Şampiy10
Magazin
Gündem

Çok seven, çok şefkatli Allah’ın adıyla...

İman dinamik bir kavramdır, insanı eyleme motive eder. Allah’a iman sadece kelimelerle dile getirilmiş bir inancı ifade etmez, inanan in- sanın düşüncelerini, eylemlerini ve sorumluluklarını da içerir...

Bugün iftara besmeleyle başlayacağız yani çok seven çok şefkatli olan Allah’ın adıyla diyeceğiz.

Yaratıcımızla olan bağımız, ruhumuzun derinliklerinde kökleşir. Böylece O’nunla iletişime geçer ve O’na yöneliriz. İman dinamik bir kavramdır, insanı eylem üretmeye motive eder. Allah’a iman sadece kelimelerle dile getirilmiş bir inancı ifade etmez, inanan insanın düşüncelerini, eylemlerini ve sorumluluklarını da içerir.

İman Arapça Emn kökünden gelmektedir, güven demektir. Dolayısıyla iman kendine, Yaradanına ve hayatın akışına güvenmektir. Ayrıca inanan insan kendisine güven duyulan insandır.

Evrende gerçekleşen her şey, Allah’ın sevgisinin bir açılımıdır, yani, her şey ancak sevgi ile anlam kazanmaktadır. Hicr suresi, 56. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Bunun üzerine o da: “Rabbinin sevgisinden dalalette olanlardan-sapkınlardan başka kim umut keser ki...?” demişti .”

Ayetin bağlamı dikkate alındığında ayet daha iyi anlaşılmaktadır. Melekler, Hz. İbrahim’e yaşlanmış olmasına rağmen bir çocuğu olacağını müjdelemektedirler. Onun, kuşkulu bir tavır sergilemesi üzerine, Melekler, Allah’ın sevgisinden umut kesmemesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine o da gerçeği görerek onlara, onları doğrular mahiyette ayette geçen sözleri söyler.

Umudumuzu kesmeyelim

Allah ile insan arasındaki bu canlı sevgi bağı, bizler bu sevgiye layık olmayan davranışlar sergilesek bile, devam eden bir bağdır. Allah’ın sevgisinden umudumuzu kesmemeliyiz. Zümer, suresi 53. ayette bu konu şöyle açıklanmaktadır:

“Ey (hata işleyerek) kendilerine(zulümde) aşırı giden kulllarım! Allah’ın (size duyduğu derin) sevgiden asla umudunuzu kesmeyin; çünkü Allah bütün hataları bağışlar. Gerçekten de O, çok bağışlayan, çok müşfik olandır ”

Diğer bir ayette, “Hani sizden kesin söz almış, üzerinize, Tûr’u kaldırmış ve “Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve içindekini hatırlayın ki,içinizde Allah bilinci canlı kalabilsin “ demiştik. Ancak siz bunun ardından yine sözünüzden dönmüştünüz. Allah’ın size olan lütfu ve sevgisi olmasaydı, (bu davranışınızdan dolayı) hüsrana uğrayanlardan olurdunuz .”( Bakara, suresi, 63-64)

Yüce Allah bağışlar...

Yüce Allah, kendisine tutacaklarına dair kesin söz verdikleri halde, sözlerinden dönen insanları, onlara duyduğu derin sevgiden dolayı bağışlamıştır.

Kasas suresi, 73. ayette evrendeki akışın insan hayatına göre düzenlenmesi Allah’ın sevgisiyle açıklanmaktadır:

“Allah, (size olan) sevgisinden dolayı, sizin için, dinlenmeniz için geceyi, lütfunu arayıp bulmanız ve böylece (O’na) şükretmeniz için de gündüzü yaratmıştır .”

Yaratıcısı ile insan arasındaki sevgi bağı hiçbir zaman yok olmayacak, sonsuza dek devam edecektir.

30 güne 30 altın öneri

Ramazan’da oruç tutanların 30 günü sağlıklı geçirmeleri için altın niteliğinde 30 öneri… Uzman Diyetisyen Emel Unutmaz Duman’ın hazırladığı reçetede; yemek tercihi, pişirme tekniği, içecek seçimi ve spor önerileri var

Ramazan’ı hem ibadet hem de oruç tutarak geçirmek isteyenlerin sağlıklı şekilde geçirmek için mutlaka uyması gereken pratik ve kolay bazı kurallar var. Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden Uzman Diyetisyen Emel Unutmaz Duman, 30 güne yayabileceğiniz 30 altın öneriyi şöyle sıraladı:

- ORUCA HAZIRLANIN: Ramazan’dan birkaç gün önce bol su içmek, ara öğünleri kaldırmak vücudunuza iyi gelebilir.

- SAHURA KALKIN: Yaza gelen Ramazan’da açlık süresinin uzunluğunu düşünürsek daha da uzatmamak için mutlaka sahura kalkın.

- BOL SU İÇİN: İftarda 10, sahurda 5 bardak su içmeyi alışkanlık haline getirin. Yemek öncesi ve sonrasında için.

- SAHURDA EN İYİSİ KAHVALTI: Az tuzlu peynir, lor peyniri, bol yeşillik, ceviz içeren ve tam tahıllı ekmek ile yapılacak kahvaltı iyi bir tercih.

