Şampiy10
Magazin
Gündem

Obezite Kongresi’nden notlar...

Yıllık kilo artışının 800 gramı geçmemesi ve sebze ağırlıklı beslenmek obeziteyi önlüyor.

Obezite dünyanın gündeminde. Biliminsanları çağın salgın hastalığının hem nedenlerini inceliyor, hem de önlemek için çareler arıyorlar. Portekiz- Porto’daki 24. Avrupa Obezite Kongresi yeni bitti. İşte kongrede obezite konusundaki son araştırma sonuçlarından sizin için derlediklerim:

Etle değil, tahıl ve sebze ürünleriyle beslenin

Pro-vejetaryen diyet şekliyle beslenenler şişmanlığa karşı korunuyor. Araştırmalara göre sebze-meyve tahıl ağırlıklı beslenenlerin, etle beslenenlere göre şişman olma riskleri yarı yarıya azalıyor. Provejetaryen beslenme şeklinin kalp damar hastalıkları, diyabete karşı koruduğunu biliyorduk. Ancak sağlıklı topluluklarda obezite üzerindeki etkisini bilmiyorduk. İspanya Navarra Üniversitesi’nin yaptığı araştırma bunu kanıtladı.

Yıllık kilo artışı 190 gramı geçmemeli

Genç kadınlarda 18-23 yaş arasındayken kilo alım hızları belirleniyor. Bu yaşlarda kilo alım hızını ölçmek 40’lı yaşlara obez olup olmayacağını gösteriyor. Araştırmayı Hareket ve Beslenme Bilimleri Okulu Queensland Üniversitesi, Avustralya’dan Prof. Wendy Brown ve ekibi yapmış. 2000 yılında başlamışlar araştırmalarına ve yaklaşık 5 bin kadını incelemişler. Sonuç; Araştırdıkları genç kadınların yüzde 59.4’ü sağlıklı kategoride kalabilmiş. Yüzde 29 fazla kilolu, yüzde 11.6 ise şişman olmuş. Sağlıklı kiloda kalanlarda yıllık ortalama kilo artışı 190 gram iken, kilolu olanlarda 840 grammış.

Erken erişkinlik dönemine dikkat!

Araştırmacıların görüşü: ’Kilo alım potansiyeli erken erişkinlik döneminde belirleniyor ve kilo alım hızımızla da sinyal veriyor. Bu noktadan yola çıkarak 20’li yaşlarının başında sağlıklı kiloda olan ancak hızlı kilo artışı olan genç kadınlar için önceden önlem alabiliriz. Böylece toplumda şişmanlığın artmasını da bir derece önlemiş oluruz. Boşanmış, dul kalmış veya ayrılmış kadınlar obeziteyi önleme programlarında hedef kitle olabilirler.

Çocuğun boyunu babanın D vitamini belirliyor

Babalarımızın biz anne karnına düşmeden önceki D vitamini düzeyinin boyumuzun ve kilomuzu etkiliyor. Araştırmayı Dublin Üniversitesi Halk Sağlığı, Fizyoterapi ve Spor Bilimleri’nden Dr.Cilia Mejia Lancheros ve ekibi yapmış. Annenin D vitamini seviyesinin bebeğin kas ve iskelet sistemi üzerindeki etkileri biliniyordu. Ancak şimdiye kadar babanın D vitamini seviyesi ile çocuğun gelişimi arasındaki ilişki incelenmemişti. Araştırmacılar İrlanda‘da daha önce yapılan bir aile sağlığı araştırmasından yola çıkmışlar. Burada babanın bir günde yediklerinin ne kadar D vitamini içerdiği gibi veriler, çocuğun 5 ve 9 yaşlarındaki kilosu boyu kayıtlıymış. Babanın doğum öncesi ilk 3 aydaki D vitamini alımı ile çocuğun boy ve kilosu arasında ilişkiyi saptamışlar. Yani babanın D vitamini alımı çocukların boyu ve kilosunda belirleyici oluyor.

Yazının devamı...

Ne kadar kafein?

Bir günde ne kadar kafein tükettiğinizi biliyor musunuz? Kaç fincan veya bardak kahve içtiğimizi çoğumuz biliriz, ama ya kafein miktarı? Çoğumuz bu soruya 'hayır' yanıtı verecektir. Kahve alkol gibi direkt sağlık sorununa yol açan madde olarak algılanmadığı için çoğumuz rahat rahat kafeinli içeceklerimizi yudumluyoruz. Ancak geçtiğimiz günlerde meydana gelen ve gündeme oturan bir haber hepimizi kafein konusunda daha dikkatli olmaya davet ediyor.

