Şampiy10
Magazin
Gündem

Hakan Uzan da 23 Mart’ta Paris’te olacak mı?

Libananco davasında 23 Mart’ta Paris’te çok önemli bir buluşma var. Davaya bakan ICSID, Cem Uzan’ın Paris’te bu tarihte tanık olarak ifade vermesini kabul etti. Ancak işin daha ilginç olan kısmı ise aynı tarihlerde, kaçak Hakan Uzan’ın da Dünya Bankası Paris Ofisi’nde ifade vermek istemesi oldu. ICSID, Interpol tarafından aranan Hakan Uzan için özel bir seyahat belgesi hazırlanabileceğini belirtti. Bu şartlarda Hakan Uzan’ın Paris’e gelip gelemeyeceği tartışılıyor

Türkiye’ye 20 milyar doların üzerinde fatura çıkarma riski bulunan Libananco davasında çok önemli gelişmeler oluyor. Davaya bakan International Centre for Settlement of Investment Disputes (ICSID), 18 Aralık’ta aldığı kararla, Cem Uzan’ın tanık olarak bu davada ifade vermesini kabul etmişti.

Davanın içeriğine ulaşınca çok daha önemli bir detay daha ortaya çıktı.

23-25 Mart tarihleri arasında Paris’te Dünya Bankası’nın ofisinde gerçekleşmesi beklenen buluşmada, halen Fransa’da olduğu bilinen Cem Uzan’ın yanısıra kaçak yaşayan ve nerede olduğu bilinmeyen kardeşi Hakan Uzan’ın da bizzat bulunması bekleniyor.

ICSID’ın 18 Aralık tarihli kararına göre hem Cem Uzan hem de Hakan Uzan, Libananco davasında sözlü ifade vermeyi kabul ettiler. Libananco tarafının avukatları Hakan Uzan’ın da bizzat orada olacağını ve ifade vereceğini Mahkeme Heyeti’ne taahhüt etti.

Tabii burada bir sorun ortaya çıkıyor. Babası Kemal Uzan ile birlikte 2003 yılından bu yana 6.5 yıldan fazla bir süredir kaçak yaşayan, Interpol tarafından bütün dünyada aranan Hakan Uzan, Paris’teki toplantıya nasıl katılabilecek?

ICSID’ın kararına göre Hakan Uzan’a özel bir dokunulmazlık verilecek. Mahkeme kararında Hakan Uzan için özel bir seyahat belgesi hazırlanabileceği belirtiliyor. Uzan’a yakın kaynaklara göre bu özel seyahat belgesi sayesinde Interpol kararı askıya alınacak ve bir süreliğine de olsa Hakan Uzan Paris’te elini kolunu sallaya sallaya Dünya Bankası merkez ofisine gelerek ifade verebilecek.

Interpol kararı delinir mi?

Interpol tarafından aranan bir kişinin belirli bir süreliğine de olsa bu aranma işleminin askıya alınması ve kendisine özel dokunulmazlık tanınması mümkün olabilir mi?

Türk tarafı bunun kesinlikle mümkün olamayacağı görüşünde. Hakan Uzan’ın da Paris’e gelmeye cesaret edemeyeceğini, ancak telekonferans yöntemiyle ifade verebileceğini vurguluyorlar. Ancak TMSF yetkilileri ile konuştuğumda Fransız otoritesine bir güvensizlik havasını da sezinliyorum.

Yani Fransa’dan güvence alan bir Hakan Uzan’ın Paris’e gelerek gövde gösterisinde bulunma ihtimali yok değil.

Uzan cephesindeki düşünce ise çok daha farklı. Onlar ICSID’ın kararının Hakan Uzan’a özel dokunulmazlık zırhı giydireceğini ve Hakan Uzan’ın bu tarihlerde Paris’te olarak Tahkim Heyeti’nin karşısına çıkacağını iddia ediyorlar.

Uzan tarafına göre ICSID bu kararı vererek Türkiye’nin Uzanlar hakkında aldığı tüm kararları da uluslararası anlamda tartışmalı hale getirdi. Bu yüzden ICSID’ın kararını mini bir zafer olarak yorumluyorlar.

Uzan gelirse ne olacak?

Hakan Uzan, Dünya Bankası Paris merkezine gelip Tahkim Heyeti’nin karşısına çıkarsa ne olur?

Paris’teki duruşmada Tahkim Heyeti’nin 3 üyesi Michael Hwanga, Henri Alvarez ve Franklin Berman olacak. Zaten Libananco davasında kararı verecek olan kişiler de bunlar. İkisinin kararı sonucu tayin edecek. Kararın 3-0 çıkması beklenmiyor. Ancak 2-1 olacak karar da nihai karar olabilecek.

Paris’teki buluşmada Libananco’nun avukatlığını yapan Crowell&Moring LLP avukatları da yer alacak. Daha önemlisi ise Türk tarafı da orada olacak. Türkiye’yi bu davada Freshfields Bruckhaus Deringer LLP Hukuk Bürosu ve Türk partneri Coşar Avukatlık Bürosu temsil ediyor. Aydın Coşar, Arzu Coşar ve Utku Coşar’dan oluşan Türk tarafı bir anda karşılarında 6.5 yıldır aranan Hakan Uzan’ı bulabilirler.

Interpol tarafından 6.5 yıldır aranan Hakan Uzan, iddia edildiği gibi elini kolunu sallaya sallaya Paris’e gelir ve ifade verirse Türkiye’nin uğrayacağı prestij kaybını düşünebiliyor musunuz?

Belki de Türk ajanlar Hakan Uzan’ı Dünya Bankası ofisi çıkışında takip etmek için önlem alırlar. Ancak ben eminim ki 6.5 yıldır bir türlü bulunamayan Hakan Uzan, ifade vermek için orada olacaksa, sıvışma ve izini kaybettirme planını da çoktan yapmıştır.

‘Siyasi baskı gördük’ diyecekler

İltica talebinin ardından Paris’te yaşamaya başlayan Cem Uzan’ın Eyfel manzaralı ve günlük fiyatı 4 bin euro olan La Reserve Paris adlı rezidansta yaşadığı kamuoyuna yansımıştı. Uzan burada harıl harıl duruşmaya hazırlanıyor.

Davada Uzan kardeşlerin “Türkiye’de siyasi baskı gördük, bu yüzden Güney Kıbrıs’ta Libananco’yu kurduk. Zararımızın tazmin edilmesini istiyoruz. Hem Kepez Elektrik hem de Çukurova Elektrik elimizden zorla alındı” demeleri bekleniyor. ICSID’ın Uzan kardeşlerin dinlenmesi için Paris’i seçmesi de ayrıca dikkat çekiyor.

