Şampiy10
Magazin
Gündem

Düzeltmeler haftası

Bu hafta petrol fiyatlarında yaşanacaklar piyasalar için haftanın göstergesi olacak. S&P 500 Endeksi’ndeki boşluk kapanacak ve 1.961’e doğru bir düşüş göreceğiz. Bu hareket BIST dahil diğer borsaları etkileyecek

Cuma günü ABD’de; Aralık Tarım Dışı İstihdam (TDİ) verisi açıklandı. Beklenti 240 bin kişilik artış iken gerçekleşme 252 bin kişilik artışla tahminleri aşarken,önceki 2 ayın verisi de yukarı yönde revize edildi. ABD ekonomisi için iyi, Fed’in faiz artışına yaklaşılması adına kötü haber. Yine de piyasalar, kötünün içinden de iyiyi bulup çıkarmayı bildiler! İşsizlik oranı yüzde 5.6 ile 2006’dan bu yana en düşük seviyeye geriledi. Temel olarak 9 aydır 200 binin üzerinde artış olarak gelen TDİ verisinde, ücret artışlarıyla ilgili soru işaretleri oluştu.

Bir ay önceki ücret artışı; yıllık yüzde 2.2’den, yüzde 1.9’a revize edilirken Aralık ayında ücret artışlarında gerileme olmuş. Yine de ücretler yüzde 1.3 olan yıllık tüketici enflasyonuna göre yüzde 1.7 ile daha fazla artıyor. Ücretlerdeki artış Fed’in muhtemel kararları için önemli. Zira Fed daha önce koyduğu büyüme ve istihdam gibi “hedefleri” gerçekleşseler bile bir yana koyarak (dere geçilirken değiştirdiği kriterlere) yeni dönemde “ücretlerdeki artışları” koydu. Bu veri Fed’in yeni dönemde takip ettiği “göstergelerin” başında geliyor. Eğer istihdam gibi, maaşlar da artıyorsa o zaman ekonomi “cidden” toparlamıştır diyecek olan Fed; faiz arttırmaya başlayacak (veya arttırmamak için mazereti kalmayacak) demektir.

Fed’in faiz artışı

7-8 aydır tahminimi değiştirmedim ve son veri de bu tahminlerimi destekler görünüyor. Fed 16-17 Haziran’daki toplantısında ilk faiz artışını yapacak! Daha önce olursa şaşırırım, gecikirse işin içinde başka bir “piyasa şantajı” girmiş demektir, bugünden not edeyim.

Geçtiğimiz hafta bizde enflasyon verileri açıklandı. Piyasa “ortalama” beklentisi yüzde 0.06’lık bir artış iken, Aralık ayında TÜFE bazında fiyatlar yüzde 0.44 geriledi ve yıllık TÜFE enflasyonu 2014 yılı için yüzde 8.17 olarak gerçekleşti. Üretici fiyatları yüzde 6.36 artışla yılı sonlandırırken, Aralık ayında üretici fiyatları yüzde 0.76 düşmüş. Petrol fiyatları bunda baş etken olsa gerek.

Merkez’in eli güçlendi

Merkez Bankası’nın “tahminlerinden” (hedefinden değil!) daha düşük gerçekleşen 2014 yılı enflasyonu piyasalarda ‘Merkez Bankası faiz indirebilir’ beklentisini güçlendirdi. Her ne kadar benim “ıspanak-ceviz endeksim” (önümüzdeki günlerde bu endeksimi yazacağım) geçtiğimiz Cumartesi günkü Pazar alışverişinde zıplama kaydetmiş olsa da; gösterge bono bileşikleri yüzde 7.44 ve 10 yıllık tahvil getirisi de yüzde 7.34 ile haftayı kapattı. Görünen o ki; ben aynı fikirde olmasam da; piyasalar Fed’in faiz artışının olabildiğince erteleneceğini varsayıyor.

Haftanın son işgününde; Fitch Rusya’nın kredi notunu en düşük yatırım yapılabilir seviye olan BBB-‘ye indirdi. Petrol fiyatlarının 50 dolarlarda kalması ve hatta altına düşmesi durumunda Rusya’nın yatırım yapılabilir notu 2015’in ikinci yarısında kaybetmesi olasılığı artmış durumda.

Dolar alınır mı?

Geçtiğimiz hafta TL, adeta diğer para birimlerinden bağımsız olarak değer kazandı. Tek başında dolar veya euro tarafından TL’ye baktığınızda farklı değerlendirmeler yapabilirsiniz. Parite nedeniyle euro karşısındaki değer kazancı (haftalık yüzde 4.37), dolar karşısındaki kazancına göre (haftalık yüzde 2.93) çok daha yüksek görünebilir. Ancak “sepet kur” karşısındakine bakmakta fayda var. Sepet kurdaki (0.50 dolar/TL+0.50 euro/TL) değer kazancı yüzde 3.69’a ulaşmış durumda!

Sepet kur bu seviyelerini en son 5 Aralık’ta görmüş. Serbest alım satıma konu olmayan sepet kurun teknik analizini yapmak çok sağlıklı olmasa da “teoride” 2.4780 veya 2.4640 seviyelerine kadar değer kazanma olasılığı var görünüyor. Bu seviyelere yaklaşıldığında; döviz açığı olanların ya da benim gibi yılın ortalarına doğru oynaklığın artacağını düşünenlerin bu seviyelerden “hedge yapmaya” başlamalarında fayda olabilir.