Genç kalbi aşırı kafeinden durdu!

ABD Güney Carolina'da 16 yaşında bir öğrenci iki saat içinde üç kafeinli içecek tüketince öldü. Davis Allen Cripe’in aşırı kafeinin neden olduğu kalp ritmi düzensizliği nedeniyle öldüğü düşünülüyor.

Kalp ritminin bozulması ne demek?

Kalp ritminin bozulmasına aritmi diyoruz. Aritmi sırasında kalp vücuda yeterli kan pompalayamıyor. Kanın yetersiz pompalanması nedeniyle de başta beyin ve kalpolmak üzere vücuttaki tüm organlar etkileniyor.

Peki ne içmişti?

Üç adet kafeinli içecek. Önce bir kafe latte, ardından diyet kafeinli bir içecek ve son olarak da bir kutu enerji içeceği. Bunların hepsini iki saat içerisinde tüketmiş.

Davis’i öldüren araba kazası değildi

Babasının ardından söyledikleri tüm anne-babalara ve konu hakkında kararlar alacak mercilere bir sesleniş gibi: "Tüm anne-babalar gibi biz de çocuklarımız büyürken endişeleniyoruz. Güvenlikleri konusunda endişeleniyoruz. Sağlıkları konusunda, özellikle de araba kullanmaya başladıktan sonra can güvenliği açısından endişeleniyoruz. Ama oğlumu öldüren bir araba kazası değildi. Bir enerji içeceğiydi."

Saati saatine olay

Okulda alışveriş ettiği dükkandaki kayıtlardan anlaşıldığı üzere Davis sütlü kahveyi saat 12:30'da satın almış. Hemen arkasından diyet kafeinli içeceği içmiş. Sonrasında da hemen bir enerji içeceği. Öğleden sonra 14:30’da sınıfta fenalaşmış ve yığılmış. Saat 15:40’da da öldüğü ilan edilmiş.

16 yaşında kalp sorunu mu vardı?

Otopside herhangi bir kalp sorununa rastlanmamış. Yani kafein tüketimiyle tetiklenebilecek bir sağlık sorunu yokmuş. Sağlıklıymış. Kanında başka bir ilaç veya alkole de rastlanmamış. Davis tamamıyla yasal olarak satılan, herkesin kolaylıkla alabileceği içeceklerle ölmüş durumda. Enerji içecekleri konusu uzun yıllardır tartışma konusu. Bu içeceklerin aşırı tüketiminin tehlikeli olabileceği sürekli bildiriliyordu.

Yazının devamı...

Dünyanın en fit 97’liğiydi

Dr. Charles Eugster, Nisan ayında hayatını kaybetti. Dr. Eugster kim mi? Diş hekimi, rekorlar kıran bir atlet, dünyanın en fit 97’liği, kitapları çok satan bir yazar. Ölüm nedeni yaşlılığa bağlı kalp yetmezliği ile gelişen komplikasyonlar. Geçtiğimiz yıllarda koşu ve kürek çekme alanlarında pek çok rekor kırmıştı. Dünyada anti-aging konusunda en çok aranan, konuşması istenen kişilerden biriydi. İnsanları müthiş motive ediyordu. "Yaş yalnızca bir sayıdır" adlı kitabı geçen yıl çıkmıştı. En çok kullandığı slogan cümlesi ise: "Yeni bir şey denemek için hiçbir zaman çok yaşlı değilsiniz" idi.

Dr. Eugster kimdir?

Dr. Charles Eugster 1919’da Londra’da doğmuş. Çifte vatandaşlığı varmış; İngiliz ve İsviçre. 75 yaşına kadar diş hekimi olarak çalışmış. İki kez evlenmiş, iki çocuğu var. 75 yaşında emekli olduktan sonra 85 yaşına kadar diş hekimliğiyle ilgili bir dergi çıkartmış. 15 yıl kadar önce ikinci eşi bir trafik kazasında öldüğünden beri yalnız yaşıyormuş.

95 yaşında koşmaya başlamış

İnanması zor ama 95 yaşında koşmaya başlamış. 95 yaş üstü grupta karşısında yarışacak kimse de yokmuş. 100 metreyi 25.76 saniyede koşmuş. Sayısız ödülü var. Geçen yıl hayatında ilk kez uzun atlamaya başlamış. Güney Kore’ye gidip yarışmaya katılmış. "Emekli olduktan 20 yıl sonra kilolu, şekli bozulmuş, inaktif, ölümünü bekleyen bir emekli olacağıma fit ve motive bir 97’lik oldum" diyor ve ekliyordu: "Herkes her yaşta vücudunu yeniden inşa edebilir, tıpkı benim yaptığım gibi." Çinli filozof Konfüçyus diyor ki bir insanın iki ömrü vardır. İkinci ömür ancak tek ömrü olduğunu anladığında başlar. O zaman bu tek ömrünüzü en iyi ömür haline getirin.

