Şampiy10
Magazin
Gündem

Küçük bir oyun bu!

Oyun içinde oyun...

Bir film sahnesindeki küçücük bir diyalogla oynayıp duruyoruz.

Kadını etkilemek için...

“Cumartesi gecesi ne yapıyorsun?” diye soran adama, “İntihar etmeyi planlıyorum” diye cevap veren kadını etkilemek için yollar arıyoruz.

Bilgisayarda top düşürmekten daha zevkli!

O zaman devam...

Bunun için önce kadını anlamak gerekiyor.

Kadın neden, “hiiiç...” ya da “programım var” demiyor?

Yani zaten belli ki kadın konuya açık. Sana pas atıyor. Şimdi o pası nasıl karşılayacağına bakacak!

Kolay anlayacağınız biçimde anlatmaya çalışayım:

Top sende!

Boş biri değil, ona göre!

Öyle bir şut atacaksın ki, ya kaleye girecek ve gol olacak ya da out!

Ama burada şöyle bir dezavantajın var; oyuna hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlayamazsın. Tek hakkın var!

Attın attın, atamadın... Geçmiş olsun!

Ama avantajların da var; kadın sana “hayır” dememiş.

Bir ışık bekliyor.

Bir zekâ pırıltılı ya da sihirli cümleyi söyleyecek birini...

Ha, baştan şunu da belirteyim, zaten anlayan anlamıştır, kadın hiç de boş biri değil, ona göre...

Biraz da, nazlı...

Çünkü o cevapla aslında diyor ki, “benimle uğraşacaksan, gel!”

Evet, uğraşacaksan, onu etkilemenin çok yolu var.

Birini de Ali yollamış.

Bakın, onun senaryosuna göre olaylar nasıl gelişiyor...

Garanti senaryosu

“Cumartesi gecesi ne yapıyorsun?”

“İntihar etmeyi planlıyorum.”

“O gün ben de orada olmak istiyorum.”

“Neden?”

“Silah kullanacaksan elin titreyebilir ve ıskalayabilirsin, ilaç içeceksen kusup her şeyi berbat edebilirsin, ip kullanacaksan kopabilir, gaz koklayacaksan borcun vardır kesilebilir, telefon çalabilir, korkup son anda vazgeçebilirsin. Yanında olup intiharın yarım kalmaması için yardımcı olmak istiyorum.”

Senaryoya bak!

Bir de sonrasını anlatmış:

“Kadın yardımı kabul ederse zaten o anda intihardan vazgeçirmişsindir ve ilişki tam o anda başlamış olur. Aksi durumda kadın küfür dolu bir cevap verecektir ve sen de ağzının payını almış olacaksın. Zaten o kadından sana hayır gelmeyeceği için ne hali varsa görsün.”

Haydaa...

“Haydaa...” diye tepki göstereceğimi de anlamış.

Hatta, “Bencil domuz. Duygusuz dana!” diyeceğimi de. (Demezdim aslında!)

Ama ona da cevabı var:

“Dilek konuyu bana çevirme. Sen adam ‘cuma günü geleyim’ deyince intihardan vazgeçiyorsun üstelik aynı gece adama kalbini veriyorsun da ben bir şey diyor muyum? Hayır!!!!”

Haydaa...

Yazının devamı...

Hayal kurar gibi...

Hadi bugün biraz eğlenelim...

O sahneyi tekrar tekrar yaşayalım; tıpkı hayal kurar gibi...

Hani birisine istediğin cevabı verememişsindir de içinde kalmıştır. Ya da aptalca bir cevap vermişsindir, kendinden utanırsın. Daha doğrusu o cevap “sen“ değilsindir.

Akşam yatınca ve hatta günlerce ona en uygun cevabı arar durursun. En iyisini bulana kadar...

Onun gibi...

Biz de önceki gün yazdığım sahneyle oynayalım. Hani Woody Allen‘ın “Play It Again Sam” filmindeki...

Önce diyaloğu hatırlatayım:

Allen: Cumartesi gecesi ne yapıyorsun?

Kadın: İntihar etmeyi planlıyorum.

Allen: O zaman cuma gecesi buluşalım?

Aslında bu küçük konuşmada, “İntihar etmeyi planlıyorum” diyen kadını da tahlil edebiliriz ama cevapla uğraşmak daha zevkli!

Çünkü o cevapla kadını etkileyebilirsin yahut kendinden iğrendirebilirsin...