Seviye olarak neresi derseniz paritenin üç aşağı beş yukarı 1.1650 ve sepet kurun da 2.47 seviyelerine geldiğinde ihtimaldir ki dolar/TL kurları da 2.2750-2.2850 seviyelerine yaklaşmış, hesaplanabilen euro/TL de 2.66-2.68 seviyelerineyaklaşmış demektir. Önümüzdeki döneme hazırlık için iyi seviyeler bence...

Petrolde 50 dolar psikolojik seviye

Brent petrolünün 48.69 ile Nisan 2009’dan bu yana en düşük seviyesini gördükten sonra 50.06 ile haftayı kapattığı, ABD ham petrolü WTI ile arasındaki farkın 2.80’e daraldığı bir ortamda, bu hafta petrol fiyatlarında yaşanacaklar piyasalar için “haftanın göstergesi” olacak.

Petrol fiyatlarında 50 dolar seviyesi hem teknik hem de psikolojik “destek” oldu! Görünen o ki bu seviye yakın gelecekte korunacak. Hal böyle olursa hisse senetleri, özellikle gelişmiş ülke piyasalarında; yılın başında başlayan, Perşembe günü ara verilen “düzeltmede” yen düşükler görülecektir. Geçtiğimiz Perşembe günü yaşana ralli sırasında geride bırakılan “boşluklar” kapandı. Ancak Perşembe’nin açılışı da yeni bir “boşluk” yarattığından dolayı, bu hafta içinde hem bu ara kapanacak hem de daha altına inilecek.

ABD S&P 500 Endeksi’ne baktığımda; 2.025.90 ile 2.030.61 arasındaki boşluk kapanacak ve 1.961’e doğru bir düşüş göreceğiz. Bu hareket de diğer borsaları etkileyecek, BIST dahil diye tahmin ediyorum.

Yazının devamı...

Mektepli yönetim kurulu üyeleri geliyor

‘Alaylı’ meslekte çıraktan yetişmiş, ustalığa erişmiş; “Mektepli” ise işin okulunda eğitim görmüş olanları ifade eden yerleşmiş kavramlar. Yönetim kurulu üyeliği söz konusu olunca gelenek “alaylı” olanlardan yanaydı. Gerek tecrübe aktarımı, gerekse modern zamanların “bağımsız yönetim kurulu” üyeleri gündeme gelince akla hep “alaylı” olanlar geliyordu. Günümüzden 15-20 yıl önce emekli generaller en “makbul” adaylardı! Ya da bir banka yeni bir yönetim kurulu üyesi arıyorsa ya eskiden bir başkada genel müdürlük yapmış olanları ya da eski bir bankacıyı tercih ediyordu. Hızlı tüketim, telekomünikasyondan veya çiftçilik yapmış birini seçmiyorlardı.

Artık bu devir değişiyor! Modern yönetim kurullarında “çeşitlilik” aranıyor! Özellikle mevcut işleyişi sorgulayan ve yeni bir bakış açısı getirebilen “yeni tip” yönetim kurulu üyeleri kuruma değer katıyor, ilerlemeyi sağlayabiliyor! Bu konuda “bağımsız üyeler” önem kazanıyor. 2012 yılında SPK tebliği ile şirketlerin gündemine giren bu kavram, modern yönetim anlayışında kanuni zorunluluktan çok daha fazlasını ifade ediyor.

Yönetim kurullarındaki çeşitlilik ve bağımsızlığın yanı sıra “kurumsal yönetim ilkeleri” de öne çıkıyor. Bu konuda 2003 yılında gönüllü bir STK olarak faaliyete geçen Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) Mehmet Göçmen başkanlığında önemli çalışmalar yapıyor. Şirketlerin; adillik, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk prensiplerini sahiplenmesi konusunda çalışmalar yapıyor. Bu konuda seminerler, yönetim Kurulu üyeliği eğitimi gibi değişik faaliyetlerde bulunuyor.

Yeni nesil yönetim kurulu üyeleri konusunda çaba gösteren sadece TKYD değil. Bu konuda Ayşe Öztuna’nın liderliğini yaptığı OdgerBerndtson düzenlediği ve kendi türündeki ilk örneklerden olan yönetim kurulu üyeliği çalıştayları ve Praesta’dan Hande Yaşargil’in Forbes Dergisi ile birlikte yürüttüğü “Yönetim Kurulunda Kadın Üyeler Programı” bu konudaki iyi örneklerden. Geçtiğimiz dönemde Muzaffer Akpınar’ın başkanlığını yürüttüğü “Yönetim Kurulunda Kadın” programının başkanlığını yeni dönemde Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı devralıyor. Akpınar; yönetim kurullarında “dişil” unsurların öne çıkmasının özellikle risk yönetimi ve “çeşitlilik” açısından önemli olduğunu belirtti ki bu konu bence de kurumların geleceğe taşınabilmesi açısından önemli.

