Şampiy10
Magazin
Gündem

Torba yasa çorba gündem

Gerçek gündem yerine kendi yarattıkları gündemi konuşan bir siyaset arenası...

Hakem minder dışına çıkan güreşçileri minderin ortasına çeker götürür.

Bizim siyaset dünyamızda bu rol Anayasamızın tarafsızlığını şart koştuğu Cumhurbaşkanı’na verilmiştir.

Halk tarafından seçilen tarafsız Cumhurbaşkanı, sistemin en fazla ihtiyaç duyduğu parlamenter disiplin için fırsat sunacaktı hesapça..

Olmadı, sahne daha beter karıştı.

Çözümler üretmeye elverişli bir ortam tarafsız Cumhurbaşkanı sayesinde sağlanacak derken arenadaki kadroya Ahmet Davutoğlu gibi marifetli bir hatip daha eklendi.

Şimdi sabahın erken saatlerinde başlayıp uyku saatine kadar uzayan siyasi söylevler izliyoruz.

TV’ler bütün gün siyasetçilerin birbirlerine reva gördükleri en alışılmadık hakaret ve iftiraları nefes almadan makineli tüfek gibi saydırıyorlar rakiplerine.

“Adalet istiyorum”

Erdoğan’ın aktif siyasetle arasına biraz mesafe koyacağını düşünenler ne kadar yanıldıklarını son bir kaç gün iyice anlamışlardır.

Cumhurbaşkanı esnaf ve sanatkârlara hitap ederken Paralel Yapı ve Çözüm Süreci’nin gündeminde özel bir yeri olduğunu göstermiştir. Kalabalık bir delegasyona karşı yargıdan şikâyetçi olmuş “Adalet istiyorum, adalet!” diye bağırmıştır.

Türkiye’nin iyi kötü bir devlet geleneği var; Afrika’ya kadar uzanan cemaat yapılanmasına ve terör tehdidi olan Çözüm Süreci’ne bu gelenek çare üretecektir.

Cumhurbaşkanı pazarlık yapılmayacağını belirttikten sonra “Silâhlar bir kenara konulacak, ne mesele varsa siyaset zemininde çözüme kavuşacak” demiştir.

Sansür de nereden?

MİT’in kumpasa hedef olduğu iddiası ortaya atılmış, mesele iktidarın “MİT’i kurban etmeyeceğiz” sözü ile bastırılmıştır.

O arada rüşvetle suçlanan eski bakanlarla ilgili Meclis soruşturması birden bire yayın yasağı kapsamına girmiştir.

Gerek MİT, gerek Meclis soruşturması, sahiden aydınlanma isteyen bir irade mevcutsa sansüre tabi tutulamaz.

Kimse gerçeğin peşinde değil, herkes rakibine diz çöktürmek peşinde.

İktidar adalet hasreti çekerken kendi kusurunu da aramanın tedbirini alıyor mu acaba?

Yargıtay Başkanı Ali Alkan “Birinci Başkanlık Kurulu’nun görevine gerekçe gösterilmeden son verildi. Bu müdahale ne kadar devam edecektir; yürütme, bu kurul nasıl oluşursa memnun kalacaktır?” diye sordu.

Torba Yasalar, çorba gibi bir gündem yaratıyor.

Düzeni yeniden kurmak ve gündemi sadeleştirmek gerekiyor!

Yazının devamı...

Her Pazar Seçim var

Türkiye’ye gelen resmi konukların hemen tümü yargı üstüne konuşmayı çok seviyor.

Demokrasimizin en netameli sorunu olan “güçler ayrılığı” nasıl olması gerekiyor, en çok o konudaki yardımlarını sunar.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden de esirgemedi zahmetini.

“Bizim orada güçler ayrılığı değil güçlerin eşitliği diye anılır bu ilke” dedi.

Bizce de böylesi daha sağlıklı.

Güçler ayrılığındansa yasama yürütme ve yargıdan oluşan erklerin eşitlik nedeniyle uzlaşmak zorunda kalmaları, sistemin sigortası işlevi kazanıyor.

AKP’nin başına geçenler acayip enerji yükleniyorlar. İktidar 12 yıldan beri önümüzdeki her Pazar seçime girecek gibi yaşadı. Koşup almak için bir sebep yoksa yerinde zıplayarak uyanık ve zinde kalmaya çalıştı.

