Şampiy10
Magazin
Gündem

En zengin kesim en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor

İktidar partisi yoksullukla mücadele formülünü buldu! Kömür, bulgur, ayçiçek yağı, beyaz eşya v.s dağıtmak.

Başbakan’ın önerisini de hatırlayın, ‘geleceğimiz için en az 3 çocuk yapın.’

Dünya nereye, biz nereye gidiyoruz?

Hani çok sık kullanılan bir laf var: ‘Her şeyin başı eğitim’ diye. Son 10 yıla bakarsak devlet, sivil toplum örgütleri elele eğitim kampanyaları yürütülüyor.

Peki, sonuca bakalım...

İstanbul Politikalar Merkezi Koordinatörlüğü’nde yürütülen Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) çalışmalarını bir süredir takip ediyorum.

ERG’nin “2009-Eğitimde Eşitlik” başlıklı raporu geçenlerde yayınlandı.

ERG Direktörü Prof. Dr. Üstün Ergüder ve raporun sunumunu yapan ERG Koordinatör Yardımcısı Batuhan Aydagül’ün rapora dayanarak verdikleri bilgiler, geleceğe yönelik umutlarımızı söndüren nitelikte.

Türkiye’de:

EN BÜYÜK SORUN KIZ ÇOCUKLARI

- Zorunlu ilköğretimde yüzde 100 okullulaşma halen sağlanabilmiş değil. İlköğretime erişimde en büyük sorunlarla karşılaşanlar, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayanlar, Güneydoğu Anadolu’da yaşayanlar ve ebeveynlerinin eğitimi sınırlı olan çocuklar.

- Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan bir kız çocuğunun ilköğretime erişim olasılığı yüzde 48-52’dir.

İLKOKUL DİPLOMASI OLMAYAN 10 ÇOCUKTAN 7’Sİ KIZ

- İlköğretimden diplomasız ayrılma çok büyük bir sorun. 15-19 yaşındaki gençlerin yüzde 15’i ilköğretim diploması sahibi değil. İlköğretim diploması sahibi olmayan her 10 gencin yedisi kız.

YÜZDE 52’Sİ BASİT MATEMATİK PROBLEMLERİNİ ÇÖZEMİYOR

- İlköğretim, temel beceri ve yetkinlikleri kazandıramamaktadır. 15 yaşındaki gençlerin yüzde 32’si okuduğunu anlayamamakta, yüzde 52’si basit matematiksel problemleri çözememekte.

- Sosyoekonomik durum ve cinsiyet, ortaöğretime katılımı belirlemekte. Kırsal kesimde yaşayan, ailesinin geliri sınırlı, üç kardeşi olan, annesi ve babası ilkokul mezunu bir kız çocuğun liseye gitme olasılığı yüzde 1-2’dir. Oysa, kentsel alanda yaşayan, annesi ve babası üniversite mezunu bir erkek çocuğun liseye gitme olasılığı yüzde 68-70 olarak hesaplanmakta.

- Sosyoekonomik durum, ortaöğretimde hangi okul türünde eğitim görüleceği üzerinde de etkilidir. En düşük sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin yüzde 51’i meslek liseleri ve çok programlı liselere devam ederken, ancak yüzde 5’i bir Anadolu lisesine gidebilmekte. En yüksek sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin sadece yüzde 3’ü meslek liseleri ve çok programlı liselere giderken, yüzde 49’u Anadolu liselerinde eğitim görmekte.

- Yüzde 20’lik gelir dilimleri arasında eğitim için yapılan harcama miktarları bakımından derin eşitsizlikler bulunmakta. En zengin kesim, en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapmakta. Buna paralel olarak, en zengin kesimdeki 7-23 yaş arası nüfusun yüzde 28’i yükseköğretime erişebilirken, en yoksul kesimdeki aynı yaş grubunun yalnızca yüzde 0,4’ü yükseköğretime erişebilmekte.







Dipnot

Eğitimde Eşitlik projesi, Eğitim Reformu Girişimi tarafından Açık Toplum Vakfı’nın desteğiyle sürdürülüyor. Proje kapsamında, Galatasaray Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi’nden araştırmacılar eğitime erişimde ve başarıda eşitsizliklerin belirleyicilerini araştırdı. ERG, bu araştırmaların sonuçlarından yola çıkarak hazırladığı raporda eğitimde eşitsizlikleri ortaya koyuyor. Rapor aynı zamanda eğitimde eşitliğin sağlanması için atılması gereken adımlara yer veriyor.

Yazının devamı...

Hisseleri kote etmemiz seksi değil ‘tamamen duygusal’ bir karar

Ali Sabancı soyadı için değil ’Ali’ için başarıya odaklanmış biri. Bu yüzden de Sabancı Holding çatısı altından çıkıp, kendi girişimleriyle girdiği sektörde farklılık yakalama sevdasında. Ali Sabancı, krize rağmen eleman azaltmayacağını, hatta çalışanlarına prim vereceğini açıkladı. Sabancı’daki hisselerini borsaya kote ettiren Ali Sabancı bu konuda ise “Kararımız tamamen duygusal! Sabancı Holding de, Akbank da benim için bir yatırım” dedi.

Ali Sabancı, enerjik, konuşkan ve komik biri. Röportaj sırasında geziyor! İş yapma biçimi çok farklı. Zaten bunu da 2005 yılında girdiği havacılık sektöründe yaptıklarıyla kısa zamanda gösterdi. Şevket Sabancı’nın oğlu, Esas Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Pegasus Havayolları Yönetim Kurulu Başkanı... Ali Sabancı soyadı için değil ’Ali’ için başarıya odaklanmış biri. Bu yüzden de Sabancı Holding çatısı altından çıkıp, kendi girişimleriyle girdiği sektörde farklılık yakalama sevdasında. Havacılık sektörü babası Şevket Sabancı’nın hayaliymiş, gerçekleştirme fırsatını Ali Sabancı bulmuş.

Şirkete yapılan iş başvurularından bir bedel alan, Türkiye’de ilk kez uçaklardaki yeme-içme hizmetini ücretli hale getiren, yaptığı promosyonlarla bir öğle yemeği fiyatına iç hat uçuş imkanı sağlayan Sabancı’yla hem global krizin havacılık sektörüne etkilerini hem de Sabancı Holding’teki hisselerini kote etme kararı almalarını konuştuk.

Sabancı Holding yönetiminde olmayan hissedarlar olarak bir karar aldınız ve hisseler satılmadan önce yapılması gereken kote işlemini gerçekleştirdiniz... “Hisselerini satıyorlar” olarak algılanan bu karar neden ve nasıl alındı?

Bu basit bir karardı. Büyütüldü biraz...

Aile, Sabancı Ailesi tamamen çatladı şeklinde değerlendirmeler oldu...

Koptu moptu çatladı... Romantik ve seksi bir karar değil. Halka açık şirketlerin iki türlü hissesi var. Borsaya kote olanlar ve olmayanlar. Bizimkiler kote değildi. Yarın öbür gün satmak istesek borsaya bir masraf ödüyorsun. Binde 2 piyasa değeri üzerinden masraf var. Akbank 25 milyar dolardayken binde 2 farklı, 8 milyar dolardayken farklı. Siz de bu hisseler olmuş olsa, şimdi satar mısın? Biz masraflar hazır düşükken, çünkü piyasa değeri düşmüş, yakın zamanda da yükselmez, bundan yararlandık, o kadar. Kararımız tamamen duygusal! Sabancı Holding de, Akbank da benim için bir yatırım. 1.8 milyar TL kâr açıklayan bir hisseyi satar mısınız? Bizim niyetimiz maliyetleri ve masrafları düşürmek.

Ne zaman satarsınız?

Kayıt yaptırdıktan sonra 99 yıl içinde satmalıyız, biz 10 yıl gibi bir süre biçtik. 2011’e kadar zaten durumların düzeleceğini sanmıyoruz. Daha önceden de benzer fırsatlar çıksaydı bunu yapardık. Kısacası, o binde 2’lik pay düştüğü için, hazır piyasa değeri düşmüşken bunu yaptık.

2005 yılında girdiniz havacılık sektörüne ve hızla büyüdünüz. 2008 yılını nasıl geçirdiniz?

2008 dünya havacılık sektörü için dönüm noktasıydı. 2008’in Temmuz ayına kadar yakıt fiyatları 147 doları gördü. Biz Pegasus’u satın aldığımızda bir varil petrolun fiyatı 32 dolardan 36 dolara çıktığında panik olmuştuk, sonra 50 dolara ve daha da yukarıya çıktı. Temmuz ayında 147 doları da gördü. Havacılık sektöründeki cironun yüzde 30-35’i Temmuz ayında yapılır. Ciro yapmak için de sonuçta uçman lazım. Uçtuğunda da yakıt harcıyorsun. Uçurduğun misafirlerinin biletlerini de daha önceden satmışsın, mesala onlar 80 dolarlık yakıta göre fiyatlanmış biletlerden almışlar. Halbuki sen yakıta 145 dolar veriyorsun. Kriz böyle başladı. Temmuz ayından sonra yakıt fiyatları yine düşüşe geçti. Ama bu kez de talep daralması yaşanmaya başladı.

4.5 milyon misafir taşıdık

Siz Pegasus olarak bu gelişmelerden nasıl etkilendiniz?

