Şampiy10
Magazin
Gündem

Ani tepkilere dikkat!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın Kudüs’le ilgili açıklamasından bu yana İsrail’i “işgal devleti” olarak nitelendiriyor, Trump’ın kararına şiddetle karşı çıkıyor.

Erdoğan son olarak “Trump’ın kararının yok hükmünde olduğunu” söyledi ve “Kudüs’ü çocuk katili bir ülkenin insafına terk etmeyeceğiz” dedi.

Türkiye’de Kudüs’le ilgili yapılan gösteriler neredeyse Kudüs’teki gösterilerden daha kalabalık ve tepkili.

Daha önce de değindiğim gibi Kudüs meselesi tek başımıza halledeceğimiz, öne atılarak ve Ortadoğu’da zaten ciddi bir “PYD devleti planı”yla boğuşurken, doğrudan ABD ve İsrail’le karşı karşı karşıya gelerek çözebileceğimiz bir mesele değil.

Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın uluslararası destek için liderlerle görüşmesi yerinde bir davranıştır ancak bunu yaparken diğer tarafta Türkiye’yi yine tek başına adım atmak zorunda bırakacak ani tepkilerden, konuşmalardan kaçınmak gerekir.

İslam işbirliği toplantısı

Erdoğan, “Müslümanlar’ın ilk kıblesi” olan Kudüs kararıyla ilgili olarak İslam İşbirliği Teşiklatı’nı olağanüstü zirveye çağırdı.

İslam İşbirliği Teşkilatında, aralarında Suudi Arabistan, Kuveyt, Pakistan, Tunus, Irak, İran, Cezayir, BAE, Malezya ve Türkiye’nin bulunduğu 57 ülke var.

Bu teşkilatın amacı siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal konularda dayanışma içinde olmak…

Trump’ın açıklamasından bugüne kadar bu ülkelerin çoğu “Kudüs kararına karşı çıkacaklarını” açıkladılar. Zaten Papa da dahil olmak üzere Hristiyan aleminden de Trump kararının yanlış olduğunu bildiren tepkiler ortaya çıktı.

Bununla birlikte, hemen olmasa da zaman içinde İslam ülkeleri arasında “Kudüs’ün statüsü” konusunda tartışmaların çıkması beklenebilir.

Görüş değiştirebilirler mi?

Örneğin; Suudi Arabistan karşı çıkıyor görünse de ABD ile son zamanlardaki yakınlaşması nedeniyle tutum değiştirmesi mümkündür. Trump’ın danışmanı Kushner’in Ekim sonunda Riyad’a giderek Veliaht Prens Selman’la görüştüğü ve onu “Kudüs İsrail’in başkenti olsun, Filistin ise yeni başkent olarak Abu Dis şehrini kabul etsin” planına razı ettiği haberleri çıkmıştı.

Sosyal medyada dolaşan, bir Kuveyt TV kanalındaki tartışmada çekilmiş görüntüler de bu konunun Kuveyt’te halk önünde açıkça tartışıldığını gösteriyor.

Bu tartışmada Kur’an’dan bir ayet söylenerek hem dini, hem siyasi açıdan Kudüs konusunda kesin bir karşı çıkmanın mümkün olmayacağı konuşulmuş.

Bizler elbette Kudüs’ün “3 semavi dine ait ortak bir kutsal şehir” olarak kalmasını isteriz ancak bunlar gerçekten olmuşsa ve oluyorsa, İslam ülkelerinde Kudüs konusunda da çekişmeler çıkabileceğini göz önüne almak gerekir.

Sonuç olarak, ABD-İsrail ve taraftarları ile İslam ülkeleri arasında topyekun bir “Kudüs savaşı” çıkmasını kimsenin istemeyeceği açıktır.

Bununla birlikte, böyle bir kararı daha önceki politikalarına ve BM kararlarına rağmen açıklayıveren Trump’ın, İslam ülkelerinin toplu tutumunu bile ne kadar göz önüne alacağı da ayrı bir soru işaretidir.

