Şampiy10
Magazin
Gündem

Silahsızlanma ve sınırı tehdit etmeme şartı!

Başbakan’dan siyasi çözümle ilgili çarpıcı mesajlar: “Mutlak anlamda silahsızlanma. Bu ön şarttır. Türkiye’ye tehdit olma niteliği kalkarsa ve Irak’taki, Suriye’deki varlıklarının da Türkiye’ye dönük tehdit olma niteliği de kalkmalı”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Finlandiya’ya yaptığı resmi ziyaretin sonunda, önceki gün, Helsinki Kamp Otel’de gezisini izleyen gazetecilerin Türkiye gündemine ilişkin sorularını yanıtladı.

- Terörle mücadelede sürerken, bir yandan çözüm sürecinin tekrar başlayabileceğine dair bir gündem maddesi oluştu. Çözüm süreci konusuna bakışınızda Cumhurbaşkanı ile bir görüş ayrılığı mı var? Kamuoyunda böyle bir algı oluştuğu gözleniyor.

“Terörle mücadele konusunda benim ifade ettiklerimle Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiklerini yan yana koyarsanız kararlılık bağlamında, herhangi bir nüans dahi göremezsiniz. Milim fark yoktur. Her şey istişare edilerek birlikte yürütülüyor. Çözüm sürecine gelince... Eğer silahlar terk edilir, tamamıyla silahlı bir mücadele anlayışı terk edilirse, siyasi alanda Türkiye’de her şey konuşulabilir. Bundan kastım, silahların terk edilip konunun siyasi alana hasredilmesiyle ilgilidir. İlkesel olarak aynı şeyi söylüyorum, Türkiye demokratik hukuk devletidir. Herkes her şeyi konuşabilir. Ama silahların mutlak anlamda bırakılması; Cumhurbaşkanımız gömülmesi diyor ben mağmaya kadar gömülmesi diyorum, bunlar yapıldıktan sonra, silahlı terör faaliyeti bittikten sonra ancak ondan sonra bunlar tartışılabilir anlamında söylediğim bir sözü sanki bir görüş ayrılığı varmış gibi yansıtmaya kalkanlar oldu.”

TEHDİT OLMAKTAN KALKMALI

- Eğer örgüt silah bırakır ve çözüm süreci yeniden gündeme gelecek olursa, bunun ön koşulu şiddetin durması, kanın son bulması olmasının dışında sizin için nedir? Bunu PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki konumu, PKK - PYD ilişkileri, PYD’nin Rusya, Amerika ilişkileri bağlamında soruyorum. Yani eskisinden farklı bir durumda mıyız, devlet olarak, hükümet olarak yeniden siyasi sürecin başlaması için?

“Çözüm sürecini askıya alan, buzdolabına kalkmasına sebebiyet veren temel müsebbip HDP ile PKK. Ondan sonra da biz, madem ki siz kamu düzenini bozmaya kararlısınız, biz de kamu düzeni ihdas etmeye kararlıyız dedik. Bu anlamda mutlak bir silahsızlanma gerçekleşmeden bu anlamda bir gelişme olması mümkün değil. Diyarbakır’da yaptığım açıklamada da bunun aksine bir görüş yok. Mutlak anlamda silahsızlanma. Bu bir ön şarttır. Bu olup Türkiye’ye tehdit olma niteliği kalkarsa ve Irak’taki, Suriye’deki varlıklarının da Türkiye’ye dönük tehdit olma niteliğinin de kalkması lazım. Artık bir daha biz oralarda Türkiye’yi her an tehdit potansiyeline sahip bir şeyi doğru görmeyiz. Zaten PYD’ye bu anlamda gerekenler 2013’de söylenmişti. Bundan sonra Nasıl bir tavır alacaklarını görmeden, şu andan bir şey söylemek istemiyorum. Şu olursa böyle olur, bu olursa şöyle olur değil... Önce Türkiye içinde mutlak anlamda silahsızlanma, Türkiye’nin, Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetiminin güvenliğini, sınırları tehdit etmeyen bir çizgi... Bunu bir görmemiz lazım.”

DIŞ TÜRKLER DIŞ KÜRTLER

- Bu ikinci bir ön şart olarak sayılabilir mi?

“Tabii... 2013 Mayısında çekileceğim dedi ama çekilmedi. Her mevcudiyeti bizi tehdit ediyor. Bu anlamda mesela sembolik bir hamle olarak, belki dikkatinizi çekti, Diyarbakır’dan ben THY’nin uluslararası uçuşa açılacağını söyledim ve iki yere sefer başlayacak Nisan - Mayıs ayında. Birisi Erbil, birisi Ercan... Diyarbakır’dan Erbil’e uçuş semboliktir, Ercan’a uçuş semboliktir. Bizim için dış Türkler, dış Kürtler diye bir ayrım yok. Hepsi bizim için akraba topluluklardır. Dış Türkler ve dış Kürtlerin, bütün akraba toplulukların bizim himayemizde olduğunu gösteren bir hamledir. PKK Erbil’deki yönetimi tehdit ederse bu tehdidi bize yapılmış bir tehdit olarak kabul ederiz. PYD Suriye’deki Özgür Suriye Ordusu ve oradaki Türkiye’ye müzahir gruplara tehdit oluşturursa bize tehdit oluşturmuş demektir. Lazkiye’den Süleymaniye’ye kadar giden kuşakta artık her şey Türkiye’nin ulusal güvenliğini ilgilendiriyor.”

İSRAİL İLE SÜREÇ İŞLİYOR

“Bugünlerde bir görüşme daha gerçekleşecek. Bugün, yarın... Biliyorsunuz, özür, tazminat ve Gazze’ye ambargoların kaldırılması konusunda epey mesafe alındı. Bu üç şart gerçekleştiği an normalleşme süreci başlayabilir. Belli bir zemini var. Bu zemin üzerinde nihai noktaya gelinmeye çalışılıyor.”

