Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Her şeyin durduğu ortamdan çıkıyoruz, canlanma başladı’

Krizin perakende sektöründeki etkilerini değerlendiren Boyner Holding Murahhas Azası Cem Boyner’e göre iyileşme başladı. Her şeyin durduğu ortamdan yavaş yavaş çıkıldığını belirten Boyner, geçen Nisan’a göre bu Nisan’da yüzde 3 daha iyi durumda olduklarını, Mayıs’ta da yükselişin sürdüğünü söyledi.

Krizin sektörde ciddi değişikliklere neden olduğunu da kaydeden Boyner, “Hepimiz birbirimize destek olmaya başladık. Kiracılar, AVM sahipleri, tedarikçiler zincirin halkaları olduğunu gördü. Rakibimizin bile ne kadar önemli olduğunu gördük. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Herkes pamuk gibi oldu” diye konuştu.

Beymen’in İstinye Park’taki yerinin hemen yanındaki Bej Cafe’deyiz. Boyner Holding Murahhas Azası Cem Boyner ve Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Boyner, bizi Beymen’in yeni genel müdürü Elif Çapçı’yla tanıştırıyor. Cem Boyner’in global kriz, perakende sektörü ve Türkiye’nin krizi yaşayışı ile ilgili değerlendirmelerinden doğrusu çok başlık çıkıyor. Hatta söylediği cümleleri açsak birer röportaj çıkar diyebilirim. Neler mi bunlar: “Kriz yüzünden Türkiye 4 yıl geriye gitti”, “Hükümet IMF ile Ekim’de anlaşsaydı işsizlik bu kadar olmaz, hükümet de bu kadar oy kaybetmezdi. AKP yüzde 39 oy almazdı”, “Krizde çok satmaktan çok müşterinin evine girmeye devam etmek önemli”, “Hepimiz pamuk gibi olduk. Alışveriş merkezleri, tedarikçiler, perakendeciler, rakip falan yok”, “Bu kriz bize şunu gösterdi, artık piyasada güven ve sadakat diye bir para dolaşıyor.”

Kıpırdanma olumlu

Cem Boyner, “Biz krizi önce Beymen’de hissettik” diye başlıyor anlatmaya. 2007-2008’de Beymen iki misli büyümüş. Krizden sonra ise yüzde 5 küçülmüşler. Beymen çatısı altında olan markaların Nişantaşı ve İstinye Park’ta yeni açılan butiklerinden bazıları kapandı. Göreve yeni gelen ve finans kökenli olan Elif Çapçı, global krizin ilk Beymen’i vurduğunu söylüyor. Ekim ve Kasım aylarının en kötü aylar olduğunu anlatıyor. Cem ve Ümit Boyner aynı anda, “Kasım ayı çok kötüydü” diyor.

Bej Cafe’nin içi kıpır kıpır. Hafta içi olmasına rağmen İstinye Park dolu. Cıvıl cıvıl. Cem Boyner de bu hareketliliği göstererek, “Biraz biraz moraller düzeldi. Kıpırdanma başladı. Krizin azalması da ilk lüksten başlıyor” diyor.

Ümit Boyner, son 2 aydır Tüketici Güven Endeksi’nde yaşanan kıpırdanmanın da olumlu bir gösterge olduğunu söylüyor. Cem Boyner, iyileşmenin başladığını örneklerle anlatıyor. Her şeyin durduğu bir ortamdan yavaş yavaş çıkıldığını anlatırken, “Mesela Kiler’in duran inşaatı yeniden başladı. İnsanlar bu gibi örnekleri görünce ’Kriz geçiyor’ diye düşünüp moral buluyor” diyor.

Kriz döneminde Beymen’in ürün yelpazesi de değişmiş. Çin kotaları kalkınca Beymen’in mağazaya getiremediği yeni Amerikan markaları gelmeye başlamış. Özellikle yeni jean markaları ilgi görmüş.

Pamuk gibi olduk

Geçen Nisan ayına göre bu Nisan ayında yüzde 3 daha iyi olduklarını, Mayıs ayında da yükselişin devam ettiğini söyleyen Cem Boyner, krizin perakende sektöründe de değişikliklere neden olduğunu anlatıyor: “Hepimiz birbirimize destek olmaya başladık. Kiracılar, alışveriş merkezi sahipleri, yöneticileri, tedarikçiler zincirin halkaları olduğunu gördü. Borçlar erteleniyor. Rakibimizin bile ne kadar önemli olduğunu gördük. Örümcek ağı gibi birbirine bağlandı. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Akmerkez yenileniyor, büyük zorluk çekiyoruz. Krize denk gelmesi de kötü oldu. Ama Akmerkez önemli. Akmerkez’de 10 ana oyuncu var, 5’i gitse biz etkileniriz. Onlar olmazsa biz de biteriz. Tahsilat problemleri tabii ki var. Ama artık piyasada güven, sadakat parası tedavülde. Yabancı ortaklarımız da anlayışlı oldu, olgunlaştı. Herkes pamuk gibi oldu.”

Boyner, krizin Türkiye’yi 4 yıl geriye götürdüğünü de anlatırken, önemli olanın hasar almadan krizden çıkmak olduğunu söylüyor. Krizde personelin yüzde 10, Beymen’deki koleksiyonların da yüzde 30 azaldığını belirten Boyner, bir mağazanın bir mağazayı fonlamasına izin vermediklerini, gerekirse mağazayı kapattıklarını da anlatıyor.

Beymen Çapçı’ya emanet

BEYMEN’İN yeni Genel Müdürü Elif Çapçı, uzun süre Cem Boyner’e danışmanlık yapmış. Advantange Card döneminde de birlikte çalışmışlar. 2001 yılında Citigroup merkezine geçen Elif Çapçı, 2003’te Citibank Avrupa-Ortadoğu Afrika Bölgesi Bireysel Bankacılık Grubu’nda Brüksel’de çalışmaya başlamış. New York ve Londra ofislerinde de tecrübe kazanan Çapçı, 2006 yılında Citibank Türkiye’ye dönerek Perakende Bankacılık Grubu’nun başına geçmiş.

2008 yılında ise Boyner Holding’le yeniden yollarının kesişmesi Fish Card sayesinde olmuş. Cem Bey, “Elif’i Fish Card projesiyle kandırdım” diyor. Elif Çapçı’nın yeni görevi Beymen Genel Müdürlüğü.

HAYATIMDA İLK KEZ PAZARLIK YAPTIM’

Biz sohbet ederken, yaşam alışkanlıkllarında yaşanan değişikliklerden konu açılınca, Cem Boyner, “Bu kış tatilinde hayatımda ilk kez pazarlık yaptım. Kendimi tanıyamadım. Kayak tatili için kayak hocalarından yüzde 60 indirim aldım. Kalacağımız otelden de yüzde 40 indirim aldım. Bunu yaparken de biz şu kriz döneminde hiçbir şeyi tam fiyat satmıyoruz dedim ve ikna ettim” diye anlatıyor.

Reklamı kısmadık, aksine bütçeyi iki katına çıkardık

CEM Boyner, kriz döneminde reklam bütçelerini de artırdıklarını, krizde önceki yıla oranla 2 kat reklam yaptıklarını söylüyor.

Beymen’in reklamlarında dikkat çekici bir nokta vardı. Örneğin çanta reklamında, çantanın kaç adet olduğu da yazıyordu. Biz bunları konuşurken yanı başımızdaki Beymen’den çantalar geliyor. Aralarında 2.500-6.000 liralıklar da var, 295 liralıklar da. Cem Boyner, Beymen markasıyla çıkardıkları çantaların büyük ilgi gördüğünü söylüyor ve “Kriz döneminde neyi kaça sattığınızdan çok müşterinin evine girmeye devam etmeniz önemli” diyor.

Boyner Holding’in başarısının sırlarından biri de bence bu. Müşteri memnuniyetine ve müşteri ilişkilerine verilen önem, müşteri ile mağaza arasında duygusal bir bağ yaratıyor.

Ümit Boyner: Nike amblemi gibi krizde hızlı düştük, yavaş çıkacağız

KRİZDEN konuşurken konu doğal olarak IMF anlaşmasına geliyor. Ümit Boyner bu konuda çok kaygılı. Bir finans uzmanının yaptığı benzetmeyi bizle paylaşıyor: “Nike’ın amblemi gibi hızla düştük ama büyüme yavaş olacak. Bu yüzden IMF anlaşması çok önemli. IMF ile mutlaka anlaşma yapılmalıydı. Türkiye’de sermaye zafiyeti var” diyor.

Cem Boyner ise “’Ekim ayında hükümet anlaşma yapsaydı, bu kadar oy kaybetmez, yüzde 39 oy almazdı. Hem bu kadar da işsizlik olmazdı. Maalesef hâlâ hükümette, Ankara’da bir niyet görülmüyor” değerlendirmesini yapıyor.

Yazının devamı...

‘Fiyatlar artık dip yaptı, ev almak için en uygun zaman’

Uygun peşinat ve taksitlerle krizde 5 ayda Fİ-YAKA projelerinde 1100 daire satan Fİ-YAPI’nın kurucusu Fikret İnan, ev almak isteyenlerin ellerini çabuk tutmaları gerektiğini düşünüyor. İnan, “Bundan sonra bu kadar uygun fiyatlara daire almak pek mümkün olmayacak. Son dönemde daire satmak artık işime gelmiyor. Aynı daireyi önümüzdeki ilkbaharda yüzde 50 fazla fiyata satacağımı çok iyi biliyorum” diyor


Eğitim Her Engeli Aşar kampanyasının tanıtımında Fİ-YAPI dikkatimi çekti. Kampanyanın ana sponsoruydu Fİ-YAPI. Sonra uygun fiyatlı konutlarını kriz ortamında peynir ekmek gibi sattıklarını öğrendim. Malum, global kriz nedeniyle projelerini askıya alan çok sayıda inşaat şirketi var.