Türkiye diplomasiden asla şaşmamalıdır.

Yazının devamı...

Lozan’ın güncellenmesi ve alıştırmalar!

ABD Başkanı Trump’ın “Kudüs’ü İsrail’in başkenti” olarak tanıma kararından sonra Kudüs karışmış, İsrail Gazze’yi roketle vurmuş, Gazze şeridine savaş uçaklarıyla saldırmıştı.

Cuma gecesi Filistin Kurtuluş Örgütü “ABD ile ‘Filistin-İsrail barış görüşmeleri’nin, Trump kararından dönene kadar askıya alındığını” duyurdu.

Aynı sıralarda ABD, BM Güvenlik Kurulu toplantısı sırasında “yeni bir barış planı üzerinde çalıştığını” açıkladı.

Eğer Trump, BM ile toplantı sonrasında “geri adım anlamına gelecek” bir açıklama yaparsa (IKBY’nin bağımsızlık açıklaması sonrasında yaptığı gibi) yine sadece “zamanlama” değişmiş olacak.

Kudüs karışsa da, İslam alemi ayağa kalksa da, Filistin-İsrail arasında barış ihtimali yok olsa da bunlar ABD ve İsrail’in Ortadoğu planlarını ortadan kaldırmayacak, Trump’ın bütün bunları bilerek yaptığı “alıştırma açıklaması”ndan bir süre sonra, er ya da geç Kudüs İsrail’in başkenti ilan edilecektir.

Lozan polemiği

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti oldukça gergin geçmiş, Erdoğan Yunanistan Başbakanı Çipras ve Cumhurbaşkanı Pavlopulos ile özellikle “Lozan Anlaşması” hakkında uzun konuşmalar yapmıştı.

Bu toplantılarda “Batı Trakya Türkleri’nin hakları ve orada başmüftünün ‘seçimle değil atanarak göreve gelmesi’ konusundan Kıbrıs’a adil bir çözüm bulunmasına, Ege Denizi’nin doğusundaki adalardan, FETÖ’cülerin iadesine, mülteci meselesine kadar pek çok konu gündeme geldi.

Yunanistan görüşmeleri sırasında Erdoğan ısrarla “Dünyada yapılan tüm anlaşmaların zaman içinde güncellenmesi gerektiğini, Lozan için de bunun zamanının geldiğini” söyledi. Lozan’da 11 taraf ülke olduğunu, bu ülkeler anlaşırsa “A’dan Z’ye, geniş kapsamlı bir güncelleme yapılabileceğini” ilave etti.

Yunanistan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı ise “Yunanistan sınırlarını ve egemenliğini teyit eden Lozan anlaşmasının müzakere edilemeyeceğini, güncellenemeyeceğini” vurguladılar.

Yunan Hükümet Sözcüsü “Sayın Erdoğan’ın demeci soru işaretleri yaratıyor, ilişkilerin temel taşı Lozan’a saygıdır” dedi.

Büyük risk

Erdoğan’ın Yunanistan’da gündeme getirdiği konuların hepsi önemlidir. Yunanistan “Ege ve Akdeniz’de işgal ettiği ve Yunan Cumhurbaşkanı’nın bile gidip törene katıldığı Türkiye’ye ait adaların” da açıklamasını yapmak zorundadır.

Bunlar 2 ülke arasında, Birleşmiş Milletler’in ve AB’nin de dahil olacağı süreçlerde mutlaka ele alınmalıdır. Ancak…

“Lozan A’dan Z’ye güncellensin” sözleri şaşırtıcıdır çünkü bu “yeni bir anlaşma yapılması, Lozan’ın öncesine dönülmesi” anlamına gelir ki bu Türkiye için de kabul edilemez.

