Şampiy10
Magazin
Gündem

DasDas İstanbul’a yeni bir nefes olmuş

Cumartesi akşamı Batı Ataşehir’de yer alan Watergarden’daydım. Amacım ne alışveriş yapmak, ne de ışıklı su gösterisi izlemekti. Uzun zamandır sektörde merak uyandıran DasDas adlı mekanın açılışı vardı. DasDas; Mert Fırat, Harun Tekin, Koray Candemir, Didem Balçın ve Muzaffer Yıldırım’ın sahip olduğu sanatla eğlenceyi birleştiren bir mekan! Müzik, sahne, mutfak ve atölyeyi DasDas markası altında birleştiriyor. Yani DasDas’a girdiğinizde oyununuzu izleyip, yemeğinizi yiyip, güzel müzik dinleyip evinize dönebiliyorsunuz. Böyle mekanlara fazlasıyla ihtiyacı olan bir şehir İstanbul. DasDas’ta İstanbul’a yeni bir nefes olmuş.

Cumartesi akşamı DasDas Sahne’nin ilk oyunu Joseph K.’nın prömiyeri vardı. Tom Basden’in yazdığı, Serdar Biliş’in süpervizörlüğünü üstlendiği, Mert Fırat, Didem Balçın, Onur Dilber, Özgün Aydın’ın rol aldığı oyun; izleyiciyi Franz Kafka’nın yüzyılı devirmesine rağmen zaman aşımına uğramayan Dava’sının yeniden görülmesi için modern dünyanın karmaşıklığına bırakıyor. Sahne gerçekten çok etkileyici, tüm tasarımı 360 derece planlanmış. Oyunun kostüm, ışık, ses ve dekor tasarımı sizi içine alıyor. Üstüne oyuncuların performansları da eklenince ortaya 80 dakikalık bir kara mizah çıkıyor. Joseph K., 20 Nisan’da DasDas Sahne’de... Ayrıca bu ay 15 Nisan’da Kayıp El, 21-22 Nisan’da Bi Parça Plastik, 13 Nisan’da Shirley, 18 Nisan’da Cimri, 19 Nisan’da Mahşer-i Cümbüşgiller, 25-26 Nisan’da Alacakaranlık Kuşağı oyunlarını izleyebilirsiniz.

Yazının devamı...

O Hayat Benim gider, Bir Deli Sevda gelir

Bir Deli Sevda teklifi şubat ayında geldiğinde Erkan Kolçak Köstendil ve Cansu Tosun’la birlikteydim. Cansu heyecanla anlatıyordu Bahar rolünü... Farklı bir karakter canlandıracağı için heyecanlıydı. Erkan’la da uzun uzun sohbet ettik. Daha sonra haberler gelmeye başladı. İkisi de dizide oynamayı kabul etti. Erkan Can, Zafer Algöz, Cankat Aydos, Esra Kızıldoğan, Erdinç Gülener eklendi diziye... Cast direktörü Yelda Gürkan’ın iyi oyunculardan oluşan bir kadro kurması merakımı daha da artırdı. Hafta başı Mip TV nedeniyle Cannes’daydım ve dizinin çarşamba akşamı başlayacağını öğrendim. Dizinin yapımcıları Yaşar İrvül ve Efe İrvül’e de “Niye çarşamba?” diye dert yandım. Diriliş, Kara Sevda, No:309, Evlat Kokusu reyting pastasında zaten yeterince yer alıyordu. Sezonun bu döneminde yeni bir diziyi çarşambaya girmek iyi bir sonuç yaratmayacaktı. Çarşamba akşamı Bir Deli Sevda dizisi yayınlandığı sırada uçakta olduğum için izleyemedim. Eve gelince kayıttan izlemek zorunda kaldım. Beklentimin çok üstünde bir iş izlediğimi söylemeliyim. Özellikle yönetmen Hakan İnan’ı tebrik ederim. Bu işe tüm emeğini koymuş. Ancak ne yazık ki, sonuçlar çok kötü geldi. Kanal hızlı bir hamleyle dizinin gününü değiştirdi. Dizi bu akşam Show TV’de saat 20.00’de ilk bölümüyle yeniden başlayacak. Bu sefer doğru bir hamle oldu. Fox TV’de O Hayat Benim yerini Savaşçı’ya bırakırken, ekranda bıraktığı izleyicisini Show TV’de Bir Deli Sevda’ya çekebilir. Doğru bir stratejiyle O Hayat Benim gider, reyting sıralamasında yerine Bir Deli Sevda gelir.