‘ŞU ANDA GÜNDEMİMİZDE YOK’

Başbakan Davutoğlu, Çankaya Köşkü’nde, Bosna Hersek Bakanlar Konseyi Başkanı Denis Zvizdiç ile bir araya geldi. Davutoğlu dokunulmazlık tartışmalarıyla ilgili bir soruyu, “Bu konuda da süreci derhal başlatma talimatını arkadaşlara verdim” şeklinde cevapladı. Davutoğlu, vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili soru üzerine de, “Eğer bir kişi bir ülkede otobüs duraklarında patlatarak intihar saldırılarında bulunuyorsa zaten o ülkeyle manevi bağı kopmuş demektir. Hukuki bağının kopması için de 2009’da çıkan yasa kimlerin vatandaşlıktan çıkarılacağı belli. Şu anda hükümet olarak böyle bir çalışma gündemimizde yok. Bunu çerçevesini terörle mücadele bağlamında her zaman yaparız” dedi.

‘MÜCADELEYE FAYDASINI TARTIŞIRIZ’

“Terörle mücadele bağlamında bir adım atılması gerekiyorsa, bunun terörle mücadeleye bir faydası olacaksa bunu tartışırız. Ama şu ana kadar böyle bir konu gündemimize gelmedi. Bu meseleyi daha önce konuşmadık, tartışmadık. Sayın Cumhurbaşkanımız, buna ihtiyaç olduğu kanaatindeyse, terörle mücadelede bir fayda getirecekse, bunun hukuki veçheleri incelenir, diğer hususlara bakılır çalışma yapılır, ama var olan mevzuatta bunun re’sen yapılması gibi bir durum, şu anki mevzuat itibariyle yok. Üzerinde çalışılması gereken bir konu.”

AKADEMİSYENLER İÇİN FARKLI GÖRÜŞ MÜ?

- Yine aynı şekilde, akademisyenlerin tutuklanması meselesinde de Cumhurbaşkanı ile farklı düşündüğünüz şeklinde yorumlar yapılıyor...

“Burada benim kast ettiğim tutuklu yargılama konusudur. Ben akademisyenlere özel bir uygulama yapılsın da demedim. İlkesel bir şey söylüyorum. İlkesel olarak insanların suçu sabit olana kadar, eğer delil karatma, kaçma gibi bir gerekçe yoksa, tutuksuz yargılanmanın doğru olduğu kanaatindeyim. Sonunda beraat edecekse kul hakkı dediğimiz hak kaybının ortaya çıkmasını istemem. Nitekim Ergenekon’da, Balyoz’da yaşadık. Telafisi mümkün olmayabiliyor.

Ben ilkesel bir şeyden bahsediyorum. Hepimiz hukukun karşısında eşitiz. Burada da Cumhurbaşkanı ile temelde bir ayrılığımız olduğu kanaatinde değilim. Hakimlere müdahale etmek gibi bir hakkımızın olduğu kanaatinde de değilim, ne sayın Cumhurbaşkanımızın ne benim böyle bir iddiamız da yok. Asıl olan tutuksuz yargılamadır. Eğer zanlının kaçma ihtimali ya da diğer koşullar varsa o zaman tedbiren tutuklanır.”

MERKEL’E: BİR KENARDA DİNLEYİN

“Son dönemde özellikle uluslararası medyada Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı o kadar ağır hakaretler oldu ki, bunun basın özgürlüğü ile alakası yok. Nitekim Almanya’da bir televizyon programında Cumhurbaşkanımıza hakaret edildi. Sayın Merkel ile görüşmemde söyledim, “Bir hanımefendi olarak sizin dinlemenizi tavsiye etmem ama dinlemek isterseniz bir kenara çekilip dinleyin çünkü başka bir insanın huzurunda bir hanıefendinin dinlemesini uygun görmem. Ama istiyorsanız dinleyin ve bu bir fikir özgürlüğüyse konuşalım ama değilse buna sizden gereken tepkiyi göstermenizi bekliyorum” dedim. “Ben zaten haberdar oldum” dedi. “Bunun fikir özgürlüğü olduğu kanaatinde değilim” dedi. Gerekli açıklamayı yapacağını söyledi, bir gün sonra da hükümet adına açıklama yapıldı. Olumlu tavrı da takdir etmek lazım.”

Yazının devamı...

Başbakan’dan Beşiktaş mesajı

Helsinki / Finlandiya

Ankara’da geçen sadece iki günün ardından yine özel uçak TC-TUR’dayız...

Geçen hafta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisini izleyip, Pazar öğleden sonra Türkiye’ye dönmüştük.

Salı akşamı, bu defa Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Finlandiya ziyaretini takip etmek üzere ayrıldık başkentten.

**

TC-TUR Esenboğa Havalimanı’ndan havalandıktan yaklaşık 15 dakika sonra, Başbakan Davutoğlu uçağın arka kısmına geldi. Adet olduğu üzere, heyet üyeleri ve gezisini takip eden biz basın mensuplarına iyi yolculuklar dilemek için...

Sıra bana geldiğinde, tokalaşıp karşılıklı hâl hatır sorduk önce.

Ardından, “Pazar günü yeni stadımızın açılışında görüşeceğiz değil mi efendim” dedim.

Davutoğlu, “Evet görüşeceğiz” dedikten sonra gülümseyerek şöyle devam etti:

“Bütün Beşiktaşlılar o gün orada olacağız, öyle değil mi?”

“Evet, öyle” dedim ama o sırada yanımdan ayrılan Başbakan, zihnimde bir soruyla baş başa bırakmıştı beni.

