Şampiy10
Magazin
Gündem

1 kereden bir şey olmaz!

Mı acaba?

Dün değinmiştik ya, The Times gazetesi “Eşinizi bir kere aldattıysanız ona bunu söylemeyin” diye yazıyordu...

Hatta tamı tamına şöyleydi:

“Eğer bir çapkınlık yaptıysanız, ne kadar suçluluk duyarsanız duyun, eşinize itiraf etmeyin.”

Suçluluk?

İtiraf?

Bunlar bize yabancı duygular ama yine de es geçmeyelim...

Okuduysanız dün ben bu konudaki kesin tavrımı koymuştum:

Söylenmez.

“Asla söylemeyin” diye...

Ama Times araştırmacıları benden daha esnek davranmış;

“Onu aldattığınızı eşinize söylemeden önce bilmeniz gereken 7 şey” başlıklı bir de liste yayınlamış.

Bakalım nelermiş? Benim yorumlarımla beraber tabii ki!

1- Kendinizi çok kötü hissetmeyin. Aldatan sadece siz değilsiniz. 2008’de yapılan bir araştırmaya göre, her 5 evli erkekten biri ve her 10 evli kadından biri eşini aldatıyor.

(Bu araştırmacılar da pişkin midir nedir? Oldu olacak yakalanırsan, “Ne var? Bir ben miyim aldatan!” diye üste çık bari... )

2- Bir iş gezisinde eşinizi aldattıysanız veya tek gecelik ilişkinizi eşinizin öğrenmesine imkân yoksa dürüstlük en iyi seçim olmayabilir.

(Suyu bulandırma diyor, bırak aktığı gibi aksın...)

3- Suçluluk mu hissediyorsunuz, bir psikoloğa veya arkadaşınıza içinizi dökün.

(Hıı... Dökün de iki güne kalmadan herkes duysun. Psikoloğu bilmem ama arkadaştan biraz tırsarım...)

4- Eğer uzun süren bir yasak aşkınız varsa ve her an birinin sizi yakalaması riski bulunuyorsa, dürüst olun ve itiraf edin. Tek gecelik ilişkiler bağışlanabilir, ama yalan söylemek asla.

(Ne diyecek yani? “Hayatım 5 yıldır seni aldatıyorum.” “Aaa öyle mi? Bak sırf dürüst olduğun için seni affediyorum. Söylemesen kırılırdım. Gel bi öpiim seni.”)

5- Eğer eşinizi henüz yeni tanıştığınız birisiyle veya bir hayat kadınıyla aldattıysanız, içinizde cinsel hastalık ile ilgili en ufak bir şüphe varsa, bunu hemen eşinize söyleyin. En azından bunu ona borçlusunuz.

(Neyi? Aldatmayı mı?)

6- Eğer kaçamağınızı itiraf ettiyseniz ve eşiniz aldatmanızın nedenini sorduysa, suçun kendinizde olduğunu söyleyin ve geri çekilin. Sakın ilişkinizi detaylıca analiz etmeyin, ikiniz de üzülürsünüz.

(Üzülme mi kalmış! Daha ne olacak?

Olabilir tabii...

Biliyorsunuz her zaman daha kötüsü vardır; mesela analiz ederken ederken “Sahi ya! Bu ne böyle, en iyisi ben o kadına gideyim” demesi...

Geçin bunları geçin...)

Eee?

7. madde nerede?

Yazmamışlar.

Onu da ben yazayım:

Size aldattığınızı söylememeniz için tek bir neden söyleyeyim:

Başınıza bela alırsınız...

Büyük bela!

Yeter mi?

Yazının devamı...

Ben olsam, söylemem

“Eşinizi bir kez aldattıysanız söylemeyin!”

Kaçıncıdan sonra söylensin?

İki, üç?..

Kaçıncıdan sonra?

Aman söylese ne olur söylemese ne olur?

Sanki anlaşılmıyor!

Sanki kimse anlamıyor!

Ama yapmak başka söylemek başka!

Hani çok eski bir fıkra vardı:

Yıllar yıllar sonra karı-koca 40. yıldönümlerinde itiraf günü düzenlemişler

Önce adam sormuş, “Beni hiç aldattın mı?” diye...

