Şampiy10
Magazin
Gündem

Profesyonel ordu zamanı

Demokrasi ifade özgürlüğünün sınır tanımadığı rejimdir.

Hiç bir yasal özgürlük, savunabilir her türden hak, “ayıptır, yasaktır” uyarısına takılmadan yaşanabilir ve tartışılabilir.

Bakın şu dönemde ülkemiz adeta bir ateş çemberi içindedir.

Bir kaza, yanlış bir adım Türkiye’nın doksan yıllık barış sürecini durdurabilir.

Böyle bir risk yaşanırken akla gelebilecek en uçuk istek bedelli askerliktir.

Düşünün... Tanrı korusun vatan genç evlâtlarından hayatlarıyla ilgili fedakârlık isterken bir kısmından sadece para isteyecektir.

Evet, bedelli askerlik yasasını beklediği tahmin edilen mükelleflerin neredeyse bir milyona dayandığı, bu gençleri askere çağırmanın vicdanlı ve mantıklı bir karar olmayacağı inkâr edilmemeli.

Ama o zaman şu soru akla geliyor:

Siyasetçilerin mantığı ve vicdanı yok mu?

Eğer korkulan olur da bedellileri muhtemel bir savaşın dışında tutacak kararı askerler “kabul edilemez” saydıkları halde sivil siyasetçilere uyarak nasıl ve hangi gerekçe ile savunmaya başlayabilirler?

Bunun tek cevabı vardır;

Seçim!..

Ödülü oy olan yarış ve çatışmalarda siyasetçiler adaletten bu kadar sapmayı göze alabilmektedir.

Kimse yeni başkanlık sarayının ve Cumhurbaşkanı için yapılan lüks uçak alımlarının insaftan sapma yarattığını söylemeye kalkmasın.

Genelkurmay’ın açıklaması, riskli sonuçların doğabileceğini söylüyor:

“Kışlalarda görev boşluğu doğabilir ve genç askerler psikolojik olarak etkilenir.”

Bedelli isteği sık tekrarlanır hale geldi. Siyasi çıkar malzemesi oldu.

Artık buna köklü bir çözüm gerekiyor.

Kimse kaygılanmasın, milyarlık saraylar yapan bir devletin paralı asker bakmaktan, profesyonel ordu beslemekten korkusu olamaz!

Rezaletin son perdesi

Özel mahkemelerin yarattığı yargı rezaletleri birer birer çöküyor.

Son haber dün geldi; Eskişehir’de Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları için yargılanan 173 sanık beraat kararı ile özgürlüklerine kavuştu..

Savcı bu kişileri görevden alıkoyma, hakaret, kamu malına zarar verme, kanuna aykırı topantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemekle suçlamıştı.

Özel yargılama rezaletine son veren iradenin mahkemesi, suçlama gerekçesini aklanma nedeni olarak gördü..

Sanıkların eylemlerini ifade özgürlüğü saydı!

Yazının devamı...

Bölünmedi de iktidar mı oldu?

Kadere bizim halkımız, hak ettiğinden fazla anlam yükler.

Kaderin bir seçim sorunu olduğunu, seçenekler arasındaki tercihi insanların yaptığını unutur.

CHP’nin tekrar ve biraz hızlı sayılacak tempoda yenilenme nöbetine girdiği görülüyor.

Bu hızı “tedbirsizlik” sayanlar vardır.

“Dur, hamle yapmak için zaman erkendir“ uyarısını yapmak CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal’a düştü.

Baykal Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan‘ı CHP’li saymaya devam ettiğini, onu CHP’de tutamamanın kendisini çok üzdüğünü söyledi.

CHP’nin eski liderine göre siyasetin ana muhalefet tarafından doldurulması gereken kanadında ciddi bir boşluk vardır.

Bundan ötürü siyasetin bütünü etkilenmektedir.

Şu tesbitine katılmamak mümkün değildir; Türkiye’de facia boyutlarına dayanmış bir basın özgürlüğü sorunu bulunuyor. Son demecinde Baykal yargı sorununun hastalığı amansız hale getirdiğini düşünerek “kalk borusu” çalıyor.