O cevapla bir ilişkiyi başlatabilir veya gidişatını dahi belirleyebilirsin.

Yani cevap deyip geçmeyeceksin!

Kışkırtıcı ve oyuncu

Önce var olan cevapla başlayalım:

“O zaman cuma gecesi buluşalım?”

Bu cevapla var ya, hem cuma gecesi buluşulur hem de o gece...

İlk gece...

Gidişat o!

Artık sonu ne olur bilemem!

Zira o cevabı veren adamın biraz, ne birazı, epey hovarda olduğu belli. Hovarda ama zeki ve eğlenceli...

Aynı zamanda kışkırtıcı ve oyuncu...

Şimdi senaryoyu değiştiriyoruz.

Kadın, “İntihar etmeyi planlıyorum” deyince adam şu cevabı veriyor:

“A! Neyin var? Gel bi konuşalım istersen.”

Bu ilişki, ilişki olabilirse tabii, tatsız olacağı kesin.

Zaten bu cevaba “Evet” diyen kadın, gerçekten bunalımdadır. Bu teklifi yapan adam da durumdan yararlanmayı planlamaktadır.

Kadın, “Bilmem ki...“ diyecek, adam “Gel bir şarap içip uzun uzun konuşalım!“ diyecek falan...

Gerisini siz düşünün artık!

Hangi dananın cevabı?

Başka bir sahne daha planlayalım...

Adam diyecek ki,

“Hı! Nasıl bir intihar planlıyorsun?“

“Henüz karar vermedim. İlaç alabilirim.”

“İstersen gelip seni kurtarayım, sonra da...“

Hıı... Bu adamdan korkarım. Ama adamın yaklaşımına şu cevabı veren kadından daha çok korkarım:

“Yok, ben kararlıyım en iyisi sen öncesinde gel!“

Adam giderse neyim!

Hayatta gitmez!

Niye?

O da korkar çünkü...

Bir ihtimal daha var: O da şu cevap:

“Oldu! İntihar etmezsen ara beni.“

Bu cevabı kim verir?

Hangi dana?

Ex sevgili...

Yazının devamı...

‘O zaman cuma gecesi buluşalım...’

Kadınları etkilemek hem çok kolay hem de çok zordur. Galiba kadının etkilenmek isteyip istememesiyle ilgili... Hani canı istiyorsa aptal bir bakıştan bile kalbi çarpmaya başlar, istemiyorsa...

Ama bazen de hiç aklında yokken hatta belki de ilgi alanı dışındayken, bir hareketiyle bir adamdan hoşlanmaya başlayabilir.

Öyle bir şey söyler, öyle bir şey yapar ki, günebakan çiçeği gibi ona dönersin.

Aklınla ve bedeninle...

Etkilenirsin...

Amma yazdım, canım çekirdek istedi!!

Heh hee...

Olsa da yesek, çıtır çıtır!

Taze olacak!..

Cıvıtmayalım...

Ama şunu da yazayım da, öyle; çekirdek taze olacak!

Kocaman görünüp de içi boş çıkmayacak! Hele hele acı hiç olmayacak!

Hep sonuncusu acı çıkar ya... O acı tadı bir türlü geçiremezsin; su mu, hiçbir şey kesmez. Üzerine bir çekirdek daha denemeye korkarsın; hani o da acı çıkarsa diye...

Şimdiki kadınlar ve erkeklerin hâli gibi!

Ama olsun, bir süre sonra o acı geçer. Ve canın bir gün yine çekirdek ister.

Günebakan çiçeği gibi bir güneşe dönmeyi ister. Güneşsen sana hasret bir günebakan çiçeğini özlersin...

Etkilemek, etkilenmek istersin.

Biz etkilemekten başlayalım...

Dün okudum; Heja Bozyel, Woody Allen filmlerinden örneklerle kadınları etkileme dersleri vermiş. Ben de biraz karıştım tabii... Bakın:

1- Sıkıcı olmadığınız sürece ısrarcı olmaktan kaçınmayın: 1972 yapımı “Play It Again Sam“ filminden diyalog:

Allen: Cumartesi gecesi ne yapıyorsun?

Kadın: İntihar etmeyi planlıyorum.

Allen: O zaman cuma gecesi buluşalım?

(Kesinlikle seksi bir cevap! Peki, en iyi ilk buluşma günü hangisidir?)

2- İyi dans edin, dans ettirin ama dans etmenin deli gibi kalça sallamak olmadığını bilin. Örnek: “Everyone Says I Love You“ filminin son sahnesi.

