Şampiy10
Magazin
Gündem

Zarrab davası, yolsuzluk tartışmaları

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Salı günü grup toplantısında belgelerini göstererek “Man Adası’ndaki bir şirkete Erdoğan’ın bazı yakınlarının toplam 15 milyon dolar değerinde para transferi yaptığı” iddiasının tartışmaları sürüyor.

Bu açıklamanın ardından Erdoğan’ın yakınlarının avukatı Ahmet Özel “İleri sürülen iddiaların tamamının yalan, belgelerin sahte olduğunu” söylemişti. Yaptığı basın açıklamasında ise; “Kemal Kılıçdaroğlu’nun kağıt parçaları gösterdiğini, Cumhurbaşkanı’nın çocukları, dünürü, kardeşi ve eniştesinin yurt dışında bir hesaba kendi adına veya bir şirket adına tek kuruş para göndermediğini, bunun hesabının sorulacağını” bildiriyor.

FETÖ her yerde!

Avukat Özel’in açıklamalarında dikkat çeken nokta bu tartışmanın da FETÖ’ye bağlanması.

Özel “CHP Genel Başkanı belli ki kendisini o makama getiren FETÖ’ye diyet borcunu ödeme gayreti içindedir(…)

Tekrar ediyoruz, K.K elindeki kağıtları derhal istediği medya kuruluşuna vermeli, cumhuriyet savcılığına iletmeli ve suç duyurusunda bulunmalıdır.”

Herhangi bir ülkede muhalefet partileri hükümetler veya devlet başkanları hakkında yolsuzluk iddiasında bulunabilir, bu doğaldır.

Ticaret mi, sahte mi?

Yapılması gereken şey, böyle bir durumda iddia eden tarafa hakaret veya onu-iddiasını bir terör örgütüyle ilişkilendirmek değil, iddiaların “iftira”, belgelerin “sahte” olduğuna” dair suç duyurusunda bulunmak, dava açmaktır.

Avukat Özel bunu yapabilir veya bir cumhuriyet savcısı Ana Muhalefet Lideri’nin belgelerle yaptığı bu duyuruyu kendiliğinden ve kolayca “suç duyurusu” sayarak inceleme, soruşturma başlatabilirdi.

Ak Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan ise “Transferler ticaret kaynaklıdır. Resmi işlemi belge diye gösterdi, iddialar çöktü” dedi.

Suç duyurusu için sanırım öncelikle belgelerin “sahte mi” yoksa “ticaret kaynaklı mı” olduğuna karar verilmesi gerekiyor, bu çelişki zorlayacaktır.

Zarrab davası

17 Aralık yolsuzluk operasyonlarında suçlanan bakanlar yargılanmamış, Halk Bankası Genel Müdürü tahliye edilerek bir başka kamu bankasına atanmış, konu “FETÖ kumpası” denerek kapatılmış, ayakkabı kutularındakiler dahil tüm paralar şüphelilere faiziyle iade edilmişti.

Şu anda ise ABD’nin “İran’a yönelik yaptırımların ihlal edildiğine dair” davada yargılanan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın avukatı Victor Rocco “Genel Müdür Aslan’ın aldığı rüşvetleri, Zarrab’ın Türkiye’de kurduğu rüşvet ağını, yüksek makamlara ayakkabı kutularında yolladığı rüşvetleri, on milyonlarca lira rüşvet dağıtıldığını” anlatıyor.

Cezasını hafifletmek için hakkındaki suçlamaları kabul ederek “tanık” durumuna geçen Zarrab da, kimlere ne kadar rüşvet dağıtıldığını anlattığı takdirde bu konuda gereken soruşturmayı kendi içinde yapmamış olan Türkiye zor duruma düşecektir.

Yolsuzluk iddialarını ve tüm karanlıkta kalan olayları aydınlatmak kendi yargımızın görevi olmalı, buna fırsat verilmelidir.

Yazının devamı...

Man Adası olayı ve hukuk!

Türkiye’nin çok ciddi dış politika sorunlarının içinde bulunduğu bir dönemdeyiz. ABD ile gerek Reza Zarrab davasında gerekse Suriye’de PKK’ya yardımları konusunda son derece önemli bir süreç yaşanıyor.

Zarrab davasında jüri üyeleri seçiliyor, üyelere “dinlenecek tanıklar” listesi veriliyor ve bu konu Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.

