Şampiy10
Magazin
Gündem

Fenerbahçe 12 bin çocuğu giydirecek

Mardin’e gitmek üzere uçağa biniyoruz ama yoğun yağış nedeniyle uçak Mardin’e değil Diyarbakır’a iniyor. Kara yolundan Mardin’e ulaşıyoruz. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Fenerbahçe Yönetim Kurulu üyelerinin özel uçakla geleceklerini biliyoruz ama o uçak da gelemiyor. Mardin’e daha önceden ulaşan Fenerbahçeli yöneticiler olduğunu öğreniyoruz, yani program iptal edilmiyor ve ben Fenerbahçe Cumhuriyeti’yle tanışıyorum! Doğrusu bu seyahate kadar Fenerbahçe Cumhuriyeti dediklerinde aklıma gelenler çok farklıydı. Artık çok farklı. Evet Fenerbahçe aynı zamanda bir sivil toplum örgütü. Bu konuyu birazdan açacağım. Midyat’ta 2000 ilköğretim öğrencisine giysi ve kıyafet yardımı yapılıyor. Bu amaçla düzenlenen bir tören nedeniyle Fenerbahçeli yöneticilerin özel davetiyle Mardin’deyiz.

Organizasyonu Mardin Fenerbahçeliler Derneği, New York Fenerbahçeliler Derneği ve Bursa Fenerbahçeliler Derneği yapmış. New York Başkanı, bu organizasyon için kalkıp Amerika’dan gelmiş. İlk başta çok şaşırtıcı geliyor, sonra onlarla 2 gün geçirdikten sonra anlıyorum, burada sporun getirdiği dayanışmanın da ötesinde başka bir şey var.

Öğrenciye özel hediye

Midyat Kocatepe İlkokulu’nun salonunda öğrenciler... Hediyeler 2 bin öğrenciye verilecek. Civar köylerden ve beldelerden seçilmiş öğrenciler. Ayakkabı numaraları önceden alınmış. Poşetlerin içinde palto, kızlara etek, erkeklere pantolon, kırtasiye ürünleri ve ayakkabılar var. Öğrencilerin çoğu domuz gribi korkusuyla salona getirilmemiş. Onlara hediyelerini götürmek üzere her okuldan 3 öğretmen törene gelmiş. Orada olan çocuklar ise en şanslılar. Ellerinde balonlar, bayraklar kutlamadalar. Törende FB Başkanvekili Nihat Özdemir, FB Asbaşkanı Mithat Yenigün, FB yöneticilerinden Serhat Çeçen ve Mardin Valisi Hasan Duruer ile Midyat Kaymakamı Fatih Akkaya var. Çocuklar alıyor paketlerini ellerine, mutlular. Birileri onları düşünmüş...

Gelelim Fenerbahçe neden bir sivil toplum örgütü konusuna... Yenigün İnşaat’ın sahibi Midyatlı Mithat Yenigün’ün 2 ay önce açtığı Kasr- Nevruz adlı butik oteline gidiyoruz. Mithat Bey, 280 yıldır ailesine ait kasrı butik otel yapmış. Orada sohbet ediyoruz. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 146 Taraftar Derneği var. Aziz Yıldırım’ın Başkanlığı döneminde 110 dernek kurulmuş. Sırada 20 dernek daha var. Bunların bir kısmı yurtdışında. Sidney, New York ve Moskova ilk anda sayabileceklerimiz. Bu dernekler maçlara bilet bulmayı sağlayan organizasyonlar değil. Mithat Yenigün derneklerden sorumlu olduğunda derneklerin görev tanımını yaparken, “Bulunduğunuz yerde mutlaka yapılacak şeyler vardır. Topluma katkı sağlarsanız FB sevgisini arttırırsınız” demiş.

Dernek sayısı katlandı

İşte bu itici güç ile dernek sayısı hızla katlanmış, dernekler projeleriyle yarışır hale gelmiş. Kimi engellilerle ilgili çalışıyor, kimi ağaç dikiyor, kimi çocuklara yardım topluyor, kimi yaşlılara... Dernekler ortak projeler de üstleniyor. Mardin ve New York birlikte çalışıyor, yardımlar belirleniyor, finansmanı sağlanıyor, Bursa derneği ürünleri yaptırıyor. Mithat Bey anlatmaya devam ediyor: “Antakya Derneğimiz gazete kağıtları toplamakla işe başladı, çocuklara burs verdi. Üye arkadaşlarımız arasında maddi yardımda bulunamayan kuaför bir arkadaşımız vardı, o çocukların saçlarını ücretsiz kesti. Her türlü dayanışmayı yapıyor derneklerimiz. Biz Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütüyüz.” Yaptıklarına bakınca evet bu çalışmaları sivil toplum örgütleri yapar, diyecek söz yok. İşte yaptıklarından birkaç örnek:

* 101 bin kitap kampanyası

* Hatay’da bir ilköğretim okulu

* Tekerlekli sandalye temini

* Öğrencilere sağlık taraması

* Menemen’de 101’inci yıl derslikleri

* 7 ayrı yerde Fenerbahçe Ormanı

Mithat Yenigün, “çocukları giydirme programları”nda 1.5 yıldır 9 bin çocuğa hediyeler verildiğini, 2009 sonuna kadar bu sayının 12 bin olacağını da söylüyor.

Kuruluş tüzüğündeki o madde!

Sohbetİmiz hayli renkli geçiyor. Masada futbolun efsane isimlerden Selçuk Yula, 1964’te Midyat’tan ayrılan, şu an Amerika’da yaşayan Süryani işadamı Anter Can, Fenerbahçe USA Derneği Başkanı Ekmal Anda ve araştırmacı yazar Dr. Sertaç Kayserilioğlu var. Kayserilioğlu, 2005’te bir sahafta Fenerbahçe Spor Kulübü’nün hiç yayınlanmamış olan ilk kuruluş tüzüğünü bulmuş. Osmanlıca belgeyi çeviren Kayserilioğlu, sohbetimizde FB’nin kuruluş tüzüğünün ikinci maddesini özetliyor: “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluş amacı; vatan gençlerini, vatanın korunmasına ve askeri seferberliklere hazırlamaktır.”

Futboldan kavgasız, gürültüsüz konuşanlar da varmış, mutlu oldum. Bir Galatasaraylı olarak FB’nin yaptıklarını kıskandım. FB’li yöneticileri buradan tebrik edelim ve “Yapacaklarınız bu kadarla kalmasın, hâlâ Mardin’de 2 bin 800 dersliğe ihtiyaç var, hâlâ çocuklar aç, çıplak, spor yapacakları ortamlar yok denecek kadar az” diyelim.

Yazının devamı...

‘Sürekli çalkantı yaşanacak, Türkiye ön plana çıkacak’

CEO Profil etkinliğinde konuşan Coca-Cola CEO’su Muhtar Kent, ”Dünyada 10 yıl sonra trilyon dolar civarında yaratılan servetin yüzde 60’ının ve fazlasının gelişmekte olan ülkelerden kaynaklandığını göreceğiz. Çin, Latin Amerika, Vietnam, Türkiye bu değişen dünyada öne çıkacak” dedi

Kasım ayının ilk çalışma günü sabahın erken saatlerinde Coca-Cola’nın CEO’su Muhtar Kent’i dinledik. Bir işadamının gelebileceği en üst seviyede Muhtar Kent. Onu dinlerken işinin bir ülke yönetmek kadar zor olduğunu düşündüm. Liderlik özellikleriyle gelecek kuşaklara örnek olacak Muhtar Kent’i dinlemek ayrı bir zevkti.

KoçSistem ile Capital ve Ekonomist dergileri öncülüğünde kurulan CEO Club işbirliğinde düzenlenen CEO Profil etkinliğinde “Global Liderlik, Ekonomik Krizin Yönü ve 2010 Beklentileri” başlıklı bir konuşma yaptı Kent.

’Tüketiciler değişiyor’, ’İnovasyon şirketlerden değil tüketicilerden ve gelişmekte olan ülkelerden geliyor’, ’10 yıl sonra dünyadaki dengeler değişecek’, ’Türkiye’nin markalara ihtiyacı var’, ’Tüketiciler doğaya daha fazla önem veren şirketlere yöneliyor’, ’Büyük şirketler küçük şirketler gibi yönetilmeli’, ’Türkiye’nin liderlere ihtiyacı var, kadın liderlerimiz çok az’, ’Çok daha fazla çok uluslu Türk şirketi olmalı’ konuşmasından ilk anda çıkardığım başlıklar...

Yeni eğilimleri sıraladı

Konuşmasına ve yanıtladığı sorulara gelince...

Dünyada 4 büyük kitlesel eğilimin açığa çıkmakta olduğunu, Coca-Cola şirketi içinde bunlara ’yeni dengeler’ dediklerini vurgulayarak başladı konuşmasına Kent. Bu eğilimleri de,

* Küresel ekonomik büyümenin merkezindeki güçlü yön değişimi,

* İnsanların yeni fırsatlar peşinde çok hızlı bir şekilde şehre göç etmesi sonucu hızlı şehirleşme,

* Tüketici davranış ve beklentilerinin yeniden oluşması,

* Bu üç eğilimin getirdiği kalıcı mecburiyetlerle körüklenen yeni bir inovasyon çağı olarak sıraladı.

Muhtar Kent’in konuşmasından alıntıları sıralayarak devam ediyorum:

* 2020 yılı itibarıyla dünyanın ekonomik gücü yayılacak, dünyada trilyon dolar civarında yaratılan servetin yüzde 60’ının ve fazlasının gelişmekte olan ülkelerden kaynaklandığını göreceğiz. Çin, Latin Amerika, Vietnam, Türkiye gibi ülkelerin daha öne çıkacağı bir dünyaya hep birlikte şahit olacağız. Endonezya, Türkiye, Meksika, Arjantin, Şili, Hindistan, Rusya, Ukrayna, her ne kadar bugün sıkıntı geçiriyorlarsa da, daha büyük ağırlık kazanacaklar. Sürekli çalkantı içinde olacak gelecekte yöneticilik yapacak yeni nesil büyük önem taşıyor.

