Şampiy10
Magazin
Gündem

Gelenekleri modernlik!

İstanbul Lisesi, alıştığımız ismi ile "İstanbul Erkek Lisesi" öğrencilerinin protestosu ve 400'e yakın lisenin manifestolarıyla destek verdiği hareket günden güne genişleyerek yayılmaya devam ediyor. Kısaca, MEB'in "proje okullar" adı altına, ülkemizin en köklü ve en önemli okullarının başta müdürlerini ve eğitim kadrolarına değiştirerek, öğrencilere karşı daha baskıcı, daha muhafazakar bir eğitim anlayışı modeli getirdiği iddia edilen bir sürece karşı, toplu isyan diye özetleyebiliriz yaşananları. Kız öğrencilerin etek giymesini bile ayıp karşılayan, sol görüşlü olduğu düşünülen, öğrencilerin hayranı olduğu müzik gruplarının konserlerini iptal eden, batılı etkinliklerin önünü kesip, sadece fetih kutlamalarına izin veren bir anlayışın yerleştirilmeye çalışıldığını düşünen lise gençliğinin, baş kaldırısıdır bu. Tabii televizyon programlarında yine seviyesiz tartışmalar bu konuda da eksik kalmadı ve gençlere "sen sus çocuksun" tadında "aba altında sopa göstermekten" geri durulmadı. Böyle şeyleri gördüğümde gerçekten şaşırıyorum.

Bu tavır içindeki kişiler ya hiç genç olmamış ya da gençken büyükleri tarafından o kadar ezilmişler ki akılları değil de yaşları erdiğinde, kendilerinden sonraki nesli ezecekleri günü iple çekmişler. Ama, unutmamak gerek ki, her kuşun da "kulun" da eti yenmez. Bir zamanlar ezik bir gençlik yaşayanlar, tüm gençleri kendileri gibi kifayetsiz bellemesinler. Bu liseliler, seçilmiş, zeki, cesur ve çok büyük bir ekolü içine çekmiş çocuklar. Artık büyüdüler. Gelecek onların. Öyle "höd" demeyle, sinmezler. Yapılması gereken, ülkenin seviyesi en yüksek genç insanlarına karşı cephe açmak değil, anlamak ve uzlaşmaktır. Tam da bu noktada bir büyük yanlışı düzeltmek isterim. İstanbul (Erkek) Lisesi gibi okulları, "gelenekselleştirmek" isteyen zihniyet, belli ki bu ve benzeri okulun geleneğinden ve kuruluş amaçlından bihaber!

Kadir Topbaş'ın himayesinde çıkarılan "İstanbul'un 100 Okulu" kitabında da anlatıldığı üzere, ülkemizin yerli ilk özel mektebidir İstanbul Lisesi. Numune-i Terakki özel okullarının parçası olarak, 1884-1885'lere uzanıyor temeli. Daha sonra Maarif yani şimdiki adıyla Milli Eğitim tarafından satın alınır. 1909 sonrası devlet okulu olur. Türkiye'de ilk "lise" terimini kullanan okuldur. Modern bir okul ve modern eğitim ideallerini benimsemiş, batı ile aradaki mesafeyi kapamak için Fransızca ağırlıklı bir müfredat izlenmiş. Hatta bir süre savaş nedeni ile boşaltılan, ülkemizin en eski Fransız mektebi Saint-Benoit binasına taşınmış. Üç yıl sonra, medeni ülkelerin seviyesini yakalamak için, o dönemde pek yakınlaştığımız Almanya'dan 22 öğretmen getirilmiş ve Almanca öğretime geçilmiş. Böylece bir ilke daha imza atmış ve Almanca eğitime geçen ilk okul olmuş. Yani bilmemiz gereken şu ki, Osmanlı'nın modernleşmek ve Batı ülkelerinin medeniyet seviyesini yakalamak için açtığı okullar bunlar. O yüzden eğitimleri de Fransızca ya da Almanca. Cumhuriyet sonrası değişmiş değil, yüzü Batı'ya dönük olsun diye temeli Osmanlı tarafından atılmış okullar. Yani öğrencilerin isyanı gelenekselleşmeye karşı değil, kendi geleneklerine darbe indirmek isteyenleredir. Ama hoşa gitmeyen gerçek şu ki, gelenekleri modernliktir!

Yazının devamı...

Nerede o eski davulcu manileri

Ramazan ayını ek gelir için fırsat bilip, davulu eline alıp tokmağı indirmekle Ramazan davulcusu olunmuyor... Bu işin de bir adabı var!

