Şampiy10
Magazin
Gündem

Ne uyarısı, geçmiş olsun!

Hani, dün uyarı yemiştik ya...

“Yemiştik” diyorum çünkü o sadece ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisine yapılan bir uyarı değildi.

Ben öyle algılamadım.

Üzerime alındım.

Beni de yasaklamışlar gibi geldi.

“Bana ne yahu? Alt tarafı bir dizi, onlar da dikkat ediversinler” diye düşünmedim.

“Bizi uyarıyorlar, yakında...“ diye yazdığımda, “Ne uyarısı, ne yakını... Artık ‘Geçmiş olsun’a gelecekler” diye haykıranlara...

Onların isyanlarına da, “yetmez ama evet”, haklısınız da demedim.

Zaten bu aralar çok alıngan oldum.

Her şeye alınıyorum.

Mesela yeni tütün ve alkol yönetmeliği...

Ben kırk yılda bir derler ya, öyle arada bir içki içerim, yine de alındım.

19 yaşından da, 24 yaşından da çook büyük olduğum halde...

Yani kimse bana, “içemezsin, satın alamazsın” diyemeyeceği halde!

Ha, bir hediye sepetinin içinden şöyle sıkı bir Şili şarabı çıksa ne olur çıkmasa ne olur?

Zaten öyle sepet mepet aldığım da yok!

Ama...

Sayın Bakanımız demiş ki, “Eşiniz dostunuz size hediye olarak aldı yılbaşı sepetine koydu bunu kim denetleyecek. Uç örneklerden hareket ederek kimse öküzün altında buzağı aramasın.”

Bak, buna da alındım.

Hem alındım, hem de takıldım.

E, o zaman niye yasaklıyorsunuz?

Niye öyle bir madde koyuyorsunuz?

Benim hediye sepetime niye karışıyorsunuz?

Denetlemeyeceğiniz yasağı niye koyuyorsunuz?

Ben mi tuhafım?

Hadi içkiyi geçelim...

Belki tütün kısmına alınmışımdır.

Ama maddeye bak:

“Yaş kısmında tereddüde düşülmesi halinde satıcı, talepte bulunan tüketiciden kimlik belgesi istemek suretiyle, on sekiz yaşından büyük olduğu bilgisine ulaşarak sunumu veya satışı gerçekleştirir.”

Nasıl yani?

Bakkal bana kimlik mi soracak?

Polis bile sorduğunda, en azından bizim de ona sorma hakkımız var. “Önce sizin kimliğinizi göreyim” diyebilme hakkımız.

Ama bakkala yok!

Gittin bakkala mesela:

- Bir sigara lütfen...

- Kimliğinizi göreyim!

- !!!...

Ya da, çocuğun gidecek, bakkala yani...

“Oğluum, kimliğini al yanına!”

Veya;

Bakkal gıcık sana...

Kimlik soracak.

Bari biz de ona sorabilsek!

“Önce ben sizin kimliğinizi göreyim; bakkal mısınız değil misiniz, nereden bileceğim?”

Komik!

Komik ama...

Ben alınıyorum, takılıyorum ve üzülüyorum...

Yazının devamı...

İlk öpücük mü ilk seks mi?

Gelmez o günler...

Dönmez o günler...

Mazide kaldı hep...

Hangi günler?

İlk öpüşler, ilk sevişmeler falan.

Ahhh, ah!!!

Hani henüz kimse ölmemiş, kimse kimseyi aldatmamışken!!

Aklımızdan bile geçmezken...

Hepimiz masumken...

Ne acayip değil mi büyümek, bunlarla karşılaşmak... Hani, hep başkalarının başına geleceğini sandığın şeyleri yaşamak. Sana da denk gelmesi...

Gelmesi mi iyi gelmemesi mi, onu bilmiyorum.

Birisi hayatın kendisi, öteki rahatlık.

Bilemedim.

Seçemedim.

Sanki seçme hakkım varmış gibi!

“Ne o? Sabah sabah ilk aşkını mı hatırladın?” diyeceksiniz...

Yoo...

Manyak mıyım ben?

