Şampiy10
Magazin
Gündem

Kabul biz tek değiliz ama...

Nihayet kritik “1 dolar= 2 TL” eşiğine geldik. Geçtiğimiz Cuma günü bazı piyasa katılımcıları bu seviyenin görüldüğünü bazıları “henüz” görülmediğini söylüyor. 1.9992 görülen en yüksek seviye gibi görünüyor veri sağlayıcılarının ekranlarında. Onbinde 8’lik (0.0008) bir farkın aramızda lâfı olmaz desek de 2.00 seviyesinin görülmesi özellikle opsiyonlar açısından önemli. 2.00’nin net olarak görülmemesi de bu opsiyonların; belki de ay sonundan önce; hayata geçmesinin pek de tercih edilmemesinden olabilir.

Geçtiğimiz haftaya ve diğer gelişmekte olan ülke para birimlerine baktığımızda bu hafta içinde bu seviyenin test edilmesi olasılığı var. Hele ki bizim Merkez Bankamızın geçtiğimiz hafta yaptıklarından sonra...

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günkü “Altın mı, dolar mı?” başlıklı yazımda “Dolar/TL’de Temmuz ayı başında da yazdığım üzere 1.9765 seviyesi kritik bir eşik. MB’nin bu seviyenin aşılmasına karşın elindeki bazı silahları daha devreye alması ihtimali yüksek! Ola ki bu silahlar kısa vadede işe yaramaz ve 1.9765 seviyesi yukarı kırılacak olur ise; ki bunu önümüzdeki 2 ay içinde beklemiyorum; ilk aşamada 2.04 seviyesi gündeme gelebilir.” diye yazmıştım. Daha yazının dumanı tüterken benim 2 ay verdiğim 1.9765 seviyesi yazının yayınlandığı gün geçildi.

Merkez Bankası’nın (MB) önce ‘olağanüstü günler belirsiz bir tarihe kadar sürecek’ açıklaması yapıp, hemen ertesi gün bundan vazgeçecek kadar kararsız bir tutum sergileyeceğini beklemiyordum. Önce 100 milyon dolar satacağım deyip sonra rakamı 350 milyon dolara yükselteceğini de beklemiyordum. Benim beklediğim adam akıllı sıkı bir plan yapılacağı, “tarifeli döviz müdahalesi” yerine faiz artışı (belki de olağanüstü olandan) ile birlikte gelen döviz tedarikçisi tarzında değil de kurların yönünü belirleyecek “kallavi” bir müdahale yapılacağı yönündeydi .

MB’nin Nobel’e aday gösterileceği iddia edilen Faiz Koridoru icadı için; barış zamanında çalışabileceğini, ancak kriz zamanlarında test edilmemiş anlaşılması zor olan bu mekanizmanın ileride başımıza dert açacağını belirtmiştim. “İlerisi” geldi ve şu anda bu mekanizmanın krizde çalışmadığı anlaşıldı. MB’nin politik baskıları bir yana bırakıp bir an evvel herkesin anlayabileceği bir faiz politikasına; radikal bir artışla birlikte; dönmesinde fayda var. Üstelik bunu da faiz lobisi hayaletinden(!) korkmadan yapmalı. Korkunun ecele faydası yok.

Eğer politikacılar ve MB; ‘gelişmekte olan ülke piyasalarında yaşanan çalkantı geçici, Türkiye yakında yine rahat finansman bulacak’ tezine inanıyorlarsa hafta sonu yapılan Jackson Hole toplantılarında Atlanta Fed ’in Başkanı DennisLockhart’ın söylediklerine bir göz atmalarında fayda var. Lockhart; 18 Eylül’e kadar “aykırı bir ekonomik veri” beklemediğini ve şu andaki koşulların parasal genişlemenin azaltılmasına imkân verdiğini söylüyor .

Dünyanın korkusu likiditenin daralmasıyken, Türkiye’nin nasıl olacak da bunlardan ayrışacağını; hele ki Ortadoğu’da işler daha da karışırken, Suriye’ye bir NATO müdahalesi tartışılırken savaşa taraf olması muhtemel bir ülkeye nasıl bol para geleceğini; birilerinin açıklamasında fayda var.

Kabul, biz bu dalgadan etkilenen tek ülke değiliz. Hindistan, G. Afrika, Endonezya ve Brezilya da bu dalganın “kurbanlarından”. Brezilya 60 milyar dolarlık “müdahale paketi açıkladı! Üstelik sadece spot piyasada dövize müdahale etmiyorlar. Vadeli işlemler ve opsiyonları da kullanacaklar. Sahi, bunu bizim MB niye yapmıyor? Hem daha az rezerv harcar, hem de VİOP’u canlandırır!

Yazının devamı...

Karttaki limit sizin paranız değil ki...

