Şampiy10
Magazin
Gündem

Türk tipi başkanlık sorunu!

“El elden üstündür” diyen atasözünü iyi düşünmek gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mutlaka istediği “Türk tipi başkanlık” sistemine toplum tepkilerinin arkası kesilmedi.

Önce 9 Mart 2015’de ülkenin önde gelen, deneyimli Anayasa hukukçuları ve siyaset bilimcileri toplu bir bildiri yayınladı. Bu bildiride şöyle deniyordu:

“Türkiye’nin Osmanlı’daki parlamenter deneyimi ile birlikte 100 yılı aşkın süredir denediği parlamenter rejimi işler kılmak yerine herhangi bir ilke tartışması yapmaksızın yeni bir rejim dayatmasıyla karşılaşmış bulunuyoruz.

Bunun Anayasa dışı yollarla ve devletin bütün olanakları kullanılarak yapılmaya çalışılması hukuken kabul edilemez. Bu süreçte bazı akademisyenlerin Anayasa hukuku ve siyaset bilimi verilerini çarpıtarak kamuoyunu yanıltıcı açıklamalar yapması esef vericidir.”

Yeni bir çağrı

Anayasa hukukçularının ve siyaset bilimcilerin iyi niyetle ve deneyimlerine dayanarak yaptığı bu uyarı hiç dikkate alınmadı.

Türk usulü başkanlık sistemi en son miting veya açılış konuşmalarına kadar her propaganda konuşmasında yer aldı. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu seçimde özellikle; başkanlık sistemi, yeni anayasa ve yeni Türkiye üzerinde durduklarını, bu dönüşümün mutlaka yaşanması gerektiğini” söyledi.

Tamam, bir dönüşüm kesinlikle gerçekleştirilmek isteniyor da bu nasıl bir dönüşüm olacak?

Dün 200 akademisyen, hukukçu, yazar ve sanatçı yeni bir toplu açıklama yaptı. Ak Parti Hükümetine acil çağrı denilen bir açıklama…

Güvenli seçim

Aralarında Zülfü Livaneli, Ahmet İnsel, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. Ayşe Buğra gibi uzmanların ve aydınların bulunduğu grubun çağrısında:

“Seçimden başkanlık sistemi çıkarma kararlılığı ile insanların kutsallarının siyasete malzeme yapıldığı, hukuk kurallarını hiçe sayan yeni bir vesayet rejimi oluşturulduğu” bildirilmekte, Hükümet’ten güvenli bir seçim ortamının sağlanması istenmektedir.

Yapılan araştırmalar seçimin güvenliği ve oyların sayılması konusunda toplumda güvenin kaybolduğunu gösteriyor.

Bu durumda “yasaların ve hatta Anayasa’nın bile dikkate alınmadığı” bir seçim sürecinin yürütülmesi, genel olarak güven kaybının yaşanması rol oynamaktadır.

Güç uğruna kaos!

Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya rağmen seçim konuşmalarını ısrarla sürdürmesi ve “parlamenter sistemin ortadan kaldırılacağının” da bazı konuşmalarda ima edilmesi başta aydınlar olmak üzere toplumda endişeleri arttırmıştır.

Endişelerin ve gerginliğin arttırılması seçim öncesi veya sonrası kaos ortamı yaratma tehlikesi taşımaktadır.

Seçime bir buçuk hafta kala Hükümet ve Cumhurbaşkanı bu gerginliği arttırmaktan kaçınmalı, tam aksine gidermenin yolunu bulmalıdır.

Daha çok güç isterken “evdeki bulgurdan olma”nın riski az değildir!

Yazının devamı...

Güvensizlik duygusu!

Medyada iktidar partisine çok yakın duran isimler “AKP seçmeninin mutsuz, kızgın, güvensiz” olduğunu açıklıyor.

Cumhurbaşkanı’na en yakın duran ve överek göklere çıkaran, gerçekleri görmesini engelleyenlerin, sıkıntı anında “onu ilk terk edecek” kişiler olduğunu söylüyor.

İktidar partisini bugüne kadar desteklemiş yazarlar bile son yıllarda yaşananların oyları düşüreceğini tahmin ederken bazı araştırma şirketlerinin israrla tam aksini iddia eden rakamlar vermesi açıklanamayan bir çelişkidir.

