Şampiy10
Magazin
Gündem

2009’da Türkiye ekonomisi

2009’u değerlendiriyoruz. Önce küresel mali krize baktık. Kamudan aktarılan kaynakların mali piyasaları rahatlattığını gördük. Sonra reel ekonomiye geçtik. Küresel dengesizliklerde düzeltmenin yetersiz kaldığını saptadık.

Sıra Türkiye ekonomisine geldi. Artık gelenek oldu. Yılın son yazısında yılbaşı tahminlerini gerçekleşme ile karşılaştırıyorum. Ne ölçüde tutturduğum ortaya çıkıyor. İğne-çuvaldız misali, tahminlerimi sınavdan geçiriyorum.

Son üç yılda ana eğilimleri öngörmek kolaydı. 4 Ocak’ta şunu yazmışım: “2009’da ekonomi küçülür, enflasyon düşer, dış açık daralır, kur yukarı gider, işsizlik artar.” Aynen öyle oldu. Ama unutmayın, “şeytan ayrıntılarda gizlidir.”

Temel göstergeler

Temel makro büyüklükler içinde uzak ara en önemlisi milli gelirin büyüme hızıdır. Ekonomik gidişatın en kapsamlı göstergesidir. Dolayısı ile tahmini en riskli olanıdır. Maalesef bu yıl herkesi çok zorladı.

2009’da milli gelirin yüzde 2, iç talebin yüzde 4 küçüleceğini öngördüm. Bu sayılar beni ocakta “Consensus Forecasts” ve “Beklenti Anketinin” en kötümseri yapmıştı. Şimdi milli gelirin yüzde 5,5, iç talebin yüzde 6,5 küçüleceğini hesaplıyorum.

Tüketici fiyatlarının yüzde 6’nın altında artacağını öngördüm. Yüzde 8 civarında seyreden beklentilere kıyasla iyimser kalmıştım. Yüzde 6 civarında çıkacağı kesinleşti. Yani enflasyonu tutturdum.

Cari işlemler açığını 20 milyar doların altında öngördüm. 30 milyar dolar civarındaki beklentilere kıyasla gene iyimserdim. 12 milyar doların bile altında kalacaktır. Meğer iyimser değil karamsarmışım.

Kur için döviz sepetinde (0.5 $ + 0.5 Euro) yıllık ortalama değişime bakıyorum. 2009’da TL’nin yüzde 15 değer kaybedeceğini söyledim. Gerçekleşme yüzde 15.6 ile benim tahminime çok yakın çıktı.

İşsizlik oranında nokta tahmin vermeyi zorlaştıran teknik nedenler ağır basıyordu. Artacağını söylemekle yetindim. Yıllık ortalama yüzde 14’ü aşar. Takriben 1 milyon ek işsiz demektir.

Küçülme bilmecesi

2009 ilginç bir yıldı. Çok sayıda “ilk” gerçekleşti. Ezberler bozuldu. Örnek: bütçe açığındaki artışa rağmen nominal ve reel faizlerin yakın tarihin en düşük düzeylerine gerilemesi. İktisatçılar arasında da şaşıran çok oldu.

2009 arkasında ilginç bir soru bırakıyor: mali krizin bankacılığa etkisi ile küçülmenin şiddeti arasındaki tutarsızlık. Bankacılık küresel mali krizi hasarsız atlattı. Nitekim banka kârları 2009’da tarihi rekorlar kırdı. Krizin bankaları teğet geçtiğini inkâr edemeyiz.

Halbuki talep ve üretimde sert bir küçülme yaşandı. İlginç şekilde, Türkiye’nin küçülme hızı banka kesimi ciddi hasar gören ülkelerin üstünde gerçekleşti. Yani kriz reel ekonomiyi fena vurdu.

Neden böyle oldu? Türkiye’nin küçülme bilmecesi nasıl açıklanabilir? Cevaplar yeni yıla kaldı. 2010’da okuyucularıma sağlık, huzur ve refah dilerim.

Yazının devamı...

2009’da küresel ekonomi

Çıkan yılı değerlendiriyoruz. Küresel mali krizle başladık. Mali piyasalar Mart’ta dibe vurdu. Ardından beklenmedik hızla toparlandı. Bu sonucu uygulanan iktisat politikaları sağladı. Mali kesime ya doğrudan ya da ucuz para yolu ile kamu kaynakları aktarıldı.

