Şampiy10
Magazin
Gündem

Ah adalet

Adalet bu ülke vatandaşının hasretidir. Kavuşma ne zaman gerçekleşecek?

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, 301 kurban alan Soma faciası konusunda, hukuk devletini yerlerde sürükleyen sözler etti.

“Soma soruşturmasında savcılığa izin vermedim“ dedi.

Ardından bir soru...

“Beni ve bürokratlarımı sorumlu tutmak sorunu çözecek mi?”“

Cumhurbaşkanının işin fıtratında böyle trajik ölümler bulunduğunu söylemesi maden işçisini nasıl bir anda intihar eylemcisine dönüştürüyor?

Başbakan Davutoğlu’na verilen son brifingde açıkça istendiği yazıyor; Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları orgeneral ve oramiraller Başbakan’ın izni olmadan yargılanmasınlar.

Hem de ne suçu işlerlerse işlesinler!

Türkiye’deki madenciliğin fıtratına eklenmesi istenen ayrıcalık, çalışma hayatının dengesini bozacak, adaletini zedeleyecektir.

MİT Başkanı’na sağlanan Başbakan kaynaklı dokunulmazlık orada durmamıştır.

İmtiyazlar yayıldıkça faşizm ve oligarşi hukuk devleti zararına genişler.

Hiç kimse gözü kararmış bir oligarşinin takımdaki adanmışlar için kendini tehlikeye atacağı hayalini kurmasın..

Anayasa ile korunan 12 Eylül cuntasının bu hallere düşeceğine kim ihtimal verirdi?

Hukuk devletinden sapmamak lâzım..

Fazıl’ı saymak!

Japonya’nın Ankara’daki büyükelçisi, Tokyo’daki dışişleri bakanını arar ve şu haberi verir:

“Fazıl Say’ın Tokyo konserini iptal etmediğimiz için Ahmet Davutoğlu beni makamına çağırdı ve kınadı...”

Japon bakan şaşkınlığını yenmeye çalışırken ihtiyatlı bir dille konuşur:

“Fazıl Say’ı tanıyorum. Ailece onu dinlemeyi seviyoruz. Dün zar zor bilet buldum da konserine gittik.

Fazıl Say tamam da bizi kınayan Davutoğlu kim Allah aşkına?!

Ucuz kahramanlık

Adalet Bakanı Bozdağ “Parti kapama devri kapandı” demiş.

Çok zayiat verdik ama şükür ki o ilkel cezadan kurtulduk.

Doğrudur; demokrasi rejimi, seçime soktuğu tüm partileri yarıştırır, kapatılmayı hak edecek yanlışlar yapan partilerin “oy yetmezliği”nden ve seçmen tarafından kapanmasını sağlamaya çalışır.

Yetmezliğe düşen partilerin başvurduğu taktik her zaman, varlıklarını borçlu oldukları ülkedir, millettir, değerlerdir.

Yani ucuz kahramanlık!..

Yazının devamı...

Yaş tahtaya basma riski

Demokrasi bir toplumu çıkmaza sürükler mi?..

Normal olarak sürüklemez.

Ama yine de öyle bir kazaya uğramak istemiyorsak demokrasiyi doğru yerde beklemeli, doğru şekilde kullanmaya dikkat etmeliyiz.

Yakın geçmişin gerilimli günleri iki önemli istifa haberi getirdi gündeme.

Bir AKP’den bir de CHP’den iki istifa siyaset meydanında yankılandı.

İktidar partisinden İdris Bal, CHP’den de Emine Ülker Tarhan bağımsızlığı seçtiler.

İki milletvekilini yakından tanıyanlar, küçük menfaat hesaplarının Bal ve Tarhan’ın istifa kararlarında etkili olabileceği ihtimaline şans tanımıyorlar.

İki milletvekilinin de hedefi parti kurmak. Demokrasi böyle bir kararın isabetini her an ölçme yeteneğine sahip değil.

Siyasetçi ne kadar tecrübeli ve yetenekli olursa olsun, yaş tahtaya basma talihsizliğinden korunma garantisine sahip olamıyor.

İstifa eden iki milletvekili bir kriz dönemini aşmakta doğru kararlar verme şansı tanıyacak kalitelere sahip parlamenterlerdir.