Belki daha da önemlisi; gelecekteki yönetim kurulu üyelerinin Praesta’nın programında olduğu gibi mentorluk ilişkileri, OdgerBerndtson’un programında olduğu gibi tecrübelerin aktarıldığı çalıştaylardaki eğitimlerden geçerek şirketleri katkı sağlamaları olacak. Artık “alaylıların” yerini “mektepliler” alacak ve onlar kurumsal yönetişim ilkelerini içselleştirmenin ötesinde; “sahiplik” kavramından da öte şirketin geleceğe taşınması, sadece hakim ortağın değil, küçük ortakların da çıkarlarının korunması konusunda nemli kararlara imza atacaklar!

Yeni iş dünyasını; “yeni düşünen”, “yeni (ve Mektepli) yönetim kurulları”kuracaklar!

Yazının devamı...

Charlie Hebdo katliamı ve AB üyeliği

Gençliğimin mizah dergisi Gırgır zamanından hatırlarım Fransız mizah dergisinin ismini. O zamanlar Gırgır, Hebdo ve adını hatırlamadığım bir Rus mizah dergisi Amerikan MAD dergisi ile yarışırlardı. Mizah dergileri doğaları gereği muhalif olmaları ile tanınırlar, bunları hicvederek “yaşamlarını sürdürürler”. Naiftirler ve tek silahları kalemleri, fırçaları, divitleridir.

Hebdo ve İskandinav ülkelerinde yayınlanan İslâm karşıtı karikatürlerin radikal İslamcıları rahatsız ettiği bilinen, anlaşılabilir bir durum. Ancak sırf karikatür çizdi diye 5 dakika gibi bir zamanda 12 kişiyi öldürerek “katliam” yapmak anlaşılabilir, kabul edilebilir bir durum değil! Bölgemizde her gün yüzlerce insan ölüyor, Batı bunun farkında değil demek de durumu kurtarmıyor. Mesele; gerek bölgemize, gerekse din farklılığına yaklaşım meselesi. Nasıl ki ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra birçok şey değişti ve halen daha o saldırıların artçılarını yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz. Şimdi de Hebdo katliamının yeni sarsıntılarını göreceğiz. Bu olay Fransa ve AB için aynı etkiyi yapacak, unutulmayacaktır. İlk duyduğumda aklıma gelen, bir çok kişinin de aklına geldi: Charlie Hebdo katliamı, Fransa’nın ve hatta Avrupa’nın 11 Eylül’ü oldu!

Avrupa’da dengeler bozulur

Olayın insani boyutunu bir yana bırakıp, bu köşenin gereği ekonomik boyutuna baktığımda Avrupa içindeki “uyumun” önümüzdeki günlerde daha da büyük bir tehdit altına girdiğini, Müslümanlar için hayatın biraz daha zorlaşacağı ve hatta dini gerginliklerin daha da artacağı bir döneme giriyoruz. Bu durum bizim, AB üyeliğimiz açısından da soru işaretlerinin daha da büyümesi anlamına gelecektir. Almanya’daki İslam karşıtlarının gösterileri, eski sömürgelerinden dolayı uzun yıllardır Müslümanlarla birlikte yaşamayı öğrenmiş Fransa’da İslam karşıtlığının artacak olması bundan böyle bizim ile ilgili olarak da algıyı da olumsuz etkileyecektir. Hele ki son dönemde ülkemizde artan dini söylemler de bu konuda hiç de yardımcı olmayacaktır.

Maliyet ve gerginlik artacak

Ekonomik olarak toparlanmakta zorlanan AB’nin bir de bu nedenle ayağa kalkmakta zorlanacağını düşünüyorum. Bir yandan huzurun kaçması ve geleceğe güvenin azalması, diğer yandan da artan güvenlik tedbirlerinin getireceği maliyet ve gerginlik de cabası olacak!

Diğer yandan Greenspan’in faizleri yüzde 1’e indirmek için 11 Eylül’ü “kullandığı” gibi, Draghi de bu olayı kullanır mı? Açıktan olmasa da “gölge sebeplerden” biri olacaktır. Gerçi Yunanistan meselesi çözülmeden ve 1.1750’lere kadar değer kaybetmiş bir euro ile bu hamleler ne denli başarılı olacak, o da ayrı bir soru işareti.

Yazının devamı...

Merkez’in sürprizi piyasayı gerer mi?

Hafta sonu tatilinde Merkez Bankası’ndan (MB) alışılmadık bir açıklama geldi. MB banka bilançolarındaki yükümlülüklerle ilgili olarak uyguladığı Zorunlu Karşılık (ZK) oranlarını ve bu karşılıklar için kullanılan “Rezerv Opsiyon Mekanizmasında” kullanılan “katsayıları” (Rezerv Opsiyon Katsayısı - ROK) değiştirdi. Son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı dahil, son aylardaki iletişiminde MB bu konuya değinmiş, değişiklik yapabileceğini açıklamıştı. Ancak bunu bir tatil gününde, hafta sonu yapacağına dair bir ipucu vermemişti.

1 yıla kadar olan kısa vadeli yükümlülüklerin ZK oranları yüzde 13’ten 18’e yükseltilirken, 3 yıla kadar olanlar (KKDF nedeniyle en çok tercih edilen!) yüzde 11’den yüzde 8’e indirilmiş. Daha uzun vadelerdeki değişimler çok da kayda değer değil!