Yazının devamı...

Dünya halen düze çıkıp uçuşa geçmiş değil, temkinli olalım

Koç Holding CEO’su Bülent Bulgurlu, krizi çıkaran kirli toksik kağıtların fazla göze batmadan hala durduğuna dikkat çekti ve “Bunların temizlenmesi için 20 trilyon dolar enjekte edildi. Belki bir 20 trilyon dolar hatta daha fazlası gerekecek. İkinci bir dip görebiliriz. Unutulmasın ki dünya halen düze çıkıp uçuşa geçmiş değil” diye konuştu

Temkinli duruşu ile kriz yılını yüzde 7.8’lik net kâr marjı oranı ile kapatan Koç Grubu’nun 21 Nisan’da görevi bırakacak CEO’su Bülent Bulgurlu’dan krizde ikinci dip uyarısı geldi. Krizde sermaye ve emtia piyasalarında 30 trilyon dolara yakın bir değer kaybı oluştuğunu, gelişmiş ekonomilerin toksik varlıkların kötü etkisini ortadan kaldırmak için 20 trilyon dolar enjekte ettiklerini kaydeden Bulgurlu, “Ancak o toksik kağıtlar durduğu yerde duruyor. Fazla göze batmıyorlar ancak temizlenmeleri için bir 20 trilyon dolar belki daha fazlası gerekli. Bu yüzden ikinci dip görme riski halen var. Unutulmasın ki dünya halen düze çıkıp uçuşa geçmiş değil” diye konuştu.

Koçtaş Denizli mağazasının açılışı için Denizli’ye gelen CEO Bülent Bulgurlu, burada bir grup gazeteciyle sohbet toplantısı yaptı. Bulgurlu’nun görevi bırakmadan önce basınla belki de son kapsamlı buluşmasında Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç da yer alacaktı. Ancak talihsiz deniz kazası yüzünden Mustafa Koç, Denizli’ye gelemedi. Bulgurlu’nun yanında Koç Perakende ve Turizm Grup Başkanı Ömer Bozer ve Koçtaş Genel Müdürü Alp Önder Özpamukçu vardı.

Krizin son bulması için öncelikle ABD ekonomisinin sağlığına kavuşması ve finans sistemindeki sorunlarını çözmesi gerektiğinin altını çizen Bulgurlu, Avrupa’nın çok yavaş toparlanacağını, Türkiye’nin alternatif pazarlara odaklanması gerektiğini vurguladı.

Türkiye’nin kriz yılını net hata noksan olarak ifade edilen kayıtdışı döviz girişleri ile şimdilik kaydı ile telafi ettiğini söyleyen Bulgurlu, yabancı sermaye girişinin düştüğü bir ortamda bu kayıtdışı döviz girişinin devam edip etmeyeceğinin Türkiye’nin durumunda belirleyici olacağını da söyledi.

Enflasyonist baskı olur

Bulgurlu tam da bu noktada IMF anlaşmasının yararlı olacağını, sağlayacağı kaynak girişinin yanı sıra yaratacağı kredibilite artışının Türkiye için daha önemli olacağını vurguladı.

Önümüzdeki dönemde tüm dünyada emtia fiyatlarının artışına paralel olarak enflasyonist baskıların tekrar gündeme geleceğini ifade eden Bülent Bulgurlu, dünyanın da batıdan doğuya kaydığına dikkat çekti. Bulgurlu, “2010’da dünya için öngörülen büyüme oranı yüzde 3.1, Avrupa için tahmin sadece yüzde 0.3’tür. Asya’nın gelişen ülkeleri için ise büyüme tahmini yüzde 7.3’tür. Gözlerimizi kulaklarımızı bu ülkelerden ayırmamalıyız. Çift haneli büyüyecek bazı Asya, Afrika, Ortadoğu ve Güney Amerika ülkelerine odaklanmalıyız. Sadece ihracat değil ortaklık, doğrudan yatırım ve satın alma şeklindeki iş modellerini de bu bölgelerde geliştirmeliyiz” diye konuştu.



A grubu karneler ihracatı vuracak

Türkİye’nİn en önemli ihracatçılarından Koç Holding’in CEO’su Bülent Bulgurlu, gümrüklerde yeni getirilen A grubu karne uygulamasını da eleştirdi. A grubu karne uygulaması ile maliyetlerin 1 iken 5’e çıkacağını kaydeden Bulgurlu, “İhracat yapmak nihai ürün ortaya çıkarmak için önemli oranda ithalat da yapıyoruz. Dünyada marjlar çok düştü. Bu ortamda siz ithalatın maliyetini hiç gereği yokken yükseltirseniz, bu ihracatımıza da zarar verecek bir uygulama olur” dedi.



Faaliyet kâr marjı ilk kez % 7.8 oldu çalışana 6.5 zam var

Bülent Bulgurlu’nun verdiği rakamlara göre, ciro yüzde 20 düştü ancak Koç Grubu’nun faaliyet kâr marjı tarihinde ilk kez yüzde 7.8 oranına çıktı. Bu rakam 2008’e göre 1.7 puanlık bir artışı ifade ediyor. Bulgurlu, “Bu Koç tarihinin en yüksek faaliyet kârlılığı seviyesidir. 2010 hedefimiz oranı yüzde 7.9’a çıkartmak. Tüm bunları temel yatırımlarımız devam ederken başardık. Zorlu bir yılı çok iyi rakamlarla geride bıraktık. İstediğimiz hacim ekonomisine ulaştık. Daha az sektörde büyük yatırımlar yapma ve stratejik sektörlerde derinlik kazanıp karlılığımızı artırma hedefimiz var” dedi.

Bu arada Koç’da 2010 yılı için 1200 kişinin işe alınması planlanıyor. Bunun sadece 450’sini Koçtaş tek başına üstlenecek. Koç çalışanlarının 2010 yılı zammı da yüzde 6.5 civarında olacak.



‘Nereden baktığınızçok önemli’ dedi şu fıkrayı anlattı:

Serçe yolda uçuyormuş. Bakmış karşıdan bir motosikletli geliyor. ’Yolumu değiştirmiyeyim, yaklaşınca hafif sola kayar yanından uçar giderim’demiş. Motosikletli de serçeyi görmüş. O da ’Direksiyon kırmayayım. Yaklaşınca hafif sağ yapar yanından geçerim’ demiş. Biri sağa biri sola kırınca çarpışmışlar. Motorlunun kaskına çarpan serçe yere düşmüş. Motosikletli insaflıymış durmuş serçeyi kaldırmış. Bakmış nefes alıyor, tüylerini düzeltmiş, yanına almış eve getirmiş. Baygın serçeyi bir kafese koymuş. Serçe ayılınca bir o tarafa uçmuş bir diğer tarafa uçmuş, parmaklıklara çarpmış. Hemen duruma yorum getirmiş: ‘Galiba çarpışmanın etkisi ile motosikletliyi öldürdük beni de hapse attılar.’