Son zamanlarda hukukçu okurlardan gelen uyarılarda belirgin bir artış fark ediliyor.

Çok normaldir.

Yanlış olan demokratik toplumu oluşturan kitlenin fark etmemesi, etse de önemsememesidir.

MİT Kanunu’nun değişmesi ile başladı macera. Şimdi mahkemelerin susturulmasına ve polisin yetkilerinin arttırılmasına sıra gelmiştir.

Polise ağır silâh neden lâzım, merak etmeğe değmez mi?

“Makul şüphe” denilen acayiplik halkı kendi devletine esir düşürecek; yazık değil mi, ayıp değil mi?

Dikta rejiminin ayak seslerini anlamak ve dirençle karşılamak gerekir. Yeterli tecrübeyi kazandık çünkü bu yolda.

Aksi halde “Her toplum lâyık olduğu yönetimi bulur” diyen özlü söz hükmünü yürütecektir.

Kumpasçılar bir zafer daha kazanmasın!

Konuşma zamanı

Siyasetin mutfağında uzun zamandır aşure ve sebze çorbası pişiyor.

Lezzetli ama karma karışık...

Yargıtay ve Danıştay başkanlıkları için yapılan seçimin sonuçları “Yüce Rabbim, verdikçe veriyor” diye kutlanmış, sandığı kontrol etmenin avantajı iktidar partisinde bayram sevinci yaratmıştı.

Çözüm Süreci, diken üstünde oturmanın tedirginliğini her geçen gün arttırıyor.

Süreç şehit cenazelerini ve anaların gözyaşı dökmesini durdurmuştur ama ne kadar zaman yararlanacağız?

Çünkü müzakerelerin tabiatından gelen gerçektir; bekleyiş, beklentileri arttırır.

Konuşma zemini doğar doğmaz uzlaşma fırsatını değerlendirmek gerekir.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Öcalan’ın bile talep etmediği şeyler ileri süren HDP’lilerin hem Öcalan’ı hem hükümeti zor duruma düşürdüklerini öne sürdü.

Demirtaş ve arkadaşları bu şefkatli yaklaşım karşısında kim bilir ne kadar duygulanmışlardır?

Boş konuşmaları bırakmak lâzım!

Yazının devamı...

Ziyaretin şifreleri

Abartılı nitelemeler söylenen sözün önemini azaltır.

Uluslararası ilişkilerin tabiatı da farklı bir şey söylemez.

Türk-Amerikan ilişkileri, Başkan Yardımcısı Joe Biden'in Türkiye'ye yaptığı ziyaret vesilesiyle önemli bir yenilenme geçirdi.

Bu yenilenme iki tarafın sözlerindeki coşkuya bakarsanız beklenenin üstünde bir gerçekleşmedir.

Joe Biden'in yaptığı kısa analiz siyah-beyaz bir resmin soğuk gerçekçiliğine tanıklık ediyor.

Başkan Yardımcısı şunu demiş:

"Bizim Türkiye'ye ihtiyacımız var. Sanırım Türkiye de bize ihtiyacı olduğuna inanıyor."

Bu basit değerlendirmenin doğru olup olmadığını, alt başlıkları okuyarak tayin edebiliriz. Aranan uzmanlık hizmetini emekli büyükelçi Onur Öymen yerine getirmiş, sıcağı sıcağına:

1. İzlenen politikalarla Bağımsız Kürdistan'ın kurulmasının önü açılıyor;

2. Türkiye'nin Kandil'e operasyon yapmak isteğini masaya koyması gerekirken bu yapılmadı;

3. Türkiye "Musul'da Türkmenler'in korunması için askeri harekât yapmaya karar verirsek engel olmayın" demeliydi diyemedi;

4. "Kerkük'ün korunması için asker göndereceğiz" diyemedi;

5. "Mahmur kampını ve Kandil'i boşaltın" diyemedi.

"Amerika dost istemez, sadık müttefik ister.."

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait bir sözdür bu.

Büyükelçi Öymen'e göre fazla bir şey değişmemiştir.

Bizden İncirlik Üssü'nü kullandırmamızı, Ayn el-Arap'a asker göndermemizi, Esad'a değil IŞİD'e öncelik vermemizi istiyorlar..

