Şampiy10
Magazin
Gündem

Anlıyorlar mı, ne?

Ya dün, “Erkekler bir bakışta kadının iyi sevişip sevişmediğini anlar mı?” diye sormuştum ya...

Gelen yorum ve mail’lerden çıkardığım sonuç...

Hadi ben bir sonuç çıkarmayayım, birkaçını size aktarayım da herkes kendi yorumunu yapsın.

Benim diyeceğim tek şey var: Süpersiniz... (Danalar da...)


* “Kadınlar iyi sevişenler, beceremeyenler ve komut bekleyenler olarak 3’e ayrılır. 10 kadının yakından çekilmiş 10’ar saniyelik klibini verin, 10 dakika içinde grupları oluşturayım. Bu kadının yüzünden, bakışlarından, ellerinin hallerinden ve bacaklarının durum ve duruşundan çok açık bellidir. Kendisi bilmez ama bilen bilir.”

* “Genç yaşta tüm kuzey ülkelerinde ticaret amaçlı yaşadım, Amerika da dahil DANA diliyle ” 1000’i çoktan devirdim “ sadece o konuyu diil neleri anladığımı bilseniz dünyaya küçük dilsiz gelmek isterdiniz!!!!!!”

* “Size bir sır vereyim; erkekler içgüdüsel olarak kadının potansiyel verici ve istekli olduğunu yürüyüşünden anlarlar. Bu erkeğe özgü evrimleşmeye kadınların kolay vermeme ve baskılama eğilimi yol açmıştır. Kadınlar vücutlarıyla değil beyinleriyle karar vermeye başlamış, güvende hissetmezlerse bir şey alamazlarsa vermemeye başlamışlardır. İster inan ister inanma çarşaf altındaki kadının bile yürüyüşünden erkekler sevişgen olup olmadığını anlar. Gözlemleyin veya etrafınıza sorun; oturan veya hareket etmeyen kadınlar için erkeklerin yürüyene kadar anlam ve karar veremediklerini göreceksiniz.”

* “Erkekler kadınların iyi seviştiğini nerden anlar anketini biz 3 yıl önce yaptık. Yaklaşık 50 erkeğe (dananın en önde gidenlerine hem de) sorduk... İnce ayak bilekleri, bakışları, kalçaları, dudakları, duruşu ve öpüşme şekli verilmiş olan cevaplar arasında...”

* “Kesinlikle anlaşılır. Vücudunu görmemiz gerekmez, yüzüne baksak anlarız. Bir bakışı bile neler anlatır neler, kitap yazarsın hakkında...”

* “Ya zaten şu dana olayını sevmiyorum fakat bu olay gerçekten doğrudur bayan arkadaşlarımız... Zaten siz pas verseniz de vermeseniz de anlarız. (Onaylıdır.)

* ” Danalar iyi otun kokusunu 10 km’den alır.

* “Sadece bak ben kadından anlıyorum egosunu tatmin etmek için söylenmiş, tam danalara yakışan bir söz...”

* “Bi halt anlamazlar, benim ex eşim tuttururdu, bi erkek bakınca anlarmış kadın bakire mi diil mi diye... Nası bakınca nerden bakınca açıklama da yok.

Bana kalsa bi halttan anladıkları yok, anlasalar bu kadar boynuzu yiyip DNA testinden sonra bu çocuk benim diilmiş aşamasından önce anlarlardı.

Ayrıca da karşılarındaki kadını anlasınlar, görsünler, dinlesinler, zira biz kadının bakire olup olmadığını anlayan erkeklere jinekolog diyoruz :)))))”

* “Anlarlar, tatlı anlarlar... Siz de bir erkeğe aynı gözle bakın, onun nasıl seviştiğini anlayacaksınız...”


Aha!

Hadi kızlar, iş başına!

Biz de anlar mıyız?

Yazının devamı...

Dana açılımı..