Ekonomide 4 iş alanı öne çıkıyor

Bülent Bulgurlu ekonomide 4 iş kolunun öne çıktığını bunların enerji, temiz su, sağlık ve hizmetler sektörleri olduğunu ifade etti. İnovasyonun da çok önemli olduğunu kaydeden Bulgurlu, Koç’da cironun yüzde 1.5-2’sine denk gelen AR-GE yatırımlarını yüzde 4 hatta 5’e çıkarmaları gerektiğini kaydetti. Bulgurlu, “Dünyada AR-GE’ye en çok kaynak ayıran 427’inci grubuz. Geliştirdiğimiz ürünler ödül alıyor, marka değeri oluşturuyor. Akıllı şirketler inovasyona önem verdikçe büyüyor. Sadece yatırım değil yaratıcı düşünceye değer vermek gerekiyor. AR-GE’ye Türkiye, GSYH’sinin yüzde 0.5’ini ayırıyor. Koç’ta ise bu oran 1.5 ile 2 arasında değişiyor. Taklitçi, fasoncu bilinen Çin’de bile AR-GE’ye ayrılan pay yüzde 1.5. Burada kim iddialı olursa ileride o kazanacak. Bizim de AR-GE’ye ayırdığımız payı yüzde 4’lere hatta 5’lere yükseltmemiz lazım” dedi. Bulgurlu, GE ile deniz suyundan temiz su elde etme çalışmalarına devam ettiklerini sözlerine ekledi.



Aygaz bayileri damacana ile su da satacak

CEO Bulgurlu, bayilerden gelen talep nedeniyle Aygaz bayilerinin su satması ile ilgili çalışmaların devam ettiğin yakında Aygaz bayilerinin tüpün yanı sıra damacana ile su hizmeti vereceğini kaydetti. Bulgurlu, “Vergiler yüzünden tüpte kâr marjı sınırlı. Bu proje bayilere yeni imkanlar yaratma düşüncesiyle gündeme geldi” dedi.



İlk işinde çimento sayan Bulgurlu CEO’luktan sonra yönetimde kalacak

Bülent Bulgurlu, 21 Nisan’da yapılacak genel kurulda CEO’luk görevini Turgay Durak’a bırakacak. Bulgurlu, CEO’luktan ayrılacağını ancak Koç’ta yönetiminde olduğu şirketlerdeki görevlerinin devam edeceğini belirtti. Bulgurlu, “33 yıl önce Koç’a mühendis olarak girdim ve her kademede çalıştım” dedi. Bülent Bulgurlu, Koç’taki ilk yılları ile ilgili olarak, “İlk işim Garanti İnşaat’taydı. Afşin Elbistan santralini inşa ediyorduk. Saha mühendisiydim. İdare şefime ’Bu iş bana az geliyor başka verebileceğiniz iş var mı?’ diye sordum. Bana ’Git çimento torbalarını say’ dedi. Yıllar çok çabuk geçti. Koç’ta her kademede çalıştım. Çalışmaya da devam edeceğim” diye konuştu.



Koç, Tüpraş’la birlikte daraldı 2010’da yüzde 20 büyüyecek

Koç Grubu’nun cirosu 2009 yılında 2008’in yüzde 20 civarında altında gerçekleşecek. Bunda kuşkusuz temel sebep Tüpraş. Petrol fiyatlarının 70 dolarlar seviyesine gelmesi yüzünden Tüpraş’ın kârı değil ama cirosu önemli ölçüde düştü. Tüpraş cirosunun Koç Holding’in konsolide cirosu içinde yüzde 45 payı var. Bu yüzden de Koç’un 2009 cirosu yüzde 20 daralmış gibi görünüyor. Oysa Koç Holding’in diğer şirketlerinde kriz yılında çok önemli performans artışları oldu. Örneğin Koçtaş’ın cirosunda yüzde 20’nin üzerinde artış yaşandı. Diğer pek çok şirketin cirosu da 2008’in üzerinde çıkmasına rağmen Tüpraş’ın etkisi yüzünden Koç Grubu 2009’u yüzde 20’lik ciro kaybı ile 44 milyar TL civarı bir konsolide satış rakamı ile kapatacak.

Koç’un 2010 için ciro hedefi ise 53 milyar TL seviyesinde. CEO Bülent Bulgurlu, “Bu artışı organik büyümelerle sağlayacağız. Bu hedefin içinde inorganik büyümenin getireceği artışlar yok. Petrol fiyatlarının da aynı seviyelerinde kalacağını öngördük. Tabii orada iki bilinmeyen var. Hem petrol hem de kur seviyesini tahmin edemiyorsunuz. Kurla ilgili tahminimizi hiç söylemeyeyim. Çünkü mahcup olabilirim” diye konuştu


Yazının devamı...

Türk futbolunu kime finanse ettirecekler?

Google’a girin, “Zafer Çağlayan TRT payı” yazıp search edin, elektrikte yüzde 2’lik TRT payının kaldırılmasına yönelik pek çok yazı bulursunuz. Ben aradım 2 bin 910 ayrı dosyaya ulaştım. Çağlayan’dan sonra bakan olan Nihat Ergün’ü girin yine TRT payı yazın, yine bir sürü iddialı demece rastlarsınız.

Dediler ki ‘Merak etmeyin bu pay kaldırılacak. Sırtınızdaki yük azaltılacak’

Elektrikte TRT payı kaldırıldı mı?

Elbette kaldırılmadı. Kaldırılması zordu.

Yarın maç yayın ihalesi var. Halen Digiturk’ün yayınladığı Süper Lig maçları ve ilave olarak Bank Asya ligi maçları için, 2010-2011 sezonundan başlayacak şekilde, 4 sezonu kapsayacak dönemin ihalesi yapılacak. İhalede kamu kuruluşu olan TRT de masada olacak.

Şayet TRT yayın ihalesini kazanırsa, elektrikte TRT payının sıfırlanma ihtimali tamamen ortadan kalkacaktır, herkes hazırlıklı olsun.

Hatta payı daha da yükseltmeleri, ilave olarak ne bileyim akaryakıt fiyatına bir de TRT için 3-5 kuruşluk ilave yapmaları mümkün.

Nedenini anlatayım.