Önce şunu belirtmeliyim ki ben, bankalar için ‘kötü’ bir kredi kartı kullanıcısıyım. Neden mi? 1986 yılından beri, yani yaklaşık 27 yıldır kredi kartı kullanıyorum. 324 aylık süre içinde kart ekstrelerimin sadece 3 tanesi zamanında ödenmemiştir. Bunlardan birisi param olmadığından, diğeri ikisi ise sadece zamanında yatırılmadığındandır. Ekstre gelene kadar çoktan tüketmiş olacağım benzin, beyaz peynir gibi alışverişler için taksit seçeneğini; beyaz eşya yada bilgisayar gibi uzun ömürlü tüketimler dışında; asla kullanmam!

Tam zamanlı profesyonel iş hayatıma Türkiye’nin ilk kredi kartı ‘ihraç eden’ şirketlerinden olan Anadolu Kredi Kartları A.Ş.’de başladığımdan olsa gerek, kredi kartı dünyasını yakından tanıma fırsatım oldu. İlk başladığım yıllarda şimdiki gibi manyetik bant ya da ‘akıllı yonga’ yoktu kartlarda. Halen daha kullanılan ‘kabartma rakamları’ kullanan özel yazıcılardan geçiriliyordu kartlar.

Aslına bakılırsa kredi kartları doğru kullanıldığında son derece mantıklı bir ödeme aracıdır. Banka ile yapmış olduğunuz ‘anlaşma’ size harcamalarınızı bir ay sonra ödeme imkânı sunar! Bir ay boyunca yaptığınız harcamayı ayın sonunda ödersiniz. Tanım itibariyle banka size bir ay boyunca (ortalama 15 gün) ‘faizsiz kredi’ olanağı tanır. Bu krediyi size tanırken, kartı kullandığınız dükkândan da sizi oraya getirdiği için bir ‘komisyon’ kazanır!

Son zamanlardaki yaygın kanının aksine; kredi kartları, var olan ya da en geç bir ay sonra gelecek gelirinizi harcama üzerine kurulu bir sistemdir. Temel olarak ‘kendi paranızı’ harcarsınız. Bankanın size tanıdığı kredi limiti bir ‘kredidir’, yani sizin paranız değil bankanın parasıdır. Tüketim dünyasının yarattığı ‘albeni’ kredi kartı limitlerinin kendi paranız gibi algılanmasına neden oldu.

BDDK son düzenlemesiyle bu anlayışı biraz olsun kontrol altına almayı amaçlıyor. Geliri belgelenemeyenler için 1.000 TL sınırı getirilirken, geliri belgelenenleri de bankalar aracılığıyla sürekli gözetim altına alarak kart kullanıcılarının mağduriyetini azaltma yoluna gidiyor. Bu arada minimum ödeme tutarlarını da kademeli olarak yükseltiyor ki bu da kartlar vasıtasıyla verilen kredilerin daraltılması anlamına geliyor.

Taslak aşamasındaki bu düzenleme, son derece modern bir ödeme aracı olan, kayıtdışı ekonomiyi azaltmaya yardımcı olan kredi kartını ‘kullanmayın’ demekten çok daha akılcı.

Olması gereken de bu. Kendi bütçesini ayarlayamayan, kredi limitini kendi parası gibi görenlerin başaramadıkları böylesi düzenlemeler ile kontrol altına alınabilecek, kredi kartı mağdurlarının sayısı azaltılabilecek.

Her ne kadar ilk aşamada tüketimi bir parça sınırlayacak gibi görünse de, bankalardaki ‘sorunlu kredi miktarını’ az da olsa arttıracak olsa da orta-uzun vadede tüm taraflar için daha sağlıklı bir döneme hazırlık açısından yapılan düzenlemeler olumlu bir adım.

Yazının devamı...

Kuruyan likidite ve bir ‘akıllı hamle’!

Finansal piyasalar için ‘Aslolan bono piyasasıdır’ diye yazdığımı hatırlayanlar vardır. Sadece bize has bir durum değil bu. Fed’in aldığı ve alacağı kararların en temelden etkilediği finansal enstrümanlar faize ‘bağlı’ enstrümanlardır. ABD hazine bono ve tahvilleri, özel sektör tahvil ve bonoları, mortgage’a dayalı menkul kıymetler ve hatta ‘Junk bond’lar... Bu piyasalardaki faiz oranları; emtia, hisse senetleri gibi tüm diğer finansal piyasalar için en temel parametre olan ‘faiz’in belirlenmesinde esastır.

Bono/tahvil ile hisse senedi arasında bir tercih yaparken bile asıl kriter ‘faizdir’. Faiz getirisi temettü getirisinden yüksek ise bono, tersi bir durumda ise hisse senedi alırsınız! Her ne kadar ‘temettü getirisi’ faizlerin düştüğü son bir-iki yıla kadar bizde çok önemli olmasa da özellikle ABD piyasaları için temel kıstaslardan biridir.

Sağlıklı yatırım kararı için...