Dış bağımlılık

Yüzde 20’lerin üstünde olan kararsız seçmenin oylarının da seçimi etkileyecek önemli bir unsur olduğu biliniyor ve bu “kararsız kesim oranları” bile aynı anda farklı veriler şeklinde halka sunulmaktadır. Kamuoyu anketleri ve medyada yapılan tahminler seçmeni “yanıltıcı” etki yapıyor.

Seçim için iktidar partisi oy oranı farklı kişi ve şirketler tarafından “yüzde 40 ile yüzde 45 ve üstü” olarak gösterilirken aradaki farkın çok yüksek olması bu tahminlerdeki tutarsızlığı ortaya koyan bir gerçek değil midir?

Türkiye ekonomisinin uzun süre rayında gitmesine 2002 öncesinde hazırladığı makro ekonomik projelerle, Merkez Bankası’nın güçlendirilmesiyle büyük katkı sağlayan Kemal Derviş’in son açıklamaları ise Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığına ve güvensizliğe dikkat çekiyor.

Derviş ne içerde ne dışarıda kimsenin yatırım yapmadığını, büyük cari açıkla “geleceğimizin dışarı bağlı” olduğunu vurguladı.

Koalisyon olabilir

Yatırım gücünü içerde yaratmamız gerektiğini, bunun da iç tasarruf yoluyla olacağını, bu konuda ise “dünya sonuncusu” olduğumuzu söylüyor.

Başbakan Yardımcısı Arınç da “İç tasarrufta kötüyüz, israf karnemiz kırık” dememiş miydi? Hatta bu sözü “israf olamasaydı vergi almamıza gerek kalmazdı” diye tamamlamadı mı?

Kemal Derviş “Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı, Dünya Bankası Avrupa-Ortadoğu-Kuzey Afrika Ülkelerinden Sorumlu Baş Ekonomist” gibi dünya çapında önemli konumlarda görev yapmış bir uzmandır.

Şu anda Türkiye’de “uzlaşma kültürünün eksik olduğunu, ortaya çıkacak bir koalisyonun kutuplaşmaya çözüm olacağını” söyleyerek Almanya’yı örnek veriyor.

Seçim sonunda kimin kiminle koalisyon yapacağını bilemeyiz ama tüm uzmanlar aksini söylüyorsa koalisyonu “çözümsüzlük” gibi sunmanın yanlışlığını görebiliriz.

Çaresiz Türkmenler!

Bodrum’a tarım işi bulma vaadiyle getirilen ve burada yaşam savaşı veren 8 Türkmen aile turizm sezonu gelince zorla otobüse bindirilip Aydın’ın Söke ilçesine sürülmüşler.

Irak ve Suriye’de IŞİD ile hükümetlerin zulmünü yaşayan, Irakta yapayalnız bırakılıp aç susuz yollara düşen milyonlarca Türkmen’e yardım eli uzatılmamıştı.

Mısır ve Filistin’i dilimizden düşürmez, Suriye’den kaçan mültecilere her kolaylığı sağlarken soydaşlarımızı hala neden sıkıntıda bırakıyoruz?

Vicdanlar sızlıyor, Türkmenlere yardım eli uzatılmalıdır!

Yazının devamı...

Altılı çete nerede?

Seçime kalan günler azalırken Başbakan’ın söz ettiği “çete” sayısı artıyor.

Önceleri kendilerine karşı CHP-MHP ve HDP’nin, yani Meclis’teki tüm muhalefetin “birlikte çalıştığını” söylüyordu. Bir ara CHP ile HDP’yi yan yana koydu. Sonra “CHP-MHP-HDP birlikte, arkalarında da Cemaat var” dedi.

Rüyada görseniz inanılmayacak bir birlikteliği bile dile getirdi; “MHP ve HDP paslaşarak birbirlerini destekliyorlar”… Bunlar da yetmemiş olacak ki en son teorisi “Üç muhalefet partisi, Cemaat, PKK ve DHKP-C” hepsi birlikte “altılı çete” iktidara karşı!

“Dalton Kardeşler tek başına Red Kit’e karşı” çizgi masalına döndü olay!

Peki ülkenin “Başbakan”ı olarak sadece kanıtlara dayalı konuşması gereken Sayın Davutoğlu’nun kanıtları nerede?

Masaya oturmuyor!