12 ay içinde kaslı bir vücudu oldu

Yazının devamı...

Evde hijyen nasıl sağlanır?

İtiraf ediyorum; temizlik konusunda hafif obsesifim. Çocukluktan gelen mükemmeliyetçi karakterimin üzerine bir de tıp eğitimi binince bu temizlik konusundaki hafif obsesyon iyice sağlamlaştı! Bunun bir zararını hiç görmedim. Aksine eşim benimle birlikte olduğundan beri uçuşlardan sonra artık hiç hastalanmadığını söylüyor. Nasıl el yıkayacağını gösterdim, neleri yememesi gerektiğini anlattım; böylece nezle ve ishale paydos dedi. Kişisel ve ev hijyeni hastalıklara yakalanmamak veya bulaştırmamak için çok önemli. Bunu sağlamak tabii ki obsesif biçimde temiz olmayı gerektirmiyor. Gelin bugün sizinle hijyen konusundaki son bilgileri gözden geçirelim:

Mikrobu taşıyan kim?

İnsanlar, evcil hayvanlar ve yiyecek evlerimize mikrop taşıyan ana unsurlar. Bir kez içeriye girdiler mi, her yere bulaşabiliyorlar.

Mutfak lavabosu

“Evde en kirli yer neresi” diye sorsam çoğunuz tuvalet diye yanıt verecektir. Ancak mutfak lavabosunun banyo veya diğer lavabolardan 100 bin kez daha fazla mikrop barındırdığı belirlenmiş.

Diş fırçanıza dikkat

Tuvaletin sifonunu çektiğimizde mikroplar tuvaletin içinden yaklaşık iki metre kadar yolculuk edebiliyorlar. İnanması zor, değil mi? Yere bulaşabiliyor, lavabomuza yapışabiliyorlar. Genellikle hemen lavabolarımızın yanında bulunan diş fırçalarımıza da bulaşıyor.

Kapağı kapatın!

Bir araştırma her sifon çekişten sonra önemli miktarda mikrobun banyo etrafında en az iki saat dolaştığını gösterdi. Sifonu çektikten sonra her zaman tuvaletin kapağını kapatın.

Mutfak süngerlerinizi sık değiştirin

Kullanılmış bir mutfak süngeri santimetrekare başına binlerce bakteri taşıyabiliyor. Bunların arasında E. Coli ve Salmonellla adlı ishale çok sık neden olan bakteriler de var. Süngerlerin neredeyse sürekli nemli kalan küçük gözenekleri mikroplar için adeta kapan gibi ve dezenfekte etmek de zor. Süngerlerinizi sık sık değiştirin.

Kümes hayvanlarını iyi pişirin

Çiğ tavukların yüzde 50’sinden fazlasının Kampilobakter bakterisi taşıdıkları saptanmış. Bu bakteri aynı adını çok daha fazla duyduğunuz Salmonella gibi hastalık yapıyor. Tavuğu 70 derece sıcaklıktan düşük olmamak kaydıyla pişirdiğiniz zaman güvenli hale geliyor. Çoğumuz tavuk pişirirken ya kaynatıyoruz (en az 100 derece) veya fırında yüksek ısılarda (170-180 derece gibi) pişiriyoruz. Kampilobakter kedi - köpeklerin neredeyse yarısı tarafından taşınıyor ve insanlarda yiyecek zehirlenmesine yol açabiliyor. Evcil hayvanları okşadığınız zaman elinize bulaşıyor. Hayvanlarla oynadıktan, sevdikten sonra mutlaka ellerinizi yıkayın.

5 saniye kuralı gerçekten işe yarıyor mu?

Teori şu; “Eğer bir yiyecek yere düştüğünde çok hızlı yerden alırsak yemekte sorun yok, güvenli.” Buna 5 saniye kuralı deniyor. Ancak Londra Üniversitesi’nden mikrobiyolog Dr. Ronald Cutler bunun bilimsel olmadığını söylüyor. Bunu kanıtlamak için de bir deney yapıyor ve 5 saniye kuralının geçerli olmadığını belirtiyor. “Eğer yere yiyecek düşürürseniz ağzınıza atacağınıza, çöpe atmak daha iyi” diyor.

Elimizi nasıl yıkayalım?