1 milyar yeni tüketici

* Gelecek 10 yıl içinde orta sınıfa yükselecek 1 milyar yeni tüketici göreceğiz. Göç, yeni normali tanımlayan ikinci unsuru oluşturuyor. Günümüzdeki şehirlere her yıl 65 milyon yeni insan katılıyor. Bu göç, 10 yıl boyunca her gün yaşanacak. Bu göç, her 90 günde, İstanbul ölçeğinde yeni bir metropolün gezegenimize ilavesi demektir.

* Tüketiciler artık markalarla tek yönlü monolog yerine diyalog içinde olmayı bekliyorlar. Kendilerine, ne yapmaları gerektiğinin söylenmesini kesinlikle istemiyorlar. Bu modern ticaretin yeni şekli, geleneksel alıcı-satıcıyı ortadan kaldırma tehdidi içeriyor. Tüketiciler giderek, şirketlerin gezegene yaptığı ilaveler, getirdiği faydalar, tüm tedarik zinciri ve operasyonlarda yerleştirmeye çalıştırdığı kalıcılık trendleri önem taşıyor.

* Önümüzdeki 10 yıl içinde inovasyon, yenilikçi hamlelerinin çoklu kaynaklardan aldığı güçle parlayan bir dünyada yeşerecek. Yeni fikirler ve inovasyon, artık şirketlerin içinde değil, dışında doğuyor. İnovasyon müşterilerden, tüketicilerden, tedarikçilerden geliyor. İnovasyon artık sadece gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere süzülmüyor, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere de gidiyor.

Kent liderlik konusunda iki önemli noktaya vurgu yaptı. Bunlardan biri başarılı insanların hâlâ Türkiye’de değil yurtdışında kariyer aramaları, diğeri de Türkiye’deki kadınların kariyer yapamamasıydı.

“Türkiye’nin uzun vadeli başarısı için hiçbir mesele, bana göre gelecek kuşak liderlerini yetiştirebilme yeteneğimizden daha önemli değil” diyen Kent, Davos’taki son toplantılarda hazırlanan raporda, Türkiye’nin iş gelişimi ve yüksek öğrenim konusunda komşularına göre daha iyi olmasına rağmen, gelişmiş ülkelerin gerisinde olduğunu hatırlattı. Kent, “Beyin gücümüzün büyük kısmı, hâlâ başka ülkelerdeki fırsatların peşinde koşuyor. Kadın liderlerimiz ortalamanın çok altında” dedi.

2020 yılında ciromuzu 200 milyar $’a çıkartacağız

Kent, konuşmasında Coca-Cola’nın da hedeflerini anlattı. Bir toplantıda 2020 vizyonlarını belirlediklerini ve bugün 80 milyar dolar olan cirolarını 2020 yılında 200 milyar dolara çıkartacaklarını söyledi. Coca-Cola’nın portföyünde 13 adet 1 milyar dolarlık şirket olduğunu aktaran Kent, ’Büyük şirketleri de küçük şirketler gibi yönetmelisiniz. Onlara her zaman yiyecek vermelisiniz. Verimlilik çok önemli. Yoksa şirketinizi büyütemezsiniz. Coca-Cola ilk 9 ayda cirosunu yüzde 3, kârlılık oranını yüzde 8, pazarlama harcamalarını ise yüzde 6 büyüttü. Ben hep pazarlama harcamalarına bakarım. Bunlaraın artması şirketin sıhhatini gösterir’ dedi.

Kullandığımız su kadarını dünyaya geri vereceğiz

“Harcadığımız suyu geri koymalıyız” diyen Kent, Coca-Cola’nın 2020’de su nötral olmayı taahhüt ettiğini belirterek, “Biz dünyada 300 milyar litre su kullanıyoruz. Bu rakam 2020 yılında 550-600 milyar litreye çıkacak, su kullanımını azaltarak, suyu tekrardan arıtıp belediyelere geri veriyoruz. Afrika’da, Latin Amerika ve Asya’da, doğadan gelen suyu toplayıp onu belli barajlar göletlerde tutan 500 projemiz var. Aslında dünyaya yeteri kadar su geliyor ama akıp gidiyor. Bu 500 proje, önümüzdeki 10 yıl içinde 500 projeye çıkacak.

Yazının devamı...

Beş yaşındayken oyunculuğa başladım

Müjde Ar’la buluşmak üzere evine doğru gidiyorum. Aklıma “Anne ben de Müjde Ar’ın kırmızı bikinisinden istiyorum” dediğim günler geliyor. Arabanın camını açıyorum, orman havasını içime çekiyorum. Gözümün önüne küçüklüğüm geliyor; daha sonra Ah Belinda, Teyzem, Asiye Nasıl Kurtulur, Dağınık Yatak v.s... Evlerde videolu günler... Müjde Ar’ın filmlerinde hep kadın olmaya dair mesajlar... Benim çıkardığım sonuç şu o yıllarda; asla ama asla erkeklere güvenme ve mutlaka kendine güven, ayaklarının üzerinde dur, kimseye ezdirme kendini. Yıllar önceydi, Ankara’da gazetecilik yaptığım dönemde Hilton Oteli’nde tanışmıştım Müjde Ar’la. O zaman beni çok şaşırtmıştı, anlattıkları hâlâ aklımda. “Chat yapıyorum” demişti, o yıllarda Sabah Gazetesi’nde internet bağlantısı yoktu. Müjde Ar her dönem yeni ve farklı bir şeyler yaptı. Şimdilerde NTV’de Önder Açıkbaş’la birlikte yaptığı “Güzel Haberler” adlı yeni programıyla her hafta izleyicilerini şaşırtıyor. Evini elimle koymuş gibi buluyorum. Bahçe kapısından içeri giriyorum, mis gibi bir kek kokusu burnuma geliyor. Matrak, muhalif, hoş sohbet, cesur, yenilikçi ve anaç bir kadın Müjde Ar benim gözümde. Çay saati buluşmasında daldan dala atlayarak konuşuyoruz.

Uzaklaştınız bir dönem televizyon ekranından. Daha sonra kadınlar kulübü içinde karşımıza çıktınız. Ve yine ekrandasınız. Bu kez bir erkek partneriniz var. Sizi ne motive etti TV’de program yapmaya?

NTV motive etti. Cem Aydın, Ömer Özgüner ve Çiğdem Anad motive etti. Ben uzun zaman ekranlardan uzak kaldım. Dizi de yapmadım. Yaptıklarım da hatır gönül işleri oldu çoğunlukla... Buna rağmen kırgınlıklar da yaşadım.

* Ne gibi?

Dizi ortamında insan ilişkileri daha süratli, keskin ve kibarlıktan uzak. Ben de pek çok insanı tanımıyorum. Ben zaten bu dizilerin popüler olmaya başladığı ilk dönemde “Aman ben bu olaydan uzak durayım” dedim. NTV ortamı ise ilk girdiğim andan itibaren bana farklı geldi.


Cinsel konular tabu, hâlâ töre cinayetleri var

* Oyuncu olmanın avantajları var değil mi?

Var. Sahneden ve tiyatroculuktan gelen de bir rahatlığım var. 4,3,2,1 dendiğinde de müthiş rahatlıyorum, o ışıkların altında değilim de sanki evimdeyim. Kendini evindeymiş gibi hissetmezsen program akmaz.

* “Türkiye derya, her gün farklı bir olay, her gün ayrı bir hareketlilik var. Bu açıdan baktığımızda da konu bulmakta zorluk çekmiyoruz” mu dersiniz, yoksa “Yıllardır birçok şey de değişmiyor, hep aynı şeyleri konuşuyoruz” mu?

30 senelik sinemacılığım var; 55 yaşındayım, bir tecrübem de var. Toplumda bu işlere dikkat etmeye başladığımdan beri değişmeyen onlarca olay var. Mıh gibi çakılı kalıyor bazı şeyler. Erkeğin kadına bakışı değişmiyor. Cinsel konular hâlâ tabu, hâlâ töre cinayetleri var, hâlâ sokakta “Karıma baktın” diye çekip vuruyorlar adamı... Diğer yandan da Türkiye’de konu eksilmiyor. Aç gazetelere bak, rutin işler var, kadınlar hakarete uğruyor, dayak yiyor, resimler çok değişmiyor. Ben hayata ironik bakmayı seviyorum. İşin matrak yanını görmek istiyorum. Yoksa hayat zaten çekilmez.

Okan’ın reyting sırrını bilmem benimki siyaset, cinsellik, para

* Geçen hafta bizim ekte Okan Bayülgen’le bir röportaj vardı. Okan Bey o röportajda “Biri seksi, biri çok akıllı, biri saygıdeğer, biri saygı duyulmayan ve biri aptal 5 konuğu karşıma oturtuyorum” demiş. Dalga mı geçti artık bilmiyorum. Reyting sırrını böyle açıklamış. Var mı sizin de böyle bir sırrınız?

Bence böyle bir matematiği yok. İyi bir talk şovcu konuksuz da program yapabilir. Ben herhangi bir obje üzerine 2 saat konuşabilirim. Konuklu programlarda izleyici beklentisi oluyor, izleyici “Bugün kimler gelmiş” diyerek konuğa bakıyor. Bazen çok iyi bir konukla program iyi olmuyor, bazı isimlerle de beklemediğiniz kadar eğlenceli programlar yapıyorsunuz. “Ben iyi bir talk şovcu çıkar izleyiciyi alıp götürür” derim. Burada “Okan kötüdür” asla demiyorum, aksine bu işi en iyi yapan kişi Okan... Onun belki kendine ait böyle bir yolu var bilemiyorum. Ancak iyi konuk-kötü konuk diye bir şey var.

* Türk izleyicisini hangi konular yakalıyor?

Dünyanın her yerinde insanlar aşağı yukarı aynı şeyleri konuşuyor. Evlilik, siyaset, cinsellik, para... Şu anda Amerika’da Obama ile ilgili çok program var.

