Şampiy10
Magazin
Gündem

Şiddet, sistem ve HDP!

Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyaman mitinginde sevgiden söz etmiş, “Sakın ha, dargınlık, kırgınlık yok” demiş.

Bir kez daha “Birbirimizi Allah için sevdiğimizi, yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmemiz gerektiğini” söylemiş.

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de “İlkemiz yurtta barış, dünyada barış” diyor.

Adayların hepsi barıştan, sevgi etrafında birleşmekten söz ediyorlar.

Bunlar, kavgadan, terörden bıkmış bir topluma umut veren açıklamalardır. Ancak…

Aynı konuşmaların devamında veya hemen arkasından gelen konuşmada rakip adayların birbirlerine karşı sert açıklamaları var.

Bir siyasi yarışta adayların rakiplerine yüklenmesi, zayıf taraflarını ortaya koyması doğaldır ama bu rekabet söylemleri topluma yanlış örnek olacak boyutta bir sertliğe varmamalıdır.

Sistem meselesi

Millet İttifakı’nı oluşturan partiler “güçlü parlamenter sisteme dönüşü” sağlayacak restorasyon sürecinin yol haritasını seçim öncesi açıklayacaklarını bildirdiler. Bu sisteme dönüş, liderlerin veya adayların isteğiyle mümkün değildir.

Tekrar Anayasa değişikliği gerektirdiği için “parlamento çoğunluğunun kararı” söz konusudur.

Burada 2 ihtimal var: parlamentoda 5’te 3 çoğunlukla kabul olursa referandum yapılması gerekir.

Referandum yapmadan kabul edilmesi için Meclis’te 3’te 2 çoğunluk, yani 400 milletvekili sistem değişikliğini kabul etmelidir. Eğer bu değişiklik yapılabilirse o takdirde “2017’de kabul edilen cumhurbaşkanı yetkileri” başbakan ve bakanlara devredilecektir. Seçilecek cumhurbaşkanının yetkilerini “yeni Anayasa’ya göre” kullanması gerekir.

Açıklanmalı

Bu durumda, seçilecek cumhurbaşkanı yeniden “partiler üstü ve sembolik” konumuna dönmeyi peşinen kabul etmelidir.

Seçim sürecinde verdikleri vaatler de ancak hükümet tarafından kabul görürse gerçekleştirilebilir.

Türkiye dışında benzeri olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin “bütün gücü seçilecek cumhurbaşkanında toplamak” gibi bir sorunu vardır.

Diğer tarafta parlamenter sisteme dönüşün de yukarda anlattığım zorlukları vardır. Bunu yol haritası yapacak parti ve adaylar, en kısa zamanda “ortaya çıkacak tablo için ne düşündüklerini” seçmene açıklamalıdırlar.

Hdp’nin durumu

Erdoğan, HDP üzerinden CHP’ye yükleniyor. CHP’nin HDP’yi desteklediğini, oysa HDP’lilerin ve belediyelerinin açıkça PKK’ya destek verdiğini söylüyor.

Bugün cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş “PKK ile organik bağlarının olmadığını” söylese de yakın geçmişte bu bağı gösteren olaylar yaşandığı biliniyor.

Demirtaş’ın 7 Haziran seçimi öncesi verdiği sözler tutulmamıştı.

Bu durumda, seçmenin yanılmaması için HDP ve Demirtaş daha net açıklamalar yapmalı, CHP de bunlar yapılana kadar mesafesini korumalıdır.

İki gün önce PKK saldırılarında 4 genç şehit verdik, bu konu da karanlıkta kalamayacak konuların başında geliyor.

Yazının devamı...

Bitmeyen FETÖ tartışmaları!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine “AKP’yi kurmadan önce Gülen’den icazet aldın mı” diye soran İnce’ye 100 bin TL’lik tazminat davası açtı.

“İddianı ispatlamazsan namertsin” dedi. İnce, buna karşılık “İspatlamazsam namerdim… 24 Haziran’dan sonra açıklayacağım” cevabını verdi.

Burada önce iddianın sahibinin 24 Haziran seçimini beklemeden milletin önünde sözlerini açıklaması gerekir.

