Şampiy10
Magazin
Gündem

Sabır

Çoğunlukla, sabırla tahammülü karıştırıyoruz; ‘sabrı yaşıyorum’ derken ‘tahammülü yaşıyoruz.’ Sabır Arapça bir kelimedir. Osmanlıca Türkçe Lügat’ta sabır kavramı; zorluğa karşı göğüs geren, olarak açıklanmaktadır. Acıyı, afeti yumuşaklıkla ve sükunetle karşılamak ve çözüm için arayışa geçmektir.

Sabır aktif bir süreçtir...

Sabır Allah’ın 99 isminden biridir ve Kur’an-ı Kerim’de insanların sabretmeleri önerilmektedir. Sabır, yaşadığımız bir sorunu önce kabullenip, sonra çözümü yönünde çaba sarfetmek ve uyguladığımız çözücü faaliyetlerin sonucunu beklemektir. Yani sabır, aktif bir süreçtir. Aslında doğamızın temelinde edilginlik değil etkinlik vardır. Bu, hem belirli koşullara göstereceğimiz tepkiyi seçmemizi sağlar, hem de yepyeni koşullar oluşturmak için bize güç verir. Bu yaklaşım Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Artık güzel bir sabırla sabret” (Mearic, 5)

Anadolu bilgelerimizden Mevlana, “Maksada sabırIa erişiIir, aceIeyIe değiI. Sabret ki doğrusunu AIIah iyi biIir.” diyerek sabrederken Allah’tan güç almayı vurguluyor.

Tahammül, katlanmak...

Tahammül ‘hml’ kelimesinden gelmektedir; ‘yüklenmek, bir yükü üstüne almak, katlanmak’ anlamlarına gelmektedir. Psikolojik boyutuyla ‘içimize atmak’ demektir.

“Çoğumuz ilişkilerimizde, zihinsel ve fiziksel fonksiyonlarımızda acıya katlanmanın erdem olduğunu düşünüyoruz. Kötü ilişkiler stresi tansiyonu yükseltiyor, ülserleri azdırıyor, sırt ağrılarını, alkol, uyuşturucu kullanımı ve endişeyi artırıyor. Karşılaştığımız olumsuz davranışları sineye çekip, tepki vermeye yıllar sonra başlıyoruz. Tahammül yaşantısı, bir süre sonra öfkeli tutumlara dönüşerek hayata yansımaktadır; olumsuz duyguların bastırılması, uysal, yumuşak başlı ya da edilgen olmak anlamına gelebiliyor. Öfkenin bu biçimde yaşanması da giderek artan dozlarda öfkenin depolanması anlamına geliyor. Sonuçta da etkisiz bir patlama ya da duygusal bir uzaklaşma oluyor. Öfkenin, patlayarak açığa çıkarılmasının, etkisiz olduğu kadar, tehlikeli olduğu da ileri sürülüyor. Yol açtığı sonuçlar ise, düşük özsaygı, ilişki kurmada yetersizlik ve suçluluk duygusu.

Tahammül öfkeyi tetikliyor...

Din Psikolojisi alanında mahkumlarla yaptığımız çalışmalarda tahammül yaşantısının öfkeyi tetiklediğini gördük ve onlarla tahammülü sabretmeye dönüştürme çalışmaları yaptık.

Kanser hastalarıyla gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde ise, hastalarda tahammül etmenin sabretmek olarak yaşandığı ve içe atma ve biriktirmenin bağışıklık düzeyini düşürdüğünü gözledik.

Sabretme değerini gerçek anlamıyla yaşadığımız günler dileğiyle şükür ve umutla sabrı bütünleştiren Mevlana’nın sözlerine kulak verelim:

Görebiliyorsan ne mutlu sana...

“Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan, ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana, elinde olanlardan bahset can! ÜzüIme! GeceIer hep kimsesiz mi geçecek? GidenIer dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki, güzellikIer de var bu hayatta, “gelgit” Ierin oImadığı bir hayat düşünebiIir misin?Hüzün oIgunIaştırır, kaybetmek sabrı öğretir”

Maneviyatla öfkemizi nasıl kontrol ederiz?

SORU: Öfkemizi kontrol ederken maneviyattan nasıl destek alabiliriz? ESEN AKDENİZ

Öfke, uygun ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve doğal bir duygudur. Ancak kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüşürse; okul ve iş hayatında, kişisel ilişkilerde ve genel yaşam kalitesinde sorunlara yol açar. Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin (örneğin; çocuk istismarı, aile içi şiddet, fiziksel ya da sözel saldırganlık, toplumsal şiddet) temelinde öfke vardır.

Öfke hem içsel hem dışsaldır...

Öfke, hem dışsal hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar; annemize, kardeşimize, arkadaşımıza, öğretmenimize, sokaktaki bir adama, yani, belli bir insana öfkelenebileceğimiz gibi; trafik sıkışıklığı, iptal edilen bir randevu gibi bir olaya da öfkelenebiliriz. Öfkelenmemizden kendi kişisel kuruntularımız sorumlu olabileceği gibi, daha önceden başımızdan geçmiş ve bizi öfkelendirmiş bazı olayların anıları da sorumlu olabilir. Öfke, özenle ele alınması gereken bir ‘işaretçi’dir. Neye işaret ettiğine gelince; öfkelenen kimsenin hakkı yeniyor, gereksinimleri ve istekleri karşılanmıyor, kendisi, içinde bulunduğu bir ilişki uğruna değer ve inançlarından ödün veriyor, yaşamına ilişkin bir soruna gereken önemi vermiyor ya da gelişme ve yeteneklerini ortaya koyma şansı elinden alınıyor olabilir. Özetlemek gerekirse, öfke iki temel nedenle ortaya çıkabilir. Bu nedenlerden birincisi, bireyin kendisinden, ikincisi ise karşısındaki birey(ler)in onda oluşturduğu duygulardan kaynaklanabilir.

‘Öfkesini yöneten güçlüdür’

Peygamberimiz, “dünyanın en güçlü insanı öfkesini yöneten insandır “sözüyle içsel gücümüze dikkatimizi çekiyor ve şunu öneriyor: öfkelendiğinde oturuyorsan ayağa kalk, yürü, ayaktaysan otur. Abdest almak da önerileri arasında peygamberimizin.

İslam düşünürleri kibrin öfkeyi oluşturabileceğini belirterek bu duygu üzerinde duruyorlar.

Kur’an-ı Kerim öfkeyi konrol etmeyi affetmeyle birlikte sunuyor: “O takvâ sahipleri;… öfkelerini yönetirler ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever”. (Al’imran, 134) Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) öfkemizi yönetmeye niyet ettiğimizde Allah’ın yardım edeceğini müjdeliyor: “Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek olduğu halde öfkesini kontrol eden insanın kalbini yüce Allah güven ve imanla doldurur.”

