Şampiy10
Magazin
Gündem

Kader’in tecavüzcüsü ve işbirlikçisi!

12 yaşında bir çocuğun evlenmesi... 12 yaşında bir çocuğun ‘gelin’ olması...

12 yaşında bir çocuğun gerdeğe girmesi...

Bu kalıplar sanki normalmiş gibi yansıtıldı bu ülkede. Bazıları da sanki normalmiş gibi algıladı, algılıyor.

Yadırgamadı, yadırgamıyor; kanıksadı, kanıksıyor insanlar bu kalıpları.



12 yaşında bir çocuk evlenmez, olsa olsa evlendirilir. Zorla!

12 yaşında bir çocuk gelin olmaz, olsa olsa gelin yapılır. Zorla!

12 yaşında bir çocuk gerdeğe girmez, o yatağa sokulur, itilir. Zorla!

12 yaşında bir çocuk, çocuktur. Sadece çocuktur o.



12 yaşında bir çocuk ile evlendim diyen; lamı cimi yok, ‘sapık’tır.

12 yaşındaki çocuğunu evlendirdiğini söyleyen; lamı cimi yok, ‘sapık’tır.

12 yaşında bir çocuğu, eşi sayarak koynuna alan (adam ya da insan diyemeyeceğim) varlık, düpedüz ‘tecavüzcü’ dür.

12 yaşındaki evladını birinin yatağına iten; düpedüz tecavüze aracılık eden kişidir. Düpedüz, tecavüzcünün işbirlikçisidir.



Kader’in tecavüzcüsünün ve onun işbirlikçisinin ya da işbirlikçilerinin bulunmasını, yakalanmasını, hukuk çerçevesinde gereğinin yapılmasını beklemek benim hakkım.



Siyasetçi, akademisyen, din âlimi, iş adamı, yerel yönetici, gazeteci, kanaat önderi...

Bu topluma sesini duyurma imkânı olan herkesin, hepimizin ayağa kalkması gerekmiyor mu?

“Yeter artık, bu son olsun!” dememiz gerekmiyor mu?

“Bu ‘Kader’ değil!” diye isyan etmemiz gerekmiyor mu?

“Böyle bir ‘Kader’i reddediyorum!” diye haykırmamız gerekmiyor mu?

Ve hep beraber, topluca utanmamız gerekmiyor mu?

“Yazıklar olsun bize !” dememiz gerekmiyor mu?



“Özen” mühimdir

Rahmi Koç imzalı bir kitap var elimde. Daha doğrusu bir kitapçık. Koç, hayatın farklı alanlarından garipsediği durum, olay ya da insan tiplerini not almış. Yıllardır biriktirdiği bu notları da “Tuhafıma Giden Şeyler” başlığı altında, küçük bir kitapta toplamış.

İşte Rahmi Koç’un ‘tuhafına gidenler’ listesinden birkaç ‘şey’...

“Oteller” başlığından bir madde:

- Odadaki komplike elektronik aydınlatma sistemleri (birini kapatırsınız, öteki açılır; ona basarsınız, hepsi birden kapanır vs.).

“Davetlerde” kısmından bir örnek:

- Peçeteler ağız silmek içindir. (Bazı hanımlar rujlarını da siliyorlar.)

“Tuvaletler” bölümünden bir unsur:

- Tuvalet kâğıdının bitmek üzere olması ve yedeğinin bulunmaması.

“İş adamları” faslından bir parça:

- Tecrübe ve bilgisini çalışma arkadaşlarından saklayan idareciler.

Elbette Rahmi Koç isminin sahip olduğu imkânlar, güç ve dolayısıyla özgüven önemli ama ne olursa olsun, hoş bir fikir...

Hoş bir fikir olmasının da ötesinde; insana dair en önemli niteliklerden biri olan ‘özen’ kavramını gözümüzün içine soktuğu için önemsedim ve sevdim kitapçığı.



KEŞKE...

Uçurum sadece doğada bulunsa, toplum katmanları arasında da değil.

Yazının devamı...

Giden müdürün kısa mesajı

“Yaşananları milletimizin ve teşkilatımızın maşerî vicdanına havale ediyoruz.”

Bu sözler, önceki gün görevden alınan 15 il emniyet müdüründen biri olan, eski Ankara Emniyet Müdürü Kadir Ay’a ait.

