Şampiy10
Magazin
Gündem

Shameless’tan Bizim Hikaye çıkar mı?

Yaklaşık üç yıldır Shameless uyarlaması izleyeceğimizi okuruz. Oyuncu kadrosu sürekli değişir ama bir türlü hayata geçmezdi. Birkaç aydır Hazal Kaya’nın rol alacağını biliyorduk, daha sonra Burak Deniz eklendi. Ancak babayı kimin oynayacağı büyük muammaydı. Bir sürü isim geçti. 24 Temmuz’da ekip sonunda sete çıktı ve tam kadro açıklandı. Med Yapım-Fatih Aksoy’un yapımcılığını, Hatice Meryem ve Banu Kiremitçi’nin uyarlama senaryosunu, Serdar Gözelekli’nin yönetmenliğini, Merve Girgin’in süpervizörlüğünü üstlendiği yerli Shameless yani Bizim Hikaye’de; Hazal Kaya, Burak Deniz ve Reha Özcan, Nesrin Cevadzade, Yağızcan Konyalı, Nejat Uygur, Pınar Töre, Berkay Akın, Evrim Doğan, İsmail Karagöz, Korhan Fırat, Mehmetcan Mincinozlu, Alp Akar, Zeynep Selimoğlu ve Ömer Sevgi rol alıyor. Shameless ciddi bir sistem eleştirisi yapabilen diziydi. Türk uyarlamasında nasıl olacağını ise önümüzdeki ay Fox TV’de başladığında göreceğiz. Şimdilik Bizim Hikaye bize 5 kardeşine bakan, alkolik babası Fikri’ye rağmen mutluluğa tutunan ve beklenmedik bir zamanda aşka tutulan Filiz’in başından geçenleri anlatacak. Bir yandan onun duygu dünyasına gireceğiz, diğer taraftan dokunduğu ve değiştirdiği hayatları gözetleyeceğiz. Hazal Kaya’nın Fiona rolüne uzun zamandır hazırlandığına şahidim. O nedenle Türk uyarlaması olan Filiz’de bambaşka bir performans izleyeceğimizi adım kadar iyi biliyorum. Yolu açık, reytingi iyi olsun Bizim Hikaye’nin... Ortak önyargı Shameless’ın yerelleştirilemeyeceğiydi. Adı da ironik olmuş. Bakalım, Shameless’tan Bizim Hikaye çıkar mı? Med Yapım uyarlama konusunda oldukça tecrübeli bir yapım şirketi. Yabancılaşma hissedeceğimizi zannetmiyorum ama hikayenin içine ne kadar girebiliriz, işte onu ancak diziyi izlediğimizde görebileceğiz.

Sahnede uyum ve kaliteli müzik vaat ediyorlar

Emre Kınay’ı tiyatro sahnesinde, beyazperdede ve ekranda izlemeye alışığım ama konserine ilk defa gittim. Üstelik 90’lı yılları birlikte geçirdiğim çocukluk arkadaşlarımla... Emre Kınay ve Bora Öztoprak yaklaşık üç yıldır sahne alıyorlar. Cumartesi akşamı Beyrut Performans’ta yüzlerce kişinin konserlerine geldiğini görünce “Vay be” dedim. Sezen Aksu şarkıları konseptinde başlayan gece bizi çocukluğumuza götürdü. Repertuar ciddi sağlamdı. Bile Bile’de hayallare daldık, Bir Çocuk Sevdim’de çocukluğumuzun en masum dönemine gittik, Yalnızlığım’da çaresiz yalnızlığımızı birbirimize haykırdık, Namus’ta düzene “Hadi canım yandan” dedik, Kaçın Kurası’nda oyun veren tiyatrocu Emre Kınay’ı izledik, Ah İstanbul’da sesimiz kısılana kadar tüm geçmiş aşklarımıza bağırdık, Seni Seviyorum’da Bora Öztoprak bizi o naif kalan duyguya götürdü. Uzun zamandır bu kadar iyi iki sesin sahnede uyumunu görmemiştim. Hem çok eğlendim, hem de ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Bora Öztoprak’ın tabiriyle “Özgür 90’lar”da büyüdüm ben. Şarkılarda sevgiden, hayallerden, aşktan bahsedilirdi. Kaç tane “Seni Seviyorum” şarkısı vardı benim çocukluğumda... Düşündüm de, şimdiki şarkılarda hep bela, sevgisizlik, düzensizlik ve kafası karışıklık var. Biz duygularımızı şarkılarla anlatan bir nesildik, kaset doldurur ilan-ı aşk yapardık. Tam o duyguları yeniden hatırlamak istiyorsanız Emre Kınay ve Bora Öztoprak sahnesinde hem bizi geçmişe götürüyor, hem de eğlendiriyor. Kaçırmayın derim.