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Dayanışma güç birliği

Dayanışma doğada her yerde vardır. İki bitkiyi yan yana diktiğimiz zaman kökler birbirine karışır ve toprağın niteliğini geliştirir. Böylece her iki bitki de ayrı ayrı kaldıkları zamankinden daha iyi yetişir. İki tahta parçasını bir araya koyduğumuz zaman, ayrı ayrı taşıyabilecekleri ağırlıktan daha fazlasını kaldırırlar. Çünkü bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür.

Dayanışmanın özü, farklılıklara değer vermektir. Onlara saygı göstermek, güçlü yanları üzerine inşa etmek ve zayıf yanlarını telafi etmektir. İnsanlar arasındaki zihinsel, duygusal ve psikolojik farklılıklara değer vermenin anahtarı, herkesin dünyayı, olduğu gibi değil, kendilerinin olduğu gibi gördüğünü kavramaktır. Böylece toplumsal ilişkilerimizde işbirliği ilkelerini uygularız.

Yaradılanı sevmek...

Farklılıklara saygı duymak için özde sevgi gereklidir.

Yunus Emre’nin “Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” sözünde vurguladığı önemlidir.

İnsanın Yaratıcısıyla ilişkisinde de dayanışmadan söz edilebilir. Yaradanımızla birlikte hayat yolunda ilerlemek büyük bir güç sağlayacaktır.

“Yunus sen bir ol, bir ile bir ol

Bir olan aşıklar bu sırdan duyarlar.”

Yaratıcısıyla bütünleşen insan kendini Mevlana’nın dile getirdiği gibi parça değil bütün hissedecektir.

“Ben bir damla değilim, bütün bir deryayım.”

Hürmet yolu birliğe götürür

Birliğe ulaştıracak yol hürmet yoludur. İlme hürmet, geçmişimize hürmet, birbirimize hürmet. İnsan olarak büyük küçük kadın erkek, fakir zengin hep birbirimize karşı hürmet borçluyuz. Hürmet benliğimizden başlayarak evrene yayılan bir hal olunca, her varlığın sevilmesi demek olan merhameti doğuruyor. Her dinden, her ırktan insanı sevmeyi getiriyor beraberinde, zihnimizi ve yüreğimizi yeni olanaklara ve yeni seçeneklere açmış oluyoruz.

Şifa daha çok şefkat ve insani dayanışma gibi yaşamı destekleyen güçlerle uyum içindedir. Tedavi sürecinde sadece hasta iyileşmez. Hem hekim hem de hasta ortak bir şifa etkileşiminin içindedirler. Özden öze bir iletişim sözkonusudur.

Dayanışma liderliğin özüdür. Birleştirir ve insanların içindeki en büyük güçleri açığa çıkarır.

Mevlanaya göre bilge insan rahmet insanıdır. Böyle olduğu için sahip olduğu imkan ve aydınlığı insanlarla paylaşır. Öfke yoktur rahmet insanında, halka karışır ve hayatın dikenli patikalarını onlarla beraber yürür. O güneş adamıdır. Çünkü ona göre;

“Güneş temize de vurur, pise de”

Bilgeyle olan mutlu olur...

Bilge kişiyle olan, bilginin de mutluluğun da kaynağına dost olur. Olumsuz yönlerinden arınır. Güzelliklere yelken açar.

Dayanışma dinimizdeki ve kültürümüzdeki bereket kavramını doğurur. Bizler iyi niyetlerle bir araya geldiğimizde yiyeceklerin, zamanın mekanın bereketlendiğine inanırız ve bunu yaşarız. Maddi zorluklar misafir kabul etmenin önünde engel olamaz. Bu kadar kişiye nasıl yetecek kaygısıyla hazırladığımız yiyecekler artar. Gönüllerin sığdığı yere bedenlerin de sığacağına inanırız. Çünkü misafir bereketiyle gelmiştir.

Dayanışma, kendimizi rahmete-sevgiye açmak demektir. Bu konuda Yaradanımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle seslenmektedir: “…Allah’ın rahmetinden-sevgisinden ümit kesmeyin…” (Zümer, 53)

Farklılıklara saygıdan doğan, sevgiyle beslenen dayanışmayla güçlerimizi birleştirdiğimiz günler dileğiyle...

Fidyenin, fitre ve zekattan farkı nedir?

SORU: Ramazanda oruç tutamayanlardanım. Düzenli olarak ilaç kullanıyorum. Ancak bu ibadetimi bir şekilde yerine getirmek istiyorum. Toplumda fidye adı verilen bir uygulama var. Bu konu hakkında bilgi alabilir miyim? Fidye hangi durumlarda, ne zaman ve nasıl uygulanıyor. Ayrıca fidye bedeli ne kadardır ve nasıl belirleniyor? Ayrıca belirlenen bedel benim maddi durumumu aşıyorsa kendi bütçeme göre fiyat belirleyebilir miyim? Fidyenin, fitre ve zekattan farkı nedir?

İslam dininde “fitre, fidye ve zekât” paylaşmayı yaşatan önemli ibadetlerdir. Böylece bütün toplumun en temel ihtiyaçları karşılanacak, huzur ve mutluluk artacaktır.

ZEKAT Kur’an-ı Kerim’de namaz ibadetinden sonra Yüce Yaratıcımızın yerine getirmemizi istediği bir ibadettir. Aslında Yaradanımız bizlere çalışıp, üreterek maddi varlığa sahip olmamızı ve paylaşmamızı önermektedir. Bizler “bana zekat vermek düşer mi?” sorusu yerine inşallah öyle toplumlar oluşturalım ki çalışalım, helal olarak kazanalım ve paylaşalım.

Zekat sahip olduğumuz maddi şeylerin asgari kırkta birini hesaplayıp, ihtiyacı olanlara vermektir. Yılın her döneminde verilebilir.

FİTRE, sağlımızın şükrü olarak ramazan bayramının ilk gününe kadar ihtiyacı olanlara yaptığımız yardımdır. Peygamberimizin döneminde daha çok gıda yardımı olarak yapılmıştır, günümüzde kişilerin istedikleri gıdaya ulaşımı kolay olduğu için para olarak da verilmektedir. Bir günlük asgari beslenme ihtiyacına göre bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kişi başı 15 lira olarak belirlenmiştir. Bebekler dahil ailemizin bütün fertleri için ihtiyaç sahiplerine verebiliriz. Peygamberimizin tavsiyeleri, ihtiyaç sahiplerinin el avuç açmaktan kurtarılması, onların da doyurulup bayram sevincine iştirak ettirilmesi yönündedir.