(Zaten ilk yatıştan sonra bir daha dans etmezsiniz!)

Jestler garanti...

3- Öpüşme gerginliğini ortadan kaldırdığınız anda geceniz daha güzel geçer. Çünkü eninde sonunda gerçekleşecek şey için bütün gece siz de karşınızdaki de “Ne zaman“ sorusuyla kıvranmamış olur. Örnek “Annie Hall“ filminde Allen ve Keaton’ın ilk buluşma sahnesi. Allen bu sahnede “Bana bir öpücük ver” derken her şeyi çok güzel özetler.

(Bu konu çok su kaldırır. Hemen öpünce öpüşme gerginliği mi ortadan kalkar yoksa öpüşmeye giden yolda yapılanlar mı? Sonra tartışalım.)

4- Çok erken ya da çok geç olmamak şartıyla yapacağınız teatral, dramatik hatta klişe jestler her kadını etkiler. En modern olanı bile. Örnek, “Manhattan“ filmi.

(Evet, etkiler.)

5- Hayal ettiğiniz şey aslında hiç de sizin hayal ettiğiniz gibi olmayabilir. Ömrünüzü film kahramanı ya da dergi kapaklarını süsleyen bir kadını beklemekle geçirmek istemiyorsanız, çevrenizdeki kadınları fark edin. Elinizdekiyle yetinmek değil bu, gerçeklerle yüzleşmek. Çünkü siz de bir Marlon Brando değilsiniz ve olmayacaksınız. Örnek: “Whatever Works“ ve “Midnight In Paris“ filmleri.

(Tamam aynı şey kadınlar için de geçerli, kabul!)

Tabii canınız çekirdek istiyorsa...

Yazının devamı...

Kadın şifrelerse...

Tahmin ettiğim soru hemen geldi:

“Peki kadınlar nasıl kaydederler?”

Kırıklarının isimlerini telefona geçirirken nasıl bir yöntem uygularlar?

Nasıl şifrelerler?

Aslında şeytan diyor ki: “Yazma! Bilmesinler daha iyi!”

Heh hee...

Ama sonra melek de diyor ki, “Yaz, yaz! Nasıl olsa değişen bir şey olmaz.”

Değişen bir şey olmaz çünkü kadınlar çok nadir şifreleme yapar.

Genellikle herkesi gerçek ismiyle kaydederler. Çünkü saklamazlar, saklanmazlar...

Ha, gerçekten saklaması gereken biri varsa bunu öyle iyi becerirler ki, neredeyse kendileri bile bulamaz!

Nasıl saklarlar?

Ona gelmeden önce neden sakladıklarına bakalım.

Birincisi: Gerçekten kimseyle tali bir ilişkisi yoktur, asılanlar vardır. Onların aramasını gizlemeye gerek yoktur. Hatta tam tersine, bazı kadınlar onlarla kendilerini şımartmayı iyi bilir!

Birileri çileden çıksa bile!

İkincisi: Kadın zaten saklamaz.

Hadii...

Evet saklamaz!

Adamlar bilir.

En azından biri, diğerini bilir!

Kadın bu durumu öyle doğallıkla ve öyle bir ustalıkla işler ki, adamların salağı çıkar! Onunla birlikteyken her şey çok doğal görünürken, uzaklaşınca, mesela eve gelince falan ya da bir arkadaşına anlattığında durumun hiç de normal olmadığını görür. Salağı böyle çıkar zaten!

Üçüncüsü: Yine saklamaz. Telefonuna ismiyle soyadıyla kaydeder, arayınca da konuşur. Ama öyle bir konuşur ki, dinleyeni asla şüphe içine sokmaz.

Bir de gerçekten saklayacak isimleri olan kadınlar da vardır tabii...

Onlar nasıl bir yöntem izlerler?

Hadi yazayım...

İstemediği sürece...

Çoğunlukla en yakın kız arkadaşlarının ismini kullanırlar.

Zırt pırt konuştuğu...

Gerektiğinde alenen, “Kapat, ben seni arayacağım” diyebileceği ve bunun hiç de yadırganmayacağı birinin ismine kaydeder.

Hatta telefonu, “Merhaba tatlım, şekerparem...” diye açabilecek kadar ileri bile gidebilirler.

Ama genellikle telefonu açıp, “Şekerim, seni birazdan arayayım mı?” falan derler. Sonra da dönüp mutlaka bir açıklama yaparlar:

“Ay, şimdi hiç konuşamayacağım!”

