Şampiy10
Magazin
Gündem

Mahallenin kötü çocuğu sahalara geri mi dönüyor?

Burgaz Rakı’nın Mey İçki’ye satışına rekabet kuralları gerekçesiyle karşı çıkılırken, şirketin eski sahibi Hayyam Garipoğlu’na geri iade edilmesiyle ilgili çalışmalar yeniden hızlandı.

TMSF’de Ahmet Ertürk dönemi kapandıktan sonra yeni Başkan Şakir Ercan Gül’ün ilk dikkat çekici icraatı Ali Balkaner Grubu ile yapılan yeni protokol oldu. Şimdi bu protokolün devamının geleceği, raf temizliğinin diğer borçlularla devam edileceği belirtiliyor.

17 Aralık 2009 tarihinde “TMSF, Garipoğlu ile yeni protokol yapıyor, Burgaz’ı geri veriyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Aradan 3.5 aya yakın bir süre geçti ve bu çalışmaların nihayete ermek üzere olduğu anlaşılıyor. TMSF, Burgaz Rakı’nın sahibi Hayyam Garipoğlu ile yeni bir protokol üzerinde son kalem oynatmalarını yapıyor.

Dün Referans Gazetesi’nde Jale Özgentürk de alacaklarına yeniden yapılandırma politikası uygulayacak olan TMSF’nin Balkaner Grubu ile yaptığı protokolün devamının geleceğini yazdı.

İlk sırada Garipoğlu anlaşması var gibi görünüyor.

Şayet Garipoğlu yeterli teminatları verebilirse kendisi ile TMSF üçüncü kez protokol yapacak ve yönetimine el koyduğu şirketleri iade edecek.

TMSF son yaptığı operasyonda Garipoğlu Grubu’na ait 70’e yakın şirkete el koymuştu.

Burgaz Rakı’nın hakkında 74 ayrı dava olan Garipoğlu’na geri döneceği fikri sektör oyuncularının kelimenin tam anlamı ile kanını donduruyor. Nasıl dondurmasın?

Burgaz Rakı, Garipoğlu’nun kontrolündeyken oyunu kurallarına göre oynamayan, vergi yükünü çeşitli yöntemlerle bertaraf eden ve diğer oyunculara göre haksız rekabet yaratan bir tutum içindeydi.

Pek çok kere de yakayı ele verdi ve bu tutumu resmen tescillendi. 70’lik şişelere 35’lik bandrol uygulamak bu şirketin yaptığı en masum, en basit hile olarak kayıtlara geçti.

Rekabeti ve adil piyasa şartlarını bozucu uygulamaları olan bir grubun Burgaz Alkollü İçkiler’in yönetimini yeniden ele geçirmesi, sektördeki tüm dengeleri altüst edebilir.

Burgaz Rakı’nın haksız rekabeti nedeniyle sektörün bazı küçük oyuncuları pazardan çekilmek zorunda kaldı. Çoğu da ciddi pazar kayıpları yaşadı.

Burgaz Rakı eski sahibi ile TMSF borçlarını ödemek üzere daha da agresifleşirse bu sektöre yatırım yapmış, oyunu kurallarına göre oynamak isteyen bazı oyuncular nefessiz kalabilir.

Sektör, vergilerin her geçen gün yükseltildiği bir ortamda adil rekabet koşulları altında, yasal ve tüketici yararını gözeten bir anlayışla işletilen şirketlere ihtiyaç duyarken, bu gelişme haliyle tedirginlik yaratıyor.

Sektör Burgaz Rakı’nın eski sahibine devri yerine, mahallenin kurallarını bozmayacak, haylazlık yapmayacak bir yatırımcıya devrini destekliyor.

Burgaz Rakı TMSF tarafından satılmaya çalışılmış oldukça iyi sayılabilecek bir fiyat teklifi de alınmıştı. Ancak teklif sahibi sektörün en büyük oyuncusu olduğu için bu satış işlemi rekabet koşulları öne sürülerek gerçekleşmedi. Ancak duyduğuma göre ihale süreci halen devam ediyor.

Garipoğlu’na devir yapılacaksa da en azından bu ihale sürecinin tam olarak bitmesini beklemek daha isabetli olacak gibi duruyor.

Yazının devamı...

Yeni Recep İvedik’lerden yetiştirme bedeli alacak

Recep İvedik tiplemesi TV 8’de doğdu. ’Dikkat Şahan çıkabilir’ programında en dikkat çeken, en sevilen karakterdi Recep İvedik. Program dilden dile yayıldı, seveni seyredeni arttı.

Sonra kaçınılmaz son ve ‘Dikkat Şahan Çıkabilir’ başka bir kanala transfer oldu.

Bu durum aslında TV 8’in kaderi gibi. Yaşamdan Dakikalar, Komedi Dükkanı gibi programlar da önce TV 8’de ekrana geldi ve meşhur oldu. Sonra tıpkı Şahan Gökbakar gibi başka kanallara transfer oldular.

MNG Holding bünyesinde faaliyet gösteren TV8’in Genel Müdürü Abiş Hopikoğlu ile sohbetteyiz. Kendilerini ne yandaş ne de karşıt olan ’iyi’ bir televizyon kanalı olarak tanımlıyor.

AB izleyici kitlesini hedeflediklerini reyting kaygısı taşımadıklarını söylüyor. Bunu, “Salı Sefası bizim en çok izlenen programımız. Elazığ’da deprem olunca yayından derhal kaldırdık. Oysa diğer kanallar normal akışını bozmadı” örneği ile açıyor. “Kesinlikle cimri değiliz“ derken de Süper Lig özetlerini satın alan iki kanaldan biri olduklarına dikkat çekiyor.