“Ah bu danalar yok mu? Yaparlar bunlar. Konuşurlar bunlar. Bir araya geldiklerinde onlardan her şey beklenir. Hatta bir araya gelmeden de konuşurlar kendi kendilerine. Baharla beraber ahırdan boşalınca sağa sola koşmaları yok mu? Tıpkı onlar gibi möööö möööööööööö diye bağırışlarını duyar gibi oluyorum. Danalarla ilgili yazılacak çok şeyler var daaa dilimiz varmıyooo...”

Baştan söyleyeyim, bu bir erkek yorumcunun yorumu...

Benimle hiiç alakası yok!

Ama birazdan olacak...

Hani, “Bir araya gelmeden de konuşurlar kendi kendilerine” diyor ya, işte tam orada...

Ne konuşurlar acaba?

Kendi kendilerine...

Birini ben biliyorum.

Anlatacağım şimdi.

Bunlar var ya, hakikaten acayipler! Baştan söyleyeyim de, sonra yeri gelmez falan...

Şimdi bunlar alakasız bir yerde, zamanda...

Alakasız derken yani seks çağrıştırmayan bir yer ve zamanda...

Bir kadına bakıp şöyle bir kanıya varırlar:

“Bu kadın iyi sevişir.”

Haydaa.....

Evet, alın size bir erkek monoloğu...

Kadına bakar, karar verir ve bunu kendine deklare eder.

“Bu kadın ne sevişir ama...”

Bunda ne var diyeceksiniz, tipik erkek hali...

Hayır. Bunda bir şey var.

Ne var, söyleyeyim...

O kadın var ya, bir bakışta iyi seviştiğine karar verdiği...

Gayet hanım hanım birisidir!

Üzerinde sıradan, hiçbir seksapelitesi olmayan ve normal boyutlarda bir giysi vardır.

Yani ne göğüs dekoltesi ne kısa etek ne de dar pantolon.

Belki en fazla topuklu ayakkabı giymiştir.

Ama öyle vereceğim efektli, platformlu olanlarından falan değil...

Saçlarına baksan, o da klasik kesim, derli toplu bir kadındır yani...

Zaten tersi olsa yani kadın seksi olsa, monolog farklı olurdu:

“Şunu bi götürsem uzaklara” gibilerinden ki buna da şaşırmaz, yazmazdık.

Şimdi onların bu monologları bende merak uyandırıyor tabii...

Mesela önce “Niye?” diye soruyorum, “Niye öyle düşünüyorlar?”

Psikolojide bir açılımı vardır mutlaka;

Dana açılımı...

Kim bilir, belki de bu kadınların bu nötr veya aseksüel görünümleri onları tahrik eder, içgüdüsel olarak bozmak isterler falan...

Bakire hissi mi veriyor onlara, nedir?

Yok o değilse...

Şimdi bu kadınlara bakıp niye öyle bir kanıya varırlar?

Neye göre yani?

Bunu gerçekten bilmiyorum.

Onların da bildiklerini sanmıyorum. Yani “Nereden biliyorsun?” diye sorsan, cevabı şu olur:

“Biliyorum işte!”

Ama daha da önemlisi ne biliyor musunuz?

Asıl merak ettiğim...

Doğru mu acaba?

Gerçekten de bakınca anlarlar mı?

Bir bakışta...

Yazının devamı...

Danalar geçiyor allı yeşilli...

Bugün size gerçek, yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim...

Olay değil de, bir durum.

Yok yok, durum da değil, bir konuşma...

Ya da hepsi birden...

Neyle mi ilgili?

Hani küçükken saçma sapan oyunlar oynardık...

Sınama oyunları...

Kendini sınamaca...

Mesela yemekten sonra, sofra toplanırken bütün tabaklardaki kalanlar tek yere sıyrılır ya, o pis görüntüye bakıp, ölümcül soruyu sorardık birbirimize:

“Bunu neye yersin?”

Cevabı bazen çok istediğin bir oyuncak bazen bir gezi bazen de para olurdu...

“Bunu kaça yersin?”

Biraz daha büyüyünce aynısını içine sigara söndürülmüş bir de niyeyse iyice karıştırılmış çay bardağı için yapardık...

“Şunu kaça içersin?”

