Şampiy10
Magazin
Gündem

Ağaoğlu: 7 bin kişiye krediyle ev sattım, biri bile taksidini aksatmadı

Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, krizde 2 bin 500 ev satarak rekor kırdığını açıkladı. “Krizde ev alınmaz psikolojisini yıktım” diyen Ağaoğlu 7 bin kişiye konut kredisi kullandırdığını, kriz var diye birinin bile taksidini aksatmadığını söyledi.

Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu krizde de büyümeye devam ediyor. Arife Günü’nden bir gün önce kendisiyle ofisinde görüştüm. Bundan bir yıl önce görüştüğümüzde, ’Krizde kabuğuma çekilmiyorum’ mesajını vermişti, o günden bugüne Ali Ağaoğlu 5 yeni projeye imza attı.

Geçtiğimiz yıl 1.4 milyar dolarlık servetiyle milyarderler listesine 19‘uncu Türk olarak giren, zaman zaman lüks merakı ve çapkınlıklarıyla magazin basınına konu olan Ali Ağaoğlu, ’My’ konseptiyle daha birçok yeni projeye imza atacak.

Ekonomik krizden en çok etkilenen sektörlerden biri inşaat. Siz ise büyümeye devam ediyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Bu yıl 5 yeni projeye başladık. Erteleme hiç yapmadık. Sizinle daha önce konuşmuştuk, ’Kriz diye durursam krizin parçası olurum’ demiştim. Krizin ilk çeyreğinde herkesin morali çok bozuktu. Herkes elini ayağını çekmişti. Kimse bir şey almak istemiyordu. Ağaoğlu Grubu olarak biz, kriz var diye durmadık, işçi çıkarmadık. Kârdan fedakarlık yaptık. Doğru yerde, doğru proje, doğru fiyatla satılınca her zaman iş yaparsınız. Bunu hep söylüyorum. Krizde de aynı formülü uyguladık.

Daha önceki krizleri nasıl geçirmiştiniz?

2001 krizinde de iş yaptım ben. Dönem dönem krizlere giriyoruz, biz Türkiye’de yaşayan işadamları olarak buna da alışığız ama bu kez ilk defa tüm dünya etkilendi. Avantajımız krizlere alışık olmaktı. Ayrıca genç ve dinamik bir ülkeyiz. Krize hızlı giriyor, hızlı çıkıyoruz.

’Hükümet önlem almıyor’ diyordunuz...

Evet almadılar. Bazı küçük değişiklikler yaptılar ama onlar da bir şey sağlayacak gibi değildi. Alım satım harçları biraz düştü. Ama bunlar çok küçük değişiklikler.

Kaç daire sattınız siz bu krizde?

Bahçelievler’deki My City Bahçelievler projemizde 1200 daire sattık. Hem de 2 haftada. Toplam 2 bin 500’ün üzerinde daire sattık. Bahçelievler projesi bence incelenmesi gereken bir proje. Kriz psikolojisini biz bu projeyle kırdık. Psikoloji çok önemli bu ortamlarda. Psikoloji bozuksa elinde parası olan da harcamaz. Ekonomide her zaman 2 artı 2 dört etmiyor. Bizim Bahçelievler projesinde insanlara krizde de cebinden peşinat çıkarmadan, makul bir fiyatla ev alabileceklerini gösterdik. Kriz ortamında insanlar cebinden para çıkmasını istemiyor. Biz yatırım modelleriyle alım gücünü yukarı çıkardık. Sorun zaten satın alma gücündeydi. Yarattığımız modeller işe yaradı. 2004 yılından fazla daire sattık. Yılbaşına bir ay kaldı. Bin konut daha satmayı planlıyorum.

3 günde % 50’sini sattık

My Town Ispartakule projesini geçtiğimiz hafta başlattınız...

583 konutluk proje. Şu anda reklama çıkmadan yüzde 50’si satıldı. 3 günde ilan kullanmadan satış çok büyük bir başarı. Ayın 10’unda da Yenibosna’da 212 projesinin lansmanı yapılacak. 540 daire var orada da. Hepsini satmayı planlıyoruz. 3 bin 500 konut hedefini tutturacağımızı düşünüyorum.

Otel projeleriniz?

Otel projeleri de devam ediyor. Hiçbirine ara vermedik. 2010’da yeni en az 8 projemiz olacak. Avrupa Yakası’nda yaklaşık 10 projemiz olacak.

Ofis projelerine de girdiniz...

Evet, ofis konsepti geliştirdik. İlk bölümünü Ataşehir’de yaptık. O ofis katlarının da yüzde 85’i satıldı. Ofis konsepti projelerimiz de devam edecek.

Bir anda istanbul’da her yer ofis projeleriyle doldu. İhtiyaç var mı bu kadar? Maslak boş kalan ofis katlarıyla dolu...

Hayır, çok ilgi var. İhtiyacı iyi belirlemek lazım. Ofis dört duvar değil. İnsanlara nitelikli ofis hizmeti sunuyoruz biz. 24 saat hizmet veriliyor. Sekreteri bile düşünüldü, yabancı dilde de hizmet veren sekreterler çalıştırıyoruz. Küçük yatırımcılar için çok cazip bir sistem hazırladık. Orta gelir grubuna üretiyoruz projeleri. Alım güçlerini iyi hesaplıyoruz.

Var mı izlediğiniz bir yöntem?

Var, nerede ne yapıyor olursak olalım bir kere o bölgeyi çok iyi tanıyoruz. İyi araştırıyoruz. İhtiyaçları belirliyoruz. 30 bin kişi üzerine anket yaptırdık Ispartakule için. ’Ben marka oldum ne yaparsam satarım’ düşüncem yok. Zaten artık ne yapsam satar dönemi de geçti.

Krizde aldıkları kredileri ödeyemeyen müşterileriniz olmuyor mu?

Bugüne kadar ben 7 bin kişiye konut kredisi kullandırdım. Bir kişi daha aksatmadı. Biz erişilebilir bir sistem kurduk. Müşterilerimizin çoğu tüm tanıdıklarına akrabalarına bizden ev aldırıyor. Müşteri devamlılığı çok önemlidir. Müşteri patrondur. Buna hep özen gösteririm. Biz kendi arazilerimiz üzerinde proje üretiyoruz. Arazi sahibiyseniz finans yönünden rahat oluyorsunuz.

Bankalar kredi vermeyince siz kredi verdiniz...

Bizim işimiz kredi satmak değil ama dönem dönem konut kredileri yükseliyor. Banka kredilerinin yükseldiği dönemde, bankaların konut kredilerine sempatiyle yaklaşmadığı dönemde kredi olanağı da veriyoruz. Banka kredileri yükselince oturup beklemiyoruz.

Rekabet keskinleşti mi kriz ortamında? Bu krizde teslim edilemeyen çok proje oldu...

2004-2006 arasında Türkiye ortalamasının 3 katına çıktı inşaat sektörü. Yani o yıllarda büyük patlama oldu. Hızla büyüme oldu. Tekstilcisi, kasabı, manavı sektöre girdi. Ne yapsam satarım diye düşündüler. Bizim işte arazi ve teknik kadro çok önemli. Bu krizde bir eleme oldu. İşi olanlar ve mali gücü olanlar bu işi yapabilir. Sektör kendi içinde bir silkinme yaşadı. İşi bilmeyenler elendi.

5 bin kişiye iş yarattım

Yeni istihdam yarattınız değil mi?

İnşaat sektörü emek yoğun. Hem çok işçi istihdam ediyor hem de farklı sektörleri hareketlendiriyor. Biz durduğumuzda mobilyacısı, perdecisi duruyor. Yüzde 70’i 30 yaşın altında olan bir ülkeyiz, bu bizim hem gücümüz hem de bu çok tehlikeli. Çünkü bu gençlere iş aş vermezsen tehlike oluşur. Adam ev alınca halı, buzdolabı alıyor. İnşaat sektörü tetikleyicidir. Devlet eksik bu konuda. Bizim önümüzde vergi yükü var. Bunun makul düzeye çekilmesi lazım. İşsizliği azaltmak istiyorsak inşaat sektörü canlandırılmalı. 5 bin kişiye yeni istihdam yarattık. Şu anda alt taşeronlarla birlikte 10 bin kişi çalışıyor.

Uludağ’da bayramda ilk kez oteller kapalı

Uludağ’daki tesislerinizi açmıyorsunuz bu yıl. Ne olacak, bu kış çalışmayacak mı Uludağ?

En güzel kayak merkezimizde plansızlık sorunu var. Maalesef valilik evi ve orman tesisleri dahil hepsi kaçak durumunda. Bakanlarla toplantılar yapıldı zamanında, yeni imar planı yapılacak dendi. Biz yatırımcıları çağırdılar, biz ihtiyaçlarımızı söyledik. Tesisleri yeniledik. Sonradan bu planı iki bakan imzaladı, bayındırlık bakanı ve turizm bakanı imzaladı, orman bakanı imzalamadı. Yenileme yapan herkes kaçak durumuna düştü. Yeni plan yapılsın istiyoruz. Ses yok. Ben yatırım yaptım ve devlete karşı suçlu durumuna düştüm. Plana kadar açmayacağım. Maalesef bu sene dağda herkes sorunlu. Mekanik tesis yatırımımız da var. Onlar da kapalı. Bayramda oteller ilk kez kapalı. Zamanında planlama yapılmadığı için bu hale gelindi.

25 yaşın üzerinde sevgilim olmaz

Siz bana daha önce benim ruhum 25 yaşında demiştiniz...