Şu tesbiti de isabetlidir:

“İlkelerinden ve ahlâkından kuşku duymadığım insanların CHP’de siyaset yapma imkânı kalmadığı yönündeki kararlarından ciddi rahatsızlık duyuyorum.”

Bu sözleri dinlerken Baykal’ı koltuğundan süpüren günü hatırlamamak ve “CHP’yi bölmeyin” çağrılarına ağırlık kazandıran başka “büyükler” bulmak niye mümkün olamamış, merak etmek gerekirdi.

Bölücülükten çok çekmiş bir milletin, iyi ayarlanmış bölmeden doğru bir takım çıkaracağını beklemek hayal kurmak değildir.

CHP’nin bölünmesinden doğacak zararlardan üzüntü duymanın önemi neredeyse tamamen kaybolmuştur. Anadolu Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Yunus Yunusoğlu Anavatan’da tecrübe kazanmış bir siyasetçidir.

Bölünme konusunda gerçeği 12’den vurmuş:

“CHP bugüne kadar bölünmedi de iktidar mı oldu?”

Anadolu Partisi ülkemize milletimize hayırlı olsun.

Ufuklarındaki güneş sönmesin.

Hiçbir hamle şansa kalmasın.

Saygıdeğer, benzersiz

Eski bakanlardan Rifat Serdaroğlu internetin en verimli kullanıcılarından.

Son mesajı dileriz adresine gider..

“Atatürk’e sürekli olarak Gazi Mustafa Kemal derler.

Atatürk kelimesini hiç kullanmazlar!

Halbuki ATATÜRK kelimesi Mustafa Kemal’in soyadıdır.”

Herkes onu Atatürk diye anmalı!

Yazının devamı...

Kamu düzeni ve Çözüm Süreci

Müzakere, disiplin isteyen bir tartışma yöntemidir. Çözüm Süreci o şartlara pek uymuyor.

Çözüm Süreci’ni iki taraf da kendilerine en gerekli şartları kullanıp geri kalanlara dokunmayarak değerlendirdi.

Sonuçta hayal kırıklığı yaratan bir yere varıldı. Zorla yürüyen bir ateşkes ve vaat etmeyen bir pazarlık masası...

Sürecin tek meyvesi çatışmasızlık mutabakatının kör-topal da olsa yürümesidir.

Hasımlar aynı, mevziler de aynen duruyor, tek fark silâhlara susturucu takılmış gibi bir havanın doğması.

Sürecin kesintiye uğrayacağı korkusu yaratan gerilimlerin sıkça patlak verdiği olmuyor mu?

Oluyor ama öyle ağır bir sorumluluk ki, üstlenme cesaretini kimse göstermiyor.

Çözüm Süreci dünden bugüne seçim dönemlerinde kamu düzeni oluşturmuş bir iktidarın varlığını ispat için kullanıldı.

O kadar çok kullanıldı ki PKK yöneticileri aptal yerine konulmaktan sıkılmaya başladılar.

Önümüzdeki Haziran’da yapılacak seçim aynı senaryonun tekrarına mecbur edecek mi iktidarı?

İhtimal az değildir.

PKK tarafının irili ufaklı talepleri yine ipleri gerebilir. Bugünkü durum gerginlik işaret ediyor.

Süreç kesintiye uğrar mı?

Hayır; iki tarafın da iradesi çözüm yolunda birleşiyor.

Hükümet Sözcüsü Atalay dün “Süreç daha sağlam bir zeminde daha şeffaf yürümeye devam edecek” dedi.

Bu açıklama “Süreci ayrıntılara boğmaktan vazgeçiyoruz. Önceliği önem sırasına göre oluşturacağız” anlamına geliyorsa verimli bir fırsat penceresi açılacak demektir.

Müzakerenin zemini Millet Meclisi olmalıdır.

Tartışma, önemi en yüksek sorundan başlatılmalıdır.

Sonuçta razı olunmayacak bir talep süreci tıkarsa, tarafları o noktaya getiren kavga gürültü, boşuna sırtlanmış riskler olmaz mı?