FİDYE, Ramazanda hasta, yaşlı ve yolcu olduğumuzda tutamadığımız oruçlar için ihtiyaç sahiplerine yardım etmektir. Bu çözüm hem tutamayan kişileri huzura kavuşturur hem de dayanışmayı destekler. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından fidye miktarı, her tutamadığımız gün için asgari 15 lira olarak belirlenmiştir. Yıl boyunca bölerek veya bütün olarak verilebilir. Eğer maddi olarak gücümüz yoksa peygamberimizin hadisini uygulayabiliriz. “Verecek maddi birşeyin yoksa gülümse, gülümsemek en güzel sadakadır.” Yani her durumda verebileceğimiz bir şeyimiz var. Ayrıca oruç beden ve zihinle yapılan bütünsel bir ibadet. Hastalık, yaşlılık gibi bedensel olarak oruç tutmaya uygun olmadığımızda, zihnimizle ve gönlümüzle orucun bizde oluşturacağı sabır, irade, olumlu düşünme ve konuşma gibi davranışsal ilkelerini yaşayabiliriz.

Ayrıca zekat, fitre ve fidye ibadetlerini yerine getirirken içimizden Allah rızası için niyet etmeyi unutmayalım. Niyetin gücünü yaşayalım.

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Kur’an’la güçlendiğimiz gece; Kadir

Kutsal kitaplar dinlerin temel kaynaklarıdır. İnsanlar bu kitapları, Yaradanlarıyla bağ kurmak, O’nu tanımak, O’nun kurduğu düzeni ve kendilerini anlamak, varoluşlarına anlam kazandırmak gibi nedenlerle okumaktadırlar.

İnanan insan kutsal kabul ettiği kitaba kendini açabilmekte, onun verdiği mesajı içinde hissedebilmektedir. İnsanın inandığı dinin kitabıyla anladığı dilde tanışmış olması ve anlamak amacıyla okuyor olması bu açıdan önemlidir. Yaptığımız çalışmada insanın Kur’an’la iletişiminde üç boyutta yararlandığını gördük. Araştırmaya katılanların kendi ifadeleriyle bu boyutları paylaşmak istiyorum:

1. Kendi değerinin farkına varmada Kur’an-ı Kerim’den yararlanmak

“Kutsal kitaplar Allah’ın kelamıdır. Bir iş ehlinden sorulur ve o işi en iyi ehli bilir. Madem yapan bilir öyleyse bilen konuşur. Kur’an’da da insanı en iyi bilen Allah konuşuyor ve insanı anlatıyor. Ben Kur’an’ı okurken muhatap olarak kendimi almaya çalışırım ve Kur’an’da benim anlatıldığımı hissederim. İbrahim Aleyhisselam’ın; “Batanları, fani olanları sevmem” sözünü okurken Allah’ı sevmemi, kendimi sevmemi, sonra diğer mahlûkatı bu iki sevgiden çıkan bir muhabbetle sevmemi yani yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü dersini alırım. Yine Nuh Aleyhisselam’ın yıllarca tebliğ vazifesini yaptığı halde kendine uyanların çok az olması üzerine “Rabb’im ben mağlup oldum.” diyerek derdini Allah’a anlatıp, ona dua edip rahatlaması bana Allah’a sığınmanın, derdini O’na anlatmamın önemini ifade eder.”

2. Sorunlar ile baş edebilmede Kur’an-ı Kerim’den yararlanmak

“Kur’an- Kerim’de “Şüphesiz Allah kimseye zulmetmez, kişi ancak kendine zulmeder.” mealinde pek çok ayet vardır. Bu ayeti ilk okuduğumda bende çok etkili oldu. Öyle mutlu oldum, öyle kendimi iyi hissettim ki anlatamam. Çünkü bana öğretilen; kişiye başkaları zulmeder, acı çektirir veya üzer, ya da Allah insanı üzer zannederdim. Oysa durum öyle değilmiş, insan kendine zulmedermiş. Başkalarından veya dış etkenlerden etkilenmemenin insanın gücüne bağlı olduğunu fark ettim, yani kendimi ve gücümü fark ettim. Mutlu olmak veya mutsuzluk, sevinmek veya üzülmek artık benim elimdeydi. Benim bana yapabileceklerimi bir dünya bir araya gelse yapamazdı. Varlığımı fark ettim ve varlığımın amacını kavradım. Allah’ın bana verdiği güçleri fark ettim, ben kimseye bağımlı değildim, bağlılıklarımı ben istersem kurabilirdim. İstemediğim noktada beni hiç bir şeye zorlayamazlardı. Yani kısacası özgürlüğümü keşfettim ve Rabb’ime böyle güzel bir ayet gönderdiği için çok teşekkür ettim.”

3. Evrensel değerleri uygulamada Kur’an-ı Kerim’den yararlanmak

“İlk önce kutsal kitabın insan olduğum için bana hitap ettiğini biliyorum. Onda, kendimde değişiklikler meydana getiren şeyler buluyorum. Kur’an’da beni en çok etkileyen şu oldu: Allah, peygamber efendimize hitap ediyor. “Kullarıma söyle ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasına cevap veririm.” Kendimi yalnız hissettiğimde, insanlara küstüğüm, kırıldığım zamanlarda beni rahatlatmıştır. Benim duygularımı anlayan, beni dinleyen bir Rabbim var. Veya zor durumda kaldığımda dua edeceğim bana yakın olan bir Yaratıcının olması bana huzur veriyor.”

Kutsal olanla kurduğu iletişimle, kendisinin ve var olan her şeyin değerini anlayan insan, gerçekte her şeyin kutsalın parçası olduğunun farkındalığını yaşayacak, bu bakış açısıyla hayatını daha iyi değerlendirecektir.

Kur’an’ın nazil olduğu geceyi bildiren kadir suresine kulak verelim:

Çok seven çok şefkatli olan Allah’ın adıyla.

1- Biz Onu (Kur’ân’ı ) Kadir gecesi indirdik.

2- Kadir Gecesi’nin niteliğini gösteren nedir?

3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

4- Melekler ve Ruh o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler.

5- O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.

Kendini bilen Rabbini bilir!

SORU: Peygamberimizin “Kendini bilen rabbini bilir.” hadisini açıklar mısınız? FUNDA BEKİŞOĞLU

“Men arefe nefsehu fekad arafe rabbehu” Hadisin Arapçasında bilmek anlamında A R F kelimesi kullanılmaktadır. Kuranda tanımak, bilmek, iyilik, güzel söz, bildirmek, tanışmak, farkına varmak, iyi geçinmek, itiraf etmek gibi anlamlarda kullanılmıştır. Doğru olan şey insanı Allah’a yaklaştırır. Yüce Yaratıcımız insanı en şerefli bir varlık olarak yaratmış ve onu diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik olan aklı ve ilmi vermiştir. Ariflik bu iki özelliği ; aklı ve ilmi birlikte yaşayan insana özgü bir değerdir. “Ruh akıl ve ilimle dosttur.” diyor düşünürümüz Mevlana. İrfan “sezgi gücü” olarak da açıklanabilir. “Arif olan anlar.”, “Arife tarif gerekmez.” , “Kişi kendini bilmek kadar irfan olmaz.” gibi özlü sözler bu sezgi gücüne işaret eder. Arif yani irfan sahibi olanlar, bilgiyi gönül gözüyle, kalp yoluyla elde edebilenlerdir. “Kendini bilen Rabbini bilir” sözündeki bilmek irfani bir bilgidir. İnsan ancak kendini, nefsini tanıdığı ve bildiği ölçüde Rabbini bilir ve tanır. Kendini tanıma, düşünce ile eylemin bir araya getirilmesidir. Kendini tanıma, kendini kendine eriştirmektir. Kendini bilme tüm bağımlılıklardan kurtuluştur.