Yani en azından akşamları falan hatırlarım! Zaten utanıyorum ondan!

Yani onun şimdiki halinden...

Bir araştırma okudum da...

Yapılan bir araştırmaya göre, ilk öpücük sonsuza dek anılardaki yerini koruyor ve bekâreti kaybetmekten daha canlı bir hatıra olarak kalıyormuş.

İnsanların çoğu, ilk öpücük deneyiminin detaylarının yüzde 90’ını hatırlayabildiğini söylüyormuş.

Erkek ve kadın gönüllülere farklı öpüşen çiftlerin fotoğrafları gösterilmiş ve verdikleri tepkinin beyinlerinde nasıl bir faaliyete yol açtığı gözlemlenmiş.

Kadınların öpüşmeye daha fazla değer verdiği ama genelde bu eylemden umduklarından daha az tatmin sağladığı tespit edilmiş.

Bir dakika!

Burada durum tespiti yapmam lazım.

Sizce de bir tuhaflık yok mu?

Yani ilk öpüşmesini daha iyi hatırlayacak! İlk seksini hatırlamayacak! Ya da daha az...

Hadi canım...

Asıl onu...

Durup dururken terbiyesizleştirecekler beni!

Olayın aslını kibar kibar anlatmaya çalışayım. Duruma açıklık getireyim.

O ilk öpücüğü daha iyi hatırlayanlar var ya...

Belli ki ilk seksleri kötü geçmiş.

Herhalde sanmış ki, her şey öyle ilk öpüşmedeki gibi minnoş minnoş güzel olacak.

Ama...

Ama hayat kimseye bu kadar iyi davranımıyor!

Heh heh hee...

Peki diğer yüzde 10?

Yani ilk öpücüğü değil de, ilk sekslerini daha iyi hatırlayanlar...

Onlar da belli ki, hiç öpüşmeden direkt olaya girmişler. Fırsat olmamış!

Hayat onlara da, fazla acımasız davranmış.

Ya da gerçekçi davranmış mı desek?

İşte herkese başka türlü davranıyor. Senin ona nasıl davrandığın önemli!!!

Yaaa...

Böyle de ağır konuşabilirim.

Ama şu unutma meselesine gelince...

Sizce hangisi unutulmaz?

İlk öpücük mü, ilk seks mi?

Yoksa...

Sonuncusu mu?

Yazının devamı...

Boşanmamak için...

Boşanmak mı kolay yoksa boşanmamak mı? İkisi de zor.

Peki, “ikisinin de artıları, eksileri var” hesabına girersek hangisi ağır basar?

Benim fikrim belli.

Bence herkes boşansın.

Aynı zamanda herkes evlensin de!

Yani evlensin, 5 yıl sonra falan da boşansın.

Ama...

Aması var tabii...

Yani insan uzaktan atıp tutuyor rahatça da, bir yakını söz konusu olduğunda...

Mesela bir arkadaşın gelmiş “boşansam mı” diye danıştığında hemen,

“Evet, ne uzatacan? Boşan” diyemiyorsun.

Yürümeyeceği aleni olsa da!

Kendin boşanmış olsan da, söyleyemiyorsun işte!

Ta ki, kesin kararını verene kadar...

Ondan sonra boşanmış olmanın nimetlerini ballandıra ballandıra anlatırsın, o başka!

Yeter ki karar versin...

İşte o karar aşaması gerçekten de çok zordur.

Aklın bir o tarafa, bir öteki tarafa gider.

Seni ikna edecek bir cümle ararsın.

Sihirli bir cümle...

Öyle şeyleri kapsasın ki, artık aklın arkada kalmasın.

O derece!

O derece manalı bir laf olsun!

Klasik ama klasik olduğu kadar da doğru sözler vardır ya;
“Zararın neresinden dönersen kârdır.”

“İnsan 7’sinde neyse 70’inde de aynıdır. Değişmez, zaman kaybetme.”

“Çocukların mutsuz ailede büyümeleri daha mı iyi?”

“Bir daha mı geleceğim dünyaya?”

“Boşansan daha iyisini mi bulacaksın?”

“Herkesin eşi daha mı iyi? Herkesin kusuru var. Senin de!”