Format fabrikası gibiyiz

Ancak kanalın en büyük özelliği özgün formatlara kapısının sonuna kadar açık olması. Ferhat Göçer’e ilk müzik programını yaptıran TV 8 olmuştu. Kendilerini format üretme fabrikası olarak gördüklerini, bu kanalda pişen her programın başka kanallar tarafından dikkati çektiğini söylüyor.

Bu başarı nereden geliyor? diye soruyorum. ”Gelen projeler bir kurulda tek tek izleniyor. Herkesin bir oyu var. Beğenilirse ekonomik bütçesine de bakıp değerlendiriyoruz“ diyor. ”Peki tutan bir programın TV 8’den uçup gitmesinden rahatsız olmuyor musunuz?” diye soruyorum ve ilginç bir yanıt alıyorum:

“Biz başka bir kanalın aylık bütçesi ile yıllık bütçe yapıyoruz. Popüler olan program bizden 1 birim alıyorsa, diğer kanala ortalama 7 birime gidiyor. Ancak bundan sonra yetiştirme bedeli alacağız. Sözleşmeye ekliyoruz. Diğer kanaldan alınan ücretin yüzde 25’i TV8’e gelecek. Bir nevi bonservis bedeli olacak. Hatta bu konuda 2 programımız için görüşmelerimiz sürüyor.”

Otelin perdesinde sorun çıktı MNG Holding turizmci oldu

MNG Holding’in ağırlıklı işlerinden birisi kuşkusuz turizm. MNG’nin turizm sektörüne işletmeci olarak girişi ise tamamen bir tesadüfe dayanıyor. MNG’nin aslında turizm sektöründe yer almak gibi bir niyeti yok. Amaç WOW Topkapı’nın inşaatını yapmak ve mal sahibi olarak tesisi Magic Life’a kiralamak.

Ancak ne oluyorsa otelin perdeleri konusunda bir anlaşmazlık çıkıyor. Magic Life perde yüzünden çıkan tartışma sonrası otelin işletmeciliğinden çekiliyor. Patron Mehmet Nazif Günal, “Biz de bu işi yapabiliriz” diyerek otel işletmeciliğine soyunuyor. Dedeman’dan yönetici transfer ediliyor. Bakıyorlar ki sadece tesis kurmak ve işletmekle olmuyor. Turist bulmak lazım. Bentour kuruluyor. Turist bulmakla da iş bitmiyor. Bir de bu turistleri taşımak lazım. O zaman da 10 uçaklık bir filo devreye giriyor ve bir perde meselesinin sonucu hiç hesapta yokken turizmin en önemli oyuncularından biri sahneye çıkıyor. Şimdi grubun Antalya, Kiriş, İstanbul ve Ankara’da ikişer, Bodrum ve Uludağ’da birer oteli var. Yatak kapasitesi 11 binin üzerinde. Abiş Hopikoğlu, “turizm, medya, havacılık, kargo ve inşaat firmalarının toplam cirolarının 1 milyar doları geçtiğine dikkat çekiyor. Cironun yüzde 65’i ise inşaattan geliyor.

Kargo kaybetme riskimiz sıfır gibi

MNG Kargo grubun iddialı iş kollarından biri. Fedex ile yaptıkları işbirliğine dikkat çeken Hopikoğlu, hava kargoda THY’yi dışarıda tuttukları takdirde kargonun yüzde 80’ini MNG’nin taşıdığını belirtiyor. Bu arada Hopikoğlu bir yazılım geliştirerek her elemana verdikleri el terminalinden söz ediyor ve çok iddialı konuşarak ” Yanlış kargo gönderme oranını sıfıra indirdik. Bu el terminali ile kapıda barkod üretiyoruz, paketi direkt aktarma merkezine gönderiyoruz. Şube ortadan kalkınca yanlış adres riski de ortadan kalktı diyor ve ekliyor “50 -55 milyar dolarlık pazarın şu an sadece 5-6 milyar doları kayıt altında bu da kargoculuk sektöründe daha çok yol alınacağını gösteriyor”.

Yazının devamı...

Ferit Bey mutlaka olmalı zira Garanti’de ‘take over’ riski var

General Electric’in Garanti Bankası’ndaki yüzde 20.85’lik hissesini satmak üzere JP Morgan’a yetki verdiği haberi VATAN’da çıktıktan sonra finans piyasasında bu konu üzerine epey dedikodu üretilmeye başlandı. Hisselere potansiyel taliplilerin kimler olabileceği tartışıldı, bazı isimler ortaya atıldı.

Bu arada ben de Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen ile satış yetkisi verilmesinin hemen ardından sıcağı sıcağına gerçekleştirdiğim sohbette, Doğuş’un bu hisselere talip olup olmayacağını sordum. 27 Şubat günü yayınlanan röportajda Ergun Özen, GE’nin elinde bulunan yüzde 20.85’lik hisseyi ne şekilde satacağının önemli olduğunu belirterek, “Blok mu yoksa parçalayıp mı satacaklar? Kombinasyon belli olduktan sonra, şayet parçalı bir satış olursa Doğuş Holding’in belli bir bölüm hisseye talip olacağını tahmin ediyorum” demişti.

Ergun Özen dün de Habertürk’te yayınlanan söyleşisinde benzer mesajarını tekrarladı ve “Garanti hissesi varsa Ferit Bey de mutlaka vardır” diyerek olası satışta bir bölüm hisseye Doğuş Grubu’nun talip olabileceğini tekrarladı.

JP Morgan’ın satışla ilgili çalışmaları devam ediyor. Kapısını çalanlar var. Ancak henüz net bir alıcı yok.