Ama yaş tahtaya basma riski onları da köşe başında bekliyor.

Bastıkları yaş tahta, ikisinin de yeni parti kurma hevesleridir.

Eğer kuracakları partileri altı ay içinde “yüzde 10 barajından aşırırız” iddiasını kanıtlayacak güce sahip olduklarını düşünüyorlarsa siyasi yolculukları çok erken son bulacak demektir.

YÜzde 10 seçim barajını demokrasi sayan bir rejim yoktur dünyada.

İktidarı eleştirmek ve ondan kurtulmaya çalışmak muhalefin hakkı hatta görevidir.

Bunun yolu muhalefet safındaki birikimi bir arada tutmaktır.

Barajı geçemeyen partilere verilen her oy iktidar partisine verilmiş sayılır.

İstifaları getiren dinamik, iktidarı indirmek amacı ise şunu bilmeliler ki şu an yaptıkları şey iktidara kuvvet macunu yedirmektir.

Oysa onlardan beklenen, iktidar karşısındaki siyasi kitleyi parti bazında büyütmek, oyları saçıp savurmak değil mümkün olabilen en yığınsal bütünlüğe kavuşturmak olmalıdır.

Yüzde 10 seçim barajı demokrasiye hakarettir.

Bu gerçeği bile bile yüzde on barajına otuz yıldır dokunmayanlar da aynı hakaretin ortağıdır!

Krizi fırsat saymak

İngiliz gazetelerinin bir çoğu dün aynı manşetle çıktı.

AB ülkelerinden giden göçmenlerin son 10 yıl içinde İngiltere ekonomisine yaptıkları katkı yaklaşık 30 milyar dolar olmuş.

Göçmenler, aldıkları sosyal yardımların toplamından yüzde 64 daha fazla vergi ödemişler..

Krizleri yıkım değil fırsat saymayı biz de öğrenmeliyiz.

Yazının devamı...

En kritik yerdeyiz

Hükümet, değer verdiği eşyaları yangından kaçırmaya çalışan insanların telâşını sergiliyor.

Eğer hayırlısı ile süreç hedefe ulaşacaksa müzakere masasında elde edilen küçük uzlaşılar bile değerlidir.

Çünkü “Çözüm”ün ihtiyacı olan temeli atacak olan siyaset, gücünü Millet Meclisi’nden alacaktır.

Şu belli:

Süreç amacına ulaşırsa sebep olanlar kahraman ilân edilecektir.

Başarısızlık ise çok ucuzlamış olan hain ve ihanet sözcüklerini muhalefetin alnına yapıştıracaktır.

İktidar için çözüm sürecini seçim sonrasına ertelemek gibi bir seçenekten söz etmiyorum.

Artık dönüşü olmayan bir yoldadır süreç.

Çünkü iktidar bu uğurda razı olabileceği pek çok tavizi sunmuştur.

Öcalan bir kilitlenme hali seziyormuş. Bu çok doğal.

Şiddet tırmandıkça uzlaşı şansı zayıflıyor.

Belki de müzakerelerin en riskli turları burada karşımıza çıkıyor.

PKK dünyanın en kıdemli terör örgütüdür ve “en kârlı işletmesi”dir aynı zamanda.

Barış en çok bu kolay ve bol kazanca alışan profesyonelleri kayba uğratacaktır.

Balyoz şu anda riskli ve müdahaleye açık aşamada duruyor.

Terör örgütünün mafyalaşmış profesyonelleri, sürecin en tehlikeli düşmanlarıdır.

Nefret çekecek bir-iki eylem her şeyi başlangıç noktasına götürebilir.

Barışa tuzak kurmak PKK’nın uzmanlığıdır, dikkat!..

Neye yarar ki?

Geçen hafta adalet adına sevindirici bir gelişme oldu.

Özel yetkili mahkemelere adaletin verdiği cevap, daha doğrusu ceza vatandaşlarda güvenli bir aidiyet duygusu yarattı.

2236 sanıklı Balyoz davası yeniden görülmeye başladı.

İki emekli orgeneralin bildiklerini anlatması sayesinde Balyoz sanıklarının serbest kalması mümkün olmuştu.