Yazının devamı...

Meryem başlıyor

TMC Film-Erol Avcı’nın yapımcılığını, Meryem Gültabak ve İlke Gürsoy’un senaryosunu, Emre Özdür’ün senaryo süpervizörlüğünü, Kıraç’ın müziklerini, Mustafa Şevki Doğan’ın yönetmenliğini üstlendiği Meryem dizisi çarşamba akşamı Kanal D’de başlıyor. Ayça Ayşin Turan, Furkan Andıç, Cemal Toktaş, Açelya Topaloğlu, Bestemsu Özdemir, Serenay Aktaş, Uğur Çavuşoğlu, Kenan Acar, Sema Öztürk, Uğur Demirpehlivan, Ayten Uncuoğlu, Beste Kanar, Necmi Yapıcı, Gülden Avşaroğlu, Tekin Temel, Efsane Odağ, Yıldırım Beyazıt, Sonat Dursun, Aydan Kaya, Mutlu Güney’in rol aldığı dizi; bir kazayla değişen üç hayatı anlatacak. Sevdiği adam için işlemediği suçu üstlenen Meryem, kariyer ve güç uğruna her şeyi yapabilecek savcı Oktay, aşık olduğu kadını kaybettikten sonra gözünü intikam hırsı bürümüş Savaş... Üçü de hem günahları, hem adaleti, hem gücü, hem de aşkı birbirilerinde test ederler. Meryem, çarşamba akşamı No: 309 sezon finaline giderken yayına girecek. İlk bölüm zirveye oturması zor görünüyor. Ancak ikinci bölümden itibaren birinciliğe oturacaktır. Zira; tıpkı Bodrum Masalı gibi sezon öncesi çarpıcı bir hikayeyle yola çıkıyor. Yolu açık, reytingi bol olsun!

Özlemini çektiğimiz duyguyu hissettirdi

Televizyona ve dizilere benden daha çok hakim olan kişilerle sohbet etmeye bayılırım. Kaan Urgancıoğlu da yıllardır anneannesinin diziler konusunda inanılmaz bilgi sahibi olduğunu ve benim yazılarımı hiç kaçırmadan okuduğunu söylerdi. Bir türlü tanışmak nasip olmamıştı. Geçtiğimiz hafta sonunda Çeşme’ye yolum düştü ve Ülkü Carfi’yle tanışma şerefine nail oldum. Hatta sırf onu görmek için Çeşme’ye gittiğimi itiraf ediyorum. Ülkü Hanım’la tanışır tanışmaz sanki yıllardır hayatımdaymış gibi rahattım. Sesiyle, tavrıyla, vizyonuyla, duruşuyla, misafirperverliğiyle insanı kendisine hayran bırakıyor. Çeşme’de kaldığım 4 gün boyunca hem televizyondan, hem dizilerden, hem oyunculardan bahsettik. Yorumlarıyla ufkumu açtı. Birlikte kısa da olsa bir dizi izledik. Yanından ayrıldığımda onu çoktan özlemiştim. Çünkü Ülkü Hanım insanın kalbinde o çok tanıdık, özlemini çektiğimiz anneanne duygusunu bırakıyor. Ona hiç söylemedim ama Asmalı Konak’taki efsane karakter Sümbül Sultan’ın o misafirperver ve anaç tavrına benzettim onu. Görmüş geçirmiş, aşkı da doyasıya yaşamış, çocuklarını ve torunlarını da sevgisiyle büyütmüş. Konuştuğu herkese vizyonunu geçirmeyi başarıyor ve ince mizah anlayışıyla yüzünüzden kahkahayı eksik etmiyor. İyi ki tanıdım sizi Ülkü Carfi. Misafirperverliğiniz için çok teşekkürler...

Yazının devamı...

