendisine göre yarattığı doğaya yönelt; Çünkü Allah’ın yarattığı doğada hiçbir değişiklik yoktur. İşte gerçek din, insanların çoğu bilmese de budur.” (Salih Akdemir, Son Çağrı Kur’an, 2005)

Yönlendirme hep doğaya

Peygamberler ve bilgeler insanı hep doğalarına, yaradılışlarına yönlendirmeye çalışmışlardır.

Mevlana,

“Sende senden başka bir sen gizli”

diyerek bizlere özümüzü hatırlatmaktadır.

Düşünürümüz Yunus Emre insanın kendi doğasını, benliğini seyretmesini önermekte ve bu anlayışını dizelere şöyle yansıtmaktadır:

“Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı

Bu surete can vereni, kim idiğün bildim ahi.”

İslam dini insanın maddi ve manevi yanını birlikte değerlendirir. Abdest, insanın hem iç hem de dış kirlerden arınmasıdır.

Öz yapısıyla din insanı doğasına döndüren ve bu doğayı besleyen en temel kaynaklardan biridir. Bu kaynaktan yararlandığımız nice günler dileğiyle.

ÖRNEK HAYATLAR

HZ. LOKMAN; NAZİK, KİBAR, SEVGİ DOLU

Hz. Lokman’ın oğluna nasîhatları ile, Yüce Allah’ın ilminin ve kudretinin sınırsızlığı bildirilmektedir. Yaradanımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: Lokmân’ın oğluna öğüdünü an. O şöyle öğüt veriyordu: ‘Ey yavrucuğum! Allah’a asla ortak koşma...

Yazının devamı...

Mutluluğu seçen insan için sadece barış vardır

İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir... İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız...

İlahiyat eğitimimde beni etkileyen en temel değerlerdendi tövbe. İnsanın, başkalarının yaşantısına derin ve anlamı olan katkılarda bulunma yeteneğine sahip olduğu gerçeğine olan inancımla Ulucanlar Cezaevi kadın koğuşunda, mahkumlara tövbe değerini anlatmak istedim.

Mutlu olabilirsiniz...

Mahkumlarla ikili görüşmelerim ilerledikçe şöyle bir gerçekliği fark ettim. İlişkilerimizde, özellikle yakınlarımızla olduğunda, haklı olmayı seçiyoruz. Haklı olmak adına küsüyoruz, mesafeler koyuyoruz, kırıyoruz, kırılıyoruz. Yaşadığımız olaylarla sürekli savaşıyoruz. Çünkü bizi yetiştirenler “hayatla mücadele edeceksin” diyorlar. Bu konuda yaşadığım farkındalık sürecinde, Richard Carlson’un Ne Olursa Olsun Mutlu Olabilirsiniz adlı kitabıyla karşılaştım. Kitapta haklı mı olmak istiyorum, mutlu mu? başlığı altında konu açıklanmış. “Olumlu duygulara, haklı olmaktan daha çok önem veren insanlar görüş ayrılıklarının ilişkilerini etkilemelerine izin vermezler. Olumlu duygular içindeyken diğer insanların bakış açılarını anlayışla karşılayabilir, karşımızdaki insanı yargılamadan can kulağıyla dinleyebilir, kendi görüşlerimizi de daha uygun ve saygılı bir biçimde ifade edebiliriz. Karşı tarafı dinleyip anlamaya çalışarak bir şeyler öğrenmemiz bile mümkündür. Karşı tarafla uzlaşmaya varamasak bile, bu anlayış sayesinde görüş ayrılıklarımızı çok da dert etmeme lüksüne sahip oluruz. İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir. Görüşlerimiz ve tercihlerimiz bizimdir, ancak ne bizim, ne karşı tarafın ne de bir başkasının görüşlerinin evrensel gerçekler olmadığını, düşünce sistemlerimizden kaynaklandığını biliriz. İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız. Bu tehditlerin en büyüklerinden biri, haklı olma gereksinimimizdir. Herhangi bir görüşü gereğinden fazla ciddiye almak mutluluğu yakalamaktan daha önemliymiş gibi görünebilecek ihtiyaçlar doğurur. İlişkilerde bunun sözel ifadesi genellikle şöyledir: ‘Seni sevip sayabilmem için benimle aynı fikirde olmalısın, benim bakış açımdan bakmalısın’. Daha olumlu bir ruh halinde olan bir insan, bu yaklaşımın zararlı olduğunu fark edebilir.” (Carlson, 1999, s. 22)