Pazar günü izlediğim haber programına CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç ile birlikte katılmış olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın “Parti kararı olarak HDP’lilerle aynı TV programına çıkmadıklarını” söyledi.

MHP’nin bu tutumu yıllardır bilinmektedir. Aynı anda bir programda bile bulunmama kararı olan bir parti HDP ile nasıl paslaşır, buna kim inanır?

Savcı Kiraz olayı ve daha önce bazı gençlerin öldürülmesi olayları gibi karanlık, nedeni anlaşılmayan ve çözülemeyen vakalarda ortaya çıkıp kaybolan DHKP-C örgütü iki büyük partiyle nasıl yan yana getiriliyor, ilk soru budur.

Cemaat ve HDP!

Bu “altılı çete” suçlaması veya istendiğinde Cemaat ya da terör örgütlerini muhalefet partileriyle birlikte göstermek Başbakan için de partisi için de çok riskli bir yöntemdir.

Zira o zaman seçim propagandası uğruna “bu haksız suçlamaya” hedef olan partiler kanıtlı, belgeli olarak Cemaat ve PKK’nın iktidarla birlikte olduğu teziyle çıkıyorlar.

Geçmişte uzun yıllar Cemaat’i desteklemiş, “Ne istedilerse verdik, bizi arkadan vurdular” demiş, Öcalan’la devleti çözüm masasına oturtmuş, HDP’Lİ Sırrı Süreyya Önder’le Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a Dolmabahçe Sarayı’nda Öcalan’ın şartları üzerine ortak açıklama yaptırmış olan iktidar partisinin önüne bu kanıtları koyuyorlar.

Seçim değişikliği

Seçim yaklaşırken AKP ve HDP kavga görüntüsü içine girdiler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu HDP’ye “bölücü” diyor, Efkan Ala “HDP binalarına yapılan ve HDP’lilerin yaralandığı saldırıyı kendilerinin DHKP-C’ye yaptırmış olacağını” söylüyor.

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş “AKP’nin seçimde hile yapmak için 3500 kişilik ekip kurduğunu” iddia ediyor. HDP’li Dengir Mir Fırat “DHKP-C, MİT’le çalışır, olayın arkasında AKP var” imasında bulunuyor.

Seçim sürecinden önce her şey güllük gülistanlık, artık çözüme az kaldı denirken günlerdir adeta bir meydan savaşı içindeler.

O arada PKK terör örgütü dün Dağlıca’da olduğu gibi zaman zaman askeri üslere havan toplu saldırılarını sürdürüyor.

Başbakan Davutoğlu seçim sürecinde de “ülkenin ve her vatandaşın başbakanı” olduğunu unutmamalıdır!

Yazının devamı...

Kendileri mi yaptırdı?

Ülkede kafa karıştıran açıklamaların, olayların arkası kesilmiyor.

Başbakan Davutoğlu Mersin ve Adana’da HDP binalarına yapılan bombalı saldırıları “DHKP-C’li, sabıkalı bir terörist”in yaptığını söylemişti.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç net bir ifadeyle bunun doğru olduğunu, teröristin DHKP-C örgütünde pek çok eyleme katıldığını bildirdi.

Daha önce AKP Genel Başkanlığı yapmış olan Dengir Mir Mehmet Fırat ve diğer HDP’liler bunu inandırıcı bulmadıklarını söylediler.

Son olarak Selahattin Demirtaş “HDP binalarına saldıran kişinin kimliği de belliyse dosya niye gizleniyor? DHKP-C’li dedikleri kişinin Suriye’de IŞİD’le bağlantılı olduğu bilgileri bizde mevcut” dedi.

Daha ötesi yok!

Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın dün Milliyet’te yayımlanan röportajda söyledikleri ise iki tarafın yarattığı karmaşaya tuz biber ekmiştir.

Efkan Ala “Bu saldırıları HDP’lilerin DHKP-C’ye kendilerinin yaptırmış olabileceğini, çünkü DHKP-C’nin HDP’yi desteklediğini, söylüyor.

“Kendi adamlarına kendilerini bombalatmış olabilirler” diyor.

Bu “kendini bombalatma” ifadelerini daha önce duymamış mıydık biz?

Dünyada benzeri var mıdır bu önerilerin veya söylemlerin?

Adana HDP binasındaki saldırıda biri “ağır yaralanan Seyhan İlçe Başkanı” olmak üzere 6 yaralı vardı. Acaba gerçekten siyasetçinin gözü kendi vatandaşını partilisini bombalatacak kadar kararır mı?