- İFTARA ÇORBA İLE BAŞLAYIN: Uzun açlığın ardından başlanacak yemek, hafif ve sindirimi kolay olmalı. Burada da en iyi tercih baharatsız, et suyu veya tavuk suyu içermeyen çorbalar.

- İFTARI İKİYE BÖLÜN: Çorba ve salata ile başlayacağınız iftar sofrasına 10 dakika ara verdikten sonra ana yemeklerle devam edin.

- ZEYTİN YERİNE ZEYTİNYAĞI: Sahurda yapacağınız kahvaltıda tuz içeriği yüksek olan zeytin yerine salatalık ve yeşillik üzerine gezdireceğiniz zeytinyağı daha iyi bir tercihtir.

- KİLONUZU KONTROL EDİN: Ramazan’da şişmanlar kilo almaktan, zayıflar da vermekten şikâyet eder. 29 gün orucun sonunda mutsuz olmamak için günlük tüketmeniz gereken besinleri öğrenmeli ve disiplin ile yemelisiniz.

- KABIZLIK RİSKİNE DİKKAT: Ramazan’da gerek sıvı tüketiminin azalması, gerek belli saatlerde bir anda fazla yemek yemek, gerekse yetersiz posa nedeniyle kabızlık görülebilir. Önüne geçmek için; 1. Bol su için, 2. Bol posalı yiyecek tercih edin, 3. Bol bol hareket edin.

- YETERLİ BESLENİN: Ramazan boyunca bazı besinler çok geri planda kalabiliyor. Bu bazıları için et grubu, kimisi için süt/yoğurt, kimisi için meyve. Tüm bunları ihtiyacınız kadar ve dengeli tüketmek önemli.

- PROTEİN ÖNEMLİ: Sahurda peynir, yumurta ve süt; iftarda ise yoğurt ve et grubu günlük protein ihtiyacınızı karşılamakta size yardımcı olacak.

- ACIKTIRAN YİYECEĞE DİKKAT: En çok karbonhidratlar acıktırır. Dolayısı ile sahurda reçel, bal, komposto ve şekerli her türlü besinden uzak durun.

- TOK TUTAN BESİNLERİ SEÇİN: Posa ve yağ tokluğunuzu artırır. En sınırsız posa kaynağınız salata mutlaka hem sahur hem iftar sofranızda olsun. Zeytinyağı ve yağlı tohumlar (ceviz, fındık, badem, tuzsuz kaju iyi tercihler) mide boşalmasını geciktirir ve tokluk verir. Ancak yağların 1 gramı 9 kkal enerji içerir unutmayın. Miktarına dikkat edin.

- MUTLAKA SÜT YOĞURT: İçerdiği kalsiyum, protein, vitaminler vb. mineraller nedeniyle hem tokluk verir hem protein ihtiyacınızı, kalsiyum ihtiyacınızı karşılar. Ramazan’da da sofralarınızda mutlaka süt ve yoğurt olsun.

- MEYVEYİ UNUTMAYIN: Günlük 1-2 meyve yemeyi ihmal etmeyin. Posası kabızlıktan koruyacak, vitaminleri halsizliğinizi önleyecek, bağışıklığınızı koruyacak. Ancak karbohhidrat içerdiğini unutmayalım, miktarına dikkat edelim ve kabuklu tüketelim.

- DOĞRU TATLIYI SEÇİN: Hiç tatlı yemeden bir ay geçmez. Miktarına dikkat ederek ve sütlü tatlı veya dondurmayı tercih ederek az tatlı yiyebilirsiniz.

- YAVAŞ YİYİN: Tokluk merkezinin harekete geçmesine biraz müsaade edin ve yavaş yiyin, yemekleri iyi çiğneyin.

- YÜRÜYÜŞÜ UNUTMAYIN: Ramazan’da gün boyunca daha az enerji harcandığını düşünün ve bu açığı kapatmak için iftardan 1 ya da 2 saat sonra hafif tempolu yürüyüş yapmaya çalışın.

- PİŞİRME YÖNTEMİNE DİKKAT: Kızartmalar, kavurmalar sindirim sisteminizi zorlar. Bunun yerine daha hafif yöntemlerle pişmiş buhar, ızgara, fırın yöntemini tercih edin.

- TUZDAN UZAK DURUN: Tuz ve tuz içeren besinlerden (salamura, hazır besinler, sodyum katkı maddeli ürünler) normal zamanda olduğu gibi Ramazan boyunca da uzak durun. Sizi susatacağı için Ramazan’da tuzlu besinlere daha fazla dikkat etmekte fayda var.

- YAĞLAR: Yağlar tokluk verir ama yüksek kalori içerir. Dolayısı ile tüketilmeli ancak miktarına dikkat edilmelidir.

- HANGİ PİDE? Yumurtalı pufuduk pastane pideleri yerine mümkünse tam buğday unundan pideleri tercih edin.

- CEVİZ: Sahurda tokluk hissini gün boyu ve daha uzun sürdürmesi için mutlaka dört ceviz yiyin.

- YUMURTA: İçerdiği protein ve yağ uzun süre tok tutacak. Alerjiniz veya safra taşınız yok ise her gün sahurda bir tam, iki yumurta beyazı yiyebilirsiniz.

- SALATASIZ OLMAZ: Posası sayesinde hem tok kalacak hem de kabızlıkla mücadele edebileceksiniz. Hem sahurda hem iftarda salatayı eksik etmeyin.

