Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Kırmızı görmüş boğalar’ AB’de yeni zirve toplatacak!

İMKB’de 55.050’nin altında haftalık kapanış olması 53.600 ve ardından 52.950 seviyelerini resmin içine sokuyor. Kasım sonu ‘makyaj rallisi’ sebebiyle yaşanabilecek bir rallinin bu hafta içinde 57.200 seviyesini geçmesi hayli zor. Dolar/TL kurlarında 1.8110 seviyesinin üzerine geçilmesi kur cephesindeki ‘gerginliğin’ azalmadığını gösteriyor. Dolar/TL kurlarında 1.8450 ve ardından da 1.8660 seviyeleri bu hafta için önemli.

Planlanmış, gündemde olan bir zirve yok. Ancak piyasaların plan, program dinledikleri falan yok. AB’de işler gittikçe daha da karışıyor. Bir yandan “Güney Avrupa’da” sular iyice ısınırken, diğer yandan da AB içinde üyelerin birbirlerini gittikçe daha fazla eleştiri, hatta suçlar demeçler verdiklerine şahit olmaya başladık.

Hani yepyeni bir fikir etrafında bir araya gelen, ortak olan insanlar vardır ya... Başlangıçta her şey iyi gidiyordur. Hem fikir ortakların çevresindekilerce beğenilir, hatta inceden kıskanılır hem de ‘Keşke ben düşünebilseydim’ denir... Ancak fikir “iş aşamasına” geçip de şirketleşince; hayatın, hayalden farklı, bir de tahminlerden fazla sermaye ihtiyacı olduğu anlaşılınca ortaklardan birileri su koyvermeye başlar. Müthiş fikre rağmen işler istendiği gibi gitmemeye, masraflar arttıkça hem sermayeden yemeye başlayıp, hem de kârlar beklendiği kadar olmayınca ortaklar arasında huzursuzluk gitgide artmaya başlar. Birbirlerini suçlamaya başlarlar. “Sen az çalışıp, çok harcıyorsun. Ben ise bu ortaklığı ayakta tutmak için müthiş bir özveride bulunuyorum; sen gününü gün ediyorsun” suçlamaları birbiri ardına gelir... İşte son bir aydır AB’de olan bu. Bazı ortaklar ‘Birliği ben kurtarıyorum, ben ne dersem o olur’ derken, diğerlerinin “Kimse kimseye akıl öğretmesi”e gelen söylemleri var! Sadece euro ile ulaşılan “para birliği” değil, artık AB içinde “siyasal birlik” de sorgulanır hale geldi. Geçtiğimiz hafta bunun yeni örneklerine şahit olduk. Korkarım önümüzdeki günlerde daha da fazla bu “çıkışları” duyar olacağız.

Geçtiğimiz haftanın bana göre en ilginç gelişmesi, Perşembe gününün ikinci yarısında piyasalarda konuşulmaya başlanan Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) AB’nin sorunlarında yardımcı olması için IMF’ye daha fazla destek olacağı, fonlama sağlayacağına dair haberlerdi. Mevzuatı gereği Avrupa bankalarının ihtiyaç duyduğu “borçlanılabilir son kaynak Lender of Last Resort” olma özelliğine sahip ol(a)mayan ve Almanya’nın itirazları nedeniyle yakın gelecekte bu özelliği kavuşamayacak olan ECB’nin dolaylı bir yolla bunu halledeceği umudu piyasalarda kısa süreli bir iyimserlik havası estirdi.

Ancak bu mekanizmanın çalışması hayli zor! ECB kendi “hükümranlık alanı” içindeki bankalara güvenmiyormuş da araya IMF’yi koyuyor. Diyelim ki bazı bankalar borçlarını ödeyemedi ve IMF kredisi teorik olarak “battı”. ECB de bundan zarar görmeyecek mi? Dolayısıyla AB...

Geçtiğimiz haftanın son gününde gelen bir başka haber de önümüzdeki günlerde gerginliği arttıracağa benzer! ECB idarecileri sorunlu ülkelerin bonoları için yaptıkları alımları 20 milyar euro ile sınırlamaya karar vermişler. Ne büyük bir hata! Piyasalara karşı yapılacak en büyük hata, onlara test edebilecekleri bir hedef vermektir. Kur hedefi miktar hedefi, gün hedefi, başarı yüzdesi... Sayısal olarak böylesi hedefler “kırmızı görmüş boğa” misali piyasaların “kanını kaynatıyor”! Böylesi bir hedef konulduğunu varsayalım ve “kırmızı görmüş boğalar” haftanın ilk gününde bu limiti doldurdular. ECB ne yapacak? Kararlı bir MB olarak rakamı daha da arttırmayacak! Bonoları satacak yer bulamayanlar yüzünden İtalyan 10 yıllıkları yüzde 8’e, İspanyollarınki yüzde 7.25’e geldi! Ne olacak o zaman? ECB ayak direyecek olur ise iş yine “liderler zirvesine” düşecek! Çözüm olur mu? Daha önceki zirveler çözüm olsaydı bugünlere gelir miydik?