Ramazan ayı gelince davulun sesi kulağa bir başka hoş gelir. Her ne kadar, son yıllarda davulcularla, mahalle sakinleri arasında tartışmalar başlasa da ben geleneklerin sürmesinden yanayım. Davul sesi istemeyen hanelerle, onlara inat davulun canını çıkaran davulcular arasında asayiş sağlanması bütün mahallelilerinin hayrına... Nitekim davulun sesi sahiden de uzaktan hoş geliyor. Gece körü kimse halay çekmeyeceğine göre, kız evine gelir gibi davulu inletmenin de manası yok. Bahşiş istemenin daha kibar, daha neşeli yollarını atalarımız bulmuş. Eski köye yeni adet icat etmemeli ve biraz eskiye göz gezdirmeli. Ramazan ayını ek gelir için fırsat bilip, davulu eline alıp tokmağı indirmekle de Ramazan davulcusu olunmuyor, tabii ki. Bu işin de bir adabı, geleneği-göreneği var. Gürültü kirliliği yapan değil, geceye ahenk ve neşe veren davulcunun hakkıdır bahşiş. “Gelenekler sürsün” demekle olmaz. Usulü de yaşatmak gerek. İşte bu bağlamda ben de diyorum ki, davul da mânisiz olmaz! Ramazan ayı boyunca davulcular her yerde, peki sorarım size maniler nerde! Davulcunun mahareti ve iyi bir bahşişi haketmesinin sebebi, “gümbede güm güm” diye sokakları inletmesi değil, haneler önünde mâni uydurma yeteneğindedir. Mâni söylemek, zeka ister, espri yeteneği ister... “İstanbul’un 100 Adeti” kitabında anlatıldığuna göre, eski İstanbul’da, çocuklar atılan manilerle çok eğlendiği için, davulculara kapı önünde biraz daha kalıp mâni atsın diye bahşiş geciktirilir, hatta mahalle camlara toplanınca, daha fazla mâni için ricada bulunulurmuş. Davulcuların söylediği maniler, genellikle çocuklara yönelik eğlendirici maniler olurmuş. Kibar konaklarında ise bahşiş açıktan verilmez, en azından bir kağıda sarılarak verilirmiş.

Özetle sevgili davulcular, Ramazan ayının son çeyreğine girdiğimiz şu günlerde iyi bahşiş toplamak ve geleneği gerçekten sürdürmek istiyorsanız, artık mâni atmaya başlamalısınız. Öyle kuru kuru davul sesiyle, “bahşişimi alamazsan daha beter çalar kafanı bir dünya yaparım” gerginliğiyle bu iş olmaz. En tatlı, en eğlenceli manileri uyduranlar, sahurun yıldızı olur. Şimdilik ben bir-iki tane eski mani paylaşayım, gerisini de bir zamanalar bu manileri derleyen davulcu ataların, torunlarına bırakayım.

Davulcunun bahşişi haketmesinin sebebi mâni uydurma yeteneğindedir.

Çıktım Eyüp’ten dışarı

Çocukları pek haşarı

Enseme bir taş attılar

Gözlerim çıktı dışarı

Davulu alıp çıktım yola

Selam verdim sağa sola

Benim devletlu efendim

Sıhhat ile hep sağ ola

Yeni Cami direk ister

Söylemeye yürek ister

Benim karnım toktur amma

Arkadaşım börek ister

Karşıma fener geldi

Aklıma neler geldi

Börek bekledim ama

Sofraya döner geldi

Bu aya sultan ay derler

Kaymak ile baldan yerler

Ezelden adet kılınmış

Bekçiye bahşiş verirler

Davulumun ipi kaytan

Kalmadı sırtımda mintan

Verin ağalar bahşişim

Alayım sırtıma mintan

Şekerim var ezilecek

Tülbentlerden süzülecek

Bahşişimi gönderiniz

Çok yer var gezilecek

Hava sıcak terlerim

Birçok mâni derlerim

Davet verdim bu akşam

Sizleri de beklerim

Maniler çiçeklidir

Birbirine eklidir

Davulcunun daveti

Mutlaka böreklidir

Davulun içi pekmez

Çalarım fakat ötmez

Bir bahşiş vermezseniz

Davulcu burdan gitmez

Yemekler boldur gayet

Beni de edin davet

Birlikte yer içeriz

Şöyle ederiz sohbet

Sokak yolu dar mıdır?

Minaresi var mıdır?

İftara kal diyorlar

Acep aslı var mıdır?

Pilavın kokusu var

Mâninin arkası var

Bahşişimi yollayın

Gözümün uykusu var

Yazının devamı...