"PKK ile savaşmayın, müzakere edin, Kıbrıs'ta Rumları tatmin edin, Doğu Akdeniz'de petrol araştırmayın, bırakın doğal gazı Rumlar çıkarsın" diyorlar.

İsteyen taraf daima onlar.

Bir şeyler koparan da her zaman yine onlar oluyor!

Kaş yaparken...

Çıkacak bir kürsü bulan, hemen başlıyor...

Bölücülüğün kötülüklerine karşı ne yapmak gerekiyorsa yeminler ederek vaad ediyor, taahhüt ediyor.

Vatanın, milletin birlik ve bütünlüğü için göze almayacağı özveri bırakmayan kahraman, bir fırsatını bulup sıralıyor:

"Kürt, Laz, Ermeni, Çerkez, Rum, Pomak, Zaza, Sünni, Alevi..."

Sözde bu ayrıntılar, birlik içinde yaşama isteğinin ifadesiymiş!

Bugünlere biz bu etnik ve dinsel farklılıkları inkâr ederek mi geldik?

Hayır tersine, gerekli gereksiz tekrarlayarak, dertsiz başımızda nefret uçurumları yaratarak geldik.

Yanlış yoldayız.

Bölücü teröre karşı koymanın yolu ayrılıkları değil müşterekleri konuşmak ve geliştirmektir.

Terör mağdurundan seçmen yaratmak ahlâk sorunudur!

Yazının devamı...

Dokuz ayın çarşambası

Bölgemizdeki uluslararası ilişkilerin dışa vuran manzarası bir karmaşadır.

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmiş sanki..

Türkiye, Irak, Suriye zeminlerinde yürüyen diplomasi, bu halk deyişini hatırlatıyor.

Amerika zaman zaman askeri yetkililer desteğinde Başkan Yardımcısı Joe Biden'le, Türkiye ise hem Cumhurbaşkanı ve hem Başbakan'la bu karmaşaya katılıyorlar.

BBC'nin kaynaklarına göre görüşmeler IŞİD'in ve Suriye'deki Esad yönetiminin geleceğine odaklanmış durumda.

ABD Başkan Yardımcısı Biden ile Başbakan Davutoğlu arasında yapılan görüşmeleri Türk hükümeti kamuoyuna duyuracak önemde mi görmedi, bunu bilmiyoruz ama Beyaz Saray bilgi paylaşmaktaki cömertliğini bir açıklama ile gösterdi.

Açıklamada "iki ikinci adam"ın Irak ve Suriye'de IŞİD'e karşı mücadele, Kıbrıs'ta çözüm müzakereleri ve enerji güvenliğiyle ilgili konuları görüşmek için bir araya geldikleri belirtildi.

Görüşmelerden sızan bilgiler, Esad'ın yönetimden uzaklaştırılması şartını Ankara'nın yumuşatacağına dair bir işaret görünmediğini ortaya koyuyor.

G-20 zirvesinde Esad'ı safdışı etmek için aktif adımlar atıp atmayacağına dair Başkan Obama'dan gelen "hayır" cevabı çözümün epey bir uzakta durduğunu göstermişti. Yeni gelişmeler yakınlaşma işareti vermiyor.

ABD Türkiye'nin koalisyondaki rolünü etkinleştirmek istiyor.

Türkiye'nin istekleri de bölgedeki hareketin gerektirdiği güvenli alan tedbiri, enerji kaynaklarına ait sorunlar ve mültecilerle ilgili sürekli tırmanan insani sorunlar...

Yangının yakın vadede söndürüleceğine dair ihtimaller çok güçlü değildir. Ama daha beter bir durum?..

Öyle bir tehlike de çok yakın görünmüyor.

Kriz kontrol altındadır.

Üçüncü Göz CHP

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş Çözüm Süreci bağlamında oluşturulması öngörülen "Üçüncü Göz" için yerinde bir öneri sundu.

İlgili olanlar hatırlar; Çözüm Süreci'nin tarafları tatmin edecek şeffaflık ve dürüstlük içinde yürütülmesini güvence altına almak çok önemli.

Sürecin ve yapılan işlerin güven vermesi buna bağlı.

HDP'li Demirtaş Üçüncü Göz adı verilen İzleme Kurulu'nun tümden âkil insanlar arasından seçilmesini doğru bulmuyor.