12 Eylül’den sonra mizah inişe geçti Özal döneminde sertlik geldi

* Türkiye’de siyasi figürlere dokunulamıyor. Başbakan mizahtan pek hoşlanmıyor...

Türkiye’de 12 Eylül sonrasında mizah inişe geçti. Eskiden gazino şovlarında yapılan her şey siyasiydi. Ben Demirel’le ilgili yüzlerce şov izledim. Özal döneminde sertlik geldiğini biliyorum. Belli şeylerle dalga geçilebiliyordu. Bu yaz Amerika’da Obama ile ilgili onlarca şov izledim, yani anlatamayacağım kadar farklı şeyler konuşuluyor.

Angelina Jolie’nin evlatlık aldığı çocukları için “S....mış en kötü b..k rengi” diyorlar. Bunları söylüyorlar. Bu ırkçılık. Ben duyunca buz gibi oldum.

* Sizce bu aralar neden diziler bu kadar popüler?

Tutan dizinin reklam geliri aşağı yukarı bir dizinin haftalık maliyetinin 4-5 katı. Sektör olarak bakınca bu çok iyi bir gelir. Özel televizyonlara bakınca dönem dönem bazı şeyler moda oluyor. Bir ara yarışmalar vardı. Ben önümüzdeki dönemde eğlence programlarının artacağını düşünüyorum. Dizilerin sayısı çok arttı, kimsenin zamanı yok, bazı iyi işler de arada kaynıyor.

Annemin sayesinde farklı ortamlarda büyüdüm, matrak yanım hep vardı

* Siz kaç yaşında oyunculukla yoğrulmaya başladınız? Bir röportajınızda annenizin sizi daha 5 yaşındayken taklit yapmaya teşvik ettiğini okumuştum.

Doğru. Annem gardırobun aynasını açıp bana “Ağla” derdi, ağlamaya başlardım aynaya bakarak. 5 dakika sonra “Kahkahalarla güleceksin” derdi, gülerdim. Bizim gözyaşlarımıza güvenilmez.

* Sizin matrak bir yanınız var. Bu sanırım genlerinizden geliyor...

Evet, annem de öyleydi. Ben annemin sayesinde farklı ortamda büyüdüm. Matrak yanım hep vardı. Evimizin müdavimleri Müjdat Gezen, rahmetli Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Suna Selen’di. Ben 5-6 yaşlarındayım. İki soba vardı evde, sobaların etrafında gırgır şamata olurdu. Öyle bir ortam içindeydik. 13 yaşımdayken kaşlarımı almıyordum, bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı, tutturdu “Sen kaşlarını alıyorsun” diye. Sabahları beni kapıda büyüteçle beklerdi, kaşlarıma bakardı. Bir gün annemin koltuk altlarını aldığı şeyle kaşlarımı kazıyıp okula gittim. Böyle bir tiptim.

Dizi izlemeyi kendi adıma kayıp olarak görüyorum

* Siz liseyi birincilikle mi bitirdiniz?

Evet, Hacettepe Üniversitesi’ni kazandım ama parasızlıktan üniversiyete gidemedim. Bu arada evde de acayip bir ortam vardı. O sırada annem evli, üvey babam var. Sürekli kavga ediyorlar. Sobanın üzerinden makarna tenceresi havaya uçuyor, makarnalar benim tarih kitabıma yapışıyor filan... Tiyatrocu çocuğuyum, parasızız. Sanırım bir an önce paçayı kurtarayım isteğiyle dersleri çalışıyordum.

* Aşk-ı Memnu dizisi yayınlanmaya başladığında sizden görüş almak istemişler, “İzlemiyorum” demişsiniz. Dizileri izlemiyor musunuz?

Dizi izlemeyi kendi adıma kayıp görüyorum. Elimin altında kitaplar var. O dizilerden izleyip de çıkaracağım bir sonuç yok. Dramatik yapıları bildiğim için sıkılıyorum. Bir dizi çekiyorduk 6’ncı bölümde hâlâ kadın aynı lafı ediyor. “Bu kadın bu lafı neden sürekli ediyor?” diye sordum, “Yeni izlemeye başlayanlar için...” dediler. “Ben bu lafı iki bölüm daha söylersem deliririm” dedim. Ama işin mantığı böyle... Farklı dizilerde de aynı laflar ediliyor. Ben yalnızca Nip Tuck’u izliyorum. O da bir senaryo şahaseri... Bir de Two and Half Men’i izliyorum.

Nurgül Yeşilçay’da star ışığı var, filmi götürecek parlaklıkta

* Bu benim yorumum. Sizden sonra Türk sinemasında aklıma tek gelen isim Hülya Avşar. Star ışığı taşımak anlamında... Daha sonra çok sayıda genç isim hem dizilerde hem de sinema filmlerinde yol aldı, onlarda star ışığı görüyor musunuz?

Hülya ile ilgili söylediğin doğru... Bir dönem TV yoktu, her şey sinemadaydı. O yüzden de çok farklıydı. Televizyondan star olunmuyor. Amerika’da da olunmuyor. Biz biraz karıştırıyoruz. Bir sinema filmini götürecek parlaklıkta olmak başka bir şeydir. Bu yalnızca bence Nurgül Yeşilçay’da var. Star ışığına sahip olmak başka bir şey. Dizi oyuncularını sinemada izlediğimde sanki ekrandan filme misafir gelmişler diye bakıyorum. O peliküle Nurgül giriyor.

* Ya yeni sinema filmleri onları nasıl buluyorsunuz?

Film izlemeye bile vaktim yok. Ancak İki Dil Bir Bavul, Kıskanmak ve Bornova Bornova’yı izleyeceğim. Beni heyecanlandıran bir şey olunca izliyorum. Her çıkan filmi izlemek için sinemaya koşmuyorum.

Sevişme soruları hep sorulurdu önemli olan bence sonuç

* Siz yeni bir filmde oynamayı istemiyor musunuz?

Şu anda sinema filmi çekmekle ilgili isteğim de yok. Bir furya var bu dönemde, gişe yapan film yapma telaşı var herkeste. Hak veriyorum yapımcılara. Şu anda sinema izleyicisi de yönlendiriliyor. İyi bir film yapsan bile çok nefes tüketmen lazım, bunun iyi film olduğunu anlatmak için çok nefes lazım. Birkaç film senaryosu geldi, belki birinde oynayacağım onun da senaryosunu düzeltiyorlar. Eskiden film çekmediğimde mutsuz olurdum, ama şimdi öyle değilim. Geçen sene 3-4 film izledim. Çok sıkıldım. Baygınlıklar gelerek filmin sonunu zor getirdim.

* Siz de çok sevişme sahnesi çektiniz, size de zamanında “Nasıl çektiniz bu sahneleri” diye sorarlar mıydı?

Sorarlardı. Bu hep vardı. Burada medyayla bir alışveriş var. Ama bence bunlara takılmamak lazım.

* “Takoz, yastık var mıydı” diye soruyorlar mıydı?

Hep sorulurdu sevişme soruları. Önemli olan bence sonuç... İşe benzer bir şey çıkıyor mu çıkmıyor mu? Ben son yıllarda neredeyse her İran filmini büyük hayranlıkla izliyorum. Güney Kore filmlerini de... Bunlarda bir dil var ve insanı içine çekiyor. Bence Türk sinemasında da bu olacak. “Biz film yaparız bundan da dünyanın haberi olmaz” düşüncesi de beni hiç ilgilendirmiyor.

“Kilo aldım iyi sevişemiyorum” desem...


* TV programınızda yaptığınız şakalar anlaşılıyor mu? Bir programınızda “Kasiyer memelerimi beğendi, çıkardım gösterdim” demişsiniz.

Artık her hafta söylüyorum “Bunlar şaka” diye. Daha ne diyeyim? Kendim için de Nataşa dedim. “Siz bunlara Nataşa diyorsunuz ama bunların çoğu eğitimli... Mühendisler, mimarlar, doktorlar... Bunlara bundan sonra Nataşa değil Müjde deyin” dedim. Her programın bir algılanma süresi var. Program izleniyor, içinden haber çıkarmak isteyenler oluyor, anlaşılmaz bir şekilde bunun içinden ciddi haber çıkarmaya çalışıyorlar. “Kocamın üç tüy saçını yolacağım” derken bunu ciddi söylemiyorum. Bak Elifcim bu hafta da “Zayıf kadınlar iyi sevişir, kilo alınca yatakta insanın performansı düşebilir, benimki düşer” desem, bak neler olacak?

* Sezen Aksu ve Ajda Pekkan ilgili söyledikleriniz onlarla aranızı bozdu mu?

Hiç alakası yok. Onlar bunları ciddiye alacak insanlar mı? İnanılır gibi değil. “Konuttan Kevin Costner çıktı” diyorum. Bunu ciddiye alıyorlar, bu da şaka gibi...

Tek kişilik kanal olmak istiyorum

* Yıllar önce “Chatleşiyorum” demiştiniz bana. O dönemde Sabah Gazete- si’ndeydim. Bizim gazetenin teknik olanakları içinde bu yoktu. Bu arada diğer gazetelerde de yoktu internet bağlantısı. Siz teknolojiyi hep yakından takip ediyorsunuz değil mi?

Evet. O yıllarda ben bunun için gittim, İngilizce öğrendim. Amerika üzerinden bağlanıyordum internete. Ben gidip bunu Ercan Arıklı’ya söyledim. “Gel internet üzerinden yayın yapalım” dedim, bana “Yavrucum hep bu acayip şeyleri sen bulursun, bırak bu işleri” dedi. Hatta bir gün gazeteye yanına gittim, “Bak ileride herkes bankacılık işlerini bile internetten yapacak diyorlar” dedim, “Türkiye o noktaya 2050’de gelir” dedi. Ercan Bey’i çok severdim, Ercan Bey’in teknolojiyle arası hiç yoktu. Bu arada ben o dönemde Atilla Özdemiroğlu’yla birlikteydim. Anadolu Net diye bir iş kurduk ve battık. Hep bir işi ilk yapanlar batar ya, çok erken davranmışız.