Salon 7 boşluğu doldurdu

Sinema programlarına hasret kaldığımız bir dönemden geçiyoruz. Biz şanslı kuşaktık. Neredeyse her kanalda kültür sanat programlarının yapıldığı dönemlere şahit olduk. Ancak son yıllarda ne yazık ki, o programlar birer birer yok oldu. Bir iki programa da delicesine tutunmalıyız. Şimdi o programlara bir yenisi katıldı. Salon 7, SAT 7 Türk kanalında birkaç hafta önce görücüye çıktı. Programın sunuculuğunu Nizam Eren ve İlknur Bay üstleniyor. Eren’i Özen Film’de çalıştığı dönemden beri tanırım. Sinema dünyasına dair tecrübesinden de sık sık yararlanırım. Geçenlerde programına denk geldim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım ve içimden kocaman bir “Oh” çektim. Çünkü Nizam Eren’i dinlemek hep keyiflidir. Bu kez tecrübesini ekrandan yansıtıyor. Umarım daha büyük bir kitleye ulaşır. Gelelim programın konseptine; gösterime giren ve girecek olan filmler, gişede son durum, “Bunları biliyor musunuz?” köşesi, sinema dünyasından haberler, film şirketlerine ziyaretler, setlerden söyleşiler var. Zengin bir içerikle karşımıza çıkıyorlar. Salon 7 ekranda sinema sanatının boşluğunu doldurmaya aday! Darısı her kanalda bir kültür sanat programı olmasına!

Yazının devamı...

Mip TV’de neler oldu?

3-6 Nisan tarihleri arasında Fransa’nın Cannes şehrinde düzenlenen Mip TV’deydim. Türk dizilerinin dünyadaki yankılarını görmek adına inanılmaz verimli oluyor bu fuarlar. Bu yıl önceki senelere göre sakin geçse de; pek çok Türk dizisine ilgi vardı. 3 Nisan’da Puhu TV’nin yeni işi Fi görücüye çıktı. Serenay Sarıkaya, Mehmet Günsür ve Berrak Tüzünataç’ın katılımıyla hem soru-cevap, hem de ön izleme gerçekleşti. Oyuncuların en çok değindiği şey 60 dakikalık bir dizide rol almalarıydı. Fi’ye ilgi vardı. Ancak daha fazla bölüm olmasını istiyor yabancılar... Çünkü bir işi alıp yayınlamaya başladıklarında ellerinde kaç bölüm olacağını bilmek istiyorlar. Son yıllarda Türkiye’de bir anda yayından kalkan diziler yüzünden zor durumda kalmışlar. O nedenle ne kadar bölüm olacağını görüp öyle satın alma işlemi yapmak istiyorlar. Cesur ve Güzel İspanya’ya satıldı. Böylece ilk defa İspanya’da yayınlanacak bir dizimiz oldu. Fatmagül’ün Suçu Ne Hindistan’da yayınlanmıştı. Bu defa senaryosu Hint oyuncularla uyarlandı. Vatanım Sensin şu anda Kanal D’nin en çok talep edilen dizisi oldu. Kanal D aynı zamanda Şili kanalı olan Mega TV’yle bir anlaşma imzaladı. Mega TV ve Kanal D ortak projeler geliştirecek. Bundan sonra Türk ve Şilili oyuncuları aynı projede görebiliriz.

Legion ve Çoban Yıldızı yan yana

Payitaht Abdülhamit dizisi de bir ön izleme ve soru cevap yaptı. Bülent İnal ve Özlem Conker’in katıldığı etkinliğe ilgi yoğundu. Bu Şehir Arkandan Gelecek oyuncuları Leyla Lydia Tuğutlu ve Kerem Bürsin dağıtımcısı Ecco Rights’ın düzenlediği partiye katıldı. O Hayat Benim tartışmasız fuardaki işler arasında en şaşırtıcı olanıydı. Yurt dışına dizi satışında belli oyuncuların isimlerinden bahsedilir. Gerçekten de alıcılar o isimleri bizim kadar tanıyorlar. Ancak O Hayat Benim dizisinde 20 kişilik o listedeki hiçbir oyuncu rol almıyor. Buna rağmen bir rekor kırarak 34 ülkeye satıldı. Üstelik bir Amerikan kanalında da yayınlanmaya devam ediyor. Bence en büyük başarı bu dizinin satışı! Moldovalı bir alıcıyla sohbet ettim. Oyunculara ilgilerinin olduğunu ama en önemli şeyin sürükleyici bir hikaye olduğunu söyledi. Kalbimdeki Deniz, 12 ülkeden talep gördü. Fox TV’nin kataloğuna baktım. Bu yılın en ilgi gören işi Legion’ın arkasında Çoban Yıldızı dizisi vardı. Bu arada Çoban Yıldızı’na ilgi yüksekti. No: 309 22 ülkeye satıldı. İstanbullu Gelin, Anne, Ölene kadar Şili, Uruguay ve Arjantin’e satıldı. Erkan Petekkaya’nın adının bile ne olacağı bilinmeyen dizisi alıcılar arasında şimdiden ilgi yarattı.