Demokratik toplumun göstereceği hedeflerden şaşmamak lâzım..

Ölçülü karşılık

Mutlaka bir tercih yapılacaksa Amerika’nın dostumuz olmasını tercih ederim.

Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçiren Amerikalı bir grup asker ulusal onurumuzu zedelemişti.

Dostluğa sığmayan o saldırıya bir grup Türk gencinin cevabı İstanbul’da geldi.

Ölçülü karşılık böyle olur.

Başlarına çuval geçirilen Amerikalı askerler, komutanlarının göze aldığı çirkinliğin bedelini ödemek zorunda kaldılar.

Böyle riskli karşılaşmalardan sakınmak lâzım.

Bölge tehlike ve düşman üretiyor çünkü!

Yazının devamı...

Süreç feda edilmesin..

Olgu-algı çaprazının kendini bu kadar açık gösterdiği halde dikkate alınmadığı başka bir yer var mıdır?

Çözüm Süreci’nden söz ettiğimi tahmin etmişsinizdir..

Güneydoğu sınırımızın karşısındaki toprakların ve üstünde yaşayan halkın Kürdistan olacağını söylemekten çekinmiyor artık yorumcular ve stratejistler.

Bu öngörü hayalcidir ama hedef barışsa her şeyin açık açık konuşulduğu zeminleri hazırlamak daha verimli daha akıllı seçimler olmaz mı?

Geçen gün Kürt siyasetçi Hatip Dicle, bağımsız Kürdistan üstüne yapılan zihin jimnastiğini pek de yabana atmamak gerektiğini düşündüren şeyler söyledi.

Türkiye’deki Kürtlerin, kişi başına milli geliri 10 bin dolar olan Türkiye dururken bin dolarlık bir ülkede yaşamayı tercih etmeyeceklerini anlatıyordu.

Özellikle Türkiye vatandaşı olan Kürtler için sormak lâzım;

Bu vatandaşlarımızın Türkiye’den kopma tercihini kullanacakları nereden bellidir?

Seçim sonuçları bölge halkının ayrılık istediğine kanıt gösterilemez.

Bu ihtimalin hatıra getirdiği tedbirler, bölünmek istemeyen vatandaşların korunmalarını devlete görev olarak yükleyecektir.

Bu işlerle uyğraşanların hepsi şunu biliyor:

Terör örgütü Güneydoğu’da yaşayan Kürt kökenli vatandaşları tehditle Kürtçü partilere oy vermeye zorluyor.

Beklenen sonucu vermeyen sandıkların seçmenleri ağır hakarete ve hatta kurşuna hedef oluyor.

Kürtçü partiler korku yaratmaya elverişli olmayan güvenli bölgelerde aynı başarıyı gösteremiyor.

Sebebi budur..

Niçin öteki bölgelerde aynı şeyler olmuyor?

Çünkü kentlerdeki Kürt kökenli vatandaşlar tercihlerini daha özgürce yapıyorlar.

Oylarını gizli veriyorlar. Seçme özgürlükleri buralarda baskı görmüyor.

Çözüm Süreci hiçbir kaygıya feda edilmemelidir!

Ayıplı seçim

Yüzde 10 seçim barajı Türkiye’yi demokrasinin zavallısı konumuna düşürüyor.

Dünyada benzeri yok;

AİHM Büyük Dairesi aşırı yüksek barajın partileri seçimlerin saydamlığı ile bağdaşmayan yöntemlere başvurmak zorunda bıraktığına karar verdi.

Mesela DSP, CHP’nin listesinde seçime girdi, seçimden sonra ayrıldı.

DTP’liler bağımsız olarak seçildiler seçildikten sonra DTP’ye girdiler.

Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, barajın yüzde 3’ü aşmamasını tavsiye ediyor.

CHP’li dört milletvekili bu tavsiyeyi hayata geçirecek kanun teklifini verdi..

İktidar ne yapar şimdi?

Dersim hikâyeleri anlatır, zora düşerse toplu açılışlardan birini sahneye koyar. Çare tükenmez!