Mesele kas değil, bir anlasanız!

Eskiden böyle miydi? Kadının estetik bedeni dergileri, gazeteleri süslerdi. Güzel kadınlar ekranda herkesten 1-0 önde olurdu. Hatta gazetelerin arka sayfalarında “Arka kapak güzeli” olurdu. Gerçi o zamanlar kadın bedeninin kullanılmasından rahatsızdım ve hep muhalefet ederdim. Fakat durum birkaç yıl önce değişti. RTÜK’ün cezaları da bunu artırdı. Bu defa da ibre erkeklere döndü. Şu anda erkek bedenine karşı müthiş bir teşhircilik uygulanıyor. Bir erkek kası mevzusudur gidiyor. Spor salonlarını sixpack yapmak isteyen erkekler dolduruyor. Göbeğinde biraz yağ olan erkek utanıyor. Çeşme’de, Bodrum’da plajlarda kassız erkek görmeniz mümkün değil! Erkekler sanki kaslı olmazsa büyük bir suç işlemiş gibi hissediyor. Bir kas çılgınlığıdır gidiyor. Tabii ki bu dalga ekranı da sarmış durumda!

Havuz sahnesi kabak tadı verdi

Peki, bunu başımıza kim sardı? Tarih 7 Eylül 2011. Kanal D ekranında Kuzey Güney dizisi başladı. Kıvanç Tatlıtuğ, Kuzey rolüyle dövüşe çıktığında ekranda uzun yıllar sürecek ve bir toplumun genç erkeklerini spor salonlarından bir daha çıkarmayacak fitili ateşledi. Hepimizin hayatına sixpack kavramını soktu. Kusursuz fiziğiyle kadınların aklını çeldi, erkekleri vücutlarından utandırdı. İşte o gün bugündür her şeyin kriteri değişti. Kadınlar kaslı erkeklerle beraber olmak istiyor. Kanallar kaslı erkeklere başrol veriyor. O nedenle erkek oyuncular işi gücü bırakmış kas yapmanın derdine düşmüş durumdalar! Özellikle yaz dizilerinde bir havuz sahnesi var ki, kas yapmadan o sahneyi taşımak mümkün değil! Nedense her yaz dizisinde başrol erkek oyuncusu evinin havuzunda müzik altında yüzüyor. Öyle saçma, öyle gereksiz bir detay ki bu sahne, artık kabak tadı verdi. Bir de başrol kadın oyuncusunun havuzdan çıkan adamı görüp gözlerini büyütüp ağzının suyunun akması artık çok sıkmaya başladı.

Vücuda değil gözlere odaklanın

Kıvanç Tatlıtuğ kas yaptı yapmasına ama oyunculuğunu da geliştirmek için çok çaba harcadı. Yani anlayacağınız mesele kas meselesi değil üstadım! Sporunu yap, kasını da istiyorsan yap ama fiziğin kadar oyunculuğuna da yatırım yap. Aksi taktirde kasını gösteren, çapkınca bakmaktan başka hiçbir duyguyu ekrandan izleyiciye geçiremeyen erkeklerle dolu bir ekranın ötesine geçemeyeceğiz. Vücudu bırakıp gözlere odaklanırsanız, duyguların nasıl geçmediğini göreceksiniz.

Yazının devamı...

Kötü baba rolleri Şahintürk’ün

İzlediğimiz dizilerin ana karakterlerinin dertlerine dikkat ettiniz mi? Çoğu anne ya da babasıyla sorun yaşıyor. Daha doğrusu geçmişten gelen aile sorunu onların kim olduğunu gösteriyor. Babasının terk edip gittiği bir kız ilerde erkeklere güvenmekten korkuyor. Annesinin terk ettiği ya da sevgisini gizlediği erkek ise aşık olamıyor. Çünkü yine terk edilmekten korkuyor. İşte bizim dizilerimizde son zamanlarda bu rolü üstlenen bir oyuncu var: Hasan Şahintürk. Onu daha önce pek çok dizide izlemiştik ama Güneşi Beklerken’de Kerem Sayer’in babası olarak hafızamıza kazındı. Sayer’in travması babasıydı. Daha sonra Kiraz Mevsimi’nde Öykü’nün onu terk eden babası olarak karşımıza çıktı. Bu yaz Kalp Atışı’nda Eylül’ün onu istemeyen babası olarak izledik Şahintürk’ü. Yine sorunlu babaydı. Ama rolü kısa sürdü. Şahintürk iyi bir oyuncu, onu daha fazla izlemeyi isterim. Keşke Eylül’ün karşısına tekrar çıksa!