Şayet TRT ihaleyi kazanırsa ne yazık ki Türk futbolunu da kriz ortamında ayakta durma savaşı veren ‘Maliyetleri nasıl kısarım’ diye dokuz takla atan sanayici Ramazan Bey, Kars’ta yaşayan futboldan belki de hiç anlamayan Ayşe Teyze ve sıfır araba satın alıp ancak arabasındaki radyo-CD çaların hafızasında tek bir TRT istasyonu olmayan Mahmut Bey finanse edecek.

Çünkü rakamlar öyle diyor.

TRT’nin gelir kalemlerine bakınca en büyük gelirin 454 milyon TL’lik elektrik payı olduğu görülüyor. 244 milyon TL’lik de bandrol geliri var. Buna karşılık bir medya kuruluşunun en büyük gelir kalemi olması gereken reklam gelirleri TRT’nin 8 kanalı için toplam 29 milyon TL’de kalıyor.

Giderlerine bakınca karşımıza 308 milyon TL’lik personel ve 237 milyon TL’lik prodüksiyon giderleri çıkıyor. Yani elektrikte TRT payı ve bandrol geliri olmasa TRT’nin ayakta durması imkansız.

Maç yayın ihalesini TRT kazanırsa en iyimser tahminle yüzde 10’luk Federasyon payı artı KDV ile birlikte cebinden 250 milyon dolara yakın para çıkacak. Şayet A paketini aldıktan sonra B paketine alıcı çıkmazsa diğer paketleri de almak zorunda. Şartname öyle diyor.

Nihayetinde faturanın 354 milyon dolara kadar çıkma riski var. O da kimse muhammen bedelin üzerine çıkmaz, ihalede bir fiyat rekabeti yaşanmazsa.

Neresinden bakarsanız bakın, hesabı nasıl yaparsanız yapın TRT’nin gider kalemine en az 365 milyon TL ilave yük binecek.

TRT’nin giderleri 1 milyar TL’yi aşacak.

Kritik soru şu:

Maç yayınını alan TRT, bu masrafı karşılayabilir mi?

TRT yöneticilerinin ihaleye girmeden önce, özel sektörde bu işe hazırlanan yayıncılar gibi fizibilite yaptığına, fiyatı nereye kadar çıkarmaları halinde para kazanabileceklerini ölçüp biçtiklerine, nerede durmaları gerektiğine dair bir üst limit belirlediklerine hiç ama hiç ihtimal vermiyorum.

Basiretli tüccar gibi davranmaya gerek var mı? Nasıl olsa arkalarında kapı gibi Türk halkı var.

Elektrikte TRT payını artırırsın, bandrolde yeni uygulamalara geçersin, akaryakıta TRT payı ilave edersin olur biter.

Herhalde 29 milyon TL’lik reklam gelirini 229 milyon TL’ye çıkarmayı beklemiyorlar.

Üyelikte de TRT gibi hantal bir kurumun çok başarılı olabileceğini, Digiturk’ün rakamlarına ulaşabileceğini sanmıyorum.

Digiturk’ün 2.5 milyona yakın üyesi var, bunun sadece 850 bini futbol paketine üye.

Ve ne yazık ki Türk futbolunun üzerindeki şaibeler, hakem hataları, bahis skandalları gibi olumsuzluklarla Türk insanı futboldan giderek uzaklaşıyor. Bırakın yeni üye kazanmayı, üyelik yenilemesi yapmak bile zorlaşıyor.

Duyuyorum ki TRT “Biz bu işi sponsorluklarla ekonomik olarak karşılarız” düşüncesinde.

Büyük bir yanılgı. En baba sponsor bile cebinden bu iş için bu ekonomik kriz ortamında 15 milyon dolardan fazla para çıkarmaz.

İşin ekonomik imkansızlığı yanında TRT’nin HD yayın konusundaki hazırlıksızlığı, 2008 Avrupa Şampiyonası’nda yaptığı hatalar ve aldığı ağır eleştiriler de cabası.

Konu çok hassas.

Bu arada ‘TRT ihaleyi kazanırsa maçları şifresiz izleriz’ diye de sevinmeyin. Ben de ilk başta öyle düşündüm ancak şartnamede kesin kural var. Maçlar mutlaka ama mutlaka şifreli kanaldan yayınlanacak.

Futbolla hiç alakası olmayan Ayşe Teyze’ye, maliyetlerden kısma derdindeki sanayici Ramazan Bey’e, yeni araba alan Mahmut Bey’e ilave bir bedel ödetilecekse bari bu hiç olmazsa eylemdeki Tekel işçilerinin maaşı için olsun da içimiz yanmasın.

Bırakın futbol yayını için özel sektör kapışsın.

Yazının devamı...

Angaje de olsalar bütün kuruluşlar işbirliği yapmalı

Bir süre önce TÜSİAD’ın ilk 10 yılını kitaplaştıran Türk iş dünyasının duayen ismi Feyyaz Berker şimdi de Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) ilk 12 yılına ışık tutan bir kitap hazırladı. Dış dünyanın anahtarı adlı kitabın yazımına katkı yapan DEİK’in eski Direktörü Çiğdem Tüzün ve kitabın yazarı Mehmet Altun’la birlikte bir grup köşe yazarıyla bir akşam yemeğinde buluşan Feyyaz Berker, iş dünyasının başta TOBB ve TÜSİAD olmak üzere tüm oyuncularına “Ortak hareket edelim. Türkiye’nin dış ticaretteki gücünü artıralım” mesajı verdi.

TÜSİAD’ın kurucularından olan Feyyaz Berker, DEİK’i kurarken TOBB çatısı altında olmasının doğru bir hareket olacağını düşündüğünü hatta bu yüzden TÜSİAD’da bazı üyelerden sitem işittiğini vurguladı. “Doğru olan TOBB çatısı altında oluşmasıydı” diyen Berker, dünyada bir örneği olmayan ülke iş konseylerinin çok başarılı olduğunu, şu an iş konseyi sayısının 84’e çıktığını vurguladı. Berker, “Hatta bazı ülkeler mesela Yunanistan bunu bir model olarak ithal etmek istedi. Ancak başarılı olamadı” diye konuştu.

DEİK’in ilk on yılının anlatıldığı kitap geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir toplantıyla tanıtılmıştı. Berker, “Sayın Başbakan Erdoğan’ın Turgut Özal ödüllerinin verildiği gün yaptığı konuşmadan kitabı okuduğunu anladım. Kitapta yer alan belli cümleleri, anektodları aktardı” dedi.

Berker, gelecek yıllara ışık tutmak için öncü olduğu kitabın amacını ‘Türkiye’nin 2050 yılına dönük politikalarını düşünürken doğru kararların alınması’ olarak açıklıyor.