2009 yılında yeni istihdam alanları açan, yatırımlara devam eden ve bu aralar hızlı koştuğunu düşündüğüm Fİ-YAPI’nın sahibi, kurucusu Fikret İnan’la buluştuk.

Siz işe nasıl başladınız?

1968 İstanbul doğumluyum. 14 yaşından beri çalışıyorum, ticaretle uğraşıyordum. Aslen Aksekili’yiz. Ortaokuldan sonra babamın yanında çalıştım. Kendimi bildiğimden beri çalışıyorum.

Okumadınız mı?

Ortaokuldan sonra okumadım. Şartlar öyle getirdi. Babam inşaat malzemeleri satıyordu. İşe orada ısındım. Çok genç yaşta da müteahhitlik yapmaya başladım.

Bu krizde çıkış yaptım

Fİ-YAPI’yı yeni yeni duyuyoruz. Son dönemde uygun fiyatlı konut satışında adını duyuran şirketlerden birisiniz. Bu noktaya nasıl geldiniz?

Krizler bizim için öğretici oldu. 1994 krizinde ticaretle uğraşıyordum. Tecrübesizdim. Zarar gördük o dönemde ama işlerim çok büyük değildi. 2001 krizinde 4 şantiyem vardı, çok zarar gördüm. 3-4 yılda krizin etkilerinden ancak kurtuldum. Bu krizde çıkış yapmamın nedeni geçmişteki tecrübelerim. O dönemde yaşanan acı tecrübeler benim için fırsata döndü.

2001 krizinde sermayesini sıfırlayan çok şirket oldu, bu krizden de birçok sektör büyük yara aldı. İşsizlik çok arttı. İnşaat sektöründe de duran, ertelenen proje sayısı hayli fazla. Siz neyi farklı yaptınız da bu krizi fırsata çevirdiğinizi söylüyorsunuz?

2001 krizi ile bu krizi kıyaslayamıyorum. O krizde çok yara almıştık. Pozisyonumuz çok farklı olmuştu. 2001 krizinde gayrimekule hiç talep yoktu. Tamamen durmuştu.

Şu anda gayrimenkule talep var mı?

Evet, şu anda talep var.

Şubat’ta fiyatlar dipti

Gayrimenkul fiyatları düştü mü?

Şubat ayında en dip fiyatları gördü. Fİ-YAKA Esenşehir projesini Kasım, Fi-YAKA Tuzla projesini Ocak ayında, Fİ-YAKA Beylikdüzü projesini de Mart ayında lanse ettik. Hepsi de büyük ilgi gördü. Talep var.

Kaç daire sattınız?

Beş ay içinde bin 100 daire sattık. Toplam 2 bin 500 dairemiz var bu projelerde. İhtiyacımız olandan fazla sattık diyebilirim. Şu an daire satmak işimize gelmiyor.

Fiyatlar yükselecek diye mi böyle diyorsunuz...

Evet. Bu kadar uygun fiyatlara daire almak pek mümkün olmayacak. Zaten Şubat ayından sonra yükseliş başladı. Biz de zam yaptık. Bu grup dairemizi sonbaharda satacağız. Ben 2010’un ilkbaharına daire saklamayı düşünüyorum. Yüzde 25 civarında zam yaptık, dediğim gibi. Tuzla Projesi’nde daireleri 99 bin liradan satmaya başlamıştık, şu anda 150 bin liradan başlıyor satış fiyatlarımız. 2010’un ilkbaharında daha da artar.

Bu krizde kimler ev alıyor? Ev alma düşüncesinde olanların büyük çoğunluğunun beklemede olduğu da söyleniyor. Bu yüzden de hem fiyatlar düştü hem de şirketlerin bir kısmı zor durumda kaldı...

Ev almak isteyip de önünü göremeyenler vardı. Ama uygun fiyatları görenler fikirlerini değiştirdi.

Lüks villa projemiz var

Daire fiyatlarının daha da düşeceğini iddia edenler var. Siz ne diyorsunuz?

Daire alan için de satan için de en mükemmel dönemdeyiz. Alan için hiçbir zaman alamayacağı fiyatta daireler satılıyor. Bizim için de arsa maliyetleri düştü. Malzeme fiyatlarında da düşüşler oldu. Nakit alınca uygun fiyatlar var. Şu an inşaat firmaları için iş yapmak keyifli eğer satış yapabiliyorsanız. Biz farklı fiyat politikaları uygulayarak hedeflediğimiz sayıdan fazla daire sattık. Fİ-YAKA Tuzla projesini 4 günde sattık. 100 daire sattık. Beylikdüzü’nde de 4 günde 500 daire sattık. Doğru kaliteli ödeme planı olunca müşteri daire alıyor. Sizin dediğiniz gibi, daire alacak kişi ’Acaba daha düşer mi fiyatlar?’ diye bekliyordu. Şubat ayında dibe vurdu, yükseliş başladı. Bunu da gördü müşteri. Artık trend yukarı. Bu konuda rahat konuşuyorum. Şu an daire satmak işime gelmiyor. Aynı daireyi önümüzdeki ilkbaharda yüzde 50 fazla fiyata satacağımı dediğim gibi çok iyi biliyorum. Uygun fiyatlı daireler kapışılıyor.

Yeni projeleriniz olacak mı?

Haziran ayında Gebze’de proje başlatacağız. Gebze merkezde keyifli bir proje oluyor. 500 daire planlanladık. Eylül’de satışa çıkacak. Büyük ilgi göreceğini düşünüyoruz. Turizm sektörü de gündemimizde. Mevcut tatil köylerinin ötesinde bir planlamamız var. 2010 yılında şekillenecek. Arsa üzerinde çalışmalarımız devam ediyor.

İstanbul dışında projeniz olacak mı?

İstanbul dışında İzmir, Ankara, Adapazarı, Bursa, Kayseri’de arsa alımlarına başladık. Oralarda da projeler başlatacağız. 2010 senesinde başlayacak projeler bunlar. Mevcut projelerin haricinde 2010 senesinde 10 bin konutluk proje yapmayı planlıyoruz. Ayrıca İstanbul’da lüks villa projemiz var. Çekmeköy taraflarında arsa bakıyoruz.

İstanbul’da yer kalmadı diyenler var...

İstanbul’da yer var, yer seçerken zorlanıyoruz biz. Arsa maliyetlerinin çok yüksek olduğu yerler ama aynı zamanda yeni çekim alanları var. Çekmeköy bölgesinde ilgilendiğimiz yerler var.



Engelliler için dev kampanyaya 1 milyon TL’den fazlasını da veririz




Eğitim Her Engeli Aşar projesinin ana sponsoru oldunuz. Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Hanım’ın himayesinde yürüyecek bir proje. Tanışıyor muydunuz?

Hayır. Projenin tanıtımında tanıştık.

Bu projeyi desteklemeye nasıl karar verdiniz?

Bana proje Beyaz Ay Derneği’nin ajansı tarafından getirildi. Aynı gün kabul ettim. Eğitim Her Engeli Aşar kampanyasının ana sponsoru oldum. İlk etapta 1 milyon lira verdik. 81 ilde bu kampanya sürdürülecek. Çok önemsiyorum bu konuyu. Ülkemizde engellilerin yaşamında yaşanan zorlukları bir vatandaş olarak görüyordum. Toplum olarak bu konuda bilinçlenmemiz ve engelli vatandaşlarımızı hayata katmamız lazım. Türkiye’de bugüne kadar bu konuda bu büyüklükte bir kampanya yapılmamış. Engellilerle ilgili başka kampanyalar da var bu aralar. Bunların hepsi çok önemli.

Engellilere yönelik bir okul yaptıracaksınız...

Okul da yaptıracağız. Esenyurt’ta yapılacak okul. Biz şu anda projeyi bekliyoruz. Kolej gibi bir okul olacak. Benim isteğim bu okulların sayısının artması. Okul bizim için sponsorluk işinin haricinde. Önümüzdeki Eylül ayında eğitime başlayacak. Konsept bir okul olacak. Umarım diğer hayırsever vatandaşların da katkılarıyla 81 ilde bu gibi okullar açılır.

Siz ne kadarlık bir bütçe ayırdınız bu kampanyaya?

1 milyon lira verdik ama bu ilerleyen zamanlarda artabilir. Bizim paradan ziyade başarı hırsımız var. İşleri alırken, çok kazanıp sıkıntı yaşayacağımız işleri değil az kazanıp sıkıntı yaşamayacağımız işleri tercih ediyoruz.



Karı koca çalışanlar alıyor



Sizin müşterileriniz kimler?

Müşterilerimin büyük kısmı karı koca çalışanlar. Satılan dairelerin çoğu 2+1. Aileler daha çok bunu tercih ediyor. Yeni evli çocuksuz çiftler 1+1’e de kaydı. Çünkü sitelerin yaşam alanları geniş. Yatırım amaçlı alanlar da oluyor. Tuzla’da çok ciddi talep vardı. Hatta bir dönem orada bir proje daha yapmayı düşündüm, sonra daha değişik yerlerde yapmaya karar verdik. Tuzla hakikaten hızlı gelişiyor. Beylikdüzü de doğru proje. Lokasyon doğru. 30 ay sonra teslim edeceğiz Beylikdüzü’ndeki dairelerimizi.

Kredi sorununu biz çözdük


Müşteriler bankalara güveniyordu. Konut kredilerinde de büyük gerilemeler var...

Bu yüzden devreye girdik. Müşteriler bankayla muhattap olmak istemiyor. Bankalar da kredi vermiyor. Yok taksidini geçirdin, yok kart borcunu geciktirdin diyorlar, bankalardan kredi almak artık çok zor. Biz kendi bünyemizde çözmeyi planladık bu sorunu. Çünkü daire satmazsak yaşayamayız. 12 aydan 60 aya kadar vadeli satış yapmaya başladık. Bankaları devreden çıkardık. Kişiler de banka stresi olmayınca daire almaya başladı.