Bugün reel ekonomiye dönüyoruz. İlk günden itibaren vurguladık. Mali kriz öncesinde küresel ekonomide büyük reel dengesizlikler birikmiş, sancılı bir düzeltme süreci kaçınılmaz hale gelmişti. Dolayısı ile mali krizi reel düzeltmeden ayırt etmek gerekiyordu.

Hangi dengesizlik? Geçmişte uzun uzun anlattık. Bazı ülkelerde, başta ABD, (Türkiye bu grupta) tüketimin üretimden hızlı artışı büyük dış açıklar yaratıyordu. Diğerlerinde ise, başta Çin, tüketimin üretimden yavaş artışı dev dış fazlalara yol açıyordu.

Reel düzeltmeyi bu çerçeve tanımlıyor: dış açık verenler tüketimini kısarken dış fazla verenler tüketimini artıracaklar. Ancak, intizamlı bir düzeltme için ikisinin eşanlı gerçekleşmesi gerekiyor. Aksi halde küresel ekonomik büyüme riske girecektir.

Reel düzeltme nerede?

Hemen soralım. 2009’da küresel dengesizliklerin düzeltilmesi yolunda ciddi adımlar atılabildi mi? Maalesef “evet” diyemiyoruz. Hatta, tam tersine, politika önceliğinin sadece yangının yayılmasını engellemeye verildiğini izliyoruz.

Resesyonla mücadelede en sert politika tepkisini veren ABD ile başlayalım. Özel tüketim gerileyince iç talebi canlandırmak için kamu harcamaları artırıldı. Devasa bütçe açığı resesyonun derinleşmesini önledi. Bu anlamda başarılı oldu.

Ancak düzeltme süreci başlamadı. Çünkü toplam tüketimde azalma sınırlı kaldı. Değişen iç talebin özel-kamu arasında dağılımı oldu. Dolayısı ile sürdürülebilirlik sorunu özel kesimden kamu açığına (kamu borcuna) kaydı.

Diğer gruba geçelim. Küresel resesyon karşısında Çin de iktisat politikalarını hızla gevşetti. Bir yandan kamu altyapı yatırımları artırıldı. Aynı anda kredi kanalı gevşetildi ve üretken yatırımlar teşvik edildi. Neticede ihracatın düşmesine rağmen büyüme sürdü.

ABD ile simetriye dikkat çekerim. Çin de düzeltmeyi destekleyen politikalardan kaçındı. Harcama özel tüketim yerine yatırımlardan geldi. Artan yatırımların yarattığı ek kapasitelere talebin nereden geleceği sorusu yine açıkta kaldı.

2009’un dersleri

Bir: Keynesçi politikaların mali krizin bir ekonomik felakete dönüşmesini engellemekteki başarısı tescil edildi. O kadar ki, IMF bile bütçe açıklarını savunmak zorunluluğunu hissetti.

İki: Reel dengesizlikleri düzeltmenin mali krizi denetim altına almaktan çok daha meşakkatli ve sancılı bir sürece tekabül ettiği anlaşıldı. Pek çok ülkede siyaseten çok zor tercihleri geleceğe atma şansı azaldı.

Üç: Küresel sorunlara ancak iktisat politikalarının küresel eşgüdümü ile çözüm üretilebileceği ortaya çıktı. Her küresel dengesizliğin mutlaka iki tarafı vardır. Düzeltme sürecinde işbirliği yapmazlarsa ikisi de zararlı çıkar.

Dört: Küresel kurumların bu çapta bir düzeltmeyi yönetecek bilgi, beceri ve yetkiye sahip olmadıkları görüldü. Ama eskinin bitmesi yeninin doğuşu için maalesef yeterli olmuyor. Değişime direnci kırmak zaman alıyor.

Özetleyelim. 2009’da küresel resesyonun bir ekonomik felakete dönüşmesi ‘Keynes’çi politikalarla önlendi. Ama reel düzeltme yolunda atılan adımlar çok cılız kaldı.

Yazının devamı...

