Hiperaktif Türkiye kokain toplumu olmasın!
.
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından 2003 yılında hayata geçirilen Eğitim Reformu Girişimi’ni (ERG) bir süredir takip ediyorum. ERG tarafından kaleme alınan raporlar bana hep şu hissi uyandırıyor:
Türkiye eğitimde emekleme döneminde, ayağa kalkması da çok zor, çünkü eğitimle siyaset iç içe.
Ölümünün beşinci yılında merhum Sakıp Sabancı’yı anma etkinliği olarak Sabancı Üniversitesi tarafından Sabancı Müzesi’nde ‘Değişen ve Gelişen Türkiye’nin Eğitim ve Kültür Sancıları’ adlı bir sempozyum düzenlendi. ERG’deki aktif isimlerin hemen hemen hepsi de sempozyumdaydı. Koşa koşa gittim.
Nedeni basit. Benim de eğitim konusunda kafam çok karışık. Kendimden yola çıkarsam... Türkiye’nin önde gelen okullarından birinden mezun oldum, üniversite sınavında derece alan birçok arkadaşım vardı, başarılı olabildiler mi sorusunun yanıtı, çok uzun bir tartışma konusu. Yıllardır yardımlarla Doğu ve Güneydoğu’ya yapılanları izliyorum, ilgililer bilmem ne kadar bilgisayarın okullara kurulduğundan bahsediyor, iletişim içinde olduğum çocuklardan daha biri bilgisayarın başına geçemedi, öğretmenler izin vermiyor. Kız çocukları okula gönderilsin diye yapılan kampanyalara destek veriyoruz, rakamların değişmesi mutluluk veriyor ama kız çocuklarının okula devamına baktığımızda umutlar suya düşüyor. Böyle örnekler vermeye devam edebiliriz, sonu yok.
İşte bu yüzden Güler Sabancı’nın açılışını yaptığı sempozyumu Türkiye’de eğitime yön veren karar vericiler takip etsin çok isterdim.
Özellikle de Talim Terbiye Kurulu eski Başkanı Ziya Selçuk’u dinlemelerini, Selçuk’la tartışmalarını çok isterdim.
Şu anda Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya Selçuk, sempozyumda çok etkileyici bir sunum yaptı, bakış açısıyla kafalarımızdaki birçok soruyu dağıttı, asıl bakmamız gereken noktaları gösterdi.
‘Türkiye nasıl bir ülke? Türkiye’nin kafası neden karışık? Temel tıkanıklar ne?’, ‘Eğitimden kimler sorumlu?’, ‘Başlangıç noktası nerede?’ gibi soruları sıralayan Selçuk, hiperaktif çocukların özelliklerini de sıraladıktan sonra, Türkiye için “Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi” dedi.
Yerinde duramayan, gereksiz konuşan, nerede susup nerede konuşacağını bilmeyen, kafası karışık, bazen aşırı hareketli, risk alan ama amacını bilmeyen, bazen yırtıcı....
Türkiye’nin altı çocuk, üstü fil!
Çocuk mu Türkiye mi? desem...
“Altı çocuk üstü fil gibi” diye devam etti Selçuk. Yukarıda saydığımız davranış özelliklerini gösteren Türkiye’deki gündeme döndü Selçuk ve saymaya başladı:
‘AB, türban, Ermenistan, Davos, Susurluk, Ergenekon, cemaatler, Rasmussen, PKK, imam hatip, doğalgaz, İslam dünyası....’
Selçuk hiperaktif Türkiye’nin iyi özelliklerini de saydı; Empatik, yenileşimci, risk alıyor, enerjik, duyarlı ve hayal gücü yüksek...
“Eğitim şart” deyip duruyoruz ya, devam edelim.
Rakamlarla ortaya konanlar pek de gerçekleri yansıtmıyor. Eğitime ayrılan bütçe çok kabarık ama bu bütçenin çok büyük bir bölümü binalara gidiyor, içeriğe değil. Öğretmenlerin hizmet içi eğitimine çok iyi bir kaynak ayrılıyor ama bunun da büyük bölümü yeme-içme ve yol masraflarına gidiyor. Her okulda yabancı dil eğitimi var ama öğrenciler yabancı dil öğrenebiliyor mu, araştırmalar hayır diyor.
Eğitim kalitesi ise yerlerde sürünüyor. Matematik ve fen gibi bilimlerde Türkiye 60’ıncı sırada.
Selçuk, Amerika’dan bir örnek verdi. ABD’de çıkan yasanın adı: ‘Hiçbir çocuk arkada kalmasın’ Bunun altında da bir not var, bu yasa demokratların ya da cumhuriyetçilerin değildir.
Ezcümle siyasetle eğitimi ayırmadıkça sorunlar çözülmez. Toplumda mutabakat yaratmak önemli, kamplaşma yaratmak değil! Toplumda artık iyice su yüzüne çıkan yandaşlık-karşıtlık sürdükçe bu sorunlara çözüm bulmak çok zor. Selçuk’un deyimiyle, ‘Böyle giderse kokain toplumu oluruz. Kendi kamplarımızın fanatiği olmayalım!’