Bu konuyu Yunus Emre şöyle açıklamaktadır: “İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/Bu nice okumaktır”.

Yunus dizeleriyle bilgiye ve özellikle insanın kendisi hakkındaki bilgisine dikkatimizi çekmektedir. Kendini bilen kişinin kendine güveni vardır. O artık gelişigüzel çalışarak enerjisini boşa harcamaz. Kendi iç hazinelerini bilen insan, korkularından kurtulup, hayatını korkuların yönetmesine izin vermeyecektir. Böylece kendisinin yapısını, fonksiyonlarını ve işleyiş kanunlarını öğrenerek bolluk ve mutluluk içinde hayatını sürdürebilecektir.

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Takva sahibi insanın özellikleri

Kur’an-ı Kerim’in insanlar için yegane üstünlük ölçüsü olarak gösterdiği değer, ‘takva’dır. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık Muhakkak ki Allah’ın yanında en değerli ve en üstün olanınız takva bakımından en üstün olanınızdır Şüphesiz Allah bilendir..” (Hucurat,13)

Bakara süresinin 197. ayetinde de, “Gıdalardan, en iyi gıda takvadır” ifadesinde takvanın bir iç gıda yani psikolojik bir gıda olduğu görülmektedir. Din psikolojisi alanında yapılan araştırmalar sonucunda “Takva Sahibi İnsanın” özellikleri şöyle belirlenmiştir:

Duyarlılık:

Takva sahibinde duyarlılık oluşur. Gönlüne yatmayan şeylerden uzak durur. Takva zihnin ve gönlün buluştuğu bir yaşantıdır. Hz. Muhammed’ in ifadesiyle “Allah’ın nuruyla hâdiselere bakan kişide” bir kalp gözü/basîret, diğer bir deyimle “firâset” oluşacaktır. “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takva sahibi olursanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”

İlişkilerde güvenli bağlanma:

Takva sahipleri insanlarla, doğayla, eşyayla olan ilişkisinde bağımlılık geliştirmez. Takva kelimesinin türediği “vikaye” kelimesi içine su sızdırmayan kap anlamına da gelmektedir. Takva sahibi insan, gönlüne, geçici olanı sızdırmaz. O, genellikle varoluş amacının farkındadır. Kur’an’da insanın özünden uzaklaşarak, geçici olanı hayatının merkezine koyması somutlaştırılarak açıklanmaktadır: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” ( Ankebut,29, 41)

İffetli Olma:

Kur’an-ı Kerim’ de “takva elbisesi” kavramı geçmektedir. Araf suresi 26. ayette Yüce Yaratıcımız bizlere şöyle seslenmektedir: “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır.” Ayette kadın-erkek hepimize; insanoğluna hitap ediliyor ve iki giysiden söz ediliyor: Dışsal giysi ve içsel giysi.

Din psikolojisi biliminin çalışmalarının aydınlığında takva örtüsünü şöyle açıklayabiliriz: Ruhlarımızın cinsiyeti yok aslında. Kendimizi ruhumuzla hissetmemiz, içsel değerlerimize ve güçlerimize odaklanmamız bizi gerçek anlamda örter. Mümine en çok yakışan giysi takva elbisesidir. Bu noktada Mevlana’nın sözünü hatırlıyorum. “Öyle elbiseler gördüm içlerinde insan yok. Öyle insanlar gördüm üzerlerinde elbise yok”.

Hacı Bayram Veli’ye göre takva sahibinin temiz bir hayâ sahibi olması gerekir. Zira hayâ (utanma duygusu) imanın elbisesidir ve temiz tutulmalıdır.

Cömertlilik:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar” (Al-i İmran,134) Ayetten anlaşıldığı gibi takva sahibi kimsenin bir özelliği de cömert olmasıdır.

Öfkeyi Kontrol Etme:

Takva sahibi, öfkesini kontrol eder. Al’imran süresi 134. ayette, “ O takvâ sahipleri;… öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever”. Ayette geçen “kezame” fiili sözlükte “gizlemek, zapt etmek, durdurmak; sukut etmek…” anlamlarına gelir. Bu anlamlarıyla kavram, psikolojik boyut kazanmaktadır. Öfkeyi kontrol altına almak, önemli bir ruh disiplini ve olgunluğunun işaretidir. Hz. Muhammed bu konuda şöyle söylemiştir: “Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek olduğu halde öfkesini kontrol eden insanın kalbini yüce Allah güven ve imanla doldurur”

Dengeli Olma:

Fatiha suresini her okuduğumuzda 5. ayette “Allah’ım beni dosdoğru, orta, dengeli yoluna ulaştır” diyoruz. Takva insanın bu yeteneklerini yaşamasıyla gerçekleşir. İnsan, ahlaki enerjisini en üst düzeye çıkarıp gelişme gösterebilir ki bu da takvanın özüdür.

SİZ SORUN PROF. DR. ÖZNUR ÖZDOĞAN CEVAPLASIN

Ruhumuzu nasıl besleyebiliriz?

SORU: Biz toplum olarak beslenme konusunda hep midemizi ön planda tutuyor ne yiyeceğimizi düşünüyoruz, ancak ruhumuzu besleme konusunu genellikle göz ardı ediyoruz. Peki, ruhumuzu aç bırakarak neler kaybediyoruz? Ruhumuzu nasıl besleyebiliriz? NİHAL DOĞAN

“Mideden vazgeç, gönle doğru yürü.” diyor Mevlana. İnsan yaşadığı sürece, bedenini ve ruhunu, birbirine bağlı, birbirini etkileyen ve birbirinden ayrılmaz iki temel unsur olarak görmelidir. Ruh ve bedenin, birlikte uyumlu bir şekilde çalışması ve bu yolla, bu iki unsurun dengelerinin korunması, insan için ideal bir durumdur.

Ruhu ve bedeni ile bir bütün olan insanın, bedensel ihtiyaçları yanında manevi ihtiyaçları da vardır. Bunlar arasında inanma, bağlanma, sadık olma, dayanma, güvenme, korunma, dürüstlük, iyilik, doğruluk, adalete sahip olma vb. ihtiyaçları sıralanabilir.