Türkiye’nin sınırları da Lozan’la çizilmiştir, Türkiye Cumhuriyeti dünya ülkeleri tarafından hukuken “bağımsız bir ülke” olarak Lozan Anlaşması’yla tanınmıştır.

Dış politikada bize yapılan haksızlıkları “o konular üzerinden” tartışıp düzeltmeye çalışmak zorundayız.

Yazının devamı...

Kudüs meselesi ve diplomasi!

ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı Kudüs’te büyük protesto gösterileri başlattı, İsrail polisinin “gerçek mermiyle” göstericilere müdahalesi sonunda 95 kişi yaralandı ve çok sayıda gösterici gözaltına alındı.

Başta Hizbullah olmak üzere Şii gruplar, Ortadoğu’daki ABD askerlerine açık tehdit açıklamaları yaptı.

Trump, bu kararı iç politikada sıkıştığı bir ortamda olmasının da etkisiyle vermiş olabilir ancak şurası muhakkak ki ABD’nin “Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma ve Kudüs’ün genişleyip yayılmasını sağlama ve Ortadoğu’da bir İsrail ülkesi kurma” projesi de gizli saklı bir proje değildir ve uzun süredir yürürlüktedir.

Plan yeni değil!

Daha önce Ortadoğu politikamızı ani kararlarla yürütürken, Suriye iç savaşında Esad’ın karşısına ilk çıkan biz olurken uzmanların yaptığı uyarılar dikkate alınmadı.

Yaptığımız erken müdahaleler PYD-PKK’nın Suriye sınırımız boyunca ilerleyip özerk kantonlar ilan etmesi ve güney illerimizin bitişiğine yerleşmesi için uygun ortam yarattı. Bunun yerine ABD’yi zamanında “sınırımızda PKK’nın toprak kazanmasına verdiği destek” konusunda uyarabilir, olayı dünya çapında bir sorun haline getirebilirdik.

IKBY konusu da farklı değildir, şu anda “bağımsız Kürdistan” için bir ön çalışma Barzani tarafından tamamlandı, ABD “uygun zaman geldiğinde” varılan noktayı yarım bırakmayacak ve bütün bu gelişmeler yakın gelecekte Türkiye’nin karşısına daha büyük sorunlar olarak çıkacaktır.

Acele etmeyelim

Trump’ın Kudüs kararı dinler arası çatışma çıkarabilir ama diplomasi ile, diğer ülkelerle iletişim ile geri adım attırmak da halen mümkündür. Ortada 1980 yılında İsrail’in aynı girişiminin BM tarafından ret edilmesi gibi bir gerçek de var.

Erdoğan’ın Papa ile konuşmasında Papa’nın da “Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik adımlardan uzak durulması gerektiği” görüşünde olduğu bildirildi.

AB Dış Politika Şefi Mogherini “Biz İsrail ile Filistin arasındaki tek gerçekçi çözümün Kudüs’ün iki devletin de başkenti olduğuna inanıyoruz. Bu karar bizi yaşadıklarımızdan da karanlık zamanlara götürebilir” açıklaması yaptı. Rusya Devlet Başkanı Putin (her an karar değiştirebilse de) bu kararın İsrail-Filistin anlaşmazlığını daha da derinleştireceğini söyledi.

Kudüs “üç semavi dinin kutsal mekanı” olması nedeniyle Trump’ın ani kararı uluslararası, dinler arası, dünya çapında bir meseledir. Öfkeyle, kutupları keskinleştirerek ortaya çıkıldığında faturayı Filistin halkı acıyla ödemektedir.

Türkiye üzerine düşeni yapmış, bu olayı yeterince kınayarak dünyanın dikkatini çekmiştir. İsrail ile diplomatik ilişki kesmek, ABD ile zaten var olan ciddi gerginliği daha düşmanca bir noktaya taşımak Türkiye’nin ilerde atacağı diplomatik adımları imkansız hale getirecek veya önemini azaltacaktır.