Bu hafta başında Yunanistan muhalefet partilerinden ancak yeni “milli mutabaka hükümetinin ortaklarından” Yeni Demokrasi Partisi lideri Antonis Samaras’ın alınacak önlemler konusunda yazılı irade beyanında bulunmayı reddetmesini konuşuyor olacağız! Sadece bu olsa neyse, işin bir de ABD yönü var! Tasarruf tedbirleri konusundaki “ortak komite” çalışmalarını önümüzdeki hafta içinde sonuçlandırması gerekiyor. Oradan da çok net ve “pozitif” haberler henüz ulaşmış değil.

Her iki “ana cephede” işler bu denli “sarpa sarmışken” hedge (serbest) fonların Kasım sonu bilanço makyajı için yüksek kapatma çabaları ciddi darbeler yiyebilir!

Suriye...

Dışarıda bunlar olurken Suriye’de de işler iyiden iyiye “sarpa sarmış” durumda. Finansal piyasalarda olduğu gibi Suriye’de de sona yaklaşılmış gibi görünüyor. Hani hafta demesek de meselenin “kırılma noktasına” ay kaldı demek hatalı olmayacaktır. Sürekli gündem Türkiye’nin müdahalesi, buna karşın İran, Irak ve PKK’nın karşı hamleleri derken asıl Esad’ın adımları önemli! Finansal piyasalarda henüz bu durum “fiyatlanmış” değil. Ancak bu haftadan başlayarak önümüzdeki günlerde bu “parametrenin” de fiyatlanmaya başlaması söz konusu.

Dikkatli olmakta fayda var.

Kısaca piyasalar... İMKB’de 55.050’nin altında haftalık kapanış olması 53.600 ve ardından 52.950 seviyelerini resmin içine sokuyor. Kasım sonu “makyaj rallisi” sebebiyle yaşanabilecek bir rallinin bu hafta içinde 57.200 seviyesini geçmesi hayli zor!

Dolar/TL kurlarında 1.8110 seviyesinin üzerine geçilmesi ve aynı zamanda da “sepet” de (1 dolar+ 1 euro’dan oluşan sepet) 4.2950 seviyelerine (50 günlü Hareketli Ortalama) gelinmiş olması kur cephesindeki “gerginliğin” henüz daha azalmadığını gösteriyor. Dolar/TL kurlarında 1.8450 ve ardından da 1.8660 seviyeleri bu hafta için önemli. İlkinde değilse bile, ikincisinde MB’nin yeniden “gecelik faizleri” öne çıkarması (yüzde 12.50) ihtimali oldukça yüksek.

Yazının devamı...

Var mısın, yok musun?

TV’deki yarışma gibi oldu finansal piyasalar. Her an bir karar vermek zorundasın. ‘Tamam mı, devam mı?’ Bugünler ayrı bir öneme sahip. Zira birçok piyasa teknik olarak karar noktasına yaklaşıyor. Bir yandan düşüş trendleri ile diğer yandan kısa vadeli yükseliş trendleri arasında oluşan “üçgenlerde” uç noktalara yaklaşıldı.

Başta DAX olmak üzere Avrupa borsalarının bir çoğu, S&P 500 ve bizi daha fazla ilgilendiren İMKB 100 Endeksi’nde karar nokalarına yaklaşılıyor. Adeta ‘Var mısın, yok musun?’ anı gibi bir şey bu.

Düne kadar İMKB günü, “sıfır” değişimle kapatarak, dışarıdan gelen düşüşlere direniyordu. Adeta dışarıdaki hava biraz olumluya dönse kopup gidecek bir havası vardı. Peki bunu başarabildi mi? Dünkü yüzde 1.50’lik düşüş bunu başaramadı izlenimi yaratsa da henüz daha dün 55.050’den geçen kısa vadeli yükseliş trendinin altında bir kapanış olmaması İMKB’nin “direncini” gösteriyor! Ancak yukarıda da belirttiğim üzere karar anına yaklaşıyoruz. Bugün için 55.125’ten geçen “destek” seviyesi aşağı yönde kararlı bir şekilde kırılmadığı sürece İMKB “dipten kurtulma çabasını” sürdürecektir.

Diyelim ki İMKB desteklerinden güç buldu ve toparlandı, bu durumda yukarıdaki kritik eşikler 57.175 ve ardından da 58.200 seviyelerinde. Yok eğer destekler tutmadı. Bu durumda ilk hedef 53.900 seviyeleri ki şimdilik kimse bunun düşünmek bile istemiyor.

Hem dolar/TL kurları hem de 10.68 bileşik seviyelerine çıkan gösterge bono faizleri İMKB’nin yükseliş fikrini çok da destekler nitelikte değil. Her ne kadar hem İMKB hem de son açıklanan verileri beklentilerden “iyi gelmiş olarak algılanan” ABD endekslerinin Kasım ayı ve yıl sonu rallileri için yaptığı hazırlıklar kısa vadeli yükseliş çabalarını destekler nitelite olabilir.