Bu arada Doğuş Grubu da satış sürecini pür dikkat takip ediyor. Etmesi de şart.

Zira GE’nin elindeki yüzde 20.85’lik hisseye blok bir alıcı talip olursa Doğuş Grubu için alarm zilleri çalmaya başlayacak demektir. Hele hele söz konusu alıcı Ruslar olursa, tehlike daha da büyük demektir.

Doğuş için Garanti’deki tehlike kontrolü kaybetme riskidir.

GE’nin elindeki yüzde 20.85’lik hisse satılık.

Doğuş’un elinde ise yüzde 30’un biraz üzerinde bir hisse var. Kalan hisseler Borsa’da işlem görüyor.

GE’nin elindeki yüzde 20.85’lik hisseyi satın alan birisi, Borsa’dan da alım yaparak Garanti Bankası’nı ele geçirebilir.

Kağıt üzerinde çılgınca bir fikir gibi durabilir ancak Garanti Bankası’nda ‘take over’ riski mevcuttur.

Take over, Borsa’dan toplanan hisse senetleri ile şirketin yönetimini ele geçirme diye özetlenebilecek bir yöntemdir. İMKB’de genel olarak şirketini halka açan patronlar bu riski her zaman gözönünde bulundururlar ve korkulu rüya görmemek için ellerinde ya altın hisse tutarlar ya da hisselerin yüzde 49’dan fazlasını satmazlar.

Ancak Garanti Bankası’nda yüzde 50’ye yakın hisse Borsa’da tedavülde.

Yüzde 20.85’i alan bir yatırımcı, çılgınsa gözü karartıp Borsa’dan da yüzde 30 hisseyi maliyeti ne olursa olsun toplayıp bir anda, “Garanti Bankası’nın yüzde 50’den fazlası benim elimde” diye ortaya çıkabilir.

Garanti’nin sermayesi 4.2 milyar TL. Son kapanışa göre piyasa değeri ise 27.3 milyar TL yani 17.8 milyar dolar.

Böyle bir operasyonun elbette büyük bir maliyeti olacağı kuşkusuz. Ancak maliyetinden dolayı bu işe kimsenin cesaret edemeyeceğini düşünüp rahat davranmak da bana göre Doğuş’un işine gelmez.

Hele hele GE’nin elindeki hisselere Rusya’nın en büyük bankası Sberbank gibi bir çılgın talipse, take over riskinin ihtimal dahilinde olacağını gözönünde bulundurmakta fayda var.

Son olarak adını Opel’e talip olarak duyuran Sberbank, Çin ve Hindistan finans piyasasında agresif tavırları ile dikkat çekiyor.

İş alanında agresiflik zaten Ruslar’ın ortak özelliği. Kanadalı Magna ile ortak hareket edip Opel’e talip oldular ancak çoğunluk hissesini alamayacaklarını anlayınca bu alış verişten vazgeçtiler.

Bu yüzden Doğuş satış sürecini çok dikkatli bir şekilde takip ediyor.

Birden fazla yatırımcı grubun parçalı alım yapması elbette Doğuş’un isteyeceği yöntem olacaktır.

O takdirde bir miktar Garanti Bankası hissesine Ferit Bey de talip olacaktır. 2007’de GE elindeki yüzde 4.65’lik hisseyi satmak istediğinde Doğuş Grubu 674 milyon dolar ödemeyi göze almıştı. Parçalı satışta hem take over riski ortadan kalkar hem de Doğuş Grubu hisse almak için önemli bir maliyet yüklenmekten kurtulur.

Şayet GE’nin elindeki hisseleri blok olarak biri alırsa ve bu da Ruslar olursa o takdirde kağıdı kalemi yeniden ele alıp hesap yapmak gerekebilir.

Yazının devamı...

Libananco davasında ‘küsme’ lüksü var mı?

TÜRKİYE’Yİ 21 milyar dolarlık tazminat külfeti ile karşı karşıya bırakma riski olan Libananco davasının 23 Mart’ta Paris’te başlayacak duruşmalarına Türk tarafını savunan Fresfields avukatları katılmama kararı aldı

Libananco davasında önemli hafta geldi çattı. Gelişmeleri yakından takip edenler, 21 milyar dolarlık tazminatı içeren davaya bakan International Centre for Settlement of Investment Disputes’ın (ICSID) Cem Uzan’ı ve 6.5 yıldan fazla bir süredir kaçak yaşayan Hakan Uzan’ı süren dava ile ilgili olarak Paris’te dinleme kararı aldığını biliyor.

Cem Uzan’ın yanısıra, neredeyse 7 yıla yakın bir süredir kırmızı bülten ile aranan Hakan Uzan da 23-25 Mart tarihleri arasında Paris’te ortaya çıkacak ve ifade verecek. Interpol tarafından kırmızı bülten ile aranan Hakan Uzan’ın yakalanma riski olmaksızın güvenli bir şekilde ifade verebilmek için Dünya Bankası’ndan çok özel bir geçici izin aldığını yazmıştım.

Türkiye tarafı, bu söz konusu geçici izni ortadan kaldırabilmek için çok çaba sarfetti ancak başarılı olamadı. Başarılı olamayınca da Türk tarafında 23-25 Mart tarihli duruşmaları boykot etme düşüncesi ağır basmaya başladı.

Duruşma öncesinde Tahkim Heyeti’ne gönderilen listede davayı en başından bu yana Fresfields Bruckhaus Deringer LLP adına temsil eden Jan Paulsson ile Lucy Reed’in isimleri yer almadı.