Bu kez acele etmeyelim, bir süre dünya ülkelerinin tepkisini beklemek Türkiye’nin dış politikası ve geleceği adına çok önemlidir!

Yazının devamı...

Kudüs, ABD ve İsrail!

ABD Başkanı Donald Trump dün “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını” ilan etti.

İslam ülkelerinin dışında AB ülkelerinden de itirazların geldiği bu konuda İsrailli bir grup eski diplomat bile Trump’ın “3 semavi dinin de kutsal mekanı sayılan Kudüs”le ilgili açıklamalarına, tek taraflı kararına itirazlarını bir mektupla kendisine iletmişlerdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. Trump’ın Kudüs’le ilgili adım atması halinde ‘İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi’ İstanbul’da toplanacaktır” sözlerine ise İsrail’in:

“Erdoğan tanısın ya da tanımasın, neticede birleşik bir Kudüs’e sahip olmak Erdoğan’ın sevgisine sahip olmaktan daha iyi” şeklinde küstah bir cevap verdiği biliniyor.

Nato açıklaması

Dün Trump’ın açıklamasından sonra Erdoğan, Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Ürdün Kralı 2. Abdullah ile ortak bir basın toplantısı yaparak:

“Peygamberler şehri Kudüs’ün kutsiyetinin müdafaasının sadece Müslümanlık için değil, tüm insanlık için görev olduğunu, kararın İslam aleminde infiale yol açacağını, bu konularda Ürdün ile aynı hassasiyetin paylaşıldığını” açıkladı.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ise Trump dün kararını duyurmadan önce yaptığı ve “skandal” olarak görülen konuşmasında “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma planının kendi kararı olduğunu, bu karara saygı duyduğunu, NATO’nun Ortadoğu barış sürecinin bir parçası olmadığını” söyledi. Zaten Trump’ın ve ABD’nin böyle bir kararı NATO ile görüşmeden açıkladığı da düşünülemez.

Türkiye ne yapacak?

Kudüs, Müslüman alemi için bu kararın kabul edilemeyeceği bir öneme sahip.

Trump’ın kararının İslam ülkelerinde ne gibi karşı kararlara yol açacağı, dünya genelinde “Trump’ın açıklamasına nasıl bir tepki ortaya çıkacağı” henüz bilinmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “İsrail’le diplomatik ilişkilerimizin kesilebileceğini” söylemişti. Kararı veren Trump olduğuna göre ABD ile diplomatik ilişkilerimiz de kesilecek mi?

Mavi Marmara olayında büyükelçimiz İsrail’den geri çağrılmıştı ama gerginliğe rağmen diplomatik ve ticari ilişkiler kesilmemişti, tekrar büyükelçi göndermemizin üzerinden kısa bir zaman geçti.

Bu kez durum daha ciddi, tüm ilişkilerin bitmesi söz konusu. İsrail’le yürütülen önemli ticari projeler de var, bütün ilişkilerin kesilmesi Türkiye için nasıl bir siyasi ve ticari sonuç doğuracak, ilk öne atılan ülke olmadan önce bunların iyi düşünülmesi gerekiyor.

ABD biliyor

“Trump’ın bölgede ne yapmak istediği belli değil” şeklindeki görüşlere ben katılmıyorum, Trump ve ABD ne yapmak istediklerini de, İsrail’in yayılması ve Kudüs’e de sahip olması planını da gayet iyi biliyor.

ABD gibi ülkelerde devlet başkanlarının değişmesi izlenen makro politikaları etkilemez ancak zamanlamasını etkileyebilir.

O nedenle… Umalım da benzer bir açıklamayı, yine İsrail’in ve kendilerinin çıkarı için “Suriye’de oluşturdukları PKK koridoru” konusunda yapmasınlar!

Yazının devamı...

Neden hep gerginlik?

Önemli bir sorunumuz var, içerde ve dışarda hep çekişme veya kendimizi savunma durumunda kalıyoruz.

