Şampiy10
Magazin
Gündem

Somalı çocuklar anne bağımlısı oldu

Soma faciasında acıyı en çok yetim kalanlar yaşıyor. Çocukların en az travmayla hayatlarına devam etmeleri için terapiler düzenliyor. Somalı çocuklara destek veren psikolog Mehmet Teber ile çocukların psikolojik durumunu konuştum.

GEÇTİĞİMİZ hafta, Soma’da çocuklarla çalışan bir grup terapist ve pedagogtan söz etmiştim. Felaketin, 52’sini de çıkardığımız bu zor süreç artık yaraları sarmak için yeni dönemeçler almak zorunda... En önemli virajda, bu faciada bir sabah evden uğurladıkları, ama bir daha hiç göremedikleri babalarını kaybeden madencilerin çocukları var. “Yeryüzü Doktorları” önderliğinde, faciayı yaşayan çocuklarımızın en az travmayla hayatlarına devam etmeleri için çalışan ekip, ilk etabı tamamlayıp İstanbul’a döndükten sonra Klinik Psikolog ve Pedagog Mehmet Teber ile görüştüm. Gelin, çocukların yaşadıkları psikolojik sorunları ve ekibin uyguladığı “oyun terapi” yöntemini öğrenelim:


Proje nasıl oluştu, kimler destek veriyor?

Yeryüzü Doktorları ve Pedagoji Derneği, Van Depremi’nden sonra birlikte Van çocuklarına yönelik bir çalışma yapmıştı. Soma’da kaza olunca hemen akıllara oraya gidip orada terapi çalışması yapma fikri geldi. Bunun için oyun terapi odalarının kurulması gerekiyordu orada. THY’den gönüllü bir ekip işin finansmanını üstlendi ve projenin tohumları böyle atıldı. Hemen kaza sonrasında gitmek istemedik. İnsanların yasını yaşamasını, oradaki hengamenin son bulmasını, okulların kapanmasını istedik. Çocuklara eş zamanlı bir çok çalışma yapılması doğru olmayacaktı. THY ekibinin geniş gönlü, Yeryüzü Doktorları’nın saha tecrübesi, Pedagoji Derneği’nin pedagog/oyun terapisti desteği ile proje gerçekleşmiş oldu.

Her çocuğa birebir oyun terapisi düzenledi

Projenin sürdürülebilirliği ve hedefi nedir? Kaç ay, kaç çocukla çalışma planlanıyor?


Projenin ilk etabında 18 çocuğa ulaştık. 301 şehidimizin 18 yaş altında toplam 432 yetim çocuğu var. Bizim hedef kitlemiz ise 2-12 yaş arası çocuklar. Yani ulaşacak daha çok çocuk var. Ancak önümüzde zorluklar da var. Kimi aileler taşınmış durumda, çocukları her gün terapiye getirmek aileler için zor olabiliyor, terapi merkezi bir yere kurduğunuzda diğer ailelere uzak olabiliyor. Bu nedenle çok iyi planlama yapıp yola çıkmak gerekiyor.

Projenin ilk etabı bitti. Ama ulaşılması gereken çocuk çok fazla. Peki ya bundan sonra?

Şimdi ikinci etabı için çalışmalar yapıyoruz. İkinci etapta da yine iki uzmanla gidip 10 günlük bir çalışma yaparsak 18 çocuğa daha ulaşmış oluruz. Bu şekilde etap ilerleyebiliriz. Ramazan ayında olmamız, yaz tatilinin gelmiş olması gibi faktörleri de hesaba katarak hareket ediyoruz. Ulaşamadığımız çocuklara yönelik ise “terapötik oyuncak seti” dağıttık. Bu sette baret, maden sahası, madenci, kömür yerine geçecek siyah hamur, resim defteri, boya gibi malzemeler var. Hedef çocuğun içinde yaşadığı duyguları bu oyuncaklarla dışarı çıkarması.

Çocuklarla ne gibi çalışmalar yapılıyor?

Çocuklara yapılan çalışma birebir terapi çalışması. Her bir çocuk altı seanslık birebir terapiye alınıyor. Terapi, oyun terapisi. Çünkü çocuklarla konuşma merkezli, oturmaya dayalı bir terapi yapmak çok zor. Oyuncaklar onların kelimeleri, oyun ortamı ise kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir ortam. Her bir uzman günlük dokuz görüşme alıyor. Bu çocuklarla 40 dakikalık oyun terapisi uyguluyor. Aynı çocuk altı gün boyunca terapiye devam ediyor. Uyguladığımız “Çocuk merkezli oyun terapisi”, temelleri Virginia Axline bir yöntem. İki çocuğa yaşları büyük olduğu için çocuk merkezli oyun terapisi yerine, kukla terapisi ve sanat terapisi uygulandı. Her çocuk günde bir kere 40 dakikalık terapiye alındı. Yedi gün içinde 18 çocuğa toplamda 108 seans oyun terapisi uygulandı. Bazı çocuklar yaşanan yası inkar ederken, bazılarında da içe kapanma görüldü. Çocuklarda tırnak yeme, alt ıslatma, kaka kaçırma gibi semptomlara rastlandı.

Ayrılık anksiyetesi en belirgin tepki

En çok rastlanan şikayetler, sorunlar neler?