Bankalar bizi bankacı yaptı



Bankaların aracı olması sizin için daha güvenilir değil mi?

Banka olsa bizim için daha güvenli olur, doğru. Biz parayı peşin alırız ama bankalar bizi bankacı yaptı. Vazifemiz finans değil ama inşaatı satış yapmadan yapamayız. Bankalar kredi vermeyince satış yapamıyoruz. Çözüm üretmek durumundayız. Bundan sonra bu sistemi devam ettireceğiz. Böyle de olduğunu gördük, işler yürüyor.



Kanun çıkarılsın, dairelerin yüzde 75’i evet derse ev yıkılsın



Son yıllarda inşaat sektöründe patlama oldu. İstanbul’da deprem korkusunun da etkisiyle mevcut evini değiştirip yeni eve geçmek isteyenlerin sayısı hayli fazla. Aynı zamanda güvenli yaşam için de siteler tercih ediliyor. istanbul önümüzdeki 10 yıl içinde inşaat yoğunluğu yaşamaya devam edecek mi?

Herkes evini değiştirmek istiyor. Birinci neden dediğiniz gibi deprem. Bir de sitelerdeki yaşam tarzı herkesin hoşuna gidiyor. Sitelerdeki olanaklar çocuklu aileler için çok cazip. Site kültürü İstanbul’da yüzde 15’lerde. Bu kültürün önümüzdeki 10 yılda yüzde 50’ye çıkması lazım. Mevcut eski evler yıkılmalı ve yenilenmeli.

Bunun için de projeler var ama uygulamada büyük sıkıntı ve yasal zeminde eksiklikler yok mu?

Suadiye, Erenköy, Bostancı gibi kıymetli bölgelerin önümüzdeki 10 yılda en az yüzde 50’si yıkılıp yapılmalı. Çünkü merkezden kopmak istemeyen insanlar o bölgelerden ayrılmıyor ama mevcut evler de çok eski. Kadıköy Belediyesi’nin ciddi çalışması lazım. 30 daireli bir binada bir kişi hayır dese bina yenilenemiyor. Bir kişi ailelerin kaderiyle oynuyor. Bu çok yanlış. Kanun çıkarılmalı ve yüzde 75’i evet deyince yıkım kararı alınmalı. Bu kanun olsa sıkıntı ortadan kalkar.

Yazının devamı...

İstanbul’da kişi başı bir yemeğe 50 euro veren 8-10 bin kişi var

Krizin sinyallerini geçen yaz gördüğünü söyleyen Topaz restoranın sahibi Kaya Demirer, “Reina’daki mekanımda bunu gördüm. Küçük bir düşüş bekliyordum ama krizle birlikte yüzde 20’lik düşüş oldu. İstanbul’da bir yemek için kişi başına 50 euro ve üzeri veren 8-10 bin kişi var. Kriz bizim müşterimizi büyük olasılıkla bir alt sınıf restoranlara yönlendirdi” dedi. Demirer, 19 Temmuz’da başlayacak sigara yasağının da işleri yüzde 20 düşüreceğini, bunun da krizle birlikte işletmeleri olumsuz etkileyeceğini vurguladı



Kaya Demirer 24 yaşından bu yana yeme-içme sektöründe. Ankaralı. TED Koleji mezunu. İngiltere’de otel ve restoran işletmeciliği eğitimi almış. Önceleri Bodrum-Gümüşlük’te balık restoranıyla adını duyuran Kaya Demirer eski eşi Gül Hanım’la birlikte Ankara’da açtığı Karaf’la balık restoranları arasında farklılık yakalamıştı. 2001 krizinden sonra İstanbul’a gelen Kaya Demirer Nişantaşı’ndaki kulüp havasındaki restoranı Niş’le İstanbul’da da iddialı olduğunu kanıtladı ve arkası geldi. Bu arada eşiyle yolları ayrıldı. Kaya Demirer yeni bir markayla karşımıza çıktı: Topaz... Gümüşsuyu’ndaki muhteşem manzaralı Topaz restoran degüstasyon mönüleriyle, servis kalitesi ve ortamıyla farklılık yakaladı. Bu kış da Kaya Demirer mekanlarına bir yenisini ekledi ve Lipsi adlı bir meyhane açtı. Yakında Reina’nın içinde açılacak Blue Topaz ise bu iki markanın karması olacak. Kaya Demirer’le krizin sektöre etkilerini ve 19 Temmuz’da başlayacak sigara yasağını konuştuk.

* Yeme, içme sektöründe çalışmaya nasıl karar verdiniz?

TED’i bitirdikten sonra 2 yıl Ankara’da Hacettepe’de okudum. Daha sonra İngiltere’ye otelcilik ve restoran işletmeciliği okumaya gittim. Orada okurken de bir büfede çalıştım. Babam o dönemde Yalıkavak’ta bir otel yapıyordu. Oteli nasıl ve kimin işleteceği konuşulurken, neden ben olmayım diye düşünerek ve buna biraz da yönlendirilecek bu işlere başladım.

* İlk babanızın yaptığı oteli mi işlettiniz?

250 yataklı bir otelimiz oldu. 1991’de 250 yataklı otelde genel müdür yardımcısıydım. Körfez Savaşı çıktı ve turizm bıçak gibi kesildi. 21 yaşındaydım, Avrupalı tur operatörleriyle büyük imzalar atmıştık. Oteli devremülke çevirmek zorunda kaldık, ancak fazla yapamadım, hevesim kaçtı. O dönemde Gümüşlük’te kirada bir yerimiz vardı. Kiracı ayrıldı. Biz 10 liraya satmayı planlarken balıkçılardan bize, ’15 vereyim bana ver’ gibi teklifler geliyordu. Eski eşim Gül de ’Sen hesap kitap yap, belki biz işletiriz’ dedi. Ve orayı bambaşka bir hale getirip işlettik. Çok keyifli bir dönemdi. 1994 sezonunda açmıştık. Çok başarılı olunca 1998’de Ankara’da Karaf’ı açtık.

Lipsi krizin mekanı oldu

* İstanbul’a nasıl karar verdiniz?

Ekonomik krize 2001’de Ankara’da yakalandık. Arayışa girdik. Emre Ergani benim kolejden sınıf arkadaşım. İlk onun yerinde Havana’da Karaf’ı açtık. Sonra’da İstanbul’da Niş’i açtık. Evlilik ve iş ortaklığımız bu arada bitti. Kızımız var, sorumluluklarımız o anlamda devam ediyor.

* Kriz döneminde İstanbul’a gelmeye karar vermenizi nasıl açıklıyorsunuz?

Ankara için ’memur şehri’ denmesinin arkasında nedenler var. Pasta çok küçük. Topaz gibi tarz yerler yalnızca ekonomiyle ilgili değil. Bir kültür ya da altyapı da gerektiriyor. Bu yüzden istanbul çok daha çekici, cazip.

* Topaz üst sınıf bir restoran. Kaç kişi var İstanbul’da bu tip yerleri tercih eden?

8 bin, bilemedin 10 bin kişi var. Müşterilerimizin bir kısmı Boğaz’daki balıkçılara gidenler. Oralara her hafta, bize ise 15 günde ya da ayda bir geliyorlar. İyi bir manzara, iyi bir Türk yemeği, yanında da iyi bir şarap içecekse bizi tercih ediyor.

* Siz aynı zamanda bir iş yemeği mekanısınız...

Evet. İstanbul’da bir yemek için kişi başına 50 euro ve üzeri veren 8-10 bin kişi var. Bizim kültürümüzde önce kebap, sonra meze-balık, daha sonra bizler ’fine dining restoran’lar geliyoruz.

* İstanbul’da 50 euro ve fazlasını veren 8-10 bin kişi var dediniz. Peki bu tip talepleri karşılayacak kaç restoran var?

Arz sanırım 40 bin kadar. Bizim gibi restoranların hiç biri hem yaz hem kış hem öğlen hem akşam dolu değil.

* Peki İstanbul’da her sezon yeni yerler açılıyor ve o yerin tercih edilmesi için yeni olması yeterli olabiliyor...

Doğru. İstanbul müşterisi arsız değil ama seçici. Yeniyi merak ediyor. Çünkü çok seçeneği var. Bazı işletmeciler çok sık restoranlarını bu yüzden değiştiriyor.

* İzzet Çapa sanırım buna örnek...

Evet. Ben onu eleştirmiyorum. Çok dinamik ve çok çalışkan biri ama ben bir yeri iyi işletip içinde dinamizmi yakalamayı çok daha doğru buluyorum.

* Siz de yeni yer olarak Lipsi’yi açtınız. Topaz’dan çok farklı...

Evet. Lipsi bir meyhane. Kriz ortamında Ekim ayında açtık. Krizi görüp Lipsi’yi açmaya karar verdim. İçkili, içkisiz set mönüler, hafta içi hafta sonuna farklı konseptler hazırladık. Çok iyi gitti Lipsi. İnsanlar kriz ortamında eğlence garantisi ve ne kadar para ödeyeceklerini bilmek istiyorlar. Bunu yaptık. Şimdi yazın Lipsi’yi dinlendireceğiz. Lipsi krizin mekanı oldu.

* 19 Temmuz’da sigara yasağı başlayacak. Restoran işletmecileri krizin üstüne gelen sigara yasağının tamamıyla sektörü baltalayacağını savunuyor. Sigara düşmanı biri olarak doğrusunu isterseniz sigaranın yasaklanmasından rahatsız değilim ama daha çok işsizliğin artmasının da büyük tehlike olduğunu düşünüyorum...