Görüntü iğrençleştikçe bedeli de artarken aksine o berbat soruyu sormak kolaylaşırdı...

Cevaplar ise...

Herkesin bir fiyatı vardı...

Kimi de burnunu kıvırır, “hayatta içmem” derdi.

Nasıl olsa gerçek değil ya, gururunu yalandan kurtarırdı.

Ama biz de hep ondan şüphelenirdik. Aslında onun fiyatının daha düşük olduğunu düşünürdük.

Yalancı ya, ondan herhalde...

Yalancı değil de, samimiyetsiz!

Daha da büyüyünce oyunun teması kızlar arasında biraz farklılaştı.

Çok iğrenç bir adam gördüğümüzde birbirimize sorardık:

“Bununla yatar mısın?” diye...

Herkes bir ağızdan, “İğrenççç!!!” diye bağırırdı.

Sonra biri çıkar, pazarlığı yüksekten açardı:

“1 milyon dolar verseler???”

Kimse kabul etmezdi.

E, büyüdük artık...

Başka oyunlar oynuyoruz...

Daha gerçekçi, daha ciddi...

Unutmuştuk bu oyunu...

Herkes unuttu sanıyordum, hani büyüdük ya!

Ta ki geçen gün benim danayla konuşana kadar...

Hatırlayacaksınız, hani “Hayatımın en güzel gecesini geçirdim” dediği kızı bir daha aramayan dana...

Şimdi bu bizim dana, öğle tatilinde yürüyüş için tam ofisten çıkarken kapının önünde arkadaşı iki danaya rastlıyor.

O semtte yaşayan meczup bir kadına bakıp kıkır kıkır gülüyorlar...

Bundan sonraki konuşmayı diyalog olarak yazmak istiyorum.

Kişilere de Dana1, Dana2, Dana 3 diyelim, tamam mı?

1 numara bizim dana ama...

Dana 1: Ne gülüyonuz oğlum...

Dana 2: Şu kadın var ya...Meczup olan

Dana 1: Hıı...

Dana 2: Onunla 10 trilyona yatar mısın?

Dana 1: (Çok kısa bir süre düşündükten sonra) Oğlum 10 trilyona yatmak ne demek, evire çevire...

Dana 1,2, 3: Kahkahalarla gülüyorlar

Dana 1: Hatta düşündüm de, 10 trilyona ona oral bile yaparım.

Dana 1, 2, 3: Daha da fazla gülüyorlar...

Dana 3: Abi benim evim yok ya, ben daha düşüğüne de yapabilirim...

Dana 2: Ne o lan? Hoşuna mı gitti? Sen sonra yazlık falan diye tutturursun...

Dana 1, 2, 3 : Kahkahalarla gülüyorlar...

Yani...

Birkaç dana bir araya geldiğinde kahkahalarla gülüyorlarsa anlayın ki konu böyle bir şey...

İçinde mutlaka seks ve iğrençlik var demektir.

Sonra da diyorsunuz ki, “Bize niye dana diyorsun?”

Ne diyeyim?


Yazının devamı...

Sanal kurallar

Devam edelim mi?

Dünkü konuya...

Sanal dünyadaki görgü kurallarına...

Her zamanki gibi sorular onlardan, cevaplar benden...

“Başkalarının yanında SMS yazmak ayıp mı?”

Niye ayıp olsun? Tam biri sana bir şey anlatırken bip bip mesaj geldi değil mi? Bırak o anlatadursun, sen mesajı aç oku. Okumakla da kalma sonra da cevapla. Arada karşındakine de bak, “seni de dinliyorum bu arada” gibisinden... Zaten karşında eşek var ya, eşek... kendini kısıtlama yani! Bu dünyanın merkezi sensin ya! Başkalarına saygının ne gereği var?

“Facebook’ta ilişki yaşadığımı insanlara ilan etmeli miyim?”

Asıl, yiyorsa, ilan etmezsin! Gerçekten de bir ilişki yaşıyorsan ve ilan etmemişsen başın belada demektir. Yalan mı? Ancak! Partnerinin buna bir itirazı yoksa o zaman da bu durumdan kıllanmanı tavsiye ederim. Onun Facebook’una bir bak bakalım, ne vaaar, ne yok? Daha da önemlisi, niye yok?