* Ya şimdi var mı internet üzerinden bir planınız?

Doğrusu içimden hep şu geçiyor. Tek kişilik kanal olmak istiyorum. Evde geçeyim kameranın karşısına, gelen giden olsun. Bugün sen geldin seninle sohbet edelim, isteyen izlesin. Teknolojiye çok düşkünüm, daha doğrusu yeniliklere düşkünüm, meraklıyım. Yoksa hayat çok çekilmez olurdu. Hep dünyada ne oluyor diye bakmak, bilmek istiyorum.

İfademi değiştiren müdahaleye izin vermedim

* Yıllar önce sizinle röportaj yaptığımda “Estetik ameliyat olur musunuz?” diye sormuştum. Bana “Asla gözümle kaşımla oynatmam” demiştiniz. Bir operasyon geçirdiniz, ne yaptırdınız?

Gerçekten de gözümün çevresini, kaşlarımı elletmedim. Benim ameliyatın burnumun altında... Küçük izler var kulak altımda. İfademi değiştirecek müdahale yaptırmam. Şanslıyım gözümün altı torba olmuyor, yüzüm yağlı.

* Alnınız yapılmış gibi...

Yok yaptırmadım. Şanslıyım yağlı cildim olduğu için orada kırışıklığım yok. Ameliyatım yarım oldu. Çene altını ve gıdıyı toparlattığınızda yüzünüz gençleşiyor. Dolgu maddeleri kötü yapıyor suratı, ifadesi hoşuma gitmiyor. Botoks da yanlış biliniyor. Bir madde var kırışıklıkları gidermek için her yere sıktırıyorlar. Dudağa sıktırdıkları şey de dudakları öne çıkarıyor, uzuyor dudaklar. İyi bir boyun ve çene ameliyatı insanı gençleştirmeye yetiyor. Şeker hastası olduğum için kendime çok dikkat ediyorum. Uzun zamandır güneşe de çıkmıyorum. Kızarmış şey yemiyorum. Ama inan her şeyden öte insanın içini iyi tutması lazım. Bu insanın yüzüne yansıyor.

* Hayatınıza giren erkeklerle sizi Sezen Aksu mu tanıştırdı?

Hep payı vardır. Bir gün evde oturuyorum, sabahın kör vakti Sezen telefonda, “Hemen bana gel” diyor. Atilla Özdemiroğlu o sırada ayrılmış, Sezen’le dertleşmeye gelmiş, sabahlamışlar. Sezen de ona “Tamam sana birini buldum” demiş, telefona sarılmış. Sabah 07.00 gibi... Kalktım gittim, bunlar hiç uyumamış. Orada tanıştık. Yine yıllar sonra Ankara’dayız. Program yapıyoruz. Ercan (Karakaş) da izlemeye gelmiş bizi. Sezen inanılmaz iyi bir gözlemcidir, hiçbir şeyi kaçırmaz. Ercan (Karakaş) için “Bu adam seni izlerken su bile içmedi, sana sırılsıklam aşık” dedi. O günlerde tanıştık Ercan’la da... Ben başta politikacı diye hiç istemedim. Hayata bakışım değişti Ercan’la, evlendik. 14 yıl oldu

* Nasıl değişti?

Benim kendimi taze tutmam Ercan’la ilgili... Hiç umudunu kaybetmeyen, her şeye güler yüzle ve umutla bakabilen biri Ercan. Ben tanıştığımızda öyle değildim. Pesimisttim. Birlikte olduğun insan çok önemli... Ercan hiçbir koşulda moralini bozmayan biri... Benim son 10 gündür çok ciddi sağlık sorunlarım var. Ben herhalde evde tek başına olsam sokağa çıkamam, son 15 gündür sürekli hastanedeyim. Tansiyonum 20’ye 12. Ercan’la hastaneye gidiyoruz geliyoruz.

Sabah bakıyorum Ercan sanki eczaneye ilaç almaya gitmişiz gibi... Bu beni çok rahatlatıyor.

İktidar Kürt Açılımı’na hazırlanmadı


* Siz zamanında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne gittiniz gezdiniz, Batman’da kütüphane açtınız. Şimdilerde Demokratik Açılım konuşuluyor. Bir anda makasla kesilir gibi durduruldu. Ne düşünüyorsunuz?

30 yıl süren savaş dağdan 40 kişi gelince bitecek değil. Şimdi benim ilgimi çeken konulardan biri şu: Niye siyasi partilerin psikoloji danışma kurulları yok? Hepsinin ihtiyacı var. Namık Volkan’ın kitabını okuyorum(Namık Volkan Amerika’da yaşayan ünlü bir psikanalist). Kitabın adı “Kimlik Adına Öldürmek.” Bu konularda araştırma yapanlar, bu konulara kafa yoranlar, işin uzmanları var. Neden bu insanlardan yararlanılmaz? Bu süreç nasıl tıkanır? Ben görebiliyorum. Birçok insan da görebiliyor. Analitik düşünen bir toplum da olmadığımız için hızla karşı karşıya geliyoruz. Her meselede olduğu gibi çok geniş düşünmediğimiz için bu işlere emek vermiş insanları dahil etmeden yol almaya çalıştığımız için tıkanıyoruz. Hep günlük siyaset yapılıyor. Bu çok yanlış... Neticede bu iş mutlaka çözülmeli. Çok geç bile kalındı. “Kimlik Adına Öldürmek” çok güzel kitap... “Niye dağdan öyle inilmiyor, neden böyle konuşuluyor?” İnan bu kitapta var. Ayrıca bu tip konularda olası olayları sürecin nasıl işleyebileceğini öngören bir bilim var. Bu mesele yalnız bizim meselemiz değil. Ben yeterince hazırlanmadıklarını düşünüyorum. Mademki iktidar buna talip oldu, o zaman hazırlanmalıydı. “Başladım yarın dururum” tazrıyla sorunlar çözülemez.

Yazının devamı...

İstanbul’u projesine taşıyan Sinpaş Marmaris’te zengin yabancılara ev satacak

Sinpaş’ın patronu Avni Çelik, Türk işadamlarının Avrupalı veya Amerikalılar gibi düz yolda vitesi otomatiğe bağlama şansı olmadığını belirterek, “Türkiye’de işadamlığı başka beceri istiyor. Amerikalı, Avrupalı dostlarımla oturunca gıpta ediyorum. Düz yolda, arabayı otomatiğe bağlamışlar, gidiyorlar. Uzun yıllar siyasi ve ekonomik istikrarsızlık yaşayan Türk işadamının yeteneği ise her türlü ahval ve şerait içinde dahi varlığını sürdürmektir” dedi

Krİz döneminde iyi sınav verdiklerine değinen Avni Çelik, bunda çok büyük iş hacimlerine rağmen banka kredisi kullanmamalarının büyük etkisi olduğunu vurguladı. Çelik, “Ayrıca devletten para, ihale almayız” diye konuştu. Şu anda Bosphorus Projesi’nde Hitler’in mimarının oğlu Speer ile çalıştıklarını anlatan Çelik, Marmaris’te Amerikalı, Avrupalı ve Ortadoğulu zenginlere yönelik bir projeleri olduğunu, yurtdışında da 6 ülkeyi incelediklerini belirtti

Sinpaş Grubu yarın kuruluşunun 35’inci yılını “Sürdürülebilir Başarı için Liderlik” konulu “Bosphorus Conference” organizasyonuyla kutlayacak. Konferansın konukları ABD eski Başkanı ve William J.Clinton Derneği Kurucusu Bill Clinton ve Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder.

Son yıllarda yaptıkları işlerde yakaladıkları farklılıkla dikkat çeken Sinpaş’ın 35 yıllık geçmişi olan bir şirket olduğunu bilen azdır. Çünkü Sinpaş sessiz sedasız büyüdü. Hiç kredi kullanmadan, devletle hiç iş yapmadan gelişen Sinpaş, krizde de büyümeye devam etti.

Şirketin amiral gemisi Sinpaş Yapı Endüstrisi. Bu şirket dışında grupta 10’u aşkın şirket var. Grubun iştiraklerinden Seranit, hem Türkiye’de hem de dünyada bilinen bir granit markası. Niğde’de kurulan mikronize kalsit fabrikaları, dünyanın en saf ve beyaz mikronize kalsitlerini üretiyor. Banyo, kapı, çelik yapılar, çatılar, asansör ve yürüyen merdivenler de üreten şirketleri var. Sinpaş Grubu’nun kurucusu Avni Çelik’le röportaj yapmak için buluşuyoruz. Avni Bey basında sık sık yer bulmaktan, demeçler vermekten hoşlanan bir iş adamı değil. Babacan bir tavrı var, tatlı dilli.

* Çorum doğumlusunuz. 3 kuşaktır tüccar olan bir ailenin oğlu olarak doğmuşsunuz. 38 yaşında yitirmiş babanız hayatını... Kendi isteğinizle mi mühendis oldunuz?

Hayatımda 2 yerde direkten döndüm. Birisi babamı erken kaybetmektir. Ben 14 yaşındaydım. Sanırım bu yüzden kolayca meslek edinme hevesine girdim. O zamanlar hayata erken atılmak adına kolayca meslek edinmek için Erkek Sanat Enstitüleri vardı. Ortaokuldan sonra 3 yıl okunur meslek sahibi olunurdu. O yıllarda sanat okulu sınavına girdim. Gönlüm elektronik bölümündeydi, ben torna bölümünü kazandım. Çaresiz okudum. 3 yıl sonra okulu bitirdim, gönlümde inşaat okumak vardı. O dönemde üniversitelerin ayrı ayrı sınavları olurdu. 3 üniversite sınavına girdim 3’ünü de kazandım. Ankara Üniversitesi’nin ikinci öğretimi vardı, aynı zamanda çalışmak için oraya gittim. “İnşaat bölümü doldu, seni makineye yazacağız” dediler. Yine çaresiz oraya girdim.