Diyalog kurmalıyız

Konu konuyu açıyor, söz TÜSİAD-TOBB çatışmasına geliyor. Berker, çok ilginç bir buluşmayı aktarıyor: “MÜSİAD’ı TÜSİAD’a karşı Turgut Özal destekledi. MÜSİAD, Korkut Özal tarafından özel olarak kurduruldu. Kurucusu Erol Yarar biliyorsunuz. Babası TÜSİAD’ın üyelerinden. ‘Oğlunla konuş, TÜSİAD’a üye olsun’ dedim. İkna edememiş. Bir de ben buluştum kendisiyle. Anlattım dinledi. ‘TÜSİAD’da çok güzel şeyler yapıyorsunuz Feyyaz Bey ancak ben ne yazık ki angaje oldum’ diyerek üyeliği reddetti. Sonra da gidip MÜSİAD’ı kurdular.

1925 doğumlu Feyyaz Berker şu an herkesin bir şekilde angaje olduğunu ima ederken, iş dünyasının önde gelen kuruluşlarına da şu mesaj verdi: “TÜSİAD bir fikir üretim fabrikasıdır. Faydalı projeler oluşturur. Ancak bu projeleri kendim yapacağım dememeli tüm diğer kuruluşlarla işbirliği yapmalı. TOBB, TUSKON gibi kuruluşlarla diyalog kurulmalı. Burada bir yapıştırıcı özellik yaratabilirsek, Türkiye’nin dış ticaretteki gücü çok artar. İhracatın ithalatı karşılama oranı belki de yüzde 100’lere çıkar. Tüm çatı örgütlerin birbirine yardımcı olması birbirini desteklemesi gerekiyor.”





Hedefimiz Asya ve Afrika olmalı

Feyyaz Berker’in elinde Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir nüfus projeksiyonu vardı. 2050 yılında Hindistan’ın nüfusta Çin’i geçeceğini, bu arada 9 milyar 322 milyona çıkacak dünya nüfusunun yüzde 57.7’sinin Asya ve Afrika’da yaşıyor olacağına dikkat çekti. Berker, bir duayen olarak DEİK’in yeni bir yol haritası çıkartmasını, vizyonunu 2050 yılında nüfusu 9.1 milyara çıkacak olan dünyanın öne çıkacak, satın alma gücü yükselecek ülkelerine göre şekillendirmesini de tavsiye etti.





2050’de Hindistan Çin’in önüne geçiyor

ÜLKE NÜFUS

1.Hindistan 1.572.055.000

2.Çin 1.462.058.000

3.ABD 397.063.000

4.Pakistan 344.170.000

5. Endonezya 311.335.000

6.Nijerya 278.788.000

7.Bangladeş 265.432.000

8.Brezilya 247.244.000

9.Kongo Cum. 203.527.000

10.Etiyopya 186.452.000

20. Türkiye 98.818.000

Yazının devamı...

Tamam eşşeğiz de sırtımıza bu kadar binilmez ki...

Petrol en yüksek seviyesini 2008 yılı Temmuz ayında 149 dolara çıkarak gördü, gün sonu kapanışı 145 dolar oldu. O günlerde Türkiye’de 1 dolar 1.2270 TL ediyordu.

1 varil ham petrol 159 litredir.

Rafinaj yapan şirket Temmuz 2008’de 1 litre ham petrol için yaklaşık 1.1189 TL ödüyordu. Bu ham petrol, işlendikten sonra rafineriden 1.1345 TL’ye çıkıyor, üzerine 2.03 TL’lik vergi, dağıtıcı karı, navlun gibi girdiler de eklendikten sonra da istasyonlarda 3.34 TL’ye satılıyordu.

Bu fiyatlar petrolün en yüksek olduğu günlerin bilançosu. Bugün ham petrolün fiyatı yaklaşık 78 dolar seviyesinde. 1 dolar ise ortalama 1.50 TL civarında.

Yani 1 litre ham petrolün fiyatı 0.7358 TL’ye gerilemiş vaziyette. Dikkatinizi çekerim Temmuz 2008’de 1 litre ham petrol 1.1189 TL’ydi. Yani bugünkü seviyesinden yüzde 50 daha pahalı.

Bugünkü rafineri çıkış fiyatı ne kadar 0.91 TL.

Son kullanıcıya maliyeti ne kadar 3.65 TL.

2008 Temmuz’da 149 dolara göre 3.34 TL’ den satılan benzinin 78 dolara gerileyen petrol fiyatına rağmen geldiği noktaya bakar mısınız

Aradaki fark kimin cebine gitti?

Tabii ki Maliye’nin cebine...

Toplam vergi yükü 2.03 TL’den 2.45 TL’ye çıkınca, 95 oktan benzinin pompa fiyatında, petrol 78 dolara gerilediği halde 3.65 TL’lik rekor rakamı da görmüş olduk.

Akaryakıtta kantarın topuzu artık iyice kaçtı. Bütçedeki açık arttıkça, başka alternatif üretemeyip abanıyorlar akaryakıt vergisine.

Bu ülkede Maliye Bakanı olmak ne kadar kolay aslında.

Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan otomotiv sektörü için “Yediveren gülü gibi. Otomotivcileri ve araç sahiplerini çok seviyorum” demişti.

Nezaketinden olsa gerek eski Bakan eşşek tabiri yerine gülü uygun görmüş.

Bence eşşeğiz.

Dünyanın hiçbir yerinde olmayan, ekonomik olarak (Petrol ve dolar fiyatı bazında) izah edilemeyen bu zamla işin çivisi çıktı.

Aylık akaryakıt masrafım 500 TL’yi buluyor. Son zamlarla cebimden ekstra 37.5 TL daha çıkacak. Yani aynı kilometreyi 537.5 TL ödeyerek yapacağım.

Her zamdan sonra yaptığım “Ben artışlardan etkilenmiyorum, zira hep 100 TL’lik benzin alıyorum” esprisini tekrarlayacak, zammı hoşgörecek gücüm yok artık.

Dün gazeteye gelmeden önce benzin aldım. 100 TL’ye 27 litre 397 gram benzin koydular depoya. Oysa 6 gün önce 100 TL verip 29 litre 411 gram almıştım.

Farka bakar mısınız?

100 lira ödüyoruz aslında 25 liralık bile benzin almıyoruz. Her 100 TL’nin 67 TL’sini trink Maliye’ye veriyoruz.

Benzin istasyonu değil vergi dairesi mübarek.

Dün akşam bir arkadaşım aradı.