Nasıl ki iktidar partisinin “manifestosunda veya seçim beyannamesinde yaptığı vaatlerin hiç değilse bir kısmını” hemen uygulamaya koyması beklenirse, böyle bir iddianın da seçim öncesi açıklanması beklenir.

Yakın korumalar…

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi, milletin Meclis’ine bombaların atıldığı, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, binlercesinin tutuklandığı büyük bir olaydır.

FETÖ’nün “devlet kurumlarına bir virüs gibi sızdığı” bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanmıştı.

Bu kurumlar arasında Emniyet’ten TSK’ya, yargıdan bakanlıklara valilere, 81 ilin belediye başkanlarının büyük çoğunluğuna, Diyanet’ten eğitim ve sağlık kurumlarına kadar devletin en hayati kurumları ve görevlileri var. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 14 Nisan 2017’de bir canlı yayında “FETÖ’nün siyasi yapılanmasına” değinmişti.

“MHP’de de Gülen hareketiyle ilgili vekiller olduğunu, bunları bildiğini” söyledi. O vekiller için bir soruşturma yapıldı mı, bunu bilmiyoruz.

Devletin bütün kurumlarına, bakanlıklara, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koruma polislerine kadar sızan FETÖ’nün siyasi partilere sızmamış olması mümkün değildir.

Siyasi ayak!

SP Lideri Temel Karamollaoğlu ve diğer muhalefet liderleri, cumhurbaşkanı adayları “FETÖ’nün siyasi ayağı” konusuna propaganda konuşmalarında yer veriyorlar.

Başbakan Yıldırım’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı yok” açıklaması seçmen açısından yeterli değildir. Bu durumda Ak Parti’nin, Gülen’le ilişkisi olan vekilleri açıklayıp, tekrar aday gösterilmeyeceklerini, yargının da gerekeni yapacağını açıklaması ona oy kazandırırdı. Böyle bir adımın, FETÖ ile mücadelenin inandırıcılığı açısından biz kazanç olacağına şüphe yoktur.

Beraate engel ne?

Sözcü gazetesi sahibi Burak Akbay ile 3 kişinin yargılandığı davada yine beraat kararı çıkmadı. Fehmi Koru, Burak Akbay hakkında tutuklama ve yakalama kararına sebep olan ifadelerinin “yalan üzerine kurulu” olduğunu, tamamen kafasından uydurulduğunu açıklamasına rağmen karar değişmiyor.

Duruşma Kasım ayına bırakılarak tutuksuz 2 sanığın şüpheli, Burak Akbay’ın ise suçlu konumunda 5 ay daha cezalandırılması sağlanıyor. Bu şekilde hukuka-yargıya güvenin kaybolmasını sağlayan davalar Balyoz-Ergenekon sürecindeki haksızlıkları hatırlatmaktadır. Hakimlerin, kendini vatandaşların yerine koyarak “bu durumda yargıya güvenin nasıl oluşacağı” sorusunu sormaları gerekiyor. Zira verdikleri kararlar yabancı yatırımcıları bile etkilemekte, yalnız haksızlığa uğrayanlara değil, ülkeye de zarar vermektedir.

Yazının devamı...

Seçim güvenliği ve gözlemciler!

Seçimler için yapılan ve ciddi değişiklikler içeren yeni seçim yasası seçmende endişe yaratıyor.

Halihazırda, bugüne kadar yaşanmış olan ve seçim güvenliği hakkında soru işaretleri yaratan olayların artması endişesini dile getiren seçmen az değil.

Bunlar arasında “sandıkların evlere gönderilmesi” veya YSK’nın 144 bin seçmeni etkileyecek sandık taşıma kararı en çok tartışılanlar arasında…

Sandık birleştirme örneğin Van’da 10 ilçede 224 sandığın birleştirilmesine neden olacak.

Aynı binada oturan seçmenlerin her zaman oy kullandıkları sandıklar yerine farklı sandıklara dağıtılması da “açıklaması olmayan” kararlardan biri.

Seçim sandıkları başına “kolluk kuvveti çağrılabilmesi” seçim sonucunu etkileyecek sorunlar çıkarabilir.

YSK sorumlu

Yüksek Seçim Kurulu, her ülkede “seçimlerin en güvenli şekilde yapılmasından” sorumludur.