Önceki gün "Kurulda CHP olsa iyi olur" dedi.

Gerçekten de demokratik denetim, güven duygusu ve şeffaflık önemseniyorsa bu tedbir işe yarayacaktır.

Böyle kurullarda ana muhalefet partisi temsil edilmelidir.

Tabii amaç milli meseleleri çözerken devletin devamlılığını savunmaksa...

Yazının devamı...

Kandil’den Kobani’ye..

Başarı, nitelikleri önceden tarif edilmiş kazanımların elde edilmesidir..

İktidar kanadı epey zamandır hazırlandığımız bir başarı hikâyesini gerçekleştirmenin eşiğine gelmiş bulunuyor.

Önceki gün Başbakan Yardımcısı Akdoğan ile HDP heyeti arasında yapılan toplantı ile tarihi bir dönemece gelindiğini söylemek hata olmaz.

Hükümet kanadı olarak müzakereleri yürütecek heyeti belirlemekle bitmiyor bu aşama; “Üçüncü Göz” adı verilen bir heyet daha olacak.

Müzakerelerde tarafsızlığın adaletini bu kurul gözetecek.

Emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili Onur Öymen Başbakan’ın Bağdat’a yaptığı ziyarete ilişkin değerlendirmesini yollamış.

Barış Süreci diye anılan projenin gerçekte PKK’nın silâh zoruyla dayattığı bir siyasi çözüm olduğunu savunuyor.

Başarının şartları belli:

Bağdad’ın sorumluluğu PKK’nın Kandil’den tasfiyesi ve terör örgütünün insan kaynağı olan Mahmur kampının dağıtılmasıdır.

Bu görevi Bağdat yönetimi yaptı yaptı; aksi halde Türkiye’ye yönelik terörü sonlandırmak için Türk Ordusu’nun Kandil’e gitmesinin engellenmesi büyük çelişkidir.

Onur Öymen’e göre böyle bir rüya gerçek üstü sayılamaz..

“Evvelce Türkiye etkili bir diplamasi kullanarak PKK’nın Suriye’den çıkarılmasını ve Bekaa vadisindeki terör kamplarının kapatılmasını tek bir mermi atmadan ve tek şehit vermeden sağlayabilmişti.

Benzer bir başarı hikâyesini tekrar yaşatmaya Türkiye’nin ihtiyacı vardır!

Ulan hepiniz...

HDP’li Demirtaş kürsüden parladı:

“Ulan hepiniz oradaydınız!”

Okurlarımız şu mesajı kendisine ve onun gibi düşünenlere iletmemizi istemiş:

“Ey Demirtaş, dedikleriniz ya bu siyasete uymuyor veya siyaset sizlere yakışmıyor.

Meclis nezih insanların yeridir.

Kavga yiğitlik değil terbiyesizliktir!”

Tam isabet

Taksim Topçu Kışlası kararını halk verecekmiş.

Tartışmaların alevlenmesi İstanbul Belediye Başkanı Topbaş’ı yatıştırıcı bir tedbir almaya mecbur etmiş;

“Topçu Kışlası konusunda mahkemeden onay çıksa bile halk oylamasına gidilecek” açıklaması yaptı.

Yerinde bir tedbir.

Gezi Parkı’nı kaybetmemek uğruna 11 masum insan hayatını kaybetti.

Onlar da saygı bekler.

Ayrıca halk Topbaş’tan doğru bir iş yapmak için tombala çekmeye mecbur kalmamasını ister.

Halkın fikrini öğrenmek için Topçu Kışlasından başka bir iddialaşma sebebi kalmadı mı İstanbul’da?

Yazının devamı...

Cömertlik kusur mu?

Cömertliği israf sınırına dayanmış insanları tarif eden tatlı sert atasözlerimiz vardır.

Mesela biri “ayranı yok içmeye” diye başlar, sonra “Taht-ı revan ile tuvalete” gitmenin ayarsız gösterişçiliği yerilir.

Son işsizlik verileri, Türkiye’nin mülteci siyaseti alanında başarılı bir çizgide ilerlemediğini gösteriyor.

İşsizlik, kritik sınır olan yüzde 10’u aşmıştır. Genç işsizlerdeki artış sorunun sosyal maliyetini tehlike doğuracak seviyelere yükseltiyor.