Kârımız bir evvelki yıla göre yüzde 20 düştü. Ciromuz 2007’de 320 milyondu, 2008’de 370 milyon euroya çıktı. Taşıdığımız misafir sayısında da rekora ulaştık. 2008’de 4.5 milyon misafir taşıdık.

Mesela dünyanın önde gelen uçak üreticilerinden Boeing’te grev oldu. Bu grev 51 gün sürdü. Boeing bu grevin bitmesi için çözümleri yavaştan aldı. Boeing yavaşlamanın 6 ay sonra bitmeyeceğini gördü. Üretimini azaltacağını gördüğü için de sendikalara taviz vermedi. Bu da bizi birebir etkiledi. İki uçağımız vardı onlarda. Geçen hafta geldi bir tanesi. Ece adlı uçağımız Kasım’da gelecekti, yeni geldi. Haziran’da da 2 uçağımız gelecekti, onlar da Ağustos’ta geliyor.

Dolayısıyla krizden etkilenmemek mümkün değil, yani teğet geçmiyor!

İstanbul-Diyarbakır hattında uçsan da Seattle’da (Seattle’da Boeing’in en büyük üretim tesisi var) ne olduğu havacılıkta seni çok ilgilendiriyor. Amerika’daki adam hapşırınca sen burada soğuk alıyorsun, hatta yatağa düşebilirsin! Amerika’da bu kriz, Boeing’te de durum böyle olunca bir anda firmalar 2008’i nakit nötr bitirdiler. Küçülme ihtiyacına girdiler. Kış döneminde zaten cirolar çok düşer havacılık sektöründe.

Nedir durum havayolları şirketlerinde?

Şu anda Avrupa’nın en önemli bayrak taşıyıcılarından biri olan Air France uçaklarını finanse etmekte zorluk çekiyor. Boeing’e sipariş vermiş ödemelerde zorlanıyor. Finansman bulmakta çok zorlanıyor.

Siz zorlanmıyor musunuz?

Biz zaten bulmuştuk finansmanımızı. Finansman darboğazı da olunca durum kritikleşti sektörde. Çünkü uçakları nakitle fonlamıyorsun. Uçakların yüzde 85’i Eximbank garantili yurtdışı bankalar tarafından 12 yıllığına finanse ediliyor.

THY her yere uçmamızı önlüyor

Yıllarca Türkiye’de sektörde tek oyuncu vardı. Sizin gibi şirketler henüz yolun başında. THY’nin de çok avantajı var. Bu kriz THY dışındaki oyuncuları nasıl etkiler?

Türkiye’de yeni yeni rekabet var. Şu anda hâlâ sektörde THY dominant. Bir kere THY’nin çok uçağı var. Biz bu yaz 24 uçak olacağız. Ayrıca haksız rekabet söz konusu.

Ne gibi?

THY’nin yıllardır yapılmış ikili anlaşmaları var, THY taraf. Ben bugün İran’a uçmak istesem, uçamıyorum. THY anlaşma yapmış, Türkiye’den başka bir havayolu şirketi uçamıyor. Bu kime fena? Ben kâr ediyorum. İran’a ucuz uçmak isteyenlerden talep var ama uçamıyorum. Bu misafirlerimiz için kötü. Pahalı uçmak zorundalar, çünkü seçenek yok.

Sizin hedefiniz THY’den sonra en büyük olmaktı Pegasus’u aldığınızda, şu anda durum nedir?

Bu ortamda bakınca biz bu şirketi aldığımızda 2005’in Ocak ayında bir hayalimiz vardı, biz 2007’nin Haziran ayında bu hedefe ulaştık. Misafir sayısı olarak buna ulaştık. Ama şu anda Onur Air’in filosu bizden büyük ama o da bu yaz değişir. Şu anda Türkiye’de markasına en çok yatırımı yapan havayolu şirketi biziz. 2008 yılında havacılıkta yapılmış reklam harcamasının yüzde 50’sini biz yaptık. Diğer yüzde 50 içinde THY de var. Yanlış mı yapıyoruz? Hayır ben yeni bir markayım, markamın da oturmasına ihtiyacım var, THY oturmuş bir marka.

19.99 TL’ye nasıl bilet satıyor?

19.99 YTL’den başlayan fiyatlarla bilet satışı yaptığınız bir kampanyanız oldu. 19.99’a bilet satınca, nasıl para kazandığınız sorusu akıllara geliyor...

19.99’dan bilet satılınca, ’Adamlar nereden kesiyor?’ diyorlar. Yazın 360 YTL’ye de Bodrum’a uçan var. Aynı uçakta farklı fiyatlardan uçanlar oluyor. Kampanyalara katılanlar avantajlı. Önceden alırsan ucuz uçarsın. Önemli olan ortalama fiyat.

Bu kampanyalar sayesinde hep doluyor uçaklarınız, öyle mi?

Evet, bu kampanyalarla bizim doluluk oranlarımız arttı. Abla ucuza gitmek istiyor herkes. Ece adlı uçağımız yepyeni. Bunlardan 5 tane var bende. Ama müşterilerin çoğu yeni, eski görmüyor. Biz de ön planda olan fiyat, Feel Like a Star yok!

Nasıl buldunuz THY’nin Kevin Costner’lı reklamını?

Bizim vatandaş o reklamdan ne anlar bilemiyorum. Bizim vatandaş önce fiyata bakıyor.

Yazın Louis Vuitton çanta artıyor

Biri 19.99 TL’den diğeri de 39.99 TL’den başlayan fiyatlarla kampanyalar yaptınız, kaç bilet sattınız?

8 Ocak’tan bugüne 45 günde kampanyamızda 79.147 bilet satılmış. Günde 1772 bilet satılmış. Bu biletler satıldı ama misafirler uçmuş da olabilir, uçmamış da olabilir. 19.99 TL’den başlayan fiyatlarla, bu kampanyaya da 6 Şubat’ta başlamışız, 26.763 kişi bilet almış. Bu sene yazın 300 TL üzeri de bilet satacağım. Zaten ablacım yazın gel bagajlara bakalım, göreceğim bagajda Louis Vuitton çantalar artıyor.

Yani yazın zenginler de size geliyor...

Artık gerçek mi taklit mi bilemem ama, en azından taklit olsa bile öyle gösteren çantalarla gezen müşterileri taşıdığımızı görüyorum.

5.5 milyon euroyu uçurdum

“Bir hata yaptım geçen yıl ben. Hedge ettim yakıt fiyatını, 125 dolardan. Bu kararı da ben verdim. ’Benim ailem pariteyi hep hedge ediyor’ dedim yönetim kuruluma, vizyon var ya bende, yönetim kurulunu dinlemedim. 5.5 milyon euro benim yüzümden uçtu.”

KRİZDE ADAM ATMAYACAĞIM, PRİM DAĞITACAĞIM

Krize rağmen işlerimiz iyi, prim dağıtabileceğim çalışanlarıma, işten çıkarma da yapmayacağım. 2009’da daha iyi duyurmam lazım Pegasus’u. 2008’de 45 değişik promosyon yapmışız. Yani 8 günde bir promosyon. Artık hep promosyon var! 2008’de 7 milyon euroluk reklam harcaması yapmışız, 2009’da bunun 2.5 katını, yani 16-17 milyon euro yapacağım. Bu yatırımı haftada 5 gün uçtuğumuz Londra’da da yapıyorum. 9 yabancı şehre uçuyoruz. Oralarda da reklam yatırımı yapıyoruz.

Yazının devamı...

Türkiye kaçak elmas cenneti

Storks Kuyumculuk’un sahibi Muammer Alkım, 21 yaşından bu yana yani 38 yıldır elmas ve değerli taşlarla uğraşıyor. Sümer Holding’in Storks adlı markasıyla bilinen mücevher mağazaları zinciri olan Alkım, sektörde sesini yükselten bir iş adamı. Hatta sesini herkese duyurmak ve elmas işindeki çarpıklıkları ortaya koymak için, “Damdan Düşen Adam-Kayıtdışı Bütün Kötülüklerin Anası” adlı bir kitap bile yazmış. Yakın zamanda pırlanta aldıysanız, Alkım’ın anlattıklarından hiç hoşlanmayacaksınız.


Bu işe nasıl girdiniz? Ailenizde var mı mücevher işiyle uğraşan?
Ben ilk jenerasyonum. 21 yaşında işe başladım. İnsanlar hayatlarını çok fazla programlayamıyor. Tesadüfler bizi bu yere getirdi. 1950 İstanbul doğumluyum. Emekli polis memuru bir baba ve ev hanımı bir annenin en büyük çocuğuyum. Maçka Elektrik’ten 1969 yılında mezun oldum. O dönemde bu tür okullardan mezunlara üniversite kapıları açılmazdı. Ben de bir an önce hayata atılmak istiyordum. Bir arkadaş tavsiyesiyle bu işe girdim.


Mağaza mı açtınız?
Hayır, işe ilk olarak çantada pazarlama yaparak başladım. İstanbul’dan mal alıp, Anadolu’da pazarlamaya başladım. 5 yıl Anadolu’yu karış karış gezdim. Hiç durmadım. Uzun yıllar toptancılık yaptım. Turizmin gelişmesiyle özellikle Antalya Bölgesi’ndeki işlerimiz arttı. Bölgede büyük toptancılık sürecini geçirmek bize çok şey öğretti. Genelde Avrupalılar’a mal satıyorduk. Neleri beğendiklerini, kalite ve tasarım anlayışlarını zamanla öğrendik.