Yok 25 demedim. ’25 yaşından yukarı kız arkadaşım olmaz’ dedim.

Yapmayın!

20’nin altına da düşmem. Gönlüm 18, ne yapayım?

Yalıda oturuyorsunuz değil mi?

Evet, çok keyifli. Ama en güzel keyif çıkaranlar da evde çalışanlar. Ben çok keyif süremiyorum. Eve geç gidiyorum, sabah da erken çıkıyorum. En büyük keyfim evde uzun bir kahvaltı yapmak. Evin en iyi keyfini sürenler arada sırada gelenler.

8’de ofisimdeyim önce iş sonra aşk

Ali Ağaoğlu’nun üç çocuğu var. İkisi ilk evliliğinden. Üçüncü çocuğu Mert babasını ’my’ projeleriyle anıyor.

Üç çocuğunuz var. En küçüğü Mert hâlâ size My Baba diyor mu?

Hâlâ diyor. Ben de ona helikopter diyorum. Çok hareketli bir çocuk. O yönü bana benzemiş. Ben de yerimde duramam.

Büyük oğlunuz yurtdışında mı?

Londra’da ekonomi okuyor. Alican grupta yükümü paylaşacak. Okulu bitirince gelecek.

Kızınız?

O prenses. Sena’yı yurtdışına göndermeye kıyamıyorum. 16 yaşında. Babamın bana yaptığı en büyük iyilik çocuk yaşta işlerin içine beni sokmasıdır. Ben de onu yapıyorum. Küçüğü şu anda saymıyorum ama oğlum ve kızım çok iyi okuyor. İkisi de sorumluluk sahibi çocuklar.

Lüks yaşantınızla çok gündemdesiniz. Çocuklara iyi örnek oluyor musunuz?

Ben çok çalışıyorum. Çocuklarım bunu biliyor. Sabah 8’de şirkette olurum. Gezmeyi severim ama işi bırakıp gezmem. Arabaları çok seviyorum. Ama benim için her zaman iş önde. Önce iş sonra aşk.

Rakiplerim beni arayıp teşekkür etti

“2009’un başında biz misyon yüklendik. Ev alınmaz psikolojisini kırdık. Finans kesiminde bakın konut kredilerine, bizim kampanyayla birlikte hareketlendi sektör. Bizden sonra atak yaptı firmalar. Gazetelere sayfa sayfa ilan vererek satışa başladılar. Meslektaşlarım beni arayıp teşekkür etti.”

Yazının devamı...

Veriler işsizlik diyor ama...

Veriler ‘İşsizlik var’ diyor ama biz çalıştıracak personel bulamıyoruz minibüs dolaştırıp personel arıyoruz

Temizlikten teknik bakıma birçok hizmeti veren ve bu alanda dünyanın en büyük tesis yönetim şirketi olan ISS, Türk pazarına Proser’i satın alarak girdi. 1991’de kurduğu Proser’i 2005’te satan Cavit Habib, şimdi ISS Türkiye’nin CEO’su... Satın almadan sonra 7 bin olan çalışan sayılarının 22 bine ulaştığını,10 tane firma satın aldıklarını söyleyen Habib, şu anda krize rağmen personel bulmakta zorlandıklarına dikkat çekti

Habib, “Bir minibüs giydirdik. O minibüs dolaşıyor, kahvelerde insanlar form dolduruyor, uygun bulduklarımızı çağırıyoruz. İş beğenmeme, tembellik de çok var” dedi. Tahsilatta da sıkıntı yaşadıklarını anlatan Cavit Habib, “Son 6 ayda icra takibiyle yaptığımız tahsilatın sayısı son 5 yılın toplamından daha fazla. Ben her ay maaş veriyorum işçilerime. Finansman yükümüz var ama tahsilat yapamıyoruz” diye konuştu

ISS son 8 yılda dünya genelinde 740 tane şirketi satın aldı

ISS alanında dünyadaki en büyük şirket. Türkiye’ye girmeye nasıl karar verdi?

Ben şirketi kurduğumdan beri bunu istiyordum. Biri gelip bizi alsın diye düşündüm. Her şeyi doğru, şeffaf yaptım. ISS zaten satın almalarla büyüyen bir şirket. Dünyada son 8 yılda 740 şirket aldı.

ISS ile büyüme rakamlarınız ne oldu?

Aldıklarında 7 bin kişiydik. Şimdi 22 bin çalışanımız var. 4 yılda 10 firma satın aldık. 80-90 milyon dolarlık satın alma yaptık. ISS, 1901 yılında kurulmuş. Danimarkalı, dünyanın gelişimini çok iyi takip etmiş. Chicago’nun pazar payı yılda yalnızca temzilikte 3 milyar dolar.

‘Bu işin Türkiye’de geleceği var’ diyen Üzeyir Garih çağırdı

Kendi işinizi kurmadan önce Alarko Holding’e girmişsiniz...

Tesis yönetimi işinin Türkiye’de büyüyeceğini Üzeyir Garih de tahmin etti. Üzeyir Garih bana, “Bu işin Türkiye’de geleceği var” dedi. Alarko sonra bu sektörden çıktı ve ben de ayrıldım. Kendi şirketimi kurdum. 2 kişiydik ilk aşamada. 5 kişilik ekiple THY’nin bir ihalesine girdim. Babama gittim, desteğe ihtiyacım vardı. Babam “Ben kimseye kefil olmam” dedi. O dönemde çözüm üretmek için farklı şirketlerle birlikte yol aldım. İlk 6 ay ofiste oturdum. 1992’de kurdum ben Proser’ı. 2005 yılında da ISS’e sattım. ISS bu şekilde Türkiye’ye girdi, ben de şirketin CEO’su oldum.

Dünyanın en büyük tesis yönetim şirketi Integrated Service Solution (ISS). Temizlik işlerinden güvenliğe, teknik bakımdan yeme-içme hizmetlerine kadar geniş yelpazede hizmet veriyorlar. Cavit Habib bu sektörle Türkiye’yi tanıştıran bir girişimci. Kendi şirketi Proser’i Danimarkalı ISS’e sattıktan sonra ISS Türkiye’nin CEO’su olan Cavit Habib, şu anda Türkiye’deki plazaların, büyük şirketlerin, bankaların ve alışveriş merkezlerinin yüzde 90’ının temizliğini üstlenen bir yapının başındaki isim. 22 bin çalışanı var. İş yaşamında girişimci kişiliğiyle bir başarı öyküsü olan Habib’in Türkiye’deki işsizlikle ilgili farklı deneyimleri var. Habib, işsizliğin en yoğun hissedildiği şu kriz ortamında bile çalıştıracak personel bulmakta zorlandıklarını anlatıyor, “Baktık onlar bize gelmiyor, biz onların ayağına gidiyoruz” diyor.

Siz Alman Lisesi mezunusunuz, sonra Amerika’da okumuşsunuz ve bu işe Amerika’da başlamışsınız...

Üniversiteyi ABD’de okuduktan sonra orada iş aramaya başladım. Ama çalışma vizesi sorunum vardı. O sırada bir firma okuduğum üniversiteye mülakata gelmişti ve ben de başvurdum. Endüstri mühendisliğinde okuyordum. Onlar bana teklifte bulundu, böylece daha ne olduğunu bile tam olarak bilmeden işe girdim. 1988 yılıydı ne işi olduğunu pek algılamadan çalışmaya başladım.

Tesis yönetimi...

Evet, bize çok yabancı bir kavramdı. 1991’e kadar orada çalıştım. Önce merkez ofiste çalıştım. O dönemde yuvadan liseye kadar kapasite yönetimini yapıyorduk. Enerji tasarrufundan temizliğine kadar her şeyi yapıyorduk. Orada proje yöneticiliği yaptım. Türkiye’ye dönmeye karar verdim. O dönemde çok dönen vardı.

1.800 müşterimiz var

t Nedir tesis yönetimi?


Yaşadığımız her türlü alanda güvenlik, temizlik, kontrol, yemek, çağrı merkezi gibi hizmetleri sağlıyoruz. Bunların arasında da ağırlıklı olarak temizlik ve güvenlik hizmeti veriyoruz. Buna alışveriş merkezleri, büyük siteler, bankalar, işyerleri, fabrikalar, apartmanlar hepsi dahil... Örneğin 300 şubeli bir banka müşterimiz olabiliyor. Bunu biz bir banka, bir müşteri olarak görüyoruz.

Toplam kaç müşteriniz var?

1.800.

Siz haşere kontrolü de yapıyorsunuz. Bu işin büyüklüğü nedir?

Haşere kontrolü çok önemli. Bu konu Türkiye’de henüz çok önemsenmiyor. Pazar payı çok düşük. 20-30 milyon lirayı geçmez pazar payı. Romanya’da 100 milyon euro civarında. Bunca alışveriş merkezi, plaza var. Siteler var. Eski yöntemlerle başa çıkmak artık mümkün değil.

“1.800 müşterimiz var, bunların arasında çok büyük şirketler var” dediniz. Bu şirketlerde temizlik ve güvenlikten mi sorumlu oluyorsunuz?

Türkiye’de şirketler bu iki alanı aynı şirkete verme eğiliminde değiller. Bazı alışveriş merkezlerinde her ikisi de bizde. Genelde bizim ağırlığımız temizlik alanında. Ayrıca HP, Microsoft gibi müşterilerimiz var. HP ile ISS arasında tek bir kontrat var, HP’nin tek tedarikçisi tüm dünyada ISS.