Bugün hala “trafoya giren kedi” olayına veya “mühürsüz oyların geçerli sayılması” kararına kabul edilir bir açıklama getirmeyen YSK’nın tarafsızlığı tartışılmaktadır.

Bunlar AB’den seçimleri izlemeye gelen heyetler tarafından vurgulandı, güvensizlik yaratan noktalar açıklandı.

Örneğin; AGİT, yani AVRUPA Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın 2016 referandumunu izleyen gözlemcilerinin raporları sonunda çıkan kararda:

“Halk oylamasının eşit olmayan şartlarda yapıldığı, YSK’nin son anda ‘mühürsüz oyları kabul etmesinin’ Anayasa’ya aykırı olduğu” belirtildi.

AB’den vazgeçmiyorsak…

Biz bu rapora sert tepkiler verdik, umursamadan yola devam ettik.

AGİT, buna rağmen 24 Haziran seçimlerini izlemek üzere de 350 kişilik bir gözlemci heyeti gönderiyor.

Gelen ilk grup gözlemlerine birkaç gün önce başladı.

Heyet Başkanı “Seçimi tek gün etkinliği olarak görmüyoruz. Özgür seçim yapılabilmesi için seçim öncesi süreç de önemli” dedi. Bizim önemsemiyor göründüğümüz AGİT sadece Avrupa ülkelerini değil, Rusya’dan Azerbaycan’a, Moldova’dan Kırgızistan’a, Japonya ve Avustralya’ya kadar 57 ülkeyi kapsayan önemli bir güvenlik teşkilatı.

Kurucu üyeyiz

Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, demokrasinin geliştirilmesi, insan haklarının korunması gibi misyonlarla kurulmuş. Türkiye, bu örgütün “kurucu üyeleri” arasında.

Daha şimdiden AGİT’i kötüleyen bazı gazeteler aleyhte yayına başladılar.

Eğer seçim manifestolarında “AB üyeliğinden vazgeçmediğimizi” söylüyorsak, AGİT ve diğer uluslararası kurumların uyarılarına kulak tıkayarak bildiğimizi okuyamayız. Zira -ekonomi dahil- uyardıkları diğer konular da, seçim güvenliği de Türk toplumunu yakından ilgilendirmektedir.

Türk toplumu ise küresel medeniyetin, küresel demokrasinin bir parçasıdır.

Seçimlerin güvenli olması için yapılan her çaba desteklenmelidir.

Yazının devamı...

Dış güçler olmadan!

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, geçen hafta 4.90’lara çıkan doların düşüşe geçmesinin devam edeceğini açıkladı.

Merkez Bankası’nın attığı adımlarla düşen doların alınan yapısal tedbirlerle, mali disiplinle kombine edilerek bu yönde devam edeceğini söyledi.

Ondan sonra “enflasyonla mücadelenin” başlayacağını belirtti.

Aslında ekonomistler uzun süredir bunların yapılmasının, Merkez Bankası müdahalesiyle doların düşürülerek istikrarlı bir seviyede tutulmasının önemini anlatmaktaydılar.

Devlet tasarrufu

Köprülerde ve otoyollarda bile fiyatların dolara endeksli olduğu bir ülkede dolar yükseldikçe bunlara da, ithal edilen gıdalar ve yakıta da zam gelmesi önlenemez.

Bu durumda, ekonominin düzelmesi için tasarruf önce devletten başlamalı iken hala mega projelerin devam edeceğini bildirmek ne derece doğrudur, düşünmek gerekir.

Sıkça vurguladığım gibi, ekonominin düzelmesi için sadece döviz kurunun düşmesi yeterli değildir.

İşsizlik ve yoksulluğun arttığı bir dönemde, devletin en kısa zamanda tasarruf politikasına geçmesi gerekir.

Bakanlıklardaki, TRT ve diğer devlet kurumlarındaki aşırı harcamalardan başlayarak kısıntıya gitmeyi düşünmenin zamanı gelmiştir. Sıkıştığımız her konuda sorumluluğu hep “dış güçlere” bağlamamız Batı ülkelerinde espri konusu oluyor.

Siyasi konuşmalarda Türkiye’nin “zora girme konusunda Batı’ya ihtiyacı olmadığını, bunu kendimizin başardığını” söylüyorlar.

Seçimi beklemeden!