“Kurulu düzeni ne uğruna bırakacaksın?” gibi...

Ama boşanma aşamasında olan birisini bu sözler kesmez!

Böyle bir söz olacak ama hepsini kapsayacak ve manalı olacak!!!

Ha, bir de klasik olmayacak.

Nasıl olacaksa???

Olmuş ama!

Bal gibi olmuş.

Gülben Ergen‘e Yılmaz Erdoğan demiş ki;

“Kadın âşık olacağı adamı doğurur.”

Bu gerçekten çok manalı bir laf olmuş!

Ben anlamadım ama olmuş yani...

Zaten Gülben Hanım da çok etkilenmiş.

“Ben bir etkilen, bir fenalaş, bir dövün, bir debelen” diyerekten...

Sıkı laf ama!

Sihirli cümle!

Ha, insanı boşanmaktan vazgeçirir mi bilemem ama beni evlenmekten vazgeçireceği kesin!

Ne evlenmesi, birlikte de yaşamam. Sevgili de olmam.

Tek gece, ilk gece hiçbir gece vermem kalbimi...

Tamam, uzatmayacağım.

Ama boşanmamaya meylin varsa, bu lafla kesin vazgeçersin yani!!!

Hatta boşanmayı bir daha aklına bile getirmezsin!!!

Hemen o cümleyi hatırlarsın:

“Kadın âşık olacağı adamı doğurur.”

Dikkat ederseniz, feministliğim dahi tutmadı; hani, “Bu laf ne demek istiyor?” diye...

Acaba, “Çocuklarını düşün” gibi bir şey mi, yoksa...

Yoksa, “Kadın ol da, adamı kendine âşık et” anlamında mı?

Bunları hiç sorgulamadım bile...

Niye?

Çünkü o sihirli bir söz!

Yazının devamı...

Kadının gözyaşı, erkeğin nesine iyi gelir?

İyi gelir tabii...

Kadın ağlayınca rahatlar bunlar.

Kendilerine güvenleri gelir.

“Demek ki hâlâ benden etkileniyor“ hissini alır.

Kadının gözyaşları erkeğin hâlâ umursandığının işaretidir.

Bu yüzden en iyisi bile, eşinin/sevgilisinin arada sırada da olsa ağlamasını ister.

Sinirinden veya duygusallığından, fark etmez; yeter ki ağlasın.

Arada bir yoklar; “bakalım ağlayacak mı?” diye...

Aslında haklıdır biraz.

Ağlatmakta değil tabii...

Bunun bir gösterge olduğu konusunda haklıdır.

(Ama bunu anlamanın da tek yolu bu değildir!!!)

Gerçi bu onu bilerek daha doğrusu kötülük olsun diye yapmaz; insiyaki olarak yapar.

Sonra da ağlattı diye şaşırır veya üzülür.

Ama dedim ya, iyi ve doğru bir göstergedir.

Bir kadın artık ağlamamaya başladığı an...

O andan itibaren...

Nasıl söylesem?

Evet, o andan itibaren artık adamın etki alanından çıkmış demektir.

Onu umursamıyor da demektir.

Kanı donmuştur artık.

Kessen kan akmaz.

Evet, işte o andan itibaren...

Adam ne yaparsa yapsın...

İster gitsin, ister kalsın, ister özür dilesin, dilemesin, tek taş alsın, güllere boğsun veya arkasını dönsün uyusun, donunu yere atsın...

Fark etmez...

O an..

Kadının artık ağlamamaya başladığı an, kadının kendine döndüğü andır.

Vay be!

Öyledir, öyledir...

Ama gelin görün ki, kadının gözyaşı erkeğin prostatına iyi geliyormuş.

Bu da son araştırma...

Okumuşsunuzudur...

Şimdi diyeceksiniz ki,

“E iyi o zaman! Artık iyice ağlatırlar!”

“Ağla, ağla! Prostatıma iyi geliyor!” diyerekten...

Hayır. O iş öyle kolay değil.

Çünkü aynı zamanda testosteronunu düşürüyormuş. Yani cinsel isteğini azaltıyormuş.