Evde mikrobu en çok yayan ne mi? Ellerimiz. Araştırmalar el yıkamanın ishal ve nezleye yakalanma oranını azalttığını gösteriyor. Ayrıca mikrop saçabileceğini düşündüğümüz alanlarda yapılan dezenfeksiyon evde yayılmayı da önlüyor. Gün boyunca ellerinizi sık sık sıcak su ve sabunla yıkayın. Tuvaletten her çıkışında elleriniz yıkayın. Yiyecek hazırlarken öncesinde ve sonrasında

Yazının devamı...

İmkansız burger geliyor

İmkansız burger ne mi? Şu anda ABD’deki Silikon Vadisi’nde gündemdeki konulardan biri. Silikon Vadisi ‘nde bir biyomühendislik firması olan Impossible Foods (İmkansız Yiyecekler) tamamen bitkilerden oluşan bir burger yapmayı başardı. Üstelik Microsoft’un kurucusu, dünyanın en zengin insanı Bill Gates ve Google’un Larry Page’i de bu projeyi destekliyorlar.

Amaç ne?

Et sera gazlarının en büyük nedeni. Dünyada özellikle zengin ülkelerde et tüketimi büyük boyutlarda. İnsanlar -ülkeler zenginleştikçe de et tüketimi de artıyor. Öngörülen önümüzdeki yılllarda et tüketiminin daha da artacağı ve arz - talep dengesinin bozulacağı. Kısacası herkese yetecek et olmayacak! Bill Gates "Dünya zenginleştikçe daha çok et yiyor, daha çok et yedikçe de gezegenizme dönük tehlike büyüyor" diyor. İşte bu yüzden Bill Gates ve Google laboratuvarda bitkilerden üretilmiş, hiç et içermeyen bir burgere yatırm yapmışlar. ‘İmkansız burger ‘aynı bir et burger görüntüsüne ve tadına sahip. Hatta aynı et gibi pişiririrken cızırtılı sesler çıkartarak iştah da açıyor.

Et yemek neden gezegene zararlı?

Hayvanların otlaması, çiftçilik yapmak için alan açmak için ormanlar yokedilebiliyor. Bu da iklim değişikliğine yol açıyor. Bütün bu hayvanlar ayrıca sera gazları da üretiyorlar. Sera gazları atmosferde bulunan, iklim değişikliğine yol açan ve en çok ısı tutma özelliği bulunan bileşiklere verilen ad. Sera gazlarını bazısı kendi kendine oluşuyor, bazısı biz insanlar tarafından üretiliyor. Atmosferdeki gazlar yeryüzündeki ıısnın bir kısmını tutup, yeryüzündeki ısı kaybını engelliyor. Örneğin bu sayede nehirler okyanuslar donmuyor. Atmosferin ısıtma ve yalıtma etkisine sera etkisi deniyor.

Fikir kimin?

Stanford’da biyokimya profesörü olan Patrick Brown’ın! Evinin arkasındaki tepeye çıkıp yoncaları köklemeye başlamış. Yonca köklerini jiletle kesip karıştırmış ve laboratuvarda çalışmaya başlamış. Elde ettiği verilerle Silikon Vadisi’ndeki yatırımcıların kapısını çalmış. Gittiği herkes potansiyeli görüp yatırıma karar vermiş; Prof. Brown kısa zamanda 9 milyon dolar toplamış. Gates ve Google gibi büyük yatırımcılar da işin içine girmiş. Şu anda Prof. Brown 200 milyon dolarlık bir firmanın CEO’su.

İlk kimler üzerinde denenmiş?

Önce bedeniyle yoğun çalışan işçiler üzerinde denenmiş. Burgerin ne içerdiği söylenmemiş. Hepsi çok beğenmişler. Biftek burger olduğunu söylemişler, hatta bazıları daha da ileriye gidip bunun tadının çok iyi olduğunu, bu yüzden otla beslenen hayvanların etinden yapıldığını düşündüğünü belirtmiş.

Nerede yenebilir?

Şu anda sadece ABD’de var. Los Angeles’ta San Fransisco ve New York’da 11 restoranda satılıyor ve çok beğeniliyormuş.

Beatles’dan Paul McCartney çok sevdiği ilk eşini meme kanserinden kaybetmişti. İlk eşinin soya proteininden yapılmış sosisleri bir zamanlar İngiltere’de çok popülerdi. Paul McCartney kaybettiği eşi gibi vejetaryenliğin önde gelen savunucularından, bayılmış yeni burgere.. Rolling Stones’dan Mick Jagger da çok beğenmiş ve etkilendiğini söylemiş. Çok yakında İngiltere’ye ve Avrupa’ya da geliyor. Kısa sürede tüm dünyaya yayılacağı düşünüyorum. Firma şu anda Kaliforniya’da çok büyük yatırım yapmış durumdaymış, ayda 4 milyon burger üretecekler. Ve bunu tek hayvan katletmeden yapacaklar!