6 Eylül 2012’de, Muğla Emniyet Müdürlüğü’nden Ankara’ya atanan Kadir Ay, iki gün önce, 8 Ocak 2014’te bu görevden alındı.

Başkent’te bir buçuk seneden az bir süre görev yapan Ay, dün yaptığımız telefon görüşmesinde sorularıma çok kısa yanıtlar verdi.

Şöyle...

- Mesleki disiplinler içerisinde, yaşananlar hakkında yorum yapmam doğru da olmaz, etik de.

- Şahsımız ya da çıkarımız için hiçbir şey istemediğimiz, hiçbir şey yapmadığımız için vicdanen çok rahatım. Bu sebeple, yorum yapmayıp sadece, “Her şeyin hayırlısı olsun” demekten fazlasını söylemeyeyim.

- Biz olan biteni, yaşananları; vatandaşımızın, toplumumuzun, milletimizin ve teşkilatımızın maşerî vicdanına havale ediyoruz.

Görevden alınması, son dönemde Emniyet Teşkilatı’nda gerçekleşen atamalar ve mevcut ortama ilişkin kamuoyunda yaşanan tartışmalar hakkındaki görüşlerini sorduğum Kadir Ay’dan alabildiğim yanıtlar sadece bunlar oldu.



Piyasalarda vaziyet sıkıntılı

Kuyumcu, terzi, kafe işletmecisi, çiçekçi, market sahibi, kuaför vb...

Küçük ve orta ölçekli esnaf sıkıntılı. “Abi, 18 Aralık itibariyle işler bir anda çok düştü” cümlesini çok sık duyar oldum son günlerde.

17 Aralık operasyonu ile birlikte ülkede oluşan hava, hemen ertesi günü itibariyle piyasalara da yansıdı.

“Piyasalar”dan kastım, ekonomi haberlerinde yer verilen dünyanın ötesinde, bizim günlük hayatımızda içinde yaşadığımız ortam.



“Bankadan dönen, yazdırmak zorunda kaldığımız çeklerin sayısında ciddi bir artış var son haftalarda” dedi mesela esnaftan biri. Karşılıksız çek mevzuu...

“Kimi dövize, kimi altına yatırdı elindekini avucundakini. Herkes bekliyor. Kimse önünü göremiyor. Bu belirsizlik hâli işleri durma noktasına getirdi” dedi bir başka esnaf. Siftahsız günler vaziyeti...

“Biz neye inanacağımızı, kime inanacağımızı şaşırdık artık. Bu kavganın sonu nereye varır bilmem ama herkes durumun daha da kötüleşeceğini söylüyor” dedi bir diğer küçük esnaf. Güvensizlik, belirsizlik ve dedikodu ortamı...

“Benim 65 bin lira alacağım var piyasadan. 50 bin liralık da bekleyen ödemem var. Gelmeyince, ödeyemiyorum ki... Alacaklı haklı, ‘Öde paramı’ diyor. E ben de alacaklıyım, ben de haklıyım. Ne yapacağımı şaşırdım vallahi... Alacağım TL iken, Allah’tan borcum dolar değil diye şükredip bekliyorum” diye dert yandı bir işletmeci. Zincirleme gergin bekleyiş...



Örnek listesini uzatmak mümkün ama işin özeti şu:

Piyasalara moral bozukluğu ile birlikte belirsizlik ve beklenti ortamı hâkim.

Ve hayatın her alanında, insan için en zor, en yıpratıcı olan ‘belirsizlik ve beklenti’ içinde yaşamak.




KEŞKE...

Bazıları bu kadar çok bilmese ve dolayısı ile bu kadar çok da yanılmasa.


Yazının devamı...

Biz, siz, onlar...

Bizim polisimiz, sizin polisiniz.

Sizin savcınız, bizim savcımız.

Sizin medyanız, bizim medyamız.

Bizim derneğimiz, sizin derneğiniz.

Sizin yazarınız, bizim yazarımız.

Bizim vakfımız, sizin vakfınız.

Sizin akademisyeniniz, bizim akademisyenimiz.

Bizim iş adamımız, sizin iş adamınız.

Sizin mahkemeniz, bizim mahkememiz.

Bizim bürokratımız, sizin bürokratınız.

Sizin sermayeniz, bizim sermayemiz.