Türkiye gibi değildi

Tüm bu iyi görünen gelişmelerin dışında dikkatimi başka bir şey çekti. Her yıl The Wit Fresh TV Fiction düzenler. Tüm dünyadan seçilen 20 dizi alıcılara sunulur. Genellikle en az bir Türk dizisi de olur. Türkiye denilince akla aşk, Boğaz Köprüsü, bilindik oyuncular gelir. Bugüne kadar hep öyleydi. Bu yıl üç dizi vardı. İsimsizler, Söz ve Sahipli! Üçü de Türkiye gibi değildi. Zaten Söz ve İsimsizler terör saldırısı sonrasını anlatıyordu. Tanıtımları çok etkileyiciydi, günceldi. Fakat dünyada algılanan Türk dizileriyle alakası yoktu. Ben bile bilmesem Türk dizisi olduğuna inanmazdım. Türk dizilerine hala ilgi yüksek dünyada ama bir yandan da herkes şikayetçi. Alıcı düşük fiyat, ünlü oyuncu ve çok fazla bölüm garantisi istiyor. Türkler yüksek fiyat, prime-time’da yayın, ucu açık bölüm sayısı istiyor. Çünkü Türkiye’deki reyting sistemine göre dizinin ne kadar süreceği belli değil! Dağıtımcı şirketler kendi aralarında ortak bir tavır sergileyemiyor. Bir Türk dizisi 1 Euro’ysa, diğer bir şirkette başka bir dizi 10 Euro. Alıcı bu değişken fiyatlardan dolayı artık Türk dizilerine şüpheli yaklaşıyor. Şimdilik Amerika’dan sonra en çok dizi satan ülkeyiz ama gelecek yıl halimiz ne olur bilinmez. Zira, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bence yurt dışı satışında da Türk dizileri uçurumdan aşağı düşmek üzere!

Yazının devamı...

Fi dijital dizilerin yolunu açar

Fi, Çi, Pi romanlarını 6 günde okumuş, hem buradan hem de sosyal medya hesaplarımdan çok etkilendiğimi yazmıştım. Açıkçası Fi’nin dizi olacağını duyunca kızdım. Sistemin bir parçası olmamamızı söyleyen yazar Azra Sarızeybek Kohen’in sistemin içine girmesinden hoşlanmadım. Çünkü Fi televizyona uyarlansaydı, asıl derdinden vazgeçmesi gerekecekti. Sansürlenmiş bir Fi izlemek benim gibi sıkı okurlarının tepkisini çekecekti. Ancak Fi, Puhu TV’nin yani Doğuş Yayın Grubu’nun dijital platformunun ilk dizisi oldu. İnternette yayınlanacak olması da umudumuzu artırdı. Cuma akşamı heyecanla Volkswagen Arena’da Fi dizisi için düzenlenen lansman gecesine gittim. En az iki bölüm izleyeceğimizi düşünmüştüm. Ancak beklentimin çok üstünde bir etkinlik vardı. Sektörün oyuncuları, yönetmenleri, yapımcıları, kanal yöneticileri, senaristleri, gazetecileri, reklamverenleri, menajerleri geceye katılarak desteklerini gösterdiler. Herkesin umudu vardı ve yüzü gülüyordu. Vodafone Red sponsorluğunda yayınlanan Fi’nin o gece bize sadece 15 dakikalık bir kolaj izlettiler. Sonra kendimizi eğlenceye verdik. Ama gecenin yarısında ben eve kaçıp Puhu TV’ye yüklenen 3 bölümü izledim. Gecede en az 2 dizi izleyen bendenize arka arkaya 60 dakikalık üç bölüm hiç koymadı. “Keşke 2 bölüm daha olsaydı” derken buldum kendimi...

Sen neymişsin Ozan Güven!