Molekülü pişirmek

İmkansız Yiyecekler takımı pekçok bilim insanından oluşuyor. İnsanları et burgere yönelten, aşeririr gibi arzulatan güdülerin ne olduğunu saptamışlar. Sonra da bu duyuları tamamen bitkilerden oluşan bir burgerle oluşturmayı başarmışlar. Esas üzerinde durdukları nokta kanımızda demiri taşıyan molekül. İşte imkansız burgere et tadını ve rengini veren bu koyu kırmızı molekül. Bu molekülü buğday ve patates proteini, Hindistan cevizi yağı, su ile karıştırıyor yam ile koyulaştırıyorlar. Sonuç: Et tadında ve görüntüsünde burger!

5 yıllık dev proje

Ekip 5 yıl çalışmış. İnek etinden üretilen burgerin kullandığının yüzde 25’i kadar su, yüzde 5’i kadar toprak, yüzde 13’ü kadar sera gazı ürettiğini vurguluyorlar.

Bir sonraki adım ne?

Laboratuvarda üretilen tavuk eti, balık eti, ördek, midye.. Görünen o ki bilim sayesinde tabaklarımız yeni fütüristik yiyeceklere gebe…

Yazının devamı...

Fazla oturmayın!

Yapabildiğimiz kadar çok hareket etmeliyiz. Sağlıklı kalmanın en önemli yolu hareket!

Ne kadar çok hareket edersek vücudumuz o kadar sağlıklı kalıyor. Bu uzun süredir biliniyor. Ancak Amerikan Fizyoloji Endokrinoloji ve Metabolizma Dergisi’nde yayımlanan bir çalışma ilginç: Egzersiz yapan ancak çok da oturanlarla, sürekli hareket halinde olanları karşılaştırmışlar. Sürekli hareket halinde olanın çok daha sağlıklı kaldığını, devamlı hareket halinde olmanın birçok hastalıktan korunmada etkili olduğunu saptamışlar.

Dört günlük araştırma nasıl yapılmış?

ABD’de Austin- Teksas Üniversitesi’ndeki biliminsanları yedi sağlıklı gönüllü erkeğe monitor takmışlar. Bu kişilerden dört gün üst üste çok hareketli olmaları, bunu izleyen dört gün de tembellik etmeleri istenmiş. Aktif dönemlerinde denekler yürüyebildikleri kadar yürümüşler; günde ortalama 17 bin adım atmışlar, 8 saat de oturmuşlar. Tembellik döneminde ise 14 saat kadar oturmuşlar. 4'üncü günün akşamında bir saat koşmuşlar, ertesi sabah yağdan zengin, şekerli bir kahvaltı yapmışlar. Hemen ardından yapılan kan tahlilinde ne çıkmış dersiniz?

Hareketli olanın kan yağları yükselmiyor

Kan yağlarının yükselmediği belirlenmiş! Vücutları normalde yükselebilecek kan yağlarını dengelemeyi başarabilmiş. Erkekler düzenli koştuğunda ve aktif olduğunda da vücutları aynı etkiyi sağlayabiliyormuş. Ancak bunun yerine 14 saat oturduklarında koşmanın yüksek kan yağlarını indirgeyemediği görülmüş.

Çok oturanların metabolizması yavaş

Texas Üniversitesi’nden Kineziyoloji (hareket bilimi) Profesörü Edward F. Coyle: "Çok fazla oturmak sanki erkeklerin vücudunu egzersize dirençli hale getiriyor. Hareketsizlik erkeklerin fizyolojisini öyle değiştiriyor ki egzersiz artık yağ metabolizması üzerinde etkili olamıyor’diyor. Prof. Coyle ve arkadaşları oturma eyleminin egersizin normal etkilerini bloke ettiğini düşünüyorlar. Bir sonraki aşama üzerinde çalışılacak şimdi. Acaba kadınlarda bu deney nasıl sonuç verecek? Prof. Coyle aynı sonuçları alacaklarını düşünüyor. Deney şimdilik çok yeni, bir kez daha vurguladığı önemli nokta şu: Yapabildiğimiz kadar çok hareket etmeliyiz. Sağlıklı kalmanın en önemli yolu hareket!

İnternet üzerinden sahte kanser tedavisi pazarlayanlara dikkat edin!