Toptancılığı ne kadar sürdürdünüz?
1997 yılına geldiğimizde hem iç piyasada, hem dış piyasada hem de turistik bölgelerde işlerimiz iyiydi. Perakende sektörüne girmeye de 1997 yılında karar verdik. Kendi konseptimiz içinde Storks mağazasını kurduk. Önce iç piyasada mağazalaşmaya başladık. Anadolu’da daha önce çalıştığımız esnaflarla işbirliklerimiz başladı.


En büyük mağazanız Antalya’da değil mi?
Evet. 2003 senesinde de Antalya’da büyük bir mağaza yaptık. 7400 metrekare mağaza açtık. Acentaların getirdiği turistleri gruplar halinde almaya başladık. Antalya’da 11 otel mağazamız var şu anda.


Toplam kaç mağazanız oldu?
Toplam 74 mağazamız var. Odesa ve Moskova’da da mağazamız var. Almanya, Dubai ve İsviçre’de firmalarımız var.


Elmas bizde Osmanlı’dan kalma bir gelenek


Son yıllarda Türkiye’de elmas satışlarında artış oldu. Eskiden bu kadar çok firma yoktu bu işleri yapan. Sürekli pırlanta reklamları yapılıyor. Gerçekten de satışlar çok arttı mı?

Elmas ya da pırlanta Türkiye’de aslına bakarsanız eski gelenek. Osmanlı zamanında da var. Ama elit kesimler buna meraklı. Zengin aileler ve saraydakiler meraklısı taşların. Anadolu’da ise önde gelenler aileler meraklı. Bizde sıkı bir takı geleneği var. Düğünler ve doğumlar da takılar hiç ihmal edilmez. Ancak son yıllarda 10-12 yıl önce dünyada büyük elmas kuruluşu olan De Beers Türkiye’de ofis açtı. Onların amacı elmas tüketimini Türkiye’de artırmaktı. Bir takım tanıtım faaliyetlerine başladılar. De Beers pırlanta tanıtım faaliyetlerini agresif biçimde yaptı. Türk halkının kafasına pırlantayı yerleştirmeyi başardı.


Ne kadar arttı satışlar?
Belki yüzde 50-60 arttı. Dolayısıyla sektörün bir kesimi de böyle bir pazarlamadan faydalandı. Altın takı üretenler de taş işine girmeye başladılar. Biz başından beri yani 1971 yılından bu yana elmasla uğraşıyoruz. Bilgi birikimimiz bu konuda iyi.

Bir kırattan fazla mücevherlere çift sertifika lazım


Pırlanta alırken sertifikanın mutlaka olması gerekir değil mi? Ama şu anda herkes sertifika vermiyor...

Sertifika önemli. Firmanın sertifikası mutlaka olmalı. Ayrıca Gemotoloji Laboratuvarı’ndan da belge alınmalı. Sertifikada ürünün özellikleri, kıratı olmalı, kesimi, içeriğiyle ilgili belge olmalı. Biz her seferinde veriyoruz. Bir kırat üzeri satışların tümünde hem firmanın, hem de Gemotoloji Labaratuvarı’nın belgesi olmalı.


Türkiye’de bu laboratuvarlardan var mı?
Var ama bu belgeleri veren firmalar da farklı farklı. Standart değil. Bazı sertifikalar daha az güvenilir. Türkiye’de bir tane var. Dünyaca kabul edilmiş bir labaratuvar değil. Biz, 1 kırat üstü taşların sertifikalarını Belçika’dan alıyoruz. Müşterilere önerim bunu mutlaka istemeleridir. Ürünün güvenliği için bu şart.


Peki çıplak taş alan var mı?
Çıplak taş alan artık çok az kaldı. Meraklıları ve koleksiyon yapanlar var. Genelde Türkiye’de mücevher olarak alınıyor pırlanta.


Taksitle satış işin ruhuna aykırı

Son yıllarda bir tek taş furyasıdır gidiyor... Taksitle tek taş ya da pırlanta satılmasını doğru buluyor musunuz?

Pırlanta mutluluk için alınıyor olmalı. Böyle kampanyalar ürünün değerini düşürüyor, çabuk ulaşılabilecek bir şey haline geliyor pırlanta. Oysa pırlanta insanların kendilerini farklı hissetmelerini sağlamalı. 12-18 ay taksit çok anlamlı değil. Birliktelikler başlayıp, bitebiliyor bu sürelerde. Sonuçta liberal ekonomide her şey mübah oldu. Biz müşterilerimize bakıyoruz, kemikleşmiş müşterilerimiz var. Onların böyle bir arzusu olduğunu görmüyoruz. Ancak şu anda kriz var. Bazı firmalar dik duramıyor, nakit ihtiyaçları var. Herkesin var aslında da bazıları ancak böyle bir çare buluyor.


Siz krizi nasıl yaşıyorsunuz, nasıl etkilendiniz? Mücevherlerini getirenler var mı?
Biz sattığımız ürünlerin geri gelmesiyle ölçümleme yapıyoruz. Değerli bir taş var sonuçta. Son krizde şu ana kadar yüzde 1 geri dönüş gördük. Etkilenme noktası henüz mücevherlerini satacak noktaya getirmedi insanları gibi geliyor bana. Artabilir de sorunlar, bu şekilde devam da edebilir.


Ya satışlarınız?
Satışlarımız bir süredir tamamen durdu. Çok az alışveriş yapan var. Parası olanlar da psikolojik olarak etkilendiler. Alacakları varsa da almıyorlar, zaten bu psikolojik bir süreç.


Sevgililer Günü nasıl geçti? Çok reklam yapıldı...
Sevgililer Günü’nde entresan satışlar oldu. Bu ürünleri alacak kesim aslına bakarsanız alıyor, tetiklenmesi lazım o kadar. Ama genel olarak bakarsak, bu yıl kayıp yıl olacak.


Mücevher konusunda Avrupalı’dan hesaplıyız


Sizin müşterilerinizin çoğunluğu yabancı mı?

Müşterilerimizi de iki kategoride görmek lazım. Antalya ve İstanbul’daki müşterilerimizin yüzde 90’ı yabancı. Yüzde 85’i Avrupalı. Yüzde 15’i de Rusya, Ukrayna, Kazakistan... Türkiye içinde de Anadolu’nun her yerinde yerli müşteriyle çalışan bir yapımız var. Turizm sezonu başladığında durumu göreceğiz. Daha önceki krizlerde de çok etkilenmedik biz.


Ama 2001 krizi global bir kriz değildi. Şimdi farklı bir ortam...
Avrupalı’nın tatil kültürü var. Bizim gibi değiller. Mutlaka tatil yapıyorlar. Avrupa’da mağazaların kar marjı yüksek. Devlet de bunu destekliyor, çünkü devlet yüksek vergi toplamak istiyor. Gelirleri de yüksek. Türkiye böyle bir ülke değil. Avrupa’dan hesaplıyız mücevher konusunda. Ciromuzun yüzde 50’sini turistler yapıyor. 2008 ciromuz 50 milyon dolar.


2009 beklentiniz neler?
2009’da bu rakamı zor yakalarız, aslında pek de bilmiyorum, sürpriz bir sektör mücevher sektörü.


En ucuz ürününüz, en pahalı ürününüz ne kadar?
300 dolardan başlıyor ürünlerimiz. Tek parça 300 bin dolarlık ürün satmıyoruz. O kadar da yüksek fiyatlı ürün yok bizde. Setler var yüksek değerde olan sadece.


Nereden alıyorsunuz elmasları?
Biz taşların büyük bölümünü Belçika’dan alıyoruz. Çok az bir bölümünü Dubai, Hindistan ve Uzakdoğu’dan alıyoruz. Türkiye’de çıplak taş yok, o yüzden hepsini dışarıdan alıyoruz.


32 ülkede tescilli

Storks’un Türkçe’si; leylekler anlamına geliyor. Muammer Alkım, Storks adını seçmelerinin nedenini de şöyle anlatıyor: “Dünyada bütün firmalar hayvan logolarını marka olarak tescil ettirmişlerdi. Mesela; Lacoste’un timsahı, Cartier’in kaplanı, De Beer’s’in arısı gibi. Biz de bunu uygun bulduk. Sonrasında Leylek markasını, ABD dahil 32 ülkede tescil ettirdik.”
Muammer Alkım, mağazalarında sadece kadınların değil, erkeklerin de ilgisini çekebilmek için başta Rolex olmak üzere dünyanın en iyi 20 saat markasının da satışını yapıyor.

Başka takımdan olsa vermezdim

Muammer Alkım’ı Cevahir Alışveriş Merkezi’ndeki mağazasını alışveriş merkezindeki çocuk ölümlerinden sonra kapatan iş adamı olarak hatırlamış olabilirsiniz. Cevahir Alışveriş Merkezi’nde yaşanan ilk kazadan çok etkilenen Alkım, ikinci kazadan sonra Storks mağazasını kapattı. “O dönemde kızımın kızı oldu, yani dede oldum. Çok etkilendim ve mağazayı kapadım. Alışveriş merkezinin önlem alması gerekiyordu” diyor. Alkım’ın kızı Şifo Mehmet’le evli. Alkım da Şifo Mehmet gibi Beşiktaşlı. “Başka takımdan olsa kızmı vermezdim” diyor.