“Artık bu parayı Maliye’ye ödemek istemiyorum. Biliyorum ki para bütçe açığını 1 kuruş azaltmayacak. Seçimler öncesi Hükümet’in elini biraz daha güçlendirmeye, yardımların dozunu artırmaya yarayacak. Kaçak benzin satan bir yer bulacağım ve benzini oradan alacağım” dedi.

‘Olur mu öyle şey’ diyecek oldum...

Sustum kaldım.



Dizel ve LPG’li aracı olanlara kötü haber

Türkiye’de tamamen ekonomik sebeplerle benzin tüketimi düşerken motorin ve LPG tüketimi artıyor. Hükümet de bu durumu farketti ve son ÖTV ayarlamalarında bu durumu dikkate alarak motorin ve LPG’nin vergisini benzine göre daha yüksek tuttu. 98 oktan benzinde vergi artışı yüzde 11 olurken motorinde vergiyi yüzde 13, otogazda ise yüzde 16.4 oranında artırdı. Bu demek oluyor ki, Türkiye’de dizel ve LPG’li araçlar çoğalmaya devam ettikçe bu araçlarda kullanılan yakıtın fiyat avantajı zaman içinde yokolup gidecek. Hükümet buna asla göz yummayacak

Devlet hangi yakıttan ne kadar ÖTV alıyor?

Ürün Eski ÖTV Yeni ÖTV Zam

(TL) (TL) (%)

95 oktan 1.6915 1.8915 11.82

98 oktan 1.8135 2.0135 11.02

Motorin 1.1545 1.2045 12.99

Otogaz 1.0980 1.2780 16.39

1 litre benzinde kim ne kazanıyor?

Kim alıyor Ne kazanıyor Payı

Devlet 2.45 TL % 67.12

Rafineri 0.90 TL % 24.65

Ana dağıtıcı 0.15 TL % 04.10

İstasyon 0.10 TL % 02.73

Taşıyan 0.05 TL % 01.36

95 oktan fiyat 3.65 TL % 100.00

Yazının devamı...

Hormonlu tirajla böbürleniyor denetleniyormuş gibi yapıyor

Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, hem okurların hem de reklamverenlerin kafasını karıştıracak bir iddia ortaya attı. Altaylı’ya göre Habertürk hariç gazetelerin tirajı denetlenmiyor. Denetleme olmayınca da bir kalem oynatması ile tirajların şişirildiğini öne sürüyor.

Bu arada tatlı su kurnazlığı yaparak kendi gazetesinin 300 binin üzerinde sattığını insanların gözünün içine sokarak reklamverene de mesaj yolluyor. Açık açık olmasa da “Beni görün, ben çok satan bir gazeteyim. Diğerlerinde balon satış var. Benim gazeteme ilan verin” demek istiyor...

Altaylı denetimin olmadığını söylerken ve diğer tüm medyanın yalan beyanda bulunduğunu öne sürerken aslında kendi gazetesi ile ilgili hormonlu rakamlar vererek, ilgili her kesimi yanıltmaya, yanlış yönlendirmeye çalışıyor. Ayrıca verdiği rakamın denetime tabi olduğunu belirtmesi de hiç etik değil...

Nasıl mı?

Yazısında, “Geçen hafta bugün Habertürk 337 bin gazete satıyor. Biz bunu açıklayıncaya kadar 320 bin gazete sattığını söyleyen bir başka gazete hemen kaleme sarılıyor ve satış rakamını bizim üzerimize çıkarıyor” diyor.

Bir taşla iki kuş. Hem rakiplere çamur atıp onları hilekarlıkla suçluyor, diğer taraftan da yönettiği gazetenin 337 bin satan bir gazete olduğu havasını basmaya çalışıyor. Oysa rakamlar Habertürk’ün her gün 337 bin satış rakamı tutturan bir gazete olmadığını ortaya koyuyor.

Bu konuyu sona bırakarak önce denetim meselesini biraz açmak istiyorum.

Evet doğrudur. Şu an tüm gazeteleri denetleyen bir kurum yok.

2007 yılı Ağustos’una kadar ABC Türkiye Tiraj Denetim Kurulu, Ernst&Young aracılığıyla bu denetimi yapıyordu. Zaman Gazetesi’nin abonelere ait tiraja yönelik Rekabet Kurumu’na yaptığı itirazın ardından denetim mekanizması ortadan kalktı. Yani aslında gazeteler Altaylı’nın iddia ettiği gibi rahat kalem oynatabilmek için denetimden kaçmadı. Şartlar öyle oluştu. Şimdi isteyen gazeteler kendi denetimlerini yaptırıyorlar. Habertürk de bu işte tecrübe kazanmış olan Ernst&Young ile çalışmaya devam ediyor.

Altaylı’nın, 19 Aralık Cumartesi günkü denetime tabi tirajı 24 saat sonra hazırladıkları gazeteye nasıl koyabildiğini ve bunu Pazartesi çıkan gazetede nasıl okuyabildiğimizi merak ettim.

Habertürk’ü denetleyen Ernst&Young’ı aradım. Kuruluş 2 yıl önceki sistemden daha ötede bir denetleme sistemi kurmamış. Metodoloji aynı. Önce matbaalara ne kadar baskı talimatı gittiğine bakıyor. Sonra bayilerin iadelerine bakıyor. İstanbul’da iadeler günlük takip edilebiliyor. Ancak taşrada baskı iadesi, yani satılamayan gazetenin geri dönüşü için ortalama 1 haftalık süre gerekiyor. Düşünün Türkiye’de yaklaşık 210 tane baş bayii, 24 binin üzerinde de son satıcı var. Taşradan sağlıklı bir iade raporu almak öyle 24 saatte olacak iş değil. Denetime tabi tiraj raporunun 15 günden önce çıkması mümkün değil. Nitekim bu durumu Ernst&Young da doğruluyor. Ernst&Young’da Habertürk’ün denetimini yapan ekipte yer alan Erdem Tecer, “Haber Türk için eskisinden daha farklı bir denetim yaptığımızı söyleyemem. 2 yıl önceki metodoloji kullanılıyor. Herhangi bir tarihteki denetlenmiş tiraj rakamını 24 saat sonra hazırlamak mümkün değil. İadeleri 24 saat içinde belirlememiz fiziken imkansız” dedi.

Bunu aslında Habertürk’ün Genel Yayın Yönetmeni de pekala biliyor. Ancak dedim ya maksat tatlı su kurnazlığı yapmak. Kendi tirajını hormonlu gün olan Cumartesi’ye endeksleyip yüksek gösterirken diğer gazeteleri de zan altında bırakmak.

Aslında herkesi yanıltan kendisi...