Faizin; merkez bankalarının yön göstericiliğinden gayrı; piyasa tarafından serbestçe belirlenebilmesi, piyasaların sağlıklı çalışabilmesi açından elzemdir. Yeterli likiditenin olmadığı piyasalarda faiz oranlarının sağlıklı belirlenebilmesi mümkün olmadığı gibi varsa belirlenen faiz oranının da ‘güvenilir’ olması mümkün değildir. Böylesi piyasalarda sağlıklı yatırım kararları da almak mümkün olamaz. Son haftalarda bizim bono piyasalarımız için bu durumdan söz etmek mümkün. Özel sektör tahvillerin geçtim, en derin piyasa olması gerek devlet iç borçlanma senetlerinin ikincil piyasası doğru dürüst çalışmıyor. Likidite kurumuş durumda! (MB’nın önceki günkü faiz üst bandının 50 baz puan arttırırken Piyasa Yapıcılarının üst bandını arttırmaması atılmış ilk olumlu adım olsa da ne yazık ki yeterli değil!)

Benzer bir durum özel sektör tarafından yurtdışında ihraç edilen yabancı para cinsinden ‘eurobondlar’ için de geçerli. Daha önceden ihraç edilmiş bonoların ikincil elinde likidite ‘kurumuş’ durumda. Bunun bir başka yansımasını Türkiye’nin CDS’lerinde (Kredi Temerrüt Sigortaları) görüyoruz.

Risk primi etkisi var

İçeride gösterge bono bileşik faizleri yüzde 4.61’den 9.40’lara yükselirken, 5 yıllık CDS’ler 115’lerden 230’lara yükselmiş durumda. Bu yükselişlerin ardında sadece Fed etkisi yok, Türkiye’nin ‘risk priminin’ yükselmesinin de etkisi var. Korkarım önümüzdeki dönemde; özellikle de dış politikadan gelebilecek etkenlerle; bu primin daha da arttığını göreceğiz.

Tüm bunlar olurken, Akfen ve PSA’nın ortak girişimi olan Mersin Uluslararası Limanı ‘akıllı bir hamle’ ile 450 milyon dolarlık bir tahvil ihracına gitmiş. 5 yılı ödemesiz, 7 yıl vadeli ve yıllık 5.875 kupon ödemeli, yüzde 5.95 getirili tahvil ihraç eden şirket, bankacılık dışında tahvil ihraç eden bir Türk özel sektör firması olarak önümüzdeki dönem için önemli bir hamle gerçekleştirmiş durumda. Türk şirketlerine ilginin halen daha devam ettiğini göstermesi açısından önemli bu adımı umarım diğer Türk şirketleri de takip ederler.

Gerek cari açığın finansmanı, gerekse de uzun vadeli fonlama açısından bu ve benzeri tahvil ihraçları önemli. Fed’in muhtemel ‘sıkılaştırması’ öncesinde ‘pencere kapanmadan’ bankacılık ve Türk özel sektörünün bu konuya öncelik vermesinde fayda var!

Yazının devamı...

Altın mı dolar mı?

Altının onsu 1.400 dolara doğru hareketlendi. Dolar içeride 1.9560 TL ile tarihi zirvesine iyice yaklaştı. Dolarda 1.9765 TL, altında ise 1.415 dolar seviyesi kritik.

Yazın sıcak geçeceğini bekliyordum, ama bu kadar da değil! Hava sıcaklığından değil, piyasalardaki hararetten söz ediyorum. Bir yandan 17-18 Eylülde Fed’in yapacağı toplantı ve bu toplantıdan çıkabilecek, olası bir “parasal genişlemenin yavaşlatılması” kararı ve bunu yansımaları, diğer yandan Mısır ve Suriye ile hem sınırımızda hem de bizi yakından ilgilendiren bölgedeki “sıcak hava”Ö

Bu “sıcak hava dalgası” ile gelen fon girişlerindeki “daralma” petrolden altına, faizlerden kurlara her şeyi etkiliyor. Korkarım böyle giderse kuzey yarıküredeki tatil sezonu önümüzdeki hafta sonu itibariyle bittiğinde finansal piyasalarda havalar daha da ısınacak. Sadece finansal piyasalar değil, Eylül’de Fed’in toplantısının yanı sıra Kürt Konferansı ile başlayacak ve hızlanacak bir dış politika gündemi var. Ardından yerel seçim adaylarının belirlenmesi gündemi işgal edecek.

Görünen o ki bu belirsizlikler ortadan kalkana kadar Türkiye’ye geçtiğimiz yıllarda gösterilen “teveccühte” azalma olacak! Bu durum cari açık fonlaması konusunda yaşanabilecek sorunları daha da arttırabilecek. Yaşananlar bono piyasasındaki “likidite kuruması” ile birleşince kur üzerinde ek baskı oluşturuyor. Her ne kadar dün Merkez Bankası üst bandı 50 baz puan yükseltse de; günlük 50 milyon dolarlık “tarifeli müdahaleleri” ile kurdaki tansiyonu azaltmaya çalışsa da bunda çok da başarılı olduğu söylenemez. Karar sonrasında kurun ve faizin adeta kıpırdamaması da bunun bir göstergesi.