Yükte hafif pahada ağır bir şey

Siz bu sektördeki kayıt dışı ile ilgili kitap yazdınız. Türkiye’deki elmasların ne kadar kaçak?
Bunu herkes biliyor. Hükümet de biliyor. Kayıt dışından çıkmak için yapılması gerekenler var. Yüzde 70’i, hatta daha fazlası kaçak. KDV meselesi önemli bu konuda. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir KDV yok. Türkiye’de pırlantadaki KDV meselesi üzerinden populizm yapılıyor. Yükte hafif, pahada ağır bir şeyden söz ediyoruz. Bunu takip etmek mümkün değil.


Elini kokunu sallayarak Türkiye’ye taş sokuluyor mu?
Evet. X-Ray cihazları görmez taşları. Bir sigara paketi içine değerine göre 15 bin dolarlık da 1 milyon dolarlık da taş koyabilirsiniz. Bu kadar basit. Üzerinde ne etiket var, ne de bir seri numarası. Bu yüzden kontrol etmek zor. Bunu herkes biliyor. Bu yüzden de ülkeler önlem alıyor. Türkiye’de uygulanan KDV bu yüzden anlamsız. Sektörü iyice kayıt dışına çekiyor.


Diğer ülkelerde durum nasıl?

Belçika sıfır KDV alıyor. AB göbeğinde niçin bunu sıfır yapmış? Tek nedeni var, bazı ürünleri denetleyemiyorsanız, en azından sıfır KDV ile kayıt içine alırsınız. Ürün bazında üretildiğinde KDV eklersiniz, o zaman hem kayda almış olursunuz hem de katma değer yaratırsınız. Hükümetin bu KDV uygulaması sektörü kayıt dışına itiyor. Ben kayıt içi çalışacağım deyince haksız rekabette kalmış oluyorum. Önce hükümet sektörü kayıt dışına iten nedenleri düzeltecek.

Yazının devamı...

‘Yerel seçimlerden sonra işsizlik artabilir’

Türkiye’nin önde gelen giyim markalarından Sarar’ın patronu Cemalettin Sarar, yerel seçimlerden sonra tedbirli olmak gerektiğine dikkat çekti. Sarar, “Bu seçimler Türkiye’yi etkiledi. Seçim sonrasında işler durma noktasına gelebilir. İşsizlik artabilir” uyarısında bulundu. Kriz ortamında bacanın tütmesi için uğraştıklarını kaydeden Sarar, “Baca tütsün, işçi çıkarmayalım diye neredeyse kâr etmeden üretip satıyoruz” dedi.

Erkek giyim denildiğinde Türkiye’de ilk akla gelen markalardan biri olan Sarar’ın patronu Cemalettin Sarar’la İstanbul’da Nişantaşı mağazasında buluştuk. Eskişehirli firma Sarar’ın patronu Cemalettin Bey de yarı İstanbullu olmuş durumda. İşler nedeniyle, Sarar’ın dışa açılan yüzünü büyütmek sevdasıyla Eskişehir, İstanbul ve Amerika’dan Hindistan’a kadar koşturuyor.

Malum tekstil sektörü global krizden çok etkilendi. İşin duayenlerinden olan Cemalettin Sarar, hem krizi değerlendirdi hem de Sarar’ı anlattı.

Babanız siz doğduğunuz gün mü kurdu şirketi?

Evet, babam bu şirketi 19 Nisan 1944 yılında kurmuş, benim doğduğum gün ticaret odasına şirketi kaydettirmiş.

Uğurlu bir günmüş...

Kesinlikle. Şirket benimle yaşıt, ben de 6 yaşından beri işin içindeyim.

Siz vali olmak istermişsiniz...

Vali olmak istedim. Babam “Oku, doktor ol, profesör ol, vali ol” dedi ama ben kumaşların arasında büyüdüm, terzi atölyesinde büyüdüm. O atmosferden etkilendim. Sonra, “Esnaf olacağım” dedim. İlkokul sıralarında hep terzi dükkanındaydım. Çok sevdim işi. Hâlâ da çok seviyorum. Sabah 6’da kalkarım. Paydostan sonra da mesaim bitmez. İşime aşık bir adamım.

Nasıl büyüdünüz?

Eskişehir Bayat Pazarı’nda 12 metrekarelik bir dükkanda ortaya çıktı Sarar. Zamanın hazır elbisecileri de oralardaydı. Babam kumaş alır, palto, ceket, pantolon dikerdi.

Babanız Avrupa’dan gelen giysileri söker dikişlerine bakarmış...

İşini çok titiz yapardı. O zamanlar çalışan insanlar kaliteye meraklıydı. Ben ilkokuldayken her gün dükkana uğrardım. “Ağabeycim ne lazım, ceketleri göstereyim” tarzı hep müşterilere hizmet ettim. Ticareti o dönemde öğrendim.

Babanızdan öğrendiğiniz en önemli şey nedir?

İşini en iyi şekilde yapacaksın ve dürüst olacaksın. Tatlı dil çok önemlidir. Ben o küçük yaşımda üşenmez 40 takım elbise çıkarırdım müşterilere. Mutlaka alacak bir şey bulurdu müşteri. Böyle böyle işe iyice ısındık. Babamla beraber İstanbul’a gelirdik. Agop Abi, Salamon Abi... Museviler kumaş tüccarlarıydı. En iyi mal onlarda olurdu. Sultanhamam, Çakmakçılar Yokuşu’ndan çok mallar aldık. 15-20 kişi derken işler büyüdü. Ankara’daki İtfaiye Meydanı’ndan Kızılay’a sonra Çankaya’ya çıktık, şimdi dünyaya mal satıyoruz.

Boss’un katkısı büyük

İlk hamleniz ne zaman oldu?

Biz 1970’lerde atılım yaptık. 100 kişiye çıktık. Şehrin içinde 250 kişi olmaya başladık. Ankara’ya, Kayseri’ye, İzmir’e mal satmaya o yıllarda başladık. Sonra tüm Türkiye’ye sattık. 1980’de Avrupa’ya gittim arabayla... Eski sanayi makineleri aldım. 1980 İhtilali’nde Avrupa’da mal alıyordum. İmalatı büyüttük. Babamın fikriyle OSB’den 35 bin metrekare yer aldık. 1981’de fabrikayı yapmaya başladık. En iyi makineleri aldık. 1983’te Hugo Boss’la çalıştık.

Nasıl oldu bu?

Gelip fabrikamızı gördüler, yaptığımız işleri beğendiler. Onlar da bize çok şey öğretti. 15 yıl Boss’un imalatının yüzde 30’unu yaptık. Fabrikamızı iki katına çıkardık. Hugo Boss’un bize çok katkısı oldu.

Başka ülkelere de ihracat yapıyor muydunuz?

İlk ihracatımız Suriye’ye oldu, 1974’te. Sonra 1980’lerde Macaristan’a yaptık. 1983’ten sonra Avrupa’ya üretime başladık. O gün bugündür büyüyoruz. Yıllarca en büyük ihracatı Boss’a yaptık. Sarar markasıyla da ihracat yaptık.

Farklı markalarınız var...

Evet, Sarar, CCS, Interview, Saratoria adlı markalarımız var.

Türkiye’de kaç mağaza oldu?

118 mağazamız var. Corner’larla 300’ü buluyor.

Son atılımınız Sarar Kadın ve Sarev oldu. Kadın giyimine ve ev tekstiline girmeye nasıl karar verdiniz?

Gözde Sarar var, kardeşimin kızı. O da iyi eğitim aldı. Heves etti. Onu bayan bölümünün başına verdik. Bomonti’deki fabrikamız tamamen kadın giyimi üzerine çalışıyor. .

Sarev...

Özelleştirmeden Sümerbank’ı alınca bir süre düşündük, gömlek üretimine başladık. O fabrikayı modern bir şekle soktuk. Nevresim, havlu, ev ürünleri, perdelik kumaşlar, eşarp ve fular da yapıyoruz.

Rusya’da da hızla yayıldınız...

Rusya’da bayilerimiz var. Yılda 10 milyon dolarlık mal satıyoruz.

Avrupa mağazalarınız ne durumda, krizden etkilendi mi?

Avrupa’daki kendi mağazalarımızda en az ciro 1 milyon euro civarında. Türkiye ile karşılaştırdığımızda aşağı yukarı aynı. Avrupa’da yılda 3 milyon euro yapan mağazamız var, Frankfurt’ta.

Global kriz sizi ne kadar etkiledi?

Çok kriz yaşadık ama bu bir anlam ifade etmiyor. Krize deneyimliyiz ama etkilenmemek mümkün değil. Biz de firma olarak nasibimizi aldık. Fiyatlarımızı indirdik. Müşteriler geldi, “İş yok” dediler. Yani ilk elden alan müşteriler çok mutsuzdu. Biz onlara fiyatlarımızda indirimler yaptık. Onlar da mağazalarda indirime gittiler. Perakende mağazalarında yüzde 40 indirim yaptık. Fabrikamızdan satışta yurtiçi ve yurtdışı alıcılarımıza da yüzde 15-20 indirim yaptık, o kadar.