Sınavsız gün geçmiyor ki

Daha dün, TEOG sonrası liseye yerleşmelerin nasıl olacağı ile ilgili bir yazım vardı bu köşede. Sınavsız bir günümüz geçmiyor ki memlekette! Şimdi de gençlerin büyük maratonu, üniversite sınavlarının ikinci aşaması başladı. Öncelikle sınava girecek tüm gençlerimize ve ailelerine hem şans hem sabır dilerim. Yıllardır yazıyorum, çiziyorum, karşılaştığım herkese dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum ama maalesef sistemin çarklarında ezilmekten kurtulabilen çok az gence rastlıyorum. Bir kerelik sınavlarla, puana endeksli başarı anlayışıyla çocuklarımızı okullara yerleştiren, ilgi-yatkınlık-yetenek üzerine eğilmeden skorlara göre meslek tayin eden eğitim sistemimiz, yaptığı işi sevmeyen çok mutsuz birey yetiştirir daha!

Gönülden geçen olmuyor

Bizim gençlerimizin üniversite sınavlarıyla , gelecekteki mesleklerine adım atması, aynı görücü usulü evlilik gibi. Gönlünden geçenle değil dengin olanla eleştirildiğin, "büyüklerin" kararına göre hayatını şekillendirdiğin, mutluluk faktörünün pek de kaale alınmadığı, uygunluğun kağıt üzerindeki sayısal verilerle hesaplandığı bir garip mekanizma... Düşünsenize, meslek dediğiniz şey asıl hayat arkadaşınız... Eşinizden çok işinizle zaman geçirdiğinizi düşünürseniz, hayattaki en önemli kararlardan birini alırken, "umduğun" değil "tutturduğun" bölüme girerek bir meslek sahibi olmaya çalışmanın uzun vadede ne kadar sorun taşıdığını da görebilirsiniz.

Kime sorsam işletme diyor

Üniversite sınavına giren gençlerden çok azının geleceğe dair bir hayali, hedefi var. Oysa, "ne yapmak istediğini" ya da en azından "neyi yapmak istemediğini" bilerek tercih yapmak gerek. Geçen gün bir arkadaşımın oğlu, "hiçbir meslek, hiçbir bölüm ilgimi çekmiyor, işletme yazayım" dedi! Müzikle uğraşmak istiyormuş ama ailesi yanaşmıyormuş. "Müzik karın doyurmaz, aman bir bölüm oku" diyen ya da aynı sebeple çocuğun ilgi alanlarının üzerine toprak atan aileler yüzünden, kime sorsam "işletme" diyor! Bunca "işletme" enflasyonu sonucu, mezunları "iş"ten çok "işsizlik" bekleyecek korkarım!

İlle de 4 yıllık üniversite olsun

"İlle de üniversite olsun, çamurdan olsun 4 yıllık olsun" mantığı yüzünden, pek çok iş yeri aradığı özellikte personel bulamazken, üniversite mezunu işsizler sayısı artıyor. UNESCO’ya göre, 30 yıl içinde, dünya tarihi boyunca mezun olanların toplamından daha fazla kişi üniversiteden mezun olacakmış! Anlaşılan o ki , gelecekte, diploma değil meslek sahibi olmak daha büyük önem taşıyacak. Bu noktada meslek liselerinin önemi yeniden kendini gösteriyor. Ayrıca, sanıldığı gibi "önemli meslek", "önemsiz meslek" ayrımı olmadığı, gelecekte daha çok ortaya çıkacak! Doktorluk önemli, terzilik önemsiz diye bakan aileler de çok pişman olacak! Bilgili ve mesleğinin erbabı olmak, gelecekte iş sahibi olmanın tek anahtarı. Göreceksiniz, şahane yemekler yapan bir aşçı, kifâyetsiz bir doktordan, iyi bir elektrik tesisatçısı, kenar mahalle üniversitelerinden mezun bir elektrik mühendisinden çok daha fazla kazanç sağlayacak. Diğerlerinden daha değerli meslek yoktur çünkü. İşini en iyi şekilde yapan değerli insanlar vardır. O yüzden, bırakın gençler içlerindeki eğilimleri keşfedip, iyi yapacaklarını düşündükleri mesleklere yönelsinler. Puana göre değil, kendi yaratılışlarına ve eğilimlerine uygun bölümlere yönelsinler.

Yazının devamı...