Ekonomi Bakanı Zeybekçi 24 Haziran seçiminden sonra daha köklü reformlarla enflasyonun düşürüleceğini belirtti.

Oysa ekonomide alınacak tüm tedbirler de, bağımsız yargı ve adalet konusunda verilen sözler de seçimi beklemeden, hemen başlatılmalıdır.

Türkiye’de yatırımların duraklaması siyasi istikrar ve yargı ile yakından ilişkili ve bu seçim süreçleri o duraklamanın temel nedenlerinden biri oluyor.

Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığı, istikrarlı bir demokrasi için olmazsa olmazdır. Hangi yönetim sistemi gelirse gelsin güçler ayrılığı, özellikle yargının bağımsız ve güvenilir karar vermesi, denetim yapabilmesi sağlanmadan başarılamaz. O nedenle, “seçim sonrasını bekliyoruz” sözüne başvurmadan gereken düzenlemelere hemen başlanmalıdır.

Huzur ve güven!

Bütün partiler seçim bildirgelerini gösterişli şekilde sunuyor.

Seçmenin beklentisi ise “bu sözlerin nasıl tutulacağını” görmek…

Huzursuz, endişeli, terörden darbeye kadar üzücü her olayı yaşadığımız yıllar geçirdik, Suriye’de, Güneydoğu’da şehitler verdik.

FETÖ darbe girişiminde emir erlerine, askeri okul öğrencilerine müebbet hapis cezası verilirken FETÖ ile ilişkisi belgelenmiş isimlerin serbest olması ve hala görevlendirilmesi de çelişki yaratmıştır. Yargı, endişelere yer vermeyecek şekilde çalışmalıdır. Adalet ve güvenin seçimden önce sağlanması, sağlayanın yararına olacaktır.

Yazının devamı...

Seçim beyannameleri ve adalet!

Bütün partilerin beyannamelerinde “demokrasi, tarafsız yargı, adil hukuk sistemi” yer alıyor.

Adil hukuk sistemi önce “HSK’nın (Hakim ve Savcılar Kurulu) bağımsız üyelerden oluşmasını” gerektirir.

Hakim ve savcıları atayan kurum olduğuna göre, HSK bağımsız olduğu takdirde mahkemeler de bağımsız olabilecektir. Adil yargılanma hakkı, ancak ve sadece “evrensel ceza hukuku ilkelerine bağlı kalan mahkemeler” tarafından sağlanabilir. Her şeyden önce 12 Eylül darbesinden bu yana HSK’nın başında Adalet Bakanlarının ve müsteşarlarının bulunması bu bağımsızlığı zedeliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim beyannamesinde “bağımsız ve etkili bir yargı sistemi kurulacağından” söz ederken, bu değişikliğin yapılacağını eklese çok daha inandırıcı olacaktı.

Kılıçdaroğlu’nun sözü

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce şimdiye kadar muhalefet adayları arasında en çok ilgi gören aday durumunda. Aday gösterildiği günden başlayarak Anadolu’yu dolaşmaya çıkması, sesi kısılsa da mitinglerini sürdürmesi, yıllardır tanındığı için “doğallığı ve dürüstlüğünün inandırıcı bulunması” bu ilginin temel nedenlerinden. CHP’nin seçim beyannamesini açıklamaya Muharrem İnce ile gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında da “hukuk, bağımsız yargı, adalet” vurgusu vardı. Bu konuda ciddi eksikler olmasa bütün partiler “yargı, hukuk, adalet, demokrasi” vaatlerine bu kadar yer vermeyecekti.

Sözcü davası

Sözcü gazetesi imtiyaz sahibi Burak Akbay ve 3 çalışanı hakkında açılan davanın 3. Duruşması 30 Mayıs’a ertelenmişti.

Gelecek Çarşamba bu duruşma yapılacak. Bilindiği gibi Burak Akbay için tutuklama kararı çıkmasına, “Cemaat operasyonlarının medya ayağı olduğu” gerekçesiyle kapatılan Zaman gazetesinin Yazarı Fehmi Koru’nun 2010 yılında yazdığı, Akbay ile ilgili “iftira niteliğindeki” yazısı neden olmuştu. Bu duruşmada Koru, kendisine Sözcü’nün avukatı tarafından sorulan “Sözcü gazetesi cemaat projesi mi” sorusuna “Taha Kıvanç imzasıyla yazdığım, konulara esprili yaklaşan bir yazıdır” cevabını vermişti.