Paritede çok önemli zıplamalar olmamasına rağmen “sepet kur” bazında son iki günde 2.2840’daki “zirve” ikinci kez görüldü! Önceki gün dolar/TL kurunda da 1.9560 ile 8 Temmuz’daki 1.9740 zirvesinden sonraki en yüksek seviyeye gelindi!

DOLAR 2 AY İÇİNDE 1.9765 TL’Yİ AŞMAZ

Dolar/TL’de Temmuz ayı başında da yazdığım üzere 1.9765 seviyesi kritik bir eşik. MB’nın bu seviyenin aşılmasına karşın elindeki bazı silahları daha devreye alması ihtimali yüksek!

Ola ki bu silahlar kısa vadede işe yaramaz ve 1.9765 seviyesi yukarı kırılacak olur ise; ki bunu önümüzdeki 2 ay içinde beklemiyorum; ilk aşamada 2.04 seviyesi gündeme gelebilir. Ancak bu seviyenin aşılması zor olabilir, zira MB bu yılın sonuna kadar ciddi bir “hatt-ı müdafaa” yapacak gibi! Bu arada Merkez dün faiz koridorunun üst bandını 50 baz puan artırdı. MB, önümüzdeki dönemde enflasyonda düşüş bekliyor. Piyasa pek aynı fikirde değil. Merkez Bankaları piyasaların gerisinde kalmamalı, tam tersine “ön aktif” olmalı. Yön ve yol gösterici olmalı!



ALTINDAKİ ÇIKIŞA GÜMÜŞ DESTEĞİ

Ortadoğu’daki “çatışma ortamı” ve Fed’in muhtemel kararının yaratabileceği çalkantıya karşın altının yine “güvenli liman” olup olmayacağı konuşulmaya başlandı. Birileri konuşurken, birileri de alınca altın fiyatları Pazartesi günü 1.385 dolar/ons seviyesine yükseldi. Altının son 2 haftada 1.270’li seviyelerden 1.370’li seviyelere yükselişinin ardında gümüşün etkisini unutmamak gerek.

7 Ağustos’tan düne kadar

altın yüzde 8.8 değer kazanırken, aynı dönemde gümüş yüzde 23.3 değer kazanmış durumda.

Bugünlerde bir düzeltme, hazmetme yaşanacak. Fed’in kararına kadar devam edebilecek bir düzeltme sonrasında gümüşteki yükselişin 24.90 dolar/ons ve hatta 26.70-27.00 dolar seviyesine kadar devam etmesi ihtimali var. Böylesi bir yükseliş, altını da önce 1.415 seviyesine ardından 1.460-1.490 bandına çekmesi muhtemel.

Ancak bu seviyelerin kalıcı olması oldukça zor! Her iki değerli metal de bu seviyelere çıksalar bile daha yukarıya gitmeleri için temel bazı değişiklikler olması gerekir. Belirtmiş olduğum seviyelerin, bazıları için ellerinde kalan son pozisyonları boşaltmak için fırsat olacağını hatırlayalım . Her iki metalde de orta vadede (3-6 ay) daha önce görülen dip seviyelerinin bir kez daha ziyaret edilmesi olası hiç de az değil !

Bu düşüşler yaşanacak olur ise dolar/TL kurlarındaki muhtemel artışlar, değerli metallerdeki değer kayıplarının bir kısmını karşılasa da hepsini karşılamaya yetmeyebilir.

Yazının devamı...

Tünele giriyoruz!

ABD 10 yıllık tahvil faizleri tırmanışta, Mısır içler acısı, petrol artıyor, Hindistan’da piyasalar karışık... Tüm bu gelişmeler nedeniyle piyasaları zorlu bir süreç bekliyor.

Geçtiğimiz haftanın asıl gündemini Mısır başta olmak üzere dış politika oluşturdu. Kuzey yarıküredeki iş ve finans dünyası tatil rehaveti içindeyken Ortadoğu’da çok önemli gelişmeler oluyor ve biz de bunlara neredeyse doğrudan dâhil oluyoruz. Mısır’daki gelişmelere duyarsız kalmak imkânsız. Ancak bunun “akılcı” dış politika(lar) çerçevesinde yürütülmesi esas. Müslüman kardeşlere destek olmayı tercih eden politikanın neredeyse tek temsilcisi olmamız, buna karşın başta Suriye’deki “ortaklarımız” Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere diğer Arap ülkelerinin farklı cephelerde olmalarının; önümüzdeki günlerde farklı sonuçları da beraberinde getireceği muhakkak.