Siz de yüzde 70 indirim yaptınız mı?

Biz yüzde 70’e varan indirim yapmadık. Biz hemen hemen hiç kazanmadan satıyoruz. Baca tütsün, işçi çıkarmayalım diye neredeyse kâr etmeden üretip satıyoruz. Cirolar artsın diye bunu yaptık.

İşler durabilir

Kriz olsun olmasın Türkiye’de indirimler ve taksitli satışlar rekabet koşullarını sizce nasıl etkiliyor? İndirim yasası olmalı mı?

İndirim yasası olmalı. Eskiden Ticaret Odaları’ndan kağıt alınır, Şubat ayında yapılırdı. Şimdi sezonu açıyoruz, kapıları açıp ilk mallar çok pahalı satılıyor, 15 gün sonra indirim başlıyor. En sonunda 3 al bir öde. Felaket oldu. Tüketici kandırılıyor. Herkes güceniyor. Buna en kısa zamanda son verilmeli.

Kaç kişi çalışıyor Sarar’da?

5 bin kişi çalışıyor Eskişehir’deki tesislerimizde. İndirimimiz de yalancı değil.

Üretiminizin ne kadarı ihraç ediliyor?

Yüzde 35’i ihraç ediliyor. Avrupa’da bizim işletmelerimizde, işbirliği yaptığımız firmalarda düşüş şimdilik yok. Siparişleri de almıştık. Yaz mallarını zaten göndermiştik. 2009 kış sezonu siparişleri gelecek. İnşallah o siparişlerde aksilik olmaz.

Amerika’da da büyüdünüz...

Amerika’da 8 mağazamız oldu, depolarımız da var. Bu krizden yara almadan çıkarız diye düşünüyorum. En büyük sıkıntı girdi maliyetlerinde. Devlet yöresel ve sektörel teşvikler vermeli. Doğalgaz, elektrik çok pahalı. Bir an önce tedbir almalılar.

İktidar krizi başta yok saydı, önlemlerde de çok gecikti. İşsizlik rakamları hızla artıyor. Sizin beklentileriniz neler?

Yerel seçimlerden sonra tedbirli olmak lazım. Bu seçimler Türkiye’yi etkiledi. Seçim sonrasında işler durma durumuna gelebilir. İşsizlik artabilir. Şimdiden bile işsizlik çok arttı. Biz şirket olarak dış piyasaya çok önem veriyoruz. En önemli şey müessesenin bacasının tütmesi.

AVM’lerde kuyruğa girenler şimdi kaçıyor

- Türkiye’de son yıllarda çok alışveriş merkezi açıldı. AVM’ler birbirine yakın, aynı markalar neredeyse hepsinde var. Pasta çok bölündü. Kriz müşterileri etkiledi. Kiralar çok yüksek... Siz de rekabet içinde olduğunuz markalarla girdiniz... Ciro beklentilerinizi karşıladınız mı?

Aynen katılıyorum size. AVM’ler bize zarar verdi. Markalar göründü ama AVM’ler iyi planlanmadı. Kiralar uçtu, çok yüksek oldu. İşler durunca sıkıntı çıktı. Kapanan mağazamız yok ama kapatanlar var, biliyorum 100 euro metrekare fiyatı ödeniyor örneğin, 200 metrekare yer tutmuş, dekorasyona da harcamış. Müşteri yok. Kuyruğa girdi insanlar AVM’lerde, şimdi herkes pişman, kaçmak istiyor. Çok yerde sorun var. Ben kapatmak istemiyorum, AVM’lere mesaj verdik, “Hepimiz aynı gemideyiz” dedik. Bazıları kira indirdi. İndirim yapanlara, ciro üzerinden alanlara teşekkür ediyoruz. Herkes elini taşın altına koymalı.

Beylikdüzü’nde otel ile Spa projemiz var

Sizin satışlarınız düştü mü?

Satışlarımız düşmedi ama indirim olduğu için kârımız yok.

2009’da yeni mağaza açacak mısınız?

Biz yatırımlara devam ediyoruz. Krizden korkmuyoruz. Yalnızca tedbirli gidiyoruz. 2009’da yurtdışı ve yurtiçinde mağaza açacağız. Ankara’da Kızılay’da 10 gün sonra mağaza açacağız.

Başka yatırımlarınız olacaktı...

Otel düşüncemiz var, Spa Merkezi düşüncemiz var. Eskişehir’de eski otogarı aldık. Beylikdüzü’nde otel yapma fikrimiz var.

Kurumsallaşmayı tam sağlayamadık

Cemalettin Sarar, “Siz tam bir aile şirketisiniz. Kurumsallaşma da önemli değil mi?” soruma, “Ben de çoluk çocuk yok, kardeşlerin çocukları ve 5 bin çalışanım çocuğum gibi” cevabını verdi ve devam etti: “Ailece çalışıyoruz. Kardeşlerimin çocukları da bizimle birlikte. Biz kurumsallaşmayı, profesyonelliği tam yapamadık. Üç kardeş hep işimizin başındayız. Getirdiğimiz profesyonel yöneticiler oldu zaman zaman ama performanslarını beğenmedik.”

Yazının devamı...

Doğa Derneği’nden belediye başkan adaylarına ‘çevrecilik’ testi

Yerel seçim yaklaşıyor. Adaylar ortaya çıktı. Adayların projelerini duymak isteyenlerin işi kolay değil. Oy hesabıyla yapılan yardımlar ve yolsuzluklar daha çok konuşuluyor.

Oysa yerel hizmetler hayatımızı değiştiriyor. Günlük yaşam koşuşturması içinde ‘insanca’ yaşayıp yaşamayacağımız bu hizmetlere bağlı.

Geçen yıl Fransa’dan gelen bir konuğumla Boğaz’da sahilde yürürken kaldırım çalışmaları yapılıyordu. Bu çalışmaların hangi düzende yapıldığını herhalde anlatmama gerek yok. Bu toprakların çocukları olarak biliyoruz. ’Aman dikkat et, ben 5 yıl önce yine buralarda yapılan bir kaldırım düzenlemesi sırasında sabah yürüyüşü yaparken ayağımı kırdım, tam yerine oturtulmayan bir kaldırım taşı yüzünden’ dedim. Fransız şaşırdı. Bana, “Belediye’ye dava açtın mı?” diye sordu.

‘Açsam da sonuç alamam, burası Türkiye’ demeye utandım.

Şimdi düşünüyorum, birebir hayatımı etkilediğini düşündüğüm belediye hizmetlerindeki yetersizliklerini yazsam, bu sayfa yetmez.

En iyisi ben, henüz elime ulaşan Doğa Derneği’nin bir çalışmasını size aktarayım.

Belediye Başkanlarımız doğa dostu mu, bilmiyorum. Parkları lalelerle donatmakla çevreci olunmadığını da eklemek isterim. Belediye Başkanları acaba Doğa Derneği tarafından hazırlanan bu sorulara yanıt projeler geliştirdiler mi, merak ediyorum.

Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Susuzluğun ve diğer çevre sorunlarının Türkiye ve dünyada daha da önemli boyutlara ulaşacağı önümüzdeki beş yılda, seçeceğimiz belediye başkanının doğayla ilgili vizyonu büyük önem taşıyor. Çünkü belediye başkanları her gün biraz daha ısınan dünyamızda çocuklarımızın nasıl bir gelecekte yaşayacaklarını belirleyen kişiler arasında yer alıyor. Mart ayındaki tercihimizi, yalnızca bugünü değil, çocuklarımızın geleceğini de düşünerek yapmalıyız’ diyerek, başkan adaylarında aramamız gereken on maddelik bir kriter listesi hazırlamış.

Buyrun o listeye;

- Doğal alanlar: Seçim bölgeleri içinde yer alan içme suyu havzalarını ve oksijen kaynağı olan doğal alanları nasıl koruyacaksınız? Yasadışı yapılaşma ile mücadele stratejiniz hazır mı?

- Çöple mücadele: Seçim bölgelerinden çıkan çöpün geri dönüşümü için nasıl bir planınız var? Kağıt, plastik ve elektronik atık gibi doğaya ağır maliyeti olan maddeleri ekonomiye yeniden nasıl kazandıracaksınız?

- İçme suyu: Bölgenizdeki içme suyunun kalitesini nasıl yükselteceksiniz? Başka havzaların suyunu taşımadan içme suyu sağlamak için projeleriniz neler?

- Doğa koruma alanları: Seçim bölgenizdeki insanların doğayla buluşması ve onu tanıması için nasıl bir vizyonunuz var? Bölgeniz yakınlarındaki önemli doğa alanlarında ziyaret alanları kurmayı düşünüyor musunuz?

- Ekoturizm: Bölgenizdeki doğal ve kültürel kaynak değerlerinin ekoturizm yoluyla korunması ve bölge halkına gelir getirmesi için bir planınız var mı?

- Sağlıklı beslenme: Bölgenizde sağlıklı organik ürünlerin tüketilmesi için bir vizyonunuz var mı? Bölge halkının kendi sebze meyvesini yetiştirebileceği küçük tarım alanları oluşturacak mısınız? Organik ürünlerin bölgenize daha kolay ulaşması için somut projeler (ekolojik pazarlar vb.) geliştirecek misiniz?