İletişimde büyük hata

MB sadece ZK oranlarını değil, ROK oranlarını da değiştirmiş. Kademe sayısının arttırıldığı bu değişimle birlikte TL mevduatlar için döviz tutmak isteyenler için kullanılabilecek döviz miktarları arttırılmış. ZK artış ile 3.2 milyar dolar döviz rezervlerinde artış beklenirken, ROK artışı sonrasında 2.4 milyar dolarlık bir “çekilme” bekleniyor. En azından MB, bankaların rasyonel bir davranış sergileyeceğini ve ROK artışı nedeniyle döviz çekilişi yaşanacağını düşünüyor. MB’nin açıklamasına göre nette 800 milyon dolarlık bir rezerv artışı olacak. Bankaların 13 Şubat’taki yükümlülük cetvellerine göre hesaplanıp, 27 Şubat’ta tesis edilecek bu yükümlülük artışının piyasalara ek döviz talebi getirmesini beklemiyorum.

Ancak MB’nin bu hamleyi hafta sonunda açıklaması, kararın ardında kalıcı döviz rezervini arttırma niyetinin olması ve de açıklamanın rezervler konusunda olası tedirginleri içeriyor olması haftanın ilk gününde piyasaları gerecektir.

Dolar/TL kurlarında “bayram değil, seyran değil... Nereden çıktı hafta sonu MB’nin düzenlemesi” endişesiyle bir tedirginlik yaşanacaktır. Piyasadan 800 milyon dolar çekilecek endişesi de bunu destekleyecektir. Gerçekte 27 Şubat’ta vücut bulacak bu hareket, MB’nin hafta sonu gibi zamanlamasının bence iletişim açısından son derece hatalı olduğu bir zamanda yapılması nedeniyle kurlardaki oynaklığı arttıracaktır.

Her ne kadar MB piyasalara bir şok yaratmamak adına hafta sonu açıklamış olsa da; “zamanlamanın” alışıldık düzenden farklı olmasının MB’ye faydadan çok zarar getireceğini düşünüyorum. Bu arada bir şeyi daha merak ediyorum; neden bu karar 10 Aralık’taki ‘2015 Yılında Para ve Kur Politikası’ toplantısında açıklanmadı?

KURLAR YÜKSELİR Mİ?

Dolar/TL kurlarında; paritenin 1.20’nin altına inmediği durumda ve MB’nin TL fonlaması konusunda bankalara destek vermediği durumda (verse bir dert, vermese bir dert); dolar/TL kurlarında kısa vadeli bir yükseliş yaşanabilir! Nereye kadar derseniz... 2.3640 seviyesi önemli bir direnç seviyesi. Bu seviyenin korunacağını ve MB’nın “ikincil iletişimlerle” (belki de doğrudan döviz veya sözel müdahaleleri ile) bu seviyeyi savunacağını düşünüyorum. Eğer aşılmasına “izin verirse” 16 Aralık’taki 2.4126 seviyesi yeniden test edilebilir.

Olur mu? Pek sanmıyorum!

MB’nin TL fonlama ve döviz kurları konusundaki doğrudan veya dolaylı müdahaleleri ile kurlardaki hareketi dengelemeye, alınan kararların yarattığı oynaklığın yatışmasını bekleyecektir. Kısa vadeli sıçramalara büyük anlamlar yüklememek ancak yaşanırlarsa da bunu fırsat olarak değerlendirmekte fayda görüyorum.

Yıla dair tahminlerimdeki “Seçimlerden iki ay önce veya iki ay sonra dolar/TL’de 2.4650 seviyesi görülecek” tahminime daha zaman var.

KOMŞU’DA EURO GERGİNLİĞİ

25 Ocak’ta erken genel seçime gidecek olan Yunanistan için Almanya: “Yunanistan’ın ‘euro’dan çıkması yönetilebilir” demiş. Troyka ile pazarlık yapmayı programına koyan Yunanistan’ın muhalefet lideri Syriza için iyi bir propaganda malzemesi çıktı demektir. “Bizi gözden çıkardılar, hiç bir şeyi ödemeyeceğiz” diyebilirler. Kamuoyu yoklamalarında birinci parti görünüyorlar, tek başına iktidar olabilirler ise o zaman durum farklı olacaktır. Yine de seçim sonrasında Syriza’nın ‘euro’dan çıkmakta isteyeceğini sanmıyorum. En fazla Almanya başta olmak üzere AB ile pazarlıkta elleri daha güçlü olacak, daha fazla taviz koparacaklardır. Her zaman söylediğim gibi “AB Projesi” pahalı bir proje. Yunanistan gibi hazmedilecek maliyetler için vazgeçilmeyecektir. Syriza da iktidar olduğunda meseleyi “sorumlulukla” değerlendirecektir. Ancak bu arada ‘euro’nun değer kaybı sürecektir. Geçtiğimiz haftayı 1.2045 teknik seviyesini de aşağı yönde kırarak; Haziran 2010’dan bu yana en düşük seviyesi olan 1.2002’de kapatan euro, önümüzdeki günlerde yeni düşükler görecektir. 1.20 seviyesi “psikolojik destek” seviyesi. Aşağı kırılacak ve ilk hamlede 1.1925’i test edecek gibi görünüyor. Sonrasında “teknik olarak” yeni hedef 1.1475.

Yazının devamı...

Seçimde doların ateşi yükselir mi?

