Şampiy10
Magazin
Gündem

Aç seçim, tok seçim!

Türkiye yarın tarihinin en önemli seçimlerinden biri için sandığa gidecek!

Seçmenin gönlünün rahat olmadığı, başta “oy güvenliği” olmak üzere çeşitli endişeler içinde bunaldığı bir “sandığa gidiş” bu… Ve tok seçmenle, aç seçmenin farklı duygularla yapacağı bir seçim…

Tok seçmen “Türk tipi başkanlık gelsin mi yoksa artacak baskıları engellemem mi lazım, acaba ülke bölünme tehdidi altında mı değil mi” benzeri soruları düşünürken, maddi zorluklarla boğuşan kesimler “muhalefet partilerinin vaatlerini” düşünüyor olacak.

Yüz binlerce vatandaş kredi borcunu ödeyemediği için hapis cezası aldı. Çok düşük olan asgari ücretle veya işsiz olarak yaşamaya çalışan ve kredi kartlarıyla, banka kredileriyle yaşamını sürdüren milyonlar var.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın hala devam eden “İsraf olmuştur, bu kadar büyük olmamalıydı” benzeri açıklamaları, geç de olsa Hükümet içinde bile yapılan yanlışların dikkat çektiğini gösteriyor.

Suriyeli mülteciler

Türkiye’nin kendi yoksul ve işsizleri ekmek derdindeyken sınırlarımızdan Suriyeli mülteci akını sürüyor ve nedense durdurulamıyor. Çarşamba ve Perşembe günleri 3 bin Suriyeli’nin daha ülkeye giriş yaptığı bildiriliyor.

Suriyelilerin düşük ücretle çalışıyor olması bile şimdiden kendi vatandaşlarımız için sorundur ve tepki yaratmaktadır. Bu gerçekler ortadayken daha ne kadar süre ve hangi sayıda Suriyeli mülteci alabiliz?

Suriye ve Irak sınırlarındaki sınır kapılarının büyük kısmının IŞİD dahil, terör örgütlerinin kontrolüne geçmiş olması ve sorunlu dış politikamız Hükümet’i de rahatsız ediyor olmalı ki mitinglerde “dış politika”ya dikkat çekilmedi.

Sandık korkusu!

Yarın ki seçim için partiler daha önceki seçimlerde görülmemiş ölçüde “sandık güvenliği” çalışması yapıyor.

Bunun nedeni 7 Haziran seçimlerinin bir rejim değişikliği getirme ihtimali yanında son seçimlerde ortaya çıkan ve Türkiye çapında güvensizlik yaratan olaylardır.

Ana Muhalefet Lideri Kılıçdaroğlu dün “Erdoğan’dan çok YSK’yı konuşmak lazım, açıkça iktidar partisi lehine görev yapıyor” dedi.

YSK’nın bu seçimde tarafsız olma zorunluluğuna gölge düşürmesi “seçimler güvenli, fazla basılan oy pusulalarında sorun yok” benzeri açıklamalarına da güveni ortadan kaldırmıştır.

YSK son olarak “oy verme gününden 24 saat önce” başlaması gereken “siyasi reklam ve miting” yasağını Ak Parti’nin isteği üzerine Cumartesi 18.00’e kadar uzattığını bildirdi ki bu da ilk kez görülen bir karardır.

Birçok ilde seçimleri izlemek üzere gelen AGİT de raporunda “seçim güvenliği endişesine, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı ihlal etmesine, YSK’nın taraflı davranmasına ve fazla oy pusulalarına” yer verdi.

“Şeffaflık eksik” dedi. Üstelik sorun bunlarla bitmiyor, seçim sürecinde TRT, Emniyet, MİT, TİB, Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarının tarafsız davranması da önem taşıyor ki bu konuyla ilgili sorun da sürmektedir.

Başta dediğimiz gibi gönüller rahat değil ama yine de adil ve dürüst bir seçim diliyoruz. Hayırlı olsun!

Yazının devamı...

Güneydoğu’da neler oluyor?

Seçim öncesi son hafta Güneydoğu’daki olaylar ve bu konuyla ilgili açıklamalar iyice kördüğüm oldu.