Diğer tarafta ABD ile “PKK’ya yaptığı silah yardımları, verdiği askeri destek” konusundaki gerilimimiz, Suriye’yle ilgili gelişmelerin bizi ilgilendiren sorunları devam etmekte.

Kısacası önümüzde yoğunlaşmamız gereken 2 dev olay var ve biz içerde her gün çıkan yeni tartışmalarla meşgulüz.

Kılıçdaroğlu’nun iddiası

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakınlarının yurt dışında bankalara büyük miktarlarda para aktardığını iddia etmiş, Erdoğan ise:

“İddiasını ispat etmekle mükelleftir. Tayyip Erdoğan’ın yurt dışında 1 kuruş parası varsa herhangi bir bankada, bunu ispat etsin Cumhurbaşkanlığı makamında 1 dakika durmayacağımın garantisini veriyorum. Bunu ispat edemeyen Kemal acaba o makamda duracak mı” demişti.

Kemal Kılıçdaroğlu dün yapılan grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski özel kalem müdürü, dünürü, oğlu ve diğer bazı yakınlarının İngiltere ile İrlanda arasında bulunan Man Adasında Sıdkı Ayan tarafından “1 sterlin sermaye” ile kurulan bir şirkete, “aynı ay içinde ve her seferinde 1 milyon 200 bin dolar ile 2,5 milyon dolar arasında olmak üzere” defalarca para gönderdiklerini belgeler göstererek iddia etti.

Bankalara gönderilen paraların kanıtları sayılan “swift kodlarının” listesini gösterdi. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “mültecilere harcandı” dediği 30 milyar dolardan kimsenin haberi olmadığını, nerede, ne zaman, kimler için harcandığının açıklanması gerektiğini birkaç kez vurguladı.

Yargı ne yapmalı?

Bu konuşma üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel “Kılıçdaroğlu’nun öne sürdüğü belgelerin yalan olduğunu, söz konusu kağıtları hemen bir cumhuriyet savcısına verilerek suç duyurusunda bulunması gerektiğini” açıkladı.

Bu durumda ne olacağını deneyimli hukukçulara danıştım. Hukukçular “Bu şartlar altında Kemal Kılıçdaroğlu’nun savcıya belgeleri kendisinin vermesi ve suç duyurusunda bulunmasının gerekli olmadığını, 2 seçenek bulunduğunu” söylediler.

1-Cumhurbaşkanı iftira davası açabilir, Kılıçdaroğlu “kanıt” olarak belgeleri vermek durumunda olur.

2- Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın TV’den açıkladığı bu iddia zaten savcılar için “suç duyurusu” niteliğindedir, Cumhuriyet savcıları kendileri inceleme yaparlar.

Hukukçular, sonuç “adil, hukuka uygun, tarafsız bulunmadığı takdirde”, Yargıtay veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilebileceğini”, Türk yargısının tarafsız davranmasının önemini de vurguladılar. Demek ki gerçeği öğrenmek için yukardaki iki şıktan birinin gerçekleşmesini beklemek gerekiyor.

Yazının devamı...

Erdoğan-Kılıçdaroğlu polemiğinde final!

Ana Muhalefet Partisi CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “maddi birikimindeki artış” üzerinden yükleniyor “Kaç milyon doları olduğunu ve bu paraların hangi bankalarda bulunduğunu” soruyor, “vatandaşları tatmin edecek açık ve net bir cevap” beklediğini söylüyordu.

Cumhurbaşkanı, yalnızca kendisini suçlamakla kalmayıp “çocukları, dünürü, kardeşi ve özel kalem müdürünün yurt dışında, vergi cennetinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiğini” ifade eden Kılıçdaroğlu’na cevap vermekte gecikmedi.

CHP Genel Başkanı’nın müfteri olduğunu, eskiden beri kendisi ve ailesi hakkında yalanlar ürettiğini, daha önce de kendisinin 3 milyar dolar parası olduğunu iddia ettiğini söyledi.

“İspat etsin, istifa ederim”

Tartışma giderek sertleşti.

Erdoğan, aralıksız tekrarlanan iddialara karşılık dün “Öne sürdüğün iddiaların belgesi var mı? Varsa çıkar... İspat ettiğin anda makamımda bir dakika oturmayacağımın garantisini veriyorum. Yoksa çık milletin önüne iftira ettiğinizi söyle, özür dile” dedi.

Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da “Kılıçdaroğlu’nun böyle bir iftirayı yeniden dillendirmesinin itibar cellatlığı olduğunu, kamuoyuna açıklamayanın namussuz, şerefsiz, alçak ilan edileceğini” belirtti.