Yazının devamı...

Siyaset Karakolu

Siyaset yakın tarihin günahlarından seçim zaferi çıkarma marifetine endekslenmiş gibi...

Şimdilik iktidar paldır küldür, muhalefet tıngır mıngır gidiyor.

Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde parlamento ülkenin gerçek meselelerine bu denli uzak düşmedi.

İktidarın muhalefete karşı kullandığı teknik, bulanık suda balık avlama tekniğidir.

Dersim isyanı daha kaç yıl parti siyasetini etnik ve dinsel bölücülüğün kısırlığına mahkûm etmek için kullanılacak?

İktidarın, muhalefetin kendilerinden yaratıcılık beklediği beyin takımları öfke ve nefret diline esir olmanın yanlışına ne zaman itiraz edecek?

Sansürü yenmeye adanmak, özgürlüğe yeminli bir toplumda ve siyaset zemininde bir yaşam tercihi değil mecburiyettir.

Varsa yoksa Dersim

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Meclis’e dinlettiği tapeler vardı; “Paraları sıfırlama tapesi” diye adlandırılan...

Başbakan’ın oğlu ile yaptığı konuşma bir çok gazetede yer aldı. Birinin yazı işleri müdürü hakkında 17 yıl hapis istemiyle dava açıldı.

Meclis’te yapılan bir açıklamanın kamuoyuna duyurulmasına sansür konur mu?

Siyaset dünyamız yolsuzluklarla ilgilenmiyor. Varsa yoksa Dersim..

Yakın tarihin madenlerinde arama yapmak, oradan din ve mezhep ayrımına girişerek Türkiye’ye büyük davaları göğüslemeye hazır bir ulus devlet sağlamlığı kazandırmak...

İsraf haramdır!

Görgünün denetimi de terbiye edicidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “yakışır bize” demeye getiriyor ama Ak Saray ve rakip tanımaz lükse sahip makam uçağı, ayarı kaçmış bir israfı yığınlara ihbar etmiyor mu?

Cumhurbaş-kanı istediği kadar “Yakışır bize” diye savunsun ve unutturmaya çalışsın.

Partinin vicdanı vardır ve daha önceki ölçümlerde elde ettiği puanlarla Bülent Arınç bu ünvanı kazanmıştır.

Arınç’ın israf yatırımları karşısındaki tepkisi, parti vicdanının çok rahat olmadığını düşündürüyor.

İhtiyacı karşılamanın bir adım ötesi israftır.

İsrafın hem bireysel ve hem toplumsal temelde haram sayıldığını hatırlatmaya gerek yok. Türk halkı tasarrufta yetersizlik.

Ve bu huyunu değiştirmek zorunda!

Kahramanlık değil

Takdir ettiğim bir yazar “Saat 9’u 5 geçiyordu, ben ayağa kalkmadım” diye yazmış dün.

Talihsiz bir açıklama...

Yataktan çıkmayan da olmuştur belki; ama niye ilân etmek?

Benzersiz bir kahramana karşı saygıya değer bir kahramanlık olamaz bu gösteri. Yakışmamış!

Yazının devamı...

Atatürk’ü tartmak için

Atatürk’ü değerlendirme hakkı herkesten önce onu yaşarken eleştirmeyi göze almış kişilere aittir..

Ulu öndere yönelmiş rahmet ve minnet duyguları dün anma törenlerinde taşkınlar yaratırken isabetli bir e-posta aldım.

CHP eski milletvekili, emekli büyükelçi Onur Öymen’den geliyordu.

Atatürk’le aynı çağı paylaşan, daha fazla özgürlük için mücadele eden bir gazeteci ve fikir adamı Zekeriya Sertel’in itiraflarını içeriyordu.

Sertel diyordu ki...

“Atatürk’ün cenaze törenini izlerken vicdanımla bir hesaplaşma gereğini duydum.

Sağlığında biz bu adama karşı demokrasi ve özgürlük savaşı yapmıştık. Onu demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk.

Çünkü o vakit ağaçların içindeydik ormanı göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha aydın görebiliyorum.