- Enerji ve su tasarrufu: Bölgenizdeki insanları enerji ve su tasarrufu konusunda nasıl teşvik edeceksiniz? Bu konuyla ilgili yerel kampanyalar planlıyor musunuz? Güneş enerjisi gibi doğa dostu enerji üretimi şekillerini yaygınlaştırmak için çalışacak mısınız? Park ve bahçelerde damla sulamaya geçecek ve az su tüketen yerli bahçe bitkilerini tercih edecek misiniz?

- Biyolojik çeşitlilik: Bölgenizde yaşayan doğal canlı türlerinin korunması ve tanınması için ne gibi çalışmalar yapacaksınız? Çocukların doğadaki canlıları tanımaları için ne gibi imkanlar sağlayacaksınız?

- Sokak hayvanları: Bölgenizdeki sokak hayvanlarının korunması için nasıl bir çalışmanız var? Hayvan barınakları kuracak mısınız?

- Kültürel miras: Geleneksel mimarinin korunması ve doğa dostu yapılaşma biçimi olarak yaygınlaşması için bir hedefiniz var mı? Bölgenizdeki tarihi eserler için planlarınız neler?

Yazının devamı...

‘Kriz döneminde eğitim öne çıkıyor dershane kayıtlarımız % 30 arttı’

Üniversiteye hazırlık için gittiği Uğur Dershanesi’nde önce öğretmen sonra patron olan Enver Yücel, bugün dershaneleri, Bahçeşehir Koleji ve Bahçeşehir Üniversitesi ile eğitim sektörünün önemli gruplarından birinin başında. 2009’da 1.700-2.000 kişiye istihdam sağlamayı planlıyor. Küresel krizi değerlendiren Yücel, “Krizin herkesi etkileyeceği çok açık. Ama bizim de yapacaklarımız var. Üniversite bazında agresif pazarlama stratejisiyle krizi aşabiliriz. Yabancı öğrenci çekmek için özel çalışmalarımız var. Kriz döneminde eğitime ilgi artar. Önümüzdeki yıl için dershane kaydı başladı, % 30 artış var” dedi.

Enver Yücel, Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı, Uğur Dershaneleri’nin sahibi. 33 yıllık eğitimci... Giresunlu. Lise eğitimi almak için geldiği İstanbul’da hayat onu eğitimci yapmış. Doğrusu hayatta hiçbir şey tesadüf değil! Üniversiteye hazırlık için girdiği Uğur Dershanesi’nde eğitim alırken, sınıfta kalmış, çalışmak zorunda olmuş, dershanede çalışmaya başlayıp, daha sonra da dershaneyi bir öğretmen arkadaşıyla almış. Aynı zamanda da üniversitede matematik eğitimi almış. Şimdilerde Anadolu’ya yayılan 150 şubesi olan Uğur Dershaneleri, sayısı 17’i bulan Bahçeşehir Kolejleri ve Bahçeşehir Üniversitesi’nin sahibi.

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Giresunlu 6 çocuklu bir ailenin çocuğuyum. Ağabeyim benden önce gelmişti İstanbul’a. Babam hepimizin iyi eğitim almasını istedi. Babam çiftçiydi daha sonra ticaretle uğraştı. Çalışkan bir adamdı. Girişimci ruhu vardı, sanırım ben de o ruhu taşıdım. İlkokul ve ortaokulu köyde okudum. Ailem beni iyi eğitim için Haydarpaşa Lisesi’ne yatılı gönderdi. İyi bir üniversiteyi kazanmak için Uğur Dershanesi’ne gittim. O zamanlar dershaneler küçüktü. 3 odalı bir dershaneydi. O zaman yakınım olan bir matematik öğretmeni de bu dershanede çalışıyordu. Ben o yıl sınıfta kaldım.

Sonra o dershaneyi alıyorsunuz...

Evet. Babam sınıfta kalınca çok kızdı, ’Çalış’ dedi. Ben tesadüfler sonucu aldım dershaneyi. Sonra üniversitede matematik okudum. Eğitimi sevdim. Zaman içinde büyüttük dershaneyi.

Sizde kolej kurma fikri nasıl oluştu?

1984 yılında bunu düşünmeye başladım. 1994’de Bahçeşehir Koleji’ni kurdum. Okul kurmaya karar verdiğimde Bahçeşehir yeni gelişiyordu. Biliyorsunuz böyle yerlerde okullar da cazibeyi artırıyor. Çok süratli bir gelişme oldu. Kaliteli bir eğitim verdik. Amerika’da söylenir, oradaki okul kaliteliyse oradaki ev fiyatları da artar. Okul için o semte gelenler oldu. Gözde bir okul oldu Bahçeşehir Koleji. Sonra Anadolu’ya açıldık.

Bu sürede Uğur Dershaneleri de devam etti büyümeye...

Evet. Dershaneleri de Anadolu’ya açtık. Türkiye’de 150 şubesi var dershanemizin. 12 dershane İstanbul’da diğerleri Anadolu’da. Diyarbakır’dan Çanakkale’ye kadar dershanemiz, binlerce öğrencimiz var.

ABD’de dershane açtı

Yurtdışında da dershane açtınız değil mi?

Evet, ABD’de 2004 Ocak ayında Washington’da Uğur Education’ı kurduk. Şu anda ABD üniversite giriş sınavı SAT için öğrenci yetiştiriyoruz. 2.600 öğrencimiz var Amerika’da.

Bahçeşehir Kolejleri’nin sayısı da artacak mı?

17 noktada okul açtık. 3 yıl içinde bu rakamı 50’ye çıkarmak istiyoruz. 150 milyon dolarlık yatırım öngörüyoruz. Bu yatırımları kısmen yerel ortaklarla yapıyoruz. 3 yıl içinde bu yatırımları hayata geçireceğimizi düşünüyorum. Türkiye’de okul öncesinden liseye kadar eğitim alanında faaliyeti sürdüreceğiz.

Dershane, kolejden sonra üniversite kurmak kaçınılmaz mı oldu sizin için?

Üniversitemizin eğitim kurumlarımızı taçlandıracağını düşündüm. 1996’da çalışmaya başladık. 1998’de kurduk. Çok zorluk çektik. En büyük sorun zihniyet Türkiye’de. Vakıf üniversitesi bunlar, özel değil. Ben özel üniversite olmasını da savunuyorum. Eğitim adil ve eşit olup her yerde olmalı. Devlet haksız rekabet ortamını ortadan kaldırmalı. Şu anda haksız rekabete yol açan devlet. 10 bin öğrencisi var üniversitemizin. Yurtdışındaki üniversitelerle işbirliği yapıyoruz.

Global kriz sizi etkiledi mi?

Kriz şu anda etkilemedi. Çünkü kriziden önce kayıtlar bitti ama önümüzdeki yıl aileler etkilenecek.

2001 krizinde yaşanmıştı, aileler çocuklarını kolejlerden almıştı. Bu yine yaşanacak mı?

Krizin herkesi etkileyeceği çok açık ortada. Ama bizim de sektör olarak yapacaklarımız var. Üniversite bazında agresif pazarlama stratejisiyle krizi aşabiliriz. 2001 krizinde ben dershanelerimi Anadolu’ya açtım. Kriz dönemlerinde eğitime olan ilgi artar. Önümüzdeki yıl için dershane kaydı başladı, yüzde 30 artış var. Özel okuldaki aileler elbette etkilenecek. Üniversite bazında dünyaya açılıyoruz. Yabancı öğrenci çekmek için özel çalışmalarımız var.

Çinli ve Hintli gelmeli

Komşu ülkelerden mi öğrenci alıyorsunuz?

11 Eylül’den sonra Arap dünyasından öğrenciler Amerika’ya eğitim için gidememeye başladı. Biz bu yıl Ürdün ve Irak’tan öğrenci aldık. Çin ve Hindistan’dan öğrenci almalıyız. Japonlar’la bir işbirliğimiz var. İpekyolu Üniversiteler Birliği kurulması için çalışıyoruz. Bunu sağladıktan sonra daha çok yabancı öğrenci alacağımızı düşünüyorum. Üniversitelerin global krizden etkilenmemesi için alınacak tedbirlerde devletin de yardımcı olması. Biz yatırım yapıyoruz, öğretmenlerin maaşlarını ödüyoruz, öğretmenlerin maaşlarından vergi alıyor devlet. Bunu almaması lazım.

Yeni modelimiz: Öğrenci işini okurken bulacak

Türkiye’de eşit eğitim hakkından söz etmek mümkün değil ne yazık ki. Sizce devlet nerede yanlış yapıyor?

Dar gelirli aile çocuğuna iyi eğitim verdiremiyorsanız demokrasiden söz edemezsiniz. Devlet sürekli üniversite açıyor. Okul öncesi eğitime destek olmuyor. Devletin üniversiteden önce okul öncesine ve ilköğretime yatırım yapması lazım. Özellikle bu çağlardaki çocukların eğitim olanakları eşit olmalı. Eldeki para öncelikle adil ve eşit okul öncesi eğitim ve ilköğretime harcanmalı. Dünyadaki eğitime ayrılan payın harcanması Türkiye’yle tam tersi. Biz yukarıdan başlıyoruz, onlar aşağıdan. Bu neden oluyor? Popülist politikalar nedeniyle böyle oluyor. ’Üniversite açtım’ demek, daha gösterişli!