Siz hangi aşamada müşterilerinizle çalışmaya başlıyorsunuz?

Bu şirketin yapısına ve ihtiyaçlarına göre değişiyor. Bizim işimiz aslında erken aşamada başlıyor. Bunun önemini bilen müşteriler projenin başında bizle birlikte oluyorlar. Genelde yatırımcı bu projelerde çok deneyimli değilse birçok konuda işletmeci gözüyle bakamıyor. Mimarlar bazen tamamen artistik aşamada kalıyorlar. Tesisin hayata geçtiği noktada kullanım amaçları çok önemli. Doğru yerde kapı koymak çok önemli. Kadronun verimli kullanılması, malzeme seçimi önemli. Zeminde kullanılan malzemenin kolay temizlenen çok da kimyasal malzemeye ihtiyaç duymayan bir zemin olması önemli. Her işte olduğu gibi bizim işimizde de kaynakları verimli kullanmak çok önemli.

Neler yanlış yapılıyor en çok?

İlk açılan alışveriş merkezi olan Akmerkez’in ilk yıllarda temizliğini biz yaptık. Biz 200 farklı kimyasal ürettirdik Akmerkez için. Zemin öyle bir taşla yapmıştı ki kullanılan malzemeyle 6 ayda taşlar yerinden kalkacaktı. Kimyasal giderleri, maliyetleri yukarı çekiyordu. Şimdi 16 yıl sonra o taşları değiştiriyorlar. Hayata geçtikçe her şeydeki ayrıntı önemli. Klimayı asma tavan içinde bırakan mimarlar oluyor. Binaların bakımı çok önemli. Bir bina bakılmazsa hızla değer kaybedebilir ve çok masraf çıkarabilir. Bazı yatırımcılar ne yazık ki bunların farkında olmuyor. Teknik bakımları önemsemiyor.

Alışveriş merkezlerinin büyük çoğunluğunun temizlik şirketi sizsiniz. Kriz alışveriş merkezlerini etkiledi. Siz etkilenmediniz mi?

Yüzde 90’ını bizde. Temizlikte tercih edilen bir firmayız. Genelde hep alışveriş merkezleri ipi göğüsleme yarışında oluyor. Hep bir sezon yakalama ya da bayram öncesi açılma telaşında oluyorlar. Ayrıca plansızlık nedeniyle gereksiz yoğunluk yaşanan bölgeler var. Biz bunu şöyle hissediyoruz. Alışveriş etkileniyor, kiralar etkileniyor. Bu da bize yansıyor. Biz çok kriz yaşadık. 2001 krizinden büyüyerek çıktık. Doğru şirketlerle çalışıyorduk. En önemlisi de krizi doğru yönetmektir. Kredide olmamak, borçlu olmamak, büyük artı sağlıyor kriz ortamında. Hizmet sektörü her zaman krize en son giren ve ilk çıkan sektör oluyor.

Tahsilat yapmak zorlaştı

Kriz sizi etkilemedi mi?


Biz tahsilat ayağında çok etkilendik. Son 6 ayda icra takibiyle alacak yaptıklarımızın sayısı son 5 yılın toplamından daha fazla. Ben her ay maaş veriyorum işçilerime. Finansman yükümüz var. Nakit akışını çok iyi takip etmemiz lazım. Ama tahsilat yapamıyoruz. Her yıl yüzde 30 büyüyorduk, krizde yüzde 11 büyüdük.

Güvenlik elemanlarını nasıl seçiyorsunuz?

Güvenlik ayağında işleyen yasa var. 2004 yılına kadar yasa yoktu. Yasal platforma oturması da çok iyi oldu. Devlet o sisteme girecek olanların araştırmasını yapıyor. Biz temizlik işleri için de elimizden geldiğince özenli davranıyoruz. Bazı müşteriler için özel GBT çalışmaları da yapılıyor.

Bir röportajınızda size ’modern kapıcılar kralı’ denmiş. Personel bulmak ve eğitmekte zorlanıyor musunuz, yoksa Türkiye bu açıdan çok mu şanslı? ’Her işi yaparım abi’ciler cenneti olmak bir avantaj getiriyor mu size?

Sürekli insan ihtiyacımız var. Ortalama ayda giren çıkan kişi sayısı 1.200 şirketimize. Bir deneme süresi var, ya biz onu ya o işi beğenmemiştir sürekli sirkülasyon var. Ben Türkiye’deki işsizlik rakamlarına bakınca biraz şaşırıyorum ya da farklı yorumluyorum. Biz personel bulmakta zorlanıyoruz. “Madem istediğimiz personeli bulamıyoruz, biz onların ayağına gidelim” dedik ve bir minibüs giydirdik. O minibüs dolaşıyor, kahvelerden insanlar kalkıyor gelip form dolduruyor, sonra uygun bulduklarımızı çağırıyoruz. İş beğenmeme, tembellik de çok var. Ayrıca biz şirket olarak bütün yasal gereklilikleri yapıyoruz. Engelli de çalıştırıyoruz. Ancak yasal gereklilik oranında çalıştıracak engelli bulamıyoruz. Parayı alıp evde oturmak istiyorlar. İş-Kur’da özel masa kurduk engelliler için çok az sayıda başvuru oldu. Özellikle çağrı merkezimizde rahatlıkla engelli çalıştırabiliriz.

Bu işte yükselme şansı var mı?

Var. Biz ilkokul mezunları da dahil olmak üzere herkese yükselme şansı veriyoruz. Sürekli hizmet içi eğitimlerimiz var. Direktör olabiliyorlar. Sektörün dışından gelenlerle iş sürdürmemiz zor. Hep içimizden birilerini yükseltiyoruz.

Türkiye ciroda 16’ncı sırada

* ISS Avrupa’nın 4’üncü büyük işvereni.

* ISS içinde ISS Türkiye ciro olarak ilk 16’da. 2010 yılı ciro beklentimiz 460 milyon lira. Kadın çalışan oranımız yüzde 30. Yaş yoğunluğu 18-35 yaş arasında.

* Çağrı merkezinde 1.700 kişi çalışıyor. Çağrı merkezinde çalışanların yüzde 75-80’i üniversite mezunu. Yüzde 70 kadarı kadın. Malatya’da yeni açılan çağrı merkezinde çalışanların yüzde 87’si üniversite mezunu ve çoğunluğu genç kadınlar.

* ISS Türkiye’nin 22 bin çalışanının 12-13 bini temizlikte. Güvenlikte 3.500-3.600, yemekte 1.700-1.800, çağrı merkezinde de 1.200-1.300 kişi çalışıyor.

Yazının devamı...

Koç Bilgi Grubu’nun Yeşil Bilgi Platformu 2009’un sosyal sorumluluk projesi seçildi

- Bardağımıza içeceğimiz kadar su koymalıyız.

- Su tabancasıyla oynamamalıyız.

- Denizin tuzlu suyunu normal su haline getirecek bir makine yapsın.

- Kanalizasyon sularını arıtabiliriz. Dönüşümlü sular kullanabiliriz. Su bulutu yapabiliriz.

- Sütü, meyve sularını sudan yapmasınlar.

- Araba yıkarken 1 kova su harcamaya özen göstermeliyiz.

- Her hafta belirli bir günde 1 dakika süreyle sular kesilsin.

- Denizlere çöp atanlara trafikte olduğu gibi ceza kesilsin.

- Güneş enerjisi ile çalışan makineler yapılmalı.

- Erkekler tıraş yaparken suyu kapatmalı.

- Dijital lavabo yapılmalı. Bir klavye olmalı ve ne yapmamız gerektiğini yazmalıyız. Sonra yapacağımız kadar su tüketmeliyiz.

Çocukların önerileri

Koç Bilgi Grubu’nun çevre bilgisi ve bilincini yaygınlaştırma amacıyla oluşturduğu sosyal sorumluluk platformu ‘Yeşil Bilgi Platformu’nun etkinlikleri kapsamında ilköğretimde okuyan çocuklarla yapılan bir çalışmadan aldım bu anket sonuçlarını. Bir süredir ben de yaptıklarını takip ediyorum. Platform çevre dostu farklı projelere imza atıyor. Beni en çok etkileyen de gelecek nesillere yönelik yaptıkları çalışmalar oldu. Yukarıdaki anketin aynısı büyüklerle de yapılmış, inanın çocukların önerileri büyüklerin önerilerinden çok daha kapsamlı ve yaratıcı olmuş. Bu yüzden de velilerin değil çocukların bazı önerilerini yukarıda sıraladım.

12 Kasım’da da Active Academy tarafından düzenlenen 7. Uluslararası Finans Zirvesi’nde “2009 yılı Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödülü”nü aldı Yeşil Bilgi Platformu.

Bir yılda 1 milyon 200 bin kişiye birebir ulaştılar. Yeşil Bilgi Platformu’nun işbirliği içerisinde olduğu 7 şirket, 8 sivil toplum kuruluşu, 1 içerik ortağı ve 1 üniversiteden oluşan toplam 17 kurum ve kuruluşla birlikte, tek bir ortak hedefleri var: Toplumun en geniş kesimlerinin, Türkiye’nin çevre bilincini artırmak. Biraz önce yer verdiğim çalışma yaptıkları projelerden yalnızca biri.