Artık neredeyse adlı adınca bu şekilde ifade etme noktasına geldi taraflar.



Ama toplum bu iki ‘taraf’tan ibaret değil.

Bölünmüşlük aşikâr olsa da, aslında ikiye değil üçe ayrılıyoruz ulusça.

Çünkü bir de, gündemin iki sıklet merkezine de mesafeli durmaya özen gösterip, resmin bütününe bakmakta direnenler var.

Yukarıdaki “bizim sizin” ayrışma kalıbının yerine “onlar - bunlar” sözcüklerini koyanlar yani...

“Onların polisi, bunların polisi” gibi...

Ya da “birinin gazetecisi, diğerinin gazetecisi” gibi.



Bu üçüncü kesimin, yani gerginliğin taraflarından herhangi birine daha yakın durmayanların nitelik ve niceliğine dair somut bir veri yok kimsenin elinde.

Ama son tahlilde kesin olan, toplumun bu üçüncü parçasının ciddi bir ‘belirleyicilik’ potansiyeline sahip olduğu.

Tam manasıyla ‘homojen’ olmamakla birlikte, bu üçüncü kesimi büyük oranda bütünlük içinde tutan asgari müşterekler var bu ülkede.

Bu topraklarda yaşayanların bir süre için unutmuş ya da önemsemez görünse de, günü geldiğinde hatırlayıp, eskisinden de daha sıkı sarıldığı değerlerden söz ediyorum.

O değerleri sıralamaya gerek yok çünkü zaten biliyorsunuz. Hepimiz biliyoruz.

“Onun bunun şunun” değil, “hepimizin” değerleri çünkü onlar.



Sen yine oku ve izle kardeşim

“Vallahi 4 gündür ne gazete okuyorum, ne televizyon seyrediyorum. Öyle rahatım ki...”

Bir iş adamı arkadaşım aynen böyle dedi 3 gün önce telefonda.

Ülkede yer yerinden oynuyor, memleket yangın yeri; arkadaşım böyle diyor.

“Bir taraftan gıpta ettim sana” dedim.

Ama şaşırdım da...

“Sen de ‘tuzu kuru’ sayılmazsın aslında. En azından ekonomideki dalgalanmaya kayıtsız kalamazsın çünkü iş adamısın sonuçta. Nasıl oluyor da bu kadar rahatça uzaklaşabiliyorsun gündemden?” diye sordum.

Cevabı şu oldu: Okusam, izlesem ne değişiyor ki?.. Hem zaten senin meslektaşların olup biteni hep kendi işlerine geldiği şekilde yazıp konuşuyor.”

“Olsun...” dedim. “Sen yine de oku ve izle bence. Hatta, her zamankinden fazla oku ve izle. Böylece hem kimin derdi ne, bunu görürsün hem de hepsini harmanlayıp, ana hatlarıyla da olsa gerçeğe dair bir fikrin olur.”

Evet böyle düşünüyorum.

Çünkü bazılarının doğruları, zamana ve koşullara göre değişebiliyor ama ‘gerçek’ tek ve hiç değişmiyor.

Yazının devamı...

Yemin öncesi mesajlar

- Botan’dan Rojava’ya kadar bütün Kürt halkının, Rojava halkının direniş ruhuyla selamlarımı gönderiyorum. Serok Apo’nun bütün şervanlarını selamlıyorum. Zindanlardaki bütün yoldaşlarımıza selamlarımızı gönderiyorum.

- Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve fedai ruhu başarıya ulaştı. 5 milletvekili cezaevinden çıktık ama bu sevinci yarım yaşıyoruz, çünkü geride binlerce arkadaşımızı bıraktık. Bize yönelik yapılan bu yaklaşımın çok samimi olmadığını biliyoruz.

- Sayın Abdullah Öcalan cezaevinden çıkmadan biz kendimizi özgür saymayacağız. Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık ve özgürlük koşulları uygun bir hâle getirilmelidir. Demokratik bir siyasetin önü açılmalıdır. Eğer hükümet samimiyse bunları yerine getirir.

- Kürt sorunu demokratik yollardan çözüme kavuşmadan bize uyku haramdır. Kürtler mücadeleyi yükseltti. Burada verilen bedellere layık olmak için bu seçimde canla başla çalışıp, sistemi eli boş gönderelim.