Şimdi de, “Sanki çok yüksekti de!” diyeceksiniz...

Heh heh hee...

Bunlar var ya, gerçekten garipler!

Ağlatmaktan hoşlanıyorlar ya...

Ağlatıyorlar ya...

Kadın ağlayınca da testosları düşüyormuş.

“İnsan sevdiğini sever mi?” özlü sözünün sağlaması gibi!

Ama şu da gerçek ki:

Bu danalar ağlatamadıklarıyla yatmak isterler.

Ağlatana kadar!

Ne tuhaf!

Ağlamaktan yola çıkarsak:

Erkek kadını ağlatana kadar...

Kadın artık ağlamayana kadar...

Yazının devamı...

Kötü kızdan iyi hanım olur mu?

Bunu ayrıca tartışırız.

“Kötü kızdan iyi hanım olur mu?”

Kötü kız kim, hanım derken??

Aslında bugün evlilikle ilgili bir şey yazacaktım ama karşıma evlilikle ilgili “güzel sözler“ çıktı.

Hoş.

Onları yazacağım ama biraz da takılacağım, ona göre...

- “Kötü kızdan, iyi hanım olmaz”

Benjamin Franklin

(İyi hanımdan da kötü kız olmaz ama!)

- “Karınızı araklayan adama verebileceğiniz en büyü ceza, ‘sende kalsın’ demektir“

Sacha Guitry

(Bunu bir de kadınlar anlasa! Sende kalsın demeyi...)

- “Bazı kişiler uzun evliliğimizin sırlarını sorarlar; biz haftada iki kez restorana gideriz. Biraz mum ışığı, akşam yemeği, hafif müzik ve dans... O salı günleri gider, ben cuma“

Henny Youngman

(Adamım benim!)

- “Her iki karımla da talihim kötü gitti. Birincisi beni terk etti, ikincisi terk etmedi“

Patrick Murray

(Kesin üçüncüsünü aramıştır.)

- “Evlilik, kişinin düşmanıyla yattığı tek savaş şeklidir”

Anonim

(Zevki orada ya zaten!)

- “Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmek gibi alçakca bir iştir“

Çehov

(Desene memleket alçakla dolu; iki bakımdan da!)

- “Evlenmek davaya benzer, mutlaka memnun olmayan bir taraf vardır“

Balzac

(Kim önce davranırsa!)

- “Erkekler bıkkınlıklarından evlenirler, kadınlar meraklarından; ikisi de hayal kırıklığına uğrar“

Oscar Wilde

(“Ama sen boşanmanın ne demek olduğunu biliyor musun?”)

- “Akıllıca bir evlilik yapmak istiyorsan kendi denginle evlen”

Ovidius

(Dengin derken?)

- “Evliliği sürdüren vücut değil, ruhtur”

P. Cyrus

(Kaldıysa tabii!!)

- “Kadınlar pek iyi bilirler ki, ne kadar boyun eğmiş görünürlerse, erkeklerini o kadar iyi idare ederler”

Michelet

(Eskidenmiş o!)

- “Evlilikte başarı, yalnız aranan kişiyi bulmak değil, aynı zamanda aranan kişi olmaktır”

Foster Wood

(Ağır konuşmuş ama helal!)

- “Benim düşünebildiğim en mutlu evlilik, sağır bir erkekle kör bir kadınının evlenmesidir”

Calvin Coleridge

(E, öyleler zaten!)

- “Ne pahasına olursa olsun evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz, yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz”

Socrates

(Yakalanma yalanlarına bakarsan, oluyorlar gerçekten de!)

- “Evlendikten sonra karınızın sizinle nasıl konuşacağını öğrenmek isterseniz, şimdi erkek kardeşiyle nasıl konuştuğuna bakın”

G. J. Nathaw

(Tersi de olur. Erkeğin kız kardeşine tavrına da bakılır.)

- “Bir erkek terbiyeli olursa, bir kişi terbiyeli olmuş olur. Ancak kadın terbiyeli olursa, bir aile terbiyeli olmuş olur”

Fannie Hursf

(Kadın mutsuz olur,

o ayrı!)