- BİTKİ ÇAYLARI: Rezene, papatya, ıhlamur, kuşburnu çayı tüketebilirsiniz.

- MADEN SUYU: Günlük iki maden suyu kaybettiğiniz mineralleri yerine koymanıza da yardım edecek.

- ÇAY/KAHVE: Ramazanda şekersiz çay, şekersiz sütsüz kahveyi tercih edin. Ancak fazlası vücuttan su atımına neden olur ve kabızlığı tetikler. Bu nedenle maksimum iki kahve, açık olmak şartı ile dört ya da beş çay içilebilir.

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız...

Kur’an-ı Kerim’de ahlakı ile övülen Peygamberimiz, “Birbirinize kin tutmayın, haset etmeyin, arka çevirmeyin; Kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla kardeşi ile dargın durması helal olmaz” demiştir...

Peygamberlere hayran olmamızın nedeni, içimizde hissettiğimiz, bizim yolumuzun da onların yolu gibi olması gerektiği duygusudur. Peygamberler, kendilerine vahyolunan ilâhî hükümleri yalnız tebliğ etmekle kalmazlar; aynı zamanda bu hükümleri kendi hayatlarında uygular ve bizlere nasıl yaşayacağımızı gösterirler, Allah sevgisi ve iman aşılarlar.

Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’de ahlâkı ile övülmüştür.

“(Ey Muhammed) şüphesiz sen yüksek bir ahlâk üzeresin”(Kalem suresi, 4)

Peygamberimiz de; “Ben ancak yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim” demiştir.

Sözlerine kulak verelim:

“Birbirinize kin tutmayın, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla kardeşi ile dargın durması helal olmaz.”

“Kaybolmuş veya düşürülmüş olan bir şeyi bulursan onu ilan et, gizleme, onu kaybetme, sahibini bulursan ver.”

“Kardeşinle tartışma, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getiremeyeceğin bir söz verme.”

“Üç şey var ki sana kardeşinin sevgisini kazandırır ; gördüğün yerde ona selam vermen, bir toplulukta ona yer vermen, en sevdiği isimlerle çağırmandır.”

“Bir insanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, onun için birer sadakadır.”

« Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu iki nimeti değerlendirmede aldanırlar: Sağlık ve boş vakit.” “Rabbinin yolunda gayretle çalışana Allah, istediğini verdiği gibi, istemeyi unuttuklarını da bahşeder.”

Hz. Ali, O’nun ahlakını anlattı

Bir gün Hz. Hüseyin babası Hz. Ali’den Peygamberimizin ahlâkını anlatmasını istemiştir. Hz. Ali de oğluna Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatmıştır: “Peygamberimiz güler yüzlü, güzel huylu, nazik kalplidir Başkalarının tavır ve hareketlerini eleştirmez veya kötülemez. Üç şeyden uzak durmuştur:

1) Tartışma ve çekişme.

2) Gereğinden fazla söz söylemek.

3) Kendisini ilgilendirmeyen işlerle meşgul olmak.

ALLAH VAR, GAM YOK!

Peygamberimizin sorumluluk bilinci de hepimiz için örnektir; Mekke döneminde ‘Görevimi yeterince yerine getiremiyor muyum?’ diye üzüldüğünde, Yaradanımızın ‘Üzülme, mahzun olma, onların gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar’ ayetiyle, sonsuz güven içinde görevini yapmıştır.

Peygamberlerin sundukları ilahi gerçeklere kendimizi açtığımız ve onların bizlere hatırlattığı ilkeleri fark edip yaşadığımız barış ve mutluluk dolu günler dileğiyle.

Yazının devamı...

Bizi dengeye davet eden ay: Ramazan

Kur’an’da Allah’ın, insanı yaratıp dimdik durmasını sağladığı, kulak, göz ve kalp verdiği, düzgün ve dengeli kıldığı anlatılır.Yaratılmış her şeyin bir ölçü ve denge içinde yaratıldığı hatırlatılır...

Maneviyatı yaşam için güç kaynağı olan içsel bir tutum olarak tanımlayabiliriz. Maneviyatı yaşadığımızda evrendeki bütünlüğü ve uyumu kavrarız, yaşamın kutsallığının farkında oluruz, maddesel değerleri dengeleriz, başkalarını önemseriz, dünyanın daha iyi bir hale gelmesini derin bir şekilde arzu eder ve bu yönde olarak çalışırız.

Orta dengeli yola ulaştır...

Fatiha suresini her okuduğumuzda, 5. ayette “Allah’ım bizi dosdoğru, orta dengeli yoluna ulaştır” diyoruz, dua ediyoruz.

Kur’an’da kavam, mizan ve adl kelimeleri de denge anlamına gelmektedir. Denge ne fazla, ne eksik, belli bir düzende ve uyum içinde olma halidir. Kur’an’da Allah’ın, insanı yaratıp dimdik durmasını sağladığı, kulak, göz ve kalp verdiği (Mülk suresi,22,23) düzgün ve dengeli kıldığı (İnfitar suresi, 7) anlatılmaktadır.

Yaratılmış her şeyin bir ölçü ve denge içinde yaratıldığı, yağan yağmurun da bir ölçüye göre indirildiği Kur’an’da hatırlatılmaktadır. (Zuhruf suresi, 11)

‘Aşırı gitmeyin’ uyarısı...