Niyeyse?

Dedim ya, bilindiği üzere kadın yaparsa da, saklarsa da, anlamazsın.

O istemediği sürece...

Yazının devamı...

İstanbul Borsası’yla aşk!

O da bir şey mi? Hamdi Abi‘siyle neler yapanlar var! Heh hee...

Hani 80 yaşındaki Kemal Gülman 49 yaşındaki eşini, 22 yaşında başka biriyle aldatmış ya... Yine bize ne?

Kimseyi eleştirmek ne haddimizdir ne de bizi ilgilendirir. Zaten gayet klişe bir olay!

Aslında herkes olayın tazminat tarafıyla daha fazla ilgili.

Ama ben...

Ben şu “İstanbul Borsası” tarafına takıldım. Sevgilisini telefonuna “İstanbul Borsası” diye kaydetmiş ya, oraya...

Aklıma geldikçe gülüyorum.

Heh heh hee...

Şimdi biz yine olayı özelden hemen genele çekelim ve gelin biraz eğlenelim.

Nasıl eğeleneceğiz?

Dana’nın telefon kayıtlarına bakarak...

‘Sakıncalı’ kayıtlar

Şimdi bunlar eşinin, sevgilisinin, kırıklarının hatta belki annesinin dahi görmesini istemedikleri, ‘sakıncalı’ kadınların isimlerini telefonlarına şifreli kaydederler ya...

Yani hiçbiri atıyorum, “Serap” diye asıl ismini yazmaz. Akşam vakti arar marar ya mesaj atar falan... Bu şifreleme, adamın mesleğine, ilgi alanına ve zekâsına göre değişir.

Bunların o şifreleme yaptıkları anı görüntülemek lazım aslında! “Ne yazsam?” diye düşünürlerken... Bir de o sırada akllarından geçen saçma sapan önerileri de bilebilsek, tam komedi aslında!

Şimdi bunların bir kısmı yakın arkadaşlarının ismine kaydederler. Ama yanına numara ekleyerek: “Tahsin2“ diye mesela... Senaryoları da şudur; o, Tahsin’in iş numarası...

Bir kısım dana da, işiyle ilgili birini adıyla soyadıyla birlikte gayet muntazam ve ciddi ciddi yazarlar. Atıyorum, “Ali Pekuğurlu” Kim bu? İş yaptıkları firmanın yetkilisi! Oldu o zaman! Peki gerçek Ali Pekuğurlu’yu nasıl kaydeder? Firma ismiyle birlikte...

Bazıları da “İstanbul Borsası” gibi ilgi alanlarını kullanırlar.

“Ganyan bayii”...

“Foto...” falan...

Danaların başka bir cinsi daha vardır ki, onlar olayı biraz daha dramatikleştirir! Şifrenin içinde bir hikâye vardır:

Benim bir tanıdığım vardı ve telefonunda “Hazır” diye bir kayıt vardı, inanabiliyor musunuz? Nasıl yani?

Kadın ne zaman istese geliyormuş. Yok öyle ‘tele’ falan değil ha! Sadece hep “hazır”.

Kimi de, şifrenin içine şifre koyar!

Mesela kadının adı atıyorum, Hande. Bunu telefona “Hamdi Abi” diye kaydeder. Çağrışım yapsın diye...

Akşamın bir saati telefon çaldığında, “Amaannn, Hamdi Abi arıyor ya... Üf yarın ben onu ararım” provasını bile yapar bunlar.

Aradan bir süre geçer, olay bitmiştir ama o telefon bir gün yine çalar. Kim arıyor diye bakınca onu görür: Hamdi Abi!...

“Kimdi lan bu Hamdi???”

Yani danalar bu şifreleme işinde yaratıcılıklarının doruğuna çıkarlar.

Çıkarlar da, nereye kadar?

Bir gün karısı “son aranan”a basıp, “Alo” diyene kadar!

Yazının devamı...

Eğilmeden sevmek...

Tamam, sevmek kabul etmektir...

Saygı duymaktır...

Görmezden gelmek, bazen de daha büyük görmektir.

Özür dilemek, bağışlamaktır.

Hatta yalakalık etmektir...

Ama...

Önünde eğilmek!..

Önünde diz çöküp acındırık bakışlarla dilenmek... Ne dileniyorsa artık!