Üniversiteli işsiz sayısı da her geçen gün artıyor...

Biz şu anda okullarımızda diploma veriyoruz. Öğrenci diplomayı alınca işi bitiyor. Bu sene Bahçeşehir Üniversitesi yeni model getiriyor. Öğrenci mezun olurken işini bulmuş ya da kurmuş olacak. Biz öğrencimize “Almanya’da 6 ay çalış, kendini kabul ettir, git Tokyo’da çalış” diyeceğiz. Profesyonelce çalışmasını sağlayacağız. Mevcut staj mantığı çok yanlış. Yale Üniversitesi’nin ofis direktörü geldi, kendi öğrencilerine uygun iş yeri baktı. Öğrencilere kuluçka ortamını sağlamamız lazım. İşini arayan, işini kuran öğrenci sayısını artırmalıyız.

Batman’da 12 milyon TL’lik yatırım için 2 yıldır bekliyoruz

Yeni yatırımınız olacak mı?

Kriz döneminde eğitimci olarak bir önerim var. Eğer mevcut bürokratik engeller azalsa, kriz aşmada bu bir araçtır diye düşünüyorum. Benim grubum kalkınmada öncelikli illerde özel okul açmak istiyor. Batman’da Bahçeşehir Koleji açmak istiyoruz 2 yıldır. 12 trilyon yatırım yapacağız. Devletten arazi tahsisi bekliyoruz. Urfa’da okul yapmak istiyoruz, yine arazi tahsisini bekliyoruz. Boğaz kenarında arazi istemiyoruz ki. 2009’da Bahçeşehir Kolejleri ve Uğur Dershaneleri olarak 1.700-2.000 kişiye yeni istihdam sağlayacağız, iş alanı yaratacağız.

BİLİM ADAMI YETİŞTİRMEK İÇİN ÖZEL LİSE AÇILDI

Enver Yücel, Fen ve Teknolojisi Lisesi de açmış. “Bu lise, bilim insanı yetiştirme projesi desek, doğru olur mu?” soruma, “Türkiye bilim adamına yatırım yapmalı. Bunun yolu güçlü eğitimden geçiyor. Bu liseyi kurarken ABD’deki bazı okulları örnek aldık. Okulun derslerinin yüzde 20’sine üniversite hocaları giriyor. 900 bin öğrenci arasında ilk 500’den burslu ve yatılı öğrenci alıyoruz. İlk yıl 48 öğrenci aldık. Bu sene ilk 200 öğrenciden aldık. Çok başarılı öğrenciler. Eğitim hayatımda yaptığım en iyi iş bu diye düşünüyorum. Bu proje için bina dışında 4 milyon dolarlık yatırım yaptık” yanıtını verdi.

Yazının devamı...

‘Otomotivde dur-kalk yapıyoruz tek vardiyayla ancak bir haftalık üretimi taşıyabilecek sipariş var’

Krizin Türkiye’ye geç geldiğini belirten Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Kibar, krizin etkilerinin Mart ayında çok daha fazla görüleceğini söyledi. “Fabrikanız varsa üretime son veremezsiniz” diyen Ali Kibar, “Otomotivde dur-kalk yapıyoruz. Sektörde tüm fabrikaların durumu aynı. Bir vardiyayla, maksimum bir haftalık üretimi taşıyabilecek sipariş trendi var şu anda. Tek vardiya, maksimum bir hafta, 15 günlük üretim yetiyor. Pamuk tarlası gibi elinde stok biriktirenler var. Çok zor bir durum. Krizi, Mart’ta daha çok hissedeceğiz” uyarısını yaptı

Global ekonomik krizin etkisini 2010 yılına kadar sürdüreceğini söyleyen Hyundai - Assan Başkanı, Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Kibar, “Kriz sürecinde şirket birleşmeleri yaşanabilir, otomotiv üretiminde de köklü değişiklikler olabilir” dedi. 24 yıllık işadamı Ali Kibar’la sohbeti Hyundai Genel Müdürlüğü’nde yaptık. Keyfinin hayli kaçık olduğunu söylememe gerek var mı, bilmiyorum. Global krizin otomotiv sektöründe yarattığı deprem malum.

Kibar, sohbetimiz sırasında Güney Koreli Hyundai’nin yanı sıra holding bünyesindeki otomotiv yan sanayi, gıda, alüminyum, galvaniz, demi-çelik gibi sektörlerle ilgili de değerlendirmelerde bulundu. Ve röpottajı noktalarken ekledi: “Her şeye rağmen moralleri yüksek tutmak bu dönemlerde çok önemli. Umutsuz olmamak lazım.”

Krizde sanayici olmak zor

Global krizin etkisiyle zor bir dönem geçiriyorsunuz.

Evet. Gerçi Türk işadamları olarak her 5-6 yılda bir krizle mücadele etsek de, bu zorlukları ortadan kaldırmıyor. Üstelik bu kriz ithal ettiğimiz, tüm dünyayı etkileyen bir kriz. Bu derecede büyük bir krizde sanayici olmak en zor iş. Şu anda önümde çok büyük bankaların kriz öncesi ve kriz sonrası durumlarını gösteren tablolar var. Değer kayıpları inanılır gibi değil. Sıkıntılı bir dönem. Yalnızca bizim sektörümüzde değil inşaat, tekstil gibi sektörlerde de büyük sıkıntı var. Üretim yok, satış yok, diyebiliriz, kısaca.

Üstelik Türkiye’de krizin daha tam olarak hissedilmediğini söyleyenler de var. Sizce krizin neresindeyiz?

Krizi, Mart’ta daha çok hissedeceğiz. Olayları realist ölçümlemeliyiz. Biraz geriye gidelim. Uzun zaman sanalda, yani kağıt üzerinde yüksek kazançlar hesaplandı. Gerçekler çok farklıydı. Türkiye için geriye dönüp baktığımızda özelleştirmeler çok zamanında yapıldı. O yerleri alanlar şu anda asla o paraları verecek durumda değil. Türkiye’de Ekim ayından itibaren krizin etkilerini yavaş yavaş hissetmeye başladık.

Birçok ülkede paketler açıklandı. Türkiye’de ise bir süre krizin bizi etkilemeyeceği dahi söylendi...

Kamunun elinde atacağı fişek yok. Reel sektöre yansıtabileceği kaynağı yok Türkiye’nin. Sıkıntı buradan da kaynaklanıyor. Birtakım ülkeler iç pazarlarını büyüterek süreci geçiriyor. Biz bunu yapacak güçte değiliz. Cari açığımız çok yüksek.

Siz 2007 yılındaki bir konuşmanızda krizin geleceğini söylemişsiniz. Neye dayanarak bu tespiti yapmıştınız?

Kriz Türkiye’ye geç geldi. Kriz Avrupa’da 2007 yılının birinci çeyreğinde başladı. Ben o zaman söyledim. Zaman içinde yayılan bir etkileşim süreci oldu. Kötü alacaklar denilen ürünler ve bunların bilançolara yansıması Amerika’da başladı, sonra Avrupa’da bunun kuvvetli sinyalleri görüldü. Amerikalılar’ın bu alacaklarını Avrupa ve Uzakdoğu’ya sattıkları zaman içinde ortaya çıktı. Avrupa 2008’de tatile gidene kadar krizi tam olarak hissetmedi. Hatta hammadde gruplarında fiyatlar halen artıyordu. Durgunluk Avrupa tatile girince daha net görüldü. Ana sanayilerde, tüketici odaklı sanayilerdeki duraklama ortaya çıktı. Türkiye’den tedarik içinde olanlar “Bakalım, görelim” sürecine girdi. Herkes elindeki stoklardan kurtulma telaşına düştü. Yapılan üretimler de anlamsız hale geldi. Ve üretim az miktarda yapılırdı. Endüstride 4.5 aylık ortalama stokla çalışılırken, düşen taleple stok temizlenme süreci 7-8 aya çıktı. Hammadde girdisi olmadan 7-8 ay satış yapıldı. Yeni üretecekler üretmedi, üretimin hammadesi zaten pahalı, bilançolarda sıkıntılar ortaya çıktı.

Farklı sektörlerde faaliyet gösteriyorsunuz. Bu sektörler içinde krizden en çok etkilenen otomotiv. Siz üretime devam ediyor musunuz?

Üretime devam ediyoruz. Fabrikanız varsa üretime tamamıyla son veremezsiniz. Otomotivde dur-kalk yapıyoruz. Genelde sektörde fabrikaların durumu aynı. Bir vardiyayla, maksimum bir haftalık üretimi taşıyabilecek sipariş trendi var şu anda. Bir vardiya, maksimum bir hafta, 15 günlük bir üretim yetiyor.

Stoklar da hızla arttı...

Pamuk tarlası gibi elinde stok biriktirenler var. Çok zor bir durum.

Müşteri talebinde ne kadar düşüş var? Kredi olanakları da eskisi gibi değil.