Bunun en önemli yan etkilerinden birisi “cari açık finansmanı” için fazlasıyla güvendiğimiz “Körfez Sermayesi’nin” akışında ortaya çıkabilecek aksaklıklar, tıkanıklıklar. Gerek doğrudan yatırım, gerekse de İslami borçlanma araçlarıyla çekmeyi planladığımız, umduğumuz sermaye gelmeyebilir. Uyguladığımız dış politikanın ekonomik etkilerini yavaş yavaş hissedeceğiz.

Eylül ayı ‘sıcak’ geçecek

Bu hafta yapılması planlanan Kürt Konferansı’nın 15-17 Eylül’e ertelenmesi olası yeni gerginliklerin ertelenmesi açısından önemli. Gittikçe kritik hale gelen Eylül ayının daha da sıcak geçeceği anlamına gelen bu gelişme bölgedeki denklemin yepyeni bir aşamaya evrilmesine neden olabileceğinden yakından izlenmesi gerektiğine inanıyorum.

Geçtiğimiz hafta bölgemizdeki gelişmelerin yanı sıra; finans dünyasında önümüzdeki dönemi yakından ilgilendirecek 3 önemli gelişme yaşandı. İlki ve belki de en önemlisi ABD 10 yıllık tahvil getirilerinde yaşanan yükseliş. Cuma günü ABD 10 yıllık tahvil getirileri yüzde 2.86’ya kadar yükseldi. ABD’de açıklanan yeni ev başlanışlarında yüzde 5.9’luk artış ile beraber Fed’in 17-18 Eylül’de yapacağı toplantıda tahvil alım miktarını azaltacağı “endişesinin” artması tahvil getirilerini yükselmeye devam ediyor.

Yüzde 2.54 kritik idi. Bu seviyenin altına kalıcı olarak inilmeyip, tam tersine yükseliş devam ettikçe finansal varlık fiyatları üzerinde baskı da devam edecektir. 10 yıllık tahvil getirilerinde yüzde 2.89 kritik bir eşik. Bu seviyenin haftalık kapanış bazında geçilmesi durumunda önce yüzde 3 (sadece psikolojik bir eşik) gündeme gelecek ancak asıl 3.25-3.35 seviyesinin önü açılacaktır . Bu seviyelere doğru başlayacak bir hareket başta bizim de dahil olduğumuz gelişmekte olan ülke piyasalarını olumsuz etkileyecek .

Wall Street’te satışlar sürebilir

Geçen haftanın ikinci önemli gelişmesi ABD 10 yıllık tahvil getirilerindeki yükselişe bağlı olarak ABD hisse senedi endekslerindeki gerilemeydi. Bu gerilemeyi normal bir “düzeltme” olarak değerlendirmek mümkün. Ancak hem Dow Jones hem de S&P 500 endekslerinin 50 günlük hareketli ortalamalarının altında bir haftalık kapanış yapmış olmaları önemli. Bu durum satışların bu hafta da devam edebileceğini söylüyor.

Hindistan ve petrole dikkat!

Geçen haftanın son önemli gelişmesi Hindistan’daki hareketler idi. Hindistan borsası Cuma yüzde 3.97 düşerken, ülkeden fon çıkışlarının da hızlandığına dair haberler artıyor. Hindistan’ın 3 büyük ithalat kaleminden (altın, petrol ve yemeklik yağ) altına getirilen ithalat vergilerinin; beraberinde sermaye kontrollerini de getireceği endişesi fon çıkışlarını hızlandıran bir başka etken. Mısır’daki gelişmeler nedeniyle 110 doları aşan petrol bizim açımızdan bir diğer risk. Hem küresel piyasalarda, hem de bölgemizde yaşananlar bizi adeta karanlık bir tünele itiyor! Politik alanda yaşananlar ve buna verilen tepkiler sırasında ekonominin ikinci, üçüncü değil adeta son plana itilmesi yaşanabilecek sıkıntıları daha da artıracağa benziyor. Tüm bu gelişmeleri doğru okuyup, önlemler almazsak önümüzdeki dönem içinde yol alacağımız karanlık tünel hayli uzun olabilir. Henüz daha “tünelin başındayken” makas değiştirmek mümkünken “makinist” hızlı davranmalı! Aksi halde tünelde ilerlemeye başlamışken; makas seçenekleri azaldıkça; bunu yapmak güçleşeceğinden işimiz hayli zorlaşabilir!

Yazının devamı...

İlk 10 finans merkezi arasına nasıl gireriz?

Neden bir uluslararası finans merkezi olmayalım? Tabii ki olabiliriz. Ancak bunun için gereken şartlar var. Bu kriterler yerine getirilirse hayal gerçek olur

Finans Merkezi hele ki uluslararası bir finans merkezi olmak kolay değil! Sadece bir bölgeyi ayırıp, buraya binalar dikerek ‘finans merkezi’ olunmuyor. Sahi, nasıl finans merkezi oluruz?