Çarşamba günü Bingöl Karlıova’da HDP’nin seçim aracına “kimliği belirsiz” kişilerce silahlı saldırı oldu, bir kişi hayatını kaybetti.Tüm siyasi partilerin, özellikle de daha önce de saldırılarla karşılaşmış bir partiye yönelik tehlikeler için önceden önlem alınması gerekirken Valilik olaydan sonra “güvenlik güçlerinin çok yönlü araştırma başlattığını” açıkladı.

Güneydoğu’da son aylarda askeri araçlarda sık sık görülen “devrilme, yoldan çıkma” gibi bir olay Şırnak’ta polis panzerinin başına geldi, araç devrildi, bir polis şehit oldu, biri yaralandı.

Aynı gün AKP konvoyuna Bitlis’in Ahlat ilçesinde HDP’liler tarafından taşlı, bıçaklı saldırı oldu, AKP Milletvekili adayının akrabaları yaralandı.

Terör sürüyor!

Yine Çarşamba günü Şırnak merkezde ve Silopi ilçesinde PKK’nın gençlik yapılaşması YDG-H’ye operasyon yapıldı 43 kişi gözaltına alındı.

HDP Şanlıurfa milletvekili adayı Osman Baydemir “geçmiş seçimlerde Urfa’nın bazı bölgelerinde “toplu-blok oy” kullanıldığını, bu durumun hala söz konusu olduğunu açıkladı, “müşahitlerin giremeyeceği köyler” bulunduğunu söyledi.

Bu konuların hepsi Türkiye’nin içinde bulunduğu karmaşayı yeterince anlatacak kadar önemli. O parti, bu parti demeden seçim sürecinde terör devam ediyor ve üstelik geçmiş seçimler gibi bu seçimde de en azından Güneydoğu “çok sorunlu” görünüyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay ise dün iktidar partisinin son zamanlarda öne sürdüğü “Çözüm süreci HDP’siz de devam eder” iddiasını tekrarladı.

Toplumda yüzde 60’lara varan büyük kesimlerin “seçimin ve oy toplamaların güvenli yapılacağı” konusunda ciddi şüpheleri olduğu güvenilir akademik araştırmalarda ortaya çıkıyor. Nitekim Osman Baydemir’in “blok oy” açıklaması da bunun bir örneğidir.

Beşir Atalay seçim güvenliğine ilişkin bir soruya “Güneydoğu’da tehdit var. Güvenlik olarak çok ciddi tedbirler alınıyor. Vatandaş rahat olsun çok iyi yürüyen bir seçim sistemimiz var. Geçen seçimde elektrikler kesildi, senaryolar üretildi, abartıldı” cevabını vermiş.

Oysa seçimlerde güvenlik sisteminin çok iyi yürümediği ortadadır. 2014 yerel seçimlerinde 35’e yakın ilde “oy sayımı sırasında” elektrik kesintisi küçümsenemeyecek kadar büyük önem taşımaktaydı.

7 Haziran seçiminin meşruiyeti açısından bu gölgelerin olmaması, yalnız Güneydoğu’da değil ülke çapında önlem alınması gerekir.

Çözümsüzlük!

Beşir Atalay’ın “HDP barajı aşamazsa çözüm devam eder. Çözüm süreci Hükümet’in projesidir. HDP içinde olmayabilirdi de” açıklaması ise çözümsüzlüğü çağrıştırıyor. Hükümet bugüne kadar süreci “HDP-Öcalan ve Kandil’le” yürüttüğüne göre onların olmadığı bir çözüm kiminle, neyi çözecek?

Sonuçta çözüm denilen şey “terörün bitirilmesi” amacını taşıdığına ve terör bugün bile sürdüğüne göre seçim sonrası geri alınacak sözler söylenmemelidir!

Yazının devamı...

Yargı karşısında eşit vatandaş!

Gazetelerde Cumhurbaşkanı’na hakaretten hakkında soruşturma, dava açılan gazeteci ve vatandaş haberlerinin arkası kesilmiyor.

Bir yıldan 6 yıla ve hatta daha ağır cezalara kadar hapis istemiyle açılan davalar bunlar…

Diğer birçok davada ise “hükümete karşı suç, hükümeti indirmeye teşebbüs, terör örgütü üyeliği, casusluk” gibi iddiaların öne çıktığını görüyoruz..