Yine de bu “suni” çabaların sürdürülebilir olması hayli zor! Sürdürülemezse İMKB’de ne olacağına değinmiştim. Peki faiz cephesinde ne olur dersiniz? Orada da 10.75 bileşik seviyesi hedefi var ki, bu seviye son ihaleden alının bonoların dayanabileceği son “başabaş” seviyesi. Bu seviyenin “ötesine” geçilmesi bir çok algılamayı “berbat” edecektir!

Kur mu dediniz? Orada parite belirleyici! Euro/dolar cephesinde 1.3380 seviyesi önemli. Bu seviyenin altına inilmedikçe dolar/TL kurlarında sert yükselişler olmayacaktır. Merkez Bankası’nın ‘aba ardına sakladığı’ sopa o kadar “görünür” durumda ki kimse Merkez Bankası’ndan ayrı olarak alıp başını gidip bir iş yapamaz!

Altının 1.742 dolar/ons seviyesinin altına inmiş olması ve şimdi de 1.700 dolar/ons (düz) seviyesini hedeflemesi, euro/dolar’daki 1.3380 seviyelerini “çağırıyor”. Hal böyle olunca da varlık piyasalarının geneline yayılan bir satış ve ardından da “üçgenlerin” aşağı kırılması çok da şaşırtıcı olmayacaktır.



Bugün finansal piyasalardaki 25. yılımı kutluyorum. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi “efsanevi bir yatırımcı” olamadığım için üzgünüm. Yine de sevdiğim bir işi yaptığım için de “yorulmuyorum”!

Yazının devamı...

Ben de efsane yatırımcı olmak istiyorum!

Dün Amerikalı “efsane yatırımcı” Warren Buffett’ın 10.7 milyar dolarlık IBM hisse senedini aldığını dün gazetelerden okumuşsunuzdur. Yüzde 5’inden fazlasına ulaşmış “efsane” yatırımcının IBM yatırımı! Berkshire Hathaway üzerinden yapmış olduğu bu yatırımın riski de kârı da onları ilgilendirir. Beni asıl ilgilendiren kısmı, alım sürecindeki bir “detay”.

Normal şartlarda Buffett’ın 8 aya yayılmış olan bu alımlarını yatırımcılarına bildirmek zorunluluğu varmış. Ancak ABD’nin Sermaye Piyasası Kurulu SEC’den aldığı “özel” bir izinle bu bildirimi yapmamış.

Peki bu izni ne adına almış? “IBM hisselerini alırken piyasada spekülasyonlara yol açmamak” adına! Buffett’ın IBM hisselerini aldığı duyulunca fiyatların normalden hızla yükseleceği düşünülerek bu izin verilmiş. Belki de SEC volatilitenin gereksiz artacağı düşüncesiyle bu izni vermiş olabilir. Aklımın almadığı sermaye piyasalarının “kâbesi” olarak görülen ABD piyasalarının otoritesi, nasıl oluyorda böylesi bir “ayrıcalık” tanıyabiliyor?

Böylesi bir iznin kendisi doğrudan bir “manipülasyon” değilde nedir? Bu izin sayesinde Buffett hemen hiç gürültü çıkarmadan, sessiz sedasız 10.7 milyar dolarlık alımı “ehven” fiyatlardan alabilmiş midir? IBM’in hisse fiyatlarına bakıldığında böyle olduğu görülüyor! Piyasaları fazla ürkütmeden ve de fiyatları “baskı altında” tutmasa bile, uçup kaçmadan almak istediği kadar “malı” piyasadan toplayabilmiş. Bu arada bu izni alan yanlız Buffett değilmiş. Carl Icahn, Bill Ackman and Nelson Peltz gibi milyarder “efsane” yatırımcılara da bu izinler verilmiş!

SEC’in bir kuralına göre ‘kamu çıkarı ya da yatırımcıların korunması amacıyla 13F açıklamasının (yatırımcıların bilgilendirmesi) yapılmasını engelleyebilir veya geciktirebilirmiş. Nedense bu istisnalar hep Buffett gibi “efsanelere” çalışıyor...

Bana da böyle istisnalar tanınsa ben de kısa zamanda “efsane” olabilirim. Yaşım Buffett’tan çok genç, zamanım var! Düzenleyici otoritelerin hisse senedi fiyatlarının düşmemesi için bu çabalarını da anlamak mümkün değil. Açığa satışın yasaklanması gibi bu gibi “istisnalar” neden hep borsalar yükselsin saikiyle verilir? Düzenleyici otoritelerin görevi borsalardaki yükselişleri sağlama da bizlerin mi haberi yok?

Yazının devamı...

Politikalardaki belirsizlik faizi vurdu!