- Merkez Bankası her iş gününü ‘normal’ veya ‘istisnai’ olarak damgalamaz; değil yabancıların, yerli piyasa katılımcılarının bile anlamakta zorlandıkları; 5 ayrı ‘para piyasası’ faizi ile piyasaları yönetmeye kalkmazsa,

- Şirket tahvillerini geçtim, ‘Piyasa Yapıcılığı’ sistemi olmasına rağmen gösterge devlet tahvilinin günlük işlem hacminin 5 milyon TL’ye bile ulaşmadığı günleri yaşamazsak,

n Bonosunu satıp çıkmak isteyen yabancılar ‘faiz lobisinin elebaşı’ olarak anılmaktan kormayıp, istedikleri zaman bonolarını satabilirlerse,

- Politika yapıcıları özel bankaları ve onların yöneticilerini ‘hedef’ göstermez, bankalar ve fianan kurumları arasındaki tam rekabeti sağlayabilirsek,

- Kayıtlı ekonominin en temel ‘gereklerinden’ biri olan kredi kartlarını öcü olarak göstermek bir yana tam tersine kullanımını teşvik edersek,

- Denetim organları; yükselişlerde değil, sadece borsadaki düşüşler sonrasında ‘Kim sattı da borsayı düşürdü?’ diye soruşturma açıp, işlemlerin yanı sıra çalışanların tüm bilgilerini istemezse,

- Merkez Bankası’nın ‘döviz müdahalesinden’ kimler döviz aldı diye her seferinde soruşturmaz, eğer bir soruşturma yapılmışsa bile sonuçlarını, banka listelerini medyada çarşaf çarşaf yayınlamazsak,

- Borsada açığa satışı ‘günah’ olarak görmezsek,

- Yabancılar; açığa satmak istediklerinde ‘uptick’ kuralına uymayıp, istedikleri kadar hisse borç alabilirlerken; yerli yatırımcı açığa satacak hisse senedini borçlanamayıp, bir de açığa satışta ‘uptick’ kuralı ile negatif ayrımcılığın ‘kurbanı’ olmazsa,

- Küresel piyasalar birbirine bağlanır, finansal piyasalarda 24 saat kesintisiz işlem yapılabilirken organize türev piyasalarımız en azından öğle tatili yapmazsa,

- Yabancıların borsa ve bono gelirleri ‘0’ vergiye tabii iken, yerli yatırımcılar bonoda faiz gelirlerinden yüzde 15, hisse senedi kazançlarından yüzde 10 vergi ödemek zorunda kalmadığı bir vergi adaletini sağlayabilirsek,

- Vergi düzenlemelerimiz sık sık değişmez; doğrudan alınan vergiler, dolaylı vergilerin toplamının kat kat üstüne çıkarsa,

- Hukuk sistemimize olan güven uluslararası ölçüde güven artarsa,

- Yarım milyar euronun üzerinde yatırım maliyet olan bir enerji projesinin; yatırımının yarısı yapılmışken, sebepsiz yere Çevre Etki Değerleme (ÇED) raporu iptal edilmez, düzenlemelerin ‘aslı’ en azından projenin hayata geçmesine kadar korunabilirse,

- En yumuşak karnımız cari açığı ‘müzmin’ bir sorun olmaktan çıkarabilirsek,

- Sözleşme özgürlüğünü ve gizliliğini ihlâl etmezsek,

Neden bir ‘Uluslararası Finans Merkezi’ olmayalım? Tabii ki olabiliriz.

Bunları yapan varsa şansımız yüksek

Yabancı bir işadamı dostum sordu bana; Türkiye’ye sermayesini yabacı para olarak getirmiş, Türk Lirası’na çevirmiş, bir Türk ortağı olmaksızın (danışmanları olabilir) yerel belediyeden gerekli tüm inşaat izinlerini ‘bahşiş’ vermeden alabilmiş, inşaatını projesine uygun olarak tamamlamış, iskânını almış, yapmış olduğu inşaatını satmış, tüm vergilerini; projenin başındaki koşullarla; ödedikten sonra anapara ve kârını yurtdışına ‘sorunsuz’ olarak transfer edebilmiş bir yabancı yatırımcı var mı diye merak ediyormuş, ben de merak ettim.

Böyle birini tanıyorsanız; bu ülkenin, hem ‘yatırım yapılabilir bir ülke’ hem de gerçek anlamda ‘uluslararası finans merkezi’ olma şansımız hayli yüksek demektir.

Yazının devamı...

VİOP neden çalışmıyor?