Benim bildiğim, Ahmet Davutoğlu Fenerbahçe taraftarıydı, Beşiktaş değil...

Pekiyi o zaman neden “Bütün Beşiktaşlılar orada olacağız” şeklinde kurmuştu cümleyi?

**

Davutoğlu uçağın ön kısmına geçtikten sonra, Başbakanlık Basın Başmüşaviri Osman Sert’in yanına gidip sordum:

“Başbakan Fenerbahçeli değil miydi?”

Sert, “Evet, Fenerbahçeli” dedikten sonra meraklı gözlerle döndü ve “Hayırdır, ne oldu” diye sordu.

Aramızdaki diyaloğu aktardım... O da şaşırdı Başbakan’ın kullandığı ifadeye. “Belki sana jest olsun diye öyle söylemiştir” dedi gülerek...

**

Davutoğlu kibar bir insan...

Yakın mesai arkadaşı Osman Sert’in dediği gibi jest olsun diye o şekilde kurmuş olabilir cümleyi. O an için bana ama asıl önemlisi bütün Beşiktaş camiasına bir jest olarak elbette...

Taraftarı olduğu Fenerbahçe’nin şampiyonluk için çekiştiği, ezeli rakibi Beşiktaş’ın yeni stadının açılışına katılacak Başbakan bu Pazar. Cumhurbaşkanı ve devletin zirvesinde yer alan diğer isimlerle birlikte...

Başka renklere gönül vermiş olanlar da, o gün orada, birkaç saat için ev sahibi Beşiktaş’ın Siyah - Beyaz dünyasına misafir olacak.

İşte o açılış öncesi Başbakan Davutoğlu’nun, “Bütün Beşiktaşlılar o gün orada olacağız” cümlesini, politikacıların mavi boncuk dağıtma alışkanlığının bir örneği olarak değil, samimi ve kıymetli bir dostluk mesajı olarak algıladım. Bu sportmen tavrın, hak ettiği şekilde önemsenmesi gerektiği kanaatindeyim.

**

Bu arada tabii unutmamak gerekiyor, Başbakan, İstanbul’daki çalışma ofisinin konumu dolayısıyla, bir “Beşiktaşlı” aslında...

Dolmabahçe, bizim semt.

Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi’nin tam karşısı, bizim Beşiktaş Çarşısı.

Yazının devamı...

Yüksekova ve Nusaybin’de son durum

Silopi, Cizre, Sur ve İdil’in ardından, bölgedeki sıcak çatışmalar yoğun olarak Mardin’in Nusaybin ve Hakkari’nin Yüksekova ilçelerinde devam ediyor.

Yüksekova’dan gelen haberler, ilçenin teröristlerden temizlenmesinin yaklaşık bir ay daha alacağı yönünde.

Kritik 4’üncü sektör temizlendi

Güvenlik güçleri, Yüksekova’yı 9 sektöre ayırdı. Yani 9 ayrı küçük bölgeye.

Bu noktadaki temel strateji, terör örgütünün mahallelere yayılmış gruplarının birbirleri ile olan bağını, irtibatını kesmek.

Polis ve asker, bu 9 sektörün 4’ünü temizlemiş durumda. 4’üncü sektörün ayrı bir önemi var çünkü o bölgede, teröristlerin Yüksekova ana karargahı bulunuyordu. İlçenin bütünü, son iki gün içinde temizlenen bu 4’üncü bölgedeki merkezden yönetiliyordu.

Bu aşamadan sonra, yani ana karargahın imha edilmesinin ardından, geriye kalan 5 sektörde öncekilerden daha hızlı mesafe alınacağı tahmin ediliyor.

Yüksekova’nın giriş ve çıkışlarının, yakın geçmişte mücadele verilen ilçelere oranla daha sıkı kontrol ediliyor olması da hızlı yol alınmasında önemli bir etken.

Bütün bunlara rağmen, bölgeden gelen bilgiler, Yüksekova’nın tam olarak temizlenmesinin Nisan ayı sonunu bulacağını haber veriyor.

Ve Nusaybin...

Malum, Mardin’in Nusaybin İlçesi, tarihi İpek Yolu üzerinde, Suriye sınırına paralel uzanan bir konuma sahip.

Nusaybin ile Suriye’nin Kamışlı İlçesi’ni E-90 Karayolu ayırıyor. Yol üzerinde geçmişte bayramlaşmalarda açılmasıyla hatırladığımız sınır kapısı da var.

Dümdüz bir arazi sınır bölgesi...

Ve uzun....

Nusaybin’deki operasyonların zorluğu da bu yakınlık ve dolayısıyla geçişkenlikten kaynaklanıyor. (Kamışlı’nın, PYD’nin Suriye’deki ana üslerinden biri olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.)

Ama daha da önemlisi, örgüt, Silopi, Cizre, Sur ve İdil’deki çatışmalarda mevzi kaybetmeye başlamasıyla birlikte Nusaybin’e özel bir hazırlık yaptı.

Sınır ilçesinin neredeyse her yanı, El Yapımı Patlayıcılar (EYP) ile tuzaklandı. Yıllarca mayınlardan temizlenmesi için çalışılan Türkiye - Suriye sınır hattına sadece birkaç yüz metre mesafedeki evler halen mayın tarlası gibi.

Bu yüzden de Nusaybin’in temizlenmesi, Yüksekova’dan çok daha uzun sürecek gibi görünüyor.

Hayati karar geçen ay alındı

Bu arada önemli bir not...

Geçen ay, 9 Mart 2016 tarihinde Ankara’da yapılan Savunma Sanayii İcra Kurulu (SSİK) toplantısında alınan kritik bir karar var.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, ‘acil alım’ kararı çıktı. Bu da demek oluyor ki, bölgedeki mücadelenin gidişatına göre güvenlik kuvvetlerinin ihtiyaç duyacağı her türlü silah ve teçhizat, ihaleye çıkılmasına gerek olmaksızın tedarik edilebiliyor.