Arkasından CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel “Belgelerin Salı günkü (bugün) grup toplantısında milletin önüne çıkarılacağını” bildirerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Yarın işi gücü bırak, genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapacağı konuşmayı pür dikkat izle” açıklaması yaptı.

Aslına bakarsanız yalnızca iddiaların muhatabı olan Cumhurbaşkanı değil, Kılıçdaroğlu’nun ısrarla sorduğu soruları duyan herkes, hangi şahısla ilgili olursa olsun bu tür ağır suçlamaların “net, tartışmasız kanıt olacak belgeler” ortaya konmadan yapılamayacağını düşünüyordu.

Kılıçdaroğlu daha önce de ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’la igili olarak “İran, Zencani ile Zarrab’ı yargıladı, İran’ı zarara uğrattınız dedi. Biz dosyanın üstünü kapattık… Zarrab için niye telaşa kapılıyorsunuz” sözleriyle bu konuda da iktidara yüklenmişti.

Bugün Türkiye dinleyecek

Ana Muhalefet Lideri’nin “iddiaları ile ilgili belgeleri mutlaka sunması” beklenen bugünkü grup konuşmasını bütün Türkiye dikkatle izleyecektir.

Kendi milletvekilleri “Sayın Kılıçdaroğlu belgeye, bilgiye dayalı bir liderdir, bilgiye dayalı olmayan hiçbir iddiası olamaz” dediklerine göre bu belgeleri ortaya çıkarması veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi “Milletten özür dileyerek onun da makamını bırakması” beklenecektir.

Demokratik, hukuk devleti olan ülkelerde yolsuzluk iddiaları konuşuluyorsa bunun tarafları üzerlerine düşeni yaparlar. Yargı da yapar. Bu önemli olay bize “suç iddialarının mutlaka kesin kanıt, belge gerektirdiğini, insanları önce iddialarla tutuklayıp aylar sonra yapılan duruşmalarda ‘iddianın aksini ispatla’ şeklinde yargılama yapılamayacağını” da gösteriyor.

Hukuk devletinin anlamı, önemi de budur.

Yazının devamı...

Din terörü, FETÖ ve Trump!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın Cuma akşamı bir telefon görüşmesi yaptıkları açıklandı.

Bu görüşmede Suriye krizi, bölgesel konular, Soçi zirvesi ve iki ülkenin ortak konuları ele alınmış.

Türkiye-ABD ilişkilerinin güçlendirilmesinin önemi, DEAŞ, PKK, FETÖ ve diğer terör örgütlerine karşı birlikte mücadele konusunda anlaşmaya varılmış.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise Trump’ın “bundan sonra YPG’ye silah verilmemesi” konusunda net şekilde talimat verdiğini, ‘aslında bu saçmalığa daha önce son verilmeliydi’ dediğini” açıkladı.

Trump’ın bu karar değişikliğinde, Türkiye’nin ABD’ye karşı Rusya ve İran’la iyice yakınlaştığı görüntüsü veren Soçi zirvesi mi etkili oldu bilmiyoruz ancak Trump’ın sözlerinin artık hiç inandırıcı olmadığı şüphesiz.

Verilen söz nedir?

Suriye krizi diyoruz, ABD “Suriye iç savaşı başladığında” Esad muhaliflerine destek vereceğini, ÖSO’yu eğitip donatıp destekleyeceğini söylemişti, bu sözü tutmadı, sadece PYD-PKK’yı destekledi.

Asıl krizi 3.5 milyondan fazla mülteci almak zorunda kalarak, Suriye sınırı boyunca Hatay’ın bitişiğine kadar devam eden PKK koridoruyla Türkiye yaşadı ve yaşayacak.

“DEAŞ’ın çıkışı gibi kayboluşu da muamma” sözleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan daha 3 gün önce DEAŞ’ın ABD ile bağlantısını vurgulamış “DEAŞ’ın temizlendiği söylenmesine rağmen hala silah göndermeye devam ediyorlar, bu silahlanmayı hangi ülkeye karşı yapıyorsunuz” diye sormuştu.

FETÖ deseniz, bunca zamandır ısrarla yapılan taleplere rağmen Gülen’i Türkiye’ye iade etmiyorlar. Peki Trump hangi konuda söz vermiş oluyor?

“Bundan sonra YPG’ye silah verilmemesi” ile ilgili sözler daha da tuhaf.