Dört yıl cezaevinde çürüyen askerler komutanların 15 dakikalık bir zahmete hak, hukuk, silâh arkadaşlığı adına nihayet razı olması sayesinde kurtuldular.

Yeniden yargılanacaklar. Eğer adalet yeni bir kazaya uğramazsa ikinci mahkeme tüm sanıkların beraatleri ile sonuçlanacaktır.

Ama kamu vicdanı hesap sormaya devam edecektir. Dört yıllık zından hayatını tanık komutanlar 15 dakikalık açıklamaları ile durdurdular.

Basın toplantısı yaparak ve toplum vicdanının hassasiyetini açığa çıkararak faciayı baştan önleyebilirlerdi.

Yine de şanstır; adalet ağır yaralı olarak kurtulmuştur.

Gecikmeli adalet Türkiye’yi “gelişmekte olan ülkeler” grubuna sokar mı?

Yazının devamı...

Yola devam değişmez..

Atalarımız “çok para dolansız, çok lâf yalansız olmaz” demişler.

Çözüm Süreci zemininde görüp işittiklerimiz, hayat tecrübemizi zenginleştiriyor.

Umalım ki barış sürecinin uzlaşma tarafında yer tutanlar, birbirlerine karşı sağladıkları yakınlaşmayı ziyan etmesinler..

Sürecin iki tarafta da muhalifleri olduğu gibi destekçileri de var.

Müzakere geleneğinin çok zengin olmaması, yolda sağlanan uzlaşmaları değerlendirmeye izin vermiyor.

Mesela uzun süreli bir çatışmasızlık dönemi yaşandı.

Bu dönem övgü almalı, bu sırada yaratılan sahanlık, kısa zamanda yeni basamakların çıkılmasını sağlamalıydı. Olmadı; zaaftır.

PKK’nın Kandil’deki üst yöneticisi Bayık, Türkiye ile yürütülen görüşmeleri yolundan çıkmış sayıyor.

Çare olarak önerisi şu:

Vesayet istemez

“Barış görüşmelerinin yeniden yoluna oturması ve tansiyonun düşmesi için uluslararası bir arabulucunun devreye girmesi gerekir.”

O kadarı yetmez; HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder dün yeni bir gollük pas uzattı kalenin önüne.

Sürecin uluslararası bir arabulucunun hakemliğine emanet edilmesinin de barışı çabuklaştıracağını anlattı.

Türkiye bir vesayet rejimi değildir. Kesinlikle de olmamalıdır.

Sorunlarına çözümü kendi egemenliği içinde arar. Demokratik hukuk devletinin varlığı yeter buna.

Kürtçü örgütlenme, etnik temele dayanan bir tavizi hiç beklemesin.

Arayış asla ırkçılık kılıcı ile yapılmayacak, Türk milletinin bütünlüğünü inşa eden alaşımın onurlu geçmişi ile övgüye lâyık olacaktır.

Harcanamaz ilkeler

Bu nedenle taahhütname gerekmiyor.

Öyle bir vaad veya taahhüt en azından milletvekillerine, ettikleri yeminin önemini farketmemiş kişiler muamelesi yapmak olur.

Cumhuriyet tarihinin yargı alanında en bunalımlı ve açmazlarla dolu dönemini yaşadığımızı inkâr edemeyiz.

Terör örgütü, sahte tövbe ile yola devam kararı alabilir. Belli ki alıyor.

İktidar çözüm projesinin çapını tarif edebilir.

Ama hiç kimse Cumhuriyet Türkiyesi’nin değişmez niteliklerine zarar veren bir şartı dayatamaz.

Ve daha önemlisi...

Sadece Güneydoğu’da ve “Kürtüm” diyen vatandaşlara hitap eden bir düzen hayali kuranlara tatmin ayrıcalığı olmamalıdır sürecin sonunda varacağımız hedef.

Yasal olarak formülleşmesi şunu demelidir herkese:

“Türk vatandaşı olan Kürt”e herşey

Salt etnik kimliği ile yaşayan Kürt’e hiçbir şey!”

Yazının devamı...

Harcamak ne kadar kolay

Muzır özgürlük olur mu? Olmaması gerekir. Çünkü zarar verici hale dönüştüğünde demokrasi yaşayamaz, biter.