Bizim çalıştığımız 18 çocuğu düşünürsek genel olarak 5 yaş altı çocukların annelerine aşırı bağlandıklarını gözlemledik. Hatta bu bir yapışma şeklindeydi. Babaları “İşe gidiyorum” diye gitmiş gelmemişti. Çocuklar da “Ya annemiz de böyle gider gelmezse” kaygısı vardı. Bu nedenle tuvalete bile gitmelerine izin vermiyorlardı. Ciddi ayrılık anksiyetesi gösteriyorlardı. Büyük erkek çocukları geneldeolay olmamış gibi davranıyorlar, konuyu hiç açmıyorlar, hiç babalarını sormuyorlardı. Bazı çocuklar içe kapanma, dünyaya küsme gibi depresif belirtiler gösteriyordu. Bir çok çocuk ise hırçınlaşmış, uyumsuz, akdi davranmaya başlamıştı. Sürekli ölümden, babasından bahseden, sürekli konuyu oraya getirip duran çocuklarımız da vardı. Bu sürede çocukların yaş durumuna farklı tepkiler verdiği görüldü.

Yazının devamı...

Askerden döndü Instagram’da işini kurdu!

Şu sanal alem bir başka alem. Sosyal medyayı ise diğer mecralara bakarak anlamaya çalışmak büyük yanılgı! Hele ki bu sanal medyanın fenomenleriyle, televizyon dünyasının ünlülerini karıştırmak daha da büyük hata! Hayatını Instagram’a endeksleyen ve 828 bin takipçisi ile bir fenomen olan Sezgin Yılmaz ile fotoğrafın sanal dünyasını konuştum.

Instagram’ın fenomenleriyle ilgili akademik çalışma yapıyorum. Yüksek lisans tezim için yaptığım araştırmanın konusu; bugüne kadar hiç tanımadığımız ama bugün Instagram’da büyük hayran kitlesi olan ünlüler. Hiç bilinmeyen kişilerin çılgınca takip edilip, bu sayede de para kazanıyor olması ise gerçekten merak konusu bana göre. Benim araştırmaya başlamama da bu merakım sebep oldu zaten. Kendim de sıkı bir Instagram takipçisi olduğum için, pek çok fenomenle görüşme şansım oluyor. Bir Mustafa Seven hayranı olarak, bu ünlü fotoğrafçı, muhabir ve Instagram fenomeniyle yaptığım söyleşiyi daha önce paylaşmıştım. Kendisinin yürüttüğü ve ülkemizi dünya çapında tanıtmayı amaçlayan #comeseeturkey projesi sırasında ise dünyanın dört bir tarafından Instagram fenomenleriyle tanıştım. Ama itiraf edeyim kimse Sezgin Yılmaz kadar ilginç değildi. Gördüğü her mekâna, ışığa, ana “like” gözüyle bakan, daha önce hiçbir işte çalışmamış ve hayatını Instagram’a endeksleyerek inanılmaz bir rüyayı gerçekleştiren bu genç adamı siz de yakından tanıyım istedim: Karşınızda @sezyilmaz...

Öncelikle, sen kimsin?

Ben Sezgin Yılmaz. 1983 İstanbul doğumluyum. Yeditepe Üniversitesi Görsel Tasarım bölümünde okudum. 7 yılda üniversiteyi bitirdiğim için hemen askere gittim ve 2010 yılında döndüm.



Askerden dönünce her klasik Türk vatandaşı gibi işe girmeyi düşünmedin mi?

Kısa bir süre babamla çalışmayı denedim. Baktım olmuyor, 9-5 mesai de bana ters... Benim bitirdiğim bölümdeki arkadaşların hepsi ajanslarda filan çalışıyor. Çok sıkılıyorlar ve kuş kadar para alıp, gece birlere kadar işten çıkamıyorlar. Ben bunu istemedim. Ama aklım sosyal medya ve internet üzerinden bağımsız bir iş yapmakta kaldı. O sırada Instagram’ı farkettim. Yükledim, ama önceleri filtre programı sandım. Bir süre sonra kavradım.

GERÇEK INSTAGRAMCI BENİM

Kavrayınca nasıl bir şimşek çaktı beyninde de kimsenin yapamadığını yaptın? Ne düşündün?


Valla Instagram’a girdiğimde ilk Mustafa Seven’i buldum. En yüksek takipçili ve en popüler olan oydu. “Ben bu adamı geçerim” dedim ve 100 bin geçtim.

İnsan nasıl Instagram’a girdiği ilk gün bakıp da Mustafa Seven’i kendine hedef olarak seçer. Aşık atmak ne tür bir cesarettir?

Bak, benim bugün çok yakın arkadaşım Mustafa ve birlikte Instagram üzerinden projeler yapıyoruz. Ona da söylüyorum: Asıl Instagramcı olan benim. O sanatçı. O fotoğrafçı. Aynı zamanda mesleğiyle, fotoğraflarıyla Instagram’ı kullanan bir fenomen. Ben Instagramcı’yım. Onun kuralları, algoritması dışındaki şeyler beni ilgilendirmiyor. Ben sanat için değil takipçiler beğensin diye fotoğraf çekiyorum.

Neyle çekiyorsun fotoğraflarını?

Al sana bir iddialı durum daha: Çoğunlukla cep telefonuyla çekiyorum. (Elindeki iPhone’u sallayarak) Dünyada Instagram’ı kullanan tüm fotoğrafçılara bu elimdekiyle meydan okuyorum. Onlar, çift makine full ekipmanla çekip, bilgisayar üzerinden düzenleyip, bir fotoğraf koymak için saatlerce uğraşırken, ben telefonumla çekip anında paylaşıyorum. Olay budur! Instagram, en iyi fotoğrafı önemli kılan bir mecra değil. O dediğin sergide olur. Önemli olan Instagram’ı doğru kullanmak!

Nedir senin marifetin? 830 bin takipçin var? 30-40 bin “like” alıyor fotoğrafların?