Acaba neden?

ABD, Suriye iç savaşı başladığında bize “Hadi birlikte ÖSO’yu eğitip donatalım ve Esad’a karşı mücadele etmesini sağlayalım” dedi.

Hemen kabul ettik, eğittik-donattık ve arkamıza dönüp baktık ki ABD ortada yok.

ABD, bizimle müttefik gibi davranırken aslında PKK-PYD ile müttefik oldu, bunu yaparken devamlı “Türkiye ile tüm terör örgütlerine karşı birlikte mücadele ediyoruz” diye oyaladı, biz her seferinde “Obama şunu dedi, Trump bunu dedi” diye sevindik, kabullendik, onların sözlerini tekrarladık.

Tüm silahlar PKK’ya!

Şimdi, “PKK’nın kendini gizlemek için uydurduğu örgüt ismi olan SDG”nin Türkiye’ye sığınan sözcüsü Talal Silo gerçekleri açıklıyor.

SDG’nin PKK olduğunu, maaşlarını bile PKK’dan aldıklarını, SDG’ye ABD tarafından gönderilen tüm silahların PKK’ya gittiğini, PKK “silahımız bitti” deyince Trump’ın hemen zırhlı araç ve silah gönderdiğini anlatıyor.

Başbakan Binali Yıldırım “Türkiye’de PKK bitti” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise ABD’ye “IŞİD için diye silah gönderiyordunuz, IŞİD bitti, bu silahlar kime karşı kullanılacak” sorusunu soruyor.

Yukardaki bilgileri birleştirirsek; Bu şartlar altında PKK’nın bitmeyeceği, silahların ise “IŞİD’den başka bir hedefi” olduğu ortaya çıkar. Türkiye, ABD’deki Reza Zarrab davasına ve diğer yolsuzluk iddialarına kilitlenirken Ortadoğu’yla ilgili plan yürümeye devam ediyor.

İsrail’in çıkarları için Ortadoğu’ya yeniden şekil verme planları…Bu planlarda “Rusya’nın gerçek rolü” nedir, şu anda ondan bile emin değiliz.

Günlük politika…

Türkiye’nin her olayda savunmada olmasının nedeni maalesef “günü kurtaracak politika” üretmek, olaylara zamanında müdahale etmemek, uzmanlara danışmadan çıkış yapmak ve hataların üzerinde durmamaktır. Balyoz-Ergenekon süreci, 17-25 Aralık, 15 Temmuz hep FETÖ’nün içinde olduğu olaylardı ama FETÖ’nün tüm devlet kurumlarına nasıl yerleştiğini, askeri ve sivil okullara istediği öğrencileri nasıl kolayca yerleştirdiğini devlet olarak sorgulamadık.

15 Temmuz’a nasıl gelindiği, o gün neler yaşandığı, neden zamanında müdahale edilmediği araştırılamadı.

Suriye iç savaşına girerken (veya mülteci politikasında, AB ile ilişkilerde) uzman büyükelçilerin, siyaset bilimcilerin görüşünü sormadık.

Savaşa müdahale ettik, sınır boyumuzca PKK “IŞİD bahanesiyle” yerleşti, ABD’ye zamanında “Bu IŞİD nasıl mantar gibi bitiyor, katliamlarını yapıyor ve PKK’ya yardım işini görünce kayboluyor” demedik. Reza Zarrab’ın Türkiye’de yaptıklarının Türkiye’de sorgulanmasını, rüşvet olaylarının araştırılmasını sağlamadık.

Bütün olaylarla ilgili “Meclis araştırması önergeleri” Meclis’te ret edildi.

Durum böyle olunca işler giderek sarpa sarıyor ve sorunlar daha da büyümüş halde karşımıza dikiliyor.

Özellikle dış politikada diplomatlara, siyaset bilimi uzmanlarına danışmadan, sonuçlarını enine boyuna tartışmadan adım atmamaya dikkat etmeliyiz.