ABD’den YPG’ye aylardır binlerce TIR dolusu ağır silah, zırhlı araç gönderildi, artık ihtiyaçları kalmadı, “YPG’nin içindeki ABD askerleri” de biliniyor.

Türkiye ve ABD’nin karşı karşıya gelmek yerine dostça ilişki içinde olması diplomasi açısından iyidir ama bu ilişki açık şekilde tek tarafın aleyhine yürüyorsa bir şeyler yapılmalıdır.

Ders almayan ülkeler…

Cuma günü Mısır’da bir camide dua edip namaz kılan insanlara silah ve bombalı saldırı yapıldı, 235 kişi hayatını kaybetti. Başbakan Binali Yıldırım tepkisini “Bu mudur İslamiyet, bu mudur Müslümanlık” sözleriyle belirttiği olayla aynı gün Londra metrosunda terör paniği yaşandı, metro kapatıldı.

Bu haberi de duyunca insanın aklına ilk olarak “DEAŞ veya El Kaide gibi radikal İslamcı bir terör örgütünün eylemi” olması geliyor.

Ortadoğu’da ya da dünyanın başka köşelerinde Müslümanların hiç bitmeyen savaşları, mezhep kavgaları “dinin siyasete karıştırılmasının” nelere mal olacağını insanlara göstermiştir.

Biz ise “laikliğin; din ve devlet işlerinin karıştırılmamasının, cemaat ve tarikatların devlete sızmasına izin verilmemesinin” önemini 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde çok net gördük.

Bunu anlamış olmak, bundan sonrası için ders sayılmalıdır. Tarih, zamanında ders almayan ülkelerde “tekerrürden ibaret”tir, unutmayalım!

Yazının devamı...

‘Şaibesiz seçim’ tartışmaları!

Ak Parti’nin “Yüksek Seçim Kurulu Teşkilat Yapısına İlişkin Değişiklik” teklifi dün 4 partinin ortak teklifiyle alt komisyona sevk edildi.

Son derece önemli değişiklikler içeren teklif daha komisyona gelmeden önce, duyulur duyulmaz ülke çapında tartışılmaya başlanmış, CHP Parti Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ana muhalefet partisinin itirazını açıklamıştı.

Tezcan, CHP’nin MYK toplantısından sonra yaptığı açıklamada “Yüksek Seçim Kurulu’nun bir teşkilat yasasına ihtiyacı olduğunu ancak bu 14 maddenin içinde ciddi şekilde problem oluşturacak düzenlemelerin bulunduğunu” söylüyor, özellikle 2 noktaya dikkat çekiyordu.

Müşahitlik uygulamasını engelleyen bir hükmün bulunması.

Siyasi partilerin “sandık başkanı” önermesine ilişkin maddenin de kaldırılmak istenmesi.

Sandık güvenliği

Dün teklif alt komisyona gönderildikten sonra CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek “Teklifin hazırlanmasında siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin alınması” gerektiğini, verilen teklifin “YSK’nın güçlü ve özerk bir yapıya kavuşturulması için yetersiz olduğunu” vurguladığı konuşmasında;

“Seçmen kütüklerinin hazırlanmasında en azından ‘TBMM’de grubu bulunan’ siyasi partilerin temsilcilerinin aktif katılımının sağlanmasını…

YSK’ya yeni alınacak personelin mülakatla belirlenmesinin ‘kadrolaşma ve adam kayırma’ şaibeleri yaratacağını…

Personelin “YSK Başkanı’nın oluruyla Adalet Bakanlığı’na gönderilmesi” uygulamasının da personeli baskı altında tutacağını belirtti.

(Hiç seçim barajı olmasın diyen CHP’nin “Meclis’te grubu olmayan ama 5 milletvekili bulunan İYİ Parti’yi hesaba katmamasının çelişki göründüğünü hatırlatalım.)

HDP Mardin Millletvekili Mithat Sancar da “Teklif bu haliyle yasalaşırsa her seçim şaibe tartışmalarının gölgesinde kalacaktır” dedi.

İtirazlar gözetilecek mi?

Seçimlerde seçmen kütüklerinin hazırlanmasının, sandık güvenliğinin sandık üyeleri-başkanları ve müşahitler tarafından denetlenmesinin ne kadar büyük önem taşıdığı bundan önceki seçimlerde görüldü.