Kadın da doğruyu söylemeye karar vermiş: “Evet hani 30 yıl önce işten atılıyordun da ben patronunla konuşmaya gitmiştim ya, işte orada...”

Adam ne kadar sarsıldıysa da benim için kendisini feda etti düşüncesiyle yüreğine taş basmış.

Ama dayanamayıp yine sormuş: “Başka?”

“Hani bir türlü terfi alamıyordun...”

Adam yine taş basmış ve:

“Başka?”

“Sevgili kocacığım, sonra siyasete atıldın, epey oy toplaman gerekiyordu...”


Okumuşsunuzdur, İngiliz The Times gazetesi bir aldatma dosyası hazırlamış.

Aldatılan ve aldatan sevgililer, evlilik terapistleriyle, psikologlarla görüşmüşler ve “Aldattığınızı eşinize söylemeden önce bilmeniz gereken 7 şey”i çıkarmış.

Haberi okurken ne düşündüm biliyor musunuz?

Önce, artık aldatma haberlerine karşı ne kadar duyarsızlaştığımızı...

Dolayısıyla aldatmalara...

Hatta aldatılmalara da...

Öylesine, sıradan durumlar haline geldi.

Ha, yakmıyor mu, yıkmıyor mu, insanın içine sönmeyen bir ateş düşürmüyor mu?

Yine eskisi gibi yakıyor, yıkıyor ve ateş de sönmüyor ama...

Şey gibi oldu; boşanma gibi...

Hani eskiden boşanmalar önemsenirdi de sonradan sıradanlaştı ya, şimdi de aldatma-aldatılma öyle oldu.

Aklıma gelen ikinci düşünce ise bu tezi doğruluyordu:

“Hale bak” dedim, çok geç değil daha geçen seneye kadar, “onu yakalamanın 5 kısa yolu”, “nasıl anlaşılır?”, “neden aldatılır?” gibi haberler araştırmalar varken şimdi, “aldattığınızı eşinize söylemeden önce bilmeniz gereken 7 şey” seviyesine...

Seviyesine yükseldik mi indik mi?

Artık ne derseniz deyin.

Halimiz bu.

Önümüzdeki yılları tahmin bile edemiyorum artık!

Dur bi etmeye çalışayım:

“Eşlerin anlaşarak birbirlerini aldatmaları kalbe iyi geliyor.”

Üstüne bir de kırmızı şarap içerseniz ömrünüz uzuyor...

Neyse, onu o zaman tartışırız.

Şimdi The Times’da yazana bakalım.

“Eğer bir çapkınlık yaptıysanız, ne kadar suçluluk duyarsanız duyun, eşinize itiraf etmeyin.”

Bence de...

Yıllaaar yıllar önce, daha kimse kimseyi bu kadar aldatmıyorken çapkın bir arkadaşım bana şunu söylemişti:

“Kadının üzerinde bile yakalansan inkâr edeceksin.”

Yok canım, o kadar da değil.

İtiraf sadece bir durumda yararlıdır.

Yakalandığında...

Onun da inceliklerini sonra anlatırım.

Yazının devamı...

G noktası

Günlerdir her yerde, herkeste bir 3G muhabbetidir gidiyor ya...

Hatta uygulama başladı galiba...

Ama nedense 3G deyince benim aklıma hep G noktası geliyor...

Manyak mıyım, neyim?

Elimde değil, direkt o.

Ha aklıma geliyor da ne oluyor?

Hiiiç...

Zaten var mı yok mu belli değil.

Sonra her seferinde de aklımdan aynı cümleyi geçiriyorum:

“Daha bir G ile baş edemiyoruz şimdi de 3 G çıktı... Bununla hiç geçinemeyiz!”

Aslında çok da haksız değilim.

Niye?

Çünkü tamam, teknoloji müthiş, bir sürü şey yapabilecekmişiz ama...

Ama yapamayacağımız şeyler de olacak!

Eskiden yapıp da bundan sonra yapamayacağımız...

Öyle değil mi beyler?

Özellikle de siz...

Çember gitgide daralıyor...

Biliyorum siz bunun da çaresini bulursunuz, zaten arka plan ve efekt seçenekleri falan varmış ama yine de... Dedim ya, çember daralıyor.