Emine Ülker Tarhan umut uyandıran bir siyasetçiydi.

CHP’den istifa etti.

İstifa bizde az görülen, o nedenle de değeri yüceltilen bir müessesedir.

Ama Emine Ülker Tarhan’ın durumu sıradan değildir.

İstifa etme özgürlüğünü sorumlulukla dengelemiş olmalıdır.

“Çekildik izzet-i ikbal ile” dizesi istifa etmenin erdemini bir çok siyasetçi için erişilmez kılabilir.

Çünkü onların temsil ettiği umutlar sıradan beklentiler değildir.

Emine Ülker Tarhan’ı temsil eden kaliteler, partisi üstünde maksadını aşan etkiler oluşturabilir.

Muhtemel ki oluşmuştur bile.

CHP tabanında E. Ülker Tarhan’ın temsil ettiği nitelikler özeldir ve parti tabanı onunla övünmüştür. Bu özellik Tarhan’a atfedilen değeri arttırmıştır.

Başbakan Davutoğlu bu gerçeği fark ettiği için Bayan Tarhan’ın istifa metnini elde etmiş ve rekabet ortamında kullanmıştır.

AKP yaklaşan seçimde Tarhan’ın istifa gerekçelerini ölümcül bir satır gibi kullanacaktır.

Gelişi ile CHP’de umut yaratan kadın “iktidar umudu da hedefi de bulunmayan yanlış ve zayıf politikaların merkezi” saydığı partisinden istifa etmeden önce eminim ülkeye ve partiye maliyetini hesap etmemiştir.

Ona sorumluluğunu hatırlatması gereken kişilere gelince de...

Rekabetin hafifleyeceğini düşünerek tuvalette göbek atmışlardır.

Yazık CHP’ye.. Yazık umutlara..

Adalet ters kepçe

İktidar pekçok demokratik geleneceği ezdi geçti.

Yasa üretmekte bizden daha gayri ciddi bir rejim bulamazsınız!

Yargı reformu adı takılan ciddiyet dışı metinler bir toplum için hayatın yeniden düzenlenmesidir.

Böyle adımlar yangından mal kaçırır gibi atılmaz. Bu kadar büyük düzenlemeler bir kaç milletvekilinin imzasını taşıyan yasa teklifi olarak Meclis’e verilmez.

Adalet Bakanlığı’nda tüm boyutları ile tartışılan ve uzlaşılan yasa tasarısı olarak olgunlaştırılır, öyle verilir.

Son sevk yine teklif biçiminde oldu.

Yargıtay’da daire sayısını 8, Danıştay’da ise 2 arttıracak olan teklif yine bakanlığa uğramadan partiden Meclis’e gitti.

Tasarı değil de kanun teklifi ile yasamanın ilerlemesi “iktidar olarak yasamanın işine karışmıyoruz” demek mi oluyor?

Bunu ancak yeni dairelerin hakim ve savcıları seçilirken göreceğiz.

AKP kendi mahkemelerini kendisi kuruyor!

Yazının devamı...

Teröriste güvenilir mi?

MİLLİ Güvenlik Kurulu (MGK) tarihinin en uzun toplantısını 28 Şubat 1997’de yapmıştı.

Perşembe günü yapılan MGK, rekoru yeniledi. Sebepsiz değil..

Durum, devlet gemisinin iç ve dış sorunlar bakımından daha fırtınalı ve tabii daha tehlikeli denizlerde ilerlemeye çalıştığını göstermiyor mu?

28 Şubat MGK’sı özellikle irticai faaliyetlerin yarattığı tehdide odaklanmıştı.

Şimdiki, dışarda da muhatapları olan ve çeşitlilik gösteren sorunlara çare arıyor.

Ele alınan konuları hatırlayalım...

1. Paralel yapı bağlamında Gülen cemaatinin faaliyetleri;

2. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin güncellenmesi ve paralel yapının “iç tehdit“ olarak belgeye girmesi;

3. Kobani’deki gelişmeler ve peşmergelerin Türkiye üstünden Suriye’ye geçişi konusu;

4. PKK’nın son zamanlarda uyguladığı sokakta şiddet ve infaz yönteminin çözüm sürecine etkileri...

Çözüm sürecine darbe

Herkesin merakı, bölücü damgalı şiddet eylemlerindeki tırmanışın Çözüm Süreci üstünde ne tür bir etki doğuracağıdır.