Ben Türkiye’de bu işin ilk algoritmasını çözen adamım. Çok inceledim, yabancıların hareketlerini takip ettim ve 1,5 yıl boyunca doğru düzgün uyumadan deneme-yanılma yoluyla bu mecranın matematiğini çözdüm. 3 saatte bir fotoğraf koyacaksın, deli gibi insanları “like”layacaksın. Önceden hashtagler önemliydi, ama artık çok işe yaramıyor çünkü kullanıcı çoğaldı ve koyduğunuz fotoğraf etiketlediğiniz sayfadan hemen geçip gidiyor. Popüler sayfaya girmek önemliydi. Bunun için de kısa zamanda çok beğeni almak gerekiyordu, ama Instagram şimdi bunu da değiştirdi. Benim sırrım, insanlara görmek istediği kompozisyonu vermek. Fotoğrafa baktığında “aaah” diye iç geçireceği anlar paylaşmak. Bir de koyacağın saat önemli. Sadece Türkiye’yi düşünmek olmaz. Örneğin, akşam üstü herkes çay fotoğrafı paylaşırken ben kahve fotosu paylaşırım. O sırada Amerika’da sabah ve adamların kahve içtiğini hesaplarım. Hissettiğimi çekerim. Görsel tasarım okumamın da faydası var. Akşam 20-24 arası çok önemli. Sabah 07’ye kadar da dünyanın uzak köşelerindeki insanların beğenisini düşünerek fotoğraf paylaşacaksın.

Baktığım her şeyi “like” olarak görüyorum ve para kazanıyorum

Takipçi satın aldın mı doğru söyle?

Asla! Hiç işe yaramaz! Yalan işe yaramaz. İnsanlar hemen anlar. Samimiyet önemli!

Askerden döndün ve işsizdin, sonra?

Tabii, babam ve tüm aile “e hadi artık işin gücün olsun” diye bastırmaya başladı. Bir tek annem inandı bana. Ona dedim ki “ben çalışmak istemiyorum. Instagram diye bir şey var, çok büyüyecek ve ben orda tutunup para kazanmak istiyorum. Bana inan.”

Peki ailenin diğer fertleri?

Kimse inanmadı. Herkes dalga geçti. Ama inat ettim ve başardım.

Ama sahiden akla yakın değilmiş hayalin. Peki şimdi?

Ben hesabımı kitabımı iyi yaparım. Daha yeni ailemin yanından ayrıldım kendime ait bir eve taşındım. Ayağımı yorganıma göre uzatırım. Bu ay çok kazandım diye savurmam. Bir sonraki ay ne kazanırım bilmiyorum çünkü?

Peki nasıl para kazanıyorsun?

Instagram’da 300 bin takipçiyi geçtiğimde, ajansta çalışan bir arkadaşım müşterilerinden birinin Instagram’ı da reklam aracı olarak kullanmak istediğini söyledi. Ben de proje ürettim. Sayfamda onların ürünlerini takipçinin gözüne sokmadan kullanarak çektiğim fotoğrafları paylaştım. Beğenildi. İlk paramı kazanmış oldum.

Şimdi durum nasıl?

Bak, gece dahil 3 saatte bir alarmım kurulu. Hiç aksatmam. Takip ettiklerimi hemen beğenirim. Sosyalleşmeden beğenilmek diye bir şey yok. Gizli reklam denilen tarz, kendi sevdiğim fotoğrafların içine yedirerek yerleştiriyorum ürünleri. Karşılığında fotoğraf ve proje başı para kazanıyorum. Dijital ajans kurma çalışmaları yapıyorum. Reklamın geleceği orda. Ben baktığım her yerde “like” görüyorum. Ben, Instagram’la yaşıyorum. Bu işin çılgınlığı; beğenilmek. Daha fazlasını istiyorum. Yapıcam, göreceksin. Bu artık hayal değil...

Yazının devamı...

Bebek deyip geçme sonra üzülme

Bebekli annelerin dikkatine: Bebeklerin ilk 3 ve 6 aylık dönemlerinde işitme ve görme problemleri saptandığında, bugün rahatlıkla tedavi edilebiliyor. Ama çocuk 3 yaşına geldiğinde bu sorunlar çocukta bir “engel” olarak kalabiliyor. Ama kolay kolay hiç birimiz 6 aylık bebeği göz testine, 3 aylık bebeği işitme testine götürmüyoruz. Henüz çok küçük olduğunu düşünürken maalesef geç kalabiliyoruz. İtiraf edeyim ben de kızımı götürmemiştim. Zaten, 10 yıl öncesine kadar çocuklar için okula başlarken göz muayenesi tavsiye ediliyordu. İşitme testi ise ancak çocukta bir problem görüldüğü zaman... Ve o saatten sonra zaten bebekteki problem kalıcı hale gelmiş oluyordu. Bugün ise tıbbın kalbi, erken teşhisle atıyor. Örneğin, 6 aylık bir bebekte saptanan “Glokom“ yani halk arasındaki deyişle göz tansiyonu, damla ile tedavi edilebilirken, çocuk 2-3 yaşına geldikten sonra çok ciddi hasarlara neden olup, hayatı boyunca peşini bırakmayacak bir görme problemi olarak kalabiliyor. Aynı şekilde, 3 aylık bir bebekte saptanan işitme engeli, cihaz ya da implant kullanımıyla çocukta engel olmaktan çıkıyor. Ama çocuk büyüdükten sonra, işitme engeline bağlı olarak konuşamama sorunu ortaya çıktığında, süreci başa döndürmek çok daha zor oluyor. Korkmayın! Bu testler bebeğinizin canını acıtacak şeyler değil. İşitme testleri, doğar doğmaz sağlık kurumlarında yapılıyor ama muhakkak tekrarlanması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan ’Ulusal Yeni Doğan İşitme Taraması Programı’ kapsamında bebeklerinize ücretsiz olarak yaptırabileceğiniz bu testlerde bir problem saptanırsa, üniversite hastanesine sevkinizi isteyin. Unutmayın, bebekler, binde üç oranında işitme engeliyle doğuyor! Bu durumda dahi, 3 aylık bebeklere tanı konulup, 6 aylıkken de işitme cihazıyla tedaviye başlanabiliyor. İşitme cihazıyla yeterli dil gelişimi sağlanamayan bebekler, önce koklear implant yani biyonik kulak programına alınarak ameliyet ediliyor. Eğer gecikilirse ne oluyor? Çocuk, 3-4 yaşına geldiğinde işitme ve konuşma engeliyle karşılaşıyor. Bebekken biyonik kulak yapılan bebekler ise yaşamına sorunsuz devam ediyor.