Yazının devamı...

Zarrab İran ajanı mı?!

ABD’deki Reza Zarrab davası yalnız Türkiye’de değil, dünyada da dikkatle izleniyor.

Financial Times gazetesi, Reza Zarrab’ın geçen yıl ABD’deki Disney World’e gidene kadar hayatını İstanbul’da milyoner bir playboy olarak geçirdiğini, şimdi ise Türkiye’nin yöneticilerini zan altında bırakacak bir davanın merkezinde olduğunu yazdı.

Washington Post gazetesi “Reza Zarrab ABD yasalarını ihlal etti ancak mahkemede söyleyeceklerinden Türkiye korkuyor” yorumunu yaptı. Genel olarak Batı medyasının ortak yorumu ise “Türk ve ABD hükümetleri arasındaki ilişkilerin daha da gerilebileceği” şeklinde.

İftiracı İse…

Türkiye’de Ana Muhalefet Partisi; “Bugün hain, iftiracı, ajan denilerek mallarına el koyulan Zarrab eğer ‘iftiracı’ ise, söyledikleri yalansa mallarına neden el koyuyorsunuz”…

“Reza Zarrab rüşvetçi olduğu için de mallarına el konuyorsa rüşveti alan bakanlar ve bürokratlar nerede ve neden susuyorlar” gibi sorular yöneltiyor.

Hukukçular ve diğer muhalefet partileri ile gelişmeleri izleyen vatandaşların talebi ise “Zarrab ile ondan rüşvet alanlar için Türkiye’de ‘yeniden yargılama’ yapılması.” Yani Türkiye’de Zarrab olayında genel bakış “dış güçler, FETÖ, ABD’nin oyunu” gibi diğer etkenlerden bağımsız olarak “yolsuzluk üzerinde” yoğunlaşıyor.

Vatandaşların konuştuğu bir diğer konu; Türk bankalarına büyük ceza kesilirse ekonomi nasıl etkilenir? Emekli ve memur maaşlarının verilememesi gibi bir durum ortaya çıkar mı? Bu son ihtimalin olmayacağı cevabını veriyoruz, umalım da ekonomi o ölçüde etkilenmesin.

Bugün Ne Açıklanacak?

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel “Yabancı devlet lehine askeri ve siyasi casusluk yapmakla suçlanan Zarrab’a belgelerin kim tarafından ve ne karşılığı verildiği açıklanmazsa, Salı günü (bugün) Genel Başkanımız Arena’da 25 bin kişinin önünde bu sorunun cevabını açıklayacak” dedi.

Bugün ne gibi belgeler açıklayacağını şu anda bilmiyoruz, bildiğimiz bir şey varsa bir an önce bu “yolsuzluk-casusluk-belge” tartışmalarının, davalarının sonlanması ve ülkemizin adının daha fazla bu tür olaylarla anılmaması gerektiğidir.

Cıa, Fetö, Savama…

İYİ Parti İsparta Milletvekili Nuri Okutan dün TBMM’de bir basın toplantısı yaparak:

“Reza Zarrab’ın İran İstihbarat Örgütü SAVAMA’nın bir ajanı olduğunun devlet kayıtlarında mevcut olduğunu, ailesinin çeşitli yasadışı işlerden dolayı on yıllarca takip edildiğini ama devletin bu bilgileri değerlendirmediğini” söyledi. Şimdi “ABD, CIA” ajanlığına, davada FETÖ parmağına bir de İran ajanlığı eklendi, çık içinden çıkabilirsen.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye gelince… Nasıl biliyorsa, 14 Haziran 2016’da bir uyarı yapmış:

“Dost nasihatı veriyorum ABD’ye gitmeyin… Sık sık giderseniz karşınıza kimin çıkacağı belli olmaz, İranli kaçakçı alayınızı ele verebilir”... Gelişmeler giderek daha karmaşık hale geliyor ve Türkiye daha uzun süre yolsuzluk tartışmalarına devam edecek gibi görünüyor.