“Altılı çete” suç değil mi?

Vatandaşlar ve medya hakaret davalarını kabul ederek yargı önüne çıkıyor ama öte yanda siyasetçilerin yasaları hiçe sayması veya her tür hakareti, adeta “hukuktan muaf” tutulma hakları varmış gibi özgürce devam ediyor.

Örneğin muhalefet partilerini; Diyanet İşleri’ni “tek bir mezhebe taraf olması” veya siyasi açıklamalar yapması nedeniyle eleştirdikleri için “dine karşı” oldukları şeklinde yansıtmak…

Ortada hiçbir kanıt olmadan onları PKK, DHKP-C gibi terör örgütleriyle anlaşma içinde göstermek, aynı örgütleri ve partileri “Cemaatle ilişkili” göstermek, “6’lı çete” demek yasa dışı ve hakaret sayılmıyor.

İstendiğinde gazeteler de bu çetelere dahil edilebiliyor, yargı adına tehdit bile edilebiliyor.

Casusluk, teröristlik...

Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde yıllarca çok sayıda sivil, asker, gazetecinin suçlandığı ve bu yüzden hapis yattığı, sonradan “kumpas” denilen iddiaların aynısı ve benzerleri şu anda MİT TIR’ları konusundan başlayarak birçok soruşturmada kullanılmaktadır.

“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, Hükümeti görevini yapamaz hale getirme veya indirmeye çalışma, casusluk” ve daha aklınıza ne gelirse…

MİT TIR’larında taşınan silahlarla ilgili haber yapan gazete ve gazeteciye yapılan suç duyurusunda Paralel örgüt tarafından sızdırılan sahte görüntü ve bilgileri yayınlayarak “devletin terör örgütlerine yardım ettiği algısı oluşturma”dan söz ediliyor.

“Siyasal ve askeri casusluk”, “yardım TIR’larını farklı gösterme” gibi suçlamalar var.

Adil yargılama!

“Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” de bunların arasında ki bu gazetenin yayımladığı fotoğraflar, daha önce medyada defalarca yer alan belgelerden çok farklı değildir.

Bu belgelerin; terör örgütlerine silah gönderildiğini belgeleyen raporun BM’de ve AB ülkelerinin elinde de bulunduğu unutulmamalıdır.

İktidar Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay’ın “ÖSO’ya silah gittiği”yle ilgili net açıklaması da “Türkmenlere yardım” iddiasıyla çelişmektedir.

Nitekim BM Genel Sekreter Sözcüsü Dijarric önceki gün “Hangi taraf olursa olsun hiçbir şekilde Suriye’de savaşan taraflara silah gönderilmesine karşıyız” demiştir.

Bu şartlar altında, yapılan suçlamalar hukuki açıdan fazla geçerli olmayacak, aksine Batı’nın elindeki raporlar açığa çıkacaktır.

Devletin en güçlü olması gereken erki “yargı”nın giderek daha fazla siyasallaşmaması ve bundan önce yaşanan hukuksuzlukların tekrarlanmaması son derece önemlidir!

Yazının devamı...

TIR’lar neden MİT’in?

Bu MİT TIR’ları meselesi de diğer birçok konu gibi iyice karıştı, gerçek ne anlamak zor.

Seçim öncesi siyasi partiler olayları aydınlatmak, seçmene kolaylık sağlamak yerine adeta özellikle kafa karıştırıyor gibiler. Oysa eğer Türkiye gibi bir ülkeden komşu bir ülkede terör estiren, kitlesel cinayetler işleyen örgütlere silah, bomba gönderilmiş ve bu ortaya çıkmışsa konu kavgayla, gürültüyle halledilemez.

Olayı tüm boyutlarıyla ortaya koymak ve seçim öncesi vatandaşı yanıltmamak hükümetin görevidir.

İfşa mı, iftira mı?

Adana ve Hatay’da ihbar üzerine TIR’ları arama kararı veren savcılar, arayan askerler için soruşturma açıldı, ağır hapis cezası isteniyor. Son olarak HSYK Başmüfettişi bu TIR soruşturmasını yürüten 5 savcı için meslekten ihraç ve yargılama izni istedi.