İşitme cihazları tam karşılanmıyor

Koklear İmplant ameliyatı masraflı ama devlet tarafından karşılanıyor. Ama tek kulak için. İleri derecede işitme engeli olduğu halde diğer kulağa implant uygulanmadığında ne yazık ki hem işitme tam randımanlı olmuyor hem de hastada denge bozukluğu gibi sorunlar oluşuyor. Şu günlerde change.org aracılığıyla, Bilateral implantın yani iki taraflı ameliyatın hem çocuk hem yetişkinler için SGK tarafından karşılanmasını talep eden bir imza kampanyası başlatıldı. Destek vermek isteyenlere duyurulur.

Ne yazık ki ülkemizde işitme cihazları bile devlet tarafından tam olarak karşılanmıyor. Bir zamanlar karşılanıyormuş ama suistimal edenler olunca vazgeçilmiş. Yani dolandırıcılarla savaşmak yerine, pek çok hasta mağdur ediliyor. Annemden biliyorum; bir yıl önce işitme cihazı kullanması gerektiğinde devletten 490 lira aldı. Ama ne yazık ki o fiyata uyduruk bile olsa bir işitme cihazı bulabilmek mümkün olmadı. Üstüne üstlük bir de geçen yıl en ucuzu 900 liradan başlayan cihazlar bu yıl yüzde yüz zam alarak 1800 lira oldu. Kaldı ki hastaya uygun cihaz seçimi yapılması gerekiyor. Bu durumda ortalama 2400 lira gibi bir fatura ortaya çıkabiliyor. Uzun lâfın kısası, hele belirli bir yaştan sonra işitme kaybı yaşayanların gözlük alır gibi gidip devletin verdiği kadarıyla bir cihaz alabilmesi söz konusu değil. Üç kağıtçılar devleti suistimal etmesin derken, hastalar suistimal ediliyor. SGK’nın bu duruma artık bir çözüm getirmesi gerekiyor.

Yazının devamı...

Soma çocukları UNUTULMASIN

Soma Faciası... Ne yazık ki ülkemizin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçti. Bu acı unutlacak gibi değil. Ama hayat devam etmek zorunda... İzi, hiçbir zaman silinmeyecek olsa da yaraları sarmak zamanı.

Faciahenüz yaşanıyorken, madende kurtarma çalışmaları sürüyorken, henüz Soma can derdindeyken, kendi adıma bölgeyi ziyaret etmenin, ayakbağı olmaktan öteye geçmeyeceğini söylemiştim. Kimseyi hedef almamıştım bunu söylerken, ama üzerine alınanlar olmuştu elbette. Ve bugün yine sözümün arkasındayım. Kurtarma ekibinden biri ya da sağlık personeli değilseniz, kriz anlarında gölge etmekten öteye geçemezsiniz. Tıpkı kalp krizi geçirmekte olan komşusunun başına toplanan mahalleli misali, afet hallerinde de kalabalık yarar değil zarar getirirancak. Yardımlaşmak güzeldir, ama zamanını beklemek gerekir. Bir yakınımız öldüğünde “kırkı çıksın” diye beklenir. En çok, geride kalanlar için gereklidir bu o 40 gün. Sonra araya zaman girer, el ayak çekilir... İşte o vakit, insan acısıyla yüzleşir. Kesif bir sızı göğsünü ikiye böldüğünde, tutacak bir el arar ararsın. O gün yanında kimler var bir bakar, dostunu o zaman anlarsın. Soma Faciası’nın ve kaybettiklerimizin 40’ı yeni çıktı dahaİşte dostluğu göstermenin vakti şimdi... Soma, talihsizliğine tekedilmemeli...

Yetimlere psikolojik destek veriliyor

NE mutlu ki, güzel yürekli insanlarımız var. İşte size içinizi umutla dolduracak muhteşem bir haber Soma’dan. Tam da “unutulmasın” derken, tam da “el ayak çekilirken”, tam da ihtiyaç varken “Yeryüzü Doktorları” Soma’lı çocuklar için seferber oldu. Pedagoji Derneği işbirliği ile çocuklara yönelik psikoterapik tedavi yapmak üzere Soma’ya giden gönüllü doktor, terapist ve psikologlar, Türk Hava Yolları’nda çalışan gönüllülerin de desteği ile; çocukları acılarıyla baş başa bırakmamak için oyunlar eşliğinde rehabilitasyon çalışmaları yapıyorlar on günden beri. Kaybın yaşandığı ilk günlerden ziyade yasın ikinci ve üçüncü evrelerinin sağlıklı atlatılmasının daha önemli olduğunu belirten terapist ve psikologlar, Soma’da büyük kayıp yaşayan madenci kardeşlerimizin emaneti olan çocukların bu travmatik süreci “en az psikolojik olumsuz etki” ile atlatmalarını amaç edindiler. 10 günlük bir çalışmanın ardından haftasonu Soma’dan ayrılan uzmanlar, olumlu sonuç aldıklarını ve ailelerin çocuklarıyla ilgili bahsettiği pek çok problemin, terapi sonrası azaldığını belirtiyorlar.