- “İyi bir kadınla evlenmek, fırtınalı havada sakın bir limanda olmaya benzer. Kötü bir kadınla evlenmek ise, sakin bir havada fırtınalı bir limanda olmak demektir‘’

J. Petit Jenney

(İkincisi daha zevkli ama!!!)

- “Herkes hayatında mutlaka en az bir kere, en fazla da bir kere evlenmelidir“

Dilek Önder

Yazının devamı...

Feminist içerikli porno

Feminist içerikli derken?

Yani başrollerde feministler mi var?

Yoksa feministler için mi çekilmiş?

En iyisi haberi okuyalım:

“İsveç’te devletin desteğiyle çekilmiş feminist içerikli porno filmi geçen perşembe günü vizyona girdi. 12 kısa porno filminden oluşan, cüretkâr seks sahneleri bulunan ‘Dirty Diaries’ (Kirli Günlükler) adlı film, devletten 69 bin dolar maddi destek aldı.”

İsveç‘e bak!

Dünyada intiharların en fazla olduğu ülkelerden biri değil miydi? Daha da artacak anlaşılan!

Niye mi?

Anlatacağım, bekleyin.

Anlaşılan, film feministler için çekilmiş. Destek falan aldığına göre...

Kadınlar için porno demiyorlar da, feminist pornosu diyorlar...

Çünkü normal kadın porno seyretmez, sadece başına buyruk feministler seyreder(!) değil mi?

Bu feministler var ya, yakında hepinizi sevecek!

Heh heh hee...

Dönelim filmimize...

Yönetmen Mia hanım, filminin cinsiyetçiliğe ve pornografiye karşı, feminist bir film olduğunu söylemiş. “Görüntüler kâr güdüsüyle ya da erkek izleyicileri memnun etmek için yapılmadı” diye de eklemiş.

Herhangi bir porno filminin herhangi bir erkeğin hoşuna gitmeme imkânı ya da olasılığı var mı sizce?

Şimdi sizi şaşırtacak bir cevap vereceğim:

Evet.

Evet var.

Hangisi olduğuna geleceğiz ama önce bu filmin feminist pornosu olma nedenini okuyalım.

“Bu sıradan bir porno değil. Filmlerdeki herkes 18 yaşın üstünde, kimse isteği dışında bir şey yapmıyor, herkes filmlerden kazandıkları parayı eşit olarak paylaşıyor.”

“Kimse isteği dışında bir şey yapmıyor” dışında diğer saydıkları bir erkeğin bu pornodan hoşlanmasını engellemez.

18 yaşın üzerinde falan...

Bizim danalar da bunu çok önemser! Hatta “Sigortaları yatıyor mu?”, “Fazla mesailerini alıyorlar mı?” hatta “Otobüs kartları var mı?” falan... Hepsi varsa içleri rahat eder daha rahat şey, seyrederler!!!

Çok da tın yani...

Şimdi gelelim hangi pornoyu seyretmeyeceklerine...

Bu sefer ben anlatmayacağım.

Görüşlerine ve samimiyetine güvendiğim bir erkeğin kaleminden aktaracağım.

Buyrunuz...

“Porno filmler erkek için kurgulanmıştır kadın için değil. Cinsellik erkek için pozisyonlardan ibarettir yani cinsellik bir pozisyonlar bütünüdür, işin doğası da bunu gerektirir.

Kadın sevişirken hiçbir şeyi görmez ama erkek her şeyi görür ve seyreder. Kadın bir erkekle seviştiğini hayal ederken o anı görüntü olarak hayal etmez.

Kadın olan biteni ilk defa pornodan görür ve hoşlanmaz çünkü seyretmek ona bir şey ifade etmez. O, gözlerini kapatıp teması hissetmekten haz alır ve bir erkeği hayal ederken de bu şekilde kurgular.

Kadına yönelik bir porno film çekilmiş olsaydı erkek kesinlikle bunu sıkıcı ve aptalca bulur, seyretmezdi.”

Yazının devamı...