Erbakan ve Pakdemirli hocamdı

* Ünlü hocalarınız olmuş. Necmettin Erbakan hocanızmış...

Doğru. Kulakları çınlasın Necmettin Erbakan hocamdı.

* Nasıl bir hocaydı?

İlk derste bize “Teknik resim mühendisin dilidir” dedi. Benim hiç hoşuma gitmedi. Bölümü hiç sevmedim. 3 ay sonra inşaattan bir kontenjan çıktı ve suyumuz yoluna girdi. Ekrem Pakdemirli de mukavemet dersimize girerdi. Mohr dairesinin grafik metodla çiziminde çok zorlanırdık. Pakdemirli hocamız da anlatır anlatırdı. “Anlamadık” derdik. Cumartesi öğleden sonra derse çağırırdı, orada da anlamazsak Pazar günü derse çağırırdı. Şimdi bizim şirketin yönetim kurulunda.

* Anıyor musunuz eski günleri?

Şimdi her yönetim kurulu toplantısında acısını çıkarıyorum. Şaka bir yana değerli bir hocamızdı, hâlâ da öyledir.

* Nasıl kurdunuz şirketinizi? Sinpaş ilk işini Ayvalık’ta mı yapmıştı? Sahil inşaat şirketiymiş açılımınız...

Biz üniversiteyi okurken yol, çelik, su, baraj, ahşap ve betonarme okuruz. Biz betonarme konusunda yol aldık. İlk işimi Ankara’da yaptım. Ankara’da Tuna Caddesi’nde bir bina yaptık, sonra işimiz hep İstanbul’da oldu. 1974 yılında kurduk şirketi.

İnşaat değil ev yapıyoruz

* İşin başında neydi hedefiniz?

Bu şirket kurulurken şu felsefeyle kuruldu: Biz bir yerden iş almayacağız, işimizi kendimiz yaratacağız. Bir yerden bir inşaat alıp bedelini tahsil ederek iş yapmayacağız. Bir gayrimenkul alacağız, bunu geliştireceğiz ve perakende olarak satacağız, o değerden yeni değerler yaratacağız. Ben, “Siz inşaat yapıyor musunuz?” diye soranlara “Hayır yapmıyoruz” derim. “Peki bu kadar ekip, vinç ne oluyor?” derler, “Biz inşaat değil ev yapıyoruz” derim.

* Bunu açar mısınız, yaşam alanı oluşturmak inşaat yapmanın ötesinde ne gerektirir?

Çok şey gerektirir. Siz insanları içinde rahat edecekleri, mutlu, huzurlu hissedecekleri bir ev yapmalısınız. Ama ev yapmak yetmez. Tasarımıyla, üretimiyle, satışı ve satış sonrası hizmetleriyle başka bir iş bizimki. Halbuki inşaat öyle değildir, farklı bir yerde bir proje yapılmıştır, beton dökersiniz, iş bitince teslim edersiniz. Bizim işimiz o değil. Bizim uzun soluklu bir işimiz var. Mesela bize müşterimiz gelir, “Ben sizin Kağıhane’deki evlerinizden aldım, sonra şuradan aldım, şimdi Ataköy’deki projenizde şunu şunu istiyorum” der.

* Nasıl büyüdüğünüzün ipuçları bu yanıtınızda var...

Biz gayrimenkulü geliştire geliştire bu noktaya geldik. Bağdat Caddesi’nde bin metrekarelik bir parsel, sağdan 3 metre arkadan 5 metre çekmek bizim işimiz olmadı. Biz hep yaşam alanı peşinde olduk. Evin içini yapmayı herkes beceriyor. 3 oda bir salon herkes yapıyor.

* Ben buna katılmıyorum, basık, kümes gibi odalarla dolu her yer. Projelerin tanıtımı farklı, evlerin içi çok farklı olabiliyor.

Varsayıyorum ki bunu mükemmel yaptınız, biz ev dışındaki hayatı da planlıyoruz.

* Ne bekliyor zamane müşterileri? Güvenlik mi, çocuklar için daha rahat ortamlar mı, otopark mı, büyüklere stres atma ortamları mı? Sanırım bunların hepsi...

Bir kere şu var; sokaktaki birine sorsam, “Güdül’de mi İstanbul’da mı yaşamak istersin?” diye, “İstanbul” der. Çünkü herkes sosyal olmak, hayatın içinde olmak istiyor. Evin içini zaten yapıyoruz, evin dışında nasıl daha iyi bir hayat tasarlarız? Bunu üzerine de çok çalışıyoruz.

Su konseptimiz taklit ediliyor

* Sizin projelerinizde hep su var. Neden?

Çorumlu’yum, su yok orada. Belki de ondan. Bence ve sanırım bu konuda herkes benimle aynı düşünüyor, dünyanın en güzel şehirleri su kenarında. Adına şiirler yazılan şehirler hep su kenarında. Düşünün Budapeşte, suyun rengi kahverengi, Tuna nehri akıyor ve şehir mükemmel görünüyor. Boğaz zaten dünya harikası...

* Ama herkes Boğaz’da oturacak kadar şanslı değil ve siz de Boğaz’ı taşıyalım mı dediniz? Nasıl ortaya çıktı Bosphorus projeniz?

Adına liderlik denilirse ilk biz yaptık. Su konseptli projeleri biz başlattık.

* Taklit edilmekten rahatsız mısınız?

Hayır, keyif alıyoruz. Taklit hiçbir zaman aslı kadar güzel olmaz. Biz Bosphorus projesini bir daha yapmayız. Lagün projemizi de tekrarlamayız.

Yabancılara gıpta ediyorum

* Siz 35 yıllık yaşamınızda farklı zorluklarla karşılaştınız. Krizler yaşadınız. En çok hangi dönemde beliniz büküldü, en zor günler ne zaman yaşandı?

100 yaşındaki adama sorarlar, “Ne yediniz de bu yaşa geldiniz?” diye, bu soru benim için böyle. Türkiye’de işadamlığı başka beceri istiyor. Amerikalı, Avrupalı dostlarımla oturunca gıpta ediyorum. Onlar düz yolda, arabayı otomatiğe bağlamışlar gidiyorlar. Rapoları okuyorlar, şirket iyi gidiyor, ufak manevra sıçrama yaptırıyor. Türkiye’de böyle değil. Uzun dönem siyasi istikrarsızlık yaşadık. Üst üste 2 dönem ilk defa tek başına iktidar yaşıyoruz. Türkiye bölge lideri konumuna yükseldi. Siyasi iktidar sorunların üzerine gidiyor. Her konuya el atıyor. Bu sorunlar yumağı ve siyasi istikrarsızlık ekonomik istikrarsızlığı da getirdi yıllarca. Türk işadamının yeteneği her türlü ahval ve şerait içinde dahi vazifesi varlığını sürdürmektir.

* Bu nasıl oluyor? Banka aldınız, yeni projeler başlattınız...

Kıvrak yönetim ve patron inisiyatifi gerektiriyor. Hep kurumsallaşmadan bahsediliyor. Kuşkusuz bu da çok önemli ama işi bir müdüre bırakmanız için bunun bir alt yapısı olmalı. Siz işi profesyonele emanet ederken zemini sağlam tutmalısınız. Zemin sağlam değil Türkiye’de. Ama yine de iyiye gidiş var. Biz bu krizde iyi sınav verdik. Körfez ülkelerinin daha az zarar gördüğü söyleniyor. Bizim onlarla ortaklıklarımız var. Sık sık gidiyorum bu ülkelere. Son Kuveyt seyahatimde oradaki bir dostum beni çok şık bir restorana götürdü. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonuçta onlar petrol zengini ama bu adam yalnızca bir hissesinden 1.8 milyar dolar kaybetmiş.

İstanbul’u Hitler’in mimarının oğlu yapıyor


* Nasıl oluştu su temalı projeler? Mimarı kim?

Silivri’de yüzme havuzlarının üzerine ev yaptık. Salondaki cam sehpa gibi, salondan bakıyorsunuz su görünüyor altınızda. Konsepti biz koyuyoruz, Mimarlar projeyi hazırlıyor, uyguluyor. Boğaz’ı Alman mimar, şehir planlamacısıyla çalıştık. Berlin’i inşa etmiş babası, Hitler’in Bayındırlık Bakanı. Oğlu da ünlü bir profesör. Mesleğinin zirvesinde kent planlamacısı. Çok zorlandık. Yaptı getirdi, yaptı getirdi bir türlü olmadı. 1.060 dönüm arazimiz var, farklı olmalıydı. Bir akşam Frankfurt’ta hoca beni yemeğe götürdü, nehir kenarında oturuyoruz. Almanlar’ın özel yemeği öküz yanağı yiyoruz. O yemekte 2 yanaktan uzandık, nehire bakarken “Bir nehir akabilir, neden bu Boğaz olmasın?” dedik ve konsept orada çıktı.

* Ya Lagün?

Daha evvel Phuket’te görmüştüm. Orada böyle bir proje yok, Lagün diye bir yer var ve orada küçük bir otel var. Orası doğal, biz bunu uyguladık. Sancaktepe’nin bir numaralı projesi Lagün. Birinci uğraş alanımız hayatı keyifli kılmak.


Marmaris’te planladığımız projeyle ilk kez sahile inmiş olacağız

* Marmaris’te de proje yapacaksınız? İlk defa mı sahile iniyorsunuz?

İlk defa yapacağız. Yasal zorluklar var hâlâ Türkiye’de yabancılara ev satmakla ilgili ama bunların aşılacağını düşünüyoruz. Türkiye’de yabancıya konutun hedefi şu: Emekli bir İngiliz 1.500 sterlin alıyor, eşi 1.300 sterlin alıyor. Orada kıt kanaat geçiniyorlar, burada yani Türkiye’de ise bu paralarla harika bir yaşam sürüyorlar. Üstelik burada güneş var. Londra’da kimse kimseye selam vermiyor para almadan, burada herkes misafirperver. Denize 25 kilometre içerde olacak, bir bina önünde de yüzme havuzu olduğu rivayet edilen çukur olacak bunu da 60 bin poundu geçmeyen fiyatla satacaksınız. Biz burada devrim yapıyoruz.