2014 yerel seçimlerindeki elektrik kesintisi, bazı ilçelerde büyük ölçüde “oy kaydırmaların” görüldüğü ve bunların medyada yer aldığı hala akıllardadır.

O seçimde kaç ilçede elektrik kesintisi olduğu bile tam anlaşılamamıştı. Tek başına bu olay bile siyasi partilerin “kendi oylarına sahip çıkmasının” önemini göstermeye yeter.

Boş binalara veya yanlış adreslere seçmen yazılması, mükerrer oy kullanımı gibi konuları hatırlatmaya bile gerek yok.

YSK’nın 16 Nisan referandumunda Anayasa’ya aykırı (ve Avrupa’daki mühürlü oy kararıyla çelişecek) şekilde “mühürsüz oyları son dakikada geçerli sayması” bu konuda da kesin bir hükmün tekrar getirilmesini gerekli kılıyor.

Muhalefet partilerinin haklı görünen itirazları dikkate alınacak mı, yoksa yine bu teklif olduğu gibi geçecek mi bilmiyoruz.Toplumun gönül rahatlığıyla, güven içinde sandığa gitmesi isteniyorsa dikkate alınması doğru olacaktır.

Yazının devamı...

Gerilim, ekonomi ve YPG şerhi!

Türkiye’nin içerde ve dışarda çözüm bulunması gereken çok önemli sorunları var. Bunların başında “sınırımızdaki PYD-PKK bölgesi”, Zarrab davası, ABD-NATO ilişkileri ve ekonomi geliyor.

ABD ve NATO ile süren gerilim, dolar ve faizin hızlı artışı piyasaları karıştırdı, enflasyon son yılların en yüksek düzeyine çıktı. Dolar 4 TL’ye dayandı, faizler arttı, Merkez Bankası’nın Kasım ayında yaptığı dördüncü müdahale de piyasaları yatıştırmaya yetmedi.

İMF, yayınladığı raporda “Artan politik belirsizlik, turizm gelirlerindeki sert düşüş ve yüksek ‘şirket borçluluğu’nun Türk ekonomisine zarar verdiğini, Türkiye’de enflasyon ve işsizliğin artmasının beklendiğini” bildirdi.

Hükümet “yüksek faiz ve enflasyonun aşağı çekilmesi için çalışmalar yapıldığını” açıklıyor, umarız bu çalışmaların faydası olur ve bunun yanında “iç ve dış politikanın etkilerinin azaltılması, gergin atmosferin düzeltilmesi” de düşünülür.

YPG ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi zirvesindeki “Ülkemizin güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması önceliğimizdir… Toprak bütünlüğü diyorsak Suriye’yi bölmeye çalışan eli kanlı bir çeteyi meşru bir aktör olarak göremeyiz” sözleri çok önemlidir.

Putin’in zirve öncesindeki “İran ve Türkiye parçalanmayı önledi” açıklamasını aslında “büyük ölçüde önledi” şeklinde düzeltmek gerekir.

Suriye’nin kuzeyi, Türkiye ile olan sınır boyunca “IŞİD’le mücadele” bahanesiyle boydan boya PYD-PKK’nın kontrolüne alınmış ve Suriye bölünmüştür.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani şimdi “Suriye’de sadece hükümetin daveti ile orada bulunan Rus ve İran askerleri dışındaki güçlerin çekilmesi gerektiğini” söylüyor.

ABD “çekilmeyeceğini” açıkladı, hala silah yığmaya devam ediyor. Çekilse de zaten orada PKK-PYD bölgesi ABD’nin açık katkısıyla ortaya çıkmış durumda.

Rusya-ABD bilmecesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan “DEAŞ’ın çıkışı gibi kayboluşu da muamma… Siz hala silah yığmayı hangi ülkeye karşı yapıyorsunuz” sözlerinde haklıdır ancak bu tepkide geç kalınmış, ABD-PYD müttefikliği amacına büyük ölçüde ulaşmıştır.

PKK-PYD’nin alan kazanması sırasında verdikleri destekle “ABD ile Rusya’nın Türkiye’ye karşı yan yana gelmiş olduğunu” ve bunun kabul edilemeyeceğini Trump’ın partisinden Senatör Mc Cain’in vurguladığı biliniyor.

Dün de Rusya’nın “TSK’yı Hatay sınırımızda bulunan ve PYD’nin elinde olan Afrin yolundan döndürdüğünü” hatırlatmıştım.