Emniyet, Jandarma ve Genelkurmay’ın talep ettiği ihtiyaç listesi, eksiksiz ve en süratli şekilde piyasadan temin ediliyor.

Yani bu konu, siyasete malzeme olacak noktadan çoktan çıkmış durumda.

Yazının devamı...

ABD'den iki önemli not

“Henüz resmi bir randevu belirlenmiş değil ama Cumhurbaşkanımız ile Başkan Obama’nın baş başa bir görüşme yapmama ihtimali neredeyse sıfır.”

Bu ifadeler, Cumhurbaşkanı’nın yakın çalışma arkadaşlarından birine ait.

***

Geçen hafta Salı günü, özel uçak TC-TUR ile Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) giderken, yolda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kurmaylarıyla sohbet etme imkanı bulduk.

İstanbul - Washington DC yolunda konuştuğumuz Cumhurbaşkanı yetkililerinden biri, Obama - Erdoğan görüşmesinin gerçekleşeceğinden ne denli emin olduğunu yazının başındaki sözler ile ifade etti.

“İkili görüşme ihtimali neredeyse kesin ama henüz teyitli olmadığı için resmen bir şey söyleyemiyoruz” diyen yetkili, ABD seyahatinin sadece bu görüşme üzerinden değerlendirilmesine de tepkiliydi:

- Neymiş efendim Obama görüşmek istemiyormuş, randevu vermeyecekmiş vs... Bizde bir kesimin bu, kendi ülkesini küçük görme alışkanlığı inanılır gibi değil gerçekten. Dediğim gibi, ikili görüşmenin olmama ihtimali neredeyse sıfır ama velev ki olmadı, ne olacak? Çok mu önemli? Zaten Nükleer Güvenlik Zirvesi toplantıları sırasında bir buçuk günü bir arada, aynı ortamda geçirecekler. Beyaz Saray’da akşam yemeğinde de bir arada olacaklar. Her şekilde görüşecekler zaten.

“Öyle tabii ama ikili görüşme, daha önemli ve dikkat çekici değil mi sizce de? Yani baş başa bir randevunun önemsenmesi doğal değil mi” diye soruyorum.

Gelen cevap şu oluyor:

- Dikkat çekici olabilir elbette ama iki devlet başkanı zaten istedikleri zaman telefonla görüşüyorlar. İletişim kanalları sürekli açık. Benim söylediğim, daha doğrusu rahatsız olduğum, bu konunun adeta bir aşağılık kompleksine dönüştürülmesi. Türkiye bir üçüncü dünya ülkesi mi ki, ABD Başkanı ile Cumhurbaşkanı’nın görüşmesi bu kadar büyük bir olay olsun? Biraz farkında olalım ülkemizin ağırlığının, büyüklüğünün. Yani Obama - Erdoğan görüşmesi, evet haberdir fakat böyle bir görüşmenin bu ziyaret sırasında yapılmaması bir felaket ya da Türkiye adına bir başarısızlık falan olmaz.

Erdoğan’ın özel hazırlığı

O çok konuşulan ikili görüşme, Obama’nın zirveye katılan liderlere Beyaz Saray’da verdiği yemeğin ardından gerçekleşti.

ABD Başkanı Erdoğan ile yaptığı özel görüşmenin bir gün sonrasında, Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin sonunda bir basın toplantısı düzenledi.

Obama’nın o basın toplantısında Cumhuriyetçi Başkan Adayı Donald Trump için sarf ettiği “Dış politikayı bilmez, dünyayı tanımaz” sözleri Amerikan haber kanalları tarafından flaş haber olarak verildi.

Barack Obama aynı basın toplantısında, Türkiye’deki basın özgürlüğü ve demokrasi hakkındaki görüşlerinin sorulması üzerine, ‘bu alanlarda bazı sıkıntılar gördüğü, bazı eğilimlerden rahatsız olduğu, bu konuları doğrudan söylediği ve öneride bulunmaya da devam edeceği’ yanıtını verdi.

Amerikan Başkanı’nın bu açıklaması, bir akşam önceki baş başa görüşmede bu konuları gündeme getirdiği ve Erdoğan’a uyarılarda bulunduğu şeklinde algılandı.

Durumun böyle olmadığı, Obama’dan 5 saat kadar sonra ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan’ın gezisini takip eden biz gazetecilerle buluşmasında...

Erdoğan, basın özgürlüğü konusunda yurt dışında karşısına çıkabilecek sorulara cevap niteliğinde detaylı bir dosya hazırlatmıştı.

Cumhurbaşkanı’nın dosyasında sadece Türkiye’deki bazı yayın organlarında yer almış kendisine yönelik hakaret içeren başlıklar bulunmuyordu. Aynı zamanda ABD ve Avrupa liderlerine hakaret ya da küfür edenlere o ülkelerde verilen cezaları da içeriyordu o dosya.

“Obama dün akşam bana bu konuda bir şey söyleseydi, alacağı cevap bu dosya olacaktı ama bu konuyu açmadı” dedi Erdoğan.

Yazının devamı...