Cevap “evet” ise bu cehennemin sonu neresidir?

Çözüm süreci

Madem ki her iki parti de bombacı teröristin kimliğini biliyor, neden ismiyle açıklanmıyor?

Gerçekten dosya niçin gizleniyor?

Afkan Ala “Çözüm Süreci devam edecek, muhatabı halk olan proje devam eder” diyor.

Davutoğlu ve Erdoğan da benzer şekilde konuşuyor, “Çözüm HDP’ye bağlı değil” diyorar.

Selahattin Demirtaş da dün bir röportajda “Çözüm AKP’nin varlığına bağlı değil, biz devam ettiririz” dedi.

Bu “çözüm” neyin çözümüdür?

“Terörün bitmesi, PKK’nın silah bırakması, Hükümet’le örgütün ve HDP’nin anlaşmasına bağlı” olduğuna göre bütün bu dışlayan tavırlar niçin?

Seçim midir nedeni?

Bir kez daha tekrarlayayım;

Seçim yaklaşırken toplumda kafa karışıklığı yaratmak, sonunda “birlikte çalışacağını” gizlemek dürüst siyaset değildir.

Türkiye sonsuza kadar hep bu temiz toplum, temiz siyaset özlemiyle mi yaşayacak?

Yazının devamı...

Seçim söylemi kaosu!

Seçime tam 2 hafta kala siyasi parti açıklamaları tam bir karmaşa halinde.

Sadece belli bir konudaki söylemleri alsanız bile içinden çıkmak mümkün görünmüyor.

Oysa siyasi partilerin dikkat etmesi gereken nokta; propaganda yaparken gerçeklere ve yasalara saygılı olmaktır. Ülkenin Meclis’ini, Hükümetini oluşturanlar buna dikkat etmezse vatandaştan “şeffaflık ve dürüstlük” beklemek mümkün mü?

Temiz toplum, temiz siyaset umutları hep ilk günlerde söylenip sonra hayal olarak mı kalacak?

İnandırıcı değil!

İktidar partisi ile HDP arasındaki söz düelloları bu konuda önemli bir örnektir.

Başbakan Davutoğlu’nun miting meydanlarında “HDP binalarına yapılan saldırıyı, sol örgüte mensup dediği DHKP-C’li bir teröristin yaptığı açıklaması” HDP’de inandırıcı bulunmadı.

Bu partinin Mersin Milletvekili adayı ve AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat; DHKP-C’nin “devletin istihbarat birimlerinin kontrolünde” olduğunu belirterek “saldırı bizce hala meçhul” dedi.

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken “Arka plandaki güç”ün iktidar partisi olduğunu söyledi. Demirtaş “Cumhurbaşkanı parti teşkilatlarımızın bombalanmasından sonra geçmiş olsun bile demedi, demek ki HDP’lilerin katledilmesi umurunda değil” dedi.

Seçim sonrası ne olur, kim nasıl değişir bilinmez ama şu anda ortada ciddi suçlama ve kavga havası görülüyor.

Çözüm biter mi?

Şimdi Hükümet kanadına bakalım… Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan birçok anket daha düşük sonuç açıklasa da dün “yaptırdıkları anketlerde Ak Parti oylarının yüzde 45-46larda göründüğünü” belirttikten sonra HDP ile ilgili şunları söyledi;

“Burada bir kaos planı işliyor. HDP’ye barajı geçirtme çabaları HDP’yi de aşan bir projedir. HDP çözüm sürecinin geleceğini düşünmeden bu zokayı yuttu. AKP güç kaybeder ve koalisyon olursa çözüm süreci o gün biter.”

Oysa Hükümet kanadı HDP için “PKK terör örgütünün siyasi uzantısı” diyor. HDP “Erdoğan diktatör olmak istiyor, onu başkan yaptırmayacağız” diyor. Bu söylemler seçim sonrası unutulmayacaksa neredeyse nefret içeren tepkiler içindeki iki parti çözüm sürecini nasıl sürdürebilir?

Diyelim ki koalisyon yapacakları bir sonuç oluştu, koalisyonları bu kadar kötüleyen AKP nasıl koalisyon yapar, HDP seçim öncesi sözlerini nasıl yutar?