Daha 3 gün önce YPG (PKK) İdlib’deki TSK gözlem gücüne Afrin’den havan toplarıyla saldırdı. Bu durumda, İran “Türk askeri Suriye’den çıksın” diyorsa İdlib ve Afrin PKK’ya mı bırakılacaktır?

Bu gelişmeler “terörist unsurların Soçi sürecinden dışlanması” şerhini yetersiz kılmaktadır.

ABD zaten açık destek verirken bir de Rusya ve İran’ın “sınırımızdaki PKK koridorunun tamamlanması konusunda nasıl bir politika izleyeceğini” kesin olarak bilmeden, “Türk askeri çekilsin” taleplerini kabul ederek bu sürecin içinde olmak Türkiye adına yanlış görünüyor.

Hükümet bu konuya öncelik vermelidir.

Yazının devamı...

Suriye, Türkiye ve NATO

Dün Soçi’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani arasındaki üçlü “Suriye zirvesi” yazımı hazırladığım saatlerde devam etmekteydi.

Suriye’de siyasi çözüm ve ateşkesin kalıcı olması açısından hem DEAŞ’la mücadelenin devamı hem de Suriye’de rol oynayan ülkelerin iş birliği büyük önem taşıyor. Diğer tarafta ise unutulmaması gereken ABD faktörü, ABD’nin PYD ile müttefik ilişkisi ve bütün güçlerin dengeleri var.

DEAŞ Suriye’de gücünü büyük ölçüde kaybetti. Bugüne kadar ABD’nin Suriye’deki tüm faaliyetlerinde ve PYD’ye büyük destek vererek Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca kentleri ele geçirip ilerlemesinde “DEAŞ’la ortak mücadele ediyoruz” mazereti vardı.

Türkiye’de istikrar

Bugünden sonra bu mazeret büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda olacak. Bununla birlikte ABD “Suriye’de istikrar sağlanıncaya kadar orada kalacağını” açıkladığına göre bu istikrarın dengeleri ne olacak?

Soçi zirvesinden önce Suriye Devlet Başkanı Esad’ın sürpriz bir şekilde Rusya’ya giderek Putin’le 4 saat süren bir görüşme yapması, aralarındaki samimi ilişkiyi gösteren kucaklaşmaları Batı medyasının “Ortadoğu kaosu” başlıklarını haklı çıkaracak bir kargaşayı işaret ediyor.

Suriye ve Rusya hükümetleri arasındaki yakınlık bugüne kadar olduğu gibi devam ettiğine göre Esad’ın “yakınlaşan Rusya-Türkiye-İran üçlüsü”nün yanında yer alacağına, daha doğrusu bundan sonraki gelişmelerde ABD’ye karşı Rusya ile işbirliği içinde olacağına kesin gözüyle bakılabilir.

Suriye’deki istikrarı düşünerek hareket ettiğini söyleyen tüm diğer ülkeler gibi bize göre de “kendi ülkemizin istikrarı” bu ilişkilerde çok önemlidir.

Rusya her ne kadar Suriye konusunda Türkiye ile işbirliği içinde olsa da bundan sonra “PYD-PKK konusunda nasıl bir politika izleyeceğini” bilmiyoruz.

Esad biliyor

Putin ve Esad’ın 4 saatlik görüşmesinde bu konunun gündeme gelmemiş olduğu düşünülemez. Yani “Rusya’nın ABD’ye karşı izleyeceği PYD-PKK politikası”nı, bu konuda sonuçlardan mağdur olan, PKK saldırılarında şehitler vermeye devam eden Türkiye bilmiyor ama Esad biliyor.

Bu konu Soçi’deki 3’lü zirvede umarız yer almıştır zira Fırat Kalkanı Operasyonu’nun sonunda Afrin’e yönelen TSK’ya geçiş vermeyenin de Rusya olduğunu unutmamalıyız.

En çok dikkat etmemiz gereken nokta bu gelişmelerin ve NATO tatbikatında yaşanan skandalın Türkiye ile NATO ilişkilerini olumsuz etkilemesine izin vermemektir.

Yerli-yabancı tüm uzmanlar, diplomatlar “Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşması gibi bir söylemin bile olmaması gerektiğini” tekrarlıyorlar.

Bu konuda Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın “Türkiye NATO’nun saygın bir üyesidir ve katkıya devam edecektir” açıklaması güven vericidir, içinde bulunduğumuz zor günlerde ülkemizin güvenliğini ilgilendiren bu konuyu tartışma dışı bırakmamız gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.