Bitmeyen kayıt işkencesi

Geçen hafta, MEB'in kararını; TEOG sınav puanı ile öğrenci alan Yabancı Özel Okullar kayıt takvimini, 9 günlük resmi Bayram'ı kapsayacak şekilde açıkladığını yazmıştım. MEB'e göre bayram sadece 3 gün! Anlaşılan, turizme katkı için arife ve hafta sonu günlerini birleştiren devlet kararını pek kale almamış! Kısaca , devletin kendi bakanlığı, turizmle ilgili devletin aldığı kararı baltaladı. Türkiye'nin 150 yıllık ekol okullarına kayıt yaptırabilmek için amansız bir mücadeleye girecek olan veliler de tüm hafta boyunca Özel Okullar Birliği’nden bayramda nasıl bir yol izleneceğine dair karar bekledi. Sonunda, okullar 9 günlük yasal tatil hakkını kullanmaya karar verdi. Şu an tüm veliler panik atak geçiriyor. Çünkü MEB'in yabancı özel okullara verdiği 14 günlük kayıt süresinin 9'u tatile gitti. Kaldı 5 gün. Onun 1 günü de sadece ön kayıt için ayrılınca geriye 4 günlük yetersiz bir süre kaldı. Önceki yıllarda 10 günde yerleştirmeyi yetiştirmekte zorlanan okullar bakalım bu yıl 4 günle nasıl işin içinden çıkacak! Olursa rekor olacak! Bana sorarsanız, doğru düzgün yerleşebilmek ancak Eylül ayında mümkün olacak hatta öyle ki 19 Eylül'de okullar açıldıktan sonra bile öğrenciler yer değiştirmek durumunda kalacak.

Neden mi? Buyurun, daha önceki yılları da referans alarak, bayram sonuna kadar biz velileri bekleyen sürece ve dikkat edilmesi gereken noktalara bir bakın;

Kayıt takviminin süreci

-20 Haziran'dan başlayarak, her yabancı özel okul kendi internet sitesi üzerinden taban puanlarını açıklamaya başlayacak.

-27- 28-29- 30 Haziran günleri her veli, istediği ve taban puanı yeten okullara kendi internet sitesi üzerinden online kayıt yaptıracak.

-1 Temmuz - Kesin kayıt günü. Bir gün önce her okulun kendi internet sitesinde ilan edilecek olan listede asil olarak öğrencinin adı varsa sabahtan öğleye kadar bir kısım ücret ve belgelerle okula gidilerek kayıt gerçekleştirilebilecek. Yedek listede olan öğrenciler için ise öğleden sonra okula giderek kayıt yaptırma şansı için okul bahçesinde sıra beklemesi gerekecek. Velilerin şahsen okula gitmesi ya da bir yakınlarına noter tastikli vekaletname vermeleri gerekecek. Okulda bulunmadan kayıt yaptırmak mümkün olmayacak.

(Detaylar okuldan okula değiştiği için muhakkak, hedefinizde olan okulların internet sitelerinden kontrol sağlayın.)

Okul değiştirirken para yanacak

-Genellikle akşam üzeri ile gece yarısı arası, ertesi gün için yeni listeler yayınlanacak. Velilerin mutlaka her gün yeniden online kayıt yapmaları şart! Araya bayram tatili girdiği için yeniden ön kayıt yaptırılacak tarih 11 Temmuz.

-Bir okula kayıt yaptırıp, bir-iki gün içinde hedefteki bir başka okula girmeye hak kazanacak öğrenciler için, daha önce kayıt yaptıkları okula verilen paranın büyük çoğunluğu okul değiştirme sırasında yanacak. (Yanacak olan bu ücret genellikle 4 bin lira civarı)

-12 Temmuz günü, yukarıda anlattığım kurallar doğrultusunda, tıpkı 1 Temmuz'daki gibi yeni asil ve yedek listeden kayıtlar alınacak.

-13- 14 Temmuz günleri, serbest kayıt günleri. Her gün yenilenen listelere göre sabahtan asil, öğleden sonra yedek listeden kayıtlar yapılacak. Veliler her gün online kayıt yenileme yapmaya devam edecek. Ertesi günün listeleri genellikle akşam üzeri açıklanmış olacak.

Yazının devamı...

MEB 9 gün tatile izin vermedi

Devlet turizm için bayram tatilini 9 güne çıkarıyor. Gelin görün ki MEB, özel okulların kayıt tarihini tatil gününe denk getiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

MEB gene yaptı yapacağını! Bir sene de, liseye geçiş sınavları sonrası yerleştirme dönemi sükunet içinde geçse, biz de şaşırsak! Ve işte MEB bu sene de bomba bir kararla, yabancı özel okulların kayıt takvimini Ramazan Bayramı‘na denk getirdi! Çarşamba günü TEOG-2’nin sonuçları açıkladı. 80 milyonluk ülkenin seçim sonuçları sabahına açıklanabiliyor da 1.5 milyon öğrencinin sınav sonuçları için neden 40 gün gerekiyor onu anlamış değilim. Alt tarafı optik formlar bilgisayara okutulacak. Bu kadar bekleyince, öğrencilerin yep puanı da açıklanacak diye beklendi. Ama maalesef öğrencilerin sıralaması verilmedi. Okul notlarının da ortalamaya dahil edildiği “YEP” için, tüm okulların öğrenci notlarını sisteme girmesi gerek. Eh okullar için son haftaya girildiğine göre, ders notları da çoktan teslim edilmiş olmalı. Oysa MEB, geçtiğimiz perşembe günü 15:49’da, resmi sayfasında yayınladığı kılavuza göre, YEP puanlarını ve öğrencilerin yüzdelik dilimlerini 29 Haziran’da açıklayacak. Gecikmenin sebebi de, bir sorunun mahkemesinin sürüyor olmasıymış.