“Eski sevgilim beni arkadaş listesine eklemek isterse ne yapacağım?”

...tın! Ben sana ne yapmayacağını söyleyeyim, daha doğrusu önereyim; derhal “yoksay.” Tıpkı hayatında yaptığın gibi. Ha, onun hakkında tali düşüncelerin ve niyetlerin yoksa tabii...

“Sanal arkadaşımla gerçek hayatta buluşmak garip mi? 2G ile görüntülü konuşsam...”

Burada asıl garip olan sensin! Bu nasıl soru ya? Buluşmak garip değil de, bunu sorman çok garip! Ama biz senin ne demek istediğini anladık, “önce bi göreyim” diyorsun. Sanki görmekle oluyor bu işler! İstersen sen hiç yorulma, kılını da kıpırdatma, arkadaşların senin için bi bakıp, bi deneyip sana referans versinler...

“Cep telefonunu kulaklıkla kullanmak görgüsüzlük mü?”

Görgüsüzlük değil de biraz salaklık! Ne yani? Hem yolda yürüyüp hem telefonu elinde tutamıyor musun? Sakız çiğnerken yürüyememekten ne farkı var? Ha, dikkat çekmek istiyorsan o başka!

“Arkadaş listemde kaç kişi olması ideal? Bütün dünyayı listeme alsam cool durur muyum?”

253. Evet ideali 253 kişi olması. 249’dan sonra da cool durmaya başlarsın! Bu ne be! Bütün dünyayı listesine alsaymış! Bütün dünya sevsin seni, ne diyeyim!

Bırakın ya...

Biz kendi konularımıza dönelim...

Yazının devamı...

Adab-ı internet kuralları

Hani eskiden adab-ı muaşeret kuralları vardı.

’Nerede, nasıl hareket etmek lazım’ları anlatan...

Şimdilerde hareket alanlarımız internet ve cep telefonu atraksiyonlarıyla sınırlanmaya başladığına göre bu alanda da kurallar konması gerekiyordu.

Netekim konmuş da...

Dün bizim pazar ekinde Uğur Koçbaş, Amerikan Wired dergisince hazırlanan teknolojik görgü kurallarını bize çok güzel aktarmış.

Teknolojik sosyal dünyamızda neler ayıp, neler değil, soru-cevap şeklinde gayet açık seçik anlatmış.

Ama o yanıtlar beni kesmedi! Şimdi ben o sorulara kendi cevaplarımı vereyim diyorum.

Ok?

Hadi başlayalım.



“Patronumu Facebook’a eklemeli miyim?”

Tabii... Hatta bence onun tatil fotoğraflarını da “beğen” mesela... “Ahmet bunu beğendi” diye not düşersin. Hatta, “Ahmet bunu beğendi, kendi de istiyor” diye de eklersin. Hani samimi ortamda ne demek istediğini anlatmış olursun! Artık seni uzuuun bir yolculuğa mı gönderir, projeni elinden mi alır onu bilemem.

“Yeni tanıştığım kızı googlelasam mı?”

Kesin! Ama ekşi sözlük’e bakma, kızdan soğursun! Orada kime baksan suratını ekşitiyorsun ya... Onun için mi adı ekşi?

“Tuvalette cep’le konuşulur mu?”

Konuşulur da, erkekler için bu biraz daha zor olsa gerek! Nasıl olacaksa? E, ikisi de elinde kalır. Hem fiziki hem de sosyal anlamda. Yani telefonu nereye koyacağını bilemez, elinde kalır. Çiş sesini kamufle etmek için de artık çok geçtir, kiminle konuşuyorsa o da onun elinde kalır... Ama konuşulur mu? Konuşulur...

“Arkadaşlık sitelerindeki fotoğrafım nasıl olmalı?”