Maddenin kaynağı manadır. Mana kelimesinden türeyen Maneviyat, derin bir bütünlük duygusu, bağlanmak ve sonsuza kendini açmaktır. İnsan ruhunun, kendine ve başkalarına mutluluk veren, sevgi, şefkat, sabır, hoşgörü, affetme, uyum duygusu ve sorumluluk nitelikleriyle iletişim kurmasıdır. Doğuştan gelen insani bir yetenektir. Sadece yaşamsal gücümüz değil, bu yaşamsal gücü deneyimlememizin de adıdır. Bu yaşamsal gücü yaşamak, deneyimlemek, her ne kadar bizim bir parçamız olsa da, aynı zamanda bizi aşmaktadır. O bizi doğaya ve hayatın kaynağına bağlar. Maneviyat, acıları öğrenmeye dönüştürdüğü gibi, düşmanlığı işbirliğine, kayıtsızlığı da sevgiye dönüştürür. Maneviyatı yaşamak çeşitli hayat deneyimleriyle baş etmemize yardımcı olur.

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Cömert olmak...

Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden iyilikte, bağışta bulunmak demektir. Teşekkür edilmeyi, övülmeyi istemek cömertlik değildir. Karşılık beklemeden vermek malda cömertliktir. Manevi açıdan cömertlik ise, yine karşılık beklemeden Allah yolunda, yalnız Allah sevgisi için, insanlığa faydalı olması için, vermektir.

Vermek, besler, zenginleştirir

Cömert kişi sahip olduklarını esirgemeden, hiçbir tereddüt yaşamadan paylaşır. Vermek kişiliğimizi yumuşatan, bizleri diğer insanlarla sevgi, hoşgörü, barış gibi üstün insanı değerlerde buluşturan, ve aramızdaki bağların gelişmesinde etkili olan bir değerdir. İnsan verme duygusu ile birlikte beslenir ve zenginleşir.

Cömertlik tohum ekmeye benzer

Yüce Yaratıcımız bu konuda; ‘Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Bakara 195) buyurmaktadır. Gerçekte malımızı veya herhangi bir yeteneğimizi ihtiyacı olanlarla paylaştığımızda o ölçüde gelişir ve zenginleşiriz. Bu nedenle cömertçe davranmak tıpkı bir çiçeği sulamak veya bir tohumu ekmeye benzer. Suladıkça veya bakımını yaptıkça bitki çiçek açar, ağaç meyve verir. Evrende de bunu besleyen, verdikçe alabildiğimiz bir denge söz konusudur. İyilik ve cömertlik ettiğimizde, olumlu davranışlar sergilediğimizde olumlu geri bildirimler alırız.

Sadaka ve zekat cömertliği besler...

Dinimizde varolan sadaka ve zekat ibadetleri de cömertliği besleyen yapılardır. Bizler, ihtiyacı olanlarla karşılık beklemeksizin paylaştıkça gelişir ve yenileniriz. Vermekle malımızı eksiltmemiş, bilakis arttırmış ve temizlemiş oluruz. Cömert insanın kazancı bol, malı bereketli olur. Örneğin misafirin rızkı ile geldiği, kırk gün bereket bıraktığı, sadaka vermekle malın eksilmeyeceği, söylenir. Cömert olmaya çalışmalı, cimrilikten uzak durmalıyız.

Cömertlik iman sağlamlığıdır...

Duyguların alış verişinde de cömertçe, insana yakışır tarzda davranmak esastır. İnsan başkalarının hatalarını bağışladıkça, sevecen oldukça, yardımsever ve alçak gönüllü davrandıkça Allah da onun şerefini arttırır ve onu yükseltir.

Cömertlik imanla ilişkilendirilerek, ‘cömertlik iman sağlamlığından ileri gelir’ denilir. Çünkü insan bilir ki onda varolan her türlü yetenek, yaratıcının vermesi sonucu onda yeşermiştir ve meyve vermektedir. Her birimiz birbirimizden farklı potansiyel ile yaratıldık. Bu yeteneklerimizi ortaya çıkardığımızda ve paylaştığımızda gerçek varoluşumuza dokunabiliriz.

Malı faydalı bir işte kullanmamak cimriliktir

Mal, insanlığa yarar sağlaması için verilmiştir. Bu açıdan o malı saklayıp faydalı bir işte kullanmamak ve onu paylaşmamak cimrilik anlamına gelecektir. Paylaşmamak, gerek maddi gerekse manevi açıdan, bize ağır gelir ve yorar. Cömert olmak diğer önemli insani özelliklerin yaşanması için bir anahtar niteliğindedir.

Paylaşan ve paylaştıkça güçlenen, insanlar olabilmek umuduyla…

Ben kimim? Hayatın anlamı nedir?

SORU: “Ben kimim? Bu dünyaya nereden ve niçin geldim? Hayatın bir amacı ve anlamı var mı, varsa nedir?” gibi sorulara cevap ararken dinden nasıl yardım alabilirim? FATMA DERYA SEZGİN

Din, bireyin kendi ötesi ile, yani aşkın boyutları ile iletişimini mümkün kılarak anlam ihtiyacına cevap verir. Günlük hayatta ortaya çıkan her olay, anlamlandırma sürecini zorunlu kılar. Evlilik, ayrılık, hastalık, ölüm gibi önemli değişimler, ilişkileri ve hedefleri açısından insanı hayatla yeniden hesaplaşmaya davet eder. Her olayda kişisel anlamlandırmaya uygun fırsatlar her zaman bulunur. İnsan bir yandan hayatın kendisine sunduğu imkanları değerlendirerek, diğer yandan da güçlükler karşısında çözümler geliştirerek anlam bulabilir. Acının anlamlandırılmasında dinin yaklaşımı, uygulanan diğer yaklaşımları güçlendirir; din acıya rağmen anlama ulaşmaya ve acının bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekerken, acı çekmeye yönelik bir teşvik yoktur.

Rabbimiz, boşuna yaratmadın...

Yaşadığımız acılar, psikolojik anlam ve ruhsal çıkış arayışını tetikler. Bastığımız yer kayıp gittiğinde bakışımızı yukarıya çeviririz. Bu süreçte, varoluşumuzun ve yaşantılarımızın anlamı en temel sorudur. Kendimizi hayatın öğreticiliğine açarak, yaşadığımız olayların tesadüf olmadığını anlamak önemli bir farkındalıktır.

Yüce Yaratıcımızın bize verdiği nimetlerden olan yeteneklerimizi ve potansiyelimizi keşfederek özgür ve özgün bir insan olmak gerekiyor;

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ve derler ki: “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın…” (Ali İmran Suresi 191)

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Barış...

Evrensel barış ilahi öğretinin hedeflerinden biridir. Gönderilen tüm Peygamberler barışın gerçekleşmesini amaçlamışlardır.

Barış Yüce Yaradanın doksan dokuz isminden biridir.