Hz Muhammed Allah’ın selamı onun üstüne olsun, anlayış, olumluluk ve dengeli bir kişilikle evrensel ilkeleri insanlığa sunmuştur. Beni Hud suresi ihtiyarlattı diyerek şu ayeti işaret etmiştir:

O halde sen emrolunduğun gibi dengeli ol, dosdoğru yürü, seninle birlikte tövbe edenler de. Aşırı gitmeyin. O sizin yaptıklarınızı görür. (Hud suresi, 112)

“Hz. Muhammed’in ‘Kendisi için istediğini kardeşi için istemeyen gerçek mümin olamaz.” sözünü ilişkilerimizde dengeyi sağlamaya yönelik bir ilke olarak şöyle açıklayabiliriz: Kardeşini kendin gibi sev. Onu kendinden bir parça gör, ilerlemesi ve büyümesi için çalış. Kendini de başkalarından aşağı görme. Kendini küçümseme. Toplumsal ahenk içerisinde sen de yerini al.”

Niyet: Dengeyi yaşamak...

Manevi deneyimlerimiz, bizim önceki anlayışımızı aşan, sevgi ve daha yüksek bir bilgiyle sonuçlanan bir yaşantı olarak nitelendirilebilir. Ramazan ayı, oruç ibadeti; sahur ve iftar yaşantılarıyla Kadir Gecesi’yle hayatın aşkın boyutlarını anlamamızı sağlar ve bizi yeni anlamlara ve olgunluğa ulaştırır.

Tin suresi 4. Ayette insanın en güzel, dengeli şekilde yaratıldığı belirtilmektedir. Ayette geçen “Takvim” kelimesi “bir şeyin dengeli ve uyumlu bir biçimde yaratılması, kıvama, nizama sokmak gibi anlamlara gelmektedir.

Güzel yaradılışımıza, doğamıza dönüp beslenmemizde, ilişkilerimizde, dengeyi yaşamak niyetiyle, hoş geldin Ramazan.

Yazının devamı...

Düşünmeye davet

Düşünce ve fikir olmadıkça, insan hayatı tamamlanmış olmaz. Hayatın dayandığı düşünce doğru olduğu oranda hayat da sağlam olarak akışına devam eder.

Bu konuda Yüce Yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’ de bizlere şöyle seslenmektedir:

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9),

“Allah sizden inananları bir derece ve kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle yükseltir.” (Mücâdele, 11)

“Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar gerçek akıl sahipleridir.” (Zümer, 17-18)

Etrafımızdaki dünya, olmasına niyet ettiğiniz gibidir. Herhangi bir konudaki başarı ya da başarısızlığımız başkalarından ne kabul ettiğimize ve kendimizle konuşurken ne söylediğimizle yakından ilişkilidir.

Mevlana “Erlerin güzelliği dillerinde gizlidir.” diyerek şöyle devam ediyor:

“Güzel sözler daima yücelere gider ve rahmet olur, iner; bu ikisi sende, senin varlığın boyunca sürer gider.”

İnsan, kendisi hakkında düşündüklerinden başka bir şey değildir. Başarı ve gelişme için eski olumsuzları silmiş, yerine yeni olumlu düşünce ve inançları koymuş bir bilinç gereklidir. Bu ise ancak bireyin kişisel çabasıyla gerçekleştirilecektir. “Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.” diyor düşünürumuz Hacı Bektaş Veli.

Kur’an-ı Kerim’ i bir bütün olarak ele alıp, ayetlerini inceledigimizde, üç yüzü aşkın ayette insanların düşünmeye, öğüt almaya, akletmeye davet edildiklerini görürüz. Kur’an, hem dış dünyayı hem de insanın kendisini, Allah’ın hakikatini gösteren deliller olarak sunmaktadır; Düşünme tövbe, sabır, şükür, ümit, birlik, tevekkül gibi üst düzey erdemlerin aşama aşama gerçekleşmesinin yolunu açmaktadır.

Kur’an da düşünmek farklı kavramlarla ifade edilmektedir.

Tefekkür: Tüm nesneler, olaylar ve oluşlar üzerinde akıl yorup bir sonuca varmak, ibret almak, bu nesne olay ve oluşların kabuğunun örttüğü, altta yatan gerçeğe ulaşmaya çalışmak anlamında kullanılır.”Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ardarda olmasında akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar, ayakta, oturarak ve yanları üzere iken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler .” (Al-i İmran,190-191)

Teakkul: Sebeb sonuç arasında ilişki kurmak demektir.

Tezekkür: Aklını kullanan her insanın idrak edebileceği kutsal kitaplarda bildirilmiş olan hakikatleri tekrar hatırlamak ve düşünmek demektir.

Tedebbür: Özellikle Kur’an-ı Kerim ayetleri üzerinde düşünmek demektir.

Gönlüyle düşünümek: Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, düşünebilecekleri kalpleri ve işitebilecekleri kulakları olsun? Zira asıl kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir . (Hac ,46)

Hz. Muhammed -Allah ın Selamı O’ nun üstüne olsun- “Rabb’im, bana eşyanın hakîkatini göster...” diyerek kendini yüksek gerçeklere açmıştır.

Bizleri diğer varlıklardan farklı kılan aklımız ve gönlümüzle gerçekleştirdiğimiz düşünce gücümüzdür. Düşüncelerimiz hayatlarımızı öylesine güzelleştirsin ki, başarı, sağlık ve mutlulukla doluversin günlerimiz.