Seçimden 2 ay önce veya 2 ay sonra dolar/TL kurunda 2.4650 seviyesinin test edilmesini bekliyorum. Eğer bu kademe aşılırsa kriz algısı oluşur ve 2.70 tahminleri havalarda uçuşur.

Haziran ayında yapılacak genel seçimler hem ülkemiz hem de bölgemiz için önemli olacak. Seçilmiş Cumhurbaşkanı ile yeni seçilecek Başbakan’ın uyumlu olup olmayacağı piyasaların yakından takip edeceği bir konu olacak. Piyasalarda genel beklenti “siyasi istikrarın” devam etmesi yönünde. Çoğunluğun bir değişim beklemediği bir ortamda sürpriz gelişmelerin olma ihtimali bence artacaktır.

Seçim öncesinde “barış sürecinde” yaşanacaklar seçim sonuçları açısından önemli olacak. Kürtler, çözümün seçim sonrasında erteleme çabalarını kabul etmezler ve sokaklar hareketlenirse işler karışabilir. Ha keza; IŞİD’in bölgesinde mevzi kaybetmeye, zayıflamaya ya da böyle bir algı oluşması durumunda Türkiye içinde ses getirecek “terör eylemlerine” girişmesi de gerek kamu huzurunu, gerekse de piyasaları olumsuz etkileyebilecek. Tüm bunlar seçim sonuçlarına yansıyabilecek unsurlar.

Barış süreci kritik

Barış süreci, Suriye-IŞİD iç savaşı, Fed’in faiz artışları ve buna bağlı olarak gelişen ülkelerde artacak oynaklık bir araya geldiğinde yılın ilk yarısı Türk piyasaları için zor geçecek. Dolar/TL kurlarında uzun zamandan beri dile getirdiğim ancak yazmadığım tahminimi artık paylaşma zamanı geldi: “Seçimlerden iki ay önce veya iki ay sonra dolar/TL kurunda 2.4650 seviyesi test edilecektir.”

Bu seviyenin ne zaman ve ne sebeple test edildiğine bağlı olarak bu rakam zirve olarak kalacak ve yıl ortalama kuru 2.30 seviyelerinde oluşacak. Eğer bu seviye herhangi bir sebeple hızlı bir şekilde aşılacak olur ise ortada bir kriz olmasa da kriz algısı güçlenecek ve dolar/TL’de 2.70 tahminleri havalarda uçuşabilecek.

NOT İNDİRİMİ OLUR MU?

İkinci “hikâye” İran ile P5+1 arasındaki nükleer görüşmelerin de “barış” ile sonuçlandırılması. Dünya ile entegre olmaya başlayan, yaptırımların kalktığı bir İran, Türkiye için çok ciddi fırsatlar sunacaktır. Eğer iç barış sürecimizi başarmış isek İran çok ciddi bir itici güç olacaktır. Ancak iç barışı tesis edemezsek, İran’ın sunacağı fırsatları; ıssız adaya düşmüş bir kazazedenin uzağından geçen ve sesini duyuramadığı bir tekneye bakar gibi uzaktan izler olacağız. İçeride sorun yaşarken İran-Batı barışı gerçekleşmişse mutlaka bize de fırsat çıkacaktır. Ancak bu fırsatlar sadece “taşeron” seviyesinde kalacaktır.

“İki yarılı” yıl dememin bir başka sebebi de bu hikâyelerin “yazıldığı” ve “yazılmadığı” durum için de geçerli. Eğer bu iki önemli hikâye hayata geçer ise Türkiye’nin yatırım yapılabilir notu bir kademe daha iyileşebilecek, indirim endişeleri ortadan kalkacaktır. Buna bağlı olarak Türkiye’ye doğrudan yatırımlar da artacaktır. Yok; eğer özellikle iç barış sürecimiz başarısızlığa uğrar ise toplumsal hayal kırıklıklarını bir yana bıraktım, bu yıl asıl tartışacağımız Türkiye’den dışarıya giden doğrudan sermaye yatırımları olacak. Üstelik bu çıkışlar yabancı yatırımcılardan değil, ağırlıklı olarak Türk sermayesinden olacaktır ki bu durum işsizliği ciddi oranda artıracaktır. “Net Doğrudan Sermaye Yatırımları” kalemi bu yıl yakından izlenmeli. Sadece işsizlik rakamları için değil, kurun seyrinde bile etkili olacak hareketleri görebiliriz.

İyi düşünelim, her şey iyi olsun. Bu nedenle...

“...ve yarın her şey çok güzel olacak...”

Herkese mutlu yıllar.

Türkiye eline geçireceği fırsatları değerlendirirse kredi derecelendirme kuruluşları yatırım yapılabilir notunu bir kademe daha iyileştirebilir. Yoksa sermaye çıkışı başlayabilir.

BIST İÇİN İYİ HİKAYEYE İHTİYAÇ VAR

BIST için de yılın ilk yarısı zorlu geçecek ve benim tahminim 2.70 dolar seviyesine kadar bir geri çekilme yaşanacağı yönünde. Sonrasında yeniden bir yükseliş yaşanacak ancak dolar veya TL bazında yeni bir rekor beklemiyorum. BIST’te yeni rekorların görülebilmesi, piyasaların çok farklı seyir izlemesi ve hatta dünyadan “ayrışabilmemiz” için çok iyi bir veya iki “hikâyeye” ihtiyacımız var. Bunlardan ilki “barış sürecinin” gerçekten bir barış ile sonlandırılması. Gerçek barıştan kasttım; Türk ve Kürt taraflarının birlikte yaşayabilmenin minimum koşullarında anlaşmış, gelecekte de birlikte yaşamanın temellerini birlikte atma konusunda mutabakata varmış olmalarından söz ediyorum. Kolay olmadığını biliyorum.