“O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı olandır…” (Haşr,23)

Yüce Allah Selamet yani barış ismini kendisine vermiştir. Kim barışı ve esenliği severse Allah’ı sevmiş olur. Kim barışa ve esenliğe karşı çıkarsa Allah’a karşı çıkmış olmuş olur. Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) bunu şöyle ifade etmiştir;

“Allah’ım barış ve esenlik sensin ve barış ve esenlik ancak senden gelir.”

Kur’an-ı Kerim bu sıfatın Allah’ın ismi olduğunu açıkladıktan sonra onun aynı zamanda cennetin de ismi olduğunu belirtmiştir.

“Allah kullarını barış ve esenlik yurduna çağırıyor…” (Yunus 25)

Bununla da yetinmeyen Kur’an-ı Kerim inananlara şu şekilde seslenmektedir;

“Ey İman edenler hep birden barışa girin…” (Bakara 208)

Savaş: İstenmeyen zorunluluk

İslam kelimesi Arapça’da barış kelimesiyle aynı kökten gelir ve Kuran, savaşı, Yaratıcının rızasına aykırı gelen anormal bir durum olarak kabul eder. İslam karşı tarafı yok etmeye yönelik veya saldırgan bir savaşı onaylamamaktadır.

Peygamberimiz, inanmayanların pek çok talebini kabul eden bir barış anlaşmasını Hudeybiye Barışını kabul ederek, barış ve güvenlik ortamı sağlamış ve onlarla barış içinde yaşanacak bir sosyal yapı tesis etmiştir. Kuran’a göre savaş, sadece zorunlu olduğunda başvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek bir “istenmeyen zorunluluk”tur. Bir ayette, yeryüzünde savaşları çıkaranların inkarcılar olduğu, Allah’ın ise savaşa rıza göstermediği şöyle açıklanır:

... Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

Hz. Muhammed’in hayatına baktığımızda da, savaşın ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçlı olarak başvurulan bir yöntem olduğunu görebiliriz.

Cihad: Tam karşılığı gayrettir...

Barıştan bahsederken açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer önemli kavram da “cihad” kavramıdır.

“Cihad” kelimesinin tam karşılığı “gayret”tir. Yani İslama göre, “cihad etmek”, “çaba göstermek, gayret etmek” anlamına gelmektedir. Peygamberimiz “en büyük cihadın kişinin kendi nefsine karşı verdiği cihad” olduğunu açıklamıştır. Nefisten kasıt, insanın bencil tutkuları ve hırslarıdır.

Savaş gerekli değilse cinayettir

Hz. Muhammed’in vefatının ardından da Müslümanlar diğer dinlerin mensuplarına karşı son derece hoşgörülü ve saygılı davranmaya devam etmişlerdir. İslam devletlerinde hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar son derece güvenli ve özgür bir yaşam sürmüşlerdir. Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde, bir katliama maruz kalacaklarından korkan Hıristiyanları teskin etmiş, güvenlikte olduklarını onlara açıklamış, hatta kiliselerini ziyaret ederek, burada ibadete özgürce devam edebileceklerini bildirmiştir.

Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ve Cumhuriyet döneminde de İslam’ın adalet ve hoşgörüsü sürmüştür: Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde, kentte hem Hıristiyanlara hem de Yahudilere özgürce yaşam hakkı tanımıştır. Mustafa Kemal Atatürk “savaş gerekli olmadığı sürece cinayettir” ve “yurtta barış, dünyada barış” anlayışıyla Cumhuriyetimizi kurmuştur. Dünyamızın barışla aydınlandığı güzel günler dileğiyle…

Hz. Muhammed’in liderlik özellikleri nelerdir?

SORU: Sayın hocam, Konya’ya bağlı Halkapınar ilçesi Belediye Başkanıyım. Peygamberimizin liderlik özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? FAHRİ VARDAR

Liderlik, bir grup insanı belirli amaçlar etrafında toplayabilme ve bu amaçları gerçekleştirmek için onları harekete geçirme bilgi ve yeteneklerinin toplamıdır. Liderlik, daima bir değişim oluşturmayı gerektirdiğinden yöneticilikten farklıdır. Yöneticiler kurum ve kuruluşları yönetirler ve genelde fonksiyonları mevcut yapıyı korumaktır. Liderler, kendi toplumları içerisinde güvenilir, itibarlı olan insanlardır.

O örnek bir liderdir...

Hz. Muhammed İslam aleminde güvenilir ve itibarlı bir kişi olarak, insanlar tarafından kabul edilmiş örnek bir liderdir: İnsanlara bildirdiği bütün ahlak ilkelerini, öncelikle kendisi uygulamış ve davranışlarıyla herkese örnek olmuştur. Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) ahlakından bahsetmiş ve kendisini övmüştür. Etrafındakilere her zaman güler yüzlü, alçak gönüllü ve affedici olmuştur. Hz. Muhammed’in şefkatli ve merhametli oluşu yaşamının her döneminde açıkça görülmüş, insanlar arasında kadın, erkek, büyük, küçük, renk, din, dil ve ırk ayrımı yapmamıştır. İnsanlara sevgiyle yaklaşmış, kimseden intikam almayı düşünmemiştir. Hz. Muhammed çevresindeki tüm insanlara değer vermiş, onların daha iyi yaşayabilmeleri ve kendilerini geliştirebilmeleri için çalışmıştır. O kendini hiçbir zaman başkalarından üstün görmemiş, kendisiyle konuşmak isteyenleri dikkatle dinlemiştir. Bir yere konuk olarak gittiğinde kendisi için ayağa kalkılmasını istememiş, boş olan bir yere oturmuştur. Hz. Muhammed’in liderlik özelliklerinden biri de cesaretli olmasıdır. O, yaşamı boyunca inanç adalet ve insan hakları için mücadele etmiştir. Güçsüzleri ve kimsesizleri savunmuş, zorluklar karşısında hiçbir zaman yılgınlık göstermemiştir.

Liderlik, bir üslup, karizma, nüfuz, otorite değildir. Bütün bunlar katkıda bulunabilir, fakat liderlik öncelikle insanları anlamak, onları dinlemek, sorunları ve beklentileri ile ilgilenmek ve bunlara cevap bulacak kapasitede olunduğunu göstermektir. Bu kapasite insanları birbirlerine yaklaştırır, ortak hedeflere yönlendirir ve beklenmedik sonuçların alınmasını sağlar.

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

İnsan olmak...

İnsan olmak onurlu olmak, kendi onuru kadar başka insanların da onuruna saygı göstermektir. İnsan olmak çağını anlamak, çağının gerisinde kalmamak, geçmişle bugünün doğru sentezini yapabilmek, geleceği bugünden görebilmek, sözcüğün tam anlamıyla uygar olabilmektir. İnsan olmak bilimi, sanatı, inancı yaşamın en gerçek yol göstericisi olarak benimsemek; güzeli ve doğruyu nerede olursa olsun görebilmek, ondan yararlanabilmektir. Bilim ve sanatın bulgularından, ürettiklerinden uzak kalan insanlar ne yaşamın ne de kendilerinin farkındadırlar. Yeni bir düşünceden, buluştan yararlanabilmek bir meziyettir Kim olursa olsun her insanın mutlaka kendine ve insana yararlı olarak üretebileceği bir şeyler vardır. İnsan olmak dünyanın barış içinde yaşamasını ilke edinmektir.