Başkanlık gündemde!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “başkanlık” isteği aynı hızla sürmektedir, bu amacını gerçekleştirirse Türkiye nasıl bir rejime gidecek, bu soru ve daha birçokları sırada..

Seçim sürecinde yasalar, kurallar hatta Anayasa hiç gözetilmeden adımlar atılıyor.

Parti yönetimleri ve herkes hiç değilse olaysız geçecek huzurlu bir seçim için artık sorumlu davranmalıdır!

Yazının devamı...

Telaşlı tepkiler!

Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu dün ekonomi konusunda beklenen sunuşunu yaptı.

Bu sürprizin ipucunu Vatan ve Milliyet yazarlarına geçen haftasonu vermişti.

Yeni vizyon projesi “Türkiye Ekonomik Yükseliş Projesi” adını taşıyor.

İlk bakışta ülke adına, toplum adına umut verici, parlak bir hedef olarak görünüyor.

Bilgili, cesur ve çalışkan ellerde gerçekleştirilmesi hiç de zor olmayabilir. Hayırlı olsun!

Nereden nereye..

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ekonomik proje; Anadolu’da kurulması planlanan bir megakenttir.

Gerçekleşmesi yolunda ilerleme kat edildikçe Türkiye, denizi olmayan ülkeler için küresel liman haline gelecektir.

Kişi başına düşen milli gelir 33 bin Doların üstüne çıkacaktır.

2020’de faaliyete geçmesi planlanan projenin 2 milyon 200 bin kişiye iş imkanı sağlayacağı bildiriliyor ki bunlar bile desteklenmesi için yeterli nedendir.

İtiraz gereksiz!

Projeye yönelen ilk eleştiri Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten geldi.

Şimşek hemen karşı çıkarak; “Liman özelleştirmelerini engelleyen (üçüncü havalimanı ve üçüncü köprü karşıtı) ulus devletçi CHP’nin megakent projesinin inandırıcı olmadığını” söyledi.

Oysa değindiklerinin hiçbiri muhalefet partilerinin, özellikle Ana Muhalefet Partisi’nin seçim öncesi sunduğu bu önemdeki bir projeye engel olarak gösterilemez.

Türkiye bir demokrasi ise her partinin istediği konuda istediği gibi düşünme veya proje üretme hakkı olmalıdır.

Sisi’ye karşı...

Çarşamba günü medyada “Suudi Arabistan rejiminin cellatlar aradığına dair” bir haber vardı.

Sisi’nin aldığı idam kararına “demokrasi ve insan hakları adına” karşı çıkarken ortak kararlar aldığımız Suudi Arabistan’a da idamları için karşı çıkmamız gerekir.

Aksi takdirde tutarlılıktan söz edemeyiz!

Yazının devamı...

Temiz seçim başka bahara

Kötülüğün bu kadar ömürlü ve tahripkâr olduğu bir toplum zemini az görülür.

CHP’nin “Kesinleşmiş beş seçim hilesi” başlığı ile kamuoyunun bilgisine sunduğu olay da kolay rastlanır bir haber değildir.

Neden göz yumulmuş yıllar süren bu hilelere?

Sandığın namusunu korumak bilinci ile davranması gereken kurumlar var; onları hangi bahane görevlerini yapmaktan alıkoydu?

Türkiye’de kolay inanılır rakam oyunları oldum olası hep seçim sandıklarının başında ve etrafında üremiştir.

Buna rağmen ve “yerel seçim”de açıkça belgeleriyle ortaya konan hilelere rağmen sorumluları adalete teslim edilmemiş veya zanlı, şüpheli duyulmamış, görülmemiştir.

Seçimde hile şikâyetlerinin çoğalması üzerine Ana Muhalefet Partisi soruna el koymuş, şok etkisi yapacak bazı gerçekler gün yüzüne çıkmıştır ama çözüm ne?

Hileciler nerede?

Yöneticilerin girdikleri sessizlik, toplumda yeni hile şüpheleri yaratmaktadır.

Hileler 2007 yılı rakamları baz alınarak aranmaya başlamış. Listeler bazı yerde yeni eklemeler yapılarak, kimi yerde fazlalar eksiltilerek düzenlenmiş.

Sonuçta önümüze şu tablo çıkmıştır.

Sahte seçmenler aklandı oy kullandı, gerçek seçmenler düşürülerek sandığa erişemedi.. 2007 listelerinden başlayan operasyonlar halâ hükmünü yürütmektedir.