Öte yanda; içinden silah çıktığı belgelenen, AB’nin ve Birleşmiş Milletler’in bildiği ve tartıştığı TIR’ların aranması neden suç oluyor hiç kimse anlamış değil… Başbakan Davutoğlu iki gün önce Cumhuriyet gazetesini “MİT TIR’larını ifşa eden, casusluk faaliyetine yataklık eden gazete” olarak tarif etti.

İfşa eden yani “gizli bir şeyi açığa çıkaran gazete”… Bu olayda herkesin merak ettiği önemli sorular vardır, cevaplanmalıdır.

Devlet sırrı!

Madem ki bu TIR’lar Türkmenler’e “kendilerini savunmaları için silah, mermi” götürmekteydi bu olay neden en üst düzeyde “devlet sırrı” haline getirildi?

Neden arayanlar meslekten ihraç edilmek ve ağır hapisle cezalandırılmak isteniyor?

Bizimle en uzak ve alakasız ülkelere yaptığımız yardımları açıklarken burnumuzun dibinde savaş içinde bırakılan soydaşlarımıza yardım neden gizlendi? Türkmenler neden “Hükümet bizi yalnız bıraktı, bize yardım gelmedi” dedi?

Hükümet açıklamaları neden sık sık değişti, önce “insani yardım” denirken sonra “ÖSO’ya yardım” ve arkasından “ÖSO’ya silah”, “Türkmenlere silah” gibi farklı açıklamalar yapıldı?

Şeffaflık!

Elbette devlet sırrı olan konular olabilir ama devletlerin de topluma karşı bir “şeffaflık” borcu vardır.

Hükümetler ülke geleceğini ilgilendiren kararları Meclis ve yargı denetimi olmadan alamaz, en azından doğru şekilde bilgilendirmeleri gerekir.

Bu TIR’lara neden “MİT TIR’ları” dendiği bile tartışmalıdır. Aslında TBMM’de karar alınması gereken bir konuda Hükümet kararıyla bu tür bir faaliyet yapılmışsa MİT ancak aracıdır, görevlidir.

Başbakan Davutoğlu olayların üstüne giden, eleştiren gazete veya örgütleri rakip siyasi partilerle “ortaklık içinde” ya da casus gibi gösteriyor ve bu liste her geçen gün giderek kabarıyor.

TIR’larda “Suriye’ye giden” silahlar konusunda ise kimseye açıklama yapmak zorunda olmadığını söylüyor.

Oysa eğer Türkiye, ABD’nin zorlamasıyla Ortadoğu’daki iç savaşlara müdahil olacaksa demokratik bir sistemde bunu bilmek Meclis’in ve toplumun hakkıdır.

Ortaya çıkan sonuç sadece Hükümeti değil, tüm ülkeyi bağlayacaktır!

Yazının devamı...

Seçim ve insan hakları!

Günlerdir seçimin “eşit şartlar altında, adil ve güvenli” yapılmasının önemini vurgulamaktayız.

Anayasa ve ceza hukukçularının, siyaset bilimcilerin ve bizlerin sürdürdüğü uyarılar dikkate alınmadı, seçim yasakları da başlamasına rağmen aynı tablo devam ediyor.

Dün Hürriyet gazetesinde Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, Hukukçu Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın yaptığı açıklamalar da benzer vurgular içeriyor. Tarhanlı sadece Türkiye’de değil “uluslararası hukuk ve insan hakları” çalışmalarında öne çıkmış, başarılı bir bilim adamımızdır.

Açıklamaları tüm siyasi partilere uyarı olarak mutlaka dikkate alınmalıdır.

Siyasi bir durum…

Söylediklerinden bazı önemli bölümleri, satır başlarını alalım.

-Seçim öncesi “kutuplaşma”nın dozu çok arttı.

-Anayasal anlamda sorumsuz olan Cumhurbaşkanı’nın kendisiyle eşit fırsatlara sahip olmayan diğer liderlerle seçim propagandalarında yer alması “eşit fırsatlar ilkesi”ni zedelemiştir.

-Cumhurbaşkanı’nın “beni halk seçti, ben de konuşurum” diyerek propaganda yapması “hukuki” değil, “siyasi” bir tezdir. Oysa Cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm vatandaşlar hukuk çerçevesi içinde hareket etmek zorundadır.

-Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri Anayasa’da değişmediği halde “aktif bir siyasi figür” şeklinde hareket etmesi kabul edilemez.

-YSK medya kuruluşlarının ve sosyal medyanın hukuka uygun yayın yapması gereğini yerine getirebilirdi.

Avrupa formülü!

Uluslar arası hukuk ve insan hakları dersleri veren Prof. Tarhanlı seçimlerin standartlara uygun olmasının gerekli ama yeterli olmadığını, seçim sürecindeki eşitsizliklerin 7 Haziran seçimlerine “meşruiyet gölgesi” düşüreceğini söylüyor.

Türkiye’ye seçimlerin güvenliğini ve eşitliğini izlemek üzere gelen AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) heyetinin Avrupa standartları olan “fırsatlar eşitliği ve şeffaflık” konularını gözden kaçırmayacağına şüphe yoktur.

AGİT Türkiye’de YSK başta olmak üzere seçimlerin hazırlanması ve güvenliğinden sorumlu tüm kurumların “şeffaflık” ilkesine uygun davranmamasını zafiyet olarak görüyor.

Suriyeli seçmenler

Bu arada Ana Muhalefet Partisinden Erdal Aksünger bazı muhtarların “ölen vatandaşların kimliğini” Suriyelilere vererek seçimde oy kullandıracağı duyumu aldıklarını açıkladı.

Bu ve benzeri siyasi etik dışı girişimlerin ortaya çıkması seçim sırasında ve sonrasında sadece ilgili parti için değil, ülke adına sorun yaratacaktır. 7 Haziran seçimleri yerel seçimde görülen ve tartışılan yanlışları da kaldırmayacak kadar önemli...

İktidar Partisi başta olmak üzere bütün partilerden “adil, dürüst ve şeffaf” olmaları yönündeki beklentilere uymalarını bekliyoruz!

Yazının devamı...

Tek hedefe kilitlenmek!

Seçime doğru çok önemli gelişmeler oluyor, bugün en dikkat çekici olan ikisine değineceğim.

Birincisi Başbakan Davutoğlu’nun dün daha önce de söylediği “6’lı cephe” iddiasını sürdürdüğü “muhalefet partileri ve 3 paralel’in ittifak yaptığı”yla ilgili sözleri…

Davutoğlu “12 yıl içinde ilk defa karşımızda çok konsolide bir cephe oluşturdular. Daha önce mücadele eden taraflar bile şimdi tek hedefe kilitlenmiş durumda; Ak Parti’yi indirmek” diyor.

Legal üç partiyle mücadele ettiklerini ama anormal olan şeyin bu üç partinin birbirini eleştirmeyerek eleştirileri Ak Parti’ye yöneltmesi olduğunu vurguluyor. Oysa bu yalnızca 7 Haziran değil, her seçim ve özellikle son yıllardaki her seçim için geçerli ve doğal bir durumdur.

İktidar olma hakkı!

Muhalefet partileri de iktidar olmak için mücadele hakkına sahiptir ve bunu gerçekleştirmek önce iktidardaki partiyi indirmekle mümkündür.

Özellikle son yıllarda maddi-manevi tüm kamu gücünü ve kurumlarını, medyanın büyük çoğunluğunu elinde toplayan ve gerektiğinde hepsini aynı anda sahaya sürmekte tereddüt etmeyen bir iktidarla mücadele söz konusudur.

Siyasi partilerin seçim otobüslerini miting alanına götürmelerinin polis gücüyle engellenmesi veya miting yapacakları meydanda Cumhurbaşkanı’nın mitingine karşı haklarını savunmak zorunda kalmaları gibi zorluklar ortaya çıkmıştır.

İki liderin aynı anda yaptığı propaganda çalışmalarına “tek lider” halinde karşılık vererek yarışı sürdürüyorlar. Bu şartlar altında birbirlerini eleştirmek yerine tüm gücü kullanan partiye yönelmeleri doğal beklenti olmaz mı?

Terör örgütleri iddiası

Başbakan’ın bu konuşmalarında asıl şaşırtan nokta ise bu 3 legal partiyi “3 paralel örgüt” dediği Cemaat, PKK ve şimdi bir de DHKP-C ile birbirine destek vermekle suçlamakta ısrar etmesi...