Dün yapılan Hazine ihalelerinde tahvil faizleri Temuz 2009’dan bu yana en yüksek seviyelerine çıktı. Yeniden ihracı yapılan 17 Temmuz 2013 vadeli gösterge bono ihalesinde ortalama bileşik faiz yüzde 10.59 olarak gerçekleşti. Maksimum bileşik faizin yüzde 10.69 olarak gerçekleştiği ihalenin 364 gün üzerinden hesaplandığını da unutmamakta fayda var! İkincil piyasa denkliğinin yani 365 gün üzerinden ortalama 10.62’ye, maksimum ise 10.72’ye denk geliyor.

İhalelerde faizler yükselirken talebin de düşük olması önemliydi. Gösterge bono ihalesinde satış/teklif yüzde 79.50’lerde olması (ki işler yolundayken bu oran yüzde 25-30’lardaydı), 4 yıllık sabit faizli tahvile hepi topu 377 milyon nominallik bir talep gelmesi piyasa katılımcılarının “risk iştahlarının” yüksek olmadığını gösteriyor!

Piyasa katılımcıları son günlerde yok İtalya’nın 10 yıllıkları yüzde 7’nin, yok İspanya’nınkiler yüzde 6’nın üzerine çıktı derken, içerideki faizleri pek dikkate almıyorlardı. Bizi asıl ilgilendiren içerideki faiz hareketleri aslında. Dünkü ihalelere gelen talep ve faizlerdeki yükseliş artık dikkatlerin içeriye dönmesini sağlayacaktır.

Faizlerin yükselmesinin ardında birkaç sebep sayılabilir:

En masumundan başlayalım: Klâsik olarak piyasa katılımcıları ihale öncesinde ellerindeki bonoları satıp faizleri az da olsa yükseltip; daha fazla miktarı, daha iyi faizden almaya çalışırlar. Bu strateji ancak şartlar uygun olduğunda çalışır. Herkesin “mal almaya çalıştığı” bir ortamda bu çalışmaz! Dünkü ihaleler öncesinde şartlar uygundu!

Önemli sebeplerden birisi yurtdışında, özellikle de AB Bölgesi’nde yaşanan sıkıntılar, artan faizler ve bunun yarattığı gerilimin bizim piyasalara yansıması kaçınılmazdı! Yabancı yatırımcılar çoktan pozisyonlarını azaltmış ya da hedge ederek kenarda bekliyorlardı. Küresel piyasalarda hava bu kadar “karanlık” iken bizim piyasalarımıza gelenlerin sayısında ciddi azalış olduğu kesin.

Bence asıl önemli sebep; Merkez Bankası’nın son 1 yılda ama özellikle de son 2 ayda uyguladığı politikalardı. Bir piyasa katılımcısının dediği gibi, ‘Piyasa; Merkez’den intikamını, Hazine’den aldı!‘ Sorunu yaratan, fonlama tarafında MB eliyle yaratılan belirsizlik aslında. MB döviz üzerindeki baskıyı azaltmak adına fonlama faizlerini yüzde 5.75 ile yüze 12.50 arasında “dalgalanır” hale getirince belirsizlik adeta “tavan yaptı”. Bono alacak olanlar yüzde 5.75’lik haftalık repodan mı, yüzde 12.50’lik gecelik faizden mi yoksa yüzde 12’lik piyasa yapcısı faizinden mi borçlanabileceği net olmayınca riski almak yerine bu riski Hazine’ye yıktılar. Üstelik bunu iki yıllık ‘çapraz para swap’ faizlerin TL faizleri 8.25’lerde dalgalanırken.

MB’nin “belirsizlik politikası sürdükçe bono faizlerinin geri çekilmesi zor olacak! Hatta yakın zamanda değil gerilemek, 10.75 bileşik seviyelerine kadar çıkması ihtimali de az değil. MB’nin bundan sonraki mesajları önemli olacak.

Belirsizliği azaltacak söylemler, faizleri de azaltacaktır.

Yazının devamı...

Papandreu ve Berlusconi’nin istifası piyasaları rahatlatacak mı?

AB’nin ‘hasta adamları’ ilan edilen Yunanistan ve İtalya’nın Başbakanları Papandreu ve Berlusconi, iktidardan ayrılarak yerlerini ‘teknisyen’ hükümetlere bıraktı. Nedense piyasalar bu değişimleri, sorunun çözümü olarak gördüler. Peki Komşu’da Papademos ve İtalya’da Monti sorunlara çare olabilir mi? Gidenler de önlemlere karşı değillerdi ki! Diğer yandan bu ‘teknokratların’ elinde sihirli değnek mi var da ülkelerini bu sıkıntılı dönemde borçları ödeyebilecek denli büyütecekler? Kesinlikle hayır.

Kasım ayının ikinci yarısı zorlu geçecek. Son yıllarda; birçok yatırım fonunun (özellikle yüksek risk alabilen hedge -serbest- fonların) ve yatırım bankalarının finansal/raporlama yıl sonu Kasım ayına kaymış durumda. Bu nedenle Kasım ayının kapanış değerleri; hem fonların performansları, hem de bu fonları yönetenlerin yıl sonu ikramiyeleri (bonuslar) açısından önemli!