Alışveriş merkezleri yasaktan ciddi etkiledi. Sigara lobicilerinin fikirleriye beynimiz kazınmış değil. Kanunu destekliyorum, sigara da içmiyorum, amaç pasif içiciyi korumaksa sonuna kadar destekliyorum. Ancak amaç sigarayı bıraktırmaya insanları yönlendirmekse benim yatırım amacımda bu yok. Benim için bu yatırım kararımı etkilecek bir değişiklik. Ben müfettiş değilim. Burada içmek isteyenlere 19 Temmuz’dan sonra yasak diyeceğim. Müşteri, ’Bana da mı yasak?’ diyecek. Çıkıp, ’Evet yasak’ diyeceğiz, yan masa hiç sormadan içerse ’Aa o içiyor’ diyecek. Kavgalar olacak...

* Cezası da ağır...

Müşteri içerse ceza 65 lira, bana ceza 5 bin lira. Bu arada 65 lira sigara, puro başına mı, sabaha kadar 10 sigara içerse de bu parayı mı ödeyecek, belli değil. Bir müşteri yasağa rağmen içen bir müşteriyi ’Alo sigara imdat’ diye bir hat olacak, orayı arayarak şikayet edecek, gelip ceza kesilecek. Peki arka sokaktaki kıraathanede de aynı şey olacak mı? Bu iş eğitim olmadan olmaz.

* Peki ne yapılmalı?

Örnek vereyim. İspanya’da durum çeşitli. Bask ve Katalan bölgelerinde farklı uygulanıyor, Madrid farklı. Onların yetişkin nüfusunun yüzde 30’u içiyormuş, mekanlarda yüzde 30 yer ayırmışlar.

* İçmeyenlere duman gidiyor mu?

Aynı atmosferde pasif içiciye bir faydası yok, biliyorum. Buna da tamamen karşıyım. Ben fiziksel bölüm yapalım diyorum. Camla bölelim, aynı havayı solumayalım. Restoranların dışına çıkılıp içilmesi de çok fena bir görüntü. Şu anda her iş yerinin önü sigara içenlerin toplaştığı yerlere dönüştü.

1 yıl süre verilmeli

* Sigara yasağı uygulanan ülkelerde restoranların işleri ne kadar etkilenmiş?

Krizle birleşen sigara yasağı sektörü etkileyecek. Benim garsonum, çalışanım bundan etkilenecek. Bir orta yol bulunmalı. Her yerde yüzde 20 iş kaybı olmuş. İspanya 100 metrekare altında işletmeyi serbest bırakmış. ’İster sigaralı ol ister sigarasız’ demiş. Ben şunu söylüyorum. İnsanlara bir yıl seçimi serbest bırakmalı. İşletmeciler sigaralı mı sigarasız mı olacaklarını seçsinler.

* Herkes sigaralı demez mi?

Evet, birileri bunu seçecek. Sigara içilmez mekanın vergisini düşürün diyorum ben de. Sigaralı yerler köşeye sıkışsın. Zamanla toplumda değişim olur. Pasif tüketiciyi koruyalım ama bunun fazlasını doğru bulmuyorum. Ben lisede sigara içerdim, yasaktı sigara içmenin bir havası vardı, Üniversitede serbestti, ’Aa ben bunu pek de sevmiyorum’ dedim, bıraktım. Yasaklara inanmıyorum.



Bu yaz kolay geçmeyecek



* Yazlık mekanlara Topaz ya da Lipsi’yi taşımayı düşünüyor musunuz?

Topaz olmaz ama Lipsi olabilirdi. Ancak bu yaz değil. Bu yaz Ramazan Ağustos ayında, okullar Ramazan Bayramı’ndan sonra açılacak. İnsanlar yazlıklarında mı kalır, şehre mi gelir görmek lazım. Hem de bu yaz kolay bir yaz olmayacak. Ben yazlık yerlerde iş yapmayı özledim ama ticari anlamda bu yaz zor görüyorum.

* t Müşterilerinizin ne kadarı yabancı?

Yüzde 30. Bu tamamıyla yabancı masa demek. Otellerden gelen yüzde 30. Ayrıca bir Türk’ün getirdiği yabancı masalar da oluyor. Bu da yüzde 50-50’dir. İş görüşmeleri, özel etkinlikler için Türkiye’ye gelen yabancı misafirlerini burada ağırlayanlar çok. Ancak genel anlamda bu sayılar çok artmalı bizim sektörün yaşaması ve güçlenmesi için.

* Bu da istanbul’un tanıtımıyla ilgili...

Kesinlikle. Barselona’ya yılda 36 milyon turist geliyor. 360 güne bölün gecede 100 bin kişi. Her gece bir yerde konaklıyor ve yiyip içiyor. Bunların yüzde 30’u o biraz önceki normlarda olsa, 30 bin kişi eder. Bunu da İstanbulla karşılaştırın aradaki fark ortada. 2010 bunun için çok önemli.



Kriz müşterimizi bir alt sınıf restoranlara yönlendirdi

* Krizin etkisini siz nasıl yaşadınız, yaşıyorsunuz?

Geçtiğimiz yaz kriz sinyal verdi. Reina’daki mekanımda bunu gördüm. Her yıl artış yaşarken, önceki yıllar aynı oranda iş yaptık. Topaz ikinci yılındaydı ve birinci yıla göre küçük bir düşüş bekliyordum ama krizle birlikte yüzde 20’lik düşüş oldu. Bunu da iyi buldum. Çünkü kriz bizim müşterimizi büyük olasılıkla bir alt sınıf restoranlara yönlendirdi.

* Blue Topaz Reina’da açılacak. Nasıl bir yer olacak?

Balık ağırlıklı bir mönü olacak. Lipsi’ye benziyor. Mönüde mutlaka Topaz’dan da olacak. Topaz benim için kale. Ortağımla burayı açarken, çocuklarımıza kalır diye düşündük.



Su mönüsü olacak



Kaya Demirer, Avrupa’da çok yaygın olan su mönülerini Topaz’da da başlatacaklarını söyledi. Demirer, “Bu hafta sonu su mönüsüne başlıyorum. Yerli, yabancı, gazlı, gazsız ph değerleri yazan su mönüleri olacak. Avrupa’da bazı trestoranlar ‘Bu yemeğe şu su daha uygun’ diyebiliyor. Avrupa, Japonya ve Amerika’da bu başladı. Su mönüleri çok yaygın. Biz de burada başlatıyoruz” dedi.


SİGARA YASAĞINDA ORTA YOL BULUNMALI


Topaz’ın sahibi Kaya Demirer, restoranını sigara içilmez hale getirenlerin vergilerinde indirim yapılmasını önerdi. Demirer, “Krizle birleşen sigara yasağı sektörü olumsuz etkileyecek. Bir orta yol bulunmalı” diye konuştu.



Yazının devamı...

Kapıcılara para puan dağıtılacak toplanan yağla elektrik üretilecek

Türkiye’de atık yağların toplanmasında lider şirketlerden Ezici Biodizel’in Başkanı Mustafa Ezici, topladığı atık yağlardan elektrik enerjisi üretmek için kolları sıvadı. Maliyetler nedeniyle 10 milyon lira yatırım yaptığı tesiste biodizel üretemeyen ve topladığı yağları ihraç eden Ezici, Garanti Bankası, Doğal Hayatı Koruma Vakfı ile işbirliği yapacak. Bu çerçevede kapıcılara para puan dağıtılacak, karşılığında evlerden atık yağ toplanacak. Bu atıklar elektriğe dönüştürülecek

Mustafa Ezici kendini çevre sorunlarına adamış bir işadamı. Ezici, zeytinyağı üreten bir aileden geliyor. Gaziantep Nizip doğumlu Ezici, 2005 yılında atık bitkisel yağlardan biodizel üretmek için tesis kurdu ancak beklediği maliyette yağı toplayamadığı için şu anda topladığı atık yağları ihraç ediyor.

Ezici, Mart ayında Doğal Hayatı Koruma Vakfı’yla birlikte bir proje hazırladı. Garanti Bankası’nın da verdiği destekle Ezici, atık yağları artık para karşılığı toplayacak. Ezici’nin hedefi Türkiye’de atık yağlardan elektrik enerjisi üreten bir tesis kurmak.

Atık yağ konusunda bilinçli bir toplum değiliz. Siz 4 yıldır bu işle uğraşıyorsunuz, geldiğiniz nokta nedir?

Türkiye’de gıda ve çevre terörü var. Bu konuda anlatılacak ve yapılacak çok iş var. Antalya’da 5 yıldızlı otellerdeki durum içler acısı. Antalya’da 3 bin tesis var. Bu tesislerin hepsinden kızartma yağı çıkıyor, korkunç bir tüketim var.

Ne oluyor bu yağlar?

Denize dökülüyor. HACCP belgesi olan ve olmayan otellerdeki durum çok farklı. HACCP belgesi olan, 2 bin 500 yataklı bir otelden haftada 1 ton yağ çıkıyor. Yemek atıkları da Antalya’da çok fazla, oysa bunlardan gaz tesisi kurmak lazım.

Tüketim çok yüksek...

Evet ama belgesi olmayandan da haftada 50 kilo çıkıyor. Çünkü ya döküyorlar ya kaçakçılara satıyorlar ya da farklı kimyasallarla rafine edip yeniden kullanıyorlar yağları. Çok ciddi oteller var ama çoğu bu konuyu ciddiye almıyorlar.

Bir denetim yok mu?

Çevre Bakanlığı denetlemeli ama denetlemiyorlar. Otellerin müdürlerine, sahiplerine çok iş düşüyor. Bu yağları döktüğünüzde arıtmada maliyeti var. Arıtmaya döktüğünüzde de bakterileri bertaraf edemezsiniz, ya yakacaksınız ya da biodizel yapacaksınız. Antalya’da bunları siz sürekli denize verdiğinizde zaman içinde deniz kirlenecek. Antalya tehdit altında. Yalnızca Antalya değil, Marmara ve Ege de tehdit altında. Ancak Antalya’da son yıllarda hızla artan otel sayısı tehlikeyi büyütüyor. Oteller yağları bidonlara doldurup atık olarak vermeyi ayrıntı bir iş olarak görüyor. Bilinç eksikliği var.