* Ne gibi?

Bizim hedef kitlemiz varlıklı Avrupalı, Amerikalı ve iyi yaşamak isteyen Ortadoğulu. Biz sahilde yapacağız evlerimizi. Türkiye’nin en güzel coğrafyalarından birinde yapacağız. Konforlu, şık evler olacak bunlar.

Tek kuruş banka kredim yok, devletten ihale almam

* Krizde nasıl büyüdünüz diye sormuştum...

Mutlaka bizim dışımızda da krizde başarılı olanlar vardır. Bizim temel başarımız, bunca büyük iş hacmimiz var, tek kuruş banka kredimiz yoktur. Ayrıca devletten para almayız. İhale almayız. Bu bir seçim. Bilmiyoruz devletle işi. Böyle söyleyerek kendimizi ak pak hale getirip, diğerlerini tersi duruma sokmuş gibi görünmeyim ama biz hiç o alana girmedik. O işler nasıl yapılır bilmiyoruz.

* Yurtdışında iş yapıyor musunuz?

Yurtdışında iş yapmak istesek milyar dolarlık işleri almamız an meselesi. Şimdilik yapmayacağız. Zaman bizi elbet değiştirmeli ancak bugünkü fikrimiz daha katma değerli olan yurtdışında gayrimenkul geliştirme sektöründe bulunmak. İran Bayındırlık Bakanı 6 saatlik çalışma için geldi bize geçenlerde. Bizi ülkelerine davet ettiler. İş yaparken modelimiz risk almadan, macera olmadan, hayallere dalmadan iş yapmaktır. Şimdilik 6 ülkeyi inceliyoruz.

Yazının devamı...

Ali Koç’tan ‘Dersimiz Atatürk’ sürprizi

Her bayram çocuklar için. Anlamını tam olarak bilseler de bilmeseler de bayramlar çocuklar için. Cumhuriyet’in 86’ncı yıl kutlamaları yapıldı. “Türkiye nereye koşuyor?” tartışmalarının gölgesinde malum kafalar karışık. Geleceğe dair senaryolar var çeşit çeşit. Çocuklar tüm bunlardan habersiz... Hayat hızla akıp giderken onlar büyüyor.

Uzun zamandır Cumhuriyet Bayramı’nı çoşkuyla kutlamamıştım. Sıkıcı geçen davetlerde boy göstererek geçti son yıllar. Bu yıl 2.5 yaşındaki kızım bayram coşkusunu eve taşıdı. Bir haftadır yuvasında bayraklar, süsler yapıyorlar. Evde parmak boyalarının kırmızı olanı tükendi. Ağzında flütü üflüyor ve hiç durmadan yürüyor. Onun bu çoşkusuna katılmamak olmazdı. “29 Ekim’de havai fişek ve lazer gösterisini ona göstermeliyim” diye plan yaparken, Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve 1907 Fenerbahçe Derneği Başkanı Ali Koç’un, geleneksel hale getirdikleri Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına bizi davet ettiğini eşim söyledi. Bu arada maaile Galatasaray’lıyız. Ali Koç, eşimi 25 yıldır Fenerbahçeli yapmaya çalışıyor, başaramıyor.

Ev sahipliğini Ali Koç ve Nevbahar Koç’un yaptığı Çırağan Sarayı’ndaki kutlamaya dernek üyeleri de aileleriyle katıldılar. Koç Ailesi’nin en küçük üyeleri Kerim ve Leyla da kutlamadaydı... Çocuklar bayram çoşkusunu onlar için özel olarak hazırlanan salonda yaşadılar.

Atatürk filminin sponsoru yok

Bu arada biz büyükleri de bir sürpriz bekliyordu. Gecede senaryosunu ’Çılgın Türkler’in yazarı Turgut Özakman’ın yazdığı, yönetmenliğini ise Hamdi Alkan’ın yaptığı ve Mart ayında gösterime girecek olan ’Dersimiz Atatürk’ filminin fragmanı ilk kez gösterildi.

Salonda Halit Ergenç, eşi Bergüzar Korel, Hamdi Alkan ve eşi Canan Alkan kızları Zeynep ve Ayşe de vardı. Ali Koç, Fenerbahçeliler derneğinin üyelerinin cumhuriyetin kuruluşunda hem cephede savaştıklarını hem de lojistik destek sağladıklarını anlattı.

Bizleri biraz geçmişe götürdü. “Bu filmi cumhuriyeti emanet edeceğimiz çocuklarımız mutlaka izlemeli” diyen Koç, hem başrol oyuncusu Halit Ergenç hem de Hamdi Alkan’la sohbet etti. Bu sohbet sırasında öğrendik. Dersimiz Atatürk’ün sponsoru yok. Filmin yüzde 99’u bitmiş. Hamdi Alkan filmi anlatırken, “Atatürk’ün öğretmenine, ailesine, silah arkadaşlarına vefasını da anlattık. Cehpede savaşan Atatürk de var, dans eden Atatürk de. Bir kahramanı anlatmak zor...” dedi.

Halit Ergenç ise duygularını paylaşırken heyecanını salona, “Çocukluğumuzda Atatürk’ü tam kavrayamıyorduk yaşımız ilerledikçe onu daha iyi anladık” sözleriyle yansıttı.

Kız Kulesi ve Boğaziçi Köprüsü arasında düzenlenen lazer ve havai fişek gösterisini izlemek üzere Çırağan Sarayı’nın bahçesine çıkıldı. Boğaz gerçekten muhteşem görünüyordu. Köprüden ışık şelaleri dökülüyor, güçlü spotlar gökyüzünde dans ediyordu. Sanırım bu yılki gösteri geçen senekinden daha uzun sürdü. Bu arada benim beklentim ışık oyunlarıyla gökyüzünde yazılar yazılması ya da yapay bulutlar oluştururak bayrak, Atatürk silüeti yapılmasıydı. Her yıl yeni bir şey yapılır diye düşünüyordum, nedense...

Kısa süreliğine de olsa kendilerine neyin miras bırakıldığını henüz bilmeyen çocuklarımızla bayram çoşkusu yaşadık.

Yazının devamı...

Güler Sabancı kadınların hayatlarını değiştiriyor

Nevşehir’de kadın sorunlarını konuştuk. Trabzonlu, İzmirli, Karslı, Urfalı kadınlar biraradaydık. Sabancı Vakfı’nın “Kadın Dostu Kentler” yaratmak amacıyla başlattığı projenin deneyim paylaşım toplantısı vardı. Güler Sabancı, projenin başından beri biz kadın gazetecileri de alarak Türkiye’nin farklı illerinde kadınlarla buluşmalar düzenliyor. Bir dokunmayla değişen hayatları birlikte görüyoruz. Bir yandan elele verildiğinde her şeyin nasıl değiştiğini görüyoruz, bir yandan da anlatılanlar kanımızı donduruyor. Kadın intiharları, ensest ilişki, çocuk yaşta evlilik, aile içi şiddet, çok eşlilik... Sabancı Vakfı’ndan hibe alarak hayata geçen projeleri dinlemek için toplantı salonuna giriyoruz. Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın çevresine toplanıyor kadınlar. “Birleşmiş Milletler Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı (BMOP) Sabancı Vakfı Hibe Programı”...

İlk önce konuşmalar yapılıyor. Belediye Başkanı’nın ani bir işi çıkmış, onun dışında Nevşehir’deki tüm “erkek meclisi” toplantıda. Hepsi kadın projelerini dinliyor ve bu projelere desteklerini anlatıyor.

Kadın intiharları

Sonra 2008 proje özetlerini proje yöneticileri yapıyor. 10 temsilci sırayla projelerini anlatıyor. Aralarında iki erkek de var. İlk anda kulağımıza gelen en çarpıcı cümle Nevşehir’deki kadın intiharlarıyla ilgili oluyor. Hepimizin kafasına kazılmış, kadın intiharları en sık Batman’da görülüyor diye. Nevşehir kadın intihar vakalarıyla 6’ncı sırada. Nevşehir Kriz Müdahale Ekibi’nin başındaki isim Talip Yiğit, “Nevşehir denildiğinde akla Kapadokya geliyor. Bir yanıyla çok gelişmiş, turistik bir kent, bir yanıyla son derece kapalı bir yaşam biçimi. Bu iki yaşam kesiştiğinde sorunlar başlıyor, bunalımlar ortaya çıkıyor ve en kötüsü de erken yaşta evlilik” diyor. 12-14 yaşında evlendirilen kızlardan bahsediliyor. Yiğit intihar eğilimli genç kadınları nasıl kurtardıklarını anlatıyor. Kars’taki proje temsilcisi KAMER’den. Kars’ta Yusufpaşa Mahallesi’nde yapılan çalışmaları anlatıyor. Tarihi önemi olan Kars’ın bu mahallesinin zaman içinde zorla fuhuşa sürüklenen kadınların hikayeleriyle anıldığını, burayı tekrar kadınlar için yaşanılabilir yer haline getimek için yapılanlar özetleniyor.

İzmir Bornova’nın köylerinde yürütülen pansiyonculuk eğitimini de dinliyoruz. Kadınların bir kısmı şimdiden kafe, çay bahçesi, kahvaltı salonu gibi yerleri işletmeye başlamış. Trabzon’da Kaşık Tutan Elden Para Tutan Ele adıyla yürütülen bir proje var. Trabzonlu bir kadın satmak için yaptığı bir tepsi baklavadan eşi tatmak isteyince bir dilim bile vermemiş, ertesi gün eşi kermeste bir tepsi baklavayı satın almış... Van’da İkinci Çatımız projesinde kadınlara verilen eğitimler sonucunda bir kadın kuaför salonu kurmuş. Yine Trabzon’da ‘Kadınlık Sanatı’ projesinde Dış Ses adlı kadın oyunu Trabzon’un köylerinde sahnelenmiş.