Yazının devamı...

Umudun gücü

Yaradanımız; “Sizin şer diye bildiklerinizde hayır, hayır diye bildiklerinizde şer olabilir.” der ve ilahi bir hikayeyle, Yusuf peygamber kıssasıyla bu bakış açısını detaylandırır.

Rivayet ediliyor ki Yüce Allah, Hz. Yakub’a vahiy göndererek ‘Seni evladın Yusuf’tan niçin ayırdığımı biliyor musun?’ diye sordu. Hz. Yakub ‘Hayır, bilmiyorum!’ dedi. Allah “Senin, Yusuf’un kardeşlerine ‘Sizin gafil olduğunuz bir sırada kurdun gelip onu yemesinden korkuyorum’ deyişinden dolayı aranıza bu ayrılığı soktum. Kurdun gelip onu yemesinden korktun da benden ümidini kestin. Neden kardeşlerinin gafletine bakıp da benim onu koruyamayacağımı düşündün? Peki Yusuf’u sana niçin tekrar bahşettim, biliyor musun?” buyurdu. Yakub ‘Hayır!’ deyince Allah Teâla şöyle buyurdu; “Çünkü sen rica ettin ve şunları söyledin: …Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir!” (Yusuf/suresi, 83.ayet)

Görünenin ardındakini görmek gerekiyor. İnanırsak ve dolayısıyla hayata güvenirsek, her ne yaşarsak yaşayalım yüce iyiliğimiz için olduğu bilincini canlı tutarsak anı yaşayabiliyoruz. Anı yaşadığımızda taptaze bir enerjiyle besleniyor, ruh ve beden sağlığımızı korumuş oluyoruz. Ümidimizi canlı tutuyoruz.

Hz. Muhammed Mekke’deyken hayatının zorlu yıllarını yaşadı. Bir gün Medineliler onu davet ettiler; artık açılımlar, güzellikler başlamıştı. Mekke’den Medine’ye hicret, hicri takvimin de başlangıcı olmuş önemli gelişmedir. Aslında hepimizin hayatında hicret vardır. Hiç beklemediğimiz bir anda güzellikler oluşuverir hayatımızda.

Kaldıramayacağımız hiçbir yaşantıyı yaşamayız. Yaşadığımız her şeyle baş edebilecek gücümüz var. Bu gücümüzü büyütmek için “yumuşak huylu olmak” önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’ de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer, kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” (Al-i İmran, 159) diyerek Hz. Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir.

Mevlana “Toprak ol” başlıklı şiirinde, yumuşak huylu olmayı toprak simgesiyle dizelere yansıtmıştır.

“Taş yeşermez,

Gelmiş de olsa nevbahar.

Toprak ol da bak nasıl güller açar.

Taş gibi idin,

Çok gönül kırdın,

Yeter!

Toprak ol,

Üstünde hoş güller biter.”

Gül, Hz. Muhammed’in simgesidir. Hem görsel olarak bizi mutlu eder, hem sevdiklerimize sevgimizin bir simgesi olarak sunarız, hem de güzel kokular yayar.

Hayatımızın en zorlu anlarında bile inancımızın verdiği güçle umutlarımızı canlı tutalım ve olumlu düşüncelerimizle güzellikler yeşertelim.

Yazının devamı...

Hac, özle buluşma

“Hac Arafattır” der adı güzel kendi güzel peygamberimiz. Arafat arapça A R F kökünden gelmektedir. Kur’anda tanımak, bilmek, iyilik, güzel söz, bildirmek, tanışmak, farkına varmak, iyi geçinmek, itiraf etmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.

“Kendini bilen Rabbini bilir.” Hadisinde de aynı kelime kullanılmıştır. Öz niteliklerimizi, yani ilahi yanımızı ne kadar fark eder ve yaşarsak, o kadar Yaradanımızı tanırız, anlarız, biliriz.

Biz özümüzle iletişime geçemediğimizde, gerçekte ilahi olanla da iletişime geçememiş oluyoruz. sorunları yaşadığımız süreçte, özümüzle olan iletişimin kopukluğu sözkonusudur.

Aşkın, manevi yönüyle bağını koparan insan kendi doğasına da yabancılaşır. İnsanı insan yapan öz, Allah’ın içimize üflediği nefhadır. Bu yüzden Allah’a yakınlıkla gerçek benliğimize yakınlık arasında doğru bir orantı vardır.

Haşr suresi 19. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

“O kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unutmuşlardır, Allah da onlara kendi benliklerini unutturmuştur.”

Hacı Bayram Veli Yaratıcının insan gönlünde görünüş alanına çıktığı inancını savunmuştur. Ona göre olgun insan, kendi benliğinden sıyrılmalıdır. İnsanın, bütün varlık türlerinin özünde Yaratıcıyı görmesi, her şeyden önce de kendini bilmesi gerekir.

Bilmek istersen seni,

Can içre ara canı

Geç canından bul anı

Sen seni bil, sen seni..

Kim bildi ef’alini

Ol bildi sıfatını,

Anda gördü zâtını

Sen seni bil, sen seni..

Bayram özünü bildi

Bileni anda buldu

Bulan ol kendi oldu

Sen seni bil, sen seni...