Ritmi yükseltiyor

Bir diziyi keyifli kılan şeylerden biri de; karakter oyuncularıdır. Bunun defalarca örneğini izledik. Son zamanlarda izlemekten keyif aldığım bir karakter var. Dolunay dizisinin Fatoş karakteri Öznur Serçeler’den bahsediyorum. Oynadığı her sahnenin ritmini yükseltmeyi başarıyor. Heyecanı, korkusu, umursamazlığı, eğlencesi masmavi gözlerinden sadece Engin’e değil izleyiciye de geçiyor. Bu yazın en büyük kazançlarından biri de Serçeler. İlerleyen bölümlerde bizi çok daha fazla yüksek enerjiye sokacağından eminim.

Gönder Gitsin basit ama eğlenceli

Fox TV bu sezon yarışmalara da önem vermeye başladı. Karga Seven Pictures’ın ilk yarışması Gönder Gitsin de bayramda Fox TV’de başladı. Timur Acar’ın sunumuyla gerçekleşen yarışmanın ünlülerle çekilen bölümüne pek ısınamamıştım. Ancak geçen akşam yarışmaya tekrar denk geldim. Yarışmacıların doğallığı, Timur Acar’ın rahatlığıyla basit ama eğlenceli bir iş çıkmış ortaya... Bir yandan yarışıp, bir yandan da hikayelere odaklanabiliyorsunuz. Artık ekranda büyük işlerin dışında basit ama zekice projelerin de olması gerektiğini düşünüyorum. Gönder Gitsin bu konuda ipi üstlenebilecek bir yapım. Umarım yolu uzun olur. Kanal yarışmanın tekrarlarına önem verirse daha fazla kişi tarafından fark edilecektir.

Yazının devamı...

Dünya geleceğe Türkiye geçmişe gidiyor

Eskiden pazar akşamları ekranda sinema filmleri kuşağı olurdu. Vizyonda izleyemediğimiz filmleri heyecanla beklerdik. Mutlaka aile ve arkadaşlarla birlikte izlerdik. O geceler bir geleneğe dönüşürdü. Yemekten sonra her hafta mısır patlatma sırası birisindeydi. Film izlenir, birlikte gülünür, ağlanır, korkulurdu. Film bittiğinde herkesin uykusu gelirdi ama mutlaka kritik edilirdi. Sonra uyku vakti gelirdi. Kanal sayısı arttı, seçenekler çoğaldı. Zaman değişti, teknoloji gelişti. Artık bir filmi izlemek için pazar akşamını beklemeye gerek kalmadı. İstediğimiz an, istediğimiz filmi izleyebileceğimiz onlarca seçenek var. İstersek ekran karşısında, istersek tablet ya da telefondan da izleyebiliyoruz. Üstelik istediğin zaman, istediğin yerde izleme özgürlüğünü en çok kullananlar gençler kullanıyor. Fakat onları 50 yaş üstü takip ediyor. Tüm bu teknolojik gelişime karşı Türk dizilerini hala televizyondan takip eden çok ciddi bir kitle var. İşte asıl sorun burada başlıyor. Bugün Amerika’yla aynı anda bir diziyi izleyebilirken yıllar önce izlenmiş ve görevini tamamlamış projelerin Türkiye’de yeniden görücüye çıkması insanı şaşırtıyor.