‘O tür bir açıklama yapmasına üzüldüm’

Barack Obama’nın ‘basın özgürlüğü konusundaki kendisine rahatsızlıklarını iletip tavsiye verdiği’ yönündeki açıklamalarına Cumhurbaşkanı Erdoğan net sözlerle cevap verdi: “Gıyabımda o tür bir açıklamaya üzüldüm. Bana o türden bir şey söylenmiş değil. Basın yerine, karşılıklı konuşmanın faydalı olacağını daha önce konuşmuştuk”


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ziyaretinin son gününde Washington yerel saatiyle Cuma günü 22:30’da Washington Büyükelçiliği Rezidansı’nda beraberindeki gazetecilerin sorularını yanıtladı. Washington’da gerek devlet, gerek hükümet başkanları, gerek Cumhuriyetçi gerekse Demokrat kanaat önderleriyle ikili görüşmeler yapıldığını kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’nın “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokratik bir süreçle üst üste seçildiğine şüphe yok. Ama basına karşı benimsedikleri yaklaşımın, Türkiye’yi çok rahatsız edici bir yola sürükleyebileceğine inanıyorum. Ve onlara tavsiyede bulunmaya devam edeceğiz. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söyledim. Ona, göreve demokrasi vaadiyle geldiğini ve Türkiye’nin tarihsel olarak modernlik ve açıklıkla yan yana yer alan derin bir İslam inancının yaşandığı bir ülke olduğunu hatırlattım” sözlerine de yanıt verdi. Gazetecilere basında kendisi aleyhine atılan başlıklardan oluşan Power Point sunumunu gösteren Cumhurbaşkanı, o soruyu şöyle yanıtladı:

- Obama görüşmesinin detaylarını sizden alabilir miyiz? Öncelikle, Obama’nın zirvenin sonunda basın toplantısında bir soru üzerine söylediklerini sormak istiyoruz. Sizinle birçok alanda verimli ortaklıkları olduğunu değindikten sonra basın özgürlüğü ve demokrasi konularında eleştirilerini dile getirdi. Bunları size de bizzat ifade etmiş olduğunu söyledi. Değerlendirmeniz nedir?

Değerli arkadaşlar, gıyabımda o tür bir açıklama yapıldığını duyunca üzüldüm. Ama şunu söyleyeyim: Sayın Obama’yla görüşmemizde sorduğunuz konular gündeme gelmedi. Bana o türden bir şey söylenmiş değil. Kaldı ki bizler daha önceki telefon görüşmelerimizde, basın üzerinden konuşmak yerine, karşılıklı konuşmanın daha faydalı olacağını da konuşmuştuk. Brookings Enstitüsü’ndeki konuşmamda da belirttiğim gibi eleştiri ile hakareti birbirinden ayırmak lazım. Burada kanaat önderleriyle buluşmamda, kendilerine bunu örneklerle izah ettim. Türkiye’deki bazı gazetelerde, Cumhurbaşkanı için ‘katil, hırsız’ biçiminde manşetler atılıyor. Başlıklarda tehditler savruluyor. Bu hakaretleri yapan gazeteler ve dergiler, halen yayın hayatına devam ediyor. Türkiye’de iddia ettikleri türden bir diktatörlük olsa, o tür yayınlar nasıl yapılabilir? Hakaret ve tehdide Batı’da da müsaade edilmez. Daha geçenlerde Obama’yı faceebook üzerinden tehdit eden biri tutuklandı, tutuklu yargılanıyor. Merkel’e Almanya’da biri benzer bir şey yaptı, yine ceza aldı. ABD yasaları başkana tehdidi 5 yıla kadar hapisle, yüklü tazminatla cezalandırıyor. Hakaret veya tehdit nedeniyle cezalandırma örnekleri, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerden de verilebilir. Hakaret ve tehdit, basın özgürlüğü ya da eleştiri diye değerlendirilemez. Obama, görüşmemizde bu konuları gündeme getirmiş olsaydı, tüm bu örnekleri önüne koyar, bunları ona da söylerdim.

‘Üst akıl Türkiye üzerine oynuyor’

- ABD yönetimi kendi ülkesindeki bariz olaylara rağmen benzeri örneklerde niçin Türkiye’ye karşı ısrarla basın ve ifade özgürlüğü konusunu bir baskı unsuru olarak kullanıyor?

Bu salonda sizden önce kendileriyle bir araya geldiğim kanaat önderleriyle de -Brookings Enstitüsü’nde yaptığım üzere- Adalet Bakanlığımızın açıklamasını paylaştım. Dinlediklerinde, aslında söyleyecek sözleri kalmıyor. Ama dediklerinden farklı bir söz de söyleyemiyorlar. ‘Ülkenin cumhurbaşkanı bunların çoğunun terörle bağlantılı olduğunu açıklıyor, peki bu durumda biz neyi savunuyoruz’ diyemiyorlar. Üst akıl dediğim olay da bu zaten. Üst akıl, Türkiye üzerinde oyun oynuyor. Türkiye’yi bölmek, parçalamak güçleri yeterse yutabilmek. Türkiye olarak nice zamandır terörizmle mücadele halindeyiz. Ülkemiz terör saldırılarına maruz kalıyor, operasyonlar yapıyoruz. Operasyonları da halkımızın güvenliği, ülkemizin huzuru ve birliği için yapıyoruz. Son olarak Diyarbakır’da 7 kardeşimiz şehit oldu, evlatlarımız şehit oldu. Ama burada konuştuklarımızdan Türkiye’deki terör saldırılarına değinenler sadece bir iki kişi. Lahor’a değinen de sadece bir kişi oldu. Diğerlerinin tümü sadece Paris ve Brüksel’deki saldırıları konuşmakla yetiniyor. Halbuki biz terör nedeniyle 40 bin can kaybı yaşamış bir ülkeyiz. Bunun adeta görmezden gelinmesi kabul edilemez. Kaldı ki mesela Belçika’daki son olay öncesinde, ‘Bu adam teröristtir’ diye uyarmışız. Ama onlar adamı serbest bırakmışlar. Sonra da malum saldırı yaşanmış. Hakeza, Özdemir Sabancı’nın katillerinden Fehriye Erdal’ın Belçika’dan iadesini istiyoruz; ama yıllardır vermiyorlar. Oralarda halen elini kolunu sallaya sallaya serbetçe dolaşabildiği, geçenlerde bir haber kanalı tarafından da görüntülendi.