- Biz zindanlarda, siz dışarıda hep birlikte mücadele ettik. Kimse özgürlüğü altın tepside bizim elimize vermez. Biz Kürtler tırnaklarımızla, dişlerimizle, terimizle haklarımızı elde ediyoruz. Elbette haklarımızı elde etmek için bunun bedelleri zindanlardır, işkencelerdir ve canımızdır. Siz geri kalan yıllarda çok zorluklar çektiniz.

- Bu topraklarda, Botan halkı mücadelenin destanlarını yazandır. Bunun için diyorum ki yolumuz uzak, daha da işimiz var. Binlerce arkadaşımız zindanlarda. Kürt sorunu demokratik yolarda çözüm bulmamış. Daha Öcalan özgür değil. Bunun için mücadelemizi sürdüreceğiz. Eğer biz bugün bu özgürlüğü almışsak, mücadelemizin sonucudur.

- Yıllardan beri çok acı çektiniz, ancak hâlâ siz buralardasınız ve mücadelenizi sürdürüyorsunuz. Biz zindanlarda tutsak olan arkadaşlarımızın selamını getirdik. Hepimiz özgür oluncaya, Abdullah Öcalan özgür oluncaya kadar mücadelemiz devam edecektir.



Yukarıdakiler; tahliye edilen BDP’li milletvekillerinin önceki gün Cizre ve Şırnak’ta kendilerini karşılayanlara, Kürtçe yaptıkları konuşmalardan bölümler. (Kaynak DHA)

Bireysel başvuruları hakkında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar üzerine tahliye edilen BDP Mardin MV. Gülser Yıldırım, Şanlıurfa MV. İbrahim Ayhan, Şırnak milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız ile Bağımsız Van MV. Kemal Aktaş bugün TBMM Genel Kurulu’nda ant içerek yasama faaliyetine başlayacaklar.

Seçim bölgelerindeki (yukarıdaki) konuşmaların ardından, bugün Anayasa’nın 81’inci maddesinde yer alan şu ‘yemin’i edecekler.

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

ÖNEMLİ NOT:

Şimdi bazılarını duyar gibi oluyorum.

O yüzden peşinen cevap vereyim...

1) Elbette onlar da diğer vekiller gibi halkın oyu ile seçildiler.

Kimin itirazı olabilir?

2) Elbette Meclis’te yerlerini almalı, milletvekili dokunulmazlığına sahip olmalılar.

Kim itiraz edebilir?

3) Elinde silah olmayan herkes, sahip olduğu her görüşü, Meclis de dâhil her yerde özgürce seslendirebilmeli... Elbette!

Bunların hiçbirine itirazım yok.

Sanırım kimsenin de; benim, kimin düşüncesinin ne olduğunu bilme/öğrenme ve hatırlatma hakkıma itirazı yoktur.



Engin Alan’ın mesajı

Aldığım bilgiye göre, cezaevinde kalan tek parlamenter olan MHP Milletvekili Emekli Korgeneral Engin Alan, partisine, el yazısı ile bir mektup göndermiş.

Mektubu görmedim ama okuyanlar ile konuştum, özetini tek cümle ile yapmak mümkün:

“PKK’lılar ile birlikte affedilmiş gibi görünmeyi asla kabul etmem.”

Alan sadece adil yargılanmak istediğini, tek talebinin bu olduğunu söylüyor.


KEŞKE...

Okumak ile anlamak arasındaki farkı unutmasak.

Yazının devamı...

Ertuğrul Günay’ın cevabı

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay aradı dün sabah.

Dün bu köşede aktardığım, ‘eski arkadaşlarının tepkisi ve kendisine yönelttikleri soru’ya (http://haber.gazetevatan. com /eski-arkadaslarinin-gunaya-sorusu/597182/4/yazarlar) tepki gösterdi.

Eski bakan, hem oğlu İnanç Erden Günay’ın ticari faaliyetleri hakkında bilgi hem de kendisini eleştirenlere yanıt verdi.