2009’da küresel mali piyasalar

Yılın son haftasına girdik. Kalan üç yazıyı 2009’un genel değerlendirmesine ayırıyoruz. İlk ikisi küresel ekonomiye yoğunlaşıyor. Bugün mali krizi ele alıyoruz. Salı küresel reel dengesizliklere, Perşembe Türkiye’ye bakacağız.

Mali piyasaların 2009’a kabus gibi bir ortamda girdiğini hatırlayalım. Lehman Biraderler’in batışı şok etkisi yapmıştı. “Tüm mali krizlerin ağababası” demiştik. Her geçen gün bir öncekini aratıyordu.

Dünyanın en büyük bankaları Hazine yardımına muhtaç hale gelmişti. Para piyasaları çalışmıyordu. Dow Jones endeksi 13 binin üstünden 8 bine gerilemişti. Güvenli liman arayışı ile dolar değer kazanıyordu.

Özellikle, bu boyutta bir mali krizin küresel ekonomiyi 1930’lar benzeri bir felakete sürüklemesinden korkuluyordu. “Büyük Buhran”a referanslar artmıştı. Ortalıkta kapkara senaryolar dolaşıyordu. 2009’a böyle bir ortamda girdik.

Dipten dönüş

2009 önce başladığı gibi devam etti. Tüm mali piyasalarda bozulma sürdü. Mart başında Dow Jones endeksi 7 binin altını gördü. Hatta, kısa bir süre için bir yıl öncesinin yarı değerine, 6.500’e indi.

O gün öyle olduğu bilinmiyordu ama meğer mali krizin dip noktası oymuş. Nitekim ılık ilkbahar günleri ile birlikte mali piyasalarda hava değişmeye başladı. Mali göstergeler yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Popüler deyimle ilk “yeşil filizler” belirdi.

Yükseliş dalgasını özetlemek için gene Dow Jones endeksini kullanalım. Endeks bir Nisan’da başında 8 bini gördü. Haziran’da 9 bine, Ekim’de 10 bine ulaştı. Yılı 10.500 civarında salınarak bitirdi.

Dolayısı ile küresel mali piyasaların 2009’da beklenenden daha hızlı toparlandığını kabul etmek gerekiyor. Borsalar yükseldi, risk primi düştü, gelişen ülkelere sermaye hareketleri tekrar canlandı, bankacılıkta bile iyileşme işaretleri belirdi.

Yani korkulan felaket senaryoları gerçekleşmedi. Mali krizin bir şekilde denetim altına alınması mümkün oldu. Bilinen benzetmeyi kullanırsak, yaygının yayılması bir noktada durduruldu.

Fatura vergi mükellefine

Nasıl oldu? Bu sorunun da cevabını biliyoruz. Mali krizin 2009’da denetim altına alınmasını sağlayan uygulanan bir dizi olağandışı iktisat politikasıdır. Onlar olmasa bu hikaye çok farklı biterdi.

En önemlisi bankacılık kesiminde oluşan büyük zararların vergi mükellefi tarafından yüklenilmesidir. Özellikle ABD’de vatandaş banka zararlarını ödememek için bayağı direndi. Ama “kâr bankacıya zarar vatandaşa” sistemini engelleyemedi.

Diğeri görülmemiş derecede gevşek para politikalarıdır. Faizler sıfırlandı. Merkez Bankaları ortalığı likiditeye boğdu. Yani para politikası da mali piyasalara ve bankacılık kesimine kaynak aktarma mekanizması olarak kullanıldı.

Son gözlem: Çoğu iktisatçı gibi ben de 2009’da mali piyasaların bu yükselişini öngöremedim. Hala varlık fiyatlarının reel ekonominin gerçeklerinden koptuğunu düşünüyorum. Mali piyasalarda yeni balonlara karşı tedbirli olmayı tavsiye ediyorum.

Yazının devamı...

Makroekonomi

Küresel mali piyasalara yıl sonu rehaveti çokü. “Dar alanda kısa paslaşmalar” diyebiliriz. İnternette dolaşan metinlerde ise kamu açıkları öne çıkıyor. Başrolde Yunanistan var. Onu İngiltere izliyor. Türkiye listede yok. “IMF lobisi” acaba ne diyor?