Güney sınırlarımıza komşu coğrafyada yaşayanlar “İyi ki Türkiye varmış” diyor. Dünyadaki vurdum duymaz örnekler çoğalıyor.

Rakamlar bize de “Keşke Suriye komşumuz olmasaydı” dedirten tehlike çanları çalıyor.

Türkiye şu anda çoğunluğu Suriyeli olan 2 milyon dolayında sığınmacı barındırıyor. Türkiye olmasa muhtemelen yarısı hayatta olmayacaklardı.

İşsizlik rakamları hükümetin mülteci kabul ederken daha hesaplı davranması gerektiğini düşündürüyor.

Türk halkı Suriyeli sığınmacılarla ekmeğini paylaşmanın faziletini göstermiştir. Ama dikkat!..

Krize dönüşme eğilimindeki bu sorun iyi yönetilemiyor.

Hem güvenlik sorunları üretiyor hem de bu gidişle ulusal ekonomiye tahminleri aşan bir yük getiriyor.

Türkiye, kafa kesen kasaplardan kaçan insanların hayatını kurtarmak imkânı varsa bu şansı elbette kullanır.

Ama Ankara, izlediği merhametli mülteci siyasetinden dolayı ceza görmemelidir.

Özellikle gençlerin geleceği büyüklük gösterisi israfı yüzünden tehlikeye atılmamalıdır.

Merhamet zaaf değildir. Bu insani duygu ödülünü görmeli, “Veren Türkiye” sömürgeci vurdum duymazların aç gözlülüğüne kurban edilmemelidir.

“Pamuk eller cebe“ diye bir söz vardır.

Hatırlatmakta geç bile kaldık!

Deprem alârmı!..

Halkımız onlara “deprem profesörü” diyor.

Bunlardan biri İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Naci Görür’dür.

Prof. Görür dün sıklıkla TV ekranında uyarılar yaptı.

Benim gibi kimbilir kaç kişide kapalı yer fobisi yarattı?

Dediği şu: “İstanbul’da, Erzincan’ın doğusunda büyük bir deprem bekliyoruz..”

Hoca iki önemli uyarı yaptı:

1. Doğu Anadolu fay hattında büyük enerji birikti; deprem duman eder!

2. Elazığ için önem taşıyan bir panel yapıyoruz, bu bilimsel toplantıda valiyi ve belediye başkanını görmemek hayal kırıcı oldu.

Yani tehlike doğuran sebep deprem profesöründe biriken enerji de olabilir!

Yazının devamı...

Kristof Kolomb ve çözüm süreci

Geçen ayın başındaki Gezi protestoları nedeniyle askıya alınan Çözüm Süreci hayata döndü.

Sürecin kanlı bir mecraya saplanmayışı barış iradesinin toplumda derinlik kazandığı ümidini veriyor.

Önemi küçümsenmeyecek bir ilerlemedir.

Huzursuzluk veren protesto gösterileri sükûnetin avdet etmesine imkân tanıyan bir sabır testi idi.

Müzakerenin tarafları bu sınavı geçmiştir.

Şimdi müzakere süreci iki tarafın da özgüven duygusu ile güçlendiği bir zeminde tekrar başlayacak ve tabii geçmişte elde edilenden daha etkileyici sonuçlar elde edilecektir.

Silâhlara veda zamanı

Hükümetle HDP heyetinin görüşmesinden iki tarafın da memnun oldukları anlaşılıyor.

Müzakerelerin verimini arttıracak kararlar alınmıştır.

HDP heyetinin hükümet adına muhatap oldukları Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’la toplantıları verimli geçmiştir.

Toplantıda Abdullah Öcalan’a eşlik edecek heyetin genişlemesi kararı alınmıştır.

Önemli bir yenilik olarak “Üçüncü Göz” rolü yaratılmıştır.

Bu gözlemci heyetin görevi, müzakereleri tarafsız bir bakışla izlemek ve gereken uyarıları yapmak olacaktır.

Fiili bir ateşkes kim bilir kaç vatan evlâdının hayatını bize kazandırmıştır. Bu kazancı herkes şükür duygusu ile kucaklamalıdır.

Yalnız şu unutulmamalı ki, varılacak uzlaşmalar binlerce şehide ve ailelerine azap verecek akıl ve vicdan kazaları yaratmamalıdır.