Satacak iş üretemeyecekler

Çünkü zamanın ruhu diye bir şey var. Sene 2017. Yeşilçam filmleriyle büyümüş bir kuşak var. Ancak onlara yıllarca dizi yüklemesi yaptık. Bugün hepsi birer dizi uzmanı! Çoğunlukla sıkı dizi izleyicileriyle bir araya geliyorum. Öyle eleştiriler yapıyorlar ki, bizim yazdıklarımız yanlarında epey hafif kalıyor. Eski pilavların ısıtılıp ısıtılıp tekrar önlerine koyulmasından da oldukça rahatsızlar. Bir de genç kuşak var. Zaten doğar doğmaz teknolojiye “Merhaba” dediler. Onları ekran karşısına oturtmak çok zor. Dünyayı takip ediyorlar. Hız hayat mottoları... Politik dramadan zombilere öyle işler izliyorlar ki, 10 dakika acılı bir müzikte bakışan insanlara ayıracak vakitleri yok. Tüm bu zorluk yetmiyormuş gibi şimdi ekranda bir geçmişe dönüş yaşanıyor. Önce Türk Malı, şimdi Çocuklar Duymasın geldi. Türk Malı yüksek reytingle başlayıp düşüşe geçti. Çocuklar Duymasın’dan nasıl bir performans geleceği muamma! Ancak uzun vadeli olacağını zannetmiyorum. Ekranda çeşitliliği savunanlardanım. Tabii ki böyle işlerde olabilir. Ancak dünya değişirken Türk televizyonlarının genel olarak geçmişe dönüşüne karşıyım. Türk dizilerini dünyaya satmakla övünen bu sektör, yakında yurt dışına satacak iş üretemeyecek. Umarım herkes tehlikenin farkındadır.

Yazının devamı...

Yaza damgasını vuran iki dizi

Son üç yıldır sektöre damgasını vuran işler yaz aylarından çıktı. Sezonlar birbirine girdi, eylül dönemi önemini kaybetti. Ramazan ayının yaz sezonuna gelmesi dengeleri değiştirdi. O nedenle kanallar yaz aylarına eylül dönemine hazırlanır gibiydi. Fakat bu yaz geçmişe oranla çok bereketli başlamadı. Daha doğrusu geçmişin özenini taşımayan işler görücüye çıktı. Bu yaz başlayan işler arasında ilk bölümünü izler izlemez reytinginin yükseleceğine inandığım dizi Kalp Atışı’ydı. İlk bölümde ortalama 3 reyting aldı ama 6 hatta 7 reytinglere ulaşacağına dair arkadaşlarımla iddiaya bile girmiştim. Çünkü seyirci artık farklılık istiyor. Kalp Atışı; hem romantik komedi, hem dram, hem gençlik, hem de hastanede geçmesi nedeniyle epizot hikayeleriyle her yaştan izleyiciyi ekrana alabilecek bir özellik taşıyor. Üstelik başrol kadın oyuncusunun rakiplerindeki örneklerine göre naif tavrının dışında maskülen davranışları dikkatleri üzerine çekti. Zaten ikinci bölümüyle 6, üçüncü bölümüyle 7 reytinglere ulaştı. Eğer aşkı erken başlatmaz, Ali Asaf ve Eylül arasındaki rekabeti artırıp, aşkı da bir oyuna dönüştürürlerse çok daha keyifli bir dizi haline gelecektir. Epizot hikayeleri kuvvetli olur, kötü karakterlerde derinleşirse ömrü artacaktır.

52 bölüm sürebilir

Bu yaza damgasını vuran bir diğer dizi ise Dolunay. Aslında geçmişteki örneklerinden çok farklı değil! İzlerken eğlendiğimiz bir romantik komedi. Ama işte en büyük sırrı izlerken eğlenmemizi sağlıyor. Karakterler çok derin değil ama hikaye yarı dram olma yolunda ilerliyor. Romantik-dram kısmı komedisinden daha fazla öne çıkıyor. Bu ülkede romantik türünün her zaman tuttuğunu unutmamak gerekiyor. Dolunay bu formülü iyi uygulayarak her hafta reytingini artırmaya devam ediyor. Ancak büyük bir tehlike taşıyor. Bu tip hikayeler kısa sürede çözülmeye mahkum! O nedenle yan hikayeleri iyi örmek, ana hikaye çatısını da sağlam kurmak gerekiyor. Eğer atılan düğümler doğru zamanda açıklanmazsa kısa sürede ömrünü tüketebilir. Fakat her şey yolunda giderse 52 bölüm devam edebilir.

Yazının devamı...