İngiltere’nin en çok okunan gazetelerinden Sunday Times’ın haberine göre YouTube kanalı sahte kanser tedavisi videolarından para kazanıyor. Kanseri tedavi ettiğini iddia eden pek çok video internette dolaşıyor. Bunların arasında elma çekirdeği yemekten, cilde zarar veren bir kremi sürmeye kadar çeşit çeşit iddialar var. Bu videolar reklam taşıyor ve izlendikleri zaman hem videonun sahibi, hem de kanal kazanıyor. İngiltere’de 1939 Kanser kanunu var. Bu kanunun özeti şu: ‘Kanseri tedavi ettiğini iddia eden her ürün kanun dışı. Reklamı yapılamaz!’ Bu yüzden bu tip videoları yayımlayanlar da suçlu durumuna düşüyor.

Youtube şimdi bu videoları kaldıracağını belirtmiş.

1939 Kanser Kanunu ne diyor?

Kanun kanser hastalarını ve toplumu korumak için çıkartılmış. Hangi kaynaktan gelirse gelsin; doktor, ilaç şirketi, alternatif tedavi uzmanları veya başka biri, kanser ilacı veya tedavisinin reklamı yapılamıyor. Yani ne bir ilaç şirketi çıkıp ’Yeni kanser ilacımız şunları yapıyor’ diyebiliyor, ne de birisi çıkıp sihirli kristallerle tümör tedavi ettiğini söyleyebiliyor. Eğer yaparlarsa para veya üç ay hapis cezası var!

Yaza hazırlık yapıyor musunuz?

Yaza hazırlık için diyet yapmak istemeseniz bile adını diyet koymadan yapılabilecek şeyler var. Aldığım önlemleri sizinle paylaşayım:

-Yürüyüşü artırdım: Haftada 4 kez yürümeye başladım. 30 dakika - 1 saat arası değişiyor.

-Çok sevdiğim ve çok da güzel yaptığım keklere hafta içi veda ettim.

-Daha çok su içmeye başladım.

-Haftalık hedefler koyuyorum; yarım kilo - 1 kilo gibi. Ulaşmaya çalışıyorum.

-Kaçırırsam, ‘Amaan yiyeyim’ demiyorum, hemen ertesi gün frene basıyorum.

-Akşamları genelde çiğ veya çok hafif pişmiş sebzelerle, salata ve balıkla besleniyorum.

Yazının devamı...

Balkonunuzda biberiye yetiştirin

Ülkemizde hemen her sebze-meyve yetişiyor. Toprak bereketli, iklim uygun. Bahçeniz varsa çok şanslısınız. Ama apartmanda bile olsanız, küçücük balkonunuz varsa yetiştirebileceğiniz sağlığınız için çok yararlı bitkiler var. Bunların başında da biberiye geliyor. Biberiyenin nasıl güzel geliştiğini, kısa sürede küçücük bir daldan kocaman çalılığa dönüştüğüne bizzat tanık oldum. Hem çok iyi bir duvar dibi bitkisi, hem güzel koku veriyor, hem de birçok yemekte kullanabiliyorsunuz. Nisan biberiye ekme zamanı. Şu sıralar ‘Saksıma, bahçeme ne ekeyim?’ diye düşünüyorsanız seçiminizi biberiyeden yana kullanın derim. Nedenlerine gelince:

Antioksidan topuna dönüşüyor

Biberiye çok güçlü bir antioksidan kokteyl gibi. İçinde rosmarinik asit, karnosik asit ve karnosol adlı üç önemli antioksidan bileşik var. Bunların üçünün birlikte çalışması, sinerjisi, biberiyeyi bir antioksidan topuna dönüştürüyor. Hemen hatırlayalım; kanser hücrelerin okside olması, bozulmasıyla gelişiyor. Antioksidan bu oksitlenmeye karşı duran, önleyen demek. A, C, E vitaminleri, çinko ve selenyum mineralleri en güçlü antioksidanlar. Ancak bir de işte biberiyenin de içinde olduğu gibi çok değişik antioksidan bileşikler var. Çeşitli beslenmeyle bitki, sebze ve meyvelerdeki bu bileşikleri de alıyoruz.

Uzun yaşayanlar biberiye yiyor

Şu sıralarda İtalya’da çok uzun yaşayanların bulunduğu bir kıyı kasabası olan Acciaroli mercek altında. Kasabada 100 yaşını geçen yaklaşık 300 kişi var. Üstelik çoğu fazla kilolu veya sigara içiyor. Alzheimer, bunama, kalp-damar hastalığı da çok az görülüyor. Kaliforniya Üniversitesi San Diego Tıp Fakültesi ve Roma La Sapienza Üniversitesi’nin kasaba üzerindeki araştırmasına göre sırlarından biri biberiye. Kasabadakiler hemen her yemeklerine, salatalarına biberiye katıyorlar, biberiye çiğniyorlar.