Ancak “iyi bir hikâye” yazmak da kolay bir iş değil. “Ver kurtul” yerine “al kurtul” tarzı, Kürtler’i de benimseyen ve hatta ekonomik olarak Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nin de Türkiye ile işbirliği içinde olduğu bir yapı Türkiye’nin hem geleceğini, hem de bölgedeki konumunu önemli ölçüde değiştirebilecektir. Böylesi bir hikâye tüm endişeleri ortadan kaldıracaktır. TL’nin hızla değer kazandığı (ben diyeyim 2.15 siz deyin 1.85) BIST’in tarihi zirvesi olan 5.10 dolar seviyesini aştığı bir yıl yaşayabiliriz.

Yazının devamı...

İki parçalı yıl olur ilk yarısı zor geçer

Yazarımız Ali Ağaoğlu’ndan 2015’te piyasaları bekleyen tehditlerin analizi

İsabetli tahminleri ile tanınan Ali Ağaoğlu artık klasikleşen yılbaşı tahminini önce dünya sonra Türkiye için yaptı. Yeni yılın ilk gününde önce dünyada olabilecekler üzerine bir analiz geliyor...

FED radikal bir sarsıntı yaratmaz

Fed’in faizleri 2015 Nisan ayına kadar artırmayacağını Yellen açıkladı. 6 aydan beri koruduğum benim tahminim 16-17 Haziran’daki toplantıda artışın başlayacağı yönünde.

Ancak Fed’in faiz artışlarının piyasaları radikal olarak sarsmasını beklemiyorum. Fed’in politika faizinin yılı 75 baz puan ile bitirmesini, 100 baz puanın üzerine çıkmasını beklemiyorum. Yine de bu yılı “iki ayrı yarıyıl olarak” yaşayacağımızı düşünüyorum. İlk yarısı zorlu, ikinci yarısı görece olarak olumlu geçecek. Bu nedenle her yıla isim verme geleneğimden yola çıkarak; bu yıla “iki sarılı” misali, “iki yarılı yıl” adını verdim.

Dolar/euro paritesi 1.14’e inebilir ama...

Gerek Fed’in faiz artışı, gerekse de AB’nin SME’lere kadar ulaşabilecek bir para arzı yaratma isteği euro/dolar paritesinin önce 1.20’ye, ardından da 1.1475’e kadar inmesine yol açabilecek. Ancak yılın ikinci yarısında paritenin yeniden 1. 2750 seviyelerine kadar yükseldiğine şahit olabiliriz.

Draghi de Abe de kurtarıcı değil

Özellikle AB bölgesinde İngiltere dışındaki ülkelerde; başta Fransa olmak üzere; büyüme ciddi bir sorun olmaya devam edecek gibi görünüyor. Yunanistan’ın yanı sıra 2015’te İspanya ve İtalya’yı da çok konuşuyor olacağız. 2019’da görev süresi bitmesi söz konusu olan Draghi’nin görevden ayrılması ve yerine bir Alman Merkez Bankacı’nın geçmesi ihtimali bence artıyor. İşte o zaman Güney Avrupa’nın işi daha da zor olacak! Yunanistan’ın yine manşetlere çıkması 2015 için sürpriz olmayacak!

Büyüme tahminleri fena ıskalayabilir

Bana göre piyasaları asıl sarsacak olan küresel büyüme tahminlerindeki “ıskalama” olacak! IMF 2015 büyüme tahminin yüzde 4’ten, yüzde 3.8’e düşürdü. Naçizane benim tahmin araçlarım ve ekonomist çevrem IMF kadar geniş ve ehil değil, ancak benim tahminim bu oranının dahi tutturulamayacağı yönünde. Çin’in 2016’da yüzde 6.5 büyüme oranına gerileyeceğini tahmin eden IMF’in aksine ben Çin’in 2015 yılında düşük yüzde 6’larda bir büyümeye sahip olacağını ve 2016’da yüzde 6’nın da altına ineceğini tahmin ediyorum.

Ruble bir daha 80’i görmez, IŞİD zorlar

Bizi yakından ilgilendiren Suriye, (IŞ)İD meselesiyle Ukrayna ve Ebola bu sene dünyayı daha fazla ilgilendirecek. Suriye ve (IŞ)İD meselesinin yılın ikinci yarısından başka bir evreye taşınacağını, Esad’ın daha fazla “güç kazandığı”, Türkiye’nin çözüm ortaklarından biri olmaktan uzaklaştığı bir döneme şahit olacağız. Nihai çözüm her ne olacaksa da bunda bizim etkimiz sınırlı olacak! Ukrayna meselesinde Rusya geri adım atarken emperyal düşüncelerinin hiçbir zaman değişmeyeceğine bir kez daha şahit olacağız. Rusya 2015’te daha düşük profilli bir ülke görünümü çizecek, ancak yaralarını sardıktan sonra yeniden sahneye çıkacaktır! Putin’in son açıklamalarından bu tarihin 2017 olma ihtimali yüksek. Ruble’de rekor görüldü, yeni yılda yeni rekor olmayacaktır!