Burak Akbay’ın FETÖ okullarında okumadığı kanıtlanınca “Ben söz konusu 3 kişiyle ilgili bilgi sahibi değilim… Ertuğrul Akbay’la yaptığım bir konuşmadan kendime göre bir anlam çıkardım” demişti.

Yalan ifade!

Aynı konuşmada, şimdi düşündüğünde bunun “çocuğuyla övünme amaçlı söylenmiş bir söz olduğunu, savcılık ifadesinde söylediği “Burak Akbay’ın İsviçre’de Cemaat evinde kaldığı iddiasının da yanlış olduğunu” belirtmiş.

Normal bir yargılamada, iddianın sahibi “yargıyı yanıltacak yalan ifade verdiğini” açıklıyorsa, bu nedenle verilmiş tutuklama kararı kaldırılır. Yalan ifade veren kişi yargı karşısına çıkar. Eğer bugün partiler seçim bildirgelerinde “adalet, adil yargılanma hakkı” gibi konulara vurgu yapıyorlarsa şimdiden adaletin sağlanması gerekmektedir. Burak Akbay’la ilgili hukuk yanlışının düzeltilmesi adalete verilen önemin şimdiden görülmesini sağlayacaktır.

Yazının devamı...

Seçmene güzel vaatler

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim beyannamesini açıklarken “demokrasi ve özgürlükleri, AB üyeliği ve ülkelerle iyi ilişkileri” öne çıkardı.

Cemevlerine hukuki statü tanıyacakları konusu önemli. Alevi yurttaşların da aynı haklara sahip olması, mezhep ayırımı yapılmaması demokrasinin gereğidir.

AİHM kararlarına rağmen bugüne kadar cemevlerine statü verilmemiş olması yeterince gecikmedir.

Cumhurbaşkanı’nın, “demokrasiden, özgürlüklerden, haklardan taviz vermedik ve buna 24 Haziran seçimi sonrasında da devam edeceğiz” sözleri de vaat olarak kalmamalıdır.

Bilindiği gibi demokrasi ve özgürlüklerin güvencesi “bağımsız yargı”dır.

Vatandaşın hakkını arayabileceği, kendini güvencede hissederek yaşayabileceği bir ülke ancak bağımsız bir yargıyla sağlanabilir.

Yargıya güven

Bugün ekonomide yaşadığımız sıkıntılı dönemde, döviz karşısında TL’nin değer kaybetmesinde de hukukun, yargı bağımsızlığının rolü vardır.

Haksız tutuklamalar, yargının keyfi kararları, yabancıların da bir sivil toplum toplantısında bile tutuklanabiliyor olması önemlidir.

Yabancı yatırımcının da yatırım yapacağı ülkede hukuku sağlayacak güvenilir bir yargının olmasına önem vereceğini unutmayalım.

Türkiye’de de sanayici ve iş adamlarının derneği TÜSİAD 2 gün önce yapılan YİK toplantısında aynı noktayı vurguladı.

Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan “Ekonomide birikmiş sorunlar, hukukun üstünlüğü, yargıya güven sağlanmadan çözülemez” dedi.

Yüksek enflasyona ve ekonomideki zorluğa “seçim sonrası önlem alınacağı” söylenirken, seçim sonrası bugünkü durumu etkileyen şartların ortadan kaldırılacağı anlamı çıkıyor.

Bu önlemleri bugünden almak çok daha uygun değil midir?

Seçime kadar işleri biraz daha kolaylaştırmayacak mıdır?

Ohal’in devamı

OHAL uygulamasının hala devam etmesi, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmelerini bile etkiliyor.

24 Haziran seçimi öncesinde OHAL’in kalkması, verilen sözlerde yer alan demokrasiye şimdiden dönüşü müjdeleyebilirdi.

Daha önceki yazılarımda söz ettiğim ve ekonomistlerin de vurguladığı “cari açık” gibi etkenler yanında OHAL de ekonomiyi etkiliyor.