Ay Yapım-Kerem Çatay, Pelin Diştaş Yaşaroğlu’nun yapımcılığını, Nüket Bıçakçı’nın senaristliğini, Ayşe Barım’ın proje supervisorlüğünü, Cem Öğet’in müziklerini ve Mert Baykal’ın yönetmenliğini üstlendiği dizide; Ozan Güven, Serenay Sarıkaya, Mehmet Günsür, Berrak Tüzünataç, Büşra Develi, Osman Sonant, Tülay Günal rol alıyor. Dizi, Can Manay (Ozan Güven) karakterinin insan olmanın maliyetini anlattığı bir monologla açılıyor. Ozan Güven Can Manay karakterini öyle bir giymiş ki, izlerken bir an bile tereddüte düşürmüyor seyirciyi... Üstelik okuyucunun hayalinde yarattığının çok üstüne çıkmış. Duru’yu (Serenay Sarıkaya) gördüğü ilk an sadece bakışıyla bize nasıl saplantılı bir Can Manay izleyeceğimizi veriyor. Gergin anlarında suyu bir dikişte içmek, yüzeylere olan hassasiyeti gibi detaylarla da karakteri bize fazlasıyla geçirdi. Bana sen neymişsin Ozan Güven dedirtti. Serenay Sarıkaya’ya bir şey diyen taş olsun! Duru’nun güzelliğini, hırsını, dans tutkusunu öyle güzle geçirdi ki, zaten Duru’yu başkası oynayamazdı dedirtti. Özellikle ilk bölümdeki dans koreografisinde onun dansçı olmadığını düşünmedim bile... Helal olsun, kendini zorlamaktan hiç vazgeçmiyor ve her seferinde daha iyisine cesaret ediyor.

Büşra Develi oh dedirtti

Deniz’in (Mehmet Günsür) şahane resim verdi, sanata olan aşkını fazlasıyla hissettik. Ama ilk üç bölümdeki ağırlığı azdı. İlerleyen bölümlerde çatışmalarının artacağını biliyorum. Özge (Berrak Tüzünataç) röportaj sahnesinde şahaneydi. Aslında en zor karakter Özge! Çünkü hep iki uç arasında geziyor. Onu merak böceği sokmuş, merak etmeden duramıyor. Gözü kara, kimseye eyvallahı yok! Üçüncü bölümde biraz açıldı karakter. Sonrasında onun macerasını çok ama çok merak edeceksiniz. Bilge’nin kim olacağını fazla kafaya takmıştım. Çünkü o Bilge her şeyi değiştirme gücüne sahip olacak. Büşra Develi olduğunu duyduğumda büyük bir oh çekmiştim. Çünkü inanılmaz karakteristik bir yüzü var ve iyi oyunculuk sergilemek için kendisini zorluyor. Bilge’nin de masumiyetten faydacıya dönen halini izleyiciye verdi. Eti’yi Tülay Günal’dan başkası oynayamazdı. Bir kadın oynadığı her rolü bu kadar mı taşır? Kontrollü ama şefkatli Eti’yi hissettirdi. Sadık da en merak ettiğim karakterdi. Osman Sonant saçıyla ve tavrıyla oynayarak Sadık olmuş. Sonraki bölümlerdeki dönüşümünü heyecanla bekliyorum.

En büyük alkış Mert Baykal’a

Ezcümle; Fi’nin üç bölümünü de çok beğendim. Ancak en büyük alkışım yönetmen Mert Baykal’a! Açılarından mizansenlerine, yarattığı dünyadan detayları oya gibi işlemesine her şeyi bize verdi. Ay Yapım ve senarist Nüket Bıçakçı romana sadık kaldığı için teşekkürler! Benim gibi sıkı bir Fi, Çi, Pi okuyucusunu mutlu ettiniz. Puhu TV, Türkiye’nin dijital yayıncılığına yakışır bir işle ve lansmanla yayın hayatına başladı. Yolu açık olsun! Umarım böyle yüz akı işler yapma cesaretini daha fazla gösterirler. Çünkü hem kısa, hem kaliteli, hem sansürsüz bir Türk dizisi izlemek bize çok iyi geldi. Fi, dijital dizilerin yolunu açacaktır.

Yazının devamı...

İsimsizler birleştirici bir söylem geliştirmeli!

İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktürün bizi bir kahraman arayışına ittiğini, o nedenle de sinemada ve ekranda milliyetçiliği esas alan projelerin artacağını aylar önce yazmıştım. Sinemada Dağ 2’nin başarısı tesadüf değildi. Konjonktürle örtüştüğü için izleyici sayısını her hafta artırdı. Çünkü sinemayı ya da diziyi politikadan ayıramazsınız. Siyasette esen rüzgar insanların izleme alışkanlıklarına da sirayet eder. Recep İvedik 5’in başarısı da tesadüf değil! Rüzgarın sert estiği dönemlerde insanlar gülmek ister. Referanduma sayılı günler kaldı. Ekranda ise milliyetçiliği esas alan, kahramanlık dizileri start vermeye başladı. Çünkü Dağ 2’nin başarısı televizyonculara da ilham oldu. Geçtiğimiz pazartesi Kanal D’de İsimsizler başladı. Yarın Star TV’de Söz görücüye çıkacak. Fox TV’nin Savaşçı’sı ise ay ortası ya da sonuna doğru yayınlanacaktır.

Jenerik müziğine bayıldım

Barakuda ve Es Film- Ahmet Kayımtu, Yusuf Esenkal, Serdar Öğretici’nin yapımcılığını, Osman Kaya’nın yönetmenliğini, Ayça Mutlugil, Hale Çalap, Serkan Birlik, Mustafa Burak Doğu’nun senaristliğini, Yıldıray Gürgen’in müziklerini üstlendiği İsimsizler, bu furyanın ilk başlayanı oldu. Jenerik müziğine bayıldığımın altını çizmeliyim. Uğur Güneş, Algı Eke, Sedat Mert, Taner Ertürkler, Bülent Alkış, Çağkan Çulha, Volkan Keskin, Musab Ekici, Sera Kutlubey, İlayda Çevik, Nizam Namidar, Haydar Köyel, Emel Dede, Merve Akkaya, Aytek Şayan, Handan Yıldırım, Elvan Boran, İlkay Akdağlı, Gürkan Güzeyhuz, Fatih Altun, Bedia Ener, Nusret Çetinel, Helin Kandemir, Burak Temiz, Alper Parlak, Görkem Türkeş, Savaş Barutçu, Giovanni Arvaneh’in rol aldığı dizi; Tüm Kişiler’de 5.84 reytingle 5’inci, AB’de 5.07’yle 6’ncı, ABC1’de 5.68’le 6’ncı oldu. Sonuç kanal için oldukça iyi! Çünkü mart ayı boyunca hiçbir pazartesi bu reytinglerin yanına bile yaklaşamadı. Dizi boyunca Musab Ekici’nin performansıyla bize nefes aldırdığını, Uğur Güneş’in kaymakam Fatih’i üstüne iyi giydiğini de söylemek lazım!

Diyaloglar ilkokul müsameresi gibiydi

Peki, İsimsizler bize ne anlattı? İsimsizler’de vatanını seven devlet adamlarını, askerleri, polisleri izledik. Bir de vatanını satan politikacıları ve halkı! Ancak dizi milliyetçiliğe fazla sığınmıştı. Bunda bir sakınca yok! Her dizi aslında milliyetçiliğe sığınır. Ne yazık ki, İsimsizler’in milliyetçilik söylemi toplumu birleştirmeye çağırmıyordu. Tam tersi ayrıştırıcı bir söylem geliştirmişti. Senaryoyu aylar önce okuma fırsatı bulmuştum. Tutma ihtimalinin de çok yüksek olduğunu herkese söyledim. Ancak okuduğum senaryo ilk drafttı ve ilkokul müsameresi gibi olan diyalogların değişeceğini düşünmüştüm. Dizinin çatışmasının sağlam olduğunu, kurulan dünyanın Köprü ve Kurtlar Vadisi gibi sağlam temellere dayanacağını hayal etmiştim. Ancak sonuç umduğum gibi olmadı. Mizansenler olmamıştı, diyaloglar şiirseldi, proje sırtını vatana, millete, dine ve ayrımcılığa dayamıştı. Oysa Kanal D gibi, Türkiye’nin en büyük kanallarından birine birleştirici bir söylem yakışırdı. Bu eleştirilerden nasibini yönetmen Osman Kaya aldı. İlk giden o oldu. Bundan sonra İsimsizler’in yönetmen koltuğu Emre Konuk’a emanet. İsimsizler milliyetçilik rüzgarıyla bir yola çıktı ama seçtiği dili değiştirmesi daha iyi olacak. Çünkü bizi ayrıştırmak değil, birleştirmek yakınlaştıracak.

Yazının devamı...

Yerli dizi yersiz uzun kulak ver!