Yumuşak bir otorite

Atatürk (...) büyük devrimler yapmıştı. Bu devrimler bazılarında hoşnutsuzluk yaratmıştı.

Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almışlardı.

İttihatçılar ona suikast tertiplemiş emperyalistler isyanlar çıkartmışlardı.

İç ve dış düşmanlara karşı tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Buna rağmen Hitler ve Mussolini tarzı bir döktatörlüğe gitmedi.

Kişi egemenliği yerine Meclis egemenliğine, millet egemenliğine önem verdi.

Yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Biz de eleştirilerimizi özgürce yapabildik..”

Zekeriya Sertel, Atatürk’ün bir diktatör üretmediğini belirtiyor ve “Biz uğrunda savaştığımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz” diye bitiriyor.

Özerklik ne getirir?

Ortadoğu’da bunca yıl değişen fazla bir şey olmadı.

Amerikan menfaatleri diplomasinin pusulası olarak varlığını sürdürüyor.

Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı meşum suikaste kurban gitmeden önce “ABD servisleri Atatürk’e niçin düşman?” başlığını taşıyan makalesinde şu isabetli tesbitleri yapmıştı:

Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi, federasyonu peşinden getirir.

Bir adım sonrası da tahmin edileceği gibi, komşu devletlerin parçalanması ile bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır.

ABD’ye muhtaç böyle bir devlet Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür.

Ve son söz:

Bu formül için ilk koşul Türkiye’de Atatürk’ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır.

Çünkü...

Türkiye’de Atatürk yıkılmadan önce ulusal devlet de yıkılamaz.

Atatürk’e saldırılar sebepsiz mi tırmanıyor sanıyorsunuz?

Yazının devamı...

Dikkat nimet çarpmasın!

Böyle durumlarda rahmetli büyükannem "elleri kırılsın" diye beddua ederdi.

Hayatta olsa eminim yapılacak termik santrala yer açmak için Yırca köyünde 6 bin zeytin ağacı kesen haydutlara aynı fenalığı dilerdi.

Eylül'ün ortasından bu yana Yırca'da doğa katliamı tehdidi yaşanıyordu.

Köylüler de savunmada...

Zaman zaman doğan çatışma hallerinde jandarma araya giriyordu.

Ama köylülere karşı tahammülsüzdü genç askerler.

Bu ayrım bile adaletin adresini şaşırdığını gösteriyordu.

İktidar mensupları kamu düzeninin korunmasına verdikleri önemi her fırsatta tekrarlıyor.

Kamu düzeni yasalara saygı gösterirsek korunur.

Bu çelişkiler arenasında köylüler, doğayı koruyan, yasalara saygı gösteren roldedir.

Mahkemenin kesilmesine izin vermediği 6 bin zeytin ağacı onlar sayesinde hayatta kalabilmiştir.

Bu halkın dilinde zeytin "cennet taamı"dır.

Ama ne yazık ki hakkı yenmiştir.

Danıştay'ın kararı hukuku, köylüleri, doğayı korumamış, kurtarmamıştır.

"Kırılası eller" tebligatın yapılmasına fırsat tanımamış, altı bin zeytin ağacı kurtuluşlarını sağlayacak olan mahkeme kararından önce bir gece toptan yok edilmiştir.

İktidar böyle durumlarda eli çabuk davrandığı için övgü alıyor. Ama dikkat; bir ayağı çevre duyarlılığına basan eylemler hep kaybettiriyor.

Yeşile zarar veren protestolar, iktidarın sabıka kaydında büyük lekeler oluşturuyor.

Aklı olan doğaya ve gençlere yan bakmasın. Meydan okumasın!

Acele, tahriktir..

Kürtçü siyasetin önderleri adil davranmıyorlar.

Unutuyorlar, Çözüm Süreci aynı zamanda psikolojik operasyondur.

O nedenle yapılacak konuşmalar, iki tarafta da yenilmişlik duygusu uyandırmamalıdır.

Şırnak belediyesi 12 mahalleninin adını Kürkçeye çevirmiş.