Bildikleri bir şey varsa hemen açıklasınlar

İşte Günay’ın telefonda söyledikleri:

- Benim oğlum, ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun. 5 yıl kadar BOTAŞ ’ta çalıştı. Sonra 2001, 2009 yılları arasında, Ümran Çelik Boru’nun Ankara Bölge Müdürü olarak görev yaptı. Buradan kendi isteğiyle ayrılıp, sizin yazınızda bahsettiğiniz havacılık sektöründe çalıştı. O işinde, ABD’deki bir uçak fabrikasının Türkiye’de üretim yapması için, o firmayı Türkiye’ye getirmeye çalıştılar ama olmadı. Ardından Kurumsal Finans Hizmetleri adıyla kendi şirketini kurdu ve şu anda da tamamen yurt dışı danışmanlık yapıyor. Devlet ile hiçbir işi yok. Yabancı şirketlere danışmanlık yapıyor. Gelir hanesinde sadece yurt dışı var, yurt içinden hiçbir geliri yok.

- Bu gündemde, benim çocuğum ile ilgili de soru işaretleri doğurabileceklerini düşünenler varsa yanılıyorlar. Bildiği ciddi bir şey olan varsa hiç durmasın, hemen açıklasın. Biz de hemen cevabını verelim. Üstelik biz öyle, açıklama yapmak için 3 gün 4 gün delillerin karartılmasını da beklemeyiz!

Görevden almalar olunca isyan ettim

- Ben birlikte çalıştığım arkadaşlarımın haysiyetlerini en az onlar kadar düşünürüm. 17 Aralık operasyonu başladığında, bir canlı yayında, Başbakan’ın istifasını isteyen CHP Genel Başkan Yardımcısı’na, “Böyle saçmalık olur mu?” diyen de, bakanların istifalarını isteyenlere, “Durun, önce bir iddiaları görelim” diyen de benim. Ama sonra, çocuğu rüşvete aracılıktan tutuklanan İçişleri Bakanı, polis müdürlerini görevden alıp, tayinler yapmaya başladı. Böyle bir şey dünyanın her yerinde tepki görür. O bakanın 8 gün 10 gün görevde kalması ve oğlunun da içinde yer aldığı soruşturma aşamasında bunu yapması kabul edilebilir mi? Devletin bütün gelenekleri yıkılıyor. Hukuk devleti yıkılıyor. Siz, hukukun askıya alındığı bir ülkede yaşamak ister misiniz?

Keşke bu partiye hiç gelmeseymişim

- Ben bakanlık görevindeyken de Sayın Başbakan’ı, özellikle 2011 sonundan itibaren İstanbul’daki yapılaşma konusunda defalarca uyardım. Zaten bakanlıktan ayrılma nedenlerimin başında da bu geliyor. Bunu kendisi de gayet iyi biliyor.

- Bu son olaylarda da, biz istifa edip gitmedik. “Parti elini yıkasın, bu kirden arınsın, temizlensin öyle devam etsin” dedik ama Sayın Başbakan benimle ilgili MYK’da baskı yaptı, buna katlanmak mümkün değil.

- Bakanken de arkadaşlarıma söylemiştim. “Keşke ben buraya, bu partiye hiç gelmeseymişim” dedim. “Çok farklı umutlarla gelmiştim ama maalesef yanlış yapmışım” dedim. Biz AK Parti’ye katılırken sandık ki, İslam ile barışık bir demokrasi, halkın değerlerine bağlı bir yönetim anlayışı hâkim olacak. Ama 2010 sonrası, özellikle 2011 sonlarına doğru bambaşka bir hava doğdu. Bunu dünya da görüyor. Baskıcı bir tek adam yönetimi çıktı ortaya.

- Bakanlık görevimin sonlarına doğru ben istifa eşiğine gelmiştim zaten ama fırsat olmadan görevden alındım. 24 Ocak 2013 günü, Donanma Komutanı istifa etmiş; Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı bir buçuk saat konuştular ama Sayın Başbakan çıktı, 4 bakanı değiştirdi o gün. Kimse Donanma Komutanı’nın istifası ile ilgili bir şey sormadı, gündem değişti.

Koruma aracımı aldılar

- Parti kulislerinde hakkımda konuşulanları yazmışsınız; partiden birçok kişi, teşkilattan arayan birçok insan “Vicdanımızın sesi oluyorsun” deyip destek veriyor, bunu da yazın.

- Bakın, hakkımda yakın koruma kararı var. Benim yakın korumam var. İstifamı açıkladığım günün akşamında yakın koruma aracımı geri aldılar. Yarın bir şey olursa, başıma bir şey gelirse bunun hesabını kim verecek?

Yazının devamı...