‘Telefonda İsrail’e şartları hatırlattım’

- İsrailli mevkidaşınız ile geçenlerde bir telefon görüşmeniz oldu. İlişkilerin normalleşmesi ve büyükelçiliklerin açılması ne zaman gerçekleşir?

Taksim’deki olay insani ve vicdanı bir olaydır. Bu çerçevede gerek ülkemizdeki Musevilerin hahambaşı olan Hahambaşı Haleva, gerek Yahudi Cemaatinin başı olan İbrahimzade ile görüştüm, başsağlığı dileğini ilettim. İsrail Cumhurbaşkanına yazılı bir taziye mesajı göndermiştim. Kendileri telefonla döndüler, o görüşme o şekilde gerçekleşti. Telefon görüşmesinde, İsrail’le ilişkiler konusundaki üç şartı hatırlattım. Birincisi özür: bunu gerçekleştirdiler. İkincisi tazminat: Verilen bir rakam var, bunun İsrail açısından sorun olmayacağı söyleniyor. Üçüncüsü de Gazze’ye ambargonun kaldırılması: Filistin’de Gazze’de ciddi elektrik sıkıntısı var, bunun giderilmesine müsaade edilmeli. Görüldüğü kadarıyla olumlu yaklaşıyorlar. Hakeza, su sıkıntısı da giderilmeli. Bunun için denizden su temini için arıtma tesisi kurulabilir; bunun sondajının yapılması, şebekesinin kurulması lazım. Orada okul, hastane gibi yatırımlar da yapılmalı. Tüm bunlara olumlu bakıyorlar. İnşaat malzemeleri, gıda, ilaç vs.’nin naklinin Türkiye üzerinden olmasını istiyorlar. Bunların aşılması, diplomatik temasları da, ikili ticari temasları da beraberinde getirecektir. Özellikle enerji, doğal gaz konusu önemli. Bunda onların da ülkemizin de Avrupa’nın da menfaatleri söz konusu. Temennimiz aklı selimin hakim olmasıdır. Washington’da görüştüğüm Musevi cemaatinin temsilcilerine de bunları anlattım. Ayrıca Harem-i Şerif’e yönelik ihlallerin durdurulması hususunu da dile getirdim. Onlar bu tür haberlerin dezenformasyon olduğunu ileri sürdüler. Biz de elimizde bilgiler olduğunu, dolayısıyla ihlallerin durdurulması hususunda yardımcı olmalarını söyledik.

ERDOĞAN İLK KEZ AÇIKLADI: ‘DAİŞ’e karşı 1800 isim verdik 600 daha vereceğiz’

- PYD konusunda, YPG konusunda ABD Türkiye’nin bakışında farklılık var. Washington’daki ziyaretinizde, bu konu nasıl gündeme geldi? ABD, Türkiye’nin istediği yöne doğru yaklaşıyor mu?

Şunu açık ifade etmeliyim ki, PYD ve YPG konusunda ilk zamanlara kıyasla daha iyi bir noktadayız. Obama, Kerry, Biden ile yaptığımız görüşmelerde Türkiye’nin güneyinde PYD/YPG yapılanmasına izin vermeyeceğimizi söyledik. O bölgede DAİŞ’le mücadele için ABD’ye 1800 isim verdik, 600 isim daha vereceğiz. Bunlar yetişmiş insanlar; bir kısmı Arap bir kısmı Türkmen. Bu insanlar şu anda mücadele için her şeye hazırlar. Dolayısıyla ABD’nin artık bahanesi söz konusu olamaz. Zira karada her şeylerini ortaya koyan bahsettiğimiz insanlar, orada bizim için varlar. Bunlar, DAİŞ ve diğer terör örgütlerine karşı her türlü desteği vermeye hazırlar. Ilımlı muhalifler bunlardır. Biden ile de Kerry ile de konuştuk; onlar da bir PYD devletine müsaade etmeyeceklerini söylüyorlar. Bu ifadeyi Kerry ve Biden da kullandığına göre diyecek bir şey kalmıyor. O bölgede farklı bir yapılanmaya tevessül eden olursa kararlılığımız bellidir.

‘DAİŞ Musul’a 5 bin kişiyle hükmediyor’

- Obama ile Suriye’de bundan sonra neler yapılabileceğini konuşurken, uçuşa yasak bölge, güvenli bölge konuları da gündeme geldi mi?

Geldi. G 20’deki görüşmemizde Suriye sınırları dahilinde 98’e 45 kilometrelik bir alanı terörden arındırılmış güvenli bölge ilan edilebileceğine değinmiştik. Dün akşam kendisine söyledim: ‘O bölgeyi illa o ölçülerde tutmak şart değil, daha da büyütmek mümkün’ dedim. ‘O bölgede gelin 500’er metrekarelik alanlar içinde konutlar yapalım; gerek Suriye’deki insanların gerekse ülkemizdeki mültecilerin oralara yerleşmelerini sağlayalım’ dedim. Bu konuyu Merkel’e de açtığımı söyledim. Ne var ki damağa değecek bir şey varsa hiçbiri buna yanaşmıyor. Bir 3 milyar Avro, daha sonra bir 3 milyar Avro daha denildi. Peki geldi mi? Gelmedi. Zaten, ‘ba’de harabi Basra’, gelse ne olur? Bunlar zamana oynuyorlar. Ancak bakıyorum bu işi ciddiye alıyoruz. Biz 10 milyar doları para gelecek diye mi harcadık? Nitekim gele gele 450 milyon dolar geldi. O da donörlerden geldi. Mültecilerle ilgili olarak ABD’yle, koalisyon güçleriyle birlikte çalışarak gereken adımları atmamız lazım. Mesela 2,5 milyonluk nüfusa sahip olan Musul’a DAİŞ 5 bin kişiyle hükmediyor. Bizler, 5 bin DAİŞ’liyi halledemiyor muyuz? Bunu Obama’ya söyledim. Bu işi halledersek, orada yeni bir süreç başlar; Musul halkı kendini bulur. Etraftaki Ramadi, Ambar gibi vilayetlerdeki halk da Musul’u örnek alarak kendilerini bulabilirler. Yeter ki onlara güç verelim, destek verelim. Mesela Peşmergeler, bir güç buldular DAİŞ’i Sincar’dan derdest ettiler.