Bir süredir düzensiz yazdığım için tüm okurlarımdan özür dilerim. Ancak son zamanlarda dizi izlemek benim için ayrı bir ıstırap haline döndü. Çünkü yıllardır bir gecede yayınlanan tüm dizlieri izlerim. Dolayısıyla benim mesaim akşam 20.00’de hatta 21.00’de başlar. Herkes işe giderken ben uykuya dalarım. Diziler 100 dakikadan az yayınlandığında erken uykuya dalma şansım artar. Fakat özellikle bu sezon işimi yapmakta zorlanır hale geldim. Çünkü bir gecede en fazla 2.5 dizi izleyebiliyorum. Dizi süreleri önce 120, sonra 130, 140, 150 oldu. Hatta bu hafta 170 dakika dizi izledim. Artık izlediğim dizilerden keyif almıyorum. Oysa eskiden benim severek izlediğim mutlaka bir dizim olurdu. Onu izlerken ne olacak diye beklemek izlemenin keyfini artırırdı. Şimdi biliyorum ki, bir bölümde üç final olacak. Çünkü yurt dışına satış için bu gerekli! Bütün karakterler bir hafta bir şeye ak diyorsa, öbür hafta savunduğu şeyden vazgeçecek. Reyting biraz düşünce kahraman eline silah alacak! Mutlaka ve mutlaka vurulacak. Namus, bekaret, milliyetçilik reyting malzemesi olacak. Neredeyse her dizide en az bir klip izleyeceğim. O klip şarkıları da çoğunlukla birbirinin aynısı olacak. Bu liste uzar, gider...

Hikayeler eridi, kendini tekrar etti

Sonra da herkes dönüp dolaşıp senarist olmadığından bahsedecek. Yalan söyleyemem, iyi senarist ne yazık ki yok! Çünkü yıllarca proje yazıp cevap alamamaktan, verdikleri bir projeyi başka bir senaristin adıyla bir kanalda izlemekten, dramaturginin ne olduğunu anlatamadıkları insanlarla muhatap olmaktan bıkmışlar. Verin siparişi istediğinizi yazalım diyorlar. Ne kadar ekmek, o kadar köfte! Hal böyle olunca ortaya iyi hazırlanılmamış, hızlıca kotarılmaya çalışılan işler çıkıyor. Çoğunu da ekranda izliyoruz. Bir de işini iyi yapmak isteyen bir kitle var. İyi bir proje geliştiren ve bunu dramanın kurallarına göre anlatmak isteyen! İşte olan onlara oldu! Bu uzun süreli dizileri yazarken ilk onlar tükenmişlik sendromuna yakalandı. Çünkü bir cümleyle yola çıktılar, bölümlerini planlayarak kurdular. Ancak dizi süreleri uzadıkça olayları öne çektiler. Dikkat edin, ilk birkaç bölüm başına gelmeyen kalmayan karakterler izliyoruz. Neredeyse 5 bölümlük olayı bir bölüme sığdırınca hikayeler erimeye, kendini tekrar etmeye mahkum oldu. Olaylar bitince de aynı konular lastik gibi uzamaya, karakterler boş boş bakışmaya, manasız cümleler kurmaya başladı. Çekmeceye belki başka bir dizi yaparım diye atılan projelerde uzun sürelerin merhemi oldu. Hal böyle olunca ortada ne yeni projede kaldı, ne de insani koşul!

97 senaristten bildiri var

Sender önceki akşam sosyal medyada #YerliDiziYersizUzun hastagiyle bir bildiri yayınladı. 97 dizi senaristinin imza attığı bildiride senaristler; yurt dışına üçe bölünüp satılmak uğruna temposuz, dramanın gereği tüm ögelerden vazgeçtikleri, uzun bakışmalı diziler yazmaktan mutsuz olduklarını söylüyorlar. 97 senaryo yazarı “60 dakikadan uzun süren diziler yazmamak için bir araya geldiğimizi, güç birliği oluşturduğumuzu ve görmezden gelinemeyecek, gözden çıkarılamayacak bir çoğunluğa ulaşmak için çalıştığımızı sektöre ve kamuoyuna ilan etmek isteriz. El birliğiyle, hızla bir batağa doğru giden Türkiye dizi sektörünün intiharına mani olmak için bu karar ve eylemimizin desteklenmesini bütün oyuncu, set çalışanı, yönetmen arkadaşlarımız ile yapımcılarımıza rica ile beyan ederiz” diyorlar. Bu teminninin altına bir dizi eleştirmeni ve izleyici olarak imzamı atarım. Fakat bu eylem başarıya ulaşmazsa daha sert bir eylem yapmalarını öneririm. Destekçileri olacağıma da söz veriyorum. Sadece senaristlerin değil, özellikle oyuncuların ve seyircilerin de daha kaliteli işler için bu çağrıya kulak vermesini bekliyorum. Çünkü iyi bir dizi izlemek hepimizin hakkı!