18 ÇOCUĞA TERAPİ

Peki, çocuklarla nasıl bir buluşma gerçekleştirmişler Soma’da: Projelerini, gerçekleştirebilmek için Soma Kurtuluş İlkokulu’nu mekan olarak kullanmışlar. 18 çocukla, Sabah 9’dan akşam 19’a kadar süren çalışmalar yapılarak altı terapi seansı gerçekleştirilmiş. Soma’da 432 çocuğun yetim kaldığını düşündüğümüzde bu projenin uzun bir yolculuğun ilk adımı olduğunu söyleyebiliriz. Ama sahiden muhteşem bir adım. Ayrıca daha fazla çocuğu ivedilikle sürece katabilmek için proje kapsamında 100 çocuğa Terapötik Oyuncak Seti de hediye edilmiş. Bu proje beni çok heyecanlandırdı. Soma’daki evlatlarımızı, kukla ve çocuk tiyatrosuyla buluştursak nasıl olur meselâ? Kafamda sadece eğlendirmek için değil, çocuklara derinden iyi gelebileceğini düşündüğüm o kadar çok proje var ki! Bunları en kısa zamanda ayağının tozuyla Soma’dan gelen terapist ve psikologlarla paylaşmalı ve onaylarını alarak iş birliği içinde hareket etmek gerekli. Yangında “önce kadınlar ve çocuklar” kurtarılır ya, Soma’da da önce çocuklara ulaşmaya çalışmak için bu projeye katılan; koordinatör Safa Şimşek, klinik psikolog Fatma Zehra Gelgör, pedagog Mehmet Teber, psikolojik danışman Ayşe Bulduk ve Hatice Kübra Uysal ve şu anda ismini sayamadığım emeği geçen herkese karşı büyük minnet duyuyorum. İyi ki varsınız.

”Yeryüzü Doktorları” kimdir?

- 2000 yılında bir araya gelerek, bugün yeryüzünün neresinde temel tıbbi bakım ve sağlık hizmetlerinden mahrum bir insan (hasta, sakat, felaketzede, mazlum, mağdur) varsa; diline, dinine, ırkına, cinsiyetine bakmaksızın tıbbi yardım ulaştırmaya çalışan, bir grup gönüllü doktor. Yeryüzünde herkesin aynı şans ve imkânlara sahip olmaması ve eşitsizlik karşısında birleşen ve “Yeryüzü Doktorları” çatısı altında toplanarak, çaresizliklerle mücade eden; amaç, misyon, çıkar beklentisi içinde olmadan yardıma koşan merhamet sahibi insanlar. Çalışmalarını tâkip etmek, gönüllü olmak ya yardım kampanyalarına katılmak isteyenler için web adresi: www.yyd.org.tr

Yazının devamı...

İstanbul’a gökyüzünden bakmak

İstanbul’a hiç tepeden baktınız mı? Geçen hafta Instagram ustası Mustafa Seven fotoğraf tutkunları için düzenlenen helikopter turuna katıldım. Şehrin durumuna hem hayran oldum hem de çok kızdım.

BU hafta Mustafa Seven, bu_khaled, ahmet.erdem gibi Instagram’ın dünyaca ünlü fenomenleriyle İstanbul’u havadan fotoğraflama şansı buldum. Aslında helikopterden ödüm kopar. Ama İstanbul’u kuşların gördüğü gibi görmek ve fotoğraflamak çok büyük hayalimdi. Fotoğrafın üstadı, Instagram’ın starı Mustafa Seven arayıp da “gel Galata Kulesi’ni yukardan çekelim” deyince korkumu unutup helikoptere atladım. Açıkçası korkulacak bir şey de yokmuş. Son derece sakin ve konforlu bir geziydi.

ÇEKİME HAZIRLANIN

Fotoğraf meraklıları çekilen birbirinden güzel İstanbul fotoğraflarını @istonair hesabından takip edebilir. Bu arada öğrendiğime göre, Temmuz ayı ortasından itibaren İstanbul’u gökyüzünden seyretmek veye fotoğraflamak isteyenler için turlar başlayacakmış. Helikopteri komple kiralamak gerekmiyormuş. Bazı koltuklarda, fotoğraf makinenizi dışarı çıkarabileceğiniz küçük bir pencere var. Bence kesinlikle o koltukları tercih edin. Duyduğuma göre, fiyatlar kişi başı 65 Euro’dan başlayacakmış. İstanbul aşıkları ve fotoğraf meraklıları için büyük keyif olacağına eminim. Meraklılarına duyurulur.