MEB devlete çelme takıyor

Daha geçen seneki sınav ile ilgili süren davaların olduğunu düşünürsek, dört gün daha beklemenin pek de anlamlı olmadığını söylemek zor değil. Asıl bomba, MEB’in “yabancı özel okul” kayıtları için 30 Haziran-14 Temmuz tarihleri arasını ilan etmesi... Yahu aynı gün, bayram tatilinin devlet tarafından 9 güne çıkarıldığı açıklandı! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. MEB sayfasında, 5-6-7 Temmuz tarihlerinin sadece bayram olduğunu belirtip, diğer günleri kayıt takvimine almış. Yani çocuğunu Amerikan, Fransız, Alman Avusturya ya da İtalyan okullarında okutacak velilere, o okullara gitmek isteyen çocuklara ve de okul çalışanlarına 9 gün tatile izin yok! Üstelik de e-kılavuzu, 2016-2017 yılı orta öğrenim kayıt kılavuzu diye açacağına, 2015-2016 diye açmış. Resmi sayfasına doğru tarih atamayanlar, iyi okullara girebilmek için çocukların sınavları yanlışsız yapmasını istiyor ya, o da ayrı ironi! Ülkede hiç değilse iç turizm artsın diye bayram tatilini 9 güne çıkaran devlete, kayıt tarihini resmi tatile denk getiren kendi bakanlığı çelme takıyor. Hemen belirtelim, özel okullarda velilerin şahsen gidip okul bahçelerinde isimlerinin açıklanmasını beklemeleri gerekiyor. Maalesef veliler ve okullar bu takvime uyacak. Bayram tatili için alınan uçak bilekleri, ödenen paralar da mecbur yanacak. Onu da geçelim, birkaç gün sonra “Aaa pardon bayram tatiline denk geliyor, hadi erteleyelim” diyerek tarihleri yeniden değiştirmeye kalkmasınlar diye dua edelim. Umalım ki MEB, herkesin işi gücü olduğunu, iş seyahatleri ile ilgili planlamaların aylar öncesinden yapıldığını hesaba katsın da işi çocuk oyuncağına çevirmesin!

Yazının devamı...

Detoks ve diyet pazarından gelen korkunç tehlikeler

Detoks, arınma mı zehir mi? Sanırım ikisi de! Boğazıma düşkünlüğüm mâlum, hayatımda ilk defa uydum bir arkadaşa ve detoks yapayım dedim. Kendi başıma buyruk davranmayayım dedim ama yine de hiç benden beklenmeyecek bir özensizlikle, internette satılan, detoks programı ile ünlü bir kadın girişimcinin kendi adını taşıyan, aç kalmama vaadini taşıyan beş günlük mönüsünü satın aldım. Hani evde kendime kıyak geçerim, lâyıkıyla uygulayamaz diye de hazır paket aldım. Yani günlük detoksum evime yollandı. Adı üstünde “detoks”, elbette tereyağlı börek filan beklememek gerek. Sebze suyu, ot, çeşitli tohumlar geleceği aşikâr. Ama açıkçası, “ölüm orucu” da beklememiştim.