Yazının devamı...

Fazilet Hanım ve Kızları’na sebep-sonuç ilişkisi gerekli

Avşar Film-Şükrü Avşar’ın yapımcılığını, Sırma Yanık’ın öykü ve senaryosunu, Alp Yenier’in müziklerini, Murat Saraçoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Fazilet Hanım ve Kızları cumartesi akşamı Star TV’de ilk bölümüyle görücüye çıktı. Nazan Kesal, Deniz Baysal, Çağlar Ertuğrul, Mahir Günşıray, Tolga Güleç, Hazal Türesan, Afra Saraçoğlu, İdris Nebi Taşkan, Alp Navruz, Tuğba Melisa Türk, Ecem Baltacı, Emine Umar, Sevinç Erol, Gizem Özekşi, Dila Eslem Solak, Bülent Onur’un rol aldığı, Zerrin Nişancı’nın konuk oyuncu olarak yer aldığı dizi, Tüm Kişiler’de 3.00 reytingle 11’inci, AB’de 3.13’le 8’inci, ABC1’de 3.07’yle 11’inci oldu. Fazilet Hanım ve Kızları, alışık olduğumuz dizilerin tüm dokusunu kullanmasına rağmen kahramanımız Fazilet çok farklı özellikler taşıyordu. Neredeyse tüm dizilerde kullanılan fakir ve ezilmiş kadın kahraman burada karşımıza fakirlikten ölümüne nefret eden biri olarak çıktı. Fazilet mağdur olmasına rağmen gözünden tek damla yaş gelmiyordu. Fakir ama gururlu bir kadın olmak yerine hak ettiği hayatı yaşamak için kızını ünlü yapmanın peşinde koşuyordu. Komşularını, büyük kızını, otobüste birlikte yolculuk yaptığı insanları aşağılamaktan çekinmiyordu. Ona göre insanlar ikiye ayrılıyordu. Fakirler yani gereksizler ve zenginler yani yaşamayı hak edenler... İşte o nedenle kendisini o ikinci tarafa kaydırmak için gözünü karartmış durumdaydı. Bunun için kızlarını kullanmaktan çekinmiyordu.

Anti-kahramana da hak vermeliydik

Ekranda bir anti-kahraman izledik, ne yazık ki son derece antipatikti. Çünkü anti-kahraman yaratmak ve seyircinin onu takip etmesini sağlamak için ona hak vermemiz gereken sebep-sonuç ilişkisi ilk bölümde işlenmemişti. Her insan içinde iyilik ve kötülük barındırır. Bu ülkede herkesin, istisnasız herkesin yırtma derdi var. Herkes yaşadığı hayattan mutsuz, hak ettiği hayata ulaşmak için gözünü karartmış durumda! O nedenle eminim izleyicinin kendisiyle yüzleştiği çok an olmuştur. Fakat 134 dakika boyunca bir sahne, sadece bir sahneyle Fazilet’in neden bu hırsa sahip olduğunu izleseydik daha inandırıcı bir yolculuğa çıkardık. Kötünün ya da anti-kahramanın peşine takılmak için onu anlamamız, hak vermemiz gerekmiyor mu? Peki, biz ne izledik? Sürekli bağıran, insanları aşağılayan, çocuklarını ayıran, onları kullanan, görgüsüz bir anne! Nazan Kesal oyunculuğuna bayıldığım bir isim! Yazılan Fazilet’e de çok şey katmış. Ama sadece bir sahneyle hepimizi ağlatıp peşinden koşturacak potansiyeli var. Keşke onu da ilk bölümde izleyebilseymişiz. Deniz Baysal’ı Hazan olarak izledik. İlk bölümde annesine pasif olarak karşı çıkan ama ağırlığını koyamayan bir karakterdi. Afra Saraçoğlu’ysa annesinin maşasıydı. Hazal Türesan şahane bir yenge yaratmış. Zenginliğin içindeki diğer arıza o! Belli ki, Fazilet ve Yasemin Egemen Yalısı’nın en büyük entrikalarını kuracak. Ya deli deliyi görünce sopasını saklayacak, ya da iki deli o yalıyı birbirine katacak.