Olmamalı. İşin doğrusu bu da... Ama bana sorarsanız en güzel halini koyan adamdan/kadından korkarım ben. Size bir tüyo vereyim mi? Doğal bir fotoğraf değilse adam ya da kadın fotoğrafta neyini vurguluyorsa o’su yok demektir... Bu da böyle biline...

“Sinemada cepten mesajlaşmak ayıp mı?”

Yani! En azından yönetmene, oyunculara falan ayıp ama ideali, kucağına mısır paketini koyup bir yandan haşur huşur onu yerken diğer yandan mesajlaşmaktır. Hatta ikide bir yanındakiyle de konuşursa tam süper olur! Böyle durumlarda arkanızda oturanın adab-ı muaşeret kurallarında, “Sinemada adam dövmek ayıp mıdır?” kısmına bakması gerekir. Ya da bir hocaya sorulur: “Caiz midir?” diye...

“Uçak durur durmaz cep telefonumu açıp konuşmalı mıyım?”

Derhal! Balkanların en hızlı cep telefonu açıcısı olmalısınız. Ayrıca ne kadar anlamlı ve önemli konuşmalar yaptığınız hepimizce malum: “Alooo... Ben geldim. Şimdi indik. Daha uçaktayım. Okey, görüşürüz, çıkınca ararım.” Gerçekten de yapılması şart ve ivedi olan bir konuşma!

Yahu; akıl var mantık var, bütün bunlara ne gerek var?

Yazının devamı...

Çirkin erkek yoktur...

Kadınlar bakımsız erkeklerden hoşlanıyor” muş!

Tabii...

Bayılırız böyle pis koksun, terli terli dolaşsın, traş olmasın...

Hele hele tırnaklarını da kesmiyorsa var ya, işte ona hiç dayanamayız.

Tutamayız kendimizi, atılırız kollarına; “Beni al, beni al, onu alma” diye diye..

Sahi bu danalar neden tırnak kesmeyi sevmezler ki?

Ayak tırnaklarını özellikle de...

Mecbur kalmadıkça kesmezler ya...

Ya artık öyle uzar ki kendi bile utanır. Utanır da hemen keser mi? Hayır.

Bunun için kendini hazırlaması gerekir.

Neyini hazırlayacaksa?

Onu ben de çözemedim; al makası ya da çıtçıtı kes değil mi? İki dakikanı alır.

Ama hayır.

Onların kendilerini buna hazır hissetmeleri gerekir.

Bu süreç 1 hafta ile 10 gün arasında değişir.

Tırnaklar bu arada uzamaya devam eder...

Ya da tatile falan gidecektir. Hemen kesiyorsa yani...

Bir de, erkeğin kendini koyvermesinin ilk işaretidir bu.

Yani evlendikten sonra ya da işte beraber yaşamaya başladıktan sonraki ilk işaret!

Senin yanında o tırnaklarla gezmekten utanmamaya başlaması...

İşte o an!

Sonun başlangıcı...

Aman yaa...

Nedir bu tırnak, tırnak..

İçim kalktı.

Şimdi bu araştırma da...

“Kadınların sevdiği erkek tipi araştırması!”

Konuya bak!

Bu hiç değişmez ki! Neyini araştırıyorsun?

Araştırırsan böyle abuk sabuk sonuçlar çıkarırsın:

İngiltere’de (yine!) yapılan bir araştırlmaya göre kadınlar metroseksüel erkeklerden çok; bira göbekli, tıraş olmayan erkekleri seviyormuş.

Yok artık!

Daha neler...

Bira göbekli ha?

Yani hem göbeği var hem de bira içiyor!

Tam tipimiz gerçekten!

Hatta geğire geğire yatağa girsin, üstüne bir işe de yaramasın, en sevdiğimiz tip!

Kadınlara, göğsündeki kılları tıraş eden, alışverişe çıkıp saatlerce ne alacaklarına karar veremeyen, kozmetik malzemelerini ezbere bilen, parfümünün markasına bağımlı yaşayan erkekler itici geliyormuş.

Hayır.

İşin aslı bu değil.

Kadınlar manyak mı ki, bakımsız erkek sevsin?

İşin aslını ben size söyleyeyim.