Eski arkadaşlarının Günay’a sorusu

“Madem gündemdeki mevzular ile ilgili bu kadar hassas, Ertuğrul Bey de kendi oğlunun hangi şirketlerde çalıştığını, kimlere danışmanlık yaptığını açıklasın.“

Son günlerde, iktidar partisi kulislerinde en sık duyduğumuz cümlelerden biri bu.

17 Aralık sabahı başlayan operasyonu ‘hükümete yönelik bir komplo’ olarak gören Adalet ve Kalkınma Partililer, yukarıdaki çağrıyı, eski bakanları, müstafi AK Partili Ertuğrul Günay’a yapıyorlar.

Siyasetçi çocukları ile ilgili tartışmalar sürerken, eski mesai arkadaşları Günay’ın da kendi oğlunun ticari faaliyetleri hakkında kamuoyuna bilgi vermesini istiyorlar.



Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın 17 Aralık itibariyle önce Twitter üzerinden, nihayetinde de istifasını açıkladığı basın toplantısında yaptığı açıklamalara bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği sert yanıtı biliyoruz.

Erdoğan, Günay’ın çıkışlarına “Bakanlık varken her şey cici, güzel” sözleriyle tepki gösterdi. “Bakanken neden bu tarz konuşmuyordun?” demeye getirip, eski bakanını ‘ihanet’ ile suçladı.

Günay ise bakanlık koltuğunda otururken de farklı konularda gerekli gördüğü uyarıları yaptığını ama bu ikazlarının gereken karşılığı bulmadığını söyledi.

Ertuğrul Günay, hükümete ve iktidar partisine yönelik eleştirel tweet’ler atmaya devam ediyor. Özellikle de devam eden soruşturma bağlamında.



Dönelim yazının başındaki cümlelere...

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önemli isimlerinin bulunduğu ortamlarda, şu tür konuşmalar sıklıkla yapılıyor son günlerde:

- Ertuğrul Günay acaba, daha düne kadar Bakanlar Kurulu’nda birlikte çalıştığı o dört isimden herhangi birini arayıp, “Yahu arkadaş, nedir bu işin aslı?” diye sorma gereğini neden duymamıştır?

- Eski mesai arkadaşlarını peşinen suçlu ilan ediyor. Yıllardır içinde siyaset yaptığı, daha düne kadar bakan olarak görev aldığı partiyi karalıyor. Bu tavrın yakışık alıp almadığını kamuoyu takdir etsin ama madem siyasetçilerin çocukları ile ilgili tartışmalar yaşanıyor ve madem gündemdeki mevzular ile ilgili bu kadar hassas, Ertuğrul Günay da, kendi oğlunun hangi şirketlerde çalıştığını, kimlere danışmanlık yaptığını açıklasın.



Ertuğrul Günay’ın oğlu İnanç Erden Günay’a ilişkin pek fazla bilgi yok internette.

Bir “Gözetim, Müşavirlik, Danışmanlık” şirketinin ortakları arasında ismi var eski bakanın oğlunun.

Bir de birkaç yıl önce, bir dönem, havacılık sektöründe yer alan bir firmada genel koordinatör olarak görev yaptığı bilgisi.



Sakın kimse yanlış anlamasın. Başka bir yere çekmeye kalkan da olmasın lütfen...

Günay’ın oğlu hakkında da soru işaretleri yaratmak gibi bir niyetim kesinlikle yok.

Sadece dün birlikte, bugün karşı karşıya olduğu eski dostlarının açık açık seslendirdiği bir noktayı aktarıyorum.

Yaşanan sürecin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir ayrıntı çünkü bu.

ÖNEMLİ NOT:

Baba ya da oğul Günay’dan bu konuda herhangi bir bilgi veya bir açıklama gelirse, bu satırlarda yer alacağını söylememe gerek bile yok.

Yazının devamı...

2014’te keşke...