Etlerin üzerine serpip kızartın

Yüksek ısı derecelerinde kızartma, ızgara, barbekü, tütsü yönetimleri bazı yiyeceklerde toksik madde oluşumuna yol açıyor. Bunlara “heterosiklik aminler” kısaca “HCA”lar diyoruz. Bu etleri tükettiğimizde HCA’lar emiliyor ve kolon, meme, prostat gibi bölgelerde kalabiliyor. Hayvan deneylerinde DNA bozulmasına yol açtığı da görülmüş. Çok fazla ızgara et tüketimiyle kolon, meme, prostat ve pankreas kanserlerinin ilişkili olduğu belirtildi. Avusturyalı araştırmacılar hamburgeri 180 derecede 20 dakika kızarttıklarında HCA’ların et pişmeye devam ederken arttığını gözlemlemişler. Etleri biberiye ile kızarttıklarında yüzde 61 daha az HCA oluşmuş.

Doğal bir güneş kremi gibi

Biberiye güneşin zararlı etkilerine karşı cildi kalkan gibi koruyor. New Jersey Rutgers Üniversitesi’nde yapılan deneyde iki grup deney hayvanında cilt kanseri oluşturumuş. Bu gruplardan birindeki hayvanlara düzenli olarak biberiyenin içindeki antioksidanlardan biri olan karnosol enjekte edildiğinde yüzde 61 daha az tümör geliştirmişler.

Koklamak stresle başa çıkıyor

-Antioksidan gücü rosmarinik asit, karnosik asit ve karnosol adlı bileşenlerden geliyor.

- Laboratuvar testleri kanser hücrelerini öldürebileceğini, kanser hastalarının yaşam süresini uzatabileceğini göstermiş.

- Hayvanlarda kan şekerini düşürmüş.

-Japon bilim insanları hayvanlarda kan dolaşımını iyileştirdiğini, pıhtıyı önlediğini görmüşler.

-Eklem itihabı olanlarda ağrı ve şişmeyi azalttığı görülmüş.

-Biberiye koklamak stres hormonunu azaltıyor.

- Eskiden şifacılar diyabet, solunum yolu hastalıkları ve baş dönmesi için kullanırlarmış.

-Kokusu düşünmeyi ve hatırlamayı kolaylaştıyor.

- Antik Yunan’da gelinler buketlerine sadakat göstergesi olarak biberiye koyarlarmış.

- Taze kullanacaksanız sapından ayırın ve yağını çıkarmak için kullanacağınız anda ufalayın.

- Kurutmak isterseniz topladıktan sonra başaşağı asarak, birkaç gün gölgede kurutun.

Yazının devamı...

Bilincimiz ‘yeme’ bilinçaltımız ‘ye’ diyor!

Bugünlerde herkes diyette. Bilimin ise geldiği son nokta şu: Beyni tam anlamadan, işleyişini çözmeden şişmanlığın önüne geçmemiz zor!

Ülkemizde yaz mevsimi erken başlıyor. 1,5 ay sonra çoğu kişi denize girmeye başlayacak. O yüzden de eminim şu anda çoğu kişi diyette! Size herhangi bir diyet listesi vermeyeceğim, biliyorum ki aslında listelerden bıktınız. Uzun süredir bu işi beyinde çözmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yeni bir kitap işte tam da bu konuya değiniyor: Bu hafta size Stephen J. Guyenet’nin “Aç Beyin” adlı kitabından bazı bölümleri aktaracağım.

Bilimin geldiği son nokta şu: Beyni tam anlamadan, işleyişini çözmeden şişmanlığın önüne geçmemiz zor!

Bilincimiz bizi sağlıklı yiyecekler seçmeye, sağlıklı yemeye yönlendiriyor. Biz de bunun doğru olduğunu kabul ediyoruz. Sağlıklı yiyecekler seçmenin bizi hastalıklardan koruyacağını, görüntümüze katkıda bulunacağını, kendimizi iyi hissettireceğini biliyoruz. Kısacası büyük sözü dinliyoruz.Ama çoğumuz uygulayamıyoruz! Çünkü bilinçaltımız ‘Ye!’ diyor. İki bilinç arası bir çatışma yaşanıyor; biz de bu çatışmanın ortasında, iki ateş arasında kalıyoruz.

