Esmeralda’yı gören iflah olmaz
Artık ben de Notre Dame de Paris’i izlemiş bir faniyim. Benden iflah olmamı beklemeyin. Kulaklarımda insan ruhunun en karanlık köşelerine dek sızan ve onu günışığı ile tanıştıran Belle’in ezgileri. Az önce bir kez daha dinledim ve emin olun en tutkulu takıntılarımla tekrar tekrar dinleyeceğim. Dediğim gibi ben artık iflah olmam.
Evet, Victor Hugo gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri, “Notre Dame’ın Kamburu” da dünya roman sanatı ve düşünce hayatının kilometre taşlarından... O yüzden bu romanın en kötü uyarlaması bile insanın içini sızlatır ama bir roman bu kadar mı olağanüstü uyarlanır? Bundan kastım sadece romanın matematiğinin sahneye en doğru şekilde aktarılmış olması değil. Beni asıl şaşırtan ve kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına neden olan romanın ruhunu, Hugo’nun bazen iki kelime arasına sakladığı insanın kalbine değen kağıt kesiği acıları aktarabilmiş olmasıydı.
Hayatı boyunca gizlenerek yaşayan ve ona sadece yaşama olanağı sunduğu için Papaz’a bir köpek gibi sadık olan çirkin Quasimodo’nun bir “güzel”in ona su vermesiyle ortaya çıkan duyguları, hayatını tanrıya adayan Papaz’ın günah olarak gördüğü aşka tutulması, mesleğini, varoluşunu reddedip “şeytanına” teslim oluşu, müstakbel karısını sevmesine rağmen tutkusu karşısında esir düşen asker üzerinden “klasik erkek” yapısı ve bir şairin iflah olmaz iyimserliği ve romantizmi sahnede dans edip şarkı söylüyordu. Hiçbir kelime eksik ya da fazla değildi. Danslar yasaklarla baskılanmaya çalışılan insan bedeninin isyanıydı.
Ve tüm bunlar sahnenin sadece önüydü... Bir de gölgeler vardı. Bu gölgelerde, yeni bin yılın (19’uncu yüzyıl) heyecanı, Çingeneler üzerinden anlatılan mülteci sorunu, Martin Luther King ile başlayan mezhep çatışmaları, Hıristiyanlık’ın kendi içinde yaşadığı çatışmalar ve elbette Engizisyon’un baskıcı yönetimi karşısında inim inim inleyen insan ruhu...
Engisizyon altında inleyen toplumun acıları Papaz’ın, kamburun, askerin kontrol edemeği tutkularının verdiği azap olarak karşımıza çıkıyordu?
Bedenen ve ruhen hiçbir tabu bilmeyen Esmeralda ise insanları en büyük günaha “özgürlüğe” çağırıyordu. Bu özgürlük ise kaynağını kilise ve kurumların şekillendiremediği saf bir masumiyetten alan vicdan ve şefkatten başka bir şey değildi. Bu yüzden de gerek roman gerekse de müzikal boyunca evsiz ve kimsesizlerin “yuva” umudu Notre Dame Katedrali’dir. Çünkü bu katedral bir kadının adını taşır; “Meryem Ana”nın.
Dans ve müzikleri başlı başına birer sanat eseri olan ve bir Victor Hugo romanın her bir katmanını, fikrini, kahramanını, psikanalizini eksiltip çoğaltmadan sahneye taşıyan “Notre Dame de Paris”i izleyen biri olarak, o yüzden artık azına razı olmam.
Not: Esmeralda’ya kim mi daha çok aşıktı. Elbette Papaz!