Kuşbakışı İstanbul

Ne olursa olsun güzel hem de çok güzel. Elbette kaptanımız da bizi en çekici İstanbul manzarasında, gezdirdi. Boğaz, Tarihi Yarımada, Galata Kulesi, Karaköy, Kız Kulesi... Hele Kız Kulesi... Nazlı bir kız gibi denizin ortasında. Bir yandan da ürkütücü Istanbul, böyle yüzleşmek içini ürpertiyor insanın. Hani, “iğne atsan yere düşmez” derler ya, işte ben de helikopterden aşağı bir kürdan bıraksam emin
olun yere düşmezdi. Her yer bina ve ne yazık ki tarihi camilerimiz, havadan bile çirkin yapıların arasında sıkışık görünüyor. İnsan, yukardan, İstanbul’u bir maket gibi görünce, eliyle bir sürü binayı söküp atmak istiyor. İstanbul’a gerçekten de kuşbakışı bir temizlik gerekiyor. Bir yandan da hiç yeşil olmayışı dikkat çekici! Hep söylüyorum, “seyehat ettiğim kentlere bakınca, en büyük eksikliğimiz parklar” diyorum. Ne yazık ki helikopter gezisinde bu acı gerçek net bir şekilde gözümün önündeydi. Halk olarak soluklanıp dinlenebileceğimiz ve kentin nefes alabileceği parklarımız yok bizim. Neyse ki kaptanımız insaflı davrandı da bizi Üçüncü Köprü uğruna katledilen kentin tek ormanlık alanına götürmedi. Herhalde iki göz iki çeşme ağlayarak inerdim gökten, yere. Bizim gibi hunharca yaşadığı yeri paramparça eden evsahiplerine rağmen İstanbul yine de güzel. Hele araya biraz mesafe koyunca, ayıpları görünmez olunca yani kuşlarla beraber bakınca çok daha güzel...

Yazının devamı...

Annelerin radyosu: BabyJoy

Anneler ve bebeklere özel yeni bir radyo, yayın hayatına başlamış: BabyJoy. Joy FM, Joy Turk, Joy Jazz gibi tematik radyo kanallarına bu kez anne ve bebeklere eşlik etmesi amaçlanan bir yenisi eklenmiş oldu böylece. Gecelerini çoğunlukta ayakta geçiren bebekli annelere de eşlik edebilecek bir radyonun olması çok hoşuma gitti. Bebek temalı bu radyoda çalınan müzikler de onların sakinleşmesine yönelik seçilmiş. Bir anda rock ya da arabesk bir parçayla çocuğu uykusunda zıplatma riski olmayan bir müzik akışı olduğu için, radyo gün boyu açık kalabilir o halde. Mozart’ın bebeklerin gelişimi için çok tavsiye edilen eserlerinden ninilere kadar bebeklere uygun geniş bir repertuar belirlenmiş.

Ayrıca konuşmayı sökenler için Barış Manço’nun “Domates, biber, patlıcan” gibi kolay öğrenip, sevip ezberleyebilecekleri şarkılar da çalıyor. Daha da güzel olanı, anne ve anne adaylarına bu zorlu süreçte arkadaşlık edebilecek ve bilgi verecek programlar düşünülmüş olması. Örneğin hemşire Ayşe Öner; annelerin yaşadıkları hormonal, fiziksel ve psikolojik değişimlere olumlu katkı sağlamak, doğum ve doğum sonrası sürece hazırlanmalarına destek olmak amacıyla bir program hazırlamış. Bir başka programda ise anneler kendi deneyimlerini paylaşıp, birbirlerine destek olabilecek. Benim için en cazip olanı ise “Sosyal Medya Anneleri” programı.

Anneler böylece, kendi aralarında sosyalleşebilecekleri bir alan bulmuş olacaklar. Açıkçası ben kızımı büyütürken böyle bir radyo kanalı olsa, çok hoşuma giderdi. Bu arada bebekli annelere, klasik müzik bestecilerinin bebekler için hafifletilmiş versiyonlarından oluşan CD’leri de tavsiye ederim. Müziğin çocuk gelişimine çok etkisi olduğunu artık biliyorum. Ben, Ada’yı uyuturken muhakkak bu CD’leri çalardım. Ve bugün, kızım her gece uyumadan önce ve ders çalışırken mutlaka klasik müzik dinliyor. Bebekliğinde, diş çıkardığı dönemler hep Mozart’ın bebekler için tavsiye edilen eserleriyle sakinleşirdi. Büyüdüğünde de bir Mozart hayranı oldu. Elbette artık bebek versiyonlarını dinlemiyor. Ama müzik bilgisi olan ve flüt çalan bir çocuk oldu.

Özetle, bebeklerinizi müzikle büyütmeyi bir deneyin, hem size hem onlara iyi geldiğini göreceksiniz. Ama, bebekler için dizayn edilmemiş albüm ve radyolara çok dikkat edin. Bazı müzik türlerinin ve parçaların bebekleri agresif yapabildiğini unutmayın. Sonra kaş yapayım derken göz çıkarmayın!

Kadınların güzellik uğruna yaptığı çok acayip şeyler:

Geçen gün bir arkadaşım aradı ve “Yav şu senin göz altına sürdüğün hemoroid kreminin adı neydi” dedi. Daha önce bazı ünlü kişilerin göz kremi yerine hemoroid kremi kullandığını ben de duymuştum ve sanırım arkadaşım bunu benden duyduğunu sanmıştı. İşin fenası, ben kendi arkadaşımı böyle bir krem kullanmadığıma zor inandırdım telefonda. Sonunda lâf döndü dolaştı ve beni şok edecek bakla ağızdan çıktı. Meğer arkadaşım bir süre vajina toparlayıcı bir krem kullanmış yüzüne. Ve sonuç; korkunç! Her tarafında sivilceler patlamış. Perişan olmuş kısaca! Ama hâla bana göz altına kullanmak için hemoroid kremi soruyor! Bir kere daha anladım ki bu kadınların daha fazla gençleşme ve güzelleşme ihtimali uğruna yapmayacağı delilik yok. Telefonda, böyle acayip şeyleri kullanmayı bırakıp, kendi cildi için bir uzmanın önereceği kozmetik kremlere geçmesi için arkadaşıma bir saat dil döktüm. Dün telefonda ona söylediğimi şimdi size de söylüyorum: Hani anneanneden kalan, yiyebileceğiniz malzemelerden oluşan bakım formülleriniz varsa o başka, ama kurban olayım “münasip yerinize” sürdüğünüz krem ilaçları, yüzünüze gözünüze sürüp dolaşmayın. Sonra benim arkadaş gibi, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da, eldeki güzellikten de olmayın!

