Şampiy10
Magazin
Gündem

Faizi dengeleyici adım geldi

Ağustos ayı başından itibaren piyasalarda yaşanan oynaklık ve dolar/TL kurunun 7.21’li seviyelere kadar yükselmesi, piyasalardaki fiyatlama davranışlarını bozmuştu. Bunun en fazla hissedildiği alan her ne kadar döviz kurları gibi görünse de asıl belirsizlik faiz tarafında yaşanmaya başlamıştı. Finansal piyasalar için her zaman “aslolan faizdir”. Son dönemde TL’nin faizi konusunda ciddi bir kakofoni yaşanıyor, ekonominin taraflarının fiyatlama yapmasında dahi önemli zorluklar yaşanıyordu.

Merkez Bankası’nın dünkü faiz hamlesi Türk Lirası’nın faizinin “dengelenmesi” açısından oldukça cesur bir adım oldu. Kendi kredibilitesini artırma, bağımsızlığını vurgulama açısından önemli olan bu kararla birlikte politika faizini 625 baz puan artırarak yüzde 24’e yükseltti. Son günlerde bankaları yüzde 19.25 gecelik faizden fonlayan PPK’nın bu kararı etki anlamında 475 baz puanlık bir artış anlamına geliyor. Diğer yandan yeniden gecelikten, haftalık repoya dönülecek olması bir yandan sadeleşmiş para politikası anlamına gelirken, diğer yandan yeniden geceliğe döndüğü durumda 150 baz puanlık daha “atımlık barutunun” olması anlamına gelecek. Gecelik faiz yüzde 25.50’ye yükseltilirken, sadeleşme politikası sırasında açıklandığı üzere Geç Likidite Penceresi faizi de yüzde 27’ye çıkmış oldu.

Faizlerdeki bu artış, TCMB’nin uzun zamandan bu yana enflasyon/piyasa faizlerini geriden takip ettiği bir dönemden; önüne geçmese de yanına geldiği bir seviyeye gelinmesini sağladı. Piyasa beklentileri 500 baz puan ve altındaydı, Pazartesi günkü yazımda 725 baz puan artış beklediğimi yazmıştım. Aslında bu beklentiden çok faizlerin dengelenmesi adına bir temenni ba’abındandı. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun temennime oldukça yakın yaptığı artış sonrasında dolar/TL kurları gün içinde (Cumhurbaşkanı’nın toplantı öncesinde yaptığı konuşma sırasında) 6.5520’lere yükselen dolar/TL kuru 6.0150’ye kadar geriledi, 6.1750 seviyelerinden günü kapattı.

Faiz artışı; her ne kadar borsanın sevmediği bir hamle olsa da bu kez piyasalara bir istikrar gelmesi beklentisi ile borsa tarafından da olumlu karşılandı.

Dün PPK dışındaki önemli gelişmelerden birisi de yurt içindeki yerleşik kişilerin (Gerçek ve tüzel) menkul ve gayrimenkul alım-satım ve kiralama işlemlerinde döviz kullanamayacaklarına dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesi idi. Sabahtan özellikle reel sektör, gayrimenkul ve araç kiralama sektörünü yakından ilgilendiren bu düzenleme eski sözleşmelerin de 30 gün içinde TL’ye döndürülmesini gerektiriyor. Birçok sektörde sorun yaratabilecek bu düzenlemenin yeni bir döviz talebi yaratıp yaratmayacağı önümüzdeki günlerde açıklanacak “istisna” listelerine göre netlik kazanacak.

Yazının devamı...

Merkez ne yaparsa Dolar/TL ne olur?

Bu hafta bizim piyasalarımız için 13 Eylül Perşembe günü yapılacak PPK toplantısından çıkacak karar büyük önem taşıyor. Bütün gözler bu hafta PPK’da olacak. Yan gözle de İdlib’deki gelişmeleri izleyeceğiz

Geçtiğimiz hafta başındaki yazımda Türk Lirası’nın ‘çoklu faizi’ olduğunu, bunun da kredi fiyatlamasındaki zorluklardan tutun da bankaların vadeli işlem fiyatlaması yapmasındaki zorluklara varana kadar bir çok sıkıntı yarattığına değinmiştim.

Merkez Bankası’nın (TCMB) politika ve fonlama faizleri, mevduat ve kredi faizleri ile Londra’daki swap faizleri ile 2 yıllık gösterge bono faizlerinin hepsi ayrı telden çalıyor. Bankaların hazinelerine dahi sorsanız, ‘Bugün Türk Lirası’nın 1, 3, 12 ve 24 aylık faizleri nedir?’ deseniz, hepsi birbirinden çok farklı faizler verecektir. Hal böyle olunca kredi/mevduat cephesinde ve kur riskinin yönetilmesi (Hedging) konularında ‘fiyatlama yapmak’ ne yazık ki mümkün ol(a)mıyor.

Perşembe günü açıklanacak Para Politikası Kurulu (PPK) kararları (kararları diyorum zira sadece faiz kararı değil, bu kararı destekleyici bazı adımlar da gelebilir) piyasalardaki bu kakofoniyi ortadan kaldırmasa da dengeleme konusunda önemli ölçüde yardımcı olabilir.

PPK’dan bir faiz artışı geleceği, geçtiğimiz hafta Merkez Bankası’nın ‘Gerekli önlemler alınacaktır’ minvalindeki açıklamasından sonra güçlenmeye başlamıştı. Geçtiğimiz Perşembe günü JP Morgan’ın “TCMB’nin 500 baz puan faiz artırmasını, bu artışı da Eylül’de veya Eylül ve Ekim’deki toplantıda yapmasını bekliyoruz” şeklindeki raporu sonrasında faiz artış olasılığı piyasalarca daha fazla satın alınmaya başladı.

Bu beklenti ile 31 Ağustos’ta 6.7881’e kadar yükselen dolar/TL kuru geçtiğimiz haftayı 6.38’li seviyelerden kapattı.

- Faiz artışı gelmezse

Yeni rekorların gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Hatta 200 baz puanın altındaki bir artış da bu senaryoya dahil edilebilir. 0-200 baz puanlık artış senaryosunda, Teknik Analiz 8.2500-2850 bölgesinin dahi resmin içine girebileceğini söylüyor.

- 200-575 puan artırırsa

Yıl sonuna kadar 6.25-6.85 arasında dalgalanırız, İdlib’den gelebilecek ‘çatışma haberleri’ bu bandın yukarı yönde kırılmasına neden olabilir.

- 600+ baz puan artış

Bu durumda yine Teknik Analiz Dolar/TL kurunun 5.85-6.15 bandına kadar gerilemesine neden olabilecektir.

- 725 puan bekliyorum

Benim beklentim haftalık politika faizinde 725 baz puanlık bir artış yapılması yönünde. Böylelikle “dengelenme” sağlanabilecek, TCMB’nin haftalık politika faizi yüzde 25’e yükseltilmiş olacak. Böylesi bir artış ile önümüzdeki ay gelecek Eylül ayı enflasyonuyla birlikte yüzde 22’lere tırmanabilecek TÜFE’nin de önüne geçilmiş olacak. Piyasalardaki faiz karmaşasının önemli ölçüde önüne geçilmiş olacaktır.

Umuyorum PPK yine kendi (bir türlü tutmayan) ‘enflasyon beklentileriyle’ yine piyasaların getirisinde kalmaz, düzenli toplantı sırasında gerekeni yapar. Aksi takdirde piyasalardaki hareketler çok geçmeden bir “olağanüstü” toplantıyı gerektirebilir.

ASIL OLAN FAİZ ORANIDIR

Piyasalardaki tüm işlemler; kredi, mevduat, vadeli işlem, türevler... Hepsi “temel faiz oranına” (Bu ister TCMB’nin politika faizi olsun, ister bugünlerde henüz dengelenmemiş olsa da piyasalarda oluşan faiz oranı olsun) bağlı olarak hesaplanır, fiyatlanır. Piyasaların; faizin nerede oluştuğundan çok dengeli, istikrarlı bir faiz oranına ve ortamına ihtiyacı var. Aksi takdirde bugünlerde olduğu gibi fiyatlama yapılamadığından çarkların dönmesi zorlaşıyor. Bu nedenle 13 Eylül’deki PPK toplantısı piyasalardaki faizin dengelenmesi/oturması açısından büyük önem taşıyor.

Faiz ortamında denge oluşmadan atılan adımlar ne yazık ki işe yaramıyor.

Son bir aylık sürede BDDK, TCMB ve Maliye tarafından bazı önlemler devreye alındı:

BDDK yurt dışı bankalara TL sağlayan swap (ve benzeri spot satış, vadede alış gibi) işlemlerini bankaların sermayelerinin yüzde 25’i ile sınırladı. (Geçtiğimiz Cuma günü yabancı bankaların Türkiye’deki merkezleri ile ana merkezleri arasındaki işlemlere esneklik getirildi.) Yurt içi yerleşik olanlar yurt dışı bankalara plasman yapmalarının önünde bir engel konulmadı.

TCMB, piyasalardaki oynaklığın çok arttığı dönemde önce bankalara sınırsız likidite vereceğini açıkladı, daha sonra bunları limitlerinin iki katı ile sınırladı. BDDK, Grup 2 kredilerinin bankaların sermaye yeterlilik oranları üzerindeki baskıları hafifletecek tarzda bunlarla ilgili ‘esneklikler’ getirildi.

Maliye; Döviz Tevdiat Hesaplarındaki stopaj oranlarını yüzde 18’den 20’ye çıkarırken, TL’yi teşvik etmek amacıyla TL mevduatlardaki stopaj oranlarını yüzde 15’ten yüzde 5’e indirdi.

Dış politikada AB ile ilişkilerin restorasyonu konusunda adımlar atıldı, Hollanda ile karşılıklı elçi atandı. İhracat bedellerinin yüzde 80’ninin 180 gün içinde yurda getirilerek TL’ye çevrilmesi konusundaki (1990’lar ve 2000’lerin başına dönülmesi anlamına gelen, uygulanması oldukça zor ve meşakkatli bir süreç) düzenleme geçtiğimiz hafta açıklandı. Tüm bu kararlar uygulamada bürokratik maliyetler, takip zorlukları getirse de içinde bulunduğumuz sıkıntıların temelden çözümüne yönelik değiller. Palyatif önlemlerin sağlayacağı fayda marjinal ve kısa vadeli olacaktır, bir süre “bürokratik angaryası” devam ederken, etkileri de azalacaktır.

FAİZ ARTIŞI BİR ÇÖZÜM MÜ?

Piyasalar PPK’dan gelecek faiz artışına odaklanmış durumda, sorunlarımızı ancak faiz artışı ile çözebilecek noktayı çoktan geçmiş durumdayız. Neden derseniz, ciddi bir güven erozyonu ile karşı karşıyayız. Not indirimlerinden sonra yurt dışı bankaların Türk bankalarının akreditif taleplerini kabul etmedikleri bir ortamda ithalat konusunda yeni sorunlarla karşı karşıya kalabileceğiz. Bunun önümüzdeki aylardaki sendikasyon kredilerinin yenilenmesinde ne gibi sorunlar doğurabileceğini düşünebiliyor musunuz? Diğer yandan bizim taleplerimizin kabul görmediği “Tahran Zirvesi’nden” sonra İdlib’deki çatışmaların artması ihtimali yüksek. Türkiye olarak orada sıcak çatışmaya girmemiz veya bir saldırıya maruz kalmamız durumunda gelişmelerin bölgeye yayılmış bir çatışma ortamına dönüşmesi ihtimali de artmış durumda. İdlib piyasaların çok da fiyatlara dahil etmediği bir faktör. PPK’dan faiz artışı gelsin, kısa vadede bir rahatlayalım, İdlib’e daha sonra bakarız havasındalar. Ancak durum sadece piyasacı gözlüğü ile bakılacak aşamanın ötesinde diye düşünüyorum. Diğer yandan faiz artışı, iç piyasada ve yabancıların Türkiye’ye bakışındaki güven unsurunu artırabilecek mi? Korkarım bu sorunun cevabı ‘Yetmez ama evet’ olsa gerek. Olası bir faiz artışı bize zaman kazandıracaktır. Kazanılan zamanda yapısal önlemlere yönelen politikalar için adım atabilir ve uzun süreli bir güven inşa çalışması yapabilirsek ne âlâ...

Yazının devamı...

Piyasalar nasıl nefes alacak?

Uzun bayram tatilinden sonra piyasalar yeniden hareketleniyor. Bugün açıklanacak Ağustos enflasyon verisi kritik. Yıllık TÜFE, TCMB’nin politika faizini geçebilir. Gözler bu durumda Eylül ayı ortasındaki PPK toplantısına çevrilecek. OVP, yeni yol haritası için önemli olacak

Bankalar hem kredi vermekte hem de vadeli kur işlemleri yapmakta zorlanmaya başladılar. Neden mi? Biraz uzun bir yoldan açıklamaya çalışayım. Uzun bir bayram tatili sonrasındaki hafta boyunca hem kurlar arttı hem de kur cephesindeki oynaklık artarak devam etti. Kurlardaki oynaklık bir yana faiz cephesindeki “belirsizlik” de arttı. BDDK’nın swap işlemleri konusunda Türk bankalarına sermayelerinin önce yüzde 50’sine, daha sonra yüzde 25’ine sınırlama getirmesi sonrasında piyasalar biraz karıştı. Yurt dışındaki bankaların TL’ye erişimini kısıtlamaya yönelik bu önlem bir tarafı çözerken, diğer tarafı bozdu.

Merkez Bankası’nın (TCMB) swap işlemlerine taraf olacağı bir piyasayı devreye alacağı, Borsa İstanbul’da da benzer bir piyasanın devreye gireceği, ha keza TCMB’nin dolar vadeli kontratlarında da işlem yapacağına dair açıklamalar geldi. Son olarak TL’ye olan ilgiyi teşvik etmek için; TL mevduatlarındaki stopaj vergi oranları düşürülürken, dövizden kazanılanda stopaj oranı yükseltildi.

OVP bekleniyor

Tüm bunlar aslında geçici, palyatif önlemler. Kısa süreli çözümlerin derdimizi çözeceği zamanları çoktan geçtik. Kurban Bayramı tatilinde “Rahip Brunson krizi” konusunda bazı adımlar atılacağı beklentisi güçlüydü. O nedenle dolar/TL kuru 5.95-6.10 bandında seyrediyordu. Bu konuda bir adım atılmadığı görülünce bayram sonrasındaki hafta içinde dolar/TL kurunda (30 Ağustos tatilindeki 6.8438’i saymasak bile) geçtiğimiz Cuma günü 6.7881’e kadar bir yükseliş yaşandı.

Orta Vadeli Program (OVP) piyasaların merakla beklediği bir konu. Bundan sonraki dönemde nasıl bir yol haritasının izleneceğinin anlaşılması açısından önem taşıyor. Ancak OVP’nin açıklanmasının bir kez daha ertelenmesi piyasalardaki gerginliği artırıyor.

Bono piyasalarındaki “likidite kuruluğu” had safhaya ulaştı. Gösterge 2 yıllık tahvilde geçtiğimiz hafta boyunca neredeyse hiç işlem geçmedi. Bu çok ama çok önemli bir noktadır. Zira her zaman söylediğim gibi finansal piyasalarda “asıl olan faizdir” ve faizin nerede olduğu ya merkez bankalarının politika faizlerine ya da ilgili piyasadaki kamu kağıtlarının getirilerine bakılır. Bizde TCMB’nin piyasaların neredeyse 1.000 baz puan gerisinde kaldığı, tahvil piyasalarında işlem gerçekleşmediği bir ortamda TL’nin, kısa ve uzun vadeli faizlerinin ne olduğunu bilmek neredeyse imkansız hale geldi. Faizlerin nerede olduğunu anlamak için Londra swap piyasasına bakacağım deseniz, BDDK’nın getirmiş olduğu kısa vadeli çözüm nedeniyle orada da sağlıklı bir fiyat ne yazık ki oluşamıyor. Bir de işin içine bankaların pozisyonlarındaki farklılaşma nedeniyle birbirleriyle işlem yapma konusunda birkaç kez düşünmelerini eklersek neden kredi verme ve vadeli kur işlemleri yapmakta zorlandıklarını anlayabiliriz.

50 MİLYAR $’A RAĞMEN DİKİŞ TUTMUYOR

20 Haziran’da IMF ile 50 milyar dolarlık anlaşmaya imza atan Arjantin, bu anlaşmaya rağmen dikiş tutmuyor. Bir yandan verilerine olan güvensizlik diğer yandan soya fasulyesi ve mısır hasatının beklentilerin altında kalmasının Başkan Macri’nin çıkışları ile bir araya gelince Arjantin’deki çözüm gittikçe zorlaşıyor. Bir yandan biz, diğer yandan Arjantin gelişen ülke piyasalarındaki sıkıntıyı artırırken, kendi kendini besleyen bir sürece doğru da gidiliyor.

GÖZLER 13 EYLÜL’DEKİ PPK’YA ÇEVRİLECEK

13 Eylül’de Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var. Bu toplantıya kadar faiz artırmama adına palyatif adımların gelmeye devam etmesi olasılığı yüksek. Ancak bunların da geçtiğimiz hafta(lar)da alınan önlemler gibi kızgın saca düşen bir damla su misali buhar olup gitme ihtimalleri yüksek. Bundan sonra yapılması gereken; piyasaları ikna edecek daha Ortodoks bir yol haritası ile orta uzun vadeli bir programın ortaya konması ve bu programın sonuç vermesine yetecek bir süre için TL’yi cazip hale getirecek bir para ve maliye politikasının ortaya konmasıdır. Aksi takdirde IMF ile yola devam ederken geçtiğimiz hafta zorunlu karşılıklarını artırırken, politika faizlerini yüzde 45’den 60’a yükselten Arjantin’i yakından izlemek zorunda kalacağız.

ENFLASYON POLİTİKA FAİZİNE YETİŞİYOR

Bu haftanın bizim açımızdan en önemli göstergesi Ağustos ayı enflasyon rakamları olacak. 15 ekonomistin beklenti ortalaması yüzde 2.15’lik bir artış. Buna göre Ağustos 2018 TÜFE rakamı yüzde 17.7 seviyelerine yaklaşıyor. Bu rakam neredeyse TCMB’nin politika faizi seviyesi. Beklentim yüzde 2.5 ve üzerinde bir aylık artış olması... Bu durumda yıllık TÜFE yüzde 18.1 ve üzerine çıkıyor ki, TCMB’nin cari politika faizi ile ancak başabaş geliyor. Bu da enflasyon ile mücadelede anlamlı bir pozitif bir reel faiz olmadığı seviyelerdeyiz demektir. Cari seviyelerde Merkez’in politika ve fonlama faizleri gerçek hayatın çok ama çok gerisinde kalmış durumda. Acil bir “yeniden dengelenmeye” ihtiyaç var. Bugün açıklanacak verinin “sağlıklı olması” konusunda bir endişe oluşmadığı durumda, Eylül ayı verisini şimdiden merak eder durumdayım.

FAİZ DENGELENMELİ, KUR DA...

Finansal piyasalarda artık tek bir “referans faizden” söz etmek mümkün değil. Merkez Bankası’nın mevduatın, swap’ın, kredinin, tahvilin faizleri çok ama çok farklı seviyelerde. Faiz dengelenmeden de kurun dengelenmesini beklemek abesle iştigaldir. Finansal piyasaların asli parametresi olan faiz dengelenecek ki, kur da dengelensin. Bu dengelenme olmadan ne kur, ne borsa tahmini yapmak ne yazık ki mümkün ol(a)mu(ı)yor. Bu dengelenme olmadığı durumda hem kur hem de faiz tarafında yeni yükseklerin görülmesi sürpriz olmayacaktır.

Yazının devamı...

Doların ateşi sönecek mi?

Piyasalar Merkez Bankası başta olmak üzere politika yapıcılardan bazı adımlar görmek istiyor. Bunlar gelirse kurlarda yeni zirveler yaşanmaz. Kurban Bayramı tatili planlamalar ve gerekli adımlar için önemli fırsat

Öyle bir haftayı geride bıraktık ki; 2001 krizinden bu yana kurlarda, tek günde yaşanan en yüksek oynaklığı yaşadık. “Rahip Brunson krizi” devam ederken Cuma günü dolar/TL kuru 6.8000 seviyesine kadar yükseldi. Bu yükseliş; Bakan Berat Albayrak’ın yeni döneme dair ekonomi yönetiminin nasıl olacağına dair sunumunu yaptığı sırada yaşandı. Sunumun başladığı sıralarda Trump’ın attığı Türkiye’ye yönelik demir çelik ve alüminyum vergilerini iki katına çıkardığına dair tweet’i de bunda etkili oldu. Her ne kadar Trump’ın bu kararının uygulanabilirliği sorgulansa da nihayetinde “Rahip Brunson krizi” üzerinde taraflar birbirlerine karşı sert sözler sarf etmekten geri durmuyorlar.

Eski (güzel) günlerde bu ve benzeri atışmalar sosyal medya veya geleneksel medya üzerinden yapılmaz, kapalı kapılar ardında yürütülürdü. Artık her şey gözler önünde ve tüm “şiddeti” ile sürüyor. Umarız bayram öncesinde bu konuda karşılıklı mutabakata varılmış adımlar atılır.

Anlamlı adımlar lazım

Geçtiğimiz hafta başındaki yazımda “Bu yıl içinde 5.25-5.2750 seviyelerinin görülmesi ihtimali artmış durumda. Bu seviye; teknik analizde bir çok indikatörün bir araya geldiği seviyeler. Aşılmasını beklemiyorum. Bu seviyelerin görülme hızı önemli olacak. Teknik analizler (ya da benim sihirli kürem) önümüzdeki 3 ay içinde bu seviyelerin test edilmesinin mümkün olduğunu söylüyor” diye yazmıştım.

Devamında da “Eğer bu seviyeler görülür ve haftalık kapanışlar bazında geçilmezse yılın 4.6750-4.7850 bandında kapanabileceğini bekliyorum. Bu tahminin gerçekleşebilmesinin alt koşulu olarak, 2 yıllık gösterge tahvil getirilerinin yüzde 24.50-25.50, 10 yıllık tahvil getirilerinin de yüzde 21.00-21.50 seviyelerine doğru yükselmeden önce TCMB’nin yıl sonuna kadar en azından 150-200 baz puanlık bir faiz artışına gidebileceği varsayımı var. Eğer Merkez’den anlamlı politika hamleleri veya faiz artışları gelmezse 5.2750’lerin üzerindeki “haritası çizilmemiş alanlarda” piyasaları neyin beklediğini kestirmek hayli zor” diye devamını getirmiştim.

Benim dolar/TL’de 3 aya kadar görülür dediğim seviyeler; değil 3 hafta, değil 3 gün, neredeyse 3 saat içinde görüldü. 2 yıllık tahvil getirileri yüzde 24.85’e, 10 yıllık tahvil getirileri 22.11’e yükseldi ve haftalık kapanışlar bu seviyelerden veya oldukça yakınından gerçekleşti. Gelinen noktada “haritası çizilmemiş alanlara” girildi. Bundan sonrasının nasıl şekilleneceğine dair “politika yapıcıların” kararlı ve “anlamlı” adımlar atması gereken zamanlardayız.

Bakan Albayrak’ın Cuma günkü sunumu anlaşıldığı kadarıyla piyasalara yeterince ikna edebilmiş değil. Hele ki “yapısal reformlar” konusundaki söylemleri, piyasaların çok da duymak istediği yaklaşım olarak değerlendirilmemiş görünüyor. Genel kabul gören desteğin en kısa zamanda geri kazanılması için bazı acil önlemlerin alınmasında fayda var.

Gaz yerine fren olsaydı

Piyasaların temelde duymak istediği; gaz yerine frenin tercih edildiği, raydan çıkmak üzere olan trenin yeniden raya girebilmesi için frenin de kullanılması gerektiğini kabul edecek bir ekonomik program. Bunun tersine, fren yerine gaza basmaya devam eden, treni raydan çıkaracak bir ekonomik program piyasaların temel tercihi değil. Bir de bunu “rahip Brunson krizi” ile tırmanan bir yapıya doğru gidilecek olursa sorunların çözülmesinin hem zor hem de maliyetli olacağı endişeleri piyasalardaki oynaklıkları artırıyor.

Yazının devamı...

Karşılıklı yaptırımlar piyasayı nasıl etkiler?

Piyasalar, Türkiye ile ABD arasındaki krize odaklandı. Karşılıklı yaptırımlar gerilime neden olabilir. Sorunun çözüleceği varsayımıyla doların ateşi düşecektir. Merkez Bankası hızlı önlemler alırsa kur yıl sonunu 5 liranın altında kapatabilir

Geçtiğimiz haftanın bizim açımızdan en önemli olayını sorsanız; İçişleri ve Adalet Bakanlarımıza ABD tarafından uygulanmaya başlanan yaptırımlardı derim. Rahip Brunson’un tutukluluk halinin “ev hapsine” çevrilmesi dahi bu yaptırımların gelmesini engelleyemedi. Korkarım mesele artık sadece “rahip meselesi” değil. Rahip Brunson’a karşılık Hakan Atilla ve Halk Bankası’na yönelik iki yeni soruşturma, uygulanması muhtemel ceza ve bunun miktarına dair “pazarlıklar” da ‘rahip meselesine’ dahil oldu. Medyada yer alan; bir yandan OFAC (ABD’nin yaptırımları koyan ve denetleyen Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi) bir yandan da New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nın soruşturma başlattığı iddialara önemliydi.

İlişkiler zarar görür mü?

Adeta ‘Soğuk Savaş’ dönemlerindeki casus takaslarına benzer bir durum yaşanıyor. İsrail’de Ebru Özkan’ın salıverilmesi için devreye giren Trump’ın Brunson’ın salıverilmesini beklediği anda gelen ‘ev hapsi’ olayın “sertleşmesine” ve yaptırımların devreye girmesine neden olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hafta sonu yaptığı açıklamalardan karşılıklılık ilkesi gereği, ABD İçişleri ve Adalet Bakanları için yaptırımların devreye alınmasının araştırıldığı anlaşılıyor. Böylesi karşılıklı yaptırımların devam etmesi durumunda hem karşılıklı ilişkiler hem de piyasalar daha da gerilecektir.

Pazarlıkların içinde Hakan Atilla’nın olması anlaşılabilir. Ancak Halk Bankası’nın da pazarlık konusu olması, sürecin çok da çabuk bitmeye(bile)ceği izlenimi uyandırıyor. Bu konu sadece önümüzdeki haftanın değil; sonrasındaki haftaların hatta ayların konusu olmaya devam edecek. Zira yukarıda da dediğim gibi mesele sadece “rahip meselesi” değil, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceğinin de tartışıldığı bir mesele. Hatta Türkiye’nin Batı Bloğuna dahil olmaya devam edip etmeyeceğine kadar da varabilecek bir mesele... Hele ki her iki ülkede de popülist liderler iş başındayken...

Fren yerine gaz

Yazının devamı...

İş Merkez’den çıktı

Merkez Bankası son PPK kararıyla ‘Ben para politikası olarak üzerime düşeni yaptım şimdi sırada maliye politikası var’ mesajı verdi. Piyasada gözler kritik Temmuz enflasyonuna çevrildi. TCMB’nin haklı olup olmayacağı Cuma günü ortaya çıkacak

Geçtiğimiz hafta Para Politikası Kurulu (PPK); piyasa katılımcılarının 100-125 baz puanlık faiz artışı beklentisine karşın para politikası faizlerini sabit tuttu. Haftalık repo faizi olan yüzde 17.75’i sabit tutan TCMB, “işgören faiz” dediğim piyasa faizlerinin yine gerisinde kaldı. Yüzde 21-22’lerdeki TL swap faizleri (karşılığında dolar verildiğinden dolayı dolar fonlama maliyetini de buna eklemek gerek) yüzde 24-25’lere yükselmiş olan TL kredi faizlerinin hayli gerisinde kalmayı başardı.

Toplantıdan sonra yapılan açıklamada, “Enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar para politikasındaki sıkı duruş kararlılıkla sürdürülecektir. İhtiyaç duyulması halinde ilave parasal sıkılaştırma yapılabilecektir” denmiş. Sıkı duruş nerede? Merkez Bankası daha ne kadar piyasanın gerisinde kalacak? Ya da bu kadar beklenti oluş(turul)muşken sıkılaştırılmayan para politikasında, ilave sıkılaştırılmaya başka ne zaman ihtiyaç duyulacak?

Açıklamada yeni olan önemli bir nokta var. Buna geçmeden önce... Bu toplantı diğerleri ile aynı “sıklette” bir toplantı değildi. Bu toplantı yeni “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” ilk PPK toplantısı idi. Bu toplantıdan çıkacak karar; Merkez Bankası bağımsız mı olacak, yoksa seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi Merkez Bankası siyasi otoriteyle “uyumlu” hareket edecekti, bunun anlaşılacağı bir toplantı olacaktı.

Ne demek istedi?

Piyasalar; faizlerin sabit tutulma kararını, bir anlamda Merkez Bankası’nın bağımsızlığına veda olarak algıladı. Diğer yandan; PPK toplantısının hemen öncesinde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yapmış olduğu toplantıların, halkla ilişkiler çabalarının da bir anlamı olmadığını düşünmeye başladı. Dolar/TL kurundaki ve özellikle