Ruhun gıdası bilgelik, ölçülülük ve doğruluktur. Kısacası erdem ve gerçek aşkı, ruhu besler. Erdemi kazanmak için de gerçeği sevmek, ona bağlanmak ve âşık olmak gerekir. Niçin bedenimizi korumak için çırpınır ve her çareye başvururuz da, ruhumuzu beslemeyi ve korumayı çoğu kez ihmal ederiz?

Mevlana’ya göre insanda iki türlü “Ben” vardır.

Biri “Özel Ben”, öteki “Aşkın Ben”dir. Özel ben herkeste ayrı ayrıdır. Herkesin ayrı bir özelliği vardır. Herkesin mizacı, tutkuları ve yapısı değişiktir. Ancak “Aşkın ben”ilahi, bir yetenektir. O herkeste ortaktır. Aşkın ben bilincin derin halidir. Aşkın benin alanında varlığın hikmeti düşünülür. Bedenin tutkuları dizginlenir. Barış, sevgi, dostluk ve evrensel duygular egemendir. İnsan hayatına aşkın benin buyrukları egemen olursa, davranışlar erdemli olur. İnsanın Yaratıcısıyla olan bağı onun aşkın yönünün yansımasıdır.

Özümüzle ve Yaratıcımızla bağımızı güçlendirdiğimiz nice günler dileğiyle…

Yazının devamı...

Yaratıcımızla dost olmak

Ankebut suresi 41. Ayette Yaradanımız bize şöyle sesleniyor: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!”

Hayatın akışı içinde çeşitli bağımlılıklar geliştiririz.`Bağımlılık’, onsuz olamam dediğimiz şeylerdir.

“Sabah çaysız kendime gelemem. Ekmeksiz doyamam. Eşim olmadan yapamam, bu makamı bırakamam…” gibi. Ancak deneyimlerimiz bize onlarsız olabileceğimizi öğretir. Herhangi bir hastalığımız nedeniyle doktorumuz çayı, ekmeği yasaklayabilir. Eşimiz Hakk’ın rahmetine kavuşabilir. Makamımızı bırakmak zorunda kalabiliriz…

Allah dostları geçici olanı hayatını n merkezine koymaz; insanlarla, doğayla, eşyayla olan ilişkisinde bağımlılık geliştirmez.

Ahmet Yesevi bu anlayışı hikmetlerinde şöyle ifade etmektedir.

“Ey habersiz Hakk’a gönül yürütmedin

Dünya haram ondan gönül soğutmadın

Nefsten geçip Allah’a doğru yönelmedin

Bu nefs için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte”

Yunus Emre , dünyanın geçici nimetlerine hırsla bağlanmanın Allah’ı unutturacağını söylemektedir. İnsanın yapması gereken, ihtiraslarının kaynağı olan nefsini -egosunu yenerek takvalı olma yolunda emin adımlarla yürümektir.

Mevlana’ya göre, Allah dostlarının yaptığı ibadetler sadece şekilden ibaret değildir. Yapılan her ibadetin, zahiri görüntüsünün ardında derin bir anlamının olduğunu savunur. Mevlana oruç ibadetini üç kısma ayırır. Bunun birinci kısmı yeme içmeyi terk etmek. İkincisi, birincisiyle beraber vücuttaki bütün arzuların da şiddetli bir perhize tutulmasıdır. Orucun üçüncü kısmı masiva;dan yani Allah’tan başka her şeyden geçmektir .

Hac suresi 37.ayette ise şöyle buyrulmaktadır:

“(Fakat unutmayın ki!) Onların ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları; lakin O’na ulaşan yalnızca sizin takvanız; O’na göstermiş olduğunuz bilinç ve duyarlılıktır. İşte bu amaçla onları sizin yararınıza sunuyoruz ki size, ulaşma yolunu yordamını gösterdiği (her türlü) rahmet için onun yüceliğini saygıyla anasınız.” Takva kelimesinin türediği “vikaye” kelimesi içine su sızdırmayan kap anlamına da gelmektedir. Takva sahibi insan, gönlüne, geçici olanı sızdırmaz. O, genellikle varoluş amacının farkındadır.

Allah’ı dost olarak ifade eden Anadolu bilgelerimizden Yunus Emre’nin dile getirdiği gibi:

Ben gelmedim dava için

Benim işim sevgi için

Dostun evi gönüllerdir

Gönüller yapmaya geldim

Bağımlılıklarımızı da kurban ettiğimiz, arındığımız, Yaradanımıza ve yaradılanlara yaklastığımız nice bayramlar dileğiyle…

Yazının devamı...

Hayatımız bayram olduğunda…

Maneviyat… Yaşama sevincimizin kaynağı. Kendimizi tanımayı sağlayan ışık.

Özgürlüğümüzün gıdası.

Maneviyat farklılıklardan beslenir. Zaten farklılık nedir ki? “Ne varsa âlemde örneği var âdemde.” İnsan küçük bir kâinat değil midir? Kâinatta her şey ahenkle, birlikte yaşamaya devam etmiyor mu?

Tıpkı birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış ve yapmakta olan Anadolu gibi.

Birbirimizi yargılamadan, anlayışla, farklılıklarımızdan güç alarak, birbirimizi tamamlayarak evrensel barış güneşinin parladığı Anadolu gibi. Zaten “Anadolu” kelimesinin manası da “güneşin doğduğu yer” demek. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Ateşin bile yakmadığı Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi de bu topraklarda yaşamadı mı? Ateş güneşi yakabilir mi? Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğmadılar mı?