Altında 1.435 $’ı görmek mümkün

Endüstriyel metaller bu yıl çok da umut vaad etmiyor. Ancak değerli metaller için bu yıl geçtiğimiz yıla oranla daha pozitif bir seyir isleyecek. Gümüş yine “sürpriz” koşucu olurken altının ons fiyatında yılın ikinci yarısında 1.340 ve ikinci yarısında da 1.435 dolar seviyelerini görebiliriz!

2014 kahve yılıydı bu yıl mısır öne çıkar

Tarımsal emtia fiyatlarında düşüşün durduğu, 2014’e göre ortalama seviyelerin yükseldiğine tanık olacağız! Özellikle mısır ve pamuk bu yılın “sürprizleri” olacak! Geçen sene mısır ve kahve demiştim. Kahve adeta “jackpot” olurken, mısır benim için sükut-u hayal oldu! Bu yıl mısırdan umutluyum!

Petrol ikinci yarıda 80 dolara çıkabilir

Petrol fiyatlarında düşüşün devam etmesi zor. 2015’in ilk yarısında 72 dolar, ikinci yarısında da 80 dolar ortalama görme ihtimalimiz bence yüksek! Bu tahminin ardında ABD’nin en kötü durumda doğrudan ya da dolaylı olarak kayaç gazı üreticilerini “zımni olarak” destekleyeceği varsayımı var! Kayaç gazı üreticilerinin bazılarının bonoları ödenmeyebilir, ABD şirket bono piyasası için kötü haber. ABD ile AB arasında Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP) anlaşmasının bu yıl içinde imzalanması ihtimali hayli yüksek. Bu anlaşma ABD’de olumlu rüzgârlar estirsede AB’de istenilen “uyarıcı” ve “tetikleyici” işlevi gösteremeyecektir!

NOT

Yarın da tüm bu gelişmeler paralelinde Türkiye’de yatırım araçlarının nasıl bir seyir izleyebileceğini masaya yatırıyor olacağım.

Yazının devamı...

Merkez müdahale eder mi?

Merkez Bankası, 2011’in son gününde 1.9203’e kadar çıkan dolar/TL’nin şirket bilançoları üzerindeki olumsuz etkisini azaltmak için 3 milyar dolarla müdahale etmişti. Bu yıl da benzer bir beklenti oluştu ve Çarşamba günü öğleden sonra piyasa katılımcılarının, şirketlerin finans yöneticilerinin gözü kulağı Merkez Bankası’nda olacak

Nereden çıktı bu soru demeyin. Yılın son haftasına girdik! Bilançoların “bağlanacağı” bu haftanın ortasındaki yıl sonu kuru şirketler için önemli. Özellikle döviz borçlanmış şirketlerin bilançolarında “kur kâr/zarar hesabı” 31 Aralık’taki kura göre belirlenecek. 31 Aralık 2013 tarihinde TCMB döviz alış kuru 2.1304, döviz satış kuru da 2.1343 olarak “sabitlenmişti”. SPK’ya tabii şirketler döviz satış kurunu kullanırken (döviz borçlu şirketler için bence de doğrusu bu kur!), diğer tüm şirketler yıl sonu bilançoları için TCMB döviz alış kurunu kullanıyorlar!

Cuma günü kapanış itibariyle piyasalarda dolar/TL kuru 2.3175/95 seviyesinde idi. 2.3175’i baz aldığımızda yıl başına göre TL yüzde 8.78 devalüe olmuş diyebiliriz. Cari faiz oranlarını göz önüne aldığımızda makul kabul edilebilecek bir devalüasyon oranı. Diğer yandan yılı; benim de dahil olduğum 2.23-2.25 arasında kapatırız diyenlere oranla; tahminlerin üzerinde kapatıyoruz. Şirketlerin bilançoları için çok da hoş olmayan bir durum bu.

Bir yandan Rusya, diğer bir yandan dolar endeksinin Mart 2006’dan bu yana ilk kez 90 değerinin üzerine çıkmasıyla değer kaybeden TL’nin; yılın son üç gününde değer kazanması ve şirket bilançolarına “destek atması” mümkün mü? Normal şartlar altında zor görünüyor. Yurt dışı piyasalardaki fon yöneticileri geçtiğimiz Noel haftasında neredeyse yılı kapattılar. Kimse yeni bir risk almak istemiyor, hemen herkes durumu koruma kaygısı içinde. Parite ve döviz tarafında önemli bir hareket olmayacaksa, dolar/TL kurları nasıl düşebilir?

Bunun her halde tek yolu Merkez Bankası’nın müdahalesi olabilir. 2011 yılının son gününde 1.9203’e kadar değer kaybeden TL’nin bilançolar üzerindeki olumsuz etkisini azaltabilme adına TCMB,

30 Aralık 2011 günü hiç kimsenin beklemediği bir anda 3 milyar doları aşan bir miktar ile döviz piyasalarına müdahale etmiş, kuru 1.8540’a kadar indirdikten sonra yılı 1.8889/1.8980 kuru ile bitirmişti! Müdahalenin neden olduğu ilk anda anlaşılmasa da ardından bunun “bilanço makyajı” için yapıldığı kanısı güç kazanmıştı. O gün, bugündür; yılın son günlerine doğru kurun yükseldiği dönemlerde (2013 yılında ve bu yıl) acaba Merkez Bankası yine benzer bir amaçla müdahale eder mi beklentisi oluşuyor!