- Trafikte sürücüler yayalara daha fazla yol verse,

- Okur ya da izleyicinin medyaya olan güveni artsa,

- Atılan çamurlar iz bırakmasa,

- Samimiyet ile hadsizliğin arasındaki ince çizgiyi görebilsek,

- Okumuş, iyi yetişmiş olanlar da cahiller kadar cesur olsa,

- Kişisel temizlik ve bakım ürünlerinin tüketiminde bu kadar cimri olmasak,

- Empati yapmaktan bahsedenlerin sadece yüzde biri empati yapsa,

- Daha fazla kitap okusak,

- Daha az bağırsak,

- Trafikte sürücüler klaksona yüklenmek yerine, fren pedalına dokunmayı tercih etse,

- Yalancılığın bir müeyyidesi olsa,

- Türkçeyi daha düzgün kullanmak gibi bir kaygımız olsa,

- İnsan hayatı önceki yıllardaki kadar ucuz olmasa,

- Sanatçıların özel yaşamlarından çok sanat ile ilgilensek,

- Sükûtun her zaman ikrardan gelmediğini, insanın bazen değmeyeceğini düşündüğü için sustuğunu fark edebilsek,

- İddia sahiplerine, iddialarını ispatla mükellef oldukları kesin bir dille hatırlatılsa,

- Sporu düşmanlık değil rekabet olarak görebilsek,

- Aptal yerine koyduğumuz karşımızdakilerin bu durumu fark etmeyecek kadar aptal olmadıklarını görebilsek,

- Her istediğimizden istediğimiz kadar yesek ama kilo almasak,

- Daha çok resim sergisi gezsek,

- Daha az kavga etsek,

- Sevdiklerimizin kıymetini, onları kaybetmeden bilsek,

- Beşiktaş yine ‘Şeref’iyle oynayıp ‘Hakkı’yla kazanarak şampiyon olsa,

- Daha çok ezber bozulsa,

- Daha az şiddet haberi duysak,

- Kendimiz için ‘hak’ gördüklerimizin başkaları için ‘lütuf’ olmadığını unutmasak,

- Dünyanın merkezinde bizden başkalarının da bulunabileceğini düşünsek,

- Verdiği sözü tutmayanlar ifşa edilse,

- ‘Aşk’ın ayıp ya da utanılacak değil, peşinden koşulması ve yakalandığında kaybetmemek için emek verilmesi gereken bir duygu olduğunu idrak edebilsek,

- Sözler ile özler bir olsa,

- Bu ülke insanı devletine güvenebilse,

- ‘Yorumcu’ sıfatıyla ekrana çıkanlar, hem bilgi birikimi hem de üslup açısından kahvehanede onları izleyenlerden bir adım önde olsa,

- Daha fazla dürüst olsak,

- Daha az çifte standart uygulasak,

- Yabancılardan esinlenmek, yabancı hayranlığına dönüşüp kendi insanı ve ülkesine yabancılaşmak sonucunu doğurmasa,

- Haksızlığa, sadece kendimize yapıldığında değil, her şekilde isyan etsek,

- Alın teriyle kazanılan paranın gönül huzuruyla harcanabileceğini unutmasak,

- Emek hırsızları önceki yıllardaki kadar itibar görmese,

- Efendilik ‘âcizlik’ olarak algılanmasa,

- İnsanlar asılsız iddialarla hayâsızca suçlanıp cezaevine atılmasa,

- ‘Düşmanlık’ ve ‘şiddet’ sözcüklerini daha az duysak,

- Daha ‘özenli’ olsak.

Ve:

2014 keşke, hepimiz için önceki yılların hepsinin toplamından daha fazla sağlık ve huzur ile dolu olsa.

NOT: Bu yazı virgülüne kadar aynı şekilde, geçen yıl bugün de bu sütunda yayınlandı. Geçen 365 günde bu listeden bir tek “Daha çok ezber bozulsa” maddesi düşürülebilir belki. Gerisi aynen geçerli.

Gönlünüze göre bir yeni sene dileğiyle...

Yazının devamı...

Esprinin ardındaki gerçek

“Bizim Anayasa Mahkemesi, malum, İmralı’da. O ne derse o olur. Oradan aksi bir karar çıkmadığı sürece 2 dönem sınırlaması devam ediyor.”

Bu sözler, HDP (Halkların Demokratik Partisi) İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e ait. Aslında, ayaküstü sohbet sırasında espri ile karışık sarf etti Önder bu sözleri. Salı günü (24 Aralık 2013) Çankaya Köşkü’nde düzenlenen, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreni sırasında, resepsiyon salonunda, birkaç gazeteci sohbet ettik Sırrı Süreyya Önder ile.