Yazının devamı...

ABD’nin Zarrab’la hedefi Türkiye mi?

Dünkü haberlerde Başbakan Binali Yıldırım’ın “PKK bir daha Türkiye içinde belini doğrultamaz” dediği yer aldı ancak…

ABD’nin gönderdiği zırhlı araçlar ve ağır silahlar sınır boyumuzdaki PKK depolarında saklandığı gibi Afrin’de mermiler, havan topları imalatı yapılıyor. Erbil’den bile silah gönderilerek depolara saklanıyor.

Türkiye’nin kendisi için yaratılan bu büyük tehlikeye yoğunlaşması gerekirken gündemi maalesef “ABD, Malta veya Man Adası’nın söz konusu olduğu yolsuzluk davalarıyla” dolu..

Türkiye’de yetkililer ve hukukçular ABD’de İran’a yönelik ambargoyu delme, kara para aklama nedeniyle Reza Zarrab’ın yargılandığı dava için “ABD’nin Türkiye’yi yargılayamayacağını, mahkum edemeyeceğini” açıklıyorlar.

Siyasal casusluk

Genellikle bu tepkiler, Zarrab davasının “meşru hükümeti devirmeye çalışmak, Türkiye’yi yıpratmak” için yapıldığı, “dış mihrakların kumpasının hedefinin Türkiye olduğu” yönünde.

Sorulan sorular ve alınan ifadelere baktığınızda “ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun delinmesi” davasında “Türkiye devletinin genel olarak suçlanması” yerine Zarrab ve ilişki kurarak yasa dışı işler yaptırdığı birkaç bakan ve bürokrat etrafında yoğunlaşıldığı görülüyor.

Daha önce Türkiye’nin ABD’ye “2 kez onunla ilgili nota verdiği” Reza Zarrab’ın ve yakınlarının mal varlığına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kararıyla el kondu.

Nedeni “Türkiye Cumhuriyetinin gizli kalması gereken bilgilerini yabancı devlet lehine ‘siyasal ve askeri casusluk’ maksadıyla temin etme”…

Önceleri “hayırsever iş adamı” denilen Zarrab’ın “casusluk maksadıyla elde ettiği bilgileri açıkladığını” anlatan bu gerekçe bir anlamda “Zarrab’ın ifadelerinin doğru olduğunu kabul etme” anlamına geliyor.

Hayali ihracat

Reza Zarrab, Halkbank’ın “müdürü ile muavinin ve 3 bakanın ‘kendilerinin istediği’ ve aldığı rüşvetler karşılığında ona ne çıkarlar sağladığını” detaylarıyla anlatıyor ve mahkeme mal varlığına el koyuyor.

Banka müdürü, bakanlar ve bu işlere ortak olan çocuklarının aldığı rüşvetlere 17 Aralık sonrasında Türkiye’de el konmuş, sonra paralar hepsine “faiziyle iade” edilmişti.

Bakanlar, Banka müdürü ve yardımcısının aldığı on milyonlarca avroluk rüşvetler, bunun karşılığında Zarrab’ın “Halkbank’tan 2.5 milyar Euro çekmesi”, Bakan Muammer Güler’in “Çin’deki bankalara Zarrab adına referans yazması” için oğluna 100 bin dolar rüşvet verilmesi küçümsenebilecek olaylar değil.

Bakanlar ne olacak?

Halkbank genel müdürü veya yardımcısının gerçekte “İran’a gönderilen gıda olmadığı halde” hayali ihracat ve sahte nakliye evrakları üretmesi de öyle.

Bu olaylarda konu “Türkiye devleti, milleti değil, dev yolsuzlukları yapan şahısların kendisi”dir.

Milyonlarca yoksulu olan ve saygınlığının korunması gereken Türkiye’de, kimle ilgili olursa olsun tüm yolsuzluklar şeffaflık içinde yargılanmalıdır.