Seyirci yüzleşmekten hoşlanmaz

Dizinin kötü karakterleri çok iyi yazılmış ve hepsi ilk bölüme damgasını vurdu. Ama bu dizi iyi karakterlerin de içimize işlenmesiyle seyirciyi kendisine çekecek. Çünkü insan içinde ne kadar hırs taşırsa taşısın kendisiyle yüzleşmekten hoşlanmaz. Eminim, Fazilet, cumartesi akşamı pek çok insanı rahatsız etti. O nedenle o görgüsüz Fazilet’i kahramanlaştırmak da fayda var. İnsan durup dururken kötü olmuyor. Bunun nedenini izlemeye hakkımız vardı. İlk bölümün ritmi oldukça yüksekti. Murat Saraçoğlu’nun ve reji ekibinin emeğine sağlık! Ezcümle; Fazilet Hanım ve Kızları Yeşilçam’da ünlü olan pek çok ismin gerçek hikayesiyle hayatına başladı. Pek çok ünlünün hikayesi aslında Ecem’in ki... Ama Fazilet’in hikayesine biraz kutsal annelik kavramını yüklemek gerekiyor.

Yazının devamı...

Azize gerçeği öğreniyor

Perşembe akşamı Vatanım Sensin dizisinin 20’nci bölümünü izlerken kendi kendime söylenmeye başladım. “Yeter artık Cevdet’in Yunan Ordusu’nun içine sızdığını Azize öğrensin” derken buldum kendimi... Normalde bu kadar büyük bir sır bir diziyi en az 39 bölüm götürür. Zaten Vatanım Sensin’in ana çatışmasını da bu sır oluşturuyor. Ancak 130 dakikalık dizi aynı sırrın üzerinden gidince ne yazık ki, bir süre sonra kendini tekrar ediyormuş hissi uyandırıyor. Üstelik bu defa Azize hamile... Ben kendi kendime söylenirken bugün 21’inci bölümün tanıtımını izledim. Sağ olsun senarist beni duymuş. Azize bu hafta Cevdet’in bir vatanperver olduğunu öğrenecek. Bu hafta Vatanım Sensin çok duygu yüklü bir bölüm olacak, ben de mendilimi hazırlayıp ekran karşısında yerimi alacağım. Zaten Bergüzar Korel, Azize’yi öyle bir giymiş ki, her sahnesinde insanın gözünü dolduruyor. Haftaya da hepimizi ağlamaktan helak edeceğine eminim.

Paramparça’ya elveda

Üç sezondur ekranda arz-ı endam ediyor Paramparça. Mutsuz bir evliliğe, çocukların karışmasına, kardeş kıskançlıklarına, yasak aşklara, entrikalara, büyük aşklara, vefaya, düşmanlığa, kalleşliğe, hastalığa, yalanlara, racona, sevgiye, açlığa, aşağılık kompleksine, yükseklik kompleksine, kafaların karışmasına, mafyaya, dosta, düşmana tanıklık ettik Paramparça’da... Kimin dost, kimin düşman olduğunu bazen biz bile unuttuk. Kafamıza bir soruyu çakarak başladı, her hafta farklı bir soruyla kendini canlı tuttu ilk sezon. Ama sonrasında her şey birbirine karıştı. Seyircinin de kafası karıştı. Sonuçta reytingin aslanın midesinde olduğu bu yıllarda üç sezon boyunca ekranda kalmayı başardı. Herkesin emeğine sağlık! Yarın akşam final bölümüyle Cihan’a, Dilara’ya, Hazal’a, Ozan’a, Cansu’ya, Keriman’a, Özkan’a, Yıldırım’a, Rahmi’ye ve Paramparça’dan geçen herkese veda edeceğiz. Tüm ekibin yolu açık olsun.

İsimsizler’in günü çok zor

Yarın Kanal D İsimsizler dizisiyle kahramanlık türü dizilerin startını verecek. Uğur Güneş, Sedat Mert, Bülent Alkış, Taner Ertürkler, Volkan Keskin, Çağkan Çulha, Musab Ekici, Sera Kutlubey ve Algı Eke’nin rol aldığı dizi bizi Köprü, Kurtlar Vadisi gibi bir dünyanın içine çekecek. Diğer asker dizilerine göre erken girdiği için şanslı. Ancak pazartesi akşamı İçerde gibi bir rakip karşısında tutunabilir mi, işte orası tartışılır. Şansı zor görünüyor. Pazartesi en zor günlerden biri! Ancak izlemeden yorum yapmak doğru olmaz. O nedenle salı sabahı reyting sonuçlarında özellikle erkek izleyicinin İsimsizler’i İçerde’ye tercih edip etmeyeceğini göreceğiz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.