Bilinç altımızın günlük yaşamımızda çok önemli rolü olduğu görülüyor. Bu yüzden diyetlerin çoğu işe yaramıyor, kilo verip tekrar alıyoruz veya hep şişman kalıyoruz. Milyonlarca yıllık doğal seleksiyon, gen aktarımları ile oluşan ve yerleşen, davranışlarımıza yön veren bir sistem var. Yani milyon yıl önce yaşamış atalarımızın yiyeceğe nasıl yaklaştığı, yiyecekle ilişkileri bile bizi etkiliyor.

1-Çevrenizdeki yiyecekleri organize edin

Davetkar yiyecekler aşırı yemenin en büyük nedenlerinden biri. Çünkü beyinde ödül sistemini harekete geçiriyorlar. Ödüllendirme sistemi sindirim yolumuz ve duyularımız aracılığıyla yiyecekle ilişkili uyarılıarı alıyor ve bizi yağ, şeker, tuz, nişasta gibi yiyeceklere yönlendiriyor. Bu yüzden bazı yiyecekleri diğerlerine göre çok daha fazla arzuluyoruz. Sonra da bu yeme biçimi bir alışkanlık haline geliyor. Günümüzde etrafımız besin değeri düşük, kalorili, yemesi hoş ucuz yiyeceklerle çevrili. Atalarımıza göre yiyeceğe çok daha hızlı ulaşabiliyoruz ve sağlıklı yiyeceklerden çok bu yiyeceklere hücum ederek gereksiz tüketiyor, ve kilo alıyoruz. Kendimizi korumanın en iyi yolu en basit yol aslında: Bizi baştan çıkarabilecek yiyecekleri çevremizde bulundurmamak.

Evde sizi baştan çıkaran tüm kalorili, boş yiyecekleri ortadan kaldırın, göz önünde, ulaşabileceğeniz yerlerde olmasınlar. Genel olarak yiyeceklerin sizi baştan çıkartmasına izin vermeyin. Yemenizin önüne engeller koyun. Portakalı yemek için soymanız gerekiyor. Kuruyemişleri de kabuklu alın; kabuklu kuruyemişi daha az tükettiğinizi göreceksiniz.

2- İştahınızı kontrol edin

Vücudumuzda yağı kontrol eden sistemin bir görevi şu: Kilomuzun aşağı düşmesini önlemek, kilomuzu korumak. Bu kontrol sitemi görevini çok çok iyi yapıyor! Çünkü atalarımız döneminde kilonun düşmesi demek, daha az çocuk, daha az insan, daha sağlıksız çocuklar demekti. Vücudumuzdaki ‘tatmin olma’ sistemi de doyduğumuzda bize dur komutu veriyor ve aşırı yememizin önüne geçiyor. Beyin kökümüzde yer alan bu ‘tatmin olma’ sistemimimiz uyarılarını sindirim sisteminden alıyor; sindirim sistemi de yediklerimizin hacmine, ne kadar protein aldığımıza yiyeceklerimizdeki lif oranına bakıyor. Tatmin olma sistemimiz aynı zamanda ödül sistemimimizden de uyarı alıyor. Pizza, dondurma gibi büyük ödül sayılan yiyecekleri yediğimizde bir şekilde tatmin olma duygumuzun frenlenemediği görülüyor.

Eğer beyniniz aç kaldığınızı düşünürse, kendinizi halsiz hissedeceksiniz. Burada çözüm ona istediği ödülleri sunmak. En doğru yöntem de düşük kalorili, ancak keskin tatmin oldum uyarıları gönderecek yiyecekleri seçmek. Bu yiyecekler düşük kalorili, yüksek proteinli ve liften zengin ve tadı da güzel yiyecekler. Taze meyve - sebzeler, patates, yoğurt, yumurta, deniz ürünleri, baklagiller, taze etler gibi…

3-Hareket edin

Düzenli fiziksel aktivite iştahınızı ve kilonuzu kontrol etmeye en az iki yoldan yardımcı oluyor. Öncelikle daha fazla kalori harcamanızı sağlıyor, daha çok yemenizin önüne geçiyor. Araştırmalar fazla kilolu insanların egzersiz yaptıklarında genelde biraz daha fazla kalori aldıklarını ancak bu aldıkları fazla kalorinin harcadıkları kalorinin üstüne geçmediğini gösteriyor. İkincisi; yağ dokumuzu kontrol eden sistemi dengede tutup, verdiğimiz kiloyu koruyabiliyoruz. Bu nedenle mutlaka her gün hareket edin!

Stresinizi azaltın!

Stres yiyecek tercihlerimizi de değiştiriyor; bizi rahatlatan yiyeceklere yöneliyoruz.

Strese bağlı aşırı yemeyle ilgili yapıcı yöntemlerle başa çıkmaya çalışın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.