Bir de andropoz çapkınlarını merak ediyorum doğrusu...

Şimdi onların teknolojiyle araları pek iyi olmadığı için, yaş icabı, ortalığı iyice karıştırabileceklerinden korkuyorum.

Çok korkuyorum!!!

Hep aynı arka plan, hep aynı manzara...

Senkron tutturamama falan...

Çaycıya seslenip:

* Oğlum sen bunu becerebiliyorsun, gel bakiim; şunu ben arabadaymışım gibi yapdemeler...

* Abi, dün de onu yapmıştık, anlaşılır, bugün başka şey yapalım.

* İyi, aferin. Ne yapacağız?

* Bakkal yapayım abi?

* Ne işim var len bakkalda!

* Kebapçı yapayım abi, beyti görüntüsü de var elimde...

* Oğlum yaa karıştırma, araba yap sen şunu!..

Aman bana ne yahu!

Buna üzüleceğimi düşünen var mı?

Üzülüyor muyum?

Hayır tabii ki...

Ne yaparlarsa yapsınlar...

Hatta yapamasınlar...

Bana ne?

Ben bizi, kadınları düşünüyorum.

Hep de aklıma akşam telefonları geliyor...

Gece yarısı telefonları...

Ben size söyleyeyim; bu 3G satışları ile birlikte seksi gecelik satışları da patlamazsa neyim...

Ya da aslında 3G alana bir de hediye verseler...

Pembe gecelik...

Göğsünde de marka yazsın. Reklam alalım yani...

Ne güzel pijamaları, şortları çekip istediğimiz tonda telefonla konuşuyorduk!

Şimdi ne olacak?

Kadınlar yatana kadar pür makyaj, kıyafetler falan...

Bir de “Ay bu benim ev halim, hep böyleyim” numaraları...

Üff hayat mı bu?

“İstersen açma görüntüyü” diyeceksiniz ama olmaz.

O da kadınlığa sığmaz!

“Tek derdin bu olsun” diyeceksiniz ama yanılıyorsunuz.

3G ile birlikte ilişkilerde de yeni bir dönem başlayacak.

Demişti dersiniz...

Belki de daha iyi olur ama galiba bu iş benim pek hoşuma gitmedi...

3G’siz telefonlar Uganda’ya gönderilecekmiş.

Ulaştırma Bakanlığı mevcut telefonları çöpe gitmemesi için bir toplama merkezinde bakımdan geçirip düşük vergiyle Uganda’ya ihraç edecekmiş.

Bir kampanya başlatsak diyorum:

Hepimiz Ugandalıyız...

Yazının devamı...

İlk gece fobisi

Gerçekten?

Erkeklerde ilk gece fobisi var mı acaba?

Vardır herhalde...

E, ne de olsa onlara daha fazla iş düşüyor...

Ama istekleri hadi daha açık yazayım arsızlıkları bu korkuyu bastırıyor sanırım...

İlk gece dediysem ilk yatışlarından söz etmiyoruz tabii ki, bir kadınla ilk seferinden...

Bu nereden aklıma geldi?

Bir mail’den:

* “İlk gece fobisi vardır belki o adamlarda. Nasıl kızlarda öyle bir fobi var; erkeklerde de olabilir... Hadi gel yatalım, diyen bir kadına ben de n’oluyoruz ya! derim.

Yani işin özü, erkekler teslim almayı sever, teslim olanı değil.”

Bunu söyleyip masadan kalkıp gitmen lazım artık. Arkandan kadınlar sürünerek bağıracaklar falan... Sen son kez bakıp teslim olmayın leynn!diyeceksin...

Şaka bir tarafa, konu benim hoşuma gitti; ilk gece vermeyen erkekler...

Lafı bile eğlenceli...

Hayali bile güzel!

Ama aynı zamanda incelemeye de değer.

Neden?

Ne zamandan beri?

Bunları merak ediyorum doğrusu...

Gelen mail’lerle olayı çözmeye çalışıyorum. Bakın birisi de diyor ki:

* “Ben ilk gece almak istemeyen (ya da vermek istemeyen, her ne haltsa) bir erkekle hiç karşılaşmadım. Hatta böyle bir erkeğin varlığından bile haberdar değildim.