Eskiden 10 kredi talebinin 7’si satış olarak realize edilebiliyordu. Şu anda 10 kredi talebinin bir tanesine bankacılık sistemi olumlu cevap veriyor. Daralma çok ciddi boyutlarda. Ve inanın daha kriz yumuşak hissediliyor. Dediğim gibi Mart ayı daha kötü geçecek. Çünkü Uzakdoğu’da ay yılı olarak dönemler tespit ediliyor. İlk çalışma günü Şubat ayının başı. Çin, ay yılını kullanıyor. Oradaki önlemler daha yeni yeni açıklanıyor. Oradaki kötümser hava global ortama yansıyacak. Çin, yüzde 5 büyümeye çalışacak. Çin’in en büyük müşterisi Amerika ve Avrupa. Amerika bu büyümeyi gerçekleştirebilir mi? Bence hayır.

Çin gerçekleştirir mi?

Bence zor. AB Komisyonu yüzde 1.5’luk büyüme beklentisi açıkladı 2009 için. Ben ’eksi 1’ diyorum.

Piyasalar 2010’da hareketlenir

Türkiye için öngörünüz nedir?

Türkiye inşallah sıfırı muhafaza eder. İyi tahminler yapanlar var ama ben gerçekçi bulmuyorum.

Hyundai’nin Güney Koreli bir firma olmasının avantajı var mı bu krizde?

Güney Koreli bir firmanın Uzakdoğulu başka ülkelere göre avantajı var. Japon yeninin dolara karşı değer kazandığı dönemde, Kore para birimi yüzde 35 civarında değer kaybetti. Avrupalı markalara göre de avantajları var. Global rekabette Hyundai’nin göreceli avantajı var.

Fiyatlarınız ne kadar düştü?

Verilebilecek tavizin tümünü vermiş durumdayız. Bundan daha düşük olamaz.

Kriz ortamından ne zaman çıkılır? Bu konuda bir öngörünüz var mı?

2010’da ancak hareketlenir piyasalar. Türkiye’de 2011 yılını bulur diye düşünüyorum. Bu arada şirketler arasında birleşmeler ve yeni alımlar olabilir. Gelir gider kaynakları değişecek. Piyasa kendi dengesini her zaman oluşturur. Küçükler birleşir. Bu arada Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin krizin aşılması durumunda hızla toparlanacağını düşünüyorum. Bu yüzden de her şeye rağmen moralleri bozmamak lazım.

Otomotiv dışında diğer sektörlerde hazırlıklıydık

KİBAR Holding bünyesinde Susurluk’ta salça üretimi yapılıyor. Ketçap üretim ve ihracatında Türkiye’nin en büyük firma Kibar Holding’in bünyesinde. Türkiye’deki en büyük folyo üretimini de Kibar Holding yapıyor. Eski NASAŞ’ı, TMSF’den alan Kibar Holding, Tuzla ve Dilovası’ndaki tesisleriyle Avrupa’daki 5’inci büyük firma.

Ali Kibar, “Otomotiv dışındaki sektörlerde durum nasıl” soruma şu cevabı verdi: “Gıda pek etkilenmedi. Aslına bakarsanız otomotiv hariç diğer sektörlerde krize hazırlıklıydık. Demir-çelik sektöründe yaz başında bazı çalışanlarımıza, ‘Tatili uzat, yeni işe girmeyeceğiz’ diyerek tedbir almıştık. Bizim etkilenme oranımız o yüzden farklı. Kendi bünyemizi sağlıklı tutma imkanımız oldu.”

Kriz otomotiv üretiminde değişim yaratacak

Kriz, otomobil bantlarında değişim yaratacak mı? Hibrit araç üretimi artabilir mi? Bunun gibi gelişmeler olabilir mi?

Hyundai bu gelişmelerde öncülük yapan bir şirket. Bundan sonra değişim olacak. Motor ve şanzıman aktarım organlarında değişiklikler gündemde. Arabaların ağırlıklarıyla ilgili çalışmalar var. Sac yerine alüminyum, plastik, kompozit malzemeler kullanılabilir. Bu arada bugün bir değişikliğe karar verseniz, bunun gerçekleşmesi en az iki yılı alıyor. Yani en az iki yıl sonra piyasaya çıkabiliyor otomobil. Dediğiniz gibi hibrit araçlar gibi daha tasarruflu yakıt kullanımlı otomobiller artacak. Artık karbon salınımına yönelik yeni kriterlere uygun ürünlerin üretimi artacak.

Yazının devamı...

Denizi çöp sanan memlekette belediye başkanları da yalnızca denize bakıyor mu?

Geçenlerde markette alışveriş yaparken hiç düşünmeden alışveriş sepetine attığım ürünlerden biri Turmepa’nın yeni temizlik ürünleri oldu.

Turmepa DenizTemiz Derneği tamamıyla geri dönüşümlü ambalajlar içinde, çevre ve deniz dostu temizlik ürünleri üretiyor. Şimdilik üretim sınırlı, ürünler de bilinmiyor. Büyük market raflarında yer aldıkça, çevreye duyarlı kişilerin bu ürünleri tercih edeceğini düşünüyorum. Bulaşık deterjanı, el sabunu, yüzey temizleyicileri var. Tavsiye edilir.

Bu alışverişin hemen ardından Turmepa’nın başkanlık koltuğuna yeni oturan Tezcan Yaramancı’nın daveti geldi. Yaramancı ve ekibiyle biraraya geldik. Denizlerin, çevrenin temiz tutulması, bu bilincin artması için kuşkusuz hepimizin yapacakları var. Tezcan Bey de bizlerle konuşurken bunun altını çizdi. Doğrusu, bu konuda daha önce de yazdım, benim de duyarlı olduğum konulardan biri ve genelde daha çok yaz aylarında gündemimize gelen bu konuda yapılacak çok şey olduğunu biliyor, yerel yönetimlerin duyarsızlıklarına inanamıyorum. Gelelim toplantımıza...

Rahmi Koç’un önderliğinde 1994 yılında kurulan DenizTemiz Derneği bugüne kadar denizlerin, göllerin temizliği, marinalar, denizde nesli tükenen canlılar ve bu konularda halkın bilinçlendirilmesi özellikle de çocukların bilinçlenmesi için farklı faaliyetlerde bulundu.

Şimdilerde Tezcan Yaramancı daha geniş kitlelere hitap eden, denizle bağlantısı olan kesimleri harekete geçirerek faaliyetler planladıklarını anlattı. Örneğin kısa bir süre sonra Sahil Güvenlik Komutanlığı ve balıkçı kooperatifleriyle bir toplantı yapacaklar.

Aslına bakarsanız bu konuda yapılacak çok şey var. Yaramancı da sohbetimizde başlıklar halinde bu konulara değindi.

Denizi kimler kirletiyor?

Belediyeler yeterli denetimleri yapıyor mu? Arıtma tesisi yapmakla iş bitiyor mu? Tesisler arıtma tesislerini kullanıyor mu?

Balık çiftliklerinin denizleri kirletmesi nasıl engellenir? Balık çiftliklerinin taşıma maliyetleri nasıl karşılanabilir?

Gezinti teknelerinden, yat sahiplerine denizi sevenler, denizden ekmek yiyenler denizleri koruyor mu?

Dünyanın en uzun sahillerine sahip Türkiye’de deniz taşımacılığı neden gelişmiyor?

İstanbul’da deniz neden hayal edildiği gibi kullanılmıyor?

İstanbul’da deniz çöplük gibi...

Yaramancı, İstanbul’da günde 430 bin metreküp atık suyun denize atıldığını, 500 kamyon dolusu katı atığın denize boşaldığını söylüyor. Türkiye’de bulunan 107 organize sanayi bölgesinden sadece 33’ünde, 3 bin 225 belediyeden sadece 322’sinde atık arıtma tesisi olduğunu aktarıyor.

Turizm tesislerinin yüzde 81’inde atık arıtma tesisi yok. Bu konuda da Yaramancı, “Atık su yönetimi için 50 milyar euroya ihtiyaç var” diyor. Bunun yüzde 20’sinin AB fonlarından geri kalanının ise özel sektör ve belediyeler tarafından karşılanmasının beklendiğini anlatıyor.

Yerel seçimlere geri sayım başladı. Sahil şeridindeki turizm tesislerinin denetimi, mavi bayraklı plajlar, hızla kirlenen Gökova gibi ‘sahte cennet’lerimiz, deniz ulaşımı gibi konularda projeler üreten belediye başkanı adaylarımız var mı?

Yaramancı’yla sohbet ederken İstanbul özelinde de konuştuk. Deniz taksiler geldi aklıma, o kadar... Kılıçdaroğlu ve Topbaş’ın denizle ilgili yeni bir projesini bir bilen yoktu aramızda.

Belediye başkan adayları da yalnızca denize bakıyor mu diye düşünmeden edemedik.

Tezcan Yaramancı, “Daha geniş kitlelere hitap edeceğiz” diyor.


dipNOT


Turmepa’nın toplantısında şu konu da gündeme geldi. Dernek TÜSİAD üyelerinin ve yat sahiplerinin derneği olarak algılanıyor. “Eee ne var bunda?” diyenler de olabilir, bunun altında başka şeyler arayanlar da. Öncelikle akla gelen de sanayicilerin bu konuda ne kadar duyarlı olduğu konusu. Tezcan Yaramancı, bu konuda şöyle dedi: “TÜSİAD Üyesi değilim, teknem de yok!” Tezcan Yaramancı yüzmeyi seven, çevreye duyarlı bir kişi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.