Yılın son Beklenti Anketi sonuçları açıklandı. Tüketici enflasyonu 2009’da yüzde 6,3’ten 2010’da yüzde 6,6’ya yükselip 2011’de gene yüzde 6,3’e geriliyor. Gecelik faiz ise 2010 sonunda yüzde 8’e çıkıyor. Yeni yılda bu konuya bakmak gerekiyor.

AB’ye uyum süreci yeni bir meyve verdi. TÜİK bölgesel istihdam ve işsizlik verilerini yayınladı. Dün medyada geniş yer buldu. İstihdam ve işsizlik Türkiye’nin en kritik sorunudur. Sağlıklı veri akımı doğru teşhis ve çözüm için çok yararlıdır.

Bir gelişmişlik ölçüsü

Ekonomik gelişme aslında fevkalade karmaşık bir süreçtir. Gelişmişliği ölçmeye çalışırken genelde nicel göstergeler kullanılır. Bir nedeni, otomobil sayısı, enerji tüketimi, 5 yaş altı çocuk ölümü, vs. fizik büyüklüklerin nispeten kolay ölçülmesidir.

Elbette bunlar önemlidir. Ancak, çoğu ekonomik gelişmenin nedeni değildir. Sonucudur. Yüksek verimliliği sağlayan esas etkenlerin ise ölçülmesi zordur. Çünkü bunlar kültür, bilgi, davranış kalıpları gibi nitel özelliklerdir.

Arada sırada bahsettiğim bir örneği hatırlatayım: Yerli polisiye roman. Neden öyle olduğunu açıkça çok iyi bilmiyorum. Buna karşılık ekonomik gelişme düzeyi ile yakın ilişkisini kolayca gözlüyorum.

Bence gelişmişliğe giden yolda kitapların, özellikle iktisat kitaplarının yeri hayatidir. Çünkü ülkede uygulanan iktisat politikalarının temel belirleyicilerinin başında ülkenin iktisat eğitimi ve söylemi gelir.

Bu kez nedensellik belirgindir. İktisat teorisi istediği kadar evrensellik iddiasında bulunsun, iktisat politikası tanımı gereği mekâna ve zamana bağımlıdır. Yerel ve yerli olmak zorundadır.

Daha açık söyleyelim. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini anlamak için iktisat kitaplarına bakmak yeterlidir. Kitapların kalitesi, kapsamı, ülkenin ekonomik sorunları ile kurdukları bağlar vs. arttıkça kişi başına gelir yükselecektir.

Mahfi Eğilmez’in kitabı

Yerellik özellikle makroekonomi ders kitaplarında önem kazanır. Halbuki Türkiye’de ağırlık yabancı kitaplardadır. Bunlarda, örneğin ABD ekonomisinin sorunları ve tartışmaları anlatılır. Bizim sorunlarımızdan adeta hiç söz edilmez.

Bu büyük boşluğun doldurulmasına önemli katkısı olan meslektaşların başında Ekodiyalog ortağım Mahfi Eğilmez geliyor. Bir süredir çok güzel kitaplar yayınlıyor. Doğrusu çalışkanlığını ve üretkenliğini kıskanmaya başlıyorum.

Son kitabı hepsinden önemli: Makroekonomi - Türkiye’den Örneklerle (Remzi, İstanbul 2009). Kitap hem öğrencilerin hem ekonomiye ilgi duyan amatörlerin ihtiyaçlarını gözetiyor.

En zor teorik soruları anlaşılır hale getiriyor. Türkiye ekonomisi hakkında çok yararlı bilgiler veriyor. Gündemdeki iktisat politikası sorunlarını tartışıyor. Bütün bunları kitabı makul bir boyutta tutarak gerçekleştiriyor.

Mahfi’yi kutluyorum. Tüm okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum.

Yazının devamı...

Konjonktürün neresindeyiz?

Mali piyasalar pusulayı iyice şaşırdı. Şimdi internete baktım. Hem İMKB hem döviz kuru yükseliyordu. İlginç, çünkü ezbere uymuyor. Borsa ve döviz kurunun ters yönde hareketi gerekmez mi? Belli ki gerekmiyor.