Acaba bu yaşla mı alakalı yani mesela sınır koymak gerekirse 30 yaşına kadar erkekler almaya vermeye meraklıyken 30 yaşından sonra TAKTİK mi değiştiriyorlar? Taktik dedim çünkü Aksine inanabilmem mümkün değil :))”

Şöyle olabilir: 30 değil de 40’tan sonra artık yata yata bıkıyorlar, e biraz da libido düşüklüğü de başlıyor...

Yaşla mı ilgili yani?

Başka biri de bakın ne diyor:

* “Bizde de şimdi seçme hakkı var. Zaman değişti gördüğün gibi... Nasıl kaliteli bir gömlek ayakkabı alıyorsam, onun da kalitelisini istiyorum. Yani değsin... Avrupa’da böleeee...”

Şimdi sana da, “iyi git o zaman ayakabını... ayakkabınla seviş” diyeceğim ama ayıp olacak. Nasıl bir benzetme yahu? Ama senin bütün danalığına rağmen ben güzel bir çıkarım yaptım.

Erkekler acaba para kazandıkça mı seçici olmaya başlıyor? Yani kaliteli ayakkabı almaya başladıkları zamandan sonra...

“Ayakkabıma layık bir kadın olsun” ya da “ayakkabıları aldık artık daha iyi kadınlara layığım” gibilerinden...

Ne bileyim, bunların kafaları tuhaf; olur olur... Ama o zaman da bütün paralıların kaliteli kadınlarla birlikte olması gerekirdi ki bunun imkânsızlığını hepimiz biliyoruz...

O halde ne?

Niçin?

Belki de aşağıdaki haklıdır:

* “Bence Cem de ilk gece almak istiyordu ama bütün gün kızın peşinde koşma, alkol, dans falan mecal bırakmadığı ve ilk gecenin de fiyasko olmaması için sadece yanında olmak istiyorum ayağına yattı. Puanları kaptı ama biz yemedik.”

Evet evet...

Ne yaş, ne para..

Bu işin tek nedeni olabilir...

Puan kazanmak...

Kazanırlar da...

Artık yersin yemezsin, o senin bileceğin iş...

Yazının devamı...

İnsan sevdiğini...

İlk gece vermeyen erkekler konusunda her kafadan bir ses çıkıyor...

Bir ortak yol bulacağız ama ne zaman ve nasıl bilmiyorum.

O halde tartışmaya devam...

Gelen yorumlarla tartışmaya...

* “Bu süreç çoktan başladı. Benzer bir durumda sırf o iş olmadı diye ilişkiyi bitirmişti partnerim. Ama akıllandım.. Kadınların çelişkili tatmin ve beklentileriyle uğraşacağıma artık sadece kendi kafama göre davranıcam.. Otorite sorumluluğu kadına ağır geliyor. Eğer bu danalıksa yaşasın danalık.”

Ne yani? Verecek misin, vermeyecek misin? Kalbini...Heh heh hee... Danalık yapayım dedim!!

* “Bence ilk gece yapın gitsin sonra peşinizden koşsun, onlar uğraşsın. Çok daha eğlenceli oluyor.”

Bak, bu tavır artık ’out’ona göre...

* “Erkek gerçekten severse, sevgilisine karşı cinsel istek duymaz, onunla bir başka ilgilenir. Kızlar da bunu anlar ve ondan etkilenirler. Çünkü kızlar erkeklerin onları cinsel istekleri için kullanacaklarını düşünürler, Yalan da değil.”

Haydaaa... Şaka gibisin ha! Tam, “İnsan sevdiğini şapar mı?” ekolü... Ama sen onu da aştın; yapmayı bırak, istemez bile diyorsun ve bizi kaybediyorsun.

* “Erkekler de en az sizin kadar hissidir. Ama eskisi gibi zifaf gecesi esprisi kalmadığı için erkek de başım ağrıyor diyebilir. Naçizane tavsiyem yengeç burcu bir erkek bulun, mesela ben. O zaman hissiyatı görürsünüz. Saygı ve hürmetler.”

Tabii, biz de senin şahsi meselelerinle ilgilenmeyi çok isteriz! Ayrıca hissiyatın her halinden anlaşılıyor! Hürmetler bizden!!