Sağlığı hiçe sayıyorlar

Akşam yemeği, suyun içinde haşlanmış yarım kabak filan. Hani iki kabak yesek haşlanmış n’olur diye sordum, cevap veren olmadı. Ara öğün olarak üç küçük dal roka ve bir dilim limon! Nasıl! Herhalde bir dal roka daha yense, kilo alınacak! Önemli hiçbir hastalığım olmadığı halde, gece çarpıntıyla uyanmadığım mı kalmadı, tansiyon ve şeker düşmesinden sürekli bayılacak gibi hissetmediğim mi! Sonunda hastanede damardan vitamin kokteyl alırken buldum kendimi. Ha bir de bunca açlığa, günde iki saat de spor veriyorlar. Ben ayakta duramadığım için öyle kardiyo filan da yapamadım. İyi ki de yapmamışım, sonradan öğrendim ki böyle radikal beslenme programı yapılırken spor iyi değilmiş. Dengeli diyetlere ancak aktivite eklenebilirmiş. Kimi eminim çok memnun kalıyordur ama belli ki böyle internet üzerinden detoks yapmak akla yakın değil. Zaten, sanal yapılan detoks sanal kalıyor. Bir Allah’ın kulu da paranı aldıktan sonra, “iyi misin”, “memnun kaldın mı“ diye müşteri memnuniyeti için aramıyor. Detoks, arınmak için yapılabilir ama kesinlikle doktor kontrolünde ve kişiye özel olmalı. Kadın-erkek, yaş-cinsiyet, boy-kilo ayırmadan yapılan ticari detoks fayda değil, zarar verebiliyor. Kilo verme amacı ile yapmak ise boşa kürek çekmek. Evet, ilk birkaç gün su atılıyor ama hepsi o. Hele bunu istediği kiloya inene kadar yapmaya kalkan özellikle 40 yaş civarı kadınları ise erken menopoz tehlikesi bekliyor. Doktorum bu konuda özellikle uyardı. Özetle, detoksu zayıflamak değil, arınmak için yapın ve mutlaka sizi sağlık kontrolünden geçirerek, size özel bir program uygulayacak uzmanlara başvurun. Benim gibi arınayım derken, adını sorsalar söyleyemez hale gelmeyin. Benden söylemesi!

Mide ameliyatı olup, insanları kandıran ünlüler

Şu anda kilo verme telaşında olanlara bir uyarı daha! Tam rejim mevsiminde olduğumuz için, hemen her gün bir ünlünün adıyla “... çayı içti şu kadar zayıfladı“, “....... hapıyla zayıflayan ....”, “.... rejimiyle şu kadar kilo veren ünlü sunucu” gibi haberlerin bini bir para! Birincisi, o ünlü sunucu, haberci, şarkıcı vs. denilen ve şu ya da bu metodunu, içeceğini vs. kullanarak zayıfladığı iddia edilen ünlülerin hemen hemen hepsi mide ameliyatı oldu. Hani şimdilik ayıp olmasın diye isimlerini söylemiyorum ama sırf diyet ürünü tanıtmak için gizli reklam karşılığı para kazanıp, insanların sağlığını tehlikeye atmaya devam ederlerse yakında isimlerini ifşa edebilirim!

Balon taktırıp zayıflıyorlar

Önce gidip midelerini aldırıyor ya da balon taktırıyorlar. Sonra ne idüğü belirsiz firmalarla anlaşıp, bilmem ne suyu - çayı içtim de zayıfladım” diye para kazanıyorlar! Geçen hafta, bir arkadaşım yine böyle saçma sapan bir diyet denerken mide kanaması geçirdi. Yok arkadaş öyle, biber diyetiymiş, diyet çaymış, bilmem ne suyuymuş, inanmayın böyle safsatalara! Formül basit. Gerisi trilyonluk sektörün oynadığı oyun, başka da bir şey değil! Hamuru şekeri kesmeden biraz da yürüyüş eklemeden zayıflamak mümkün değil. Mide ameliyatı da öyle basit bir işlem değil. Bu ara o da iyice ticarileşti. Bir diyet metodu olarak, mide aldırmak ya da balon taktırmak da akla mantığa ve tıbba aykırı. 20-30 kilo için bu ameliyatı yapan ticari doktorlar da kontrol altına alınmalı. Yoksa çok vahim sağlık skandalları yaşanacak. Ben bir tek Çiçek Dilligil’in mide ameliyatı olunca dürüst davrandığını ve ameliyat süreci ile ilgili insanları bilgilendirdiğini gördüm. Operasyonla zayıflayan ünlüler de ya açık açık söylesin ya da en azından, ürün tanıtımından para kazanmak için “şöyle zayıfladım” diye yalan söylemesin! Üç ayda dal gibi olup, estetik üzerine estetik yaptırıp, bambaşka birine dönüşenlerin lâfına da itibar edilmesin?

Yazının devamı...

Mezuniyet balosu enflasyonu var

Malum tam da mezuniyet dönemindeyiz. Hatta Haziran ayında mezuniyet balosu enflasyonu yaşanıyor demek daha doğru olabilir. Çünkü her yaştan çocuk ve genç mezun oluyor.