Yazının devamı...

Kenan Işık emin ellerde

Sevilen insanlara karşı insanların gösterdiği hassasiyetle oynamayı seven bir grup medya, sağlık sorunu olan ünlülerle ilgili felâket tellâllığı yapmaya bayılır. Bunu bildiğim halde maalesef ben de tuzağa düştüm. "Kenan Işık Öldü" başlığını internette görünce soluğu hastanede aldım bu hafta. Çok şükür ki haber yalan çıktı. Kenan Abi'nin eşi Berrin Hanımla epey sohbet ettik. Haberler iyi. En önemlisi, sağlık durumu gayet iyiymiş. Bilinç açılmamakla birlikte yarı uyanık bir evreye geçmiş. Gözünü açıp kapıyor, refleks tepkileri veriyormuş. Berrin Hanım, Almanya'da bir rehabilitasyon hastanesi ile görüşüyor. Ordan olumlu cevap beklediğini ve doktorlarıyla birlikte karar verdiklerini, Almanya'daki hastanede rehabilite edilmesinin süreci olumlu olarak hızlandıracağına inandıklarını söyledi. Bu arada, Kenan Abi'nin başından geçen olay basında sıkça yer aldığı gibi sauna sonrası olmamış. Spor yaptıktan sonra gittiği dinlenme salonunda aniden başı dönmüş ve düşme anında başını vurduğu için beyne aldığı darbe sonucu, içinde bulunduğu durum gerçekleşmiş. Ve yine farklı bir bilgi olarak, hiç bir zaman tam olarak koma halinde kalmadığını öğrendim. Şu anda da ne tam uyanık ne de uyur halde. Bu zor süreçteki sevindirici olan şey ise yavaş dahi olsa durumunun hep daha iyiye gidiyor olması. Bu arada Berrin Hanım'ın metanetine hayran kaldım. "Sizin için de çok zor tabii" dediğimde, bu sözle çok sık karşılaştığını, hayatlarının alt üst olduğunu kabul ettiğini, ama eşiyle birlikte girdiği bu mücadelede zorlanmadığını söyledi. Başlarına geleni tevekkülle karşılamış belli ki. Tüm konsantrasyonunu eşinin iyileşmesi için doğru adımı atmaya yoğunlaştırmış. Kenan Abi'nin başına bir talihsizlik geldi, ama hayat arkadaşından yana öyle şanslı ki... Özetle, Kenan Abi emin ellerde dostlar. İnanıyorum ki rehabilitasyon sonrası güzel sesiyle yine karşımızda olacak.

Fikri hür vicdanı hür gençlik nasıl yetişir?

Bu sorunun cevabını uzmanlara bırakıyorum. Ama, fikri hür vicdanı hür gençlik nasıl yetiştirilmez, örneklerini her gün ülkemde görüyorum. Şehrine ve parkına sahip çıkan gençlere biber gazı atılarak yetiştirilmez mesela! Başka nasıl "hür gençlik yetişmez" sayalım: 14-15 yaşındaki çocuklar polis tarafından sokakta vurulduğunda, boynuna kırmızı fular takıp özgürlüğüne sahip çıkan kızlar 98 yılla yargılandığında (ki sonunda koğuşta tanışık arkadaşlık ettiği PKK'lılarla dağa kaçtı bu yuzden Ayşe), her itirazından sonra gençlerin üzerine tazyikli su ile püskürtüldüğünde ve öğrencilerin sadece ülkesinde ölen gençleri andı diye okul birinciliği elinden gittiğinde. Bu liste uzar gider elbette! Ama, bu hafta İzmit Gazi Anadolu Lisesi'ni birincilikle bitiren Işıtan Önder'in, mezuniyet töreninde Berkin ve Ali İsmail'i unutmayan konuşması sonrası aldığı ceza son noktayı koydu. Konuşmayı dinledim: Hakaret yok, provokasyon yok... Tam da ülkesine karşı sorumlu ve duyarlı bir gencin yapması gereken türden bir konuşma. Fikirlerini söylediği için okul birinciliği elinden alındı Işıtan'ın. Üniversite sınavında, birinciliğin avantajlarını da kaybetti. Çalışkanlığı ve zekasıyla elde ettiği birinciliği, vicdanının sesini dinleyip hür fikirle dile getirdiği için kaybetti. Yani bırakın fikri hür vicdanı hür nesil yetiştirmeyi, başarılı gençler tam da bu yüzden cezalandırılıyor artık! Kararı veren eğitimcilere Atatürk'ün sözünü hatırlatmak isterim: “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister." Bunun ne yazık ki farkında olmayanları gördükçe yine Atamızın bir sözü noktayı koyuyor zihnimde: "Her kafanın anlamaktan aciz olduğu yüksek bir varlıktır gençlik." NOKTA!

Yazının devamı...