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:

“Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”

“Bakın göstereyim” demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine, derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş:

“Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye de bir şart koşmuş.

“Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine:

“Şimdi” demiş ermiş.

Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

“Buyurun…” deyince, her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

“İşte...” demiş ermiş.

“Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz, hayatta daima sevgiyi paylaşanlar kazançtadır.”

Kur’an’da Yüce Yaradanımız sevginin, O’nun temel niteliği olduğunu bizlere şöyle açıklıyor:

(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. ‘Allah’ındır’ de O SEVMEYİ KENDİ ZATINA FARZ KILDI…( Enam, 12)

Manevi olan her şey acıları öğrenmeye, düşmanlığı işbirliğine, kayıtsızlığı sevgiye dönüştürür. Derin bir bütünlük duygusu, bağlanmak ve sonsuza kendini açmaktır. İnsan nasıl gün ışığına, kalsiyuma ya da sevgiye gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine ve inanmaya gereksinim duyar. Maneviyat, insan ruhunun, kendine ve başkalarına mutluluk veren sevgi, şefkat, sabır, hoşgörü, affetme, uyum duygusu ve sorumluluk nitelikleriyle iletişim kurmasıdır. Maneviyat doğuştan bir insan yeteneğidir. Sadece yaşamsal gücümüz değil, bu yaşamsal gücü deneyimlememizdir. Her ne kadar bu yaşamsal gücü yaşamak, deneyimlemek bizim bir parçamız olsa da, aynı zamanda bizi aşmaktadır. O bizi doğaya ve hayatın kaynağına; Yaratıcıya bağlar.

Bu bağdan güç alarak, Kur’an’dan bir duayla iki dünyamızın bayram olmasına niyet ediyorum.

“…Rabbimiz bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi içimizi yakacak her türlü acıdan, ateşten koru. Sen şefkatli olanların en şefkatli olanısın” (Bakara,201)

DÜNYA VE AHİRET HAYATI ARASINDA DENGE...

SORU: Dünya ve ahiret arasındaki dengeyi nasıl kurabiliriz?

Kuran-ı Kerim’e göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir-temsilcisidir. (Bakara,30) Dolayısıyla bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Her insan diğerlerinden farklıdır ve kendine özgü özellikleri bakımından da tekdir. (İsra 17/84) İnsan diğer varlıklara nazaran mükemmel bir yaradılışa sahiptir. Allah’ın sıfatlarından yansımalar taşımaktadır. Varlık âlemi içinde Allah’ın isimlerinin en kapsamlı tecelli ettiği varlık insandır.

Hayat iki dünyayı kapsar

Kuran’a göre hayat iki dünyayı da kapsar. Zariyat suresi 56. ayette Yüce Yaratıcımız insanın yaratılış amacını şöyle sunmaktadır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”.

Kur’an’ın temel kavramlarından olan “ibadet”in doğru anlaşılması amacıyla, tefsir alanında yapılan çalışmalarda “a-b-d” kökünün anlamı incelenmiştir. İbadet “Allah’ın insana verdiği potansiyel güçlerini fiile dönüştürmesidir, insanın kendini gerçekleştirmesidir. İslam dininde bütün yeryüzü ibadet alanıdır. Çalışmak, üretmek, yeteneklerini geliştirerek insanlık için iyi işler yapmak ibadettir. Namaz, oruç, tövbe ve dua gibi, Allah’ın insanlardan istediği her şey, kişiyi arındırmaya ve yetkin insan yapmaya yönelik eğitim araçlarıdır, insanın iradesini güçlendirerek, potansiyelini kullanmasını kolaylaştırırlar.

İnsan seçme gücüne sahiptir. Seçim Arapça ihtiyar kelimesiyle ifade edilir. Muhammed Attass, Tercih etme (ihtiyar) kelimesinin İngilizce’ye sürekli choice (seçme) olarak tercüme edildiğini ifade ederek, aksine, ihtiyarın, sadece seçme anlamını kastetmediğini şöyle açıklamaktadır: Anlam olarak aynı kökten türemiş olan “ihtiyar”kelimesine bağlı olan ve iyi anlamına gelen “hayr” kelimesi önem kazanmaktadır. Kötü olana doğru yapılan bir tercih, seçim değildir. Özgürlüğü, doğal ve tabiatımızın gereğine uygun hareket etmek olarak açıkladığımızda, özgür seçim olarak adlandırılabilecek olan, sadece iyiye doğru yapılan tercihtir. Bu dünyadaki hayatımızı Yaratıcımızla bağ içinde, çalışarak üreterek, varoluşumuzu unutmadan, insanlığa faydalı işler yaparak yaşadığımızda denge kendiliğinden gerçekleşir.

Nice bayramlar dileğiyle…

Yazının devamı...

Aile ve maneviyat

“Kendilerinde huzur bulmanız için, çiftinizi-eşinizi yaratması ve böylece aranızda derin bir sevgi ve şefkat var etmesi de Allah’ın varlığının delillerindendir. Düşünen toplumlar sosyal düzenlerini buna göre kursunlar” ( Rum, 21)

Aile huzur yeridir...

Hz. Muhammed bu ayetin içeriği olan ruh birlikteliğini yaşamıştır ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirterek, “En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır, bana gelince ben ailesi için en hayırlı olanınızım” ifadesini dile getirmiştir. Enes b. Malik “Ailesine Resulullah kadar şefkatli birini görmedim” demiştir.