Okuyucu “Habertürk’ün Cumartesi günü denetime tabi satışı 307 bin 269 olmuştur. Okuyucularımıza teşekkür ederiz” reklamını görüyor da hafta içi rakamlarından habersiz bırakılıyor.



Habertürk’ün tirajı ne kadar?

Gelelİm tiraj meselesine. Fatih Altaylı, Habertürk’ün tirajını tarif ederken, nedense hep en çok satış yaptıkları, hormonlu gün olan Cumartesi günü satışlarını ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu konuyu da irdelemek lazım şimdi. Çünkü Habertürk, Altaylı öyle bir hava vermeye çalışsa da 300 binlerin üzerinde satan bir gazete değil.

Habertürk’ü son 1 haftadaki hafta içi net satışlarına bakarak Vatan ile kıyaslayacağım.

Habertürk’ün 16 Aralık Çarşamba günkü tirajı 179 bin 109. Aynı gün Vatan 191 bin 376 adetlik net satış yapmış. Yani Haber Türk’ten tam 12 bin 267 adet daha fazla gazete satmış.

17 Aralık Perşembe’ye bakıyorum. Habertürk’ün net satışı 178 bin 457 olmuş. Vatan o gün 193 bin 749 adet satmış. Aradaki fark Vatan lehine 15 bin 292’ye çıkmış.

Bu haftaki rakamlar da farklı değil.

Habertürk’ün İddaa eki verdiği günlerdeki hafif yükselişi saymazsak Vatan hep önde.

Altaylı’nın Habertürk’ü tarif ederken verdiği 300 binli rakamlara neden hormonlu dediğimi anlamışsınızdır herhalde.

Habertürk’te haftaiçi 300 binli bir satış rakamı yok. Peki Habertürk’ün Cumartesi günü satışı niye zıplıyor? O gün Habertürk’te düzenli olarak promosyon oluyor da ondan. Örneğin son olarak 3 boyutlu dergi ve onun gözlüğünü verdiler. Neredeyse gazetenin satış fiyatı kadar pahalı bir ürünle 307 bin rakamını yakalayabildiler.

Fatih Altaylı da bu rakam üzerinden böbürleniyor, yetmiyor bir de “Denetim yapılmıyor” diyerek diğer medya kuruluşlarına saldırıyor.

Hafta içi Habertürk ne satıyor?

Tarih Habertürk net satış Vatan net satış Habertürk net satış Vatan net satış

Türkiye Türkiye İstanbul/Şehir İstanbul/Şehir

16.12.2009 179.109 191.376 54.678 67.186

17.12.2009 178.457 193.749 54.128 67.457

18.12.2009 208.322 194.091 57.949 66.603

21.12.2009 182.647 193.429 55.170 66.739

22.12.2009 195.300 194.017 55.692 66.737

23.12.2009 175.822 194.353 53.909 67.074

Yazının devamı...

TMSF, Garipoğlu ile yeni protokol yapıyor Burgaz’ı geri veriyor

TMSF ile Hayyam Garipoğlu arasında üçüncü protokol hazırlıkları hız kazandı. Yaklaşık 380 milyon dolar civarındaki borcu kapsayacak yeni protokolle gruba yüzde 35 civarında bir iskonto uygulanacağı, ve bu iskontoya karşılık daha kısa vadeli bir borç geri ödeme planı sunulacağı belirtiliyor. Yine taraflar arasındaki anlaşma gereği Burgaz Alkollü İçecekler A.Ş de diğer el konulan iştiraklerle birlikte Garipoğlu Ailesi’ne iade edilecek. TMSF son yaptığı operasyonda Garipoğlu Grubu’na ait 70’e yakın şirkete el koymuştu.

Hayyam Garipoğlu ile TMSF arasında ilk protokol 12 Ağustos 2004 tarihinde yapılmıştı. Bu protokol 7 Ocak 2009’da yenilendi. Grubun 2003 yılı sonu itibarıyla borcu 367 milyon dolar olarak tespit edilmişti. Buna ‘back to back’ krediler kapsamında Demirel, Nergis ve Zeytinoğlu gibi grupların kullandığı 61 milyon dolar tutarındaki krediler de dahil değildi üstelik. Şayet bu krediler asıl borçluları tarafından ödenmezse Garipoğlu Grubu tarafından ödenecekti.

Gruptan 30 Kasım 2008’e kadar 107 milyon dolar civarında bir tahsilat yapıldı. Örneğin grubun önemli mal varlıklarından biri Ortadoğu Liman İşletmeleri 61 milyon dolar bedelle satıldı.

7 Ocak 2009’da yeniden bir hesap yapıldı ve 292 milyon doları anapara 76 milyon doları da faiz olmak üzere 368 milyon doların 7 yılda ödenmesini öngören bir plan hazırlandı. Ancak grup yine temerrüte düştü. Çalışmadığı beyan edilen bazı şirketlerin TMSF’den kaçırılmaya çalışıldığı anlaşıldı ve 17 Temmuz 2009’da protokol sona erdirildi. 18 Temmuz itibarıyla da Garipoğlu’nun bilinen tüm şirketlerinin yönetim ve denetimleri TMSF tarafından devralındı.

Grubun en önemli varlıklarından biri olarak kabul edilen Burgaz Alkollü İçkiler Ticari ve İktisadi Bütünlüğü TMSF tarafından 5 Ağustos 2009’da satışa sunuldu. Yapılan ihalede Mey İçki 62.5 milyon dolarlık bir teklif yaptı. Mey İçki ayrıca Burgaz Tesisleri’nde bulunan hammadde, yarı mamul ve mamuller için de 35 milyon TL ödeyeceğini bildirdi.

TMSF öneriyi uygun bulmuş ve işleme izin verilmesi için Rekabet Kurumu’na başvurmuştu. Ancak Rekabet Kurumu bu satışı onaylamadı. Mey İçki’nin rakı pazarındaki hakim durumunu güçlendireceği belirtildi. TMSF de yaklaşık 81 milyon dolarlık bir gelirden oldu.

Yapılacak protokolle birlikte Burgaz Rakı yeniden eski sahiplerinin kontrolüne geçecek. Bakalım Garipoğlu Grubu daha önce aksattığı ödemelerin ışığında iptal edilen iki protokolden sonra bu kez taahhütlerine uyabilecek mi?



Mahallenin yine kötü çocuğu olur

AslInda Burgaz Rakı’nın Mey İçki’ye satışına sektördeki diğer oyuncular da destek veriyordu. Zira Burgaz Alkollü İçecekler’in alkol piyasasında oyunun kurallarına uymadığı, bandrol sahtekarlığı yaptığı, kayıtdışı içki satışı gerçekleştirdiği, özellikle turizm sektöründe keskin rekabet ve sonrasında yaşanan fiyat düşüşleri ile birlikte Akdeniz bölgesinde hemen hemen tüm turistik tesisleri kontrolü altına aldığı biliniyordu. Burgaz Rakı “adil rekabet kurallarını sistematik bir şekilde bozan, alkollü içecekler sektörünün yapısına ciddi şekilde zarar veren şirket” olarak gösteriliyordu.