Kadınlar kendilerini yakışıklı bulan erkeklerden hoşlanmaz.

Hatta adam gerçekten yakışıklı olsa bile!

Yani hayatının birinci önceliğini güzellik üzerine kuranları...

Zaten onlar iyi sevişemezler de...

Sürekli aynaya bakarlar ama kendi yansımalarına... Karnını içine çeke

çeke....

Ne kadar mükemmel göründüğüne...

Bu arada sen ne durumdasın, neye ihtiyacın var, önemli değildir.

Ne var? Farkında bile değildir.

Dana!

Sözlerime bir özdeyişle son vermek istiyorum:

Çirkin erkek yoktur, bakımsız erkek vardır.

Başka?

Çirkin erkek yoktur, az votka vardır

Çirkin erkek yoktur, fakir erkek vardır.

Çirkin erkek yoktur, küçük ... vardır.

Çirkin erkek yoktur, cimri erkek vardır.

Çirkin erkek yoktur, evli erkek vardır.

Çirkin erkek yoktur, slipli erkek vardır.

Var mı artıran?

Yazının devamı...

O fotoğraf...

Çoğunlukla müzik...

Penceremden evime izinsiz sızan bir melodi; eskilerden bir günü hatırlatan...

Ya da taammüden dinlediğim, o an bana iyi geleceğini bildiğim bir CD...

Yabancı bir yerde keşfettiğim ve herkesten kıskandığım yepyeni bir şarkı...

Bazen bir sözcük...

Çok iyi tanıdığım birinden sıcacık bir söz...

Hiç tanımadığım birinden adrenalinimi yükselten, beni heyecanlandıran bir cümle...

O ana kadar bir türlü ifade edemediğim duygunun karşılığı olan bir kelime...

Bazen bir bakış...

Kalabalıklar, tartışmalar arasında aniden birbirini bulup onaylayan iki çift göz...

Son noktayı koyan ya da nefis bir başlangıca neden olan bir göz atış...

Bütün günümü değiştirir..

Bir müzik, bir kelime, bir bakış o günümü belirler...

O gün ona göre yaşarım.

Bende bıraktığı ruh haline göre...

Bazen de bu bir fotoğraf olur.

Tıpkı dün bizim gazetenin tepesindeki Jack Nicholson’ın fotoğrafı gibi...

Denizin içinde ağzında sigara, umurunda mı dünya!

“Ohhh be!” dedim...

Oh!

Keyfe bak!

Ama o fotoğraf bu kadarla bitmiyordu benim için.

Başka duygular da vardı ya da ben buldum onları, bilmiyorum...

Güzel yaşamayı mı gördüm, ne?

Güzel...

Dünyadaki bütün kötülüklerden uzak ...

Bütün hesaplaşmalardan arınmış...

Affetmiş, barışmış...

Din, dil, ırk ayrımının olmadığı bir denizde kasvetten uzak bir hayat, bir adam...

Türk müdür, Kürt müdür, Müslüman mı, Katolik midir?

İnsandır insan...

Sadece insan!

Bu dünyadan keyif alan bir insan...

Sonra internetten o fotoğrafın devamına baktım...

Bir kadınla sirtaki yaparken, teknede kızlarla dolaşırken, gülerken...

Ben de güldüm...

Neşesi, hayattan tat alışı bana da geçti.

Çok keyiflendim, çok.

O fotoğraf bugün bana umut verdi, neşe verdi, yaşam sevinci verdi...

Sonra Aylin’i gördüm...

Her günkü gibi bana bakıyordu...

100. günüydü...

100 gündür cezaevinde yatıyor.

Annesi, “Yavrum suçsuz yere hapiste, yüreğim yanıyor” diyor.

O öyle deyince benim içim cız ediyor.

Yine hiçbir şey içime sinmiyor...

Şimdi ne mi yapıyorum?

Bir Jack Nicholson’ın fotoğrafına, bir Aylin’in fotoğrafına bakıyorum...

Başım dönüyor...

Yazının devamı...

Bunlar da başka tür

Hep hatırlatırım ya derviş, “Çeşit çeşit kullarını...” demiş, bu da ayrı bir tür...