Bu yıl da benzer bir beklenti oluştu ve Çarşamba günü öğleden sonra piyasa katılımcıları, şirketlerin finans yöneticilerinin gözü kulağı Merkez Bankası’nda olacak.

Cephanesi azalır

Yazının devamı...

40 yıl sonra yeniden Lüleburgaz

Tam 40 yıl sonra çocukluğumun geçtiği, ilkokulu bitirip, ortaokul 1’inci sınıftan sonra astsubay olan babamın Ulukışla’ya tayin olmasıyla ayrıldığım Lüleburgaz’a gittim. Çok sevdiğim ilkokul öğretmenim Nedim Orcan ve 10 kadar ilkokul arkadaşımla buluştum. Mezun olduğum General Ferhat Akat İlkokulu’nu ve çocukluğumun geçtiği mahalleyi ziyaret ettim.

İlkokulda okuduğum sırada bizim oturduğumuz sokak şehrin en dışındaki sokaktan bir sokak önceydi. Tek katlı evlerden oluşan sokağımızın başında bulunan ve bana o zamanlar gökdelen gibi gelen (o zamanlar çok kısa olduğumdan da olabilir) iki katlı ilkokulum gözüme bir anda köy ilkokulu gibi göründü. Bu haliyle yine de çok sevimliydi.

Çok şaşırttı beni

Okulun arka bahçesinden hemen sonra gündöndü (Kapçık ağızlıların ayçiçeği, İzmirliler’in çiğdemi) tarlaları başlardı. Neredeyse sadece tarlalara ve köylere giden traktörlerin geçtiği yollardan şimdi dolmuşlar geçiyor. Yaz tatillerinde tüm küçük kasaba çocukları gibi benim de Kuran kursuna gidip, müezzinlik yaptığım caminin karşısındaki Hafız Bakkal’ın halen daha duruyor olması çok şaşırttı.

Ama beni en çok şaşırtan 6 yıl yaşadığımız ev oldu. Önünde 4 tane ıhlamur ağacının olduğu, bahçesinde benim tavşan, annemin hindi beslediği ev gözüme o kadar küçük göründü ki; onca eşyayı, dört kişiyi ve koskoca bir hayatı o zamanlar o eve nasıl sığdırmışız, şaştım kaldım.

Sadece o mu, ilkokul arkadaşlarım da ayrı bir şaşkınlık konusuydu benim için. Düşünsenize daha çift haneli yaşlara gelmemiş bir zamanda tanıdığınız arkadaşlarınızla 40 yıl sonra bir araya geliyorsunuz. Herkesin çok ama çok farklı hayatları olmuş. Nedim hocam 35-40 kişi olduğumuzu hatırlıyor. On kadarımız bir araya geldik, ben hariç diğerleri kız arkadaşlarımdı. (Nedim hocamı saymazsak, şanslıydım.) Çok azımız Lüleburgaz’da kalmış birçoğumuz şu veya bu sebeple diğer şehirlerde yaşamlarımızı sürdürüyoruz.

Birbirimizi ortak anılarımızla hatırladık...

Ne garipmiş... Hepimizin aklında isimlerimiz belki, cisimlerimiz hayli değişmiş ama o ilkokul anılarımız hep aynı kalmış. Derinlerden onları bulup çıkardık. Herkes bir anısını anlatıyor, birisi bir ucundan tutuyor, diğeri onu bambaşka bir anıya götürüyor. Beden dersinde bir yarışmayı kaybedip, bahçedeki ağacın altında ağladığımı, gelip beni teselli ettiğini hatırlayan sevgili ilk öğretmenim, o zamandan başarılı olma konusundaki hırsımı hatırlattı.

İyi ki varsınız...

Benim kızım daha 11 yaşındayken aramızdan bazılarının kayınvalide, hatta babaanne olması ilkokul anılarını tazeleyen benim için çarpıcı oldu. Bu aralar eğitime takmış durumdayım. Hem Nedim hocamdan, hem de öğretmen olmuş sınıf arkadaşım Ahter Kirişçiler’den öğretmenlerin yaşadıklarını dinleyince, bu konuda ne kadar çok yol kat etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırladım. Her ikisinin de gecikmiş olsa da öğretmenler gününü kutluyorum. İyi ki varsınız, yoksa bizler nasıl bu zamanlara gelirdik...

Bu arada 40 yıl sonra bir araya gelmemiz için çabalayan sevgili okul, mahalle arkadaşım Sevda Atalay’ı da çabaları için kutluyorum. Resim yapıyormuş, Nahide ve Ayça da öyle. Neyse sadece benim gibi kuru kuruya paradan, maddi şeylerden bahseden birileri çıkmamış aramızdan. Sağolasın ellerinden öpülesi Nedim Orcan öğretmenim ve tüm öğretmenlerim, öğretmenler... Hepinize çok şey borçluyuz!

( Öğretmenlerin dayak yediği günlerde, gecikmiş bir öğretmenler günü yazısı...)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.