Yazının devamı...

Kumpas ve yolsuzluk!

Reza Zarrab ABD’de İran’a ambargonun delinmesine yönelik davada Halkbank ve Türk bakanların olaydaki rolüyle ilgili açıklamalarını sürdürüyor.

Bilindiği gibi Zarrab’ın suçunu kabul ederek mahkemeyle anlaşması ve “tanık” durumuna geçmesinden sonra Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın avukatı “Yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet yollayan Atilla değil, Zarrab’dı” demişti.

Reza Zarrab mahkemeye yaptığı açıklamalarda dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a verdiği “50 milyon Euro” rüşvet dışında “saat”in hatta “birçok saatin” de bulunduğunu…

Çağlayan’ın İran’la yapılacak altın ticaretinin karından “yüzde 50 pay” istediğini, dönemin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a “2 milyon Euro nakit” para verdiğini, bu rüşvetler karşılığında bankadan çektiği paranın 2,5 milyar Euro olduğunu ve daha birçok olayı detaylarıyla anlattı ve devam ediyor.

Cumhurbaşkanı; “kumpas”

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türkiye’ye kumpas kuruldu. Bu kumpas üzerinden oyun oynanıyor… Zaten olayın savcısının FETÖ ile irtibatı biliniyor. İran bizim komşumuz, kendisinden doğalgaz alıyoruz, ticari ilişkimiz var… Bizim ABD’ye böyle bir taahhüdümüz yok. Ekonomimize yönelik de oyunlar var” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği “davayı başlatan savcının FETÖ ile irtibatı” sözleri Hükümet yetkilileri ve TV tartışmalarında bazı konuşmacılar tarafından söyleniyor. Hatta bilirkişilerin ve Hakim Berman’ın da FETÖ irtibatını söyleyenler oldu.

“Türkiye’deki yolsuzluğu ABD yargılayamaz” diyenler, “sanık üzerinde baskı kurulduğu, ABD’nin hukuku istismar ettiği” yorumları yapanlar var. Kısacası, FETÖ’nün “dünya çapında, ABD yargısını bile ele geçirecek bir güç olduğunu” düşünebilmek insana dehşet veriyor. Bu nasıl bir güç ki koskoca Türkiye devletinden daha baskın ve daha etkin.

Yolsuzluk ayrı…

Öncelikle, ortada bir kumpas olduğunu düşünsek de, ABD’nin Zarrab soruşturmasını Türk hükümetini zor duruma düşürmek için yaptığını, kumpas kurduğunu, bütün bu FETÖ ihtimallerini göz önüne alsak da, Reza Zarrab’ın detaylarla anlattığı dev rüşvet olayları ayrı bir konudur.

17 Aralık sonrası 3 bakan; Muammer Güler, Zafer Çağlayan ve Erdoğan Bayraktar istifa ettiler, Egemen Bağış görevden alındı. Yüce Divan’a gönderilmeseler de hiçbiri sonraki seçimlerde aday gösterilmediler. Zarrab meselesine dönersek, konuştuğum deneyimli uzmanlar “Bu olayların Türkiye’ye duyulan güvene, ekonomiye etkisi çok önemlidir. ABD’de gıyaben yargılama yok. Zarrab ve Hakan Atilla ABD’ye gitmeselerdi bu dava açılamayacaktı. İkisi de neden gittiler, nasıl izin verildi. Zarrab sanki hazırlıklı gitmiş gibi” diyorlar.

ABD’deki davanın “ambargonun delinmesi” konusunda olduğunu, “yolsuzluklarla ilgili” olarak Türkiye’de dava açılması gerektiğini söylüyorlar.

Ak Parti İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop’un “Reza Zarrab Türkiye için kurulan bir organizasyonun parçasıdır, Türkiye’den gidişine göz yummak ihanettir” sözleri de bunları doğruluyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.