- Türkiye’nin Musul’u kurtarma harekatına katılması söz konusu mu?

Başika ile Musul’un arası 30-40 kilometre. Başika için, ‘bizi koruyor’ diyor oradaki kardeşlerimiz. Musul’dan Başika’ya saldırıyı yaptı DAİŞ onun üzerine bu adımlar atıldı.

‘Rusya temsilci bile göndermedi’

- Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerde son durum nedir? Rus tarafından yumuşama sinyalleri geldiğinden söz ediliyor. Yeni bir gelişme söz konusu mu?

Temenni ederiz ki bahsettiğiniz türden yumuşamalar olur ve aramızdaki sıkıntıları aşarız. Ancak henüz o noktada değiliz. Rusya, Washington’daki Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne alt düzeyde bir temsilci bile göndermedi. Burada Rusya hiç yoktu.

PARALEL CEVABI: ‘Tekrar etmeye gerek görmedim’

- Paralel yapının başı ABD’de yaşıyor. Bu mevzu gündeme geldi mi görüşmelerde?

Bu akşam kanaat önderleriyle konuşurken gündeme getirdim. Sayın Obama’yla görüşmemde gündeme getirmedim. Daha önce birkaç kez söylediğim için tekrar söylemeye gerek görmedim. Arkadaşlarımız, Kerry ve Biden’a müteaddit defalar söylediler de zaten.

- Genelkurmay Başkanlığı, bir takım iddialar üzerine, paralel sızmalara ve paralel kalkışmalara asla izin verilmeyeceğini açıkladı. Bu konudaki değerlendirmeniz?

Türk Silahlı Kuvvetleri en güzel cevabı vermiş. İlave söze gerek yok!

Yazının devamı...

Erdoğan THY’den ne istedi?

İstanbul’dan, tam 11 saat 15 dakikalık kesintisiz bir uçuşun sonunda indik önceki gün Amerika Birleşik Devletleri’ne.

Başkent Washington DC’de Andrews Hava Üssü’ne inen özel uçak TC-TUR’da, gökyüzündeki gündem futbol ve Türk Hava Yolları’ydı.

Anlatayım...

Maç daveti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılacağı ABD ziyaretini, resmi heyet ile birlikte seyahat eden tam 26 gazeteci izliyoruz. Medya temsilcisi katılımı rekor seviyede...

Yolda, seyahatin son birkaç saatine girildiğinde, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Lütfullah Göktaş’ın, “Beyefendi sizleri ön tarafa, maç seyretmeye davet ediyor” anonsuyla hareketlendik.

TC-TUR’daki internet bağlantısı vasıtasıyla, Avusturya - Türkiye A Milli futbol hazırlık karşılaşmasının ilk yarısını izledik hep birlikte. Yayında zaman zaman yaşanan kesintilere rağmen, Hakan Çalhanoğlu’nun nefis frikik golünü canlı izleyip, birlikte sevindik.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ile Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in yanı sıra Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanlarından iki eski sporcu, Hamza Yerlikaya ile Hidayet Türkoğlu da uçağın toplantı salonunda maç izleyenler arasındaydı.

Bir Erdoğan klasiği

Milli maçı seyrederken, THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı ile yan yanaydık.

Gökyüzünde, uçağın içindeydik ve bu durumda ev sahibimiz Aycı’ydı. O da bu sorumluluk hissiyle yayındaki kesintiden, oturma düzenine kadar her türlü detayla bizzat ilgileniyordu.

Bir ara Cumhurbaşkanı İlker Aycı’ya dönüp, “Superman v Batman filmine sponsor olmak olumlu sonuç verdi mi, yolcu sayısında artış oldu mu” diye sordu.

THY Yönetim Kurulu Başkanı, tepkilerin çok olumlu olduğunu, yolcu sayısına yansıması ile ilgili net sonuçların ise bu yıl sonuna doğru ortaya çıkacağını anlattı.

THY uçaklarında business class yolcularına verilen küçük çantalar da, Superman v Batman logosunu taşıyor artık.

Cumhurbaşkanı bu çantalardan birini alıp açtı. Çantada, yolculuk sırasında ihtiyaç duyulabilecek birkaç parça eşya var. Diş temizlik seti tarak, çorap, kulak tıkacı vb...

“Bunlara ayrıca para vermiyorsunuz değil mi” diye sordu İlker Aycı’ya dönüp.

Aycı, “Bir kısmı sponsorluk, bir kısmını alıyoruz” yanıtını verince, “Parayla almayın, firmaların hepsine sponsor olacağı şekilde ayarlamak için bir çalışma yapın” dedi.

Çocuk indirimi

İlker Aycı, sohbetin devamında, süper kahramanların özellikle çocukların ilgisini çektiği, THY’nin de daha ‘çocuk dostu’ bir hava yolu olmak için çalıştığını anlattı.

Erdoğan da bu pası hemen gole çevirdi:

“Üç çocuğa özel bir promosyonunuz var mı İlker Bey?”