İnsan olmak acıyı da paylaşmaktır...

İnsana, doğaya, kendine karşı sorumluluk taşımak; yaşamayı sevmek; sevinçleri olduğu kadar acıyı da paylaşmaktır insan olmak. En yüce değerler insan doğasında vardır ve bu değerler insanın doğasında keşfedilebilir.

İnsanların kendilerini geliştirdiklerinde hangi değerlere eğilim gösterdiği, hangi değerlerin peşinde koştuğu ve sağlığını yitirdiğinde hangi değerleri yitirdiğini keşfedebiliriz: Sağlıklı olgun, gelişmiş, kendini gerçekleştirmiş, bireyselleşmiş olarak nitelendirdiğimiz insanların, uygun koşullarda, en iyi ve güçlü durumlarındayken yaptığı özgür seçimler, yüksek değerler, ebedi erdemler olarak adlandırılan erdemler, ahlakla hemen hemen aynıdır.

“Ahlak iledir kemal-i adem

Ahlak iledir nizam-ı alem”

sözü bu anlayışı çok güzel ifade etmektedir.

Gerçek, iyi ve güzelin potada eritilmesi...

Kendini gerçekleştiren insanların karakteristik özellikleri olarak belirlenen tanımlama, dinler tarafından ortaya konulan ideallerle aynı doğrultudadır. Benliğin aşkınlığı, gerçek, iyi ve güzelin bir potada eritilmesi, diğer insanlara katkı, bilgelik, dürüstlük ve doğallık, bencil kişisel güdüleri aşkınlık, ”daha alt düzeydeki” tutkuların “daha yüce olan” için terk edilmesi, arkadaşlık ve incelik, amaçlar; yani dinginlik, huzur ve barış ile araçların; para, güç ve statünün rahatlıkla ayırt edilebilmesi, düşmanlık ve acımasızlık gibi duyguların azalması gibi.

İçsel doğamız-fıtratımız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan, açığa çıkarılması, desteklenmesi seçilecek en iyi yoldur. Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde, daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz.

Kur’ anı Kerimde Yüce Yaradanımız insanı en şerefli ve en güzel şeyleri yapacak bir varlık olarak yarattığını açıklamaktadır. ( Tin, 3)

Mevlana’ ya göre insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, ilahi ile beşeriyi benliğinde birleştiren bir varlıktır.

İnsan ölümsüz ben dediğimiz “ilahi nefha” nın ölümlü beden bineği içinde bir olgunlaşma-tekamül seyrini yaşamak için bu alemdeki görünümüdür.

Yunus Emre bunu dizeleriyle dile getirmiştir:

“Ete kemiğe büründüm

Yunus diye göründüm”

Yaratıcı eserini insanda seyreder...

Böylece varlığın özü yani Yaratıcı kudretle insanın özü birleşmektedir. Bu birlik insanı varlığın gayesi yapmıştır. Varlık anlamını insanla kazanır. Yaratıcı eserini insanla seyreder. Çünkü insan ‘Hak’ kın gözü ve aynasıdır. Mevlana “Mümin müminin aynasıdır” hadisini açıklarken şöyle konuşmaktadır:

“Yaratıcının adlarından biri de “el-Mümin”dir. İman eden kula da mümin denir. Mümin müminin aynasıdır, demek Yaratıcı o insanda,o aynada tecelli etti demektir.

Hem insancıl, varoluşçu ve ben ötesi psikoloji kuramları, hem İslam dini, hem de kültürümüz insanın yaradılışının yüksek nitelikte olduğunu söylemektedir. Yaradılışımızda var olan bu niteliklerle insanlığımızı yaşadığımız ve yaşattığımız çok güzel günler dileğiyle…

Maneviyatın desteğiyle özgüven yükseltilebilir mi?

SORU: Üniversite öğrencisiyim. Sınavlardan istediğim puanı alamadığımda kendime güvenim sarsılıyor, maneviyatın desteğiyle özgüvenimi yükseltmek için ne yapabilirim? TUĞÇE ÜNAL

Hayatın akışı içinde anlaşılamadığımız, yargılandığımız yaşantılar içinde bulabiliyoruz kendimizi. Zihin ve beden sağlığımızı yitirebiliyoruz. Bu durumlarda özümüze güvenmeye ne kadar ihtiyaç duyuyoruz. Yetiştirilirken bireyselliğimiz, öz yeteneklerimiz yeterince desteklenmediği için, özgüven düzeyimizi yükseltmek daha çok kendimize düşüyor. Özgüvenin oluşumu ve yükselmesi sürecinde ilk adım olarak insanın kendine ve başkalarına, yerine getirebileceği sözler vermesi önerilmektedir. Bu sözler çok basit olabilir, ama mutlaka yerine getirilebilecek nitelikte olması gereklidir. Yarın şu saatte seni arayacağım dediğimizde, şartlarımızın onu o saatte aramaya uygun olacağını kestirebilmeliyiz. Ve bunu küçümsemeden gerçekleştirmeliyiz. Aynı durum kendimize vereceğimiz sözler için de geçerlidir. Sağlığımız için, diyet yapmaya karar veririz, yani söz veririz. Unutmayalım hiçbir yiyecek, kendimize verdiğimiz sözü yerine getirdiğimizde alacağımız hazzı veremez. Bunun için uygulayabileceğimiz, gücümüzün yetebileceği diyetlere karar verelim ve uygulayalım. Üniversitede dönem başında öğrencilerimin “hergün notlarımı temize geçireceğim, ardından 5 saat çalışacağım” gibi uygulayamayacakları kararları aldıklarını gözlüyorum. Onlara şunu öneriyorum: “Notlarımı temize geçirdikten sonra yarım saat çalışacağım deyin ve uygulayın. Eğer uyumak ve dinlenmek için zamanınız kalırsa süreyi uzatın”. Sözlerimizi yerine getirdikçe özgüvenimiz ve gücümüz yükseldiği için, daha önemli daha kapsayıcı sözler verebiliriz.

Kendimize ve başkalarına verdiğimiz sözü yerine getirmediğimizde, bütünsel anlamda dürüst olamadığımız için, stresin yolunu açmış oluyoruz. Çünkü, ne kadar dürüst olursak o kadar kendimizle barışık oluyoruz ve kendimizle barışık olma düzeyimiz ne kadar yüksekse o kadar stresten uzak oluyoruz. Peygamberimizin, “Beni Hud suresi ihtiyarlattı.” diyerek vurguladığı, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” ayeti dürüstlüğün insan hayatı için önemini sergilemektedir...