* “Erkek bir ilişki düşünüyorsa kapıdan gerisin geriye de döner ve ilk adımı atmaz. Fakat kadın sevişmek istiyorsa bunu reddetmek ona değer verdiğini göstermez. Çünkü önemli olan ilk gece sevişmek değil ertesi gün erkeğin günaydın mesajı yollaması, çiçek yollaması, öğleye doğru araması onu özlediğini söylemesidir. Yoksa verilmiş, verilmiştir.”

Verildiğiyle kalmamalı diyorsun! Ve sen de kalbimizi kazanıyorsun.

* “Erkek egemen toplumun tüm mitleri kadınlar kadar erkekleri de eziyor aslında. Sırf güçlü ve errrkek görünmek adına aslında istemediği halde ilk gece seks yapan tonlarca erkek var. Kadınlar da bastırıp alan erkeğe kızıyor görünseler de tercih ediyor zira kendileri isteyen konumunda olacak öbür türlü.”

Ne yani? Bu kadar olanaklarınıza rağmen size mi acımaya başlayacağız? Mitler eziyor falan... Ben üzülmedim. Var mı üzülen?

* “Cem çok beğenmemiş olabilir bu da ihtimal dahilinde. Bayanlar, artık eski danalar kalmadı. Hemen, kalbinizi verecek bile olsanız danalarınız düşünecektir, onlar vermeyecekler kalplerini...”

O zaman biz de keser, yeriz. Süt danaları...

* “İlk gecede almayan erkekler yazısı doğrudur. İlk gecede verecek bir şeyi olmayan kadınlar da vardır. Onun için fazla kuralcı olamazlar.”

Bak, ağır konuşuyorsun. Ama galiba haklısın.

* “Kaçan kovalanır, kovalanan kaçar olayıdır bence bu iş. Ha unutmadan, ben de ilk gece asla yapmam o işi (30 yaşından beri böyleyim).”

31 yaşındaymış mesela! 31’inden gün almış! Enteresan bir yaş!!

Enteresan!!!

Yazının devamı...

İlk gece almayan erkekler...

Aslında “almayan” yerine, “vermeyen” mi demek lazım acaba?

Bilmem.

Buna sonra karar verelim...

Nurgül Yeşilçay, “Cem’e ilk gece ’birlikte olalım’dedim, istemedi” demiş ya, onu diyorum...

Şimdi ne yani?

O geceyi de şöyle anlatıyor:

“Akşam bara gittik. Eğlendik, dans ettik. İyice aşka geldim. İstiyorum adamı! Dokunmak, beraber olmak... Benimle sevişmek istiyorsan hemen söyle, kıvırma dedim. Hayır sadece yanında uyumak istiyorum deyince, gece göğsünde mışıl mışıl uyudum.”

Buyrun...

Hadi bakalım, alın size yeni bir dönem.

Evet, yeni bir dönem.

Böyle bir iki vakaya daha rastladım.

Hayır, benim başıma gelmedi maalesef.

Zaten bulsak öylesini biz de evleneceğiz!!!!

Evlenmesek de, ilişki falan düşüneceğiz...

Ama nerdeee???

Motor erkeklerden gına geldi artık.

Hissiz adamlardan...

Yani danalar...

Gözlerinizi açın iyi okuyun:

Hissiz adam “out”, vermeyen adam “in.”

Şimdi üstteki cümleyi bir daha okuyun.

Bir daha...

Bir daha...

Bak şimdi, okuduklarını unutmadılarsa neyim?

“Bir daha” falan deyince aklı kayar bunların...

En iyisi biraz açayım. Konuyu yani...

Dedim ya rastladım diye...

Kızlar anlatıyor; Nurgül Yeşilçay gibi direkt söylemeseler de, ima ediyorlar.

“Hayır yani her halimle yatalım demek istiyorum, adamda tık yok, anlamadım ki!” diyenler çoğaldı...

Daha da tuhafı ne?

Şimdi adamlar yatmıyor ya...

Neden?

Kadınların kafasında bu sorunun iki cevabı var:

“Adam ya gey...”

Ya da...

Niyeti ciddi!

“Adam evlenmek mi istiyor, ne?”