Vatandaş doğal olarak “her an çıkabilecek bir kararname ile” beklenmedik kararlar alınabileceği endişesiyle harcamadan vazgeçiyor. Döviz’in, Merkez Bankası’nın faiz arttırımına rağmen fazla oynamaması da diğer konularda acilen adım atılmasının önemini göstermektedir.

AB üyeliği

Erdoğan’ın açıkladığı seçim beyannamesi, AB üyeliği için “kazan-kazan esasına göre süreci işletmekten vazgeçmeyeceğiz” diyor. AB yolundan dönmeyeceksek, önce Kopenhag Kriterleri’ne uymamız, şartları sağlamamız ve demokrasinin burada var olduğunu göstermemiz gerekir.

“Kazan-kazan” kuralı esas alınacaksa Türkiye’deki mültecilerin maddi-manevi yükünün de paylaşılmasını ve azaltılmasını istemeliyiz.

Bunların hepsi “seçimden önce” de gerçekleştirilebilecek şartlardır.

Yazının devamı...

Kemer sıkma ne zaman?

Her geçen gün, ekonomi konusundaki endişeleri arttırıyor. Önceki gün Dolar 4.65’ti. Dün önce 4.88’e çıktı, sonra 4.83’e geriledi, saatler içinde ciddi oynama gösteren bir kur ortaya çıktı.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi “Döviz piyasasında sağlıksız fiyat oluşumları yaşandığını, ilgili kurumların en doğru hamleyi en uygun zamanda yapacağını” söyledi.

Türkiye’nin kur ve faiz oranlarında hak etmediği dalgalanmalar yaşadığını belirtti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise “Dolar üzerinden vatandaşın kararını etkilemek, seçime giderken sandığa bu faturayı yansıtmak isteyenlerin olduğunu” söyledi.

Türkiye’nin ekonomisi güçlü bir ekonomidir dedi.

Bilimsel politika

Umarız Sayın Zeybekçi’nin ve Sayın Bozdağ’ın iyimser sözleri doğru çıkar. Ancak…

Dış etkenlerin, küresel oynamaların etkisi olsa da TL’nin değerinin dolar karşısında hızla düşmesinde farklı birçok etkinin olduğu da muhakkak. Ekonomistler uzun bir süredir bu gidişin kolay kolay durmayacağını, kemer sıkma politikasının acilen başlatılması gerektiğini söylüyorlar.

Günü kurtaran önlem ve söylemler yerine bilimsel ekonomi, para ve enflasyon politikası uygulanması konusunda uyarıyorlar. Merkez Bankası kur oynamalarında müdahale için bağımsız olmalı diyorlar.

İthalat ve döviz

Kemer sıkmaya önce devletin tüketimi ve ithalatı azaltarak, ihracat ve üretimi arttırmaya yönelik politikalardan başlaması lazım. Etten sebze ve meyveye, yakıttan makineye, kara araçlarından pamuğa, bakır eşyaya kadar, üretebileceğimiz birçok ürünü ithal ediyoruz.

Bu bizi “döviz artışından daha fazla etkilenecek” duruma getiriyor.

Ekonomi rayından çıktığında hükümet vergileri ve zamları arttırarak bunu karşılamak zorunda.

Bu da özellikle dar gelirli vatandaşın giderek daha fazla sıkıntı yaşamasına neden oluyor. Ekonomide sorunsuz bir tablo yaratmaya çalışmak yerine bir an önce bilimsel çözüm üretmek artık kaçınılmaz hale geldi.

Siyasi istikrar

Sık sık seçim ve referandum yapılması da Türkiye’de ve piyasalarda istikrarsız bir ortam yarattı.

Sadece inşaat sektörü ile ekonomimizin düzelmesi imkansız olduğu gibi, döviz kurlarındaki oynaklık bu sektörü de etkiliyor.

24 Haziran seçimlerine kadar siyasi istikrar oturmayacak gibi, bu seçimden sonra 8 Temmuz’da 2.tur cumhurbaşkanı seçimi olabilir.

O bitince yerel seçim süreci başlayacak. Kısacası, ekonomiyi düzeltmeye, işsizliği azaltmaya ayıracağımız mesaiyi seçim süreçleriyle geçirdiğimizi görmek zorundayız.