Bu isimler davada kilit isimler. Türkiye’nin Libananco davasındaki şu ana kadar tüm evraklarına imza atan Lucy Reed’in davaya katılmaması büyük bir sürpriz oldu.

Davanın bu çok kritik aşamasında böyle bir gelişme yaşanması oldukça düşündürücü.

Söz konusu isimlerin davada yer almayacak olması, Hakan Uzan’a özel izin verilmesine bir tepki mi değil mi tam bilinmiyor. İşin ilginç yanı Jan Paulsson, Paris’te yaşayan bir avukat. Yani bu davaya katılmaması tam bir sürpriz sayılıyor.

Söz konusu davaya Fresfields avukatlarının katılmaması bir boykotu mu yoksa Türk savunmasındaki çatlağı mı ifade ediyor?

Bana göre ikinci ihtimal daha yüksek.

Zira şayet bir boykot olacaksa bunu ABD’li avukatlık bürosundan değil, Aydın Coşar Hukuk Bürosu’ndan beklemek daha makul olurdu.

Nitekim Paris’teki davada Enerji Bakanlığı’nı alt seviyede bir memur temsil edecek.

Fresfields avukatlarının gelmemesi dahil olmak üzere bu saydıklarımı davanın seyri ile ilgili umutsuzluğa kapılıp sorumluluktan kaçma emareleri olarak görenler de var.

Sonuçta Hakan Uzan için İnterpol kararı çıkartan Türk tarafıydı.

“O’nu ölü ya da diri Türkiye’ye getireceğiz” diyen de bu hükümetin bir bakanıydı.

Ölü ya da diri getirilme sözü verilen Hakan Uzan şimdi elini kolunu sallaya sallaya Paris’te ortaya çıkacak ve kimse ona dokunamayacak.

Davaya katılmama sebebi sorumluluktan kaçma, davayı bırakma veya savunma cephesinde görüş ayrılığı ise yapacak bir şey yok.

Ancak bu konuda bir telkinde bulunulmuş ve Ankara, ICSID’ın Hakan Uzan kararı ile ilgili hoşnutsuzluğunu belli etmek üzere davanın bu aşamasına kayıtsız kalınmasını istemişse ortada ciddi bir tehlike var demektir.

21 milyar dolarlık çok ciddi bir tazminat riskinden sözediyoruz.

Cem Uzan ve Hakan Uzan, Tahkim Heyeti’nin 3 üyesinin karşısına çıkacak ve savunma makamı olmaksızın diledikleri gibi konuşacaklar.

Davada Türkiye’nin tezlerini savunacak, Uzan kardeşlerin yazdıkları senaryoya itiraz edecek bir kişi bile olmayacak.

Büyük tehlike...

Türkiye’nin bu dava sürecinde Tahkim Heyeti’ne karşı küsme, tavır yapma gibi bir lüksü asla olamaz, olmamalı.

Sonuçları çok ağır olabilir, bedelini bütün Türkiye olarak biz ödemek zorunda kalırız.

Yazının devamı...

Zeytinyağında yeni sahtecilik yöntemi kolon sızmasına dikkat

Zeytinyağında sahteciliğin türlü yöntemleri var. Örneğin kanola yağını renklendirip zeytinyağı diye satabiliyorlar. Laboratuar ortamında inceleme şansınız yoksa anlamıyorsunuz bile. Zeytinyağına fiyatı çok daha ucuz olan pamuk, ayçiçek ya da fındık yağı da karıştırıyorlar. Sektör bu sahteciliğe ‘tağşiş’ diyor ve uzun zamandır da mücadele ediyor.

Hatırlayın geçmişte halka da açık olan bir şirketin fındık yağı sahteciliği yüzünden Türk zeytinyağı bir hayli ağır yara almıştı.

Bir de son dönemde kolon sızması adı verilen yöntem artmış vaziyette. Sızma zeytinyağına ilginin çoğalması ve pazarın büyümesiyle birlikte çok sayıda firmanın, raf fiyatlarında yaşanan rekabet yüzünden bu yönteme başvurmaya başladı.

Yemeklik olarak değerlendirilemeyen asidi yüksek, kötü koku ve görüntüye sahip rafinelik yağlar, ısıl işlemden geçirilerek sızma yağ standartlarına getiriliyor ve sızma etiketiyle satılıyor. Böylece 3 hatta 5’in üzerinde asiditeye sahip yağlar 1 ve 1’in altında asit derecesine kadar indirilebiliyor. Bu yöntemin adı kolon sızması.

Bu şekilde elde edilen yağlar kilogramı 5-6 TL’den satılabiliyor. Zira bu yağların üreticiden alınma maliyeti zaten 3 TL civarında.

Tariş’e zeytinyağı konusunda adeta çağ atlatan ve geçtiğimiz yılın Kasım ayından bu yana da Zeytin İskelesi markası ile sektörde bir hayli iddialı olan Fatih Cenikli, gerçek sızma zeytinyağını şu anki rayiçlere göre 7 TL’den daha aza üreticiden almanın mümkün olmadığını, bu sezon en ucuz zamanında bile kilogram fiyatının 5.5 TL’den daha düşük olmadığına dikkat çekti.

Üreticiden alınan yağın şişelenip markete gelene kadar da maliyetinin arttığına dikkat çeken Cenikli, “Sızma tüketimi Türkiye’de 3 kat arttı. Artınca da sızma diye aslında sızma olmayan yağlar satılmaya başlandı. Bugün gerçek sızma zeytinyağını marketlerde 9-10 TL’den daha aşağıya satın alamazsınız. Bu fiyatın altında satılan her ürüne şüpheyle bakmak gerekir. Geçenlerde bir balıkçı restaurantının sahibi arkadaşım 6 kilogram sızma zeytinyağını 30 TL’ye aldığını söyledi. Mümkün değil. Mutlaka bir hilesi vardır dedim. Baktık kanola yağı çıktı” diye konuştu.