Koç Bilgi Grubu Kurumsal İletişim Koordinatörü Banu Aydoğan’la sohbet ederken öğrendim. Yeşil Bilgi Platformu, Koç Grubu şirketlerini projeye dahil ederken bir yandan da konusunda uzman olan sivil toplum örgütlerini de biraraya getirmiş. Doğa Derneği, Buğday Derneği, TEMA, ÇEVKO, Turmepa, WWF, Futuristler Derneği projenin destekçileri. Yeşil Bilgi Platformu, küresel ısınma konusuna sanat aracılığı ile dikkat çekmek için de bir proje gerçekleştirdi. Bu proje kapsamında 10 yaşındaki Sina Barlas’ın küresel ısınmayı anlatan dünyayı terk eden kutup ayısı resmi Taksim Metrosu gibi farklı yerlerde sergilendi. Afiş olarak da halen kullanılıyor. Bu resim ayrıca Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü öğrencileri tarafından 6 metrekare büyüklüğündeki dev bir tuvale de aktarıldı.

Şimdilerde Yeşil Bilgi Platformu ‘doğaya mektup’ projesini sürdürüyor. Ayrıntılı bilgiler www.yesilbilgi.org adresinde var.

7 Mayıs’ta düzenlenen Küresel Isınma Kurultayı’nda, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve 60 Sivil Toplum Kuruluşu tarafından “çevre duyarlılık ödülü”ne layık görülen, son olarak da Finans Zirvesi’nde ise “2009 yılı Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödülü”nü alan Yeşil Bilgi Platformu proje ortakları olan şirketler, dernekler ve çalışanlarıyla tamamen gönüllülük ilkesine dayalı olarak projelerini yürütüyor. Bu gönüllü elçiler hem iş yerlerinde hem de evlerinde artık farklılar. Çocuklarına da bu bilgileri aşılıyorlar. Su tüketimi konusunda özenli, doğum günlerinde ağaç armağan eden, atık yağları lavabodan dökmeyen, evdeki atıkları ayrıştıran, kağıtları, plastikleri ayrı atık kutularına atan, denizi kirletmeyen, ev temizliğini sirkeli suyla yapan, pilleri pil toplama kutularına atan, ozon dostu spreyler kullanan... Bunları yapan insan sayısını her geçen gün artırmayı amaçlayan Yeşil Bilgi Platformu’nun ulaştığı kişi sayısı umarım hızla artar.

Yazının devamı...

Baktım ameliyat ettiğim herkes bir gün göçüp gidecek resim yapmaya başladım

Türkİye’de İlk tamponsuz burun VE vajİna estetİĞİ amelİyatlarInI yapan Op. Dr. Nurİ Battal

* Resimle ilgilenmeye nasıl, ne zaman başladınız? Biraz baktım, lise yıllarında da yarışmalara giriyormuşsunuz...

Evet doğru. Hatta üniversite öncesinde babama “Güzel sanatlar mı, tıp mı?” diye sormuştum. Babam ‘tıp’ demişti. Ama resimle hep ilgilendim. Sergilere giderim, resim alırım. Yurt dışında kurslara da gittim.

* Siz Japonya ve Amerika’da da doktorluk yapmıştınız değil mi?

Genel Cerrahi ihtisası yaptım. O dönemde ABD’de Nevada Üniversitesi Genel Cerrahi Kliniği’nde çalıştım. Daha sonra Türkiye’ye geldim, bir süre sonra da Japon Sağlık ve Eğitim Bakanlığı’nın bursunu kazanarak Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi ihtisası yapmak üzere Japonya’ya gittim. 3 yılda Kagawa Tıp Üniversitesi Plastik Cerrahi Ana Bilim Dalında ihtisasımı tamamladım. Amerika’da ve Japonya’da resim kurslarına gittim. Japonya’da yerel sanatlarıyla ilgili kurslara gidip, karma sergilere de katıldım.

* Aslında hiç kopmamışsınız...

Birkaç işi bir arada yapmayı seviyorum. Br dönem elime tuval fırçası almamıştım.

* Yaptığınız işle bence çok benziyor.

Birinde fırça, boya var, birinde makas, pense! El becerisi önemli. Beceriyor muyum, buna sanatseverler karar verecek. Çok heyecanlıyım. Çok önemli bir çağdaş sanat fuarı olun Contemporary İstanbul’a katılacağım. Daha önce 1990 ve 1996 yılında karma sergilere katıldım. Ama bu sergi çok farklı, yurt dışından da çok katılımcı var. Çocukluk aşkıma dönmüş gibiyim.

Estetik geçici resimler kalıcı, benden geriye bir şey kalsın istedim

* Ne sizi tetikledi de resim yapmaya yeniden başladınız? Rahatlama, kendini dinleme isteğiyle mi oldu?

“Artık dünyaya kalıcı bir şeyler bırakmam lazım” dedim. Klinik yapmak için aldığım bir harabe vardı Levent’te. İçinde bir evsiz yaşıyordu, şarapçı, çöp topluyor. Ben de ara sıra adam yokken oraya bakmaya gidiyorum. Bina değil, bir harabe. Adam çöplerden topladığı eşyalarla yaşam sürüyor. Karton kutuların üzerine bez sermiş onu çarşaf olarak kullanıyor. Bir gün bir baktım kocaman bir çiviyi duvara takmış, çöpten bulduğu bir tuvali, sanırım ilkokul çocuğunun yaptığı bir resim, onu duvara asmış. Bunu görünce, “O adam bu resme bir değer vermiş demek” diye düşündüm. Çok etkilendim.

* Siz de yüzlerce ameliyat yapıyorsunuz...

Evet ama 50 yıl sonra benden geriye bir şey kalmayacak. Hepsi ölecek hastalarımın. Ama tuvale yaptığınız resim yüzyıllarca kalabilir. Dünyanın birçok ülkesinde 300-500 yıllık resimler var. Eğer ilerde çocuklarıma bir şey bırakacaksam böyle bir şey olmalı diye düşündüm. Daha önce resim yapıyordum ama ikinci kariyer olarak bunu seçtim.

* Kaç yıldır resim yapıyorsunuz?

5-6 yıl oldu. İlgi gördü, müzayedelerde resimlerim satıldı. Yurt dışından katılımcılar aldı eserlerimi, çok mutlu oldum. Ameliyat yapmadığım günler hep resim yapar oldum.

* İlk defa gördüm, soyut çalışıyorsunuz...

Evet, soyut resimler yapıyorum. Herkes ne görüyorsa o.

* Burhan Doğançay’ın tablosu satıldı geçen hafta. Murat Ülker aldı. İlk kez yaşayan bir sanatçımızın eseri böylesine değer buldu, siz ne düşündünüz?

Ülker Grubu’nu tebrik ederim. Çok güzel. O para ressamın değil ama bu da önemli değil. Ressamı tatmin eden o eserin kabul görmesidir, bu çok büyük mutluluk. Bence değeri daha da fazla o eserin. Artık Türkiye’de de çok şey değişiyor. Sonuçta Osman Hamdi’yle başlayan bir geçmişi var resim sanatının Türkiye’de. Biz çok geç kalmışız bu konuda. Çağdaş Türk sanatçılar arasında çok başarılı olanlar var. Çağdaş yaşayan bir Türk ressamının eserinin bu fiyatlara çıkması çok güzel. Gelişme her alanda olmalı. Bakın Çin, Rus sanatçılar da çok ön plana çıktı. Bu ülkelerin ekonomik olarak güçleri arttı, sanatları da tanınır bilinir oldu. Avrupa’da çok sayıda galeride Çin sanatçıların eserleri var.

“Bütün yağlarımı alın doktor bey” diyen bile var

* Mardin’de bir açılış vardı geçtiğimiz ay. Sosyeteden bazı isimler de bu açılıştaydı. Bir gazete, “Mardin botoksla tanıştı” diye yazmış. Birbirine benzeyen ve çevresine şaşkınlıkla ağzı açık bakan o kadar çok kadın vardı ki, doğrusu biz çok görmeye alışık olsak da benim de dikkatimi çekmişti. Neden aynı oluyorlar?

Bir kere Mardin bu işlerle yeni tanışmış olamaz. Benim oralardan da çok hastam var. Ancak botoks olayı biraz abartılıyor. Her köşe başında botoks yapılıyor ve ne yazık ki her yerlerine yaptırıyorlar. Bu da insanları mimiksizleştiriyor.

* Biraz önce hep mutsuz olanlar var dediniz, onlara ne yapıyorsunuz? Kendini hiç beğenmeyenlere, gerildikçe genç göründüğünü sananlara ne yapıyorsunuz?

Mümkün olduğu kadar hasta seçiyorum. Hasta kendiyle mutsuzsa ne kadar ameliyat yaparsanız yapın memnun olmuyor. Burnunu yaptırıyor çene istiyor, orası burası derken hep istiyor. Ben hasta seçebiliyorum. İkna etmeye çalışıyorum. “İhtiyacınız yok” diyorum. “Gerçekten gerek yok, ameliyat olmayın” demek yetmiyor bazı hastalara.

* Artık çok konuşuldukça her ameliyat çok kolay sananlar var, değil mi?

Geliyorlar, “Bütün yağlarımı alın” diyorlar. Yağlar gerekli. İçlerinde kök hücreler var. Bir miktar belki alınır ama hepsi asla alınmaz. Geliyor küçücük burun istiyor, o yüze o burun olmaz, ama istiyor. Bazen hastaları ameliyat etmemek için çok uğraşıyorum. İnsanların bulundukları çevre ve arkadaşları da çok önemli. Kendileri ne istiyorlar ona bakmalı, dolduruşa gelip ameliyat olunmaz.