Önümüzdeki iki buçuk hafta boyunca “umutlarla gerçeklerin” mücadelesine tanık olacağız. İyi kapanması “umut edilen” finansal piyasalarla, bu umutları desteklemekte zorlanan reel ekonomi-gerçek hayat. Üstelik geçen seneki Kasım ayı ve yıl sonu endeks değerlerine bakıldığında “umuda” oynayanların işinin zor olduğu görülüyor. Özellikle de ABD dışındaki hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan piyasalarda...

Geçtiğimiz haftanın son gününde borsalar Avrupa’dan gelen “iyi haberlerle” yükseldi. Neydi bu “iyi haberler” derseniz, AB’nin “hasta adamları” ilan edilmiş olan Yunanistan ve İtalya’nın Başbakanları Papandreu ve Berlusconi’nin iktidardan ayrılarak yerlerini “teknisyen” hükümetlere bırakmasıydı!

Sorun ülkeler üstü

Nedense piyasalar bu değişimleri, sorunun çözümü gördüler! Peki Komşu’da Papademos ve İtalya’da Monti sorunlara çare olabilir mi? Gidenler de “önlemlere karşı değillerdi ki! Diğer yandan bu “teknokratların” elinde sihirli değnek mi var da ülkelerini bu sıkıntılı dönemde borçları ödeyebilecek denli büyütecekler? Mümkün mü bu?

Bence, kesinlikle hayır! Neden mi? Her ikisi de bürokrat/teknokrat. Her ikisi de ne bir siyasi (seçim kazanmış/kaybetmiş) ne de bir ekonomik risk almış (şirket kurmuş/batırmış, adam işe almış/atmış) değiller. Diğer yandan her ikisinin de ardında bir halk desteği yok, sadece şu anda “seçilmiş olan” politikacıların desteği söz konusu. Peki bu “seçilmiş” politikacıların ardında yeterli halk desteği var mı?

Sanmam, en azından son iki yılda halka sorulmuş değil ki... Eminim halka sorsalar; yani her iki ülkede de bugün seçim yapsalar; şu andaki dağılımdan çok farklı bir resim ortaya çıkacaktır. Sırf bu sebeplerle piyasaların satın aldığı iyimserliğin kalıcı olması mümkün görünmüyor. Zira sorun “teknokrat hükümetlerin” ülkeler bazında çözebileceği boyutu çoktan aşmış, ülkelerüstü bir hal almıştır. Bunun da çözümü tüm AB nezdinde bulunmak zorunda. Neler yapılması gerektiğine dair 11.11.11 tarihli “Ben de öneriyorum” başlıklı yazımda değindim! Sorun “vitrindeki adamı” değiştirerek çözülemez!

Atina’da bir yalnız adam

Yunanistan’da, ekonomik sorunların tetiklediği siyasi kriz, atadan siyasetçi olan Papandreu’yu başbakanlıktan etti. Baskılar üzerine ülkenin yönetimini Lukas Papadimos’a teslim eden Yorgo Papandreu’nun adı Euro Bölgesi’nde baş gösteren ekonomik krizin ilk siyasi kurbanı olarak tarihe yazılırken, sakin mizacı ve sorunlara akılcı yaklaşımlarıyla Yunan siyasetinde de iz bıraktı.

Papandreu, Yunan bir baba ve Amerikalı bir annenin çocuğu olarak 1952 yılında ABD’nin Minnesota’ya bağlı St. Paul kentinde doğdu.

Yorgo Papandreu, babası olan Yunanistan’ın eski başbakanlarından Andreas Papandreu’nun isteği üzerine 1981’de politikaya girerek, milletvekili seçildi. Papandreu, ekonomik kriz gerçeğiyle ilk kez 2010 yılında Davos’ta karşı karşıya geldi. Şimdi Yunan basını tarafından “Atina’da yalnız bir adam” olarak nitelenen Papandreu’nun, PASOK’un önümüzdeki dönemde yapılması beklenen olağan kongresi öncesinde, partinin liderliğini sürdürüp sürdürmeyeceğine karar vermesi bekleniyor.

Piyasalarda umutla gerçeğin mücadelesi

Umutla gerçeğin mücadelesinin ilk perdesini izleyeceğiz. Ancak “umudun” işi zor! Dow Jones’un grafiğine bakacak olursanız bunun “teknik analize” dayalı sebebini görebiliyoruz. Daha önceleri destek olmuş trend, şimdi “direnç” olmuş durumda. Bu direncin aşılması ilk denemede mümkün ol(a)mamış durumda. Bu hafta 12.350 seviyesinden geçen bu trendin test edilmesi (umudun çabalarıyla) söz konusu. Aşılır mı? Belki 12.400-450 bandı olabilir ancak üzeri bence zor!