Kullanılan yağlar kaliteli mi?

O da ayrı bir konu. Çok özen gösteren yerler de var, aynı yağı defalarca kullananlar da. Kaçak toplayıcılar var. Antalya’da bu yağları alıp rafine edip, yağlarla karıştırıyorlar, kirli bir rant var. Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Murat Tuncer’in düzenlediği bir sempozyum oldu 20 Aralık’ta. Orada açıklandı; Kızılırmak’ta istasyon kurmuşlar, oradaki balıklarda ağır metal ve arsenik bulunmuş. Ankara’daki su borularına arsenik işlemiş. Kızartma yağları atık olarak değerlendirilmediğinde çevreyi tehdit ediyor. Lavobodan yağ dökülmemeli.

Siz atık yağlardan elektrik enerjisi üretmek için tesis kuracaksınız...

Atık yağdan elektrik enerjisi üretmek için tesisi hazırlıyoruz. Almanya, İtalya, Avusturya ve Fransa’da var bu tesisler. AB ülkelerinde 30’a yakın tesisi var. Biz biodizele 2005 yılında başladık Türkiye’de. Bugüne kadar 380 tesis kuruldu. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Yaklaşık 500 milyon dolara yakın para harcandı ve çoğu iflas etti. Bir işi çok yapan olunca devlet de ÖTV getirdi. Şu anda biodizel üretilemiyor. ÖTV yüksek olduğu için maliyetler nedeniyle üretmiyoruz. Biz şu anda yağları toplayıp ihracata veriyoruz. Almanya’da 3 tesis var, Avusturya’da 2 tesis var. Yüzlerce insana lisans vermek çok yanlış bir karardı.

Siz ne kadar atık yağ topluyorsunuz yılda?

2006’da biz bin 650 ton, 2007’de 2 bin 650 ton , 2008’de 6 bin 300 ton yağ topladık. Bunların yüzde 40’ını İstanbul’da topladık. Şu anda Türkiye’de 7 lisanslı toplayıcı var, yüzde 60’ını biz topladık yağların. Büyük zorluk var yağ toplamakta. Öncelikle yoğun yemek üretimi yapan yerlerin buna özen göstermesi gerekiyor. Yağı kızartıyorsunuz, 270 dereceye çıkıyor. 270 derece yağı değiştirmek için soğutmanız lazım. Bunun için de 7 saat gerekiyor. 60 litrelik bidonlarımız var bizim, bidonları biz topluyoruz. Bu çalışanlara zor geliyor, lavabodan akıtmak ise kolay geliyor, kimse kirliliği düşünmüyor. Sonuçta doğa insanlardan intikamını alıyor, grip gibi oldu kanser. İstanbul’da bile evlerin atık suları filtre edilip denize basılıyor. Vahim bir tablo var.

Belediyeler bu konuda neler yapabilir?

Halkı teşvik edip yağ toplayabilirler. Ayrıca her yeri denetlemeliler. 3 bin küsur belediye var, 60 tanesi denetim için Çevre Bakanlığı’ndan belge almış. İnsanları bilinçlendirmek, para harcamak lazım, bunu yapmıyorlar. Çevre İl Müdürlükleri ’Personelim yetmiyor’ diyor. Belediyelerin denetim yapması lazım.

Kullanılmış kızartmalık yağların hanelerden toplanması için belediyelerin mutlaka çalışması lazım. Amerika 1 milyon 800 bin ton atık yağ topluyor, biz 1 milyon 750 bin ton yağ kullanıyoruz. Onlar bizim harcadığımızdan çok atık yağ topluyor.

Askeriye topluyor mu?

Yüzde 90’ı atılıyor. Oysa askeriye insan sağlığına çok önem veriyor ve çok kaliteli yağ kullanıyorlar. Biz Deniz Kuvvetleri’nden alıyoruz, çünkü oradaki komutanlar denizler için bunun büyük tehdit olduğunun farkında. Milli Savunma Bakanlığı, “Atık yağlar ihaleyle satılır” diye bir genelge hazırlamış zamanında. Ancak çevre bakanlığı bunu yasaklıyor. Yasal düzenlemele de ihtiyaç var bu konuda.

Siz yeni bir çalışma başlatıyorsunuz Doğal Hayatı Koruma Vakfı’yla...

Evet. Garanti Bankası’nın büyük desteğini aldık. Türkiye’nin en çevreci bankası bana göre. İlk etapta Kozyatağı’nda 100 kapıcı tespit ediliyor. Bunlara para puan dağıtılacak. Bu kapıcılar hizmet verdikleri apartmanlarda yağ toplayacak. Bidonları biz vereceğiz.

Erol Evgin de evinde yağ biriktiriyor

Mustafa Ezici, atık yağlar konusunda ilginç bilgiler verdi:

- Kentucky Fried Chicken çok iyi yağ kullanıyor ve çok iyi topluyor yağlarını. Onlardan iyi yağ alıyoruz. Yemek fabrikalarının da çoğu bu işi profesyonel olarak yapıyor.

- Türkiye’de çok az insan var, yemek atıkları soğuk zincirden geçirilip dağıtılabilir. 241 milyar liralık israfı var.

- 4442845 yani 444ATIK numaralı telefonumuzu arayan herkesten atık yağlarını alıyoruz.

- Bu konuda duyarlı olan kişi sayısı hızla artıyor. Erol Evgin geçenlerde bizi arayarak evinde biriktirdiği yağların alınmasını istedi. Cıngıllıoğlu ailesi de evinde yağ biriktiriyor.

- 1 kg atık yağ toplama maliyeti 1 lira, bu da kilogram başına 70 kuruştan satılıyor. Bu fark nedeniyle atık yağ toplama işinde sürekli zarar ediliyor. Ancak toplanan atık yağ miktarı artarsa maliyetlerde düşüş yaşanabilecek.

Çöpte 3 milyar dolarlık hammadde var

Ne kadar yağ dökülüyor Türkiye’de?

Türkiye’de 17.5 milyon hane var. Yılda ortalama hane başına 20 litre yağ lavabolardan dökülüyor. Bunun yanında deterjanlı sular da akıtılıyor. Kimyasallarla yağlar karışıyor. Bunların hepsi kirlilik yaratıyor.

Evlerde biriktirilmeli mi yağlar?

Kesinlikle. Yağ kokmaz, bir kapta biriktirilebilir. Biz bugüne kadar birçok kampanya yaptık. Bu konuda duyarlı olanlar da var. Beşiktaş Belediyesi 10 bin bidon dağıttı ancak bunlar yeterli olmuyor, halkın bilinçlenmesi lazım. Ayrıca oteller, yemekhaneler, lokantalar mutlaka denetlenmeli. Çevre ve Tarım Bakanlığı, belediyeler bu konulara özen göstermeli denetim yapmalı. Herkes paranın peşinde kimse yarını düşünmüyor. Dünya görmediği kirliliği görüyor şu anda. Türkiye’de 80 milyon ton çöp var. Bu çöp içinde 3 milyar dolarlık hammadde var. Bunların ekonomiye kazandırılması lazım.

12 YAŞINDAYKEN DE YAĞ TOPLARDIM

Mustafa Ezici, çocukluğundan beri bu işe meraklı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Biz ailece sabun ve zeytinyağı işi yapıyoruz. 12-13 yaşındayken bizim sabun sanayine yağ götüren kamyonlarımız vardı. Onların depolarında kalan yağ olurdu, o yağları toplar, babama satardım.”

Yazının devamı...

Hiperaktif Türkiye kokain toplumu olmasın!


Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından 2003 yılında hayata geçirilen Eğitim Reformu Girişimi’ni (ERG) bir süredir takip ediyorum. ERG tarafından kaleme alınan raporlar bana hep şu hissi uyandırıyor:

Türkiye eğitimde emekleme döneminde, ayağa kalkması da çok zor, çünkü eğitimle siyaset iç içe.

Ölümünün beşinci yılında merhum Sakıp Sabancı’yı anma etkinliği olarak Sabancı Üniversitesi tarafından Sabancı Müzesi’nde ‘Değişen ve Gelişen Türkiye’nin Eğitim ve Kültür Sancıları’ adlı bir sempozyum düzenlendi. ERG’deki aktif isimlerin hemen hemen hepsi de sempozyumdaydı. Koşa koşa gittim.

Nedeni basit. Benim de eğitim konusunda kafam çok karışık. Kendimden yola çıkarsam... Türkiye’nin önde gelen okullarından birinden mezun oldum, üniversite sınavında derece alan birçok arkadaşım vardı, başarılı olabildiler mi sorusunun yanıtı, çok uzun bir tartışma konusu. Yıllardır yardımlarla Doğu ve Güneydoğu’ya yapılanları izliyorum, ilgililer bilmem ne kadar bilgisayarın okullara kurulduğundan bahsediyor, iletişim içinde olduğum çocuklardan daha biri bilgisayarın başına geçemedi, öğretmenler izin vermiyor. Kız çocukları okula gönderilsin diye yapılan kampanyalara destek veriyoruz, rakamların değişmesi mutluluk veriyor ama kız çocuklarının okula devamına baktığımızda umutlar suya düşüyor. Böyle örnekler vermeye devam edebiliriz, sonu yok.

İşte bu yüzden Güler Sabancı’nın açılışını yaptığı sempozyumu Türkiye’de eğitime yön veren karar vericiler takip etsin çok isterdim.

Özellikle de Talim Terbiye Kurulu eski Başkanı Ziya Selçuk’u dinlemelerini, Selçuk’la tartışmalarını çok isterdim.

Şu anda Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya Selçuk, sempozyumda çok etkileyici bir sunum yaptı, bakış açısıyla kafalarımızdaki birçok soruyu dağıttı, asıl bakmamız gereken noktaları gösterdi.