Sonuçları uzun süredir beklenen bir araştırma geçen hafta TÜİK tarafından açıklandı: Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması. Doğal olarak, medyanın da yoğun ilgisini çekti. Tabloların bir bölümü gazetelerde yayınlandı.

Gelir dağılımı tüm dünya ülkelerinde siyaseten fevkalade hassas bir konudur. O nedenle olmalı, Türkiye’de güvenilir veri üretimi hiçbir zaman devletin öncelikleri arasında yer almadı. Neyse ki imdada AB yetişti. Sağlıklı verilere uyum süreci sayesinde kavuştuk.

Ama zamanlama şanssız oldu. Daha milli gelir analizini bile bitiremedim. Sırada yıl sonu değerlendirmeleri ve 2010 tahminleri var. Ocakta ortalık sakinler diye umut ediyorum. Yani atlamadım; gelir dağılımının ayrıntılarına mutlaka gireceğim.

Küçülmeden büyümeye

Sanırım artık herkes öğrendi. Konjonktürün kırılma noktalarında temel makro göstergeleri bir önceki yıla oranlamak yetersiz kalıyor. Çünkü bu yöntemde önemsediğimiz bazı bilgiler gözükmüyor. .

Örneğin yıl ortasının kritik sorusunu hatırlayalım: ekonomi dibe vurdu mu? Cevaplamak için her dönemi, ay ya da çeyrek, bir önceki dönemle karşılatırmak gerekiyor. Bu amaçla takvim ve mevsim etkileri arındırılmış seriler kullanılıyor.

Bu işlemi ilk yarı milli gelirine uygulamıştık. Özel tüketim harcamaları ve milli gelirin birinci çeyrekte dibe vurduğu, ikinci çeyrekte artışa geçtiği ortaya çıkmıştı. Buna karşılık özel kesim makine-teçhizat yatırımları ikinci çeyrekte de azalmıştı.

Üçüncü çeyrek verileri ile yapılan hesabın sonuçları aşağıdaki grafikte izleniyor. Her serinin 2007 yılı ortalamasını 100 alınca grafik basitleşti. 2008 sonrasını çeyrek bazında görüyoruz.

Özel tüketim harcamaları üçüncü çeyrekte ikinci çeyrekteki artış hızını tutturamıyor. Yatay seyrettiğini söyleyebiliriz. Buna karşılık milli gelirde (GSYH) üçüncü çeyrekte de ikinci çeyrek benzeri artış yaşanıyor.

Esas iyi haber özel kesim makine-teçhizat yatırımlarından geliyor. Krizde en çok bu harcama kaleminin düştüğü grafikte net şekilde görülüyor. İkinci çeyrekte dibe vuruyor. Üçüncü çeyrekte nihayet artmaya başlıyor.



Mekanik büyüme

Bu yöntemi geleceğe taşıyabiliriz. Çok basit bir varsayım yapalım. Her üç kalemi üçüncü çeyrekteki düzeyinde sabit tutalım. Yani özel tüketim, milli gelir ve özel kesim makine-teçhizat yatırımları bu yılın son çeyreğinde ve 2010’da hiç değişmesin.

Ne buluyoruz? Son çeyrek milli gelir geçen yıla kıyasla yüzde 1.6 büyüyor. Böylece 2009’da ekonomi yüzde 5.9 küçülüyor. Üst sınırdır. Gelen veriler üçüncü çeyrekten dördüncüye milli gelirin artacağı, yani küçülmenin bunun altında kalacağı yönündedir.

Ya 2010? Ekonominin tam anlamı ile yatay seyretmesi halinde bile yıllık büyüme özel tüketimde yüzde 1.1, milli gelirde yüzde 1.7, özel kesim makine-teçhizat yatırımlarında yüzde 2.3 çıkıyor. Baz etkisi yada mekanik büyüme ile bu kastediliyor.

Yazının devamı...

Paul Anthony Samuelson

Küresel borsalar Noel haftasına tıknefes girdi. New York’ta endeks 10.200-10.500 bandına sıkıştı kaldı. İMKB endeksi 50.000’de tutunmaya çalışıyor. Düzeltme sert mi yumuşak mı olur? Şimdi o tartışılıyor.