Sen erkek sayılırsın!

Urfa’da yürütülen Muhtar ve Muhtar Adayı Eğitim Programı’nı Zeynep Şimşek’ten dinliyoruz. “Bu program tüm Türkiye’de uygulansa” diye geçiriyorum içimden. Urfa’da 61 muhtar 5 gün katılmış seminerlere. Başta Zeynep Hanım’ın elini sıkmayanlar varmış, bunlardan bir kısmı, “Sen Hoca’sın, erkek sayılırsın” diyerek tokalaşmışlar Şimşek’le. Urfa’da engelli kadın ve kız çocukları için de bir proje yürütülmüş. 60 engelli kadın halk eğitim merkezlerinde eğitim almış. Sabancı, toplantıda yaptığı konuşmada, “Türkiye, gelişmekte olan bir ülke. Hepimiz biliyoruz ki, gelişmekte olan ülkeler için en önemli konulardan biri kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımının sağlanması. Yeni göstergeler ve istatistikler gösteriyor ki, Türkiye’de kadınların katılım oranları halen çok düşük” dedi.

Gerçekten de biliyor muyuz, daha doğrusu bizi yönetenler bunların farkında mı, bilmiyorum. Güler Sabancı, dünyanın zirvesindeki 50, Avrupa’nın ilk 30 iş kadınından biri. İyi bir yönetici olmasının yanısıra vakıf aracığıyla yürütülen projelerle kadınların hayatına dokunuyor ve bir toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için öncülük yapıyor. Ezcümle, kadın olduğunun farkında olmak budur, bilmem anlatabildim mi? Sabancı Vakfı’nın projeleriyle ilgili yazmaya bir sonraki yazıda devam edeceğim.

Tam bir toparlanmadan bahsetmek zor

Güler Sabancı’yla uçak yolculuğumuz sırasında global krizden de konuştuk. Sabancı, “Dünya büyük felaketi önledi. Her devlet kendi paketini hazırladı. G-20 ana politikalarda birlik oldu. Krizden kimi ülkeler hızlı çıkıyor, kimi ülkeler yavaş” dedi.

Dünya ve Türkiye ekonomisinde yavaş yavaş toparlanmanın başladığını, ama tam bir toparlanmadan bahsetmenin de zor olduğunu anlatan Sabancı, süreç üzerindeki düşüncelerini şöyle aktardı: “Borsanın toparlanması demek ekonominin toparlanması demek değildir. Amerikan ekonomisindeki göstergeler bu anlamda moral oluyor. Ama bizim gibi ekonomilerde borsanın etkisi azdır. Çok sabırlı olmamız gereken bir dönemdeyiz. Evet, dünya felaketi önledi. Amerikan Hazinesi’nin verdiği destek, Avrupa ve İngiltere’de devlerin destek verdiği bankalar oldu. Şimdi bu destek nasıl ve ne zaman çekilecek, bu da çok önemli. Çok hassas bir konu. Devletlerin girdikleri piyasadan çekilmeleri için koordinasyon lazım. Burada IMF’ye de görev düşüyor. Destek verilen piyasalardan çok erken destek çekilirse hızla eskiye dönülür. Yapılanlar yapılmamış gibi olur. Tam olarak talep harekete geçmeden yardımın çekilmesi bir geri dönüşe neden olur. Anormal bir işsizlik var. Verilen desteklerin çekilmesi konusunda zamanlama çok önemli. Zamanlama iyi yapılmazsa işsizlik artar.”

Yazının devamı...

Fransa ve Almanya tavırlarıyla Türkiye’de milliyetçiliği artırıyor

Euro Horizon’un Başkanı Şebnem Karauçak sektörel bazda çalışmalar yürütüyor ve AB-Türkiye ilişkilerini takip ediyor. 6 yıl İKV’de genel sekreterlik yapan Karauçak, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Fransa ve Almanya’nın Türkiye’de milliyetçiliği artırdığını söyledi. Karauçak, “Başbakan da bölgesinde güçlü bir ülke olarak Türkiye’yi konumlandırarak kapıyı zorluyor. Ortadoğu barış sürecine katkı, Ermenistan açılımı, demokratik açılım önemli ama Türkiye’nin Anayasa meselesini çözmesi, Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmesi, dokunulmazlıkları kaldırması lazım. Bu sorunları çözmezsen olmaz” diye konuştu



Bir süredir Türkiye- AB ilişkileri askıda gibi görünüyor. 2005’ten bu yana ilişkilerde kan kaybı yaşanıyor. Özellikle de Almanya ve Fransa’nın Türkiye’nin AB sürecini desteklemeyen açıklamaları Türkiye’deki kamuoyunu da olumsuz etkiliyor. AB Komisyonu iki hafta önce Türkiye’nin 11’inci İlerleme Raporu’nu açıkladı. Ermenistan ile ilişkilerde gelinen son nokta bile rapora girdi, raporda Türkiye’nin istikrar algısı desteklendi. Ekonomik kriz ortamında bu Türkiye için güvenilirlik açısından çok önemli bir unsur. TÜSİAD’ın girişimiyle kurulan Paris-Boğaziçi Enstitüsü’nün 21-22 Ekim tarihlerinde Türkiye-Fransa ilişkilerini geliştirme amacı taşıyan toplantıları vardı. İş dünyası, yazarlar ve akademisyenleri buluşturan toplantılarda AB süreci masaya yatırıldı.

Türkiye’nin AB sürecinde aldığı yolu ve yapması gerekenleri yıllardır en yakın bilen isimlerden biri Dr. Şebnem Karauçak. EuroHorizon Yönetim Kurulu Başkanı olan Şebnem Karauçak, otomotivden ilaç sektörüne kadar farklı alanlarda sektörel bazda çalışmalar yürütüyor ve aynı zamanda AB-Türkiye ilişkilerini siyasi boyutlarıyla da takip ediyor. Galatasaray Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İletişim Bölümü ve İ.Ü İktisat Fakültesi-Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitiren Karauçak, yüksek lisans ve doktora tezlerini Avrupa Birliği konusunda verdi. 2000-2006 yılları arasında İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Genel Sekreteri olan Karauçak’ın AB-Türkiye ilişkileri üzerine 11 kitabı var. AB fonları ile finanse edilen bir çok ulusal, bölgesel ve uluslararası projenin yöneticiliğini yapan Karauçak’la konuştuk.

Motivasyonumuzu etkiliyor

Almanya ve Fransa Türkiye’yi tam üye olarak görmek istemediklerini net olarak ortaya koyarlarken Türkiye-AB ilişkileri hangi boyuta taşınabilir?

Almanya’da seçimler öncesinde olan koalisyonun nasıl devam edeceği bu röportaj çıktığında belli olacak. AB Komisyonu’na gidecek olan Almanya temsilcisinin hangi partiden gideceği ortaya çıkacak. İmtiyazlı ortaklığı dile getirme konusunda Fransa ile Almanya’nın ortak görüşü var.

Fransa ve Almanya’nın Türkiye’ye karşı olmasının nedenleri aynı mı?

Değil. Bir kere imtiyazlı ortaklık diyorlar. Bu tatsız bir tutum. Türkiye’nin ne zaman üye olacağını bilemiyoruz. Tam üyelik müzakereleri devam ederken ve bir tarih belli değilken bu derecede olumsuz bir değerlendirme yapılması ve başka bir hedef gösterilmesi Türkiye’nin motivasyonunu etkiliyor. Ayrıca AB’nin güvenilirliğini de etkiliyor. AB’nin kerhen Türkiye ile üyelik müzakereleri başlatmış olduğu gibi bir şey ortaya çıkıyor. Oysa 27 ülkenin imzası var kararların altında. Almanya ve Fransa’nın karşı olmalarının temelinde farklı nedenler var. Almanya ekonomik ve sosyal nedenlere dayandırırken karşı duruşunu, Fransa ’Türkiye Avrupalı değildir’ diyor. Bunun mantığı yok.

Bu tutum Sarkozy hükümeti döneminde şiddetini artırdı değil mi?

Evet. Sen de takip ediyorsun. Fransa AB Bakanı Lellouche bakan olmadan önce ’Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmak yanlıştır’derken, bakan olma ihtimali belirdiğinde ağız değiştirdi, bakan olunca da Sarkozy’nin politikalarını ve söylemini benimsedi. 5 başlığın müzakeresini bloke ediyorlar. Bunlar tam üyelikle bağlantılı diyorlar. Zaten saçmalık burada. Müzakerelerin hedefi tam üyelik. Böyle bir şey olamaz. Geri kalan 30 başlığın müzakere edilmesini bloke etmiyorlar, ’Türkiye’deki reform sürecini destekliyoruz’ diyorlar. Bu ayrı mantıksızlık, Türkiye niye müzakere etsin üye olmayacaksa? Fransa, buna şu yanıtı veriyor: ’Bunlar Türkiye’nin yararına.’ Tamam kabul ama Türkiye’nin yararına olmayacak maliyetler de var. Bu maliyetleri üstlenmesinin nedeni yok eğer tam üyelik olmazsa.

Almanya’nın politikası değişebilir mi?

Almanya’nın politikası seçimden sonra esneyebilir ya da sertleşebilir. Türkiye’nin üyeliği sadece teknik anlamda kriterlerin yerine getirilmesiyle bağlantılı değil. Siyasi konjonktür çok değiştiriyor bakışı. Chirac ve Schröder önceki yıllarda Türkiye’nin yolunu açmıştı. Dolayısıyla Türkiye Avrupa’daki siyasi iktidar değişimlerinden etkileniyor.

Peki Almanya’nın ve Fransa’nın bu sert Türkiye karşıtlığı kamuoyunu da çok olumsuz etkiledi. Sokaktaki insan ’Bizi istemiyorlar’ diyor. Gençler arasında AB karşıtlığı ve milliyetçilik artıyor...