Her zamanki enerjik ve esprili üslubuyla cevapladı Önder sorularımızı. Mesela, “Bana soruyorlar, bu BDP, HDP, DTK... Hangisi nedir, ne farkı var? diye. Vallahi bilmiyorum diyorum” dedi gülerek. Sonra söz, Ahmet Türk, Sırrı Sakık gibi isimlerin belediye başkan adaylıklarından açıldı.

Önder, “Biliyorsunuz bizde AKP gibi 3 değil, 2 dönem sınırlaması var” deyince, meslektaşlarımızdan biri, “İktidar partisinin tüzüğündeki o maddenin seçimlerden önce değişebileceği hep konuşulur ama...” diye söze girdi. Sırrı Süreyya Önder de işte bu söz üzerine verdi o cevabı, gülerek:

“Bizim Anayasa Mahkemesi, malûm, İmralı’da. O ne derse o olur. Oradan aksi bir karar çıkmadığı sürece 2 dönem sınırlaması devam ediyor.”



Yıllar önce olsa, Önder’in sözleri gündemi belirler, sert tartışmalara malzeme olurdu ama artık o dönemler geçti.

Evet bu sözler belki ‘espri ile karışık’tı ama o sözlerin, herkesin bildiği bir gerçeği ifade ettiği aşikâr.

“O ne derse o olur” gerçeği, Sırrı Süreyya Önder’in diğer cümlesini de kapsıyor. “BDP, HDP, DTK... Hangisi nedir, ne farkı var?” sorusunu yani.

Önder, “Vallahi bilmiyorum” diyor ya...

Ben biliyorum.

Hiçbir farkı yok!

Aynı geçmişteki HEP, DEP, DEHAP, HADEP, DTP vb. isimlerin arasında hiçbir fark olmadığı; ‘İmralı gerçeği’ orada durduğu sürece de ol(a)mayacağı gibi.



Ergün: “Herkes herkesi biliyor.”

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı görevinden alınan AK Parti Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ü aradım dün sabah. Ergün görevini, halefi Fikri Işık’a devretmeye hazırlanıyordu. Kısa konuştuk.

Birkaç soru... Ve cevaplar. Şöyle:

- Günaydın, hayırlı olsun.

- Günaydın. Sağolun, teşekkür ederim.

- Kabine revizyonunda sizin isminizin de yer alması ‘sürpriz’ olarak yorumlandı. Bu yönde bir beklenti yoktu sanırım kimsede.

- Kimin beklentisi, nedir ben bilemem. Ayrıca herkesin beklentisi, beklentiler farklı olabilir ama sonuçta takdir bu.

- Sizin için sürpriz oldu mu peki bu karar?

- Yaklaşık 5 senedir görev yapıyorum. Artık vakti gelmişti. Benim açımdan bir sürpriz değil.

- Bir kırgınlık ya da burukluk hissediyor musunuz şu anda?

- Hiçbir burukluğum yok. Herhangi bir kırgınlığım da söz konusu bile değil. Bu tür görevlere başlarken, uygun bir zamanda bırakmayı da düşünerek, zamanı geldiğinde nöbeti devredeceğini bilerek başlamak lâzım.

- Üzgün değilsiniz yani...

- Hiç değilim. Hatta iyi oldu benim açımdan. Neticede sivil hayata hazırlanmak için bir geçiş dönemine de ihtiyacımız vardı, bu iyi oldu.

- Üç dönemdir Parlamento’dasınız. Yerel seçimlerde aday da değilsiniz. Sivil hayat’tan kastınız, aktif siyaset sonrası. Nedir planınız?

- Şimdi önce biraz dinleneceğim, sonra da çalışacağım tabii. Meclis ve parti faaliyetlerinin yanında, o çalışma döneminin hazırlığını da yapabilirim artık.

- Sayın Bakan, son bir soru... Biraz şeytanın avukatlığı misali... Ortam malum. Bir tarafta soruşturmalar vs, diğer yanda Hükümet ile Gülen cemaati arasında yaşanan gerginlik. Bu ortamda görevden alınan bakanlar hakkında farklı yorumlar yapılıp, kafalarda soru işaretleri doğabilir mi? Böyle bir endişeniz var mı?

- Herkes herkes biliyor Murat Bey. Ben de kendimi biliyorum. Hiç böyle bir endişe duymam. Bu açıdan da hiç düşünmem. Ben gönül huzuruyla devrediyorum nöbetimi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.