PKK ile HDP’nin yakınlığını hafızası zayıf olmayanlar zaten biliyor, Demirtaş’ın daha önce yaptığı “Öcalan’ı ve örgütünü öven” konuşmaları sosyal medyada hala dolaşmaktadır. Öte yanda birçok olayda nereden çıktığı ve amacının ne olduğu anlaşılmayan DHKP-C nasıl olup da CHP ve MHP’yle destek içinde gösterilebilir?

Kanıtı olmayan bu tür açıklamalar, zaten son yıllarda “oy uğruna” umursanmaz hale gelen siyasi etiği tümüyle ortadan kaldırıyor.

“Adil seçim” tanımına haksız suçlamaların yapılmaması, seçmenin kasıtlı şekilde yanıltılmaması da girmektedir. Parti liderleri seçime bir hafta kala bu kuralı unutmamalıdır!

Mit tırları!

İstanbul Başsavcılığı “MİT TIR’larıyla ilgili fotoğraf yayınlayan” gazete manşeti için soruşturma başlattı. Görüntülerin yayınlanması yasaklandı.

Suçlamada diğer ilgisiz iddialar yanında “devlete ait gizli bilgileri açıklama” da var.

Soru şu; Madem ki bu TIR’lar Türkmenlere yardım taşımaktaydı, bunda gizlenecek ne var?

Taşınan gıda ve ilaç değilse halkın gerçeği öğrenme hakkı yok mudur?

Bu soruları herkes düşünüyor!

Yazının devamı...

Adil seçim özlemi!

Son araştırmalar toplumda büyük kitlelerin seçimlerin adil şartlarda yapıldığına güvenmediğini gösteriyor.

Bu, demokrasi açısından büyük bir soruna işaret etmektedir. Seçim milletin iradesini ortaya koyacaksa “eşit ve dürüst şartlar altında”yapılması birinci şarttır.

Parti liderleri ve Cumhurbaşkanı için bu önemli şartın yerine getirilmesi görevdir. Aynı görev; eşit şartları ve seçim güvenliğini sağlamaklayükümlü olan Yüksek Seçim Kurulu’na aittir.

Oysa baktığınızda bu sorumluluğu taşıması gerekenlerin yasalara ve kurallara uyma gereğini hiç duymadıkları görülüyor. Sadece devlet kaynaklarını ve araçlarını seçim propagandası için kullanmak değil, yapılan konuşmalarda gerçeklere sadık kalmak konusu da buna dahildir.

Memurlar, öğrenciler…

Devlet imkanlarının iktidardaki partiler tarafından seçimde kullanılmaması hatta seçim gezilerine devlete ait araçlarla bile gidilmemesi kuralına bu seçimde de uyulmadı.

Bırakın arabayı, otobüsü; helikopterler, uçaklar kullanıldı. Devletin polisi, valisi, büyükelçiliği bile bir parti lehine propaganda çalışmalarında yer aldı.

Perşembe günü “seçim yasakları” başlamasına rağmen bu durum devam ediyor. Devlete ait tüm araçlar kullanıldığı gibi “siyasi partilerin mitinglerine ayrılmış meydanlar” konusunda bile haksızlıklar var.

Kamu kuruluşlarında çalışan memurlar mitinglere katılmaya zorlanıyor, lise öğrencileri “Anıtkabir’e götüreceğiz” denerek iktidar partisi mitinglerine taşınıyor.

Gerçek dışı söylemler

Miting konuşmalarında, seçim propagandalarında siyasetçilerin rakiplerine gerçeğe uymayan sözlerle saldırıya geçmesi etik dışıdır ve demokratik ülkelerde yapılamaz.

Türkiye’de de son yıllara kadar hiç değilse asgari düzeyde bu kurallara dikkat edilmişti, bu seçimde ise tamamen ortadan kalktığını görüyoruz.

CHP, MHP gibi köklü partiler “ateist olmakla, terör grupları ve Cemaat’le işbirliği yapmakla” suçlanıyor, inançları tartışılıyor, Diyanet kurumu ve Başkanı’yla ilgili tartışmalar üzerinden “dine karşı”oldukları mesajları veriliyor.