Dün sabah gazetelerde Şafak Sezer‘in Başbakan’ın önünde diz çökmüş hâldeki fotoğrafına bakınca önce bir duraksadım. Sonra gözümün önüne başka bir görüntü geldi.

Hani Gezi protestolarına katılmış da sonra iftar yemeğinde önünde diz çökerek Başbakan’dan özür dilemiş ya, o fotoğraf.

Şafak Bey’i bir tarafa bırakalım şimdi; bizi değil, kendisini ilgilendirir.

Şimdi size, benim gözümün önüne gelen öteki fotoğrafı anlatayım. Ben oradaki kişileri değiştirdim, bize uyarladım.

İlişkilere...

Affedilir mi?

Bir kadın oturmuş, bir adam da onun önünde, dizlerinin üzerine çökmüş. Ya da tam tersi, kadın diz çökmüş...

Ya özür diliyor ya da ne bileyim onu ne kadar sevdiğini anlatıyor...

Ama durum daha çok eşini ya da sevgilisini aldatmış bir adamın duruşu gibi!

Diz çökmüş yalvararak özür diliyor!

“Nasıl olduğunu anlayamadım, kadın çok üstüme geldi ne yaptığımı bilmiyordum inan. Çok özür dilerim. Çok çok çok özür dilerim. Ne olur beni affet. Ne olur. Ne oluurrr...”

Iıgh!

Şimdi bu adam affedilir mi?

Hadi affettin...

O adam senin gözünde eskisi gibi olabilir mi?

Tabii ki zaten aldatmış falan, eskisi gibi olmaz da... Şöyle anlatmaya çalışayım; onu kıskanmazsın bile... Sana hırs bile bastırmaz.

Artık gitse bile olur yani...

Üstelik bu kadar kolay diz çöken biri çok çabuk ayağa da kalkar! Bilmem anlatabiliyor muyum?..

Sevilir mi?

Diyelim ki, özür de dilemiyor, sadece sevgisini dile getiriyor...

Diz çökerek...

Peki diz çökerek sevilir mi?

Hadi, sevildiğini varsayalım. Zaten belki de diyorsunuz ki, “Sana ne? Nasıl severse sever! Onu da mı sen bilecek, belirleyeceksin!”

Doğru.

Belki sevgisini öyle ifade edebiliyor, belki çaresiz, belki son çare falan...

Tutkusu onu bu hâle getirmiştir.

Olabilir.

Hatta belki de sevmiyordur bile! Başka hesapları vardır.

E, peki o zaman...

Başka bir soru yöneltebilir miyim?

“Diz çöken sevilir mi?“

kabul edilebilir, yanında yedekte veya telefonda tutulabilir ama...

Ne bileyim?

İnsanlar...

Eğilmeden sevemez mi?

Eğilmeden sevilmez mi?

Yazının devamı...

Gittiğin gibi döndüysen...

Hani dün uzun uzun anlattım ya, “yapamadıklarınla” diye...

İşte onlarla birlikte tatildeysen...

Ya da döndüysen, fark etmez; hatta tatile hiç gitmemiş bile olabilirsin...

Hayallerin, planların, ümitlerin hâlâ aynıysa...

Ve hâlâ mutsuzsan...

Sinirli ve huzursuzsan...

Ruhun bir türlü doğru ve rahat pozisyonu bulamayan bacakların gibi sürekli yer değiştiriyor, hiçbir yerde huzuru bulamıyorsa... (Vay be! Tarife bak! Ben gerçekten değiştim galiba!)

Yani gittiğin gibi döndüysen!

Ya da hep aynı yerdeysen...

O zaman şimdi başını ellerinin arasına alıp düşünmenin vakti gelmiş demektir. Kendine sorular sorup onları dürüstçe cevaplamanın da...

İlk sorunu da ben vereyim:

“Ben nerede yanlış yapıyorum?“

4Z mi yoksa 5Z mi?

Cevabını da vereyim mi?

Oldu! Yanında bir de yakışıklı

vereyim.

Ama öyle çok da yakışıklı olmasın!

Zevkleri olsun, zevkli ve zeki olsun; “3 Z”.

Zengin de olsun, etti mi 4 Z.

Bir de seni çok sevsin!!!

Heh hee...

Zenci olsun falan da diyebiliriz de abartmayalım artık! (Birilerini kızdırmayalım!)

Bu kadar değil mi? Çok şey istemiyorsun!

Zaten böyle birini hak ediyorsun.