‘Türkiye nasıl bir ülke? Türkiye’nin kafası neden karışık? Temel tıkanıklar ne?’, ‘Eğitimden kimler sorumlu?’, ‘Başlangıç noktası nerede?’ gibi soruları sıralayan Selçuk, hiperaktif çocukların özelliklerini de sıraladıktan sonra, Türkiye için “Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi” dedi.

Yerinde duramayan, gereksiz konuşan, nerede susup nerede konuşacağını bilmeyen, kafası karışık, bazen aşırı hareketli, risk alan ama amacını bilmeyen, bazen yırtıcı....

Türkiye’nin altı çocuk, üstü fil!

Çocuk mu Türkiye mi? desem...

“Altı çocuk üstü fil gibi” diye devam etti Selçuk. Yukarıda saydığımız davranış özelliklerini gösteren Türkiye’deki gündeme döndü Selçuk ve saymaya başladı:

‘AB, türban, Ermenistan, Davos, Susurluk, Ergenekon, cemaatler, Rasmussen, PKK, imam hatip, doğalgaz, İslam dünyası....’

Selçuk hiperaktif Türkiye’nin iyi özelliklerini de saydı; Empatik, yenileşimci, risk alıyor, enerjik, duyarlı ve hayal gücü yüksek...

“Eğitim şart” deyip duruyoruz ya, devam edelim.

Rakamlarla ortaya konanlar pek de gerçekleri yansıtmıyor. Eğitime ayrılan bütçe çok kabarık ama bu bütçenin çok büyük bir bölümü binalara gidiyor, içeriğe değil. Öğretmenlerin hizmet içi eğitimine çok iyi bir kaynak ayrılıyor ama bunun da büyük bölümü yeme-içme ve yol masraflarına gidiyor. Her okulda yabancı dil eğitimi var ama öğrenciler yabancı dil öğrenebiliyor mu, araştırmalar hayır diyor.

Eğitim kalitesi ise yerlerde sürünüyor. Matematik ve fen gibi bilimlerde Türkiye 60’ıncı sırada.

Selçuk, Amerika’dan bir örnek verdi. ABD’de çıkan yasanın adı: ‘Hiçbir çocuk arkada kalmasın’ Bunun altında da bir not var, bu yasa demokratların ya da cumhuriyetçilerin değildir.

Ezcümle siyasetle eğitimi ayırmadıkça sorunlar çözülmez. Toplumda mutabakat yaratmak önemli, kamplaşma yaratmak değil! Toplumda artık iyice su yüzüne çıkan yandaşlık-karşıtlık sürdükçe bu sorunlara çözüm bulmak çok zor. Selçuk’un deyimiyle, ‘Böyle giderse kokain toplumu oluruz. Kendi kamplarımızın fanatiği olmayalım!’


Yazının devamı...

Tüketici geleneksel tatlara sahip çıktı ama 3 TL’ye mönü arıyor

Veysi Öncel’in İzmir’de geleneksel lezzetleri ekmek içinde sunarak yarattığı Ekmekiçi markası rotasını dünyaya çevirdi. Ayda 80 bin kişiye Ekmekiçi satan Öncel’in yıllık cirosu da 10 milyon dolara ulaştı. Öncel, 2010 yılında ise önce İskandinav ülkelerinde ardından Çin’de restoran açacak.

Bu yıl 30 şube açmayı hedeflediklerini ve 2010-2011’de 150’ye ulaşacaklarını söyleyen Veysi Öncel, “Krize rağmen işlerimiz iyi gidiyor. Müşteri yemeğe çok para harcamak istemiyor ama şu dönemde geleneksel tatlara sahip çıktılar. Müşteri 3 TL’ye mönü arıyor” dedi.

Veysi Öncel Mardin doğumlu. Ailesi İzmir’e göç edince, İzmir’de ticaretin içinde büyüdü. İzmir’in en büyük yemek fabrikasını açtı. Daha sonra turizm sektörüne girdi. Çeşme’nin en bilinen otellerinden Pırıl Otel’in sahibi olan Öncel, bundan 8 yıl önce ’hamburgere olan ilgi karşısında ne yapabilirim’ diye düşünüp Ekmekiçi markasını kurdu. Ekmekiçi İzmir’de güçlendi. Şimdiler de ise hızla Türkiye’ye yayılıyor. 2009’da İstanbul’da 20 Ekmekiçi açılacak. 2010’da ise Ekmekiçi İskandinav ülkelerine ve Çin’e ulaşacak.

Türkiye’nin geleneksel lezzetlerini ekmek arasında ve patates ile sunan ilk zincir olan Ekmekiçi’nin hikayesini Veysi Öncel anlattı.

Mardin doğumlusunuz. Ne zaman ayrıldınız Mardin’den?

İlkokulu bitirdikten sonra ailece Mardin’den ayrıldık. Ablalarımın tahsili için Mardin’den göç ettik ve İzmir’e geldik. Babamın Mardin’de bir otobüs şirketi vardı. Mardin’de ilk otobüsçülüğü başlatan kişi babamdır. Liseyi bitirinceye kadar ticari faaliyetlerde bulundum. Babamın işinde çalıştım. Yazın tatillerde muhakkak çalışırdım. Kışın da okul çıkışlarında çalışırdım. Okul bitince babam bana sıhhi tesisat malzemeleri üzerine bir yer açtı, askerlik sonrası da üç yıl Yeni Asır gazetesinde çalıştım. Benim için basın güzel bir deneyim oldu. Ama ticaret içime girmişti. Siyasi olaylar nedeniyle üniversiteyi okuyamamıştım. Yine ticarete döndüm.

Kendi işinizi mi kurdunuz?

Evet. Yemek fabrikası kurdum. Çağdaş Catering adlı şirketim o zaman için ilklerdendi. İş yerlerinde insanlar sefertasında yemek yiyorlardı. Sefertasını büyütüp iş yerlerine yemek vermeye başladım. Sonra işler büyüdü: Merdivenin basamaklarını yavaş yavaş çıktım. İzmir Karabağlar’da büyük bir imalathane oluştu.

Günde kaç kişiye yemek veriyordunuz?

8-9 bin arası. Her gün yemek çıkarırdım. İyi para kazandım bu işten ve turizm sektörüne girmeye karar verdim. İlk kızımın ismi Pırıl’dır. Çeşme’yi çok seviyorduk. Orada 60 yataklı bir otel açtık. 1991’de 2 yıldızlı otel kategorisinde Avrupa birincisi olduk. İşler iyi gitti, daha sonra 139 yatağa çıktık. 3 yıldız aldık. Sonra yine otelin yanındaki arazileri aldım. 2004 yılında 10 milyon euroluk bir yatırımla 350 yataklı termal merkezli 5 yıldızlı bir otelimiz oldu. 12 yıldır Çeşme’de Otelciler Birliği Başkanlığı’nı yürütüyorum. Hiç aday olmadan, liste yapmadan seçildim.

Söz Çeşme’den açıldığı için sormak istiyorum. Çeşme neden yabancı turistler için çekici değil?

5 bin 500 nitelikli yatak var Çeşme’de. Bu da yabancı turlar için yeterli değil. Şu günlerde Turizm Bakanı’nın vereceği müjdeli haberler bekleniyor. Siz de bir İzmirli olarak biliyorsunuz, Çeşme termal özelliği, kumsalları, sörfü, yelkeni ve havaalanına yakınlığı gibi özellikleriyle aslında çok cazip. İstanbullular da yeni keşfetti. Çeşme dünya markası olacak nitelikte bir yer. Yatırım bekliyor. Belek gibi olur Çeşme, ama yatırımların Çeşme’nin özellikleri göz önünde tutularak iyi bir planlamayla yapılması lazım.

Siz her gün tabldot yemek üreten bir fabrikada işleriniz de iyi giderken neden fast food işine girdiniz?

Amerikan köftesine olan ilgi beni üzüyordu. Bunun nedenlerini araştırmaya başladım. Geleneksel tatlarımızı mönü şeklinde hazırlamak istedim. İlk İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde Ekmekiçi adlı yerimi açtım. Geleneksel lezzetlerin ekmek içinde sunulduğu, yanında patates kızartmasının olduğu mönüler hazırladık. Uzun süre Ar-Ge çalışması yapmıştık. Sonucunu da kısa zamanda aldık. Çok iyi gitti işler. 5 yer daha açtım İzmir’de. 2008 yılının Ekim ayında franchise vermeye başladım. 18 şubeye ulaştık.

Bu yıl kriz var, yeni yer açacak mısınız?

İşlerimiz iyi gidiyor. Bu sene 30 şubemiz daha açılacak. İstanbul, Ankara, Denizli, Mersin, Antep, Manisa, Salihli, Kuşadası’nda varız. 2010 ve 2011 yılında şube sayımızın 150’ye ulaşmasını planlıyoruz.

Kriz fast food satışlarını artırdı mı?

Krize ve sigara yasağına rağmen biz hızlı ilerledik. Müşteriler yemeğe çok para harcamak istemiyor. Karnını doyuracak, lezzetli ama ucuz gıda arayışı içinde.

Ben şu dönem içinde insanların geleneksel tatlara sahip çıktığını gördüm. Bütün mönülerimiz ekmek ve lavaş içinde. Ekmek odun fırınında bizim tarafımızdan yapılıyor. Lavaşı da kendimiz yapıyoruz.

Alışveriş merkezlerine gelen müşteri sayısının düşmesi sizi etkilemedi mi? Ekmekiçi’lerin bir bölümü alışveriş merkezlerinde...

Etkiledi. Düşüş var ama yine de bizim işlerimiz iyi. Ayda 80 bin müşterimiz var. Yıllık ciromuz 10 milyon dolara yaklaştı.

Yurtdışına açılma planlarınız var mı?

2010’da İskandinav ülkelerinde Ekmekiçi açılacak. İsveç, Finlandiya, Norveç’te olacağız.