Danalar da doymaya başladı artık herhalde...

Nihayet!

Zaten yat yat yat, nereye kadar?

Düşünsene artık şöyle olurmuş:

- Akşam Banu’yla çıkacağız. Corc kız.

- Oğlum hemen ilk gece yatma kızla bak!

- Tamam abi! Öğrendik artık! İlk gece vermeyeceğiz...

Bu arada Banularda farklı diyalog var tabii:

- Akşam Murat’la yemeğe çıkacağız.

- E, iyi bir çocuk.

- Ya iyi de o da çok nazlanıyor. Uğraş dur artık versin diye...

Böyle mi olacağız?

Böyle mi olduk yoksa?

Gelelim yazının başındaki soruya...

İlk gece sevişmeyi reddeden erkekler için ne diyeceğiz?

“Almıyor” mu, “vermiyor” mu?

Hangisi?

Artık kadınların istemeye ve erkeklerin düşünmeye başladığı bir devre girdiysek.

Ki öyle gözüküyor...

Üstelik dikkat ettim, ben “vermek” fiilini kullanmışım.

O halde...

Galiba belli oldu:

“İlk gece vermeyen erkekler” diyeceğiz...

Kalplerini yani!

Yazının devamı...

Damacananın çapı 4,5 cm

Kaç gündür hepimiz şu damacanayla seks yaparken yakalanan genci konuşuyoruz ya...

Konuşup konuşup kahkahalarla gülüyoruz...

Hani bir de herkes çocuğa sapık muamelesi yapıyor...

Ne o?

Damacanayla mastürbasyon yapmış!

Çocuklarla, eşeklerle, ineklerle yapanları kanıksadık herhalde, buna sapıklık demeye başladık.

Yani sanki erkeklerin bu konudaki yaratıcılıklarını kimse bilmiyormuş gibi!!

Daha geçenlerde Çekirge David Carradine daha tuhaf bir biçimde mastürbasyon yaparken ölmedi mi?

Boynuna doladığı ipi şeyinden geçirip kapıya mı düğümlemişti ne?

Onunki sanatsal mıydı yoksa?

E herkes kendi imkânları dahilinde artık elinden ne geliyorsa yapıyor!

Ama bana sorarsanız, asıl konu damacanayla yapması falan değil.

Bence aslında herkesin aklındaki asıl soru başka.

Bambaşka...

Asıl soru boyutla ilgili...

Damacana?

Nasıl yani?

O kadar mı?

Bakın ben araştırmacı gazeteciliğimi yaptım. Üşenmedim, kalkıp ölçtüm:

Damacanayı tabii ki!

Çapı içeriden içeriye 4,5 cm.

Artık hesabınızı yapın!

Orasına ben karışmam.

Tabii olaya herkes farklı biçimde yaklaştı... Ama hiç kimse habere yorum yapanlar kadar komik olamadı...

- Adli Tıp, damacananın sağlığının bozulmadığını iletti:)

- Ünlü bi sexshop firması Naci markasıyla şişme damacana üretmeye karar verdi. Flaş flaş flaşşş!

- Damacana nasıl kurtulur:))))))

- Veee Damacana Naci sinemalarda :))

- Naciii koçum seni destekliyorum,senin cinsel tercihin kimseyi alakadar etmez devam et koçum benim :)))))

- Renkli damacanalar çıkarılmalı ve üstünde erotik yazı istiyoruz kadın resimleri falan...

- Bu işi ancak su temizler:))

- Lan Naci favorimsin olumm tuttum seni ama damacanayı ortada bırakamaasssın!

- Hepimiz damacanayız:))

- Hepimiz Naciyiz.

- Nacii parti yapar mıyız? Hafta sonu alıp geleyim mi bizim damacanaları :)))

- Damacanasutra.

- Naccciii...doğada 500 yılda zor çözülen plastik damacanayı sen 2 dakikada çözmüşsün helal ossun:))))))

- Bütün damacanaları Taksim meydanına bekliyoruz.

- Damacana kuyruk sallamıştır...

- Artık o damacana sabah proglamlarına da çıkar belki dizide bile oynar::)))

- En azından 17 yaşında bi kızla evlenmemiş.

- Cana geleceğine damacanaya gelsin.