Salondaki gülüşmeler üzerine Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri, sorusunun espriden ibaret olmadığını gösteriyordu:

“Bilet fiyatlarında çocuk indirimi oranını artırın ki aileler, çocuklarıyla rahat rahat uçakla seyahat edebilsinler. İnsanlar sadece çocuklarından birini alıp gidecek değil. Mesela üç çocuklu bir ailenin bilet masrafı çok yüksek olabilir. Bu durumu gündeminize bir alın, üzerinde bir çalışın bakalım.”

Bu sohbetin sonunda salondan, ben - üç çocuk sahibi bir baba olarak - gülümseyerek ayrılırken, İlker Yağcı, başını kaşıyarak düşünmeye başlamıştı bile...

Yazının devamı...

Erdoğan’ın ABD gündemi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington DC’ye gidiyor.

Siz bu yazıyı okurken, biz Cumhurbaşkanı’nın ziyaretini izlemek üzere resmi heyet ile birlikte okyanus ötesine doğru yolda olacağız.

Erdoğan’ın Washington’u sebebi ziyareti, Nükleer Güvenlik Zirvesi ama artık hepimizin alışık olduğu şekilde, Türkiye gündemini de yanımızda götürüyor olacağız.

Terörle mücadeleden iç siyasetin sıcak başlıklarına, uluslar arası gündemden sınırlarımızda var olan duruma kadar hemen her konuda açıklamalar gelecek Cumhurbaşkanı’ndan bu seyahat sırasında da.

***

Terör; Washington DC’deki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin de gündeminde olacak.

Nükleer terörizm tehdidine karşı küresel mücadele önemli başlıklardan biri.

Nükleer ve radyoaktif maddelerin muhafazasında güvenliğin güçlendirilmesi ve bu konudaki uluslar arası işbirliğinin artırılması gündemdeki diğer konu olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirve kapsamında yapacağı ikili görüşmelerde, gündemini nükleer terörizm tehdidi ile sınırlı tutmayacak. Son dönemde Paris, İstanbul, Ankara ve Brüksel’de meydana gelen terör saldırılarını yine gündeme getirecek olan Erdoğan, tüm dünyaya “Terör ile çifte standartsız ve samimi şekilde hep birlikte mücadele edilmesi gerektiği” yönündeki çağrısını yineleyecek.

***

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ziyaretinin son gününde Maryland Eyaleti’nde, Türk - Amerikan Kültür ve Medeniyet Merkezi’nin resmi açılışını da yapacak.

Birleşik Devletler’deki ilk Türk - İslam Kültür Merkezi olma özelliğini de taşıyan külliyede yer alan caminin içinden fotoğraflar gönderdi ABD’de yaşayan bir arkadaşım...

Yazının devamı...

Et C’Est Quoi Cela? *

Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington DC’de, Beyaz Saray’ın bayrağı yarıya indirildi.

Fransa’nın başkenti Paris’te, Eiffel Kulesi Sarı - Kırmızı - Siyah renklerde ışıklandırıldı.

Almanya’nın başkenti Berlin’de, Brandenburg Kapısı da aynı renklere büründü.

İtalya’nın başkenti Roma’da, Trevi Çeşmesi de...

Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da, Kraliyet Sarayı da yine Belçika bayrağını oluşturan üç renk ile aydınlatıldı.

Fransa’nın Lyon kentinde Adliye Sarayı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde Dubai’nin sembollerinden Burj Khalifa binaları da...

***

Özetle...

Dünya, özellikle de Avrupa, Brüksel’in yasına ortak oldu.

Terörün vurduğu Belçika’nın yanında durdu, Belçikalılar’ın acısını paylaştı.

Bu alkışlanacak, övülecek bir tavır, takdire şayan bir duruş.

***

Alkışlıyoruz, takdir ediyoruz ama aslında ‘olması gereken’ bu.

Ve fakat herkes için geçerli olmuyor işte o ‘olması gereken’.

Avrupa’nın böyle insanî bir tavırda bile çifte standart içinde olmasını anlamak mümkün mü?

Ankara’da, İstanbul’da hayatını kaybeden masum siviller için gösterilmeyen hassasiyet, Brüksel’dekilerden esirgenmiyor.

Bu durum nasıl izah edilebilir çok merak ediyorum.

Acının yerine göre mi insanız?

Kan, döküldüğü topraklara göre mi anlam ya da değer kazanıyor?

Ölene; kimliğine göre, mensup olduğu dine göre mi üzülüp saygı duyacağız?

Terör gözetiyor mu böyle bir ayrım?

Yaşıyoruz, görüyoruz işte.

***

Paris için, Brüksel için sergilenen duyarlılığı, söz konusu Türkiye olduğunda görememek bize ne düşündürmeli?

Ne hissetmeliyiz bu durumda?

Sorum, Avrupalı dostlarımıza...

Sadece kendimden örnek vereyim.

Charlie Hebdot saldırısı olduğu gün, Paris katliamları yaşandığı gün Fransız arkadaşlarını arayıp başsağlığı dileyen ben...

İstiklâl Caddesi’nde hayatını kaybeden İsrail vatandaşları için Tel Aviv’deki dostlarını arayıp acılarını paylaştığını söyleyen ben ne hissetmeliyim acaba?

Şimdi sorsam, ne cevap verir acaba mesela o Fransız arkadaşım bana?

***

Batının tavrı böyle olursa, biz nasıl karşı çıkacağız Paris’e, Brüksel’e kerhen üzülüp, “Başlarına gelsin ki, onlar da anlasın” diyenlere?

Nasıl savunacağız, küresel terörün yarattığı dramın, sadece yaşayanların değil, hepimizin ortak acısı olduğunu?

Şimdi karşıma geçip; “Bak görüyor musun, onlar bizim için üzülmüyor, ben onlar için neden üzüleyim” diyene ne cevap vereceğim ben?

* Peki ama bu ne? (Fransızca)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.