“Bir ordu darbesi” olduğu tarihe geçmiş olan 27 Mayıs darbesi dahi muhalefete mal edilebiliyor… Seçimle ilgili Anayasa ve yasa ihlallerinin sürdüğü, vatandaşlara ve medyaya uygulanan “seçimyasaklarına” zirvedeki siyasetçilerin uymadığı süreçte Yüksek Seçim Kurulu’nun sessiz kalması haklı tepkiler yaratmaktadır.

Güvenliğin köstekçisi

Siyasi Parti yöneticileri; YSK’nın seçim güvenliğine destek yerine köstek olduğunu, kamu olanaklarının kullanılmasının seçimi şaibeli hale getirdiğini, seçimin adil ve eşit şartlarda yürümediğini açıklıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seçim yasağı getirmediği için YSK’yı “hukuka uymamakla” suçluyorlar.

Yüksek Seçim Kurulu bu hayati önemdeki seçimde haksızlık ve hukuksuzlukları ortadan kaldırma, seçime şaibe düşürmeme görevini yerine getirmelidir!

Yazının devamı...

Başkanlık sistemi demokratik mi?

Başkanlık sistemi tartışmaları gündemin zirvesinde kalmayı sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuşmasında başkanlık konusunu unutmadığı gibi “Bu sistemi dönüştürecek olanların tarihe geçeceğini” söylüyor ve bunu kendisinin yapmak istediği de açıkça görülüyor.

Çarşamba günü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da tartışmaya tekrar girdi ve dikkat çekici vurgular yaptı.

Arınç gazetecilerin “başkanlık sistemi”yle ilgili ne düşündüğü sorusuna “Biz yeterli çoğunluğu sağladığımız takdirde yeni bir anayasa yapacağız. Birinci sözümüz budur. Birinci sözümüz başkanlık değil” cevabını verdi.

Tek başına savunmak!

Başkanlık sisteminin “Türkiye’ye ‘parlamenter sistemin getirmediği’ neyi getireceği” sorulduğunda “Bilmiyorum” dedi… Yeni anayasayı yaptıklarında başkanlık sistemini de konuşacaklarını belirtti.

Başbakan Yardımcısı’nın “bilmiyorum” cevabını verdiği konuyu halk nasıl anlayacak? Meydanlarda aralıksız olarak “başkanlık sistemini istediğinizi ve ne pahasına olursa olsun sistemi dönüştüreceğinizi” söylerken seçmenin de “nasıl bir gelecek için oy vereceğini”anlamasını sağlamak gerekmez mi?

Bülent Arınç HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözleri ve HDP’nin seçim stratejisini “başkanlık sisteminin getirtilmemesi”üzerine kurması konusunda ise şöyle diyor;

“Sayın Cumhurbaşkanı başkanlık sistemini tek başına savunan, bunu her gün konuşan bir insan olunca karşı taraf da ‘seni başkan yaptırmayacağım’ diyor”.

Yanlış nerede?

Başbakan Yardımcısı bu sözleriyle adeta kendisinin ve parti içinde birçoklarının başkanlık sistemi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aynı görüşleri paylaşmadığını, onun ısrarında yalnız olduğunu ima etmektedir.

Bu durumda önce parti içinde uzlaşmaları ve Anayasa Hukukçuları ve aydınlardan görüş alma konusunda ısrar etmeleri gerekmez miydi?

Arınç “CHP de, MHP de, HDP de tamamen başkanlığı hedef alıyorlar. Oysa başkanlık demokratik bir sistemdir” dedi. Anayasa Hukukçuları ise “başkanlığın kötü olduğunu” söylemiyor, uygulanmak istenen “Türk tipi başkanlık” sisteminin yanlışlığı konusunda uyarıyorlar.

Örnek gösterilen diğer ülkelerdeki sistemin “halk tarafından seçilmiş milletvekilleri” bulunan çift meclis ve bağımsız güçlü yargı ile sıkı şekilde denetlendiğini, o ülkelerde eyalet sistemi bulunduğunu anlatıyorlar.

Hükümet üyelerinin “parlamenter sistem neden istenmiyor” sorusuna “bilmiyorum” cevabı verdikleri bir sistemde ısrar etmek, uzman görüşü almadan rejim değiştirme baskısı yanlıştır.

Bu yanlışı zamanında görmek ise erdem olacaktır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.