- Damacananın intikamı da çok kötü olur be :)))) düşünmek bile istemiyorum :)))))

- Damacana sığınma evleri açalım.

- Artık damacanaların üzerine bizimki bakire yazarlar.

- Biz de diyoruz bu damacanaların ufakları çıkmış neden diye:):)

- Yok canııım. Naci yapmamıştır o işi, Ergenekondur, ergenekon.

Yazının devamı...

Kurtarma tatili

Bütün tatil yerlerinde penyeli kadınlar ve tokyolu erkekler, konuşmayan evliler yok tabii...

Daha da beterleri var; heh heh hee...

Kurtarma tatiline çıkanlar...

Ne kurtaracaklar?

Herhalde balinaları değil!

Tabii ki kendi evliliklerini kurtarmak için...

Berbat bir kış geçirmişlerdir.

Ha boşandı ha boşanacak haldedirler yani...

Yaz gelince hem ebeveynlerin ısrarıyla hem de artık son bir umut mu desek son bir çaba mı ne, tatile çıkarlar.

“Yapılmadık şey kalmasın” hesabı...

Nasıl ki karşıdan bakılınca kimin evli olup olmadığı anlaşılıyorsa, kurtarma tatiline çıkanlar da kendilerini belli ederler.

Ama tabii onları tespit etmek evlileri tespit etmek kadar kolay değildir.

“Nereden anlaşılır?” diyeceksiniz...

Anlatayım...

Girne’de Merit Otel’in beach’inde onları ilk gördüğümde “İşte!” dedim, “Bunlar kurtarma tatilinde!”

Önceleri bir histi sadece...

Daha sonraki birkaç gün ister istemez onları uzaktan izledim.

Ve haklı olduğumu anladım.

Bu tatil için güzel bir yer seçmişler de...

Şimdi bu kurtarma tatiline gelenlerin en belirgin özelliği şudur:

Az konuşur, birbirlerine dokunmaz hatta dokunmamak için özel çaba sarfederler ama çevreye mutlu çift imajı verirler.

Yani mesela akşam yemeğinde garson geldiğinde eşine dönüp en sevimli haliyle, “Ne içersin hayatım?” der ama...

Ama hemen arkasından, “Hayatına ....yım” der. İçinden tabii...

Kısacası üçüncü kişilere karşı eski alışkanlıklarıyla davranırlar.

Tıpkı eski tatillerdeki gibi...

Baş başa kaldıklarında ise ortam tuhaftır, ne tanıdık ne yabancı...

Tuhaf!

İkilem yaşarlar; bir yaz önce çok iyi tatil geçirmişlerdir, el ele göz göze falan... O akıllarına gelir. (Susarak oturduklarında...)

Aslında kurtarma tatilinde en belirgin sorun sevişmeyle ilgilidir.

İki tarafın da canı ister ama kimse hamle yapmaz.

“İlk hamleyi yapan kaybeder” mantığı...

İkisi de, “O beni istiyorsa ilk hamleyi yapsın” diye düşünür.

Ama aslında akıllarında o hınzır soru vardır:

“Onu mu arzuluyorum yoksa canım sadece sevişmek mi istiyor?”

Tatildeki bütün problem sevişmektir.

Sevişmek ya da sevişmemek...

Burada da tuhaf duygular, düşünceler geçen akıllardan...

Sevişince her şeyin düzeleceğini sanırsın ama düzelmesini istediğinden emin değilsindir...

Sevişmenin dışında...

Konu açılsın, en son kavgada söyleyemediğin, unuttuğun, içinde kalan şeyleri söylemek istersin.

Hani sonradan düşündükçe bulduğun alternatif cevapları vermek falan...

Ama kavgayı çıkartan sen olmamak için konuyu sen açmazsın.

O açsın diye beklersin.

O da açmaz.

Beklersin...

Kurtarma tatilinin bir boyutu daha vardır.

Kumsalda, akşam yemeğinde falan güzel kızları, neşeli adamları görünce, gördükçe aklından şunlar geçer:

“Ne kurtaracan, fırsat bu fırsat bırak bitsin bu iş.”

Zaten öyle olur.

Kurtarma tatili bir şeyi kurtarmaz.

Bitişi hızlandırır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.