Bizim ülkede eğer bir iş yapacaksan, çocuklar için yapacaksın. Bunu her zaman söylerim, ne kadar haklı olduğumu, bir kere daha anladım. Mâlum tam da mezuniyet dönemindeyiz. Hatta Haziran ayında mezuniyet balosu enflasyonu yaşanıyor demek daha doğru. Lise ve üniversite mezuniyetleri bir yana, 4+4 meselesinden dolayı, 4. sınıfı bitirip aynı okulda 5’e devam edecek, hayatlarındaki tek fark, sınıf öğretmenlerinden ayrılmak olacak minikler bile ilkokul mezuniyet balosu yapıyor. Ada’da orta okuldan mezun oldu ve tabii ki konserler, törenler, partiler, bir sürü etkinlikler yapıldı okul bünyesinde.

Mütevazı tören yapan da var

Üstelik öyle, dışarda, ailelerle, yemekli filan değil, okul bahçesinde yapıldı bizimkilerin balosu ve aileler yoktu. Hani böyle, Büyük Kulüp, Çırağan Sarayı filan gibi havalı yerlerde yapan okulların velileri gibi biz kendimiz için bir hazırlık yapmadığımız halde, ben kızımın mezuniyet koşuşturmasından helak oldum. Elbiseydi, ayakkabıydı, saçtı, kep için, konser için ayrı elbiseydi, ayakkabıydı, bir aydır koşuşturmam bitmedi. Liseye geçmedi de sanki kıza nişan yaptık! İnsan yaşayınca neler öğreniyor, ben de şu anda yeni yetme genç kızlar için balo elbisesi ve ayakkabısı konusunda uzman oldum nerdeyse. Anladım ki bu konuda büyük eksik var. Yeni bir iş kurmayı filan düşünüyorsanız, kesin mezuniyet kıyafetleri sektörüne girin. Şu anda biliyorum ki pek çok anne anne, ayakları su toplayana kadar dükkan dükkan geziyor. Baktığınızda her yer parti elbisesi kaynıyor görünüyor ama maalesef, ya 3-5 bin lira özel dikim kıyafetler ya da ucuz ama çok kalitesiz ve her mağazada benzer olan aşırı süslü püslü şeyler... Amerika’daki parti kıyafeti satan internet sitelerinden almak da riskli. Çok iyi de çıkabiliyor, çok kötü de. Ben tam umutsuzluğa kapılmıştım ki La Poudre ve sevgili Gizem imdadımıza yetişti. Tek prova ile Ada’nın istediği modeli dikip, tek prova ile cuk diye üzerine oturtup, beni koşuşturmadan kurtardılar. Ada ve arkadaşlarına kalitesine ve piyasaya oranla fiyatlarının da mantıklı olduğunu belirmeliyim.

Ayakkabı meselesi önemli

Tabii bir de ayakkabı meselesi var. 14’lük kızlar da nedense bir topuklu merakı oluyor. Hele biraz da boy kısaysa...

Ama gelin görün ki, bırakın yürümeyi, üzerinde duramıyorlar; giymiyorlar da sanki üzerine biniyorlar ayakkabının. Ben Ada ile birlikte üç tane kız hazırladım mezuniyete ve ne şanslıyım ki hiçbiri topuklu giymek istemedi. Biri spor pabuca elbisesinin tülüyle bağcık yaptı, benimki düz sandalet tercih etti. Ben zaten o yaşa hiç yakıştırmıyorum topukluyu ama ille de giymek isteyenler için de şöyle hafif dolgu ya da küçük topuklu ama daha genç modeller de pek yok. Koca koca topukluları giyip, 5 dakika sonra babete geçmekten başka alternatif kalmıyor. Alın size bir başka iş kolu daha!

Beyaz elbiseler sektörü

Bir de beyaz elbise meselesi var. Yahu, girin sade, düz beyaz elbise işine, köşeyi dönün bin kere... Ada’nın da mezun olduğu Bilfen okullarından sadece 900 küsür öğrenci mezun oldu. Diploma töreni için beyaz sade elbise zorunluluğu olduğundan nerden baksanız sırf bizim okuldan 400-500 kız beyaz elbise aldı. Yıl sonu konserinde, okul orkestrasında olup Nilüfer’e eşlik eden farklı yaş gruplarındaki yaklaşık 200 kız öğrenci de beyaz elbise aldı. Bir de diğer okullar var. İş hacmini varın siz hesap edin. Bir beyaz elbise için kendini helak eden annelerin hayır duası da cabası.

Yazının devamı...

İçimize kurt düştü

Tarihi bir mekan için “Değişiklik yapılacak”, “yenilenecek” gibi cilalı lafları duyduğunuzda korkmamız gerek bu ülkede! Çünkü mutlaka altından bir bit yeniği çıkar...

Haftanın şoke eden polemiği, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu... “Değişiklik yapılacak”, “yenilenecek” gibi cilalı lafları duyduk mu korkmamız gerek bu ülkede! Ne vakit, kulağa hoş gelen bir vaat duysak muhakkak altından bir bit yeniği çıkıyor.

