Hem de sabahın beşinde... Sinsice...
Sabah gazetede önce o güzel yüzlü kızı gördüm.
Ağlıyordu...
Yüzünde anlatamayacağım kadar derin bir ifade vardı.
Hüzün mü desem, çaresizlik mi?
Belki de ikisi birden...
Arkada yerle bir edilmiş okulundan geride kalan yıkıntılar...
Kim bilir hangi anıların üzerini kapattılar...
Oradan mezun olmuş,
İsmi Bilge’ymiş. “Yıktıklarına inanamıyorum” demiş.
İnanamamış.
Ben de inanamadım.
Kimse inanamadı...
Daha doğrusu inanmak istemedik.
İstemedik çünkü o resimde belki kendi okulumuzu gördük.
Kendi anılarımızı...
Kendi...
Hani bazı yerler vardır, önemlidir ya...
İlk evin, evlendiğin yer, doğduğun yer, ilk iş yerin, ilk buluşma noktan, ilk...
Okulun da bunlardan biridir...
Küçüklüğümüzden yavaş yavaş sıyrılıp gençliğe attığımız ilk adımları...
İşte tam da o arada yaşadıklarımızı...
İlk aşkımız, ilk kavgamız, ilk arkadaşlığımız...
Daha onlarca ilk...
Sonra gitmesek de, görmesek de, bizim olan...
Hep çınlayan koridorlarında ilk iniş-çıkışlarımızı bıraktığımız...
Bıraktığımız yerde de durduğunu sandığımız okul,
Yıkılmış...
Yerle bir edilmiş....
Sabahın beşinde, sinsice...
Ne bileyim, kendi okulum aklıma geldi herhalde...
Arada bir önünden geçtiğimde durup bahçesinde oynayan çocuklara bakarım...
Dalarım...
Ben de böyleydim, onlar da benim gibi olacaklar diye...
Ama o ara...
Ama ne ara...
Kim bilir hangisi, neler yaşayacak diye aklımdan geçiririm.
O fotoğrafı görünce ilk aklıma gelen bunlardı...
Bilge’nin ağlayan o güzel yüzünde ben bunları gördüm.
Çaresizliğini paylaştım.
Kendi okulunun bahçesine benim gibi bakamayacağı için üzüldüm.
Sonra...
Sonrası biraz daha fena...
Hâlâ orada okuyan çocukları düşündüm. Bir ay sonra okulları açılacak.
Hatırlasanıza, çoktan özlemişlerdir bile...
Şimdi de orayı yıkmaya karar verenler aklıma geldi.
Orada okuyan 450 çocuk gibi ben de aynı soruyu sordum:
“Neden?”
Hem de sabahın 5’inde...
Sinsice...
İşte orada da başka bir duyguyu buldum.
Hınç!
Üzerime alındım!
Bana hınçlılar gibi geldi.
Tıpkı iyi şeyler yapmaya çalışan, iyi insanlara yapılan haksızlıkları duyduğum zamanlardaki gibi...
Sahiplendim.
Bir şeyler söylemek, bir şeyler yapmak istedim.
Kızdım, üzüldüm...
Bu hıncın sebebini aradım.
Buldum da...
Biliyordum zaten...
“Az kaldı” diyorum, “az kaldı.”
Sabır.
Hınç değil mi bu?
Değilse neden yıksınlar ki?
Hem de sabahın beşinde...
Sinsice...