Isıl işlem gören ürünlerin belirlenmesi için yapılan analizlerde hangi değerlerin standart olarak kullanılması gerektiği henüz belirlenemediği için sahtecilik yapan şirketler, analiz değerleri üzerinden suçlanamıyor. Bu tip firmalarla yasal mücadele başlatılabilmesi için Uluslararası Zeytinyağı Konseyi’nin analiz kriterlerini belirlemesi ve bunun Türk Gıda Kodeksi’nde kabul edilerek uygulanması gerekiyor.

Pet şişedeki yağa dikkat

Yolunuz Kuzey Ege’ye düşmüşse mutlaka yol kenarlarında pet şişelerde satılan zeytinyağlarını da görmüşsünüzdür. Fatih Cenikli, bu yağlar konusunda da uyarıyor ve şüphe ile bakmak gerektiğini söylüyor. Satışın genellikle pet şişelerle yapıldığına dikkat çeken Cenikli, “Ürün gerçekten zeytinyağı bile olsa bir numaralı düşmanı ısıya ve güneşe karşı o kadar savunmasız ki zaten bozulma ihtimali çok yükseliyor. Kalitesi düşüyor” diyor.

Zeytinyağının belli düşmanları var. Bunlar ısı, nem ve ışık. O yüzden zeytinyağı mutlaka koyu renk şişede muhafaza edilmeli. Evlerde de açıldıktan sonra yine mutfakta serin ancak kuru ve ışık almayan bir yerde korunmalı ve açılan şişe de kısa sürede tüketilmeli.

Zeytin İskelesi Genel Müdürü Fatih Cenikli, “Biz Zeytin İskelesi olarak piyasaya koyu renk şişe ile çıktık ve önce yadırgandık. Ancak bilinçli tüketici ne yapmak istediğimizi anladı. Bizim şişelerimiz İtalya’dan geliyor. Ayrıca zeytinyağı ile kapak arasına da azot basıyoruz. Böylece hava ile teması sıfıra indiriyoruz. Kapak açıldığı anda azot uçup gidiyor” diye konuştu.

Zeytinyağının düşmanlarını ısı, nem ve sıcak olarak sıralayan Fatih Cenikli, Zeytin İskelesi olarak piyasaya koyu renk şişeyle çıktıklarını söyledi.

Ege’de kalp ilaçlarını sadece yazlıkçılar alır

Türkiye zeytin ülkesi. 2 bin yaşında zeytin ağaçları var. Ancak Türkiye ne yazık ki zeytinyağında bir türlü marka çıkaramıyor. Bırakın onu zeytinyağ tüketimini de belli bir seviyeye getiremiyor. Hâlâ ortalama tüketim 1.5 kilogram seviyelerinde. Oysa Avrupa’da tüketim ortalaması 15 ile 25 kilogram arasında değişiyor. Türkiye’de bu ortalamalara en yakın bölge tabii ki Ege.

Ege bölgesinde zeytinyağı tüketimi kişi başına 15 kilogramlara kadar çıkıyor. Bu sayede de kalp rahatsızlıkları Ege bölgesinde çok ama çok düşük.

Ayvalıklı bir eczacı, “Kışın biz çok fazla kalp ilacı satmayız. Yaz olur, Türkiye’nin diğer bölgelerinden yazlıkçılar gelir. Kalp ilaçlarını onlar talep eder” diyerek belki de Ege insanının zeytinyağı ile beslenerek nasıl kalbini koruduğunu en net şekilde ortaya koyuyor.

Yağ çeşitlerini iyi bilmek gerekiyor

Zeytin ağacı meyvesinden, doğal özelliklerini değiştirmeyecek bir sıcaklıkta sadece mekanik veya fiziksel işlemler uygulanarak elde edilen yağlar “naturel zeytinyağı” olarak tanımlanıyor. Bu grup içinde en kaliteli grup olan sızma zeytinyağının koku ve tadında sorun olmaması ve serbest asitlik derecesinin en çok yüzde 1 olması gerekiyor.

Bu grupta koku ve tattaki kusurları ve asit oranlarına göre naturel birinci ve naturel ikinci sınıflamaları bulunuyor.

Zeytinyağında asit oranı yüzde 3.3’ün üzerinde olan veya asit oranı düşük olsa bile koku ve tadı kötü olan yağlar yemeklik olarak tüketilemiyor. Bu nedenle ısıl işlemlerin de yer aldığı rafine işlemine tabi tutulması gerekiyor. Rafine işlemi görmüş yağların ya “rafine” ya da sızma yağlarla karıştırılarak “riviera yağ” etiketiyle tanımlanması gerekiyor.

Yazının devamı...

Zeytinyağlı dolma ile kahve gider mi?

Hafta sonu ciddi konular değil güzel bir kahve sohbeti iyi gider diye düşündüm. Starbucks Coffee, kahve uzmanlığını mağazalarında gerçekleştirdiği “Kahve Sohbetleri” nde kahve tutkunlarıyla paylaşıyor. Starbucks Genel Müdürü Can İkinci, böyle bir sohbet için beni davet ettiğinde birer kahve içer, Starbucks’ın Türkiye macerasını ve son durumu konuşuruz diye planlamıştım. Ancak bir şarap tadımı yaparmışcasına, müthiş organize ve detaylı bir kahve tadımına tanık olacağımı ve ayrıca kahve ile ilgili tüm bildiklerimi reset edeceğimi düşünmemiştim.