* Benim bir ara evimde çalışan bir kadının yakınının evlenmek üzere olan kızını kadınlar mahallede para toplayarak ameliyat ettirdiler. Sorun kızın iri memeli olması ve nişanlısının “Bu memeleri küçült” demesiydi.

Çok var böyle örnekler. Bu ameliyatlar artık herkese yönelik. İri meme sırt ağrısı da yapabilir. Ama fiziksel bir gereklilik olmadan da daha güzel olmak için bunları yaptırıyorlar, beğenilmek çok önemli. Her kesimde var bu.

Resim yaparken dokulardan esinleniyorum

* Resim yaparken hiç ameliyat masasını tabloya aktarmayı düşünmediniz mi?

Bir ara düşündüm ama vazgeçtim. Yaptığım eserlerde bunları işlemek istemedim. Çok aykırı olurdu diye düşünüyorum. Ancak hücresel yapı, dokusal yapı doğada var. Mermerlerin kesitlerine bakın, bir kemik dokusu kesiti alın, yapı birbirine çok benzer. Pataloji kesitlerinin hepsi taşların kesitlerine benzer. Sonuçta biz bu evrenin parçasıyız ve toprağa gideceğiz.

* En uzun süren ameliyatlarınız hangileri oluyor?

Japonya’da doku nakli ameliyatları yapıyorduk. Orada çalışırken 24-26 saat süren serbest doku transferi ameliyatları yaptık. Türkiye’de öyle ameliyatlar yapmadım. En fazla 5-6 saat. Meme büyütme ameliyatı yaparım 15 dakika sürer, burun ameliyatım 45 dakikada biter. Yüz germe ameliyatım 3.5 saat sürer. Bu saatler genelde dünya ortalamasının yarısı kadar. Ben ameliyat öncesinde ne yapacağıma kesin kararı veririm. Açtıktan sonra karar değiştirmem ya da nasıl yaparım diye bakmam. Önceden kafamda oluşur. “Hızlı yaparım” demek özen göstermiyorum demek de değil. Bir de eliniz yaptıkça hızlanıyor. Yüzün bir tarafını bir bir buçuk saatte, diğer tarafı

45 dakikada yapabiliyorum. 6 saat süren bir burun ameliyatı bana garip geliyor. Ama tabii ki herkese saygı duyuyorum, cerrahların da kendi tercihleri var.

Resimler iyi fiyata satılmaya başlandı altından çok daha iyi bir yatırım aracı

* İstanbul’da son yıllarda resme verilen önemde bir hareketlilik var. Bu Türkiye’nin tanıtımı için de çok önemli. Burhan Doğançay gibi milyon dolarlık isimlerin artması çok sevindirici olur...

Çok değerli bir ressam. Türkiye’deki toplam resim piyasasını toplasanız bir Picasso eseri etmeyebilir. İspanya’nın milli gururu Picasso’nun eseri Guernica. Öyle görüyorlar. Türk sanatçılar da çok iyi. Genç nesil gerçekten de iyi. Genç ressamların resimleri de iyi fiyatlarla satılmaya başlandı. İlgi gören bir şey gelişir. Bence bu ilgi de başladı. Ayrıca resim iyi bir yatırım aracı. Bence altından da değerli.

* Siz nasıl zaman ayırıyorsunuz resim yapmaya?

Hiç TV izlemiyorum. İnsan sevince zaman ayırıyor. Çalışmayı da çok seviyorum. Gönül vermek lazım. Bu işe gönül verdim. Plastik cerrahiyi de çok seviyorum. “Bir gün öleceksem ya ameliyat masasında ya da tuvalde öleyim” derim ısrarla. Gece kulübüne, barlara gitmem. Çocuklarla zaman geçirmeyi severim. Zaman buluyorum.

* Sizle yıllar önce röportaj yaptığımda bana, “Ben mutluluk ameliyatı yapıyorum” demiştiniz. Ya asla mutlu olamayanlar, sürekli daha yenisini, iyisini isteyenler? Onlarla ne yapıyorsunuz?

Hastalarımı kendi yakınım gibi görürüm. Çünkü insan birine fiziksel tedavi uygulayacaksa onları müşteri gibi görmemek lazım. Hastalarımın çoğuyla dostum. Onları dinliyorum, tanıyorum. Ameliyat olurlar ya da olmazlar o kararı birlikte almalıyız. Evet, hâlâ bu ameliyatların mutluluk ameliyatı olduğunu düşünüyorum. Plastik cerrahi bir sanat. Herkese özel bir şey yapıyorsunuz. Herkese aynı çene, burun ameliyatı yapmıyorsunuz. Mutsuz olanları ikna etmek çok zor. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar aslında kendinden mutlu olmayanlar.

Yazının devamı...

Tanıtım kampanyaları işe yaradı, turist sayısı yüzleri güldürdü

Ekim ayının son haftası Sabancı Vakfı’nın, Birleşmiş Milletler ‘Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı’ kapsamında yürüttüğü çalışmalarla ilgili bir toplantı için Nevşehir’deydik. Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı vakıfların hibe alan projelerin sunumlarını orada dinledi. Bu toplantı sonrasında Nevşehir’de kısa süreliğine de olsa gezme fırsatı bulduk.

Bizi gezdiren rehber, “Bu yıl Ekim ayında da Nevşehir’de turist var, Japonlar’ın ilgisi her geçen gün artıyor, havaların sıcak gitmesi de turist sayısını artırdı, oteller hep dolu, şu domuz gribi de çıkmasaydı” dedi. 2008’de Kapadokya Bölgesi’ne 1.2 milyonu yabancı toplam 2.2 milyon turist gelmiş. Amerikalı, Fransız ve İngiliz turist sayısında artış yaşanıyormuş. Ne küresel kriz ne de domuz gribi şu ana kadar Kapadokya turizmini etkilemiş. Bunları not etmiştim.

Avrupa’daki artış yüzde 3.41

Malum, global kriz geçtiğimiz yıl turizm sektörünün moralini bozmuştu. Bazı turizmciler hayli karamsardı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin yurtdışı tanıtım kampanyalarından bir bölümünü üstlenen dDf International’den rakamlar geldi.

dDf‘in açıklamasına göre tanıtım kampanyaları yapılan ülkelerden gelen yabancı ziyaretçi sayısında artış var.

Rakamlar şöyle:

* 2009’un Ocak-Eylül döneminde Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı yüzde 1.47’lik artışla 21.830.038 kişi oldu. Geçen yıl aynı dönemdeki rakam 21.514.808’di.

* 2009’un Ocak-Eylül döneminde, dDf International’ın reklam ve turizm tanıtım kampanyalarını yürüttüğü ülkelerden gelen yabancı ziyaretçi sayısında, İngiltere’de yüzde 11.81, Fransa’da yüzde 4.84, İtalya’da yüzde 5.97, İspanya’da yüzde 4.54, Yunanistan’da yüzde 7.44, İskandinav ülkelerinde yüzde 5.42, Bulgaristan’da yüzde 14.29, İsviçre’de yüzde 15.20 ve Polonya’da yüzde 5.81 artış yaşandı.

* Ocak-Eylül döneminde, Avrupa’dan gelen ziyaretçi yüzde 3.41 artışla 11.497.720 milyona ulaşmış durumda.

* Ocak-Eylül 2009 döneminde geçen yılın aynı dönemine göre bazı ülkelerden gelen turist sayılarında ekonomik krize rağmen artış yaşandı.

İstatistiklere göre, 2009 yılı Eylül ayında Türkiye’ye giriş yapan ziyaretçi sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.20’lik bir artışla 3.136.010 kişi olarak gerçekleşti.

Bundan iki ay önce Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’la sohbet ederken, ’Hedefimiz Türkiye’ye gelen turistlerin ülkemizi bir kez daha hatta defalarca ziyaretlerini sağlamak’demiş, bu yıl Yunanistan ve İspanya’da turizm sektöründe yaşanan yüzde 5’lik düşüşün Türkiye’de yaşanmadığına dikkat çekmişti.

dDf’den Prof. Dr. Esra Ekmekçi’ye sordum. Yunanistan ve İspanya’da düşüş yaşanırken ‘Türkiye’de turist sayısının artmasının nedeni fiyat politikamız mı yani ucuz olmamız mı?’diye.

Ekmekçi, “Kriz dönemlerinde fiyat politikaları belirleyici faktör ancak Türkiye’nin fiyat politikaları üzerinden bir tanıtım yapması stratejik hata olur diye düşünüyoruz. Biz tanıtım stratejimizi love mark olarak konumluyoruz yani insanların keyifli deneyimler yaşayacakları zengin varlıklara sahip bir ülke olarak tanımlıyoruz Türkiye’yi” dedi.

“Turist sayısı bu yıl Obama’nın ziyareti, İstanbul Bienali gibi itici güçlerle yol alıp arttı” diyenler de var. Şimdilik bu artış rakamlarına bakarak, “Hiç olmazsa bir sektörde yükseliş var” diyerek teselli bulabiliriz.

Yazının devamı...