Örneğin “40 binin üstünde seçmeni olan Beylikdüzü’de iki mahallede inşaat halindeki binalarda hiç olmayan adreslerde yaklaşık 5 bin seçmenin sahte olduğu kayıtlara geçti..”

Hak etmiyoruz!

Cumhurbaşkanlığı seçiminde aşırıya kaçmış, 2 milyon 477 bin 811 seçmenin iradesi sandığa yansımamıştır.

Sahte seçmenler bu gidişle azalmayacak, çoğalacaktır. Çünkü bugüne kadar izlediğimiz rezaletler dürüst seçimlere kavuşmak bahsinde umut uyandırmıyor.

7 Haziran seçimlerinin Türkiye’nin yönetim sistemini ve Anayasa’sını tümüyle değiştirecek bir döneme kapı açma ihtimali var.

Bu nedenle daha önce “hile yapıldığı” belirtilen tüm seçimlerden de fazla önem taşımaktadır.

Almanya’da iki ayrı ilde şimdiden sandık başkanlarının bile hile yapabileceği açıkça görülmüştür.

Ülkenin bütün partileri; sahte seçmen, mükerrer oy ve diğer hile ihtimallerini ortadan kaldırmak için ciddiyetle çalışmak zorundadır.

Türk halkı, seçmeni büyük hile ihtimali olan bir seçimi daha hak etmiyor!

Yazının devamı...

Bıkmak ve yılmak yok

Haklılığını hukuktan ve adaletten alan ihtilâflarda taraf olmak uygar insan görevidir.

Hatta şunu diyebiliriz:

Adalete hizmet edecekse o münakaşaya katılmak, hak olmanın ötesinde görevdir!

Biliyorsunuz önceki gün Adana ve Mersin’de HDP merkezlerini hedef alan bombalı saldırılar gerçekleşti.

Teselli kaldıran bilgi şu ki, hedef alınan yerlerde insan kaybı olmadı.

Yaralananlar oldu, onlar da hastaneye yetiştirildi.

Ülkemiz kanlı çatışmaları biraz olsun geride bırakmış görünürken yeniden geçmişe dönmek toplumun ortak endişesidir.

Yıllar boyu hayatlarımızı karartan kan ve gözyaşı dileriz ki sonsuza dek geçmişte kalsın.

Elbette unutmamalı; Terör her an hortlayabilir.

Silah bırakmayan örgüt işine geldiğinde tekrar silaha sarılabilir.

Katillerin merhamet ettiği kadar yaşamak!..

İşte onuruna düşkün ve huzur isteyen insanlara en zor gelen de budur.

Doğru Adım!

Hiç şüphe yok ki hakkında verilen idam kararı Mısır zindanlarındaki devrik Cumhurbaşkanı Mursi’ye çok ağır gelmiştir.

Acaba Türkiye için salt ölüm cezasını hedef almak yerine Mursi’yi kurtaracak hamlelere öncelik vermek daha doğru bir seçim olmaz mıydı?

Öfkeli çağrılar yapıcı karşılıklar bulamıyor; Cumhurbaşkanı Mursi, seçmenin yüzde 52’si gibi bir fark yakalamıştır.

Onun halk oylarıyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olması ve medeni dünyanın dikkatini bu noktaya yoğunlaştırmak en akıllıca hamledir.

Gerçekten istiyorsa...

Eğer Hükümet Mursi’yi kurtarmada rol oynamayı gerçekten istiyorsa, yardımı dokunabilecek diğer ülkeleri desteğe çağırmayı sürdürmelidir.

Buna sadece Batı ülkeleri değil, Ortadoğu’da “Mısır yönetimi üzerinde etki sağlayabilecek” ülkeler de dahildir.

Ayrıca Türk medyasının da desteğini alarak tepki göstermek etkiyi arttıracaktır.

Medyayı dışlamak ve kızmak yerine birlikte hareket etmek gerekiyor.

Türkiyede ki sorunumuza dönecek olursak; HDP binalarına yapılan saldırılar ümit kırıcıdır.

Ülkede seçim öncesi, seçim sırasında ve sonrasında güvenliği sağlamak hükümetin görevidir.

Çözüm süreci provokasyonlarla tehlikeye girmemeli, mutlaka sürdürülmelidir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.