Starbucks’un kahve elçisi Bekir Behlül bize müthiş bir kahve yolculuğu yaptırdı. Önce Latin Amerika kahvelerinden House blend’ı denedik. Ardından Afrika kahvelerini ve son olarak da Sumatra bölgesinin kahvesini tattık. Üçünün de tadı o kadar farklı ki...

Kahveyi bardaklara koyuyoruz ve Bekir Behlül tıpkı şarap içer gibi önce kahveyi koklamamızı aromasını hissetmemizi istiyor. Sonra kokunun bizde bıraktığı hissi soruyor. Ardından bir yudum alıyoruz ve dilde bıraktığı tadı da tarif etmemizi istiyor.

Afrika/Arap Yarımadası kahveleri kiraz, egzotik baharatlar ve limon gibi narenciye tadlarına sahip. Etiyopya, Kenya gibi kahveler egzotik tadları nedeniyle harmanlanmadan servis ediliyor.

Asya/Pasifik Bölgesi kahveleri iddialı, tam dolgun bir aromaya sahip. Koyu ve topraksı tatları ile oldukça gövdeliler ve yanardağlar bölgesinde yetişmenin verdiği isli tadı içeriyorlar.

Latin Amerika kahveleri ise iyi dengelenmiş aromaları, canlandırıcı parlak asiditesiyle fındık kokusuna sahipler.

Kahveleri tadarken yiyeceklerle eşleştirme de yaptık. Sumatra kahvesi ile birlikte yanında bir de ıspanaklı börek geldi. Kahve ve ıspanaklı börek nasıl birarada olur diye şaşkın şaşkın bakarken Can İkinci, “Aslında zeytinyağlı dolma ile daha da güzel oluyor. İzmir Tulum ile de hiç fena değil, denemek lazım” demez mi.

Kahve höpürdeterek içilir

Bekir Behlül’ün kahve ile ilgili bazı tüyoları var. Kesinlikle sade içilmesi gerektiğini kahveye şeker ya da süt katılmaması gerektiğini belirtiyor. Bir de kahve höpürdetilerek içilirmiş. Höpürdetilince hava ile temas eden ve ılıklaşan kahve ağızda yayılıyor ve tadını daha iyi ortaya koyuyor. Tabii bu kurallar sade gerçek kahve için geçerli. Espresso, Cappuccino, Caffè Latte ya da Macchiatto içiyorsanız höpürdetmeye gerek yok. Starbucks sadece 2009 yılında binin üzerinde kahve sohbeti gerçekleştirmiş ve 15 bin kişiye kahveyi anlatmış. Önceden randevu alınıyor ve 15 kişiye kadar gruplara kahve tadımı yaptırılarak kahveler hakkında bilgi veriliyor. “Ücreti ne kadar?” diye sordum, Can İkinci “Para almıyoruz, herkesi gerçek kahve tadı ile tanıştırmak ve kahve kültürünü yaymak istiyoruz” dedi.

Kahve sohbeti için kahvetutkusu.com’dan randevu alınabiliyor.

Türkiye’de kahveyi pahalı satmıyoruz hatta daha ucuzuz

Can İkinci, Starbucks kahve zincirinin Türkiye’deki faaliyetleri ile ilgili sorularımı da yanıtladı.

* Krizde mağaza kapattınız mı, ekonomik kriz sizi ne kadar etkiledi?

Bizi ekonomik kriz değil ancak sigara yasağı ilk başlarda bir hayli etkiledi. Yüzde 10 ile 40 arasında ciro kaybeden şubelerimiz oldu. Ancak daha sonra yasak çok sıkı bir şekilde uygulanınca ve haksız rekabet ortadan kalkınca cirolar eski seviyelerine gelmeye başladı.

* Kaç şubeye ulaştınız? Her yerde varsınız ancak Bodrum’da yoksunuz mesela. Bodrum’a Starbuck açılmayacak mı?

2003 Nisan’da ilk şubemizi açmıştık. 128’e ulaştık. Evet bazı bölgelere çok geç gittik. Hem lojistik hem ürün tazeliği ve tedariği açısından mükemmel olabileceğimizden emin olana kadar yeni bir lokasyona gitmiyoruz. Antalya’ya 5. senemizin sonunda ilk mağazamızı açtık mesela. Bu konuda acele etmiyoruz, daha sağlam adımlarla büyümeyi tercih ediyoruz. Franchise vermiyoruz. Tüm mağazalar bizim. Bodrum da gecikti. Şimdi Marina’ya yakın bir noktada açmaya hazırlanıyoruz.

* Türkiye’de Starbucks’da fiyatların yüksek olduğuna dair bir algı var. Gerçekten fiyatlar Türkiye’de pahalı mı?

Kesinlikle doğru bir algı değil. Biz latte’yi 4.75 TL’ye satıyoruz. ABD’de bunun fiyatı 3.40 dolar seviyesindedir. İngiltere’de ise 2 pound gibi satılır. Biz pahalı olmadığımız gibi 30 kuruş gibi daha ucuzuz.

* Mağazalarda hep ithal ürünler var sanki. Starbucks, Türkiye’nin cari açığına negatif etki yapan bir yer midir?

Kahveler ithal. Alımı İsviçre yapar. Kahveler Amsterdam’da kavrulur. Ancak biz yerel ekonomiye çok katkı sağlıyoruz. Geçen yıl 1.5 milyon kilogram portakal, 3.5 milyon litre süt aldık. Beni çok heyecanlandıran bir başka konu da bardaklar. Starbucks’ın tüm bardakları İngiltere’den Solo firmasından geliyordu. Dünyada ilk kez işçilik kalitesi ile biz bu bardakları Türkiye’de üretmeye ana firmayı ikna ettik. Bir süre sonra maliyet avantajı ile Starbucks’ın tüm bardakları Türkiye’den gidebilir.