Çin’de Ekmekiçi açılacak

Neden İskandinav ülkeleri?

Pazar araştırması yaptık. Bu tür gıdalara hasret orada yaşayan insanlar. Biz Türkler’in az olduğu yerlerde açacağız.

Neden?

Türkler’in yoğun olarak yaşadığı Almanya ve Avusturya gibi yerlerde dürüm döner var. Adım başı dönerci var. Bizim getirdiğimiz sistem farklı. Şu anda Çin’de Ar-Ge çalışması yapıyoruz. Orada da önümüzdeki yıllarda Ekmekiçi açmayı planlıyoruz.

Kriz nedeniyle tercihler değişti mi?

Krizde talep değişikliği oldu. Pahalı ürünlerin satışları düştü. Rakip firmalar 1.5 TL’ye ürün satıyor. Biz de maliyeti düşük ürüne bakıyoruz. Müşteri kitlesi 3 TL’ye içeceği ve patatesiyle mönü arıyor.

Yemek fabrikanızı kapattınız mı?

O işimi devretmeden bıraktım. Devretsem gelecekte ne olur bilemem. Markamın temizliği ve kişiliği önemliydi. Hijyen çok önemli. Bu işte de çok önem veriyorum.

Ekmekiçi Türkiye için güzel bir isim ama yurtdışında zorluk çıkarmaz mı?

Yurtdışında da aynı şekilde devam edeceğim. Geleneksel lezzetlerden yola çıkan bir markanın yabancı bir isminin olması bence düşünülemez. Örneğin tatlımız var bizim, künefe. Tatlıda da sufle olmaz bizde. Türk tatlı çeşitlerimiz artacak. Anadolu’dan katmer gibi tatlıları da mönüye koyacağız.

İçli köfte için Mardinli kadınlar getirdik

En çok ne satılıyor?

En çok dönerimiz satılıyor. Bizim dönerimizde kıyma yok. Tamamen et döner. İzmir usulü kuzu kokoreç de çok satıyoruz. Bizim kokoreç için ayda bir kere rapor alıyoruz. Bakteri olmadığına dair rapor alıyoruz. Sağlıklı kokoreçin adresiyiz. Kebap çeşitlerimiz de ilgi görüyor. İçli köftemiz için Mardin’den kadınlar getirdik, onlar yapıyor.

‘Damatlara çalışıyorum’

- İki kızım var. Pırıl ve Dila. Biri Koç Üniversitesi’nde okuyor, biri de üniversiteye hazırlanıyor. Arkadaşlarım hep ’Damatlara çalışıyorsun’ diye takılır, ne yapayım damatları memnun etmek için çalışıyorum.

- Kumru yakında Ekmekiçi’nin mönüsüne girecek. Sabah kahvaltısı için yakında koyacağız.

- Ekmekiçi’nin 2009 yılı için hedef cirosu 15 milyon dolar.

- Ekmekiçi’nde her yeni ürün 1.000 kişiye tattırılarak notlar alınıyor. Hijyen, Ekmekiçi’nin en çok üzerinde durduğu konuların başında geliyor. Ürünler Hıfzısıhha Enstitüsü’nde mikrobiyolojik testlere tabi tutuluyor.

EN İYİ ÜÇÜNCÜ DÜRÜMCÜ

Türkiye’nİn en iyi üçüncü dürümcüsü seçildiklerini söyleyen Veysi Öncel, her şubede kameraların olduğunu ve merkezden izlediklerini de açıkladı. Öncel, “Devamlı denetleme var şubelerde. Kameraları izleyenler dışında da denetçiler var” dedi.

Yazının devamı...

Kiralarımız outlet seviyesinde ‘212’yi krize rağmen açıyoruz

Sanayicilik hayatı boyunca ekonomik ve siyasal krizlerin yarattığı çok sayıda çalkantılı döneme şahitlik eden Akın Holding’in Başkanı Nuri Akın, herkesin projelerine ara verdiği bir süreçte toplamda 205 milyon euroluk 212 AVM ve rezidans yatırımını hizmete sunmaya hazırlanıyor.

212 AVM’nin 15 Ağustos’ta Bağcılar’da açılacağını söyleyen Akın, “Perakendecilerin zor durumda olduğunu biliyoruz, kiralarımız outlet’lerdeki seviyelerde” dedi. Akın, tüketimin artırılması gerektiğini vurgularken “Bir şey satılmazsa sanayici daha fazla dayanamaz” uyarısını yaptı.

Akın Holding Türkiye’de tekstil sektörünün önde gelen gruplarından biri. Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Akın. Tekstil sektörünün bu deneyimli ismi 1972-2005 yılları arasında Bağcılar’da faaliyet gösteren Edip İplik fabrikasının yerine alışveriş merkezi ve rezidans yaptı. 212 adlı alışveriş merkezi 15 Ağustos’ta açılacak. Nuri Akın’la bu vesileyle buluştuk. Malum kriz nedeniyle çok sayıda alışveriş merkezi projesi durduruldu ya da ertelendi. Nuri Akın ise projesine çok güveniyor ve 212’nin Bağcılar’ın yaşam merkezi olacağına inanıyor.

Dedeniz Denizli Buldan’da işinizin temelini atmış...

Dedem belediye başkanıymış. Biliyorsunuz Buldan dokumacı memleketi. Babamların da boyahanesi varmış orada. İlk önce Cağaloğlu’nda sonra Kapalıçarşı’da dükkan tutmuş babam. Dedem malları Denizli’den gönderir, babam da satarmış. Babam İngilizce ve Almanca öğrenerek hem ticaret yapmış ve hem de dışa açılmış.

Vizyon sahibi bir adammış...

Kesinlikle...1948 yılında, ben 4 yaşındayken, annem kardeşime hamileyken, babam 6 aylığına Amerika’ya gitmiş. Orada da hem yabancı dilini geliştirmiş, hem de ticaret yapmış. 1955’te İstanbul’da Akın Tekstil’i kurdu babam.

Siz ne eğitimi aldınız?

Almanya’da Tekstil İktisat Mühendisliği’nden mezun oldum. Askerlikten sonra Edip İplik’i kurdum. O dönemde Turgut Özal, DPT’nin (Devlet Planlama Teşkilatı) başındaydı. Pamuk ipliği fabrikalarına teşvik veriliyordu. Ben de fabrikayı İstanbul’da kurmayı hayal ediyordum. Turgut Özal’a ’aynı teşvik İstanbul için geçerli olur mu?’ diye danıştım. Özal, 25 bin iğlik yerine 50 bin iğlik iplik yatırımı yaparsak olabileceğini söyledi.

Siz de yaptınız...

Aslında kolay olmadı. Bu yatırımı ancak 2 kademeli yapabileceğimizi söyledim. Özal kabul etti; çok da sevindi. İstanbul’a en yakın 80 bin metrekarelik arsayı bulduk. O zaman bu arsanın yeri için İkitelli Köyü denilirdi.

Turgut Bey yolumuzu açtı

Şu anda 212 Alışveriş Merkezi’nin yeri...

Evet. Edirne’nin Ed’i ile ipliğin ip’ini birleştirip, Edip İplik fabrikasını kurduk orada. Ben Turgut Bey’le ilişkimi o dönemden sonra hep sürdürdüm. Ben yolumuzu çok açtığını düşünüyorum ülke olarak. Oturduğumuz yerden bir şey olmayacağını, kapıları vurup açmak gerektiğini öğrendik işadamları olarak. ’Bizim malımız var, bunu satarız’ demeye başladık. O dönemde Edpa Dış Ticaret Şirketi’ni kurdum. Biz 1987’de Edpa olarak Türkiye’nin 4’üncü büyük şirketi olduk. İtalya’dan Cezayir’e kadar her yerde şirketimiz vardı.

Sonra da Tekstilbank’ı kurdunuz...

Evet, 1987’de Tekstilbank’ı kurdum. Hayali ihracat yüzünden Edpa tipi şirketler yıprandı, bizim hiç ilgimiz olmamasına rağmen küçüldük. O dönemde yurtdışında kurduğum şirketler de tek tek kapandı. Şu anda yalnızca Amerika’daki devam ediyor. Edpa-USA çok iyi gidiyor.

Yüzde 84’ü ihraç ediliyor

Pamuk ipliği üretiminde hep farklı bir yerinizin olduğu söylenir...

Pamuk ipliği altın niteliğindeydi. Bizim holding çatısı altında diğer tarafta Akın Tekstil vardı, her şeyi üretiyorduk orada da, konfeksiyona da girmiştik. Melanj ipliğini ilk biz yaptık. Lacoste markasının melanj ürünleri bizimdir. Türkiye’den dışarıya mal satanların çoğu bizden ara malları alır. Akın Tekstil’in üretiminin yüzde 84’ü ihraç edilir ama iplikte yüzde 25 kadardır ihracatımız, çünkü bizden alıp işleyip sonra satar üreticiler.

2001 yılında banka deneyiminiz farklı bir tecrübeyle noktalandı...

Ben 1986 ile 2001 arası bankayla çok ilgiliydim. 2001 krizinde hakim hisseleri Giyim Sanayicileri Derneği üyelerinin kurduğu holdinge, Turgut Yılmaz’a bıraktım. ’Ne yapacağım?’ diye bakarken 2006’ya kadar yeni bir şey yapmadım. Edip İplik’i taşıdık biz bu arada.

Fransızlar ‘Fransız’ oldu

Neden?

1994 yılında bize bir Fransız müşteri gelip, ’Bu yeri bize 50 milyon dolara satın’ dedi. Nisan’da kriz olunca Fransızlar Fransız oldu. Ama bu bizim kulağımıza kaçtı, gözümüz açıldı ve biz o zaman yer aramaya başladık. Trakya’ya yavaş yavaş taşındık. 2008’de CarrefourSA ısrarla arsayı bizden istedi. Biz sonra burayı yapalım istedik. Ve sonuçta AVM ve rezidans projesi ortaya çıktı. 212 İstanbul’u yaratmak için yola çıktık.