Peygamberimiz ‘barış’ı seçti

Olayları ve insanları bu farkındalıkla değerlendirmeye başladığımda, peygamberimizin hayatını düşündüm; Hz. Muhammed ilişkilerinde mutluluğu seçmişti. Taif’te yüksek sevgi ve anlayışla, yaralı olduğu anda bile halkın mutluluğu için dua etmişti. Arkadaşları köpek ölüsü gördüklerinde burunlarını tıkarken, O, güzel dişleri görmüştü. Hudeybiye Barış Antlaşmasında oluşan tablo, ‘en kötü şartlarda yapılan barış, en iyi şartlarda yapılan savaştan daha hayırlıdır’ ilkesine dayanıyordu; haklılık adına savaş değil, mutluluğun yaşanması için barış tercih edilmişti. Mutluluğu seçen insan için sadece barış vardır.

ÖRNEK HAYATLAR

Süleyman peygamber: ‘Rabbim bana öyle bir anlayış ver ki, halkımı iyi anlayabileyim...’

Hz. Süleyman’ın bu duası kabul olmuştur. Yüce Yaradan ona öyle bir anlayış vermiştir ki, sadece insanları değil, kuşlar dahil diğer varlıkları da anlayabilmiştir

Süleyman peygamber hem hükümdar hem de peygamber olan Davud’un oğludur. Babasının vefatından sonra daha çocuk yaşta yönetime getirilen Hz. Süleyman şöyle dua etmiştir:

“Ey Rabbim bana öyle yüksek bir anlayış ver ki, halkımı çok iyi anlayabileyim.” Süleyman peygamberin bu duası kabul olmuştur. Yüce Yaradan ona öyle bir anlayış vermiştir ki, sadece insanları değil, diğer varlıkları da anlayabilmiştir.

Ayrıca rüzgâr Hz. Süleyman’ın hizmetine sunulmuştur, “rüzgar onun emriyle istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi.” ( Sad Suresi, 36)

Nimetler için Allah’a şükretti...

Hz. Süleyman kendisine verilen nimetler için Allah’a şükretmiştir. Bu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır:

Süleyman, Davûd’a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir.” (Neml suresi, 16)

Kuşların diğer insanların duyamadığı, özel bir dalga boyunda kendilerine has konuşmaları vardır. Hz. Süleyman’a bu özel frekanstaki konuşmayı anlayabilecek bir ilim verilmiştir.

Karıncaları duydu, dua etti...

Hz. Süleyman’ın insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları “Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca şöyle seslendi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.”

Karıncanın sözlerini duyan Hz. Süleyman şöyle dua etti: “…Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok.” (Neml suresi, 19)

İnsanlığa hizmet için dua...

Süleyman peygamber kıssasından Yaradanımıza insanlığa hizmet için dua ettiğimizde yüksek yeteneklerle donatılacağımızı öğreniyoruz. Hz. Süleyman çok genç bir yönetici olmasına rağmen, mal, şöhret gibi bireysel istekler yerine halkına en iyi hizmeti yapmak için, onları çok iyi anlamayı istemişti. Bu arzusu Yüce Allah tarafından, yepyeni boyutlar kazanarak gerçekleştirildi. O sadece insanları değil, diğer varlıkları da anlama yeteneğiyle donatılmıştı. Onun yöneticiliği sırasında sadece insanlar değil, karıncalar bile korunmuştu. Süleyman peygamber halkına yaptığı açıklamada bu ilmi kendisine Rabbinin öğrettiğini özellikle belirtmiştir. Böylece Yaratıcısına karşı olan sevgisini ve teslimiyetini vurgulamıştır.

Yaradanımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur. “Ve gerçekten, katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardı.” (Sad Suresi, 40)

İnsanlığa yararlı olacak işler yapmayı istediğimizde Yüce Yaratıcımız bize o dönemin ihtiyacı olan ilim ve yetenekleri vererek güzellikler üretmemize imkan sağlar.