Börü “Çekilin babanız geliyor” diyor

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nde Star TV’de bir tanıtım yayınlandı. “Hazır olun sızamadıkları bir siz kaldınız” diyen karizmatik bir ses duydum ekranda! O anda kafamı telefonumdan kaldırıp ekrana kilitlendim. Müzik zaten içine alıyordu. Boş bir alanda Polis Özel Hareket kostümlü oyuncular yürüyorlardı. Oyuncuları tanımak bile zordu. Karizmatik ses tekrar devreye girdi. Haluk Bilginer zannettim ama dikkatli dinleyince Mesut Akusta olduğunu anladım. Bu defa “Fethullah’ın itleri sizi hedef alacak” cümlesi geldi. Ağzım açık kaldı. Cesurdu ve bu teaser’ı 15 Temmuz darbe girişimin birinci yılında yayınlamak kesinlikle ticari anlamda çok akıllıcaydı. Başa sarıp tekrar izledim. Börü, basit ve yalın tanıtımdı. Ama 1 dakika 20 saniyede bize çok şey anlatıyordu. Ekranın stilize dünyasından çok uzaktı. Yıllardır yazdığım “Basit ama yeni işler lazım ekrana” yazılarımın vücut bulmuş hali gibiydi. Her yapımın stilize olduğu bir yerde de o yalınlığıyla “Ben farklıyım” dedi.

2014-2016 yılları anlatılacak

Peki, Star TV’de sonbaharda ekrana gelecek Börü bize ne anlatacak? Aslında tanıtımda bize çok önemli bir detay veriliyor. Çünkü “Dağ 2’yi yapanlar” diye bir yazı çıkıyor. Bu bir saniyelik bilgi bize şunu söylemek istiyor. Dağ 1 ve Dağ 2 ama özellikle Dağ 2 sinemada yeni bir dönem başlattı. İyi oyuncularla, yalın bir dille, konjonktürü doğru okuyarak, farklı bir rejiyle büyük bir başarıya imza atılabileceğini gösterdi. Zaten ondan sonra da ekranı asker dizileri kapladı. Önce Kanal D’nin İsimsizler’i, sonra Star TV’nin Söz’ü ve Fox TV’nin Savaşçı’sı geldi. Hepsi Dağ 2’nin rüzgarını arkasına alarak reytingleri sildi süpürdü. İşte bu tanıtım sanki tüm o asker dizilerine “Çekilin babanız geliyor” der gibiydi. Kendimi göstermek için süslenmeme, çok konuşmama gerek yok. Buyrun 2014-2016 yılları arasında var olan Polis Özel Hareket Birimi’nin içindeki Börü Timi! Türküm demekten mutlu olanların öyküsü...

60 dakikada da takipçisi olsunlar

Kadroda Ahu Türkpençe, Serkan Çayoğlu, Emir Benderlioğlu, Fırat Doğruloğlu, Murat Arkın, Ahmet Pınar, Can Nergis, Armağan Oğuz ve Mesut Akusta var. Dağ 1 ve Dağ 2’nin yapımcıları CaglarArts ve Insignia ekrandaki ilk dizilerinde Star İç Yapımlar ile güçlerini birleştirdi ve özel kanalların ilk 60 dakikalık mini dizisine imza atıyorlar. 6 bölümden oluşacak Börü’nün finalini ise 2018 yılında beyazperde de izleyeceğiz. Yazar-yönetmen Alper Çağlar’ı Büşra filmini çektiğinden beri takipteyim. Panzehir, ardından da Dağ serileriyle konsept yaratmak konusundaki yeteneği ve zekasını hepimize gösterdi. Şimdi de karşımıza Börü’yle çıkıyor. Bu kez seri yaratıcısı olarak! Gerçek hikayelerden esinlenecek olan Börü’nün ekranda bir yeniliğe yol açacağı kuşkusuz! Umarım sektör 60 dakikalık diziler konusunda da bu ekibin takipçisi olur.

Yazının devamı...

Masumiyetiniz çocukluğunuzda saklı!