Mikelanj etkisi

New York Times gazetesi, ilişkiler üzerine çalışmalar yürüten psikoloji profesörlerinin yaptıkları son araştırmaları değerlendirerek, yeni nesil evliliklerin sürdürülebilirliğini “Mikelanj etkisi”nin belirlediğini açıklamış.

Mikelanj etkisi...

Neymiş bakalım?

Tarafların birbirlerinin kişisel gelişimini sağlayarak onları bir heykel gibi şekillendirmeleri anlamına geliyormuş.

Rodin etkisi olsaymış bari!!!

“Düşün düşün dur!” manasında!!!!

Tüm bu araştırmaların sonucunda uzmanlar, bir evliliğin sürdürülebilirliğini ölçen bir test hazırlamış.

Şimdi o testi birlikte çözeceğiz..

Sorulara 1 ile 7 arasında, “çok fazla değil”den, “çok fazla”ya doğru değişen skalada cevap vermek gerekiyor. Ama ben parantez içlerinde cevap hakkımı daha doğrusu hakkınızı kullanmak istiyorum.



- Partnerinizle beraber olmak, ne kadar sıklıkla sizin için yeni deneyimler yaşamak anlamına geliyor?

(Partnerim eşim değilse, her zaman!)

- Partnerinizle beraberken, onun sayesinde çevrenizde olup bitenlere karşı daha büyük bir farkındalık hissediyor musunuz?

(Tam tersi! Zira kendisi asosyal; beni de kendisine benzetti.)

- Partneriniz, yeni şeylerin üstesinden gelebilme kabiliyetinizi ne kadar artırıyor?

(Hiç. Yeni bir şey dedin mi sanki cümle âlemle yatacakmışım hissine kapılıyor. )

- Partneriniz, nasıl biri olduğunuz konusundaki farkındalığınızın artmasında ne kadar etkili?

(Soruyu anlayamadım; tekrar eder misiniz? Kişilik falan kalmadı da!)

- Ne kadar sıklıkla partnerinizi, yeni yetenekler geliştirmenizin bir yolu olarak görüyorsunuz?

(Sabır, fedakârlık ve katlanma yetenekten sayılırsa, her zaman..)

- Parterinizin kişisel güçleri (yetenek, beceri vb.) ne kadar sıklıkla sizin kişisel zayıflıklarınızı telafi ediyor?

(O her şeyi telafi ettiğini sanıyor ama aslında bir bk’a yaramıyor.)

- Ne kadar sıklıkla partneriniz sayesinde daha geniş bir perspektife sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz?

(O, perspektifinin(!) geniş olduğunu sanıyor ama bence... Normal yani!! Normaldi! Bir zamanlar!!!)

- Ne kadar sıklıkla partnerinizle beraber olmanız yeni şeyler öğrenmenizle sonlanıyor?

(Her zaman! Bir insanın ne kadar geri zekâlı olduğu ve seni de geri zekâlı yerine koyduğu konusunda...)

- Partnerinizi tanımak sizi ne kadar daha iyi bir insan yapıyor?

(Eskiden iyi bir insandım ama artık değilim galiba. Onun hakkında kötü şeyler düşünüyorum.)

- Parteriniz bilginizi ne kadar artırıyor?

(Ne artırması! Bildiklerimi de unuttum.)



Sıra geldi değerlendirmeye...

Onlarınkinin yanında benimkiler de var tabii....

60 ve üstü: Birçok yeni deneyim kazanıyor ve ilişkinizin bir getirisi olarak yeni hedeflere ulaşıyorsunuz. Sürdürülebilir ve mutlu bir ilişkiniz var.

(Anlaşılan yeni evlisiniz.)

45-60: İlişkiniz hayatınızda ortalama gelişmeler ve yeni deneyimler sağlıyor. Birçok şeyi daha iyi hale getirebilirsiniz.

(Boşanmayacaksan, yakalanmayacaksın da!)

45’in altında: İlişkiniz size bilginizi artıracak ya da daha iyi hissetmenizi sağlayacak olanaklar sağlamıyor. Partnerinizle, ilişkinizi geliştirebilmek için yeni deneyimler paylaşmalısınız.

(Boşan gitsin. Bir daha mı gelecen dünyaya!)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.