5 Ağustos itibarıyla Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası A.Ş. (VOB) tarih oldu, Borsa İstanbul altında kurulan Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası (VİOP) ile birleşti. Bundan böyle VOB da zaten aktif olan (ağırlıklı olarak Endeks 30 vadeli kontratlarıyla düşük hacimdeki döviz ve altın kontratları) aynı şekilde VİOP’ta da normal olarak işlem görmeye devam edecek. Ancak bireysel hisse senetlerine dayalı vadeli kontratlarla opsiyonlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hisse vadelileri ve opsiyonları işleme açıldığından bu yana doğru dürüst çalışmıyor!

Bunun nedenleri ilk aklıma gelenleri...

- En temel sebebi bu ürünler konusunda bireysel yatırımcıların yeterli bilgiye sahip olmamaları , bu ürünlerin yeterince tanınmıyor olması ve yeterli tanıtımın, eğitimin “henüz” daha yapıl(a)mamış olması,

- VİOP’taki hisse vadeli kontratlarının vade bitimlerinde fiziki teslim şartı. Eğer vadelide satmışsanız ve vade bitimine kadar kapatmamış ama elinizde o hisse senedi yoksa başınız dertte. Ödünç Pay Senedi piyasası çalışmıyor !!! (Yeterince büyük katılımcı iseniz ve Londra’da işlem yapıyorsanız sorun yok!) Fiziksel teslim şartı yerine vade sonundaki “uzlaşma fiyatından netleşmeye” gidilebilir.

- Hisse opsiyonlarının hesaplanması hayli zor ve hesaplama için en azında volatilite bilgisine ulaşabileceğiniz veri sağlayıcı sistemlere ihtiyacınız var.

- Opsiyonların “Amerikan tipi” (vade süresi içinde yani istendiğinde hayata geçirilebilmesi) olması teminat tutarlarının yüksek olmasını da beraberinde getiriyor.

- VİOP’un biraz da aceleyle açılmış olması. Büyük aracı kurumlar hariç bir çok aracı kurumun altyapısının henüz daha bu işlemleri yapmaya sisteme hazır olmaması.

Türev işlemlerin daha geniş yatırımcı tabanınca kullanılması için eğitim şart!

İşin bir başka gereği daha var. Daha açık, daha şeffaf bir piyasa. Geçtiğimiz yıl hisse senetlerinde aracı kurum işlemlerine ait verilerin açıklanmasında vazgeçilmişti. VOB-VİOP birleşmesi sonrasında bu konuda yeni bir aşamaya daha geçildi ve VİOP’taki “takas bilgileri” açıklanmıyor! Temel bilgi açığı olan yerli bireysel yatırımcılar bir de günlük işlem bilgilerinden yoksun olunca piyasada adeta “körebe” oynuyor!

Aracı kurum günlük işlem hacimlerinin açıklanmasının bireysel yatırımcıları yanılttığı gibi bir “açıklama” var. Bunun çok da samimi olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine böylelikle “büyük” katılımcılar ve yabancı yatırımcılar, aracı kurumlar rahatlıkla işlemlerini gizleyebiliyorlar. BIST’in işlemleri saklayıcı yaklaşımı BIST’i git gide “karanlık havuzlara (darkpool)” yaklaştırıyor. Temel bilgi eksikliği olan bireysel; hatta küçük kurumsal yatırımcılar; git gide “opak” hale gelen piyasalarda “kurda kuşa yem olmamak” adına işlem yapmamayı tercih eder hale geliyor.

VİOP’un başarılı olabilmesinin; Londra’daki “tezgahüstü piyasayı” İstanbul’a getirebilmesinin ilk koşulu altyapıdaki eksiklerin (özellikle Ödünç Pay Senedi

Piyasası) giderilmesi olduğu kadar şeffaf olması ve özellikle de yerli bireysel katılımcılara karşı “şefkatli” davranmasından geçiyor!

Yazının devamı...

Sığ piyasada ‘sanal’ hareketlere dikkat!

Kuzey yarıkürede tatil ayına girildi. Likiditenin azaldığı böylesi dönemlerde uçlara gidilebilir. ‘Derinliksiz fiyatların’ yaratacağı ruh haline sakın kendinizi kaptırmayın.

Geçtiğimiz hafta merkez bankalarının toplantılarıyla hayli hareketli geçti. ABD (Fed), AB (ECB), İngiltere (BoE) merkez bankalarının para politikası toplantıları vardı. Her üçü de beklemeyi tercih ettiler ve faizlerinde bir değişikliğe gitmediler. Özellikle Fed’in kararları önemliydi. Anlaşılan Fed “parasal genişlemenin ne zaman yavaşlatılacağı” kararını en azından Eylül’e bırakmış görünüyor.

Geçtiğimiz haftanın son gününde açıklanan ABD Temmuz ayı “tarım dışı istihdam” verisi ve işsizlik oranı kafaları bir parça karıştırdı, belirsizliği artırdı. Neden derseniz, tarım dışı istihdamdaki artışın 185 bin kişi olması beklenirken, artış 162 bin olarak açıklandı. Buna karşın işsizlik oranının yüzde 7.6’dan, 7.4 ile son 4.5 yılın en düşük seviyeye inmesi verilerin olumlu tarafıydı. İlk bakışta bu 2 verinin farklı yönleri işaret etmesi, Fed’in tahvil alımlarını yakın zamanda azaltıp azaltmayacağına dair soru işaretlerinin artmasına neden oldu.

