Bir trafik kazası ve bir büyük yazarın dramı
.
Adım sanım unutulmuş gibi hissediyordum kendimi” diyor koskoca Adalet Ağaoğlu. Çünkü 18 yıl önce geçirdiği trafik kazasından (*) bu yana hiç roman yazmamıştı. Günlüklerini yayımlamış, denemeler kaleme almış, röportajlar, makaleler yayımlamış ama roman yazmamıştı. Meğer yazamamış...
Yazarlık mesleği ile yakından tanışmamış olanlar bilmez, bilemez. Yazarlık çok ama çok yorucu bir iştir. Sadece beynen, ruhen yıpratmaz yazarı, bedenen de yıpratır, yorar. Kondüsyonunuzun, beden gücünüzün yüksek olması gerek. Çünkü yazmak demek, yüksek bir konsantrasyonla saatlerce bir masa başında oturmak demektir. Hatta Virginia Woolf gibi 19’uncu yüzyılın önde gelen yazarları romanlarını ayakta durarak bir kürsüde yazardı. Çünkü o zamanlar, bugünkü gibi dünya gece-gündüz ışıl ışıl değildi. Gecenin karanlığını en fazla çıplak bir lamba aydınlatır, sokaklardan araba ya da müzik sesleri gelmezdi. Yazarlar da uyumamak, yazıdan kopmamak için ayakta kalarak yazarlardı. İşte Adalet Ağaolu tam 18 yıl boyunca romanlarını yazacak olan bu güçten ve konsantrasyondan mahrum kalmış. İki yıl hastanede yatmış, çıktığında ise onu eşine bağımlı bir hayat bekliyormuş. Oysa diyor; “Ben romanlarımı yazarken yurt dışına giderdim, çünkü önümden kedi bile geçsin istemem. Ayrıca romanlarımı yürüyerek tasarlardım ama şimdi zar zor yürüyorum. 18 saat aralıksız yazardım şimdi masada 3 saat zor oturabiliyorum.”
Bu nedenle bu 18 yıl boyunca bilgisayar kullanmayı da öğrenmek için hep düz yazılara yönelmiş. Ama bir romancı olarak, hem de Türk edebiyatının kilometre taşı romancılarından biri olarak, içerlemiş. Hatta “çıldırma noktasına gelmiştim, adım sanım unutulmuş gibi hissediyordum” diyor. Ama yine de “yeni romanım ‘Dert Dinleme Uzmanı’ çıktığı için heyecandan öte bir şey hissediyorum. Sanki yeni romanı çıkan genç kız gibiyim.”
(*) Yazar Sarıyer sahilinde bir bankta otururken kendisine bir araba çarpmıştı.
Şifre ve sembollere ilgiliyseniz...
Yazar Burak Eldem'in mitoloji ve dinler tarihi üzerine verdiği seminerler hakkında hep güzel ve övgü dolu sözler duyuyor, ancak bir türlü dinleme fırsatı bulamıyordum. Neyse ki, geçenlerde Eldem'in "Melekler, Şeytanlar, Periler ve Elf'ler" başlıklı seminerinin bir dersini yakaladım ve çok keyif aldım. "Annen bir melekti yavrum" sözünün ardındaki upuzun dinler tarihini öyle keyifli anlatıyor ki bir an bile sıkılmıyor ama en önemlisi onlarca kitabı okuyarak ancak edinebileceğiniz şahane bilgilere iki saat içinde erişiyorsunuz. Mesela "şeytan" kavramının Hırıstiyanlık'a kadar olmadığı, Musevilikte "satan" kelimesinin "rakip" anlamına geldiği gibi. Meleklerin sarışın, beyaz tenli, lüle saçlı cinsiyetsiz varlıklar oluşu, dört baş melekten Mikail'in bazı görevlerini zamanla İsrafil'e devrettiğini ve dinler tarihindeki en büyük fikir ayrılığının Adem'e secde etmeyen Şeytan'ın bu davranışının yorumlanmasıyla başladığı gibi... Burak Eldem'in iki saat içinde anlattıklarını size burada aktarmak imkansız, ancak Dan Brown'un romanlarına sık sık konu ettiği semboller, şifreler ilginizi çekiyorsa bence semimerlerini kaçırmayın. (İrtibat ve detaylı bilgi için: www.burakeldem.com)