Vakıfkent Kobane, İsmetpaşa Herekol, Gazipaşa Fereşin, Atatürk Çırav, Gündoğdu Rojhilat, Cumhuriyet Besta, Dicle Kato olmuş..

Hiç acelesi yoktu.

Kürtler bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır. Bakmayın siyaset erbabı ayrılık şarkıları söylüyor.

Kolay siyasi kazançlar elde etmenin kurgusudur bu mağdur yaratmalar.

Yoksa bu devirde ezilen, horlanan vatandaş yoktur.

Güneydoğu sınırlarımız, başka ülkelerin Kürtleri ile komşu.

Ama bu Kürtlerin insanlık onuruna sahip tek yaşamı Türkiye'de bulduğunu kimse inkâr edemez.

Çözüm Süreci'ni hiç kimse bir alt-üst oluşun fırsatı olarak görmesin.

Acele etmemek, inkârcı davranmamak herkese lâzım!

Yazının devamı...

Zarardan dönmek...

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptırdığı süper lüks sarayı kimsenin kıskandığı yok.

Sorun ilke çarpılmasıdır.

Cumhuriyete kötü gelenek bırakacak bir yanlışı görmezlikten gelmeye kimsenin hakkı olamaz, olmamalı.

Hele Cumhurbaşkanlığı Sarayı (AK Saray) gibi simge olacak bir yapı söz konusu ise...

Başarılı olduklarına inanan iktidarlar tarihin her döneminde kendilerini anıtlaştırmak istemişlerdir.

Bu alandaki aşırılığın doğuracağı yanlışlardan ülkeyi demokrasinin eleştiri özgürlüğü korumaktadır.

Demokratik rejim iyi işliyor olsaydı Türkiye bugün şaşaalı bir Başkanlık Sarayı'nın gerekliliğini tartışıyor olmazdı.

İktidar "saray"ı savunacak gücü kendinde bulamamıştır.

Çünkü Atatürk Orman Çiftliği mirasına karşı suç işlenmiştir.

Sorumlular aldıkları inşaat talimatını gizleyerek ve gizlenerek yerine getirmişlerdir.

Maliyeti üstünde o kadar çok spekülasyon yapılmıştır ki gerçeği söylemek daha koruyucu görülmüştür.

Maliye Bakanı Şimşek saklanan maliyetin 1 milyar 370 milyon lira olduğunu açıklamak zorunda kalmıştır.

Gösteriş merakı bu yapıyı yaratan iddianın özünde vardır.

Yapılırken pek çok gereklilik ihmal edilmiş, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile uygunsuzluğu, uygun bir tarzda açığa vurmuştur.

Şu sözler onun:

"Bir katrilyonun üstünde masraf yapıldı. 'Bu kadar olmamalıydı' derseniz bu tartışılabilir. Az para değil. Rakam yüksek, israfa karşıyım.."

Arınç'ın itirazı, dikkatli bir eleştiri getiriyor. Belli belirsiz bir tamirat yolu gösteriyor.

"Rakam yüksek" ise geri dönülür ama geçti, bu eleştirilerin düzeltme kabiliyeti artık yoktur.

Tren kaçmıştır artık.

Cumhurbaşkanı demokratik usullere dayanmayan icraatın yarattığı sıkıntıları unutmaz da yeni kuşak siyasetçilerle paylaşırsa zararın bir kısmını karşılamış olur!

Sendika varsa yoksa

Sendikacılık Batı demokrasilerinin can simitidir.

Bu gerçeği CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, iş kazalarının ele alındığı bir toplantıda etkileyici rakamlarla ortaya koydu.

Doğru; madende ölen işçinin sağcısı, solcusu olmaz.

Kazalara karşı önlem ararken emekçiler birlik olmak zorundadır.

CHP liderinin yaptığı açıklama şu:

"Maden işyerlerinde sendika varsa kaza oranı yüzde 8, sendika yoksa kaza oranı yüzde 92.."

Buyrun; örgütlü olmanın yararını ve erdemini daha iyi ne anlatabilir?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.