Çok ilginç bir gelişme paritede yaşanıyor. Bir ay önce euro 1.50 doları geçtiğinde 1.60’lar ve üstünden söz ediliyordu. Tersine, euro kısa sürede 1.43 dolara geriledi. Şimdi 1.30’lar telaffuz ediliyor.

Merkez Bankası, Perşembe günü gecelik borçlanma ve fonlama faizlerini değiştirmedi. Mali piyasalar tam saha pres uygulamıştı. Başarılı oldular. Bence para politikası gerektiği kadar gevşetilmedi. Kimin haklı olduğunu yazbaşında görürüz.

Kasım bütçe gerçekleşmesi yayınlandı. 11 ayda 46 milyar TL bütçe açığı, 6 milyar TL faiz dışı fazla var. Yüzde 6 küçülen bir ekonomide faiz dışı fazla sıkı maliye politikası demektir. İç talebe bütçeden gelen talebin yetersizliğine kanıttır.

Efsane iktisatçı

Milli gelir analizine devam etmeyi planlamıştım. Ama aslında bir süredir beklediğimiz bir haber yazı akışını bozdu. MIT’nin efsane hocası, ABD’nin ilk Nobel ödüllü iktisatçısı Paul Anthony Samuelson 94 yaşında vefat etti.

Benim neslim için Samuelson gerçekten bir efsanedir. 1948’de yazdığı “İktisada Giriş” dünyanın en çok satan ders kitabı oldu. Rekorun hala kırıldığını sanmıyorum. Milyonlarca genci iktisatla tanıştırdı. İktisadı sevdirdi.

1962’de, İktisat Fakültesi birinci sınıfa başladığımda aldım. Ciltli, beyaz kağıda basılmış kalın bir kitapdı. Okurken duyduğum heyecanı dün gibi hatırlıyorum. Türkçe çevirisi yoktu. Rahmetli Demir Demirgil’in çevirdiği bölümler teksir halinde ortada dolaşıyordu.

1961’de Başkan Kennedy’ye danışman oldu. Kennedy’yi işsizlikle mücadele için Keynesci politika uygulamaya ikna etti. Vergi indirimine gidildi. Politika başarılı oldu. Ekonomi canlanınca işsizlik düştü. İktisat politikasında tarihi bir olaydır.

1968’de İngiltere’ye gittiğimde “İktisadi Analizin Temelleri” adlı esas kitabını aldım. Modern neoklasik iktisadın kurucu çalışmaları arasıda kabul edilir. Kütüphanemin baş köşesinde hâlâ duruyor. Dün şöyle bir göz atıp anı tazeledim.

Yollarımız ayrıldı

Samuelson ABD bağlamında ilerici-solcu (Demokrat) cephede yer alıyordu. Makro politikada Keynes’in görüşlerini savunuyordu. Ama kaynak dağılımı, piyasa etkinliği, sermaye teorisi, vs. diğer konularda tutucu-sağcı (Cumhuriyetçi) kanada yakındı. İkisini “neoklasik sentez” adı altında bir araya getirdi. Çok etkili oldu.

1960’ların sonuna doğru Samuelson’la karşı cephelere düştük. Ben İngiltere’deki Cambridge’li neokeynesyenleri (Robinson, Kaldor, Sraffa, vs.) benimsedim. Samuelson ise Massachusett’deki Cambridge’li neoklasiklerin ağır topu olmuştu.

İki Cambridge’in sermaye teorisi ve gelir bölüşümü kavgaları doktora ve doçentlik tezlerime yansıdı. Kendimce son noktayı 1980’de, bu yıl yeniden yayınlanan “İktisadi Analiz” (Eflatun yay. Ankara 2009) ile koydum. Hepsinde Samuelson karşı tarafı simgeledi. Güzel günlerdi...

Doğruları ve yanlışları ile, Paul Samuelson 20. yüzyılda iktisat teorisinin ve politikalarının gelişmesine damgasını vuran ustalardan biridir. Çok önemli bir akademisyen ve bilim adamıdır. Toprağı bol olsun.

Yazının devamı...

Kriz karşılaştırması

İMKB’nin davranışı herkesi şaşırtıyor. İç ya da dış, olumsuz haberlerden etkilenmeden yükseliyor. Doğrusu benim aklım bu işe ermiyor. Anlayanların da zorlandıklarını izliyorum. Ne diyebilirim!