Almanya ve Fransa’nın tavrı Türkiye’de milliyetçiliği artırıyor. Ama şu da Türkiye’nin üyelik süreci farklı devam ediyor. Hırvatistan’la başladık müzakerelere, onlar aldı başını gidiyor. Ama Hırvatistan avuç kadar bir ülke, nüfusu ortada. Türkiye çok farklı. Türkiye AB’ye üye olduğunda sosyal bir değişim olacak. Makedonya ile de aynı kategoride değiliz. Türkiye’nin AB üyeliği bazı dengeleri değiştirecek. Bu yüzden direnç olması anlaşılır bir durum ama bu Türkiye’nin üyeliğine engel değil. AB’nin de koşullarını buna uydurması gerekiyor.

Sorun çözen ülke olduk

Sanırım onlar buna hiç hazır değillerdi. Türkiye son ilerleme raporunda da var, özellikle dış ilişkilerde olumlu bir sürece girdi, komşularıyla barıştı...

Türkiye’nin izlediği politikalarla bölgesinde güç ve merkez olma çabaları başarılı sonuçlar aldı. Türkiye sorun yaratan ülke olmaktan sorun çözen ülke kıvamına geldi. Türkiye giderek Avrupa’da da merkez ülke olarak algılanıyor. Türkiye doğru yolda ilerliyor ama biraz eksik. Ortadoğu barış sürecine katkı, Ermenistan açılımı, demokratik açılım, Alevi açılımı önemli ama bir yandan da Türkiye’nin Anayasa meselesini çözmesi lazım. Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmesi lazım, dokunulmazlıklar kaldırılmalı ve yolsuzlukla mücadeleyi de çözmek zorunda.

Bunları yapma konusunda siyasi irade pek hevesli değil. Neden?

Benim algım şu: Başbakan AB kapısını başka yerden zorluyor. Bölgesinde güçlü bir ülke olarak Türkiye’yi konumlandırarak kapıyı zorluyor. Ancak bu sorunları çözmezsen olmaz. Türkiye’de halen kadınların istihdama katılımı OECD ülkeleri ve AB ülkelerinin en düşük seviyelerinde. Kadın-erkek eşitliği konusunda mevzuattan bahsetmiyorum, uygulamalar konusunda AB’ye yaklaşamazsan dirençle karşılaşırsın. AB’nin kapısı sadece dış politikayla açılmaz. Bu yanılgı...

Hükümet 2005’ten beri AB konusunda yavaşlama içinde

Hükümet 2005’ten bu yana AB konusunu rafa mı kaldırdı?

Kapatma davası, cumhurbaşkanlığı seçimi, yerel seçimler derken 2005’ten beri yavaşlama içinde bu konuda. Son olarak ekonomik kriz ve AB’den gelen negatif mesajlar süreci etkiledi. Türkiye’de hâlâ insanlara ’Türkiye’nin neden AB üyesi olması gerektiği’ doğru anlatılmıyor. Hep siyasi konular konuşuluyor. Kıbrıs meselesi söyleniyor. Sokaktaki insan da, ’Beni almayacaksa neden Kıbrıs sorunuyla uğraşayım?’ diyor. Oysa AB argümanlar yumağı. Doğumdan ölme kadar hayatımızı etkileyen birçok unsur düzenleniyor.

İşçi kuruluşları hiç ses çıkarmıyor, oysa AB bir derya bu konuda.

Sosyal politika başlığının açılmamasının nedeni işçi ve işveren kesiminin farklı nedenlerle kolkola girmesi. Fransa ve Almanya gibi işçi ve işverenlerin işbirliği Türkiye’de. Anlaşılır değil.

Bağış iyi çalışıyor ama Başbakan’ın desteği hep olmalı

Aralık Zirvesi’nden sonra Türkiye, AB ilişkilerine asılır mı?

Reform sürecinde, müzakere açılana kadar asıldı Türkiye AB’ye. Müzakereler açıldıktan sonra yavaş yavaş yayılmaya başladık. Türkiye’ye ’Ben oldum havası’ geldi. Müzakereler açıldı ’Oldum ben’ havasına girince hükümet geri düşmeye başladı.

Başmüzakarecinin bir bakan olması olumlu bir gelişme olmadı mı?

Bu çok önemli gelişme. Çünkü Türkiye çok sorunlu bir ülke. Dış işleri konusuna bakan tüm zamanını ayırıyor. Davutoğlu koltuğuna bile oturamıyor.

Dışişleri bakanlığı ve başmüzakerecilik birlikte yürüyemeyecek gibiydi. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış kapı kapı dolaşarak bakanları ve milletvekilleri ikna edip kurumun yasasının çıkmasını sağladı. Ancak bu iş yalnız yürütülecek bir iş değil. Egemen Bey bu işe çok inananan ve çok çalışkan biri ama sonuçta Başbakan’ın dediği oluyor. AK Parti de lider partisi. Başbakan’ın desteği hep olmalı.

Basın özgürlüğünde 175 ülke arasında 123’üncü sıradayız

İlerleme Raporu’nda basın özgürlüğü kısmında eleştiri var.

Evet. Son gelişmeler değerlendirilmiş. Yalnızca AB değil herkes bu konuda Türkiye’yi yakından izliyor. 20 Ekim’de de Sınır Tanımayan Muhabirler Derneği 2009 Basın Özgürlüğü Endeksi’ni yayınladı. 175 ülkede basın özgürlüğünü değerlendirmişler. Türkiye 123’üncü sırada. Muhabirlere karşı şiddet, hapis cezası, gazete baskılarına el koyma gibi unsurlara bakılıyor. Fransa 43’üncü sırada, İtalya 49, Romanya 50, Bulgaristan 68’inci sırada. AB’ye üye ülke arasında en kötü durumda olan Bulgaristan. Türkiye’nin bulunduğu nokta ortada.


Yazının devamı...

TÜSİAD’ın Fransa atağı!

Fransa hükümetinin Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı belli. Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemiyorlar. Malum dünyanın her yerinde politikacılar birbirine benziyor. Fransa’nın AB Bakanı Pierre Lellouche Sarkozy kabinesinde görev almadan önce Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı değildi. Ama kabineye girince söylemi değişti. Son Türkiye ziyaretinde de açık açık Fransa’nın Türkiye’nin müzakere sonucunda AB üyesi olmasını istemediğini söyledi.

Türkiye’nin AB üyeliğine en sert biçimde karşı çıkan Fransa ile Türkiye arasında ilişkileri güçlendirmek amacıyla, bağımsız ve objektif bir düşünce platformu oluşturuldu Eylül ayında. TÜSİAD’ın 5 yıllık Yurtdışı İletişim Programı kapsamında 2009 yılı, Fransa ile olan ilişkilere ayrılmıştı. Paris-Boğaziçi Enstitüsü adıyla anılan bu platform da bu çabaların sonucunda ortaya çıktı.

TÜSİAD’ın öncülük ettiği bu platform Türkiye’nin ve Fransa’nın önde gelen siyasetçi, iş dünyası temsilcilerini, akademisyenlerini biraraya getirerek ortak bir zemin yaratmayı amaçlıyor. Paris-Boğaziçi Enstitüsü’nün önceki gün yuvarlak masa toplantısı vardı. Toplantılar dün de devam etti. Fransa’dan da çok sayıda konuk bu toplantı için İstanbul’daydı.

AB’nin değerlerine karşı

“Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Yeniden İnşası” başlığıyla düzenlenen toplantıda ilk konuşmayı TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ yaptı. Ve Fransa’nın sık sık gündeme getirdiği imtiyazlı ortaklık konusundaki görüşlerini özetlerken, “İmtiyazlı üyelik önerisi gerçekçi değil. Bize göre bu öneri AB’nin savunduğu değerlere de karşı. Yapısal sorunlarımız olabilir, bunlar çözülür. Biz AB’nin demokratik ve çoğulcu nitelikleriyle Türkiye’ye destek vereceğini tahmin ediyoruz” dedi.

2050 yılında Türkiye’nin dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olacağının beklendiğini de hatırlatan Yalçındağ, Türkiye’nin son dönemde komşularıyla ilişkileri düzeltmesinin olumlu gelişmeler olarak AB tarafından da izlendiğini anlattı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ümit Boyner de amaçlarının Fransa kamuoyuna Türkiye’yi daha iyi anlatmak olduğunu söyledi. “Bizim insanlarımızı AB’nin geleceğini birlikte kurmakta bir çıkarları olduğuna inandırmamız gerekiyor” diyen Boyner, genç kuşakların bilgilendirilmesi gerektiğini de vurguladı. Ekonomi konulu panelin moderatörü Fransız gazeteci Nicholas Barre’ydi. Panele TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Tayfun Bayazıt, Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü, TÜSİAD Başekonomisti Ümit İzmen ile Fransız tarihçi ve gazeteci Alexandre Adler konuşmacı olarak katıldı.

Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Tayfun Beyazıt ve Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü de Türkiye’nin global krizdeki konumunu ve yaşadıkları deneyimleri anlattılar. Paris-Boğaziçi Enstitü’sünün gala yemeği de Ulus 29’da gerçekleştirildi. Toplantıda Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı, TÜSİAD YİK Başkanı Mustafa Koç’un konuşma yapması bekleniyordu ancak, Koç soğuk algınlığı nedeniyle yemeğe katılamadı.

Bir ayağı Brüksel’de olan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış da Fransa eski Başbakanı Michel Rocard’ın da katıldığı gala yemeğindeydi. Bağış, AB sürecinde sivil toplum örgütlerinin çabalarını önemseyen bir politikacı. Yemekte 30 Ekim’de sivil toplum temsilcileriyle geniş kapsamlı bir toplantı yapacaklarını söyledi. Türkiye-Fransa ilişkilerinin tarihine değindi, “Aramızda köklü ilişkiler var” dedi.

AB sürecinde Türkiye’yi sıcak günler bekliyor. Aralık’ta yapılacak zirve öncesinde yapılan bu lobi çalışmalarının büyük önemi var. TÜSİAD’ın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan Fransa ile ilişkileri geliştirmek adına attığı bu adımların neler getireceğini bize zaman gösterecek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.