Müzakere heyletinin acele etmekten sakınacağı basamak, hayatı düzenleyecek yasalar ve kurallardır. Bunlarda hata yapılmamalıdır.

Hızlı davranmaktan sakınmanın korkulmayacağı aşama, “silâhlara veda” kararını vermektir.

Bu kararın hayata geçirilmesi süreci ikinci büyük sınav olacaktır.

Seçim yatırımı olmasın

Güvenilir haber kaynakları PKK’nın Kandil kanadının bu aşamada silâh bırakmaya razı olmayacağını bildiriyor.

PKK’yı şiddete dayalı iktidar arayışından vazgeçirmek kolay olmayacak. Rekabet hassas bir psikolojik zeminde yaşanıyor.

Müzakereler sonunda varılacak hedef hiçbir tarafın zafer olarak kutlayacağı bir sonuç olmamalıdır.

Bir de şu...

Hiç kimse veya grup, elde edilecek sonucu seçim yatırımı olarak kullanmamalıdır.

Tarihten ders alalım, tarihe ders vermeye kalkmayalım.

Aksi halde Amerika’yı Kristof Kolomb’tan üç yüz yıl önce Müslüman denizcilerin keşfettiğini iddia eden Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi dünyayı kendimize güldürürüz!

Yazının devamı...

Tehdit, şantaj ve haraç...

Hızlanan gelişmelerin git gide güçlü bir özerklik iradesi yaratacağı söyleniyor.

Sonra bakıyorsunuz umutları erteleyen haberler, yorumlar..

Sıkılan, bunalan insanların yüreğine su serpeyim derken başından aşağı dolu bir kovayı boca etmenin aşırılığından etkilenmeler filân...

Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı ünvanı ile donanmış olmasa Etyen Mahcupyan’ın Akşam’daki sütununda yer verdiği iddiayı, haber olarak aktarmazdım.

Ama saklanamaz önemli gerçek görüntüsü, kamuoyunun bilme hakkını gündeme getiriyor.

Mahcupyan “Açıkçası Kürt siyasi hareketi (KCK), Kürtleri kaybetmesine yol açacak bir dinamik başlatmış durumda” diyor.

Devamla... “KCK kendi vatandaşından haraç alıyor!”

Haraç pazarlığı

Sonra ayrıntılar güçlü ifadelerle biraz daha netleşiyor:

“KCK yetkilisi makamında oturuyor ve bütün Kürt iş adamları sırayla gidip haraç pazarlığı yapmak zorunda bırakılıyor.”

Kürtçü siyasetin tabanını oluşturan halk için şaşırtıcı değildir bu olan biten. Öfkeye sebep olan şey 30 yılda oluşan haraç düzeninin en ufak bir değişime uğramamasıdır.

Bir tarihte “Kanun dışı Kürtçü yapıların terör pahasına elde etmek istediği şey acaba nedir?” diye sormuştum eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e.

Hiç düşünmeden cevapladığını hatırlıyorum:

Yolsuzluk virüs gibi

“Terör elebaşılarının istediği ilk şey Güneydoğu’da devletin yaptığı yatırımların pazarlığını kendileri yapsın parasını da keza onlar ödesin..”

“Bal tutan parmak yalar” atasözü, acı bir gerçek de olsa hükmünü yürütüyor.

Her köşede karşımıza çıkıyor.

Siyasi kirlenmenin Batı demokrasilerinde vahamet öneminde karşılık görmesi bundandır.

Çünkü bir yerde yolsuzluk varsa başka yerlerde de vardır.

Yolsuzluk virüs gibidir, girdiği vücudu bitirmeden edemez.

Devletin bekası için en etkili güvence Temiz Siyasettir!

Çiçek’in uyarısı

TBMM Başkanı Cemil Çiçek seçkin bir devlet adamıdır.

Onu, adından söz ettirecek her fırsatı değerlendirmeye hevesli siyasetçilerle karşılaştırmak haksızlık olur.

Dün Kürt sorunu üstüne konuştu.

Bu sorunu çözmekte geç kalmanın ülkeye gaileler açacağını hatırlattı ve çözüm için yardıma ihtiyacımız olamayacağını anlattı.

“Onlar çözmek için değil daha da karıştırmak için sürece dahil oluyorlar.”

Bunları dediyse vakit yitirmeden uyanmak gerekiyor!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.