Hz. Peygamber, hemşehrileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. 25 yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlilik yaşamış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla 25 yıl mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Muhammed eşinin yeteneklerini yaşamasına ve geliştirmesine katkıda bulunmuş, çalışma hayatında onu desteklemiştir.

Hz. Hatice’nin vefat ettiği yılın, Hz.Peygamber’in en çok üzüldüğü yıl “Hüzün Yılı” olarak anıldığını görmekteyiz. Hz. Muhammed onun sağlığında başka bir evlilik yapmamıştır. Hz. Hatice’nin vefatından sonra ona duyduğu yüksek sevgi ve saygı nedeniyle, yaklaşık 2,5 yıl evlenmemiştir.

Aile fertlerine iyi davranın

Kur’anı-ı Kerim’de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” (Ali İmran, 159) diyerek Hz Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir. Aile içinde insanlar birbirlerine en yakın iletişimleri yaşarlar ve bu yakın iletişimde yumuşak huylu olmak, barış dolu, huzurlu bir aile hayatı için son derece önemlidir.

Hz. Muhammed; “müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak davrananıdır” demektedir. Hz Muhammed’in özelliği söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır; “Faydasız ilimden Sana sığınırım” diyerek uygulamadığı, hayatına yansıtmadığı bilginin eksik olduğunu vurgulamıştır.

Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) bir insanla tokalaştığında önce karşı tarafın elini çekmesini beklemekte, sonra kendisi elini çekmekteydi. Burada karşısındakine şöyle muhteşem bir mesaj vermekteydi; sen beni bırakmadığın sürece ben her zaman senin yanındayım. Hayatında nice güzellikler sergileyen Hz. Muhammed’in insan ilişkilerindeki sorumluluk boyutuna verdiği bu önem özel hayatına da yansımıştır.

İlk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu durumu eşi ile paylaşmıştır. Hz. Hatice de hem kendisini anlamış, hem de onu konuyla ilgili aydınlatacak en doğru kişiye, Varaka b. Nevfel’e yönlendirmiştir. Bu olay Hz. Hatice’nin dirayetini, soğukkanlılığını ve isabetli karar verme yeteneğini ve eşine olan sonsuz güvenini ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber evinde, zamanını bir kısmını ibadete, bir kısmını ailesine, diğer kısmını da kendisine olmak üzere üçe ayırırdı; O insanlara, bildiğini anlatacağı ilk kişilerin aile fertleri olduğunu sergilemiştir. Kendisine gelen heyetlere “ailenize dönün ve onlarla paylaşın”, derdi. Kadınlar hakkında, onlara haksızlık yapılmamasını isteyerek Veda Hutbesinde şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar sizin kadınlar üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza özen göstermelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele ediniz…”

Aile hayatında huzuru sağlayan diğer bir önemli nokta da, eşlerin birbirlerine karşı gösterecekleri koşulsuz sevgi ve anlayıştır. Hz Muhammed bunu dile getirmektedir:

“Bir kimse eşine kin beslemesin, onun bir huyunu beğenmezse başka huyunu beğenir.”

Aile hayatının mutlu, huzurlu, şefkat ve sevgi dolu olmasının, toplumsal barışı sağlayacağı gerçeği en güzel örnekleriyle Hz.Muhammed’in hayatında görülmektedir.

İmam nikahının kıyılması şart mı?

SORU: Merhaba hocam, size sorum ; İmam nikahının kıyılması şart mı? Teşekkür ederim. VOLKAN BÜLBÜL /Antalya/Manavgat

“Evlilik sadece iki kişi arasındaki sevginin ifadesi değil, aynı zamanda hayatın en önemli mucizelerinden birine yapılan büyük bir çağrıdır; ruhun pek çok değişik ipliğini birlikte dokumaktır.”

Thomas Moore

Öncelikle evlilikte eş seçimi için Kur’an-ı Kerim’ in önerisini paylaşmak istiyorum:

1. Huzur

2. Karşılıklı sevgi

3. Şefkat

Nikaha karar verildikten sonra Kur’an-ı Kerim’in ilk önerdiği ilke bekar olarak ve özgür iradeyle o kişiyle evlenmek için beyan, yani evleneceğini ilan etmektir. İkinci ilke en az iki şahidin olması, üçüncü ilke iki şahidin eşliğinde evliliğin topluma açıklanmasıdır. Yani nikah iki kişi arasında gerçekleşmez. Toplumun o kişilerin evli olduğunu bilmesi önemlidir.

Nikah hukuksal nitelik taşımaktadır. Yukarıda bahsedilen üç ilke bugün ülkemizde resmi nikah işleminde gerçekleşmektedir. Nikahın devlet gözetiminde olması önemlidir. Toplumumuzda imam nikahı olarak bilinen konu dua niteliği taşımaktadır. Resmi nikahımız olduktan sonra, nikah duasını bilen bir insandan, duayı okumasını isteyebiliriz. Nikah duasında, nikaha Rabbimizin desteğiyle başlarken, evliliğimizin Hz. Adem ve eşinin, Peygamberimiz ve Hz Hatice’ nin evliliği gibi olmasına niyet ediyor, iki dünya mutluluğunu diliyoruz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.