İki yıl önce AVM açmak iyi bir iş gibi görünüyordu ama kriz geldi, şu anda projelerin çoğu iptal edildi, ertelendi...

Biz de fırtınaya yakalandık. Tekneyle yola çıktık, karaya çıkamıyoruz kayalara çarparız, açılamıyoruz çok dalga var. Durum bu. Bu arada Edip İplik dünya markasıydı. Lüleburgaz’daki fabrikayı 2008 başında kapattık.

Neden?

Çünkü para kazanma değil para kaybetme makinesi oldu bizim için. Döviz kuru yüksekliği, işçilik ve enerji fiyatları diğer ülkelere nazaran 8 kat fazla Türkiye’de. Sürekli her ay zarar ettik. Servetten yemeye başladık.

Bodrum’da da projeniz vardı...

1994 yılında başladık oradaki projelere de. İki proje yaptık orada. Babamın iki evi vardı. Kışın Nişantaşı’nda, yazın Suadiye’deydik. Ben hiç iki evim olsun istemedim ama deniz kıyısında oturmayı hep istedim. Bodrum’u çok beğendim o dönemde. 21 dönümlük bir yer aldım. Ne yapacağım tek başıma? İnsanın bir teknesi olunca, bir yere giderken üç beş arkadaşını arar, bu tip keyifli işler arkadaşlarla güzel olur. En yakın arkadaşları aradım ben de. ’Burada 20 ev olur’ dediler. Ben çok sıkışık olsun istemedim. Sonuçta 10 yakın arkadaşımla orayı yaptık. Orası çok güzel olunca sonra Kayaköy’ü yaptım.

Alışveriş merkezi işi de bu anlattıklarınızdan çok farklı değil mi? Farklı sektörlerden bu işe girenlerin tökezlediğini de görüyoruz. Siz nelere özen gösterdiniz?

İlk başta ’inşaatı kendim yaparım’ diye düşünüyordum ama sonra krediyi aldığım banka ’Bu işi iyi bir bilene verin’ dedi. Allahtan öyle yaptık. Yazlık yapmaya, 40 ev yapmaya hiç benzemiyor. Biz Yapı Market’e verdik. İyi ki de vermişiz. 310 bin metrekarelik bir inşaat yapıldı. Çok da güzel oldu.

Bağcılar’da Basın Ekspres Yolu’nda böyle bir yer yok. Siz alışveriş merkezini yaptırmadan önce mevcut potansiyeli nasıl değerlendirdiniz?

Biz 212 projesine başladık. Bize yakın alanda iki proje durdu. Bölgede tek kaldık. Bunun avantajı var. Trafik meselesini halletmek için Büyükşehir Belediyesi’yle anlaşarak kavşak yaptırıyoruz. Biz önceleri ’Alışveriş merkezinin yapısı değişik olsun, insanları çeksin’ dedik. Değerlendirmeler yapınca, yol boyunca insanları dış görünüşün değil başka şeylerin çektiğini öğrendim.

Perakendeci zorda

Neler çekiyor?

Aileler iyi vakit geçirmek istiyor. Bir aile böyle bir yere geldiğinde yemeli içmeli ve bunlar mümkün olduğu kadar ekonomik olmalı. Biz bunu yaptık. Bağcılar, bugün İstanbul’un en büyük ilçesi. 720 bin nüfusu var. Bağcılar gelişmekte olan bir Orta Anadolu şehri gibi. Biz bunu değerlendirmeye çalışıyoruz. Yüksek markalar zorlanır o bölgede. Mantıklı seçimler yapıyoruz. CarrefourSA, Praktiker ve Media Markt gibi cazibe noktaları var. Media Markt sabaha karşı açılmak istiyor, büyük beklentileri var. Sinema salonlarının yanısıra ailelere yönelik oyun salonu da olacak.

Kaç mağaza olacak? Ne zaman açılacak?

185 civarı mağaza olacak. Ağustos’un 15’inde açılacak. Eylül ayında okullar açılıyor. Ayrıca bu yıl 21 Ağustos’ta Ramazan başlıyor. Media Markt ve CarrefourSA rica etti, ’Ramazan Ayı’ndan önce açın, bayrama iyi girelim’ dediler.

Kriz var. Perakendeciler birçok alışveriş merkezinde çok zorlandı, siz ne yapıyordunuz? Global kriz neleri değiştirdi?

Kiralamalar çok önemli. Perakendecilerin zor durumda olduğunu biliyoruz. Biz neredeyse outlet merkezlerindeki kira seviyesindeyiz.

5 milyon pantolon üretiyoruz

Akın Tekstil’in üretim rakamlarını öğrenebilir miyiz? En büyük pantolon üreticilerinden biri olduğunuz söyleniyor...

Yılda 5 milyon pantolon üretiyoruz. 20 milyon metrekare de kumaş üretiyoruz. Yüzde 84 ihracatımız var. Avrupa’ya satıyoruz. Global kriz ortamında siparişler ilk anda etkilendi ama döviz yukarı çıkınca bizim için iyi oldu.

İnsanlar temkinli gidecektir ama yavaş yavaş pozitife döneceğiz

Türkiye’deki her işadamı gibi çok sayıda kriz deneyiminiz var. Bugün yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

1978’de sanayiciydim, işçi krizi vardı. Ama daha öncesinde de 1974 yılında petrol krizi çıktı. Ambargo geldi. 1989 krizi, 1994’te de şaşırdık, ‘battık mı batmadık mı’ diye düşündük. Biz 2001 krizinin getirmiş olduğu sağlamlığın avantajlarını kullanıyoruz bugünlerde. Ama perakende de kriz büyük. İnsanlar para harcamıyor. Şu anda inşallah sonuna geliyoruz diye düşünüyorum. Sanayide çok büyük düşüş var. Bir şey satılmazsa sanayici dayanamaz. Tüketimin artırılması gerekiyor. İnsanlar bu ortamda temkinli gideceklerdir ama ben yine de yavaş yavaş pozitife gideceğimizi düşünüyorum.

3 bin kişiye iş imkanı

- 212 alışveriş merkezinin maliyeti 120 milyon euro.

- 90 milyon euroluk rezidansla birlikte projenin toplam maliyeti 205 milyon euroyu bulacak.

- Media Markt 4.600 metrekare, Praktiker 9.300 metrekare ve CarrefourSA 11.600 metrekare alanla projede yer alıyor. Nuri Akın, bu yerlerin alışveriş merkezinin cazibesini artıracağını söyledi.

- 212’de 10 salonlu bir sinema da bulunacak.

- Proje 55 bin 560 metrekare alan üzerine kuruluyor ve 230 bin toplam kapalı alana sahip.

- 3 bin kişiye iş imkanı verilecek.

- Projenin rezidans kısmında 540 daire yer alacak. Her katta 17 daire olacak.

Yazının devamı...

Muş’taki kızlar İmkansız Periler’i bekliyor!

Türkiye hâlâ ne yazık ki kızları değil erkekleri okullulaştırıyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kız çocukların okullulaşma oranları erkeklere oranla çok düşük. Geri kalmış bölgelere yardım gidiyor, bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor, kampanyalar düzenleniyor. Ama hâlâ okula gönderilmeyen kız çocukları, okullarda eksik var...

OECD ülkelerinde yıllık öğrenci başına 7 bin 500 dolar düşüyor. Bu rakam Türkiye’de yıllık bin 200 dolar. Avrupa’da ise ortalama 10 bin dolar civarında.

Ezcümle yapılacak çok şey var.

Bugün bu yazıda aslında bir hatırlatma yapmak istiyorum.

Metro Group, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından belirlenen, Milliyet Gazetesi’yle işbirliğiyle yürütülen Baba Beni Okula Gönder kampanyasından yola çıkarak 1000 kız öğrencinin eğitim masraflarını üstlenmişti.

Bu kızların bir bir hikayelerini dinleyen Metro Group Türkiye Temsilcilik Ofisi çalışanları, eğitim gören genç kızların hayat hikayelerini amatör bir ruhla kaleme almışlar ve sonuçta ortaya kızların hikayelerinin anlatıldığı İmkansız Periler kitabı çıkmıştı.

10 bin adet satıldı

Metro Group Türkiye Temsilcisi Nurdan Tümbek Tekeoğlu bugüne kadar kitaptan 3 baskı yapıldığını ve yaklaşık olarak 10.000 adet kitabın satıldığını söyledi.

40.000 TL dolayında gelir elde edilmiş.

Ama yetmez... Daha alınacak çok yol var.

Kitaptan 10.000 adet daha satıldığında, Muşlu 80 kız 3 yıl süreyle sadece bu kitabın satışından elde edilen gelirle eğitim hakkı elde edecek. “Tek bir kitapla 80 kızın okullu olabileceği gerçeği bize çok büyük umut ve heyecan veriyor” diyen Nurdan Hanım’a katılmamak mümkün değil.

İmkansız Periler 10 TL’den Metro, Real, YKM ve D&R mağazalarında satılıyor. Toplu kitap satın almak isteyenler Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile ya da Metro Group’la irtibata geçebilir. Toplu alımlar bu tip kampanyalara olan duyarlılığı artırmak için de bir fırsat. Önümüzde Anneler Günü var, gelecek için ‘İmkansız Periler’ destek bekliyor.



Neden Muş?

Muş, sosyal gelişmişlik açısından Türkiye’nin hep son iki ili arasında gösteriliyor. Sinema yok, tiyatro yok, sosyal hayat diye bir şey yok. Tümbek, “İçimiz ezildi, bir acı duyduk kalbimizde. Devletin verdiği yaklaşık 30 liralık aşı parasını alabilmek için Muş’ta pek çok çocuk dünyaya geliyor. Yeterli okul olmadığından, yurt olmadığından bu çocuklar okula gönderilmiyor” diyor.


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.