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

Tövbe Süreci

Tövbe insanın hata ve kusurları bırakarak daha iyiye, daha güzele, ideal olana yönelme, eksikliğini görüp kendini bütünleme, böylece şahsiyetini olgunlaştırma yolunda bir yöntem, bir araç özelliği taşımaktadır. İnsanı bulunduğu düzeyden bir üst düzeye çıkarma, her bilinç düzeyinde ilerlemeyi sağlama konusunda bir vasıtadır.

Kişiliğin gelişme sürecinde tıkanmaları, sapmaları önleyerek ilerlemedeki akışı kolaylaştırmaktadır. Tövbede insanın inandığı değerle kendi arasına başka bir insanın girmesi sözkonusu değildir. Özgün benliği ile Aşkın Varlık arasındaki ilişkiyi insan bizzat kendisi kurmaktadır.

Din Psikolojisi bilimi, Kur’an’ın birçok kavramını, insanın hayatına nasıl yansıtacağı, uygulayacağı konusunda araştırmalar yapmaktadır. “Tövbe” de bu kavramlardan biridir. Çalışmalarda tövbenin bir süreç olduğu ve dört aşamada gerçekleştiği belirlenmiştir.

1. Farkındalık

Tövbeye başlamak için önce hatamızı fark etmemiz gerekir. Farkındalık yaşantısında hem hatalarımızı hem de öz benliğimizi fark ederiz.

2. Kendini affetme

Hatalarımızı fark ettiğimiz noktada utanç, suçluluk, kendine kızgınlık ve “bunu bana neden yaptırdı” şeklinde başkalarına dönük öfke oluşabilmektedir. Bu noktada insan, kendini affetmeye ihtiyaç duymaktadır. Olumsuz olaylara bağlı kalmak zihnimiz, ruhumuz, hücre dokumuz ve hayatımız için zehirdir. Kendini affeden ve ‘keşke’lerinden arınan insanın kendine saygı düzeyi yükselir. Böylece güçlenen insan mutluluk ve huzur yönünde seçimlerde bulunur.

3. İnsanın öz bilincinden doğan kendine ve başkalarına yararlı eylemler üretmesi

Kur’an’ı Kerim’de bu yaşantı “salih ameller” olarak ifade edilmektedir. “Salih” kelimesi sulh-barış kelimesinden gelmektedir. İnsanın hem kendisiyle hem de çevresindekilerle barışık olmasına yönelik eylemlerde bulunması olarak açıklayabiliriz salih ameli. Fatır suresi 10. ayette güzel sözlerin salih amellerle Allah’a yükseleceği ifade edilmektedir. Nedir salih ameller? Aslında bu köşede bahsettiğimiz konular; bir insanın gönlünü almak, sevmek, yardım etmek, barışmak, barıştırmak gibi…

Kur’an’da Tebük seferine katılmayanlarla ilgili olarak sunulan tövbe tasvirlerinden anlaşılmaktadır ki, insanın pişmanlık duyması ve tövbe etmesi son aşama değildir. Gerçekte kişinin tövbe etmesinden sonra sergileyeceği davranış biçimi önemlidir.

4. Kararlılık ve kalıcılık

Hz. Ali’ye sık sık tövbe edip her defasında tekrar hata işleyen bir kimsenin durumu sorulduğunda o, “kişi tövbede istikrarı yakalayana kadar tövbeye devam etmeli” diyerek, tövbede aslolanın “kararlılık” olduğunu vurgulamaktadır. Tövbe edenlerin iyi insanlarla dostluk ve arkadaşlık kurması hatayı alışkanlık haline getiren kişilerden de uzak durmaya çalışması önemlidir.

Hata yapmaktan çok hataya devam etmek zarar verir bize. Hayatımıza tövbeyi kattığımız nice günler dileğiyle Mevlana’ya kulak verelim:

“Nimetlerin temeli gökten yağdı, toprağın altına girdi de ondan sonra tertemiz cana gıda oldu.Yükünü başkasına yükleme, kendin yüklen.

Gönül evine iyi bak. Gamdan tozlandı mı süpürge olmaksızın, tövbeyle süpürülür. Gönlü katılıkta taşa dönmüş... Tövbe oraya ekin ekmek için o taşı nasıl yarar! Gönlün yine o suçu çekerse bu, tövbenin gerçekleşmediğine alamettir.”

Tövbesini bozan yeniden tövbe edebilir mi?

SORU: Tövbemin kalıcılığı için ne yapmalıyım? AYŞENUR BAŞESKİOĞLU

Kur’an-ı Kerim “Ey inananlar! Samimi bir tövbe (tevbe-i nasuh) ile Allah’a dönün.” ayetiyle tövbenin içtenlikle yapılmasına yani kalıcılığına dikkat çekmektedir. (Tahrim, 8) Kararlılıkla gerçekleştirdiğimiz tövbe, iyi insanlarla bir arada olduğumuzda ömür kazanır. Ayrıca Kur’an hata yapan insanın bir daha yapmamak üzere tövbe etmesini önerirken, insanın hatasını tekrarlayabileceğini belirterek, tövbesini bozanlara Allah’ın yeniden tövbe etme olanağını verdiğini söylemektedir:

“…Rabbiniz içinizi bilir. Eğer siz iyi kimselerden olursanız, Allah daima kendisine dönenleri bağışlayıcıdır.”(İsra,25)

Çok geçmeden tövbe edin...

Bu ayette, Yüce Yaradanımız bizim iç dünyamızı, zaaflarımızı, henüz olgunlaşmamış, güç kazanmamış yönlerimizi hatırlatarak, fark ettiğimiz ve yapmama kararı aldığımız her hatamız için, tekrar dönüşüm fırsatını vurgulamaktadır. Kur’an, tövbesini bozan insanların bilgisizlikleri nedeniyle hata işledikleri anlayışını şu ayetle sunmaktadır:

“Allah katında geçerli olan tövbe, bilmeyerek, hata yapıp sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir.” (Nisa,17)

Tövbe hayırlıdır...

Kur’an, tövbesini bozanların yeniden tövbe edebileceğini belirtirken, hiç tövbe etmeyenleri, hatalarında ısrar edenleri uyarmaktadır:

“…Tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Yüz çevirilerse elem dolu bir azap onlar içindir. Artık onlar için yeryüzünde gerçek bir dost ve yardımcı yoktur.” (Tövbe,74)

Ayette, hatamızda ısrar ettiğimizde mutsuz olacağımız hatırlatılmaktadır.

Hatalarımız bizi, en iyi dostumuz ve en iyi yardımcımız olan kendimizden uzaklaştırmaktadır. Kendimizle iletişimimiz olmayınca, Yaradanımızla da bağ kuramamış oluruz.

SORULARINIZI BEKLİYORUZ

Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.