Dünya Bankası’nın Türkiye’deki 2 projeye 1 milyar dolar kredi vereceği açıklandı. Vadesi 22.5 yıl…

Yalnızca mültecilere milyarlarca dolar harcanan ülkemizde 22.5 yıl ödemeli kredi alıyoruz. Seçimler, yapılan harcamalarıyla, seçmene verilen vaatleriyle bütçeye büyük bir yük getiriyor.

Tüm partilerin “kemer sıkma politikasının ekonomimiz için şart” olduğunu görerek vaatlerini ona göre yapması ve sık seçimlere artık son verilmesi gerekiyor.

Yazının devamı...

Demokratik seçim ve ekonomi!

Partilerin milletvekili aday listeleri açıklandı ve YSK’ya teslim edildi.

Bir partinin göstereceği milletvekili adayları seçmenin her kesiminin benimseyip güveneceği isimlerden oluşmalıdır. Bizde ise giderek çoğunluğu yönetimdekilerin yakınlarından veya kişisel tercihlerinden oluştuğu için sonuçta çıkan listeler seçmen katında da, parti tabanında da memnuniyetsizlikle karşılanıyor.

Bu seçim öncesinde de aynı durumla karşılaşıldı. Aslına bakarsanız, temel sorun milletin “kendisini temsil edecek vekillerini” kendisinin belirleme hakkının elinden alınmasıdır.

Liderlerin ağzından düşürmediği “milli irade ve demokrasi” her şeyden önce bu nedenle tecelli edememekte, millet “genel başkanlar tarafından belirlenip önüne konan listelere” zorunlu olarak oy vermektedir. Muhalefet partileri dahil, buna karşı çıkan ve “kendi temsilcisini halk seçsin” diye ısrar eden bir lidere de şimdiye kadar rastlamadık.

Özgür irade ile…

Başkanlık sisteminin veya parlamenter sistemin “demokrasi ile yönetim”i sağlayabilmesi için milletvekilleri özgür iradeleriyle karar verebilmelidir. Yakın geçmişte TÜSİAD bu konunun üzerinde durmuş, Meclis’te siyasi partilerin milletvekillerine “liderlerinin yüzünü” koyduğu bir resim yayınlanmıştı.

Milletvekilleri liderler tarafından seçildiği sürece onlardan farklı bir görüş sergileyemez, lider ne istese elini o yönde kaldırır. Türkiye’de buna “parti disiplini” deniyor oysa Batı ülkelerinde genel başkanın veya ABD’de başkanın kendi partisinden vekiller bile her konuda rahatça görüş bildirebilirler.

“Başkanlık mı, parlamenter sistem mi” demeden önce bu konunun halledilmesi gerekirdi ama yapılamıyor.

Rakibini eleştiren tüm liderler böyle bir gücü elinde tutmak istiyor.

Sonunda bakıyorsunuz seçmenin “bu adayın burada ne işi var” diyeceği isimler listelerde yerini almış. Böyle bir demokrasi eksik demokrasi değil midir?

Dolar fırlayınca…

Dün dolar bir rekor daha kırarak 4.6494’i gördü, sonra 4.63’e düştü, son baktığımda 4.65’e çıkmıştı.

Merkez Bankası’nın müdahalelerine rağmen dolar ve Euro düşmüyor, tam aksine artmaya devam ediyor.

Bu durum özel sektörün ve devletin dış borçlarında dev sorun yaratırken vatandaş için de giderek dayanması güç şartlar ortaya çıkıyor. Bankacılık sistemi de aynı şekilde zorluk içinde…

Dolar artmaya devam ederse faiz arttırmanın bile bu zorluğu karşılamaya yetmeyeceği, kredi almış firmalar ve kişilerin ödemelerinin imkansız hale geleceği görülüyor. TL’nin değer kaybı sürerken seçime gitmek acaba hala mümkün olacak mı?

İktidar partisinin oyları dolar artışından etkilenebilir ve sonuç beklediklerinden farklı çıkabilir.

Dün bir haber sitesinde, TBMM’deki sandalye sayısı seçimde düştüğü takdirde Ak Parti’de “C planı olarak yeniden seçime gidileceği” değerlendirmesinin yapıldığı haberi vardı. Bir kez daha seçim üstüne seçim ihtimali ortaya çıkmadan umarız bir çözüm üretilebilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.