Biz, bir gün “Brezilya olma” ihtimalini sevdik

Dünya Kupası: Bu yıl kupa epey bereketli geçiyor. Her maç, 3-4 gol heyecanı yaşıyor izleyiciler. Bir ay sürecek, bu büyük yarış için tahminde bulunmak için erken olsa da hepimizin finalde görmek istediğimiz takımlar var. Ben çocukken yani Dünya Kupası’na katılmanın bizim için hayal olduğu günlerde ülkece Brezilya’yı tutardık. İki ülkenin ekonomik durumlarındaki benzerlikten mi, halklarının ancak stadlarda kimlik kazanıyor olmasından mı bilinmez, Brezilya bizim müttefikimiz sayılırdı. O kaybedince yenik sayardık biz de kendimizi. Brezilya, bizim yerinde olmayı istediğimiz rûyamızdı. Fakirdiler bizim gibi... Ama futbolla Dünya’nın zengin çocuklarına diz çöktürüyor, dört yılda bir de olsa stadlardan seslerini duyuruyor ve bir aylığına da olsa dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyorlardı. En önemlisi, bizim gibi kaybedenlerin ülkesi olsalar da futbol sayesinde kazanma coşkusunu yaşıyorlardı. Belki de bu yüzden Brezilya bize yakındı. Biz, bir gün “Brezilya olma” ihtimalini sevdik. Aynı hislerin Brezilyalılar için de geçerli olduğunu hiç sanmam çünkü biz Dünya Kupası tarihinde ne yazık ki sadece üç kez katılma şansını yakaladık. 1950- 1954 ve 2002... 1950 yılında parasızlıktan ötürü Hindistan’la birlikte hak kazandığımız halde katılamadık bir de. Özetle, 84 yıl içinde sadece iki kere katılabilmişiz turnuvaya. Kızımın doğduğu yıl aldığımız üçüncülükle yaşadığım çifte mutluluğu ömrüm boyunca unutamam bu sebeple. Bırakın şampiyon olmayı bir kenera, bugün hala katılmayı bile başaramıyoruz. Ve bu yıl... Ev sahibi Brezilya... Ben içimde hala Brezilya gibi bir günlüğüne de olsa ülkemin kazandığını görebilme ihtimalini taşıyorum. Bu sebeple, takımında sakatlıklar da olsa finalde Brezilya’yı görmek istiyorum. Brezilya- Almanya (ya da Hollanda) finali şahane olur diyorum! Anlaşılan, Brezilya kazanırsa, Türkiye’yi yine galip saymak istiyorum. “Bosna da üçüncü olsa” diyorum. Tahminlerim tamamen duygusal, biliyorum. Çünkü ben en çok, artık ülkemi Dünya Kupası’nda izlemek istiyorum.

Metrosekseksüellik out Spornoseksüellik in

“Metroseksüellik” out “Spornoseksüellik” in. Nasıl ki metreseksüellik giyim-kuşam ve bakım-tutuma dayalı ise Sporneseksüellik de fit ve kaslı vücüdun sergilenmesine dayalı bir moda. Selfie yani yeni Türkçeleştirdiğimiz ismiyle “özçekim” furyası da bu yeni moda da etkili olmuş belli ki. Ronaldo, Becham gibi sporcu erkekler, kaslı vücutlarını sosyal medyada paylaşınca bu akım da iyice yaygınlaştı. Zaten, kelimeyi bölersek “por” ortak kümesinde s(por)noseksüel yani “spor” ve “porno” seksüel tamlamasına ulaşabiliriz. Özetle sportif ve kaslı birvücut bu işin olmazsa olmazı ama işin içinde pornografik bir çağrışım yapacak olan teşhirde olacak. Yani Instagram’da filan fotoğraflar paylaşılacak. Böylece spornoseksüel modasına uyulacak. Zaten bir süredir bizim dizilerimizde spornoseksüellik epey yaygın. Eskiden, hem yazılı hem görsel medyada kadınların seksi görüntüleri olmazsa olmazlardandı. Muhafazakarlaşan ve sansür baskısı yiyen medya artık kadın figürünü “siyaseten” seksi olarak kullanamıyor! Bu yüzden, erkek seksepali ön plana çıktı. Dikkat edin; Kıvanç Tatlıtuğ, Çağatay Ulusoy, Kerem Bürsin gibi fiziksel olarak beğenilen erkek oyuncular, dizilerinde hemen her bölüm duşa sokuluyor ya da üstünü değiştiriyor. Hem de belirli zaman aralıklarıyla, dizideki diğer genç ve yakışıklı erkekler de birer birer duşa giriyor. Sizce bu bir tesadüf ya da senayonun olmazsa olmazı mı? Eminim bazılarınız bunu farketmiştir. İsterseniz Google amcaya yakışıklı oyunculardan birinin adını ve yanına “duşta” yazarak arayın. Bölümler tek tek önünüzde sıralanacak, Aynı aramayı, dizilerin güzel kızları için yaptığınızda aynı karşılığı bulamayacaksınız. Demem o ki, şimdi Dünya Kupası ile birlikte iyice moda olan spornoseksüellük akımını Ronaldo üstüne alınmasın. Bizim diziler, kadınların dekoltesi kapatıldığından beri zaten spornoseksüel.

Maskeli balo ve onun sahte yüzleri

Hafta sonu önerisi, bir sergi: İki yaratıcı kadının mürşidmürid ilişkisi içinde hazırladıkları nefis bir sergi gezdim bu hafta: Maskeli Balo. Maskelerle resmi birleştiren, insan ruhu ve takındığı maskelerle ilişkisini anlatan bu sergide, Audrey Hepburn’den, Soma’daki madencilere kadar pek çok insan figürüne yer verilmiş. Hatice Baltacı ve Nilgün Tabak’ın ortak çalışmalarından oluşan bu sergiyi 24 Haziran tarihine kadar ziyaret edebilirsiniz.

Adres: Ahmet Fetgari Sokak No:22 Teşvikiye-İstanbul

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.