Alın işte bu hafta bombayı Cengiz Semercioğlu patlattı. Her ne kadar Büyükşehir Belediyesi yalanlasa da, yılların gazetecisi Cengiz Semercioğlu ve arkadaşlarının hepsinin Kültür Daire Başkan’ı Abdurrahman Şen’i yanlış duymuş olması mümkün deği herhalde.

Her şeyden evvel, içimize kurt düştü bir kere! Artık bundan sonra sadece yıkım gerçekleşmezse bir yanlış anlaşma olduğuna inanabiliriz. İstanbul’un hafızasını bu denli kazımanın anlamı yok, bırakın Açıkhava tiyatromuz bâri yerinde kalsın ve anılarımızı yaşatmaya devam etsin.

Ben de bugün kızımla birlikte konsere gidip de Açıkhava’nın sıralarına oturduğumuzda, bu sahnede oynarken nasıl dönemin Cumhurbaşkanı’nın oyuna 5 dakika geç kaldığını, zamanında Atatürk’ü beklemeyip perde açan Muhsin Ertuğrul’un izinden bizim de nasıl beklemeden oyuna başladığımızı, Demirel’in oyunun sonunda mahçup sahneye çıkarak hepimizin elini sıkıp, özürler dileyerek nasıl tebrik ettiğini filan yerinde anlatabileyim. Bırakın, anılarımızı yerinde tazeleyelim ve geleceğe yeni anıları biriktirmeye devam edelim.

Aziz Hoca’yla buluşma

Uzun zamandır şu memlekette olan belki de tek iyi şey, Aziz Sancar’ın gençlerimize verdiği umut oldu. Nobel ödülünü Anıtkabir’e getirmesiyle zaten gönlümüzün baş köşesine yerleşmişti. Ülkemize geldiğinde, bol bol ziyaretlerde bulunarak, yarattığı etkiye yeni bir dalga katarak, gençliğe ilham verdi. İstanbul’da kızımın okuluna, Çamlıca Bilfen’e geldi. Öğrencilerle sohbet etti, deneyler yaptı. Okul orkestrası da Sancar’a ufak bir konser verdi. Ada da orkestrada olduğu için görevliydi. Rihanna gelse, Ada tatil vakti böyle koşturarak okula gitmezdi. Hem de TEOG sınavından yeni çıkmış ve tüm yıl hafta sonu okula gitmişken! Sancar’ın karşısında sahneye çıktığı için de çok gururlandı. Bir tek şeyi anlayamamıştı! Sancar, bizim ülkemizde ne kadar iyi bir eğitim olduğunu, kendi başarısını da buna borçlu olduğunu anlatınca tabii bizim çocukların kafası karışmış.” Herhalde, o zamanlar sistem daha iyiymiş, Aziz Sancar da hala o günlerdeki gibi bir eğitim var sanıyor Türkiye’de, üzülmesin diye bir şey demedik” deyince ben de kalakaldım. Doğru ya, dün Mardin’de okuyan bir çocuk bugün “Nobel” alıyor, oysa bugün Mardin’de çocuklar sokağa çıkamıyor!

Kanser savaşçıları Avrupa’yı pedallıyor

GBI-Europa’yı duymuşsunuzdur. Dünya’nın pek çok yerinden bisikletçiler, ülke takımlarıyla birlikte 1 hafta seçtikleri sivil toplum kuruluşuna kaynak sağlamak için pedal çeviriyor. Türkiye’den de iki takım var, Düşler Akademisi ve Kanser Savaşçıları Derneği. 29 Haziran’da Viyana’dan başlayıp,Prag’dan geçerek, 4 Haziran’da turlarını tamamlayacaklar. En yakın arkadaşlarımdan Günsenin Kutucu, geçen yıl annesini kanserden kaybedince, daha önce bisikletle çok fazla ilgisi olmadığı halde , azmetti, çalıştı ve “Kanser Savaşçıları” ekibine katıldı.Amaçları, çocukların üzerinde tedavilerini sürdürebileceği, serum ve ilaçların takılabileceği 3 tekerlekli, kanserli çocuklar için özel tasarlanmış bisikletleri Türkiye’de hayata geçirmek. Kanal D Ana Haber bülteninden tanıdığınız Serdar Cebe de 8 kişilik ekibin içinde şu an. Tamamen gönüllü bir ekip. Amaç, bağışlarla kanserli çocukların kullanacağı bu özel bisikletler için kaynak sağlamak. Bize de destek vermek düşüyor. Detaylar için, “Kanser Savaşçıları”nın Instagram ve Facebook hesaplarına bakabilirsiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.