Yazının devamı...

Galatasaray hissesine atak yapan spekülatör Fenerbahçeli usta mı?

GALATASARAY Sportif A.Ş. ile Futbol A.Ş.’yi birleştirmek için 70 milyon dolarlık kredi buldu. SPK çağrı fiyatını henüz açıklamadı. Galatasaray bu fiyatın 116.74 TL olmasını istiyor. Borsa’da Galatasaray hisseleri dün 227 TL’ye kadar çıktı. Bunu Galatasaray’ın birleşme maliyetini artırmak isteyen Fenerbahçeli ünlü bir spekülatörün yaptığı konuşuluyor.

Borsa’da Galatasaray hisselerinde son 7 işlem gününde inanılmaz hareketler yaşanıyor. Öyle yükselişler oldu ki sonunda Galatasaray Sportif A.Ş. bir açıklama yaptı ve artışın suni olduğunu belirtip yatırımcıları bu spekülatif hareket karşısında dikkatli olmaya çağırdı.

Galatasaray hisselerine gerçekten de son 7 işlem gününde müthiş bir atak var. Burada atak kelimesini saldırı şeklinde okumak gerekiyor. Bu atak karşısında GS Sportif A.Ş’nin hisse değeri 179 TL’den dün itibarıyla 227 TL’ye kadar çıktı. ‘Atak kimden geliyorsa gelsin. İster Fenerli ister Beşiktaşlı olsun. Ne güzel hissemizi alıyorlar, kulübümüzün değeri yükseliyor’ diyen Galatasaraylılar erken sevinmeden önce lütfen yazacaklarımı dikkatli okusun. Çünkü burada çok büyük bir oyun var. Ve bu oyun Galatasaray’ın hiç istemediği sonuçlar doğurabilir. Ortaya çıkan tehlikelere birlikte bakalım. Galatasaray çok uzun zamandır Sportif A.Ş. ile Futbol A.Ş.’yi birleştirmeye çalışıyor. Çünkü ilk halka açılma modeli hatalıydı ve kulübü maddi açıdan büyük külfete soktu. Gelirler halka açık şirkette, zararlar Futbol A.Ş.’de kaldı. Bu yüzden de Galatasaray yönetimi uzun bir süredir bu iki şirketi birleştirmeye çalışıyor.

Birleştirmek öyle kolay değil. Önce SPK’dan izin alınması gerekiyor. SPK’nın birinci önceliği ise Sportif A.Ş hissesi alanların hakkını korumak. Zira birleşme Borsa’da işlem gören Sportif A.Ş.’nin aleyhine bir durum yaratacak ve hisse değeri düşecek. Bu yüzden de kulübün birleşme öncesi hissesi olanlara çağrı yapması ve ‘Hisseni satın alırım’ demesi gerekiyor. Burada kritik konu çağrı fiyatının ne kadar olacağı? Galatasaray bu birleşmeyi gerçekleştirmek için Denizbank liderliğindeki bir konsorsiyumdan 70 milyon dolar aldı. Yönetimin hesabına göre birleşme için bu kredi yetecek. Zira kulüp çağrı fiyatını 116.74 TL olarak belirledi. Sportif A.Ş.’nin yüzde 37.05’lik hissesi Borsa’da. Sportif A.Ş.’nin sermayesi ise 2 milyon 35 bin TL. Yani yüzde 37.05 hissenin çağrıya uysa Galatasaray Kulübü 753 bin 967 TL’lik nominal hisseyi geri alacak. Kendi belirledikleri 116.74 TL’lik çağrı fiyatına göre de toplam maliyet en fazla 88 milyon TL olacak. Ancak burada çağrı fiyatını belirleme keyfiyeti kulübe ait değil. SPK henüz incelemesini yapıp çağrı fiyatını açıklamadı. Bu işin normali çağrı talebinden önceki 90 günlük fiyat ortalamasının, çağrı fiyatı olarak belirlenmesidir. Eğer bu kurala uyulursa, bizim yaptığımız hesaba göre çağrı fiyatının 116.74 TL değil 155 TL civarında olması gerekecek. Peki hisseler 155 TL civarı bir rakamdan alınacaksa neden birileri Borsa’da Sportif A.Ş. hisselerini 227 TL’ye kadar çıkardı?

Burada ilginç bir iddia ortaya atılıyor. Hatırlayın GS, 2006’da da iki şirketi birleştirmek istemiş ve o zaman çağrı için 108 TL gibi bir fiyat belirlemişti. Şimdi bu fiyatın üzerine reeskont faizini ekleyenler, çağrı fiyatının en az 200 TL civarında olması gerektiğini söylüyorlar. SPK’nın gerçekten fiyat belirlerken başı bir hayli ağrıyacak. SPK kulübün istediği rakamı kabul etse birileri çıkıp, Borsa’daki değeri emsal gösterebilir ve “İtiraz ediyoruz, haklarımız gasp ediliyor. Sportif A.Ş.’nin değeri daha yüksektir” diyebilir. O zaman SPK’nın kendisinin Sportif A.Ş.’ye bir değer belirlemesi gerekir. Değerleme, İttifak Holding usulü yapılırsa, GS’nin bu birleşmeyi yapması için değil 70 milyon dolar, 370 milyon dolar bile yetmeyebilir. Fiyat hareketleri belli ki Galatasaray‘ı tedirgin etmiş vaziyette. Tedirginlik dünkü açıklamada, “Bu suni durumun SPK’nın başvurumuzla ilgili kararını etkilememesini ümit ediyoruz” cümlesi ile kendini belli ediyor.