Sürekli kampanya yapan markalar kriz bittiğinde bir daha toparlanamıyor

Jenia Pinto Türkiye’nin en eski kozmetik şirketi Pinkar Kimya Sanayi’nin üçüncü kuşak temsilcisi. Pastel markasıyla bilinen şirketin yöneticisi Jenia Pinto, ’Kriz dönemlerinde sürekli kampanya yapan markalar krizden sonra kendini yukarı çekmekte zorlanıyor. Sürekli kampanyayla ürün satılmaz“ dedi

Pinto Ailesi Türkiye’de kozmetik alanında ilk yatırımları yapan aile. Onları Fredo Bebe pudraları ve Blendax şampuanlarıyla hatırlıyoruz. İzak ve Ojeni Pinto Pinkar Kimya Sanayi’ni 1938 yılında kurmuş. Şu anda şirketin en bilinen markası Pastel. Pinkar Kimya Sanayii ilk kurulduğu yıllarda kolonya üretmiş. Yelpaze zaman içinde genişlemiş. Şirketin markaları arasında Fredo Bebe Kolonyaları, Fredo Bebe Pudrası, Policolor Saç Boyaları, Scherk Cilt Bakım Ürünleri, Tarr Erkek Losyonu, Canoe Güzellik Pudraları ve Blendax Şampuanları var. Bunların bir kısmını dev şirketlere satan Pinkar’ın son dönemdeki en iddialı markası Pastel.

Ailenin üçüncü kuşak temsilcisi ve şirketin şu andaki yöneticisi olan Jenia Pinto’yla sohbet ettik.

Jenia Pinto, ”71 yıllık aile şirketiyiz. Bu işin içinde büyüdüm. Türkiye’de kadınların toplum yaşamında gösterdikleri varlık arttıkça biz de firma olarak büyüdük. Daha küçücük bir kızken ileride bir iş kadını olacağımı biliyordum“ diye konuştu.

Dedeniz kurmuş şirketinizi. Aile şirketini devralmak ve onu yaşatmak size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Ben çocukluğumdan beri bir gün ailemin şirketinin başına geçeceğimi biliyordum. Ama bu bana tepside sunulan bir şey olsun istemedim. İşi hep çok yakından takip ettim, ben okurken babam, ”Renkli kozmetik işine girmeyi planlıyorum“ dediğinde, ”Bu işin en başında ben olmalıyım“ dedim. En büyük avantajımız bu işin her şeyine hakim bir aileden gelmek ve bunun yanı sıra yıllardır sektördeki hammadde sağlayıcılarını yakından takip etmektir.

Blendax her eve girdi

Pinkar kolonya üretmiş ilk olarak değil mi?


Evet, ilk olarak kolonya üretimi gerçekleştirilmiş. Daha sonra Türkiye’de erkek parfümü ve çocuk ürünleri üreten ilk şirket Pinkar. Ama Pinkar’ın en büyük çıkış yaptığı markası Blendax. Türkiye’deki herkesin bildiği ve her eve giren bir üründü.

Artık sizin değil...

Evet daha sonra P&G aldı bizden Blendax’ı. Biz aile şirketi olarak lisanslı ürün değil de, kendi markamızı üretmek istedik. 1988 yılında da Pastel’i kurduk. İlk maskara, oje, ruj ve göz kalemi üretiyorduk. Tanıtıma direkt TV reklamıyla başladık. Çok başarılı bir çıkıştı. O zaman Türkiye’de tek TV kanalı vardı, reklamla herkese ulaşıyordunuz. Kozmetik pazarındaki en önemli oyuncu olduk.

O günlerden bugüne çok şey değişti. Sizin stratejileriniz, hedef kitleniz de değişti değil mi?

Çok şey değişti. O zamanlar yabancı markalara bu kadar kolay ulaşılamıyordu. Yabancı kozmetik ürünleri yoktu. Muazzam bir gelişim ve değişim oldu. Bizim ilk amacımız markalaşmak oldu. Pinkar’ın ürettiği tüm markalar büyümüştür. Şu anda da her geçen gün büyüyen bir kozmetik pazarı var. Pastel de bu pazarda önemli bir oyuncu.

Kozmetik pazarının Türkiye’de ne kadarı yerli üretim?

Aldığımız veriler çok karışık. Türkiye’de hiç kimsenin tam rakamı vereceğini sanmıyorum. Çünkü kişisel bakım var, cilt bakımı var, kolonya tarafı var, renkli kozmetik tarafı var... Bir sürü rakam biz de alıyoruz.

Yüzde 30’u diye okumuştum...

Verilen rakam bu ama hangi sektörleri içine aldınız da bunu söylüyorsunuz? Bu belli değil. Şampuan pazarının neredeyse tümü yabancıların elinde. Kozmetik sektöründe çok ciddi ilerleme var Türkiye’de. Marka sayısı da hayli fazla.

Kozmetik ürünlerinin çeşitliliği arttı, sanırım yaş yelpazesi de genişledi...

Ben sektörde 20’nci yılımdayım. Sektör Türkiye’de kadının topluma katılımıyla gelişti. Çalışan kadın sayısının artması her şeyi değiştirdi. Biz işe başladığımızda Anadolu’ya oje satamazdık. Anadolu kadınları kına kullanırlardı. Aynı şeklide kırmızı ruj ve oje hiç satılmazdı. Pastel’de şu anda en iddialı olduğumuz ve rahat sattığımız renk kırmızı. Son yıllarda ayrıca ürünlerin içine konulan yardımcılar da pazarı genişletti. Güneşten korunmayı sağlayan maddelerin ürünlere girmesi, antiaging maddelerinin girmesi, yüzü geren, sarkmayı önleyen maddelerin ürünlerin içine girmesi pazarı genişletti. Artık bir nemlendirici içinde güneşin verdiği zararı önleyen maddeler ve cildin sarkmasını önleyen maddeler var. Bir ürünün iki, üç fonksiyonu olması gerekiyor artık.

Sizin üretim yeriniz nerede?

Pastel İstanbul’da üretiliyor. Çok eski bir fabrikayız. İçini yeniledik ama yerini değiştirmedik. Çorlu’da yer aldık bir ara, 10 yıl elimizde tuttuk arsayı sonra sattık, duygusal anlamda fabrikanın yerini değiştiremedik.

Siz şu anda tamamıyla kadın müşterileri mi hedefliyorsunuz?

Pastel tamamıyla kadına hitap ediyor. Bu markanın yanı sıra Pinkar’ın ürettiği bir erkek parfümü var. O parfümü ben yaptım. Çok iyi bir geçmişi var ve yıllardır piyasada.

Kozmetik ürünleri arasında çok fiyat farkı var. Gerçekten de işlevsel olarak çok fark var mı?

Pastel’i biz ilk anda markalaştırmaya çalıştık. Hep yenilikçi ürünler çıkardık. Fiyat ve kalite arasındaki rakamları çok iyi hesapladık. Ben herkesin alabileceği ürünler çıkarmayı hedefledim baştan beri. Bunu da başardık.

Global kriz kozmetik sektörünü etkiledi mi?

Kriz ortamında da kadınlar ruj almaktan vazgeçmiyor. Bizim ürünlerimiz alınabilir fiyatlarda, her zaman ve kadınlar bizim ürünlerimizi alarak kendilerini iyi hissediyorlar. Dolayısıyla mutluluk ve keyif aldığınız şeyi yapıyorsunuz.

Son yıllarda rekabet de arttı. Yerli bir markanın ayakta kalması, yabancı şirketlerle rekabeti zor değil mi?

Ben yıllardır pazarlama ve ürün geliştirme alanında çalışıyorum. Bana hiç bir şey zor gelmiyor. Aksine heyecanlı ve zevkli. Benim için zor olan beğenilecek ürün çıkarmak. Ben her koşulda müşteriyi mutlu etmeliyim ve müşteriler ürünlerimden tatmin olmalılar. Müşteriyi sürekli heyecanlı tutmalıyım. Rakiplerimizi ve dünya pazarını iyi takip etmem gerekiyor. Yıllardır hatta çocuk denecek yaştan beri hammaddecilerle de yakın ilişki içindeyim. Yeni çıkan her şeyi takip ediyorum, bunu Türkiye’ye nasıl uygulayacağımıza karar vermek zor ve heyecanlı bir süreç.

Çok fazla kampanya var kozmetik sektöründe de. Bu rekabet ortamını kızıştırmıyor mu?

Sürekli kampanyayla ürün satılmaz. çünkü kriz bitince markanızı yukarı çıkaramazsınız. Sürekli kampanya yapan markalar marka değerlerini kaybediyor. bazıları da bitiyor. Müşteriniz kampanyalı ürüne alıştı mı bundan geri dönmek zordur. markanızı iyi bilirken müşterinizi de iyi tanıyacaksınız. Psikolojik sınırlar var. Yine kriz var, biz krize de çok alışığız. Kriz hiç bitmedi Türkiye’de. Ben 20 yıldır çalışıyorum, kriz olmasa bile kriz çıkabileceğini tahmin edip hep temkinli davranıyoruz.

İranlı kadınlar Pastel kullanıyor

İhracat yapıyor musunuz?


Türki cumhuriyetlerine ve İran’a çok yüksek ihracat yapıyoruz. Türkiye’nin tüm komşularına ihracat yapıyoruz. Üretimimizin yüzde 25’i yurtdışına satılıyor. İran’da kadınlar süslerine çok düşkün.

Siz bir ara Türkiye’nin en tanınmış yüzlerini reklamlarınızda kullanıyordunuz...

Artık bilinen yüzlerle değil, mankenlerle çalışıyoruz. Biz ulaşılabilecek tarzda olsun istiyoruz her ürünümüzün reklamı. Orada gördüğünüzün aynısını kendinize uygulayabilmenizi istiyoruz. Türk kadını beğendiği reklam kağıdını mağazaya getirip aynısını istiyor. Aynısını alıp kendine uygulayınca aynı sonucu almalı. Ulaşılamaz değiliz. Pastel hayal satmıyor.