Tüketici Güven Endeksi kasım sonuçları açıklandı. Endeks Haziran’dan zirveyi görmüştü. Sonra inişe geçti. Eylül’de kıpırdar gibi oldu ama arkası gelmedi. Kasım’da tekrar geriledi. Nisan düzeyinin altına geldi. Büyüme için kötü, enflasyon için iyi haberdir.

Eylül istihdam ve işsizlik verileri yayınlandı. Ağustos-Ekim dönemini kapsıyor. İşsizlik oranı yüzde 13.4’le geçen ayla aynı düzeyde çıktı. Mevsimlik etkiyi arındırınca tarımdışı işsizlik az da olsa artıyor. Eğilim değişmesi ya da yeni bilgi göremedim.

Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. 2010 para politikası raporundan sonra mali piyasalar faiz indirimini engellemek için tam saha pres yaptı. O açıdan kararı merakla bekliyorum. Merkez Bankası için kritik bir sınav günüdür.

Sayılar tabloda

Salı günü üçüncü çeyrek milli gelir verilerini kullanıp bu krizi geçmiş krizlerle karşılaştırmak istedim. Sabah mutlaka gazetede yazımı okurum. Hata arar, üsluba bakarım. Hemen fark ettim. Sayılar içinde kaybolmuşum.

Ege Cansen erkenden aradı. Fırsatı kaçırmaz. Krugman’dan başlayıp “işi bilen, kendine güvenen sayı vermez analiz yapar” diye anlattı. Doğru söze ne denir! Boynum bükük dinledim. Sayıları bir tabloya toplamaya karar verdim.

Üç krizi karşılaştırma ihtiyacını neden duyuyoruz? Çünkü ortada bir bilmece var. 1994 ve 2001’de büyük mali kriz yaşandı, bankalar battı, kur, faiz ve enflasyon patladı, vs. Halbuki bu kez bunlar olmadı ama küçülme rekor kırdı. Ne oldu?

İlk üç sütunda üç krizde harcama kalemlerinin büyümeye katkısı var. Son iki sütun ise bu krizle farkları gösteriyor. Milli gelirin dibe vurduğu çeyrekler seçildi. Son yıl bir önceki yılla karşılaştırılıyor.

Stok değişimi küçülmesi

Bu krizde milli gelir 2001’den 2 puan, 1994’den 1.3 puan daha fazla küçüldü. Nereden kaynaklanıyor? İç talep diğer iki krize kıyasla daha az düşüyor. Ayrıntıya bakalım. Sonuç tüketim ve yatırım için de, özel ve kamu talebi için de geçerli

Kamuya özellikle dikkat çekelim. 2001 ve 1994’te kamu talebi düşüyor, yani küçülmeyi derinleştiriyor. Bu kez tersi oluyor. Kamu talebi büyümeyi destekliyor. Fevkalade önemli bir olgudur.

Dış talebe gelince durum değişiyor. İthalatın büyümeye olumlu katkısı açısından üç kriz benzer düzeylerde. İhracat ise farklılaşıyor. 1994’de ekonomiyi ihracat kurtarıyor. 2001’de küçük bir pozitif katkı çıkıyor. Bu krizde ise ihracat çöküyor.

İç ve dış talep toplamına nihai talep diyoruz. 2001’le karşılaştırınca, nihai talebin de daha az düştüğü görülüyor. Yani sert küçülmeyi nihai talep de açıklamıyor. Buna karşılık 1994’le farkın dış taleple açıklandığı görülüyor.

2001’le karşılaştırmaya devam edelim. İç ve dış talep bu krizde daha az küçülme gerektiriyor. Ama ekonomi daha fazla küçülüyor.

Çünkü, rekor küçülme tümü ile stok değişiminden kaynaklanıyor.

Bilmece çözüldü mü? Hayır, sadece yerini bir başkası aldı. Bu ilginç konuya geri dönmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Küçülmenin kaynakları

Petrol zengini Abu Dhabi sonunda Dubai’ye yardım elini uzattı. 10 milyar dolar acil destek son haftaların belirsizliğini kısmen ortadan kaldırdı. Mali piyasalar sevindi. Bu arada dolar değer kazandı. Altın ve petrol geriledi.