Bu hareketleri Fenerbahçeli ünlü bir spekülatörün yaptığı konuşuluyor. Böyle bir hareket olunca akla tanıdık isimlerin gelmesi normal. Ancak atak kimden gelirse gelsin, Galatasaray’ın keyfini kaçıracağı, birleşme maliyetini en az Jo’nun bonservisi ile alınma faturası kadar kabartacağı da bir gerçek.

Yazının devamı...

Kömür lobisinin doğal lideri Turgay Ciner neden panikledi?

Turgay Ciner kömür lobisinin doğal lideri olduğundan olsa gerek, gazetesi Habertürk’te ‘Fiyat düşünce kömüre karşı lobi devreye girdi’ başlıklı haberi okuyunca ister istemez kuşkuya kapıldım. Sektörün önde gelen temsilcileri ile konuşunca da şüphelerimde yanılmadığımı anladım. Her şeyden önce pazar pazar kendilerini cep telefonlarından rahatsız ettiğim sektör temsilcilerinden özür diliyorum.

Kimle konuştuysam haberin özünün külliyen yanlış ve taraflı olduğunu dinledim. İsim vermeyeyim; elektrik piyasasının önde gelen bir sözcüsü, “Ben de sabah haberi okuyunca aynı kuşkuya kapıldım. Kömür lobisinin tuhaf bir yazısı gözü ile baktım habere ve gülüp geçtim” dedi.

Biz gülüp geçmeyelim ve kömür lobisinin doğal lideri Turgay Ciner’in neden panik yaptığını anlamaya çalışalım.

Haberdeki iddiaya göre DUY piyasasında fiyatlar düşünce güya doğalgaz lobisi devreye girmiş ve kamuya ‘Kömür santrallerinde üretimi azaltın’ baskısı yapmaya başlamış. Bu baskı işe yaramış olmalı ki Ocak ayında elektrik tüketimi arttığı halde taş kömür, ithal kömür ve linyitle beslenen santrallerin elektrik üretimi diğer aylara göre düşmüş. Rakamlar iddiayı doğrular nitelikteymiş...

Şimdi tarafsız bir gözle olayın doğrusunu anlamaya çalışalım.

DUY’da yani Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliği ile oluşan elektrik borsasında fiyatların düştüğü doğru. (Zaten haberin tek doğru kısmı bu cümle)

Fiyat düşüşü TEDAŞ’ın liste fiyatının yüzde 26’sını, hatta önceki gün yüzde 27’sini bulmuş vaziyette.

Ancak bu sistemde kimsenin kimseye baskı yapma olanağı yok. Oluşan fiyatlara bakarsınız, maliyetlerinize bakarsınız, elektrik üretir ya da üretmezsiniz. Orası sizin bileceğiniz iş.

Sonuçta burası bir borsa ve fiyatlar bugünkü şartlarda tüketicinin ihtiyacına göre belirleniyor. Zira ekonomideki daralmadan dolayı, 2 yıl öncesinde mevcut elektrik üretim kapasitesi ile ‘karanlıkta kalacağız’ korkusu yaşanırken şu an arz fazlası var. O yüzden de herkes birbirinin fiyatını kırmaya çalışıyor.

Bu noktada en yüksek elektrik üretim maliyetinin doğalgaz santrallerinde olduğunu, rekabette en çok zorlananların da şu an doğalgazcılar olduğunu unutmayalım. Kimin santrali verimliyse şu an rekabette ayakta kalabiliyor. Bazıları ise stop düğmesine bastı. Haberde kömürden üretilen elektrik miktarı rakamları verilmiş ancak nedense doğalgazdan üretilen elektrik rakamları verilmemiş. Verilse orada da benzer bir tablo olduğu, üretimdeki düşüşlerin lobiden filan değil, ekonominin gerçeklerinden kaynaklandığı ortaya çıkacaktı.

Turgay Ciner’in asıl sıkıntısı kamuya yeterince kömür satamamaktan kaynaklanıyor olabilir mi?

Ciner’e neden kömür lobisinin doğal lideri dedik?

Çünkü kendisi Afşin Elbistan’ı besleyen Çollolar Kömür Ocağı’nın işletmecisi. Kömürü çıkarıyor, santrale satıyor. Ayrıca yine kömürle çalışan Çayırhan Santrali’ni de işletiyor. O bölgede de kömür ocakları var. Kendisi şu an Türkiye’nin bir numaralı kömür madeni sahibi. Elinde bol bol kömür var ancak satacak santral yok.

Ayrıca kömürden elektrik üretmek ucuz ama sonuçta çevreye son derece zararlı bir yöntem. EPDK’da kömürle çalışan santrallerin sınırlanması ile ilgili bir çalışma olduğunu da biliyoruz. O kadar çok kömür santrali lisansı alındı ki, hepsi yapılırsa turizm ülkesi Türkiye’nin tüm kıyıları ipotek altına alınacak. EPDK bu tehlikeyi gördü.

Ciner ise tüm hesaplarını, yatırımlarını ‘kömür santralleri çoğalacak’ öngörüsüne göre yaptı. Şimdi yeterince kömür satamıyor. Ortada bir lobi olduğu kesin. Ama asıl lobiyi yapan kendini gizlemiş

Ciner yüzünü kömür karası ile güzelce kamufle edip, aklınca Habertürk’te çıkan ve sektörün gülüp geçtiği bir haberle bürokratları etkileyeceğini sanıyor herhalde...

Konuyla ilgili haber dün Habertürk’te çıktı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.