Güzelsin, kendi paranı kazanıyorsun; evin, işin var. Hatta artık ille de evleneyim derdin dahi yok.

Sosyalsin, neşelisin, hobilerin fobilerinden fazla, sağlığın yerinde.

Ama “biri“ yok!

Olamıyor...

Olamadıkça da sana hırs basıyor.

Uykuların kaçıyor, inişler çıkışlar artık seni yormaya başlıyor. Dengeni kaybediyorsun.

Niye?

Bir eksiğin ettikleri

Çünkü bu sefer de, “olamayanın”, idaresine geçiyorsun...

Bütün bu elindekilerin hepsinin teker teker büyük bir nimet olduğunu bile bile diyorsun ki:

“Hiçbirinden zevk almıyorum.”

Tek bir eksik, bütün bütün doğruları yok ediyor.

Vay be, güce bak!

Sağlığın, işin, paran, arkadaşların, ailen, evin, tatilin... Hiçbirinin önemi kalmıyor.

Ne saçma değil mi?

Şimdi diyeceksin ki, “ne alakası var!”

Var işte!

Var da; bunu önce itiraf, sonra idrak edip öyle devam etmen gerekiyor.

Hani o 5 aşama gibi...

İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme...

Sonra?

Sonrasını kendine bırak!

Yazının devamı...

Yapamadıkların da senin...

Eveeet... Geldim işte...

“Nerede kalmıştık?” diye sormayacağım...

Giderken belirttiğim gibi, “orada olan orada kalır“ prensibiyle; yaptıklarımı, yapmadıklarımı veya yapamadıklarımı da anlatmayacağım...

Aslında yapamadıklarımı anlatsam mı? Daha eğlenceli olur! Ama biraz ağır(!) kaçabilir. Bu konjonktürde!

Ha, küçük tatilimin bende bıraktığı tadı, kalanları yani, belki anlatabilirim.

Hani insan dönünce biraz da olsa değişir ya... Nereden dönersen dön...

Kendine yaptığın ufak tefek rötuşlarla geliyorsun ya.

İşte o hep yapamadıkların yüzünden! Pardon, yapamadıkların sayesinde...

Yalnız bir dakika!

Öyle dönüyorsan tabii!

Değişerek yani!

Daha doğrusu değiştiğini fark ederek! Herkes değişir de, kimi bunu fark eder, kimi etmez.

Kimi kendini değiştirir, kimini de yapamadıkları... Bunu anlamanın çok kısa bir yolu var: Kendini değiştirdiysen sakinleşmişsindir, huzurlusundur.

Yapamadıkların seni değiştirdiyse, sinirli ve mutsuz!

Hâlâ tatminsiz ve eksiksindir.

Bu kadar basit!

O hâlde şimdi ben sizin yerinize o soruyu sorayım: “Kendini değiştirmek için ne yapmak lazım?“

Bu yapamadıkların var ya...

İşte bu yapamadıklarını yönetmeyi öğrenmen lazım!

Vay vay vay...

Senin yönetmen lazım yoksa o seni yönetmeye başlar.

Ki o zaman hâlin, hâl olmaz!

Çünkü yapamadıkların hırslı, kıskanç, sinirlidir. Hayattan zevk almaz, yetinmez, elindekinin kıymetini bilmez. Mutluluğun başkasında ya da birilerinin tarif ettiği gibi olduğunu sanır. Yapamadıkların aşağıda ve aşağılık duygularla doludur.

Kendini ona bırakırsan, onun gibi olursun. Gittiğin gibi dönersin!

Hatta daha beter, yapamadıkların gibi dönersin.

Oysa onu yönetmeyi bilirsen, bir de kendine çevirebilirsen hayat daha kolay ve eğlenceli hâle gelebilir.

Ha, şimdi de, “Bunu nasıl öğreneceğiz?” diye soracaksanız, o biraz uzun; sonra anlatırım.

Yani aslında... Hayatta;

Yaptıkların kadar yapamadıkların da sensin. Yapamadıkların da sana dâhil!

Bütün yapamadıklarınla birlikte nasıl yaşadığın... Onların seni nereye savurduğu falan..

Onun için: Nasıl, nereye, kiminle gittiğin değil, nasıl döndüğün önemli!

Nasıl değiştiğin...

Değiştiysen tabii!!

Not: Evet 1 haftada değiştim ama bu kadar sıkıcı olmadım! Bir iki günde toparlarım, merak etmeyin!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.