PASTEL ELİME DOĞDU

Jenia Pinto, pazarlama ve reklamcılık eğitimi almış. Pastel markasının eline doğduğunu anlatan Pinto, şöyle devam etti: ”Amerika’da okudum. Şişli Terakki Lisesi mezunuyum. Ben hep iş kadını olacağımı biliyordum. Çalışmamayı hiç düşünmedim. 1988 yılında bir yaz tatilinde babam bana ’Büyüyünce başına geçersin sana ve kardeşine bir kozmetik markası yapacağım’ dedi. Ben o yaz babama ’Hemen kur ve ben ilk günden orada olayım’ dedim. Bir işi sıfırdan öğrenmek çok önemli. Marka elime doğdu. İş hayatındasınız tabii ki yanlışlar yapıyorsunuz ama bunlardan ders almayı bilmek de önemli.”

Artık ojesiz kadın yok

En çok ne satıyorsunuz?


Oje, maskara, göz kalemi ve ruj. Biz aynı zamanda allık da çok satıyoruz. Artık ojesiz kadın yok. Pastel’de hep koyu renkli ojeler daha fazla satar. Bana göre de oje hep kırmızıdır. Kırmızı, fujya renkli ojeleri çok satıyoruz.

Doğal kozmetik ürünlere kayış başladı, diyebilir miyiz?

Türkiye için çok erken. Ama Türkiye’ye daha gelmese bile katkı maddesiz ve mineralli ürünler yani doğal kozmetik hızla gelişiyor. Her kozmetik üründe sonuçta kimyasal var ama bunun en az olanları üretiliyor. Ben şimdilik hazırlıkları yapıp zamanını bekliyorum Türkiye için.

Yazının devamı...

Ekonomide toparlanma olmadı daha 3 yıl 3 milyon gence iş yok

Krizi ve Türkiye’ye etkilerini değerlendiren T-Bank Genel Müdürü Dinçer Alpman, “Ekonomide toparlanma başlamadı. Önümüzdeki 3 yıl 3 milyon gence iş yok. Türkiye’nin etkin olduğu kuruluşlardaki fonları kullanıp sektörleri harekete geçirmesi lazım” dedi. Kredi kartında kanuni takip oranlarının yükseldiğine de dikkat çeken Alpman, “Kredi kartlarında kanuni takip oranının yüzde 10’un üzerine çıkması, kriz demektir. Sarmala girildi, bunların en az yarısı bireysel kredi kullanıcısıdır” diye konuştu

Turkland Bank (T-Bank), eski MNG Bank. 2006 yılının sonunda Lübnanlı Hariri Grubu, MNG Bank’ı 160 milyon dolara satın aldı. Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcı olan Hariri Grubu, aynı zamanda Türk Telekom’un sahibi, Avea’nın da ortağı. MNG’nin el değiştirmesinden sonra genel müdürlük görevine bireysel bankacılık alanında uzman Dinçer Alpman getirildi. 3 yıldır bankanın genel müdürü olan Alpman’la, ticari bankacılıkta ve KOBİ’lerde uzmanlaşan T-Bank’ı, ekonomik kriz ve Türkiye’ye etkilerini konuştuk. Global krizin etkisini şiddetle hisseden KOBİ’lere yönelik çalışan Dinçer Alpman, Türkiye’nin krizin etkilerini atlatabilmesi için enflasyona ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

Denizbank’ta bireysel bankacılıktan sorumlu genel müdür yardımcısıydınız...

Evet. 10 yıl Denizbank’ta çalıştım. Daha öncesinde 2 yıl Alternatifbank’ta çalışmıştım. Tekfen’de de 2 yıl finansman müdürlüğü yapmıştım. Bankacılığa da Pamukbank’ta başladım.

Hariri Grubu’nun MNG’yi almasından sonra genel müdür oldunuz. Bankanın adı değişti. Başka ne değişti? Büyüme planlarınızı gerçekleştirebildiniz mi?

Daha önceki sahibinin adının baş harfleri olduğu için bankanın adı değişti. Aslına bakarsanız Hariri Grubu bankadaki her şeyi değiştirdi. Öncelikle bankanın alt yapısı değişti. 9 şube vardı, 25 şube oldu. Yeni şubeler açmanın yanısıra iş yapma biçimi de değiştirildi. Önümüzdeki yıl 10 şube daha açacağız. Ancak şube açma konusunda agresif değiliz. Bizim orta vadeli hedefimiz 50 şube açmak. 50 şubeli banka olacağız.

Bireysel bankacılık başkalarının işi mi?

Şimdilik bireysel bankacılıkla ilgilenmiyoruz. Bu alanda çok banka var ve rekabet çok. O kadar büyük yatırımlar yapıp karşılığını alabilir misiniz, bilemiyoruz. Bir de Türkiye’de doğru dürüst bireysel bankacılık yapabilmeniz için 150 şubeye gelmeniz lazım. Onun dışında bizde de bireysel ürünler var. Ancak “Tüketici kredisi kampanyası yapalım”, “Kredi kartı dağıtalım” gibi kampanyalarımız yok. Allah’tan da o pazarda yokuz.

Neden?

Son yıldaki duruma bakınca bunu düşünüyorum. Bireysel kredilerde kanuni takip oranı yüzde 4’ün üzerine çıktı.

Kredi kartlarında çok daha yüksek...
Kanuni takip oranı kredi kartlarında yüzde 10’un üzerine çıktı. Bu çok önemli bir rakam.

1.5 milyon kişi işsiz kaldı

Bu krizin bizi teğet geçmediğinin bir göstergesi...

Evet. 1 milyon 500 bin kişi işsiz kaldı. Bunların eminim tamamına yakını bireysel kredi müşterisidir, hepsinin de kredi kartları vardır. Kredi kullanma alşkanlığımız çok farklı bizim. Bu yüzden de sarmala girildi. Kredi kullananlara bakınca bu çok net görülüyor. İnsanlar kredi kartından krediye geçiyorlar, bu en pahalı kredidir.

Avrupa ülkelerinde hiç tercih edilmeyen bir yöntem...

En son tercih edilen yöntemdir çünkü bir Avrupalı her şeyi tükettikten sonra en son çıkar yol olarak bunu yapar. Zaten kredi kartından kredi kullanan insan batmış insandır.

Bazı uzmanlar iyimser, “Toparlanma başladı” diyor. Bazıları “Her an yine dibe vurabiliriz, düzelme için en az 2 yıla ihtiyaç var” diyor. Sizin görüşünüz nedir?

Toparlanma başlamadı. Bunu kesin söyleyebilirim. Borsaya bakıp toparlanma başladı demek yanlıştır. Şöyle bir yanılgı var. Dow Jones psikolojik seviye olan 10 bini aşınca işler yoluna girdi sanılıyor. Birtakım fonlar gelip gidiyor, o kadar. Dünyayı bir kenara koyun, siz krizi nasıl tanımlıyorsunuz? Faizler bugün 15 olsa, 20 olsa umrunuzda mı, kur umrunuzda mı? Maaş alıyor musunuz, almıyor musunuz? İşiniz var mı yok mu? “İşsiz kalırım” korkusu taşıyor musunuz taşımıyor musunuz? Kur yükselirse bazı sektörler zarar görür, bazı sektörler bunu kompanse eder. Bir balans vardır. 2 milyon insan işsiz kalmışsa kriz vardır. Borsa inip çıkmış bir şey ifade etmez. Düzelme yok.

Kredi talepleri nasıl? Siz ticari kredi veriyorsunuz...

Kredi talebi devam ediyor. Ama kredi talebi üretim artmasından dolayı devam etmiyor. İnsanlar mal satamadığı için vadeleri açıyor ve alacak finansmanına gidiyor. Normal zamanda kredilerin artması işlerin arttığı anlamına gelirdi ancak şimdiki durum böyle değil. Türkiye’de 35-40 milyar dolarlık bir daralma var, ihracat çok düştü. Bu çok yüksek bir oran. Kolay kolay toparlanmanın yaşanması mümkün değil, hayal kurmamak lazım.

Türkiye Avrupa’ya yaptığı ihtacatında büyük düşüş yaşıyor, bu da kısa vadede sizin de söylediğiniz gibi kolay düzelecek gibi görünmüyor. Bu aşamada yeni ülkeler, yeni pazarlar konusu var... Türkiye yönünü değiştirerek krizin etkilerinden kurtulabilir mi?

Belli oranda büyük firmalar Libya, Cezayir, Umman, Katar, Kuveyt gibi ülkelere açılmaya başladı. Dubai çok kötü durumda. Ama 40 milyar doları Avrupa’dan kaybedince bunu yerine koymak 6 ayda ya da 1 yılda mümkün değil. Diğer pazarlara kaymak hemen mümkün olmuyor. Bu arada bu sorun yalnızca Türkiye’nin sorunu değil. Bugün Alman ekonomisi dahi ihracata dayanıyor. Onlar da Cezayir’e mal satmak istiyor, herkes gözünü alternatif pazarlara çevirdi.

Coca-Cola’nın CEO’su Muhtar Kent geçen hafta Türkiye’deydi, gelecekte güçlenecek ülkeler arasında konumlandırdı Türkiye’yi.