Son olaylar PKK cephesi ve parlamentodaki uzantılarının silâh bırakıp barışı aramaya henüz hazır olmadıklarını gösteriyor.

Kent sokaklarında uygulanan namertçe infazlar yağma, yakıp yıkma eylemlerinin yoğunlaştırılarak isyan görüntüsü yaratmanın başka bir anlamı olamaz.

Bölücü örgüt Güneydoğu’da sürekli kışkırtma yapıyor.

Çözüm Süreci’nin bu ahde vefasızlığın kurbanı asla olmayacağı söylenemez.

Korku, tarafların ılımlı kanatlarında telâş uyandırmış görünüyor.

Bunu anlamak lâzım.

Burkay’ın güven oyu

Bu tür çözümlerde tasfiye edilen yönetici takımına cömert davranılır da sıradan militanlar açıkta kalırlar.

HDP’nin yayınladığı son açıklamada “Hükümetin müzakere sürecini bitirmeye niyet etmesi halinde dahi HDP’nin süreci sahiplenen ve ilerletmeye çalışan taraf olacağı” bildirildi.

Hükümet kanadı, şiddeti yaygınlaştırmaya uğraşan örgütün amacını anlamakta zorluk çekiyor.

Misilleme olarak bu durumun iktidarı çözümden soğutacağı imaları yerinde bir taktik gereği yaygınlaşmaya başladı.

Bu da Kürt kanadını tedirgin etmiş; belli oluyor.

Çözüm Süreci daha bir çok sınavdan geçecek.

Kürt aydını Kemal Burkay “Şahsen PKK’ye de, PYD’ye de güvenmiyorum” diyor.

Dileriz yanılmış olsun...

Yazının devamı...

Kusursuz felâket..

Ermenek faciasının bir çok konuda sorumluları bulunuyor.

Dürüst soruşturma ardından verilen cezalar sadistlik değildir.

Kamuya veya başkasına zarar verenler bedel ödemeli.

Cezaların adalet duygusunun tatmini yanında çok önemli bir işlevi daha vardır.

Ceza ibret yaratmalıdır.

Aynı suçun tekrarını önlemek ancak bu şekilde mümkün olur.

Türkiye'de insan kusuru, ulusal yas getiren elim sonuçlar yaratıyor. Ama benzer kazaların tekrarını önleyecek çareler işletilemiyor.

Çünkü suç-ceza mekanizması etkili çalışmıyor.

Ermenek madeninin önü ve içi mahşeri andırıyor. Daha önceki facialarda olduğu gibi bunun da sebebi suçlusu ve sorumluları yine bulunmayacaktır.

"Kader" denilecek, "Takdiri ilâhi" denilecek ve örtülecektir.

Böylesi ortamlarda ölüm ucuzluyor.

Zincirleme yetersizlik

Geçen Mayıs'ta Soma kazası 301 madenciyi hayattan koparıp aldı.

Çoğumuz "bu ağır bedel benzer kazaları önleyecek ibreti yaratacaktır" diye düşündük.

Hiç bir değişiklik olmadı.

Yerin yüzlerce metre altında 18 madencimiz, üstlerinde on bin ton suyla bekliyorlar.

Uzayın fethedildiği bir çağda suyu gerekli süratle tahliye edemiyoruz.

Bütün bu zincirleme yetersizlik ve çaresizlik sanki katlanmak çok doğalmış gibi hiçbir sorumlunun istifasını getirmiyor.

İktidar kaderci olduğu için siyasi sorumlular da hiç utanmadan koltuklarını bırakmıyor.

Çünkü ilâhi takdir sorgulanmaz!.

Maden şirketi dün bir açıklama yayınladı. Başımıza gelen felâket bir "doğal afet" imiş!

İnsan üstü bir akıl

Gerçekten de insan yapısı hiçbir düzenleme bu kadar kusursuz bir facia yaratmayı beceremez.