Euro bölgesinde kamu açığı sorunu nasıl çözülür? İlk uygulama İrlanda’dan geldi. The Economist’ten öğrendim. Memur maaşları düşüyor. En altta yüzde 5, orta kademede yüzde 8, yüksek maaşlarda yüzde 15 indirim yapılıyor. Vay vay vay...

Merkez Bankası’nın 2010 için belirlediği para politikası yeni polemikleri tetikledi. Yüksek faiz cephesi sert eleştiriler yöneltiyor. Olumlu bulduğumu ayrıntılara girmeden Pazar günü açıklamıştım. Herhalde bu topa biz de gireriz.

Tarihi küçülme rekoru

Üçüncü çeyrekle birlikte kriz dönemi milli gelir verileri tamamlandı. Türkiye’de milli gelirin küçülmesi bir yıl (dört çeyrek) sürer. Ondan sonra tekrar pozitif büyümeye geçilir. 2001 istisnadır ama dördüncü çeyrek büyümesi yüzde 0.3’tür. Nedenlerine girmiyorum.

Dolayısı ile artık 2009 krizinin milli gelire nasıl yansıdığını görebiliyoruz. Uyarı: 2009’un tümü açıklanırken ilk üç çeyrek verilerinde düzeltme yapılacaktır. Ama ana eğilimler değişmez.

Küçülme dönemi 2008’in son çeyreğinde başlıyor. 2009’un üçüncü çeyreğinde bitiyor. Yöntem olarak temel harcama kalemlerinin büyümeye katkısını kullanıyoruz. Bir yıllık dönemi bir önceki bir yıllık dönemle karşılaştırıyoruz.

Bu dönemde milli gelir (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla-GSYH ) yüzde 7.9 küçüldü. 1998 bazlı seride küçülme rekorudur (2001 krizi: Yüzde 5.9). 1987 bazlı seride de rekordur (1994 krizi: Yüzde 6.9). Yani, milli gelirde küçülme açısından yakın tarihin en kötüsüdür.

Üç krizin verileri

Ana talep kategorilerine bakalım. Özel tüketimin küçülmeye katkısı 2.9 puandır. 1.1 puanı ulaştırma-haberleşme kaleminden (araç satışları) geliyor. Özel tüketimin küçülmeye katkısı 2001’de 4.5 puan, 1994 krizinde 4.9 puandı.

Kamu tüketimi küçülmeyi azaltıcı yönde, yani artı 0.3 puan katkı yaptı. Maliye politikasındaki gevşemeden kaynaklanıyor. Halbuki 2001’de eksi 0.1 puan, 1994’te eksi 0.3 puandı. Toplam tüketimin küçülmeye katkısı 2.6 puandır (2001: 4.6 puan; 1994: 5.2 puan).

Yatırımların küçülmeye katkısı 5.5 puandır (2001: 6.5 puan; 1994: 6 puan). Tüketim artı yatırım iç talebi oluşturur. Küçülmeye katkısı 8.0 puandır (2001 ve 1994: 11.1 puan).

İhracatın küçülmeye katkısı 2.2 puandır. 2001’de ve 1994’te ihracat artı katkı yapmıştı: 0.8 puan ve 3.3 puan. İthalat küçülmeyi azaltıcı artı 6.4 puan katkı yaptı (2001: Artı 5.7 puan; 1994: 6.3 artı puan) Toplamı dış taleptir: Artı 4.3 puan (2001: artı 6.5 puan; 1994: Artı 9.9 puan).

İç ve dış talep toplamına nihai talep deniyor. Küçülmeye katkısı 3.7 puandır (2001: 4.6 puan; 1994: 1.2 puan). Geriye stok değişiminin küçülmeye katkısı kalıyor: 4.2 puan (2001: 1.1 puan; 1994: 4.6 puan).

Özetleyelim. Küçülmede özel tüketimin rolü iki krize kıyasla düşüktür. Kamu tüketimi talebi artırıcı etki yapmıştır. Yatırımların payı da daha düşüktür. Yani rekor küçülme iç talep daralmasından kaynaklanmıyor. 2001’le farkta stoklar (3.1 puan), 1994’le farkta ihracat (5.5 puan) öne çıkıyor. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.