Şimdi anlatacağım erkekler...

Zaten kaç gündür aldatma falan içim sıkıldı, gerçekten de konunun ilginç boyutu kalmadı artık!

Ha, belki siz benden bugün, üç kadını birden aldatan erkeğin başına gelenleri yazmamı beklerdiniz... Hani üç kadın bir olup adamdan intikam almışlar ya...

Adamın şeyini göbeğine yapıştırmışlar...

Ne tuhaf!

Tuhaf olan yapıştırma olayı değil!

bile şaşırtmadı beni; bu tuhaf...

Haberi okuyunca ilk aklıma gelen ne oldu biliyor musunuz?

Hiiç öyle, “Oh olsun!”, “Yakışır...”, “Hak etmiş” gibi şeyler değil.

Söyleyeyim mi?

İlk aklıma geleni...

“Tut şeyi yapıştır duvara” lafı...

Böyle bir durumda ortaya çıkmış herhalde diye düşündüm.

Evet.

Ne yapayım, aklıma bu geldi.

Anlayacağınız aldatma konusuna bugün o derece duyarsızım. Yani bugün aldatsam veya aldatılsam umurumda olmaz! Heh heh hee...

Havadan mıdır nedir? Merkür’ün durumudur belki de! Onun için bugün başka bir türden bahsedeceğim...

Karısının yanında değişen erkeklerden...

İş arkadaşındır, bir yerlerde çok sık rastladığın bir adamdır veya ne bileyim onu hep single görüp konuşmuşsundur...

Yanında veya etrafında karısı olmadan... Çok esprili, konuşkan, tatlı, sıcak biridir...

Genellikle hiperaktif tiplerdir...

Bir de biraz terbiyesiz.

Terbiyesiz dediysem açık saçık fıkraları severler; gerçi kim sevmez ki, tamam bu olmadı... Buldum, açık saçık fıkra anlatmayı severler.

Neşelidir ve keyiflidir bunlar.

Yalnızken tabii...

Günün birinde ya bir toplantıda, bir partide veya tesadüfen bir lokantada falan ona rastlarsın.

A-a!

O adam gitmiş yerine bambaşka bir adam gelmiştir sanki!

Soğuk, ciddi bir adam...

Sanki seni tanımıyor ya da sadece merhabanız varmış gibi davranır.

Önce mümkün olduğu kadar görmezlikten gelir.

Seni gördüğü yerde yengeç gibi yandan yandan kaçar.

Artık kaçacak yeri kalmadıysa gayet mesafeli bir “Merhaba” der. Genellikle eşini tanıştırmaz.

Sen bakakalırsın.

“Bu ne be?” diyerekten...

Durup dururken kendini kötü, gizli-saklı bir şey yapmış gibi hissedersin.

Aklından bir sürü küfürlü düşünce geçer.

“Salak! Nedir yani? Sanki dün gece seviştik de bugün karşılaştık!”

“Dana! Kimsin len sen?”

“Şeytan diyor ki, git...”

Yapacaksın aslında...

Orada şeytana uyacaksın!

Gidip yanına, “Ne o? Hiç tanımıyormuş gibi davranıyorsun?” deyip sonra da eşine dönüp,

“Hanımefendi, bu adam bizim arkadaşımız ama sadece arkadaşımız şimdi böyle sizin yanınızda tuhaf davranıyor” diyeceksin.

Ama diyemezsin işte!

Sonra zaman zaman aklına gelir, “Demek ki dana aslında aklından neler geçiriyorsa suçluluk duygusundan böyle yapıyor” diye düşünürsün.

“Buna bir daha hiç selam bile vermeyeyim” dersin.

Ama en iyi ihtimalle bir dahaki görüşünde, “Neydi o len? Karının yanında o haller?” deyip geçersin...

Evet, belki de karısı yüzündendir.

Onu bu hale getiren odur.

Peki kadını o hale kim getirmiştir?

Ne fark eder ki?

Bence bunlar boşansınlar...

Zamanı gelmiş!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.