Bugün size televizyondan, dizilerden bahsetmeyeceğim. Umut dolu bir hikayem var. İki aydır şaşkınlık içinde “Nasıl olur” diye sürekli kendime sorduğum ama kaygıları bıraktığımda yüzümü gülümseten... Bugün konumuz arkadaşlık... O dizilerde izlediğimiz birbirinin arkasından entrika çeviren ya da hayatın içinde bizimle ego yarışına giren yalancı dostluklarda konumuz değil. Büyürken masumiyetimizi bizden alıp götüren korkularımızda. Bugün biriyle tanıştığımızda ilk verdiğimiz şüpheci tepki de yok bu arkadaşlıkta... Çok saf, çok temiz bir duygu var. İlginç, hayatımda ilkokul ve lise arkadaşlarımı hatırlıyorum. Ama ortaokul arkadaşlarıma dair hatırladığım çok az anım vardı. Ta ki 2 ay önce Gülin Bostancı, Facebook’ta bir grup kurup fotoğraflarımızı paylaşana kadar. Normalde iş hayatının yoğunluğunda bu gruptan çıkar ya da sessize alırdım. “Zaten bu yoğunlukta ne işim olur ki ortaokul arkadaşlarımla” der, hayatıma devam ederdim. Öyle de yaptım. İki gün sonra bir şey yazılanları okumam için dürttü beni. O kadar çok mesaj vardı ki, tuhaf bir şekilde okurken gülümsediğimi hissettim. 13 yaşıma geri dönmüş gibiydim. Her zaman olduğu gibi buluşalım teklifleri vardı. Aslında merak ediyordum. 23 yıl boyunca birbirini hiç görmemiş bu insanlar bir araya gelince ne olacaktı?

15 dakikada sırlar döküldü

Benim senaryom hazırdı. Mekana gidecektim, büyük ihtimalle hepsinden çok sıkılacaktım ve 15 dakika sonra izin isteyip bir daha geçmişe dönmemek üzere masadan kalkacaktım. Sonradan öğrendim ki, herkes aynı duyguyla masaya oturmuş. Ama ilginç bir şey oldu. Çoğunun yüzünü bile hatırlamıyordum. Herkesi ve her anı hatırlayan Barış Güvener’e sürekli “O kim, bu kim” diye sormama rağmen masadan hiçbirimiz kalkamıyorduk. Tuhaf bir şekilde 15 dakika sonra herkes birbirine kimseye anlatmadığı sırlarını dökmeye başlamıştı bile... Kendime bile itiraf etmediğim sorunlarım varmış. Bunu onlara anlatırken fark ettim. Aramızda inanılmaz bir sinerji oluştu. Görüşmeye 17 kişi gelebilmişti. Ama bu enerjiyi duyan herkes eklendi. İki aydır her gün bir gruptan birbirimize günaydın diyerek ve iyi dilekler sunarak başlıyoruz yeni sabaha... Birisi benim bir derdim var dediğinde işi olmayan kişi koşarak yanına gidiyor. Kimsenin birbirinden çıkarı yok, beklentisi yok. Hepimiz hayatın içinde o kadar kirlenmişiz ki, herkes çocukluğunun masumiyetine dönmenin peşinde...

Önyargılarımı sildiler

Bu süreçte arkadaşımız İlkiz Özel’in babası Mahmut Amca’yı kaybettik. Başı sağ olsun. Görüşmeye gelemeyen arkadaşlarımız bile cenazeye, duaya koştu. Bu benim uzun zamandır görmediğim bir tabloydu. Şimdi her gün birbirimize çıkarsızca “Nasılsın?” demenin keyfini yaşıyoruz. Ortaokulda birbirimize yazdığımız mektupları ortaya döküyoruz. Kendime çok gülüyorum. İlkiz, Deniz, Selin, Barış, Hilay, Mehmet, Aydın, Alev, Bahadır, Cem, Cenk, Hakan, Gülin, İlke, Mine, Nurcan, Oytun, Özlem, Sami, Şerafettin, Leyla, Kaan, Tuğçe, Erkan, Serkan, Sezer, Ayşenur iyi ki tekrar birbirimizi bulduk. İyi ki maskelerimizi atıp çocukluğumuza döndük, iyi ki dostluğun önemini yeniden hatırladık. İyi ki önyargılarımı sildiniz ve daha iyi bir hayat yaşayabileceğimize inandırdınız beni! Kendimi çok şanslı hissediyorum, bir mucize gibi geliyor bu kadar kişinin aynı duyguda olması... O nedenle her gün güne daha umutlu başlıyorum. Size de öneriyorum, atın maskelerinizi ve geçmişinizdeki güzel duygularınızın peşinden gidin! Masumiyetiniz o yaşlarda saklı! Herkese iyi pazarlar....

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.