Başımıza gelen cehalet ve ihmal ürünü kazaların "insan üstü bir aklın eseri" olduğundan şüpheye düşenler haksız sayılmayabilirler.

"İşçilerin yemek molası için ocak dışına çıkmasına izin verilse bu facia olmayacaktı" deniyor.

Emek istismarında yeni bir kömür karası rekordur; işletme en çok 10-15 dakika zamanı kazanmak için işçilerin yemeklerini ocakta yemelerini dayatmış.

Ayıbın bu derecesini taşıyamamış olmalılar ki şirket "ocakta yemek" tatbikatını bütün maden şirketlerinin -kamu işletmeleri de dahil- kendileri gibi uyguladıklarını iddia etti.

Yazıklar olsun..

Yaşanan kötü bir tecrübe de olsa nasihatla doludur.

Yararlanmak bize kalmış; siyasi sorumlular istifa etmeli, işletmesi sorunlu madenlere devlet el koymalı.

Etkin bir adli soruşturma ihmal edilmeden tabii...

Yazının devamı...

Soma dersi yetmedi mi?

Geçen Mayıs'ta 301 madenciyi kaybettiğimiz Soma faciası geride kalanları koruyan bir tecrübe olacaktı.

Olmalıydı ama olmadı.

Türkiye, tarihindeki en kötü maden faciasının acısını tüm dayanılmazlığı ile çekmeye devam ederken yeni bir facianın kara haberi ile yeniden sarsıldı.

Soma'dan sonra yapılan denetimde kapatılan Ermenek'teki kömür ocağını su basmış, 18 maden işçisi ocakta, on bin ton suyun altında kalmıştı.

Soma'daki ölü sayısı ile kıyaslandığında Ermenek hafif kalır. Ama göz göre göre gelen kazanın oluş şekli, daha ağır ihmallerin burada yaşandığını gösteriyor.

Böyle bir kaza ilk kez oluyormuş..

Yani Ermenek, madenciliğin fıtratında var olan kötü kaderi temsil etmekten uzaktır.

Tabii ki dileğimiz, yerin 375 metre altında mahsur kalan 18 madencinin kurtulmasıdır.

Sebep elbet insanımıza özgü alışkanlıkla güvenliğe önem vermemektir.

Bu maden, Soma faciası ardından girişilen denetimler sırasında kapatılmış.

Sonra kapatma sebepleri sözde giderilince yeniden açılmış.

Kaza, maden ocağında alındığı söylenen tedbirin işe yaramadığını gösteriyor.

Hükümetin üç bakanı derhal Ermenek'e göndermesi kötü bir karar değildir ama insana "Daha önceleri neredeydiniz?" dedirtiyor.

Soma faciası ardından iktidarın mevzuata yaptığı köklü değişikliklerin yeterli olmadığını da gösteriyor.

İş kazaları madenlerimizi katliam yürütülen esir kamplarına çevirmektedir.

Son facianın mazeret kaldıran bir yönü yoktur. Bu ölümlerin ve sebep yaratan ihmal veya suiistimallerin bir siyasi sorumlusu olması gerekir.

Üç bakanın ocak başında kahırlı ifadelerle "nöbet" tutmasının olumlu bir anlamı ve yararı yoktur.

Medeni ülkelerde siyasetçiler halka burada oluşan bu tür borçlarını istifa ederek, koltuklarını bırakarak öderler.

Cumhuriyetimizin 91'nci yılında bu hassasiyete saygı gösterecek siyasetçileri hak ediyoruz!

Ne zaman oldu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasından iki alıntı:

"Ekonomisi ile göz kamaştıran, demokrasisi her geçen gün ileri boyutlara ulaşan, milli birliğini saldırılara rağmen yücelten bir cumhuriyetimiz var."

"Devlet ve millet bugün muhabbetle kucaklaşmış, eski dargınlıklar telâfi ve tedavi yoluna girmiştir.."

Son bir-iki gün içinde duymayıp görmediğimiz bir şeyler mi oldu memlekette?

Nerede, nasıl, ne zaman yaşandı bu güzellikler?

Tesbit değil kuşkusuz bunlar.

Acaba Cumhurbaşkanı hesabına taahhüt olsa... Olmaz mı?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.