Fed’in tavrı önemli

Buna karşın piyasaların tavrı daha net idi. Euro/dolar paritesine ve artarda rekorlar kıran ABD hisse senedi piyasalarına bakıldığında son verilerden sonra piyasa katılımcıları Fed’in; en azından korkulduğu kadar yakın bir tarihte; parasal genişlemeyi yavaşlatması olasılığını düşük görüyor. “Fiyatlama davranışları” da bu beklentiye uygun gelişiyor. Benim beklentim halen daha Fed’in; ortaya bir yol planı ortaya koysa da; yavaşlamayı bu yıl içinde başlatmayacağı yönünde. Hele ki Fed’in yeni başkanının kim olacağı tartışmaları da bir yandan sürerken...

Geçtiğimiz hafta kendisinden bir sürpriz beklediğim ECB Başkanı Draghi “faiz oranlarının uzun bir süre mevcut ya da daha düşük seviyelerde tutulacağını” bir süredir söylüyor olsa da faiz oranlarını indirmedi. Benim açımdan bu bir hayalkırıklığıydı. Umarım AB’de önümüzdeki dönemlerde “inmeyen faiz oranları” nedeniyle fazlaca hayalkırıklığına uğramaz.

Draghi’nin ekonomik verilerin umulan kadar iyi gelmediğini vurguladığı basın toplantısından sonra euro, dolar karşısında 1.32’lerin altına kadar değer kaybetti. Ancak Cuma günü öğleden sonra açıklanan ABD verileriyle 1.3280’lere kadar toparlanan euro bu hafta bir sürpriz yapabilir mi?

BIST YÜKSELİŞ DENEYEBİLİR

Likiditenin azaldığı böylesi dönemlerde uçlara gidilebilir. Uzun vadeli pozisyon alanların, böylesi günlerdeki “derinliksiz fiyatların” yaratacağı ruh haline kendilerini kaptırmamalarında fayda var. Merkez bankalarının, bankaların fonlama maliyetlerini artırmaya devam ettiği ortamda kur cephesinde “tatil etkisiyle” düşük/yatay bir seyir izlenecektir. Kur cephesinin sakinleştiği bir ortam, Borsa İstanbul için bir süredir test etmeye çalıştığı 3.96-4.00 dolar seviyesini deneme fırsatı verebilir. Bu deneme “haftanın sürprizi” olmaya aday!

Ancak, sığ piyasalarda bu tarz “denemelerin” kısa vadeli hareketler olduğunu, uzun vadeli trend değişikliği anlamına gelmediğini de her zaman akılda bulundurmakta fayda var!

Şimdiden tüm okurlarımızın Ramazan Bayramı kutlu olsun.



Piyasaların gündemi yoğun

Haftanın ilk gününde açıklanacak ve 50.5 gelmesi (bir önceki 50.4) beklenen AB “Bileşik Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI)” endeksi haftanın “verisi” olmaya aday. Bu veri beklentiler doğrultusunda ve bir parça beklentilerden iyi gelecek olur ise euronun yeniden 1.3345’leri test ettiğini görebiliriz. Aksi takdirde önce 1.32 ve ardından da 1.3050 seviyelerinin test edilmesi işten bile değil. 1.3345’in yukarı yönde kırılması durumunda 1.3370 ve ardından da Haziran ayında görülen 1.3415 seviyelerinin yeniden test edilme olasılığı artacaktır.

Kuzey yarıkürede tatil ayına girildi. Piyasalar bu ay görece olarak sakin bir seyir izleyecektir. Piyasa katılımcılarının birçoğu tatilde olacaktır. Yurtdışında volatilitenin azaldığı, görece olarak kısa sürecek bir döneme giriyoruz. Ancak bizim piyasalarımızdaki volatilitenin dışarıdan biraz da farklı olması ihtimali var. Bugün açıklanacak mahkeme kararlarının yaratabileceği gerginliğin yanı sıra Suriye ve “Arap Baharı ülkelerinden” gelebilecek haberler, yaşanacak gelişmeler bizim piyasalarımız için ek gerginlikler yaratabilecek. Her ne kadar Merkez Bankası’nın volatilitenin azaltılması konusundaki hassasiyetini geçtiğimiz haftaki toplantısında bir kez daha vurgulasa da her gün volatilitenin artması için yeni sebepler ortaya çıkıyor. Neyse ki bu hafta Ramazan Bayramı vesilesi ile “kısa bir hafta” olacak! Muhtemel gelişmelerin “şok etki” yaratabileceği süre de kısıtlı olacaktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.