Ben de kendisini dinledim. Ben de geleceğe bakınca Türkiye açısından umutluyum. AB görüşmeleri 15-20 yıl sürsün, bu 15 yılın sonunda Türkiye AB’ye kendi isteğiyle girmeyebilir. Bizdeki dinamizm hiçbir yerde yok. Türkiye’deki nüfus artışına bakınca bunu söylüyorum. Yakında nüfusumuz 85 milyon insana gelecek, kişi başına düşen GSMH’nın bakın, Türkiye trilyon doların üzerine çıkan 5-10 ülkeden biri olacak. İlave gelen nüfus önemli. GSMH’sı kişi başına 20 bin dolar olan bir ülkede ilave talep yaratmak zordur. Zaten evinde bu insanların 2 televizyon vardır. Bundan 15-20 yıl evvel herkes Türkiye’de ’yerli malı kullanın, tasarruf yapın’derken, şimdi eski merkez bankası genel müdürü çıkıp televizyonda “Ciklet alın tüketin” diyor. Her şey tüketmek üzerine. Türkiye’de kişi başına düşen gelir 5 bin dolardan 10 bin dolara çıkınca her şey değişti. Sonuçta son yıllarda gelir artışının nedeni yaratılmış taleplerdir. Yeni teknolojik gelişmelerle hiç olmayan ihtiyaçların ihtiyaçmış gibi sunulmasıdır. Aç bir toplum var, kazandıkça harcayan, kazandıkça yaşam standardını arttıran bir nüfus var. Avrupa’daki 20 ülkeden daha büyük bir ülkeden söz ediyoruz.

Türk Telekom müşterisi ileride iş fırsatı olacak

Gelecekte bankaların rakibinin telekom şirketleri olacağını söylemişsiniz. Hariri Grubu’nun da bu alanda yatırımları var...

Hariri Grubu, Türk Telekom ve Avea’nın hisselerine sahip. Şu anda Türk Telekom veya Avea ile bankacılık kuralları çerçevesinde ticari ilişkilerimiz var. Banka olarak kitlesel ve bireysel bankacılığa girdiğimiz anda Türk Telekom’un yaygın müşteri bazı ve bulunma noktaları bizim için ayrı bir iş fırsatı olacak.

Hükümetin aldığı muazzam bir önlem yok

Hükümetin açıkladığı paketleri, alınan önlemleri nasıl buluyorsunuz?


Aldıkları muazzam bir önlem yok. Zaten Ali Babacan’ın açıkladığı 3 yıllık orta vadeli plana bakarsanız 3’üncü yılın sonunda 2008 yılı başındaki duruma dönüyorsunuz. Bu 3 milyon gence önümüzdeki yıllarda iş yok demektir. Durum hayli kötü özetle.

Ne yapmalı Türkiye bu süreçte?

Yapılacak çok şey de direkt yok. Düzelme beklenecek ama bence bu arada Türkiye’nin bu dönemi enflasyonla geçebileceğini düşünüyorum. Buna tepki gösteriyorlar ama bence bu doğru. İki şekilde enflasyon yaratılır, biri karşılıksız para basarak, ben bunu söylemiyorum. Türkiye dünyadaki etkin olduğu kuruluşlardan en az fon kullanan ülkelerden biri. Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası... Biz buralarda etkiye sahibiz ama bunların altyapı kredilerini az kullanıyoruz. Ben hükümetin yerinde olsam, bir ekip kurar ulaşabildiğim tüm kredilere ulaşırım. Deprem güçlendirmesinden, hastane yapımına her şeye fon bulunabilir. Bu da istihdam yaratır, farklı iş kollarını harekete geçirir. Zaten hareket haline getirilmesi gereken iki sektör var; biri inşaat, diğeri de otomotiv. Emeklilere bir maaş fazla vererek ya da “Alın verin, can suyu” kampanyalarıyla bir şey olmaz. O kampanyalar Litvanya gibi küçük, 1-2 milyonluk ülkelerde olur. Türkiye büyük ülke, bu kampanyalar biraz ironik kaçıyor. Enflasyonsuz geçilemez bu dönem. Bugün kalkıp, “Marmara bölgesinde güçlendirme yapacağım” deseniz kaynak bulursunuz, kalkıp ’alışveriş merkezi yapacağım’ derseniz kaynak bulamazsınız. Çok fon var. Bir baraj yapsanız milyon dolarlık harcama yapılıyor, alt sektörler harekete geçiyor. İnsanlara bir fazla maaş verseniz borçlarını öderler, kalkıp yatırım yapmazlar, yeni bir şey almazlar.

Domuz gribi talep daralması yarattı 9 aydır yabancı yatırımcı gelmiyor

Şu anda elinde parası olan ne yapmalı?

Hiçbir şey yapamaz! Kriz bizi 2 türlü vuruyor. Bunlardan biri dünyadan gelen dalga. Talep daralması var, dünya düzelmeden de bu değişmez. İkincisi ise geçen yıl Türkiye’de faizler yüzde 25 seviyesindeydi, şimdi yüzde 8’ler seviyesinde. Yüzlerce insan faiz alarak 3-5 kuruşla yaşıyordu. Bu da talep daralmasını kamçılıyor. Domuz gribi bile talep daralmasını artırdı. Kimse sinemaya gitmiyor, dışarıda yemek yemiyor.

Arap ülkelerinden yatırımcılar için bir ara hayli cazipti Türkiye. Bunu siz de yakından takip ediyordunuz. Şu günlerde değişen bir şey var mı?

Ben bankaya katıldığımda ilgi çoktu. Bizim ortaklar yatırım yapmak isteyenleri yönlendiriyordu bize. 9 aydır gelip giden yok. Bu da doğal. Dubai ciddi hasar yarattı. Suudi Arabistan ve Kuveyt de çok hasar yazdı. Bazı bankalar tamamen sermayesini tüketti. Bizim ortaklarımız Arap Bank çok kuvvetli, çok konservatif bir banka. Diğer ortağımız Bank Med’de de sorun yok. 2007 yılında daha çok demir-çelik tesisi peşinde olan yabancı yatırımcılar geliyordu. Şimdi bunların hiçbiri yok.

Yazının devamı...

Mardin’e AB’den 6 milyon euro geliyor

Fenerbahçe yöneticilerinin davetiyle Mardin’deydik. Fenerbahçe Başkanvekili Nihat Özdemir, FB Asbaşkanı Mithat Yenigün, FB Yönetim Kurulu üyesi Serhat Çeçen’le birlikte Mardin Valisi Hasan Duruer’le sohbet ettik. Bir süre önce kentsel iyileştirme kapsamında Avrupa Birliği Kalkınma Fonu’na sunulan ‘Mardin Projesi’ onaylandı. Bu şu demek, AB fonundan sağlanacak 6 milyon euro ile 2 bin 500 bina yıkılacak.

Malum, Mardin için söylenmiş meşhur bir söz var; “Gecesi gerdanlık, gündüzü mezarlık” diye.

Mardin’in taş evleri, Mezopotamya’ya bakan yüzüyle eşsiz bir güzelliğe sahip ama ne yazık ki tarihi binaların arasına girmiş korkunç çirkinlikteki binalar her şeyi bozuyor. Bu proje Mardin’i başka bir lige taşıyacak bir proje, çünkü Mardin kirlilikten kurtulacak.

Valilik şimdiden 3 sokağı temizlemiş. Ne elektrik direği kalmış, ne de gözü rahatsız eden bir görüntü.

Valilik tüm sokakların lazerle tarandığını, röleve çalışmalarının özenle yapıldığını anlatıyor. Binalar yıkılırken vatandaşların mağdur edilmeyeceğini söylüyor. TOKİ ile projeler hazırlanmış yıkılacak evler için.

Bunlar herkesi heyecanlandırıyor.

Sosyal yardımlar yara olmuş

Ama Mardin’de en büyük sorun çarpık yapılaşma değil. Mardin yoksul. Mardin’de çocuklar okulsuz, varolan okulların da ihtiyaçları büyük. Vali hane nüfusunun en az 7-8 olduğunu söylüyor, “Ortalamayı düşüren memurlar” diye de ekliyor. Mardin’de 9-10 çocuklu aileler var. Nüfusun da yüzde 70’i 30 yaş altında. Bu yıl üniversite sınavlarındaki başarı oranına bakınca sayısalda 75’inci, sözelde ise 78’inci sırada Mardin. Yani en sonlarda.

Kızlar okutulmuyor

Mardin’de ilköğretimden sonra kızların okullaşma oranı düşüyor. 24 bin kız liseye gitmiyor. Vali, “Kalifiye eleman bulmakta zorluk çekiyoruz, 200 kişi alınacak işe 170 kişi başvuruyor” derken bir başka acı gerçeğe işaret ediyor. ‘Sosyal yardımlar sosyal yara oldu’. Herkes yardım almaya alışmış, çalışmak istemiyorlar. Yeşil kart ve çocuk sayısına göre yapılan yardımlar da çocuk sayısını artırmış.

Sabancı Müzesi’ni 10 bin kişi gezdi

Her geçen gün gelen turist sayısı da artıyor Mardin’e. Mardin’in içinde 5 butik otel var, bunların hepsi de dolu. Özellikle son yıllarda yerli turist sayısı da çok artmış. Mardin’e Hilton Garden Oteli de açılacak. 2008’de otelin temeli atıldı. 2010’da otelin açılması bekleniyor. Vali Duruer, Sabancı Ailesi’nin Mardin’e yaptığı müzenin 20 günde 10 bin ziyaretçiye ulaştığını söylüyor. Mardin’de tiyatro salonu var ve her oyun büyük ilgi görüyor. El atınca her yer düzeliyor, yeter ki el uzansın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.