Yazının devamı...

‘Her an yeniden doğarız, bizden kim usana’

Anda yaşamak, yaşadığımız anın farkına varmaktır. ‘Bundan sonra ne yapacağım’ demek değil, ‘şimdi bunu yapıyorum’ demektir.

Geçmiş olarak düşündüğümüz şey eski bir şimdi’nin zihinde depolanmış anısıdır. Geçmişi hatırladığımızda, bir anıyı yeniden canlandırırız, ve bunu şimdi yaparız. Gelecek ise hayal edilen bir şimdidir, o zihnin bir yansıtmasıdır. Tıpkı ayın kendi başına, bir ışığa sahip olmayıp sadece güneşin ışığını yansıtabilmesi gibi geçmiş ve gelecek de sadece şimdinin ışığının, gücünün solgun yansımalarıdır. Onların gerçekliği şimdiden ödünç alınmıştır. Her şey anda yaşanır. Hiçbir şey geçmişte gerçekleşmemiştir. ‘Şimdi’de gerçekleşmiştir. Hiçbir şey gelecekte gerçekleşmeyecektir. O da ‘şimdi’ de gerçekleşecektir.

Zamanın farkına varmak

Tek gerçek An’dadır. Bizler yaşamımızdaki her anı güzel kılmak için özgür irademizi kullanabilecek varlıklarız. Kendi sorumluluğumuzu üstlenebilmenin bir yolu, bulunduğumuz anda ve yerde yaşamamızdır.

Anı Yaşamak bir çoğunun düşündüğü gibi hayatı eğlenerek, çılgınlık yaparak, sorumsuzluk içinde ya da umursamazca yaşamak anlamına gelmez. Anı yaşamak, zihnimizin içinde, gelecek korkusu ve geçmişin izleri arasında kaybolmadan şimdiki zamanı yaşamak, zamanın farkına varabilmektir.

Yiyeceğin tadını alırız

İftarlarımızda anda yaşamayı deneyimleriz. Ağzımızdaki yiyeceğin gerçekten tadını alırız. Limonun ekşi tadını, biberin acılığını, şekerin tadını. Şükrederek bağımızı güçlendiririz Rabbimizle. Bu bağla bütün varlıklara şefkat duyarız, sorumluluklarımızı hatırlarız. Gönüllülükle yaparız görevlerimizi.

Her anın bir anlamı var

İnsan için her anın, günün, saatin, dakikanın, saniyenin bir anlamı ve getirebileceği bir gelişim vardır. İnsanın bu özelliği onu tüm canlılardan ayırır. Yani insan kendisine biçilmiş bir rolü oynamaktan çok, karşısına çıkan durumları seçmek ve değerlendirmek durumundadır. Hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etme zorunluluğu yoktur. Düşünme, anlama, sentez, yorum yetenekleri sayesinde aynı anı ve durumlar yaşayan insanlar farklı tercihleri seçerek farklı sonuçlara ulaşarak biyolojik olarak aynı özellikler taşıdığı hemcinslerinden kat kat farklı özellik ve ilerlemeye sahip olabilir.

İki günü eşit olan zararda

Anadolu bilgelerimizden Mevlana; “Her an yeniden doğarız, bizden kim usana” diyor ve ekliyor; “Yarın” demek bizim yolumuzun ilkesi değildir. Yüce Yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’de “Allah her an yeni bir yaratmadadır” diyerek anın tazeliğine kendimizi açmamızı öneriyor.

Hz. Muhammed anı yaşamayı gelişmek olarak değerlendiriyor ve şöyle ifade ediyor: “İki günü eşit olan zarardadır.”

Yüce Yaradanımızın andaki rahmetlerine kendimizi açtığımız, hayatımızı dünyamızı güzelleştirdiğimiz nice anlar, günler, yıllar dileğiyle.

ÖRNEK HAYATLAR

O’nun, “İncinsen de, incitme” ve “Her ne ararsan kendinde ara” sözleri, hoşgörüsünü ortaya koyar. O bütün insanlığı sevgi, barış ve kardeşliğe çağırmıştır. “Düşmanınızın bile insan olduğunu unutmayınız” sözü de insana verdiği değeri anlatır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.