Hatırlayın Burgaz Rakı’nın ve vodka markası İstanblue’nun yanlış bandrollü binlerce şişesi ortaya çıktı. 70’lik şişeye 35’lik şişeye tatbik edilmesi gereken bandrol uygulanınca ortaya çok ciddi bir fiyat avantajı çıkıyor. Burgaz, bunu yaparak piyasada rakiplerinin fiyat konusunda kendisi ile yarışmasını engelledi ve haksız biçimde pazar payı elde etti, hem de vergi kaybına neden oldu. Bu haksız rekabetten de Mey’den daha çok piyasanın diğer küçük oyuncuları zarar gördü. Piyasaya yakın kaynaklar tüm denetimlere rağmen, Burgaz’ın Garipoğlu kontrolünde yine benzer uygulamaları sürdürmesinden ve alkollü içecek pazarını karıştırmasından endişe ediyorlar.

Yazının devamı...

TÜSİAD’da Boyner dönemi başlıyor, Tayfun Bayazıt adı da öne çıkıyor

TÜSİAD’da çok büyük bir sürpriz olmazsa yeni Başkan Ümit Boyner olacak. Başkan adaylarından Ferit Şahenk işlerinin yoğunluğunu mazeret göstererek başkanlık yarışında bu seçim döneminde yer almayacağını açıkladı. TÜSİAD’da 18 Aralık’ta yapılacak Başkanlar Konseyi toplantısında bu iki ismin öne çıkacağı biliniyordu ve kimse için sürpriz değildi.

Masada adı tartışılacak üçüncü ismin de Haluk Dinçer olması kesinleşmişti. Ancak asıl sürpriz üyeler arasında yapılan ankette bir dördüncü ismin daha öne çıkması oldu. Koç Finansal Hizmetler A.Ş İcra Başkanı Tayfun Bayazıt’ın adı da çok sürpriz bir şekilde başkan adayları arasında geçiyor. Bu dönem değil ama iki dönem sonra Tayfun Bayazıt’ı TÜSİAD Başkanı olarak görürsek kimse şaşırmasın.

Ferit Şahenk’in işlerinin yoğunluğunu mazeret göstererek görev kabul etmek istemediği uzun süredir konuşuluyordu. Ferit Şahenk’in dün kendi kanalı CNBC-e’ye telefonla bağlanarak net biçimde TÜSİAD’da başkanlık görevini bu dönem için düşünmediğini açıklamasının ardından TÜSİAD’da artık ibre tamamen Ümit Boyner’e dönmüş vaziyette. Benim edindiğim izlenim Ferit Bey bu dönem değil ama Boyner’den sonraki dönemde başkanlık yapabilir. Yani TÜSİAD Başkanlığı görevini tamamen geri çevirmiş değil.

Alternatif olarak konuşulan bir üçüncü isim Sabancı Holding Perakende Grup Başkanı Haluk Dinçer. Ancak Dinçer de henüz böyle bir görevi kabul etmeye hazır olmadığını çeşitli vesilelerle ifade ediyor. Yine edindiğim izlenim ailesinin de Dinçer’in en azından şimdi TÜSİAD başkanı olmasını istemediği yönünde. Perakende Sabancı Grubu için çok kilit sektör ve Dinçer’in enerjisinin ikiye bölünmesinin şu an zamanı olmadığı düşünülüyor.

Asıl sürpriz ise şu ana kadar kulislerde hiç konuşulmayan bir ismin TÜSİAD başkanlığı için adının geçmesi... Bu dönem için değil, ancak iki dönem sonrası için başkanlığın en kuvvetli adayının Tayfun Bayazıt olabileceği ortaya çıktı. Üyeler ve duayenler arasında yapılan sondajda Bayazıt’ın adı sıkça telaffuz edildi.

Tayfun Bayazıt, Yapı Kredi Bankası’nın Genel Müdürü iken son genel kurul toplantısının ardından Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçilmiş görevi Faik Açıkalın’a devretmişti. Bayazıt aynı zamanda Koç Finansal Hizmetler A.Ş.nin İcra Başkanlığı görevini de üstlenmişti. Böylece Bayazıt, Koç Grubu’nda kilit üst düzey yöneticilerden biri haline geldi. Bayazıt’ın seçilmesi, TÜSİAD’da Yönetim Kurulu Başkanlık bayrağını Koç’un devralması anlamına gelecek. Bayazıt’ın yeni oluşacak yönetim kurulunda Ümit Boyner’in başkan vekillerinden birisi olması da beklenmeli.

İzmir kontenjanı sorunu

TÜSİAD Başkanlar Konseyi bu ayın 18’inde buluşacak. Her şey o toplantıdan sonra daha da netleşmiş olacak. Başkanlık yarışının dışında TÜSİAD’ın gündemini meşgul eden başka meseleler de var. Bunlardan en önemlisi TÜSİAD yönetiminde İzmir’e tanınan kontenjan. Üyelerin büyük bölümü artık İzmir kontenjanının kaldırılmasını istiyor. İzmir kontenjanı yerine Anadolu kontenjanı oluşturulmasının daha doğru olacağını ifade edenlerin sesi her geçen gün yükseliyor. Bilindiği gibi her dönem TÜSİAD yönetiminde bir Ege temsilcisi bulunuyor. Bir önceki dönem bu görevi Bülent Akgerman yapmış, yeni yönetimde İzmir temsilciliği görevini Mehmet Ali Molay’a devretmişti.

Üyeler artık TÜSİAD’da sadece güçlü bir başkan değil, güçlü yönetim de istiyor. Gücün tarifi ise üyelerin temsil ettiği kuruluşların büyüklükleri. Temsil ettiği ya da sahibi olduğu kurumun cirosu, istihdamı, Türk ekonomisine katkısı, ödediği vergi, ihracattaki payı gibi endikatörler gücü tarif edecek. Yani taşın altında en çok eli olanlardan kurulu bir yönetim ekibi oluşturulması isteniyor. O takdirde Ali Koç’un daha önce serzenişte bulunduğu gibi, masaya yumruğunu vurabilecek, sesi gerek TOBB’dan gerekse MÜSİAD’dan daha çok çıkıp Ankara’da daha fazla dikkate alınacak bir TÜSİAD’ın yeniden ortaya çıkacağı belirtiliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.