Yukarı gitmekte zorlanacağını varsaydığım Dow Jones’un hafta içinde 11.950’nin altına inmesi kafaları iyiden iyiye karıştıracaktır! Hele ki haftanın ikincei yarısında, geçtiğimiz hafta Çarşamba günü görülen 11.736’nın altına inilmesi ve günlük kapanışların bu seviyenin altında olması piyasalarda “umutların” tükenmesine sebep olacaktır. Bu haftanın yatay gitmesi ve bu tahminlerin bir sonraki haftaya “devretmesi” de sonucu çok fazla değiştir(e)meyecektir!

İMKB cephesinde durum çok da farklı değil!

Ana düşüş trendindeki İMKB’de de “umudun yükselişinin” sınırlı kalması ihtimali hayli yüksek! Hafta başında 58.450 seviyesine denk gelen trend, hafta sonunda 58.100’e kadar geriliyor. Hafta boyunca bu tren önemli bir direnç olacak ve bu seviyelerin üzerine çıkılmasının ihtimali düşük görünüyor. Aşağıda ise ana hedef halen daha 53.600 seviyelerinde. Ancak bu seviyeye bir anda gidilmesi ihtimali; en azından “umut-gerçek” mücadelesi sırasında o kadar da çabuk olmayacaktır.

Bu arada hatırlatmakta fayda var. 58 binlere doğru yaşanacak bir yükseliş geride bıraktığımız bazı boşlukların da dolmasını sağlayacaktır ki bu da “teknik açıdan” sağlıklı hareket olacaktır!

Yazının devamı...

Türk Diasporası İstanbul’da toplanıyor

1995 yılının sonlarında Moskova’ya çalışmaya gitmiştim. Rusya’da 65 bankacının öldürüldüğü bir yıldı o yıl. Westdeutsche Landesbank’ın Moskova şubesinin Hazine bölümünü kuracaktım. Alman bankası olduğundan herşeyin bir kuralı, manueli vardı. Oraya çalışmaya gelmiş olan Almanlar’ın yapmaları gereken bir listeydi. Ehliyetlerinin değiştirilmesinden tutun da vergi beyannamelerinin nasıl ve kiminle doldurulacağına kadar bir dizi yapılması zorunlu iş vardı.

Aralarında bir madde vardı ki ilk bakışta normal geldi. “Alman büyükelçiliğine kaydolmak”. Sordum tabii ki hemen; “Ben Alman değilim, yine de Alman Elçiliği’ne mi kaydolmam lazım?”, “Hayır” dediler. Sen Türk Büyükelçiliği’ne kaydol. Hayatımda ilk kez yurt dışında çalışmaya başladığım için elçiliğe gidip kaydolmam; hele ki o günlerde riskli olarak bilinen bir şehirde; mantıklıydı.

Gittim büyükelçiliğe, kapı duvar. Neyse birileri düofona geldi. Derdimi söyledim. “Bizim böyle bir sistemimiz yok” dediler. Nasıl olur dedim, başıma bir şey gelse... “O zaman ararsınız bizi” dediler. Bir zahmet telefon numaralarını verdiler ama...

O zamanlar düşünmüştüm neden büyükelçilik kendi vatandaşlarını kayıt altına alıp, kontrol etmez diye. 29 Ekim resepsiyonu olur, davet edilmezdik ya da hep aynı isimler davet edilirdi. Resmi bir çatı altında; ya da gayri resmi bir çatı altında; Türk iş adamları bir araya gelip, sorunlarını tartışmaz, yeni iş imkânlarından birbirini haberdar etmez ya da güç birliği yapmaz diye merak etmiştim.

Sonrasında bir çok Türk iş adamı ile tanıştım, tanışmasına ama bunlar ahbaplıktan öte gidemedi. Ne bir baskı grubu oluşturmak, ne güçbirliği yapmak mümkün olmamıştı.

Geçtiğimiz ay sonlarındaki New York seyahati sırasında uçakta Dış Ekonomik ilişkiler Kurulu’ndan (DEİK) duayen işadamı Rona Yırcalı ile karşılaştım. Sohbet ettik. Sohbet sırasında New York’a DEİK, TOBB ve Ekonomi Bakanlığı’nın ortak çabasıyla 18-19 Kasım’da İstanbul’da toplanacak Dünya Türk Girişimciler Kurultayı’ndan bahsetti. Bu bir anlamda Türk diasporasının ikinci kez bir araya gelmesiymiş. İlkini yukarıdaki anılarımdan dolayı hatırlıyorum ama bir sonuç alındığını, yol katedildiğini duymamıştım. Şimdi daha ciddi ve kapsamlı bir çaba var. Bunun için yurt dışında değişik ülkelerde DEİK toplantılar düzenleyerek işadamlarını davet ediyor. Hatta katılacak işadamlarına THY indirimli bilet imkânı sağlarken, organizasyonu üstlenen DEİK de konaklamanın bir kısmını karşılıyor.

Dünyayı beş bölgeye ayırmışlar. Her birinin sorumlusu varmış. Kurultayda bölge sorumluları ve yönetim kurulları yeniden seçilecekmiş. Kurultayda her bir bölge için belirlenmiş bir bakan kurultay boyunca o bölgeden gelen iş adamlarıyla ilgilenecek, dertlerini dinleyecek, önerilerini toplayacakmış.

Umarım toplanan bilgiler en kısa zamanda bir stratejiye dönüştürülür ve Türk diasporası; geç de olsa; hayata geçirilebilir.

Bana göre çoktan hayata geçirilmiş olması gereken bu işin; geç de olsa ele alınmış olması önemli. Daha da önemlisi kamu eliyle sağlanabilecek fedakarlıklarla yurt dışındaki Türk iş dünyasının bir araya getirilmesi ülkeye mutlaka büyük faydalar sağlayacaktır.

Disapora için bir yol haritası bile çıkarılmış:

Türk iş adamlarına; bulundukları ülkelerde kanaat önderi, iş dünyasının önde gelen ve etkili isimlerinden biri olma hedefi bile konuşmuş. Arzu edilen sonuçların elde edilmesi zaman alacak olsa da kısa vadede en azından değişik ülkelerdeki iş adamlarının birbirinin varlığından haberdar olması bile yeni iş, işbirliği ve etki fırsatları doğuracaktır.

Umarım katılım yüksek olur ve kurultay da başarılı olur.

Yazının devamı...

New York eskiyor...

Son üç yıldır genel yayın yönetmeni olduğum Fortune dergisinin yıllık toplantıları için senede bir Amerika’ya, daha doğrusu New York’a giden birisi olarak söylüyorum bunu. İlk kez 1998 yılında gitmiş ve orada uzun sürelerle yaşamamış birisi olarak başlığın fazla iddialı bir söylem olduğunun da farkındayım.

Nereden bu kanıya vardım derseniz... Yolların, metro istasyonlarının bakımsızlığı, bundan 20 sene önceki Amerikan filmlerindeki kamyon ve minibüslerin halen daha sokaklarda olması bu izlenimi yaratıyor. Ekim’in son haftasında hem Turkcell’in New York Borsası’na açılışının 10. yılı hem de derginin yıllık toplantıları için New York’tayken bir başka konu daha dikkatimi çekti. O da mobil iletişimdeki durum. New York’ta cep telefonuyla konuşmak neredeyse imkânsız. Sürekli kesiliyor, bizim 10 sene önceki halimiz gibi. Data servislerini varın siz düşünün. E-maillere ulaşılamıyor, attığınız bir mesaj saatler sonra yerine ulaşıyor falan.

Yerel operatörlerin sınırsız internet ulaşımı v.b. kampanyalarının buna yol açtığı söylense de sonuç değişmiyor. Türkiye’deki altyapıyı, Turkcell’in CEO’su Süreyya Ciliv’in sunumundan öğrendiğime göre nüfusun yüzde 99’unun kapsama alanında olmasıyla dünya birincisi olan Türkiye’nin şartlarını düşündüğümüzde; Amerika’nın kalbi New York’un durumu bir eskimişlik, bir boşvermişlik duygusu uyandırıyor. New York böyleyse ‘ABD’nin gerisi kim bilir nasıldır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.

Aslında bu durum başkan adayları için bir fırsat da yaratmıyor değil. “Re-build America” (Amerika’yı yeniden inşa et) diye bir sloganla yola çıkacak bir adayın bence şansı yüksek. Size daha iyi çeken bir mobil telefon sistemi, daha iyi yollar, daha temiz metro (gibi basit, sıradan şeyler) vaat ediyorum dese bence aşırı sağcı Tea Party’den (Çay Partisi) daha fazla destek alacağı kesin.

Bu sene sokaktaki adam biraz daha rahatlamış gibi geldi bana. Geçtiğimiz iki yılda hem sokaklarda yürüyen insanların yüzünden düşen bin parçaydı hem de boş dükkan sayısı oldukça fazlaydı. Benim dükkan doluluğu konusundaki göstergem Madison Avenue. Bu sene boş, tadilatta olan (ünlü isimlerden birisinin tadilatı iki yıldan fazla sürdü, sırf devam eden krizde açılmamak için uzatılıyormuş hissine kapılmıştım) dükkan sayısı hayli azalmıştı.

Akşam restoranlardaki insan sayısında da bence gözle görülür bir artış olmuş. İnsanlar ya krizle yaşamaya alıştılar, ya da ekonomik destek paketleri bir nebze de olsa işe yaramış. En azından Manhattan’da...

Önümüzdeki başkanlık seçimi Amerika için kritik. Eğer yenilenmeyi başaracak bir başkan çıkarabilirlerse ne alâ, aksi takdirde yılların, ABD üzerindeki yıpratıcı etkisi gün geçtikçe daha da fazla hissedilecek. ABD daha da ‘eskiyecek’ ve bir süre sonra küresel algılanması da olumsuz yönde değişecek. Eğer o günler gelir, birileri çıkıp da “ABD kağıttan kaplanmış...” derse bu beni çok da şaşırtmayacak.

Yazının devamı...

Ben de öneriyorum!

Herkes Avrupa Birliği’nin kurtuluşu için bir plân ortaya koyuyor. Kimisi Yunanistan ve diğer bazı “zaafiyet geçiren” üyelerin siyasi birlik dışına değilse de parasal birlik dışına atılmasını öneriyor. Kimisi Almanya ve Fransa’nın başı çektiği “çekirdek Avrupa” ile “çevre Avrupa’nın birbirinden ayrılmasını öneriyor! Bazıları ise olaya daha basit bakıp; AB’nin Güney Avrupa (ki bu konuda pek de haksız sayılmazlar: Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz) ile Kuzey Avrupa’nın ayrılmasını, iki ayrı ekonomik bölge oluşturmasını öneriyor.

Ben bu önerilerin AB’nin kuruluş ruhuna çok da uygun olmadığını, AB’nin ilk krizde “feda edilmek” üzere kurulmadığını düşünenlerdenim. Her ne kadar Almanya dışındaki ülkelerin varolan cari açık ve yüksek borçluluk oranlarının her geçen güne yeni bir domino taşının devrilmesine yol açsa da bu meselenin halen daha varolan sistem içinde çözülme şansı var!

Ne mi yapılması lâzım? İşte benim daha öncede dile getirdiğim 4 maddelik yol haritam. Bunları detaylandırırsanız 10 maddeye kadar çıkarabilirsiniz ama bu sadece meseleyi “süslemekten” daha doğrusu “sunumu şık hale getirmekten” öte gitmez. Bana göre olayın özünü kaçırmadan AB’nin sırasıyla yapması gerekenler :

1- Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İspanya, İrlanda, İzlanda ve Portekiz’in (ve hatta henüz daha potaya girmemiş Belçika da dahil edilebilir) borçlarında yüzde 15-70 arasında değişen oranlarda bir “tenzilata” (haircut) gidilmeli. Üstelik bu yapılırken, Komşu’nun borçlarında olduğu gibi özeldi, tüzeldi, Troyka’nındı, AB’nindi diye “suni ayırımlara” gidilmemeli, tüm borçlar aynı eşit düzeyde kabul edilmeli! Kısacası varolan borçlar ödenemiyorsa, bu borçlar ödenebilir seviyeye indirilmeli.

2- Basel III mü olur, yüksek ‘Sermaye Yeterlilik Oranı’ mı olur bilemem ama küresel krize neden olan “gevşekliği” ortadan kaldıracak düzenlemelerin mutlaka yapılması lazım. Hemen ardından da bu kriterlere göre bankalara gerçek bir stres testi yapılarak sağlamlarla çürükler belirlenmeli, çürükler finansal sistemden şu veya bu şekilde mutlaka çıkarılmalı! Batacak, birleşecek bankalar belirlenir, kim biraraya gelecek, kim devletleştirilecek, ya da devlet ortak olacak belli olur! Böylelikle “gerçekçi” bir zarar tespiti yapılır. Hem de bundan sonra böylesi bir sorun yaşanmaması için gerekli altyapı hazırlanır!

3- “Zarar” her ne ise bunu karşılayacak fon oluşturulur, gerekirse Avrupa Merkez Bankası parasal genişlemeye gider. Stres testinden önce 2 trilyon, yok yok 3 trilyon gerekir denmesi son derece hatalı olacaktır. Piyasa böylesi bir rakamı da yer, bitirir. Önce yardım rakamı değil, zarar rakamı hesaplanmalı, bu çok önemli! Yeni para arzı hem euronun değerini düşürerek AB’nin rekabet gücünü artırır (Türkiye’ninkini düşürür) hem ekonomiyi canlandırır, hem de enflasyonu artırarak kamu borçlarının daha kolay ödenmesini temin eder. Bu kararların hem çok hızlı alınması, hem de ilgili parlementolardan son derece hızlı geçmesi önemli. (Belki de Avrupa Parlementosu bu konuda özel olarak yetkilendirilebilir!)

4- Ortak maliye politikalarını oluşturulması için anlaşmaya varılması, prensiplerinin ortaya konulması, vergi ve muhasebe denkliğinin sağlanması, ortak kontrol ve denetleme mekanizmasının kurulması...

Bunlar yapılmadığı takdirde; her ne adım atılırsa atılsın AB bu işin içinden çıkamayacak, piyasaların elinde oyuncak olmaktan kurtulamayacak. Yapılacak en büyük hata da yine piyasalara para vermek olacaktır. İşin en acı yanı ne biliyor musunuz? Ne Papandreu ve Berlusconi’nin yerine gelecek “zayıf/kukla” hükümetler ne de varolan hükümetler bunu çözebilir.

Bu sorunu bundan böyle yepyeni isimler, yepyeni söylemlerle çözebilirler!



Bugün 11.11.11 ... Özel bir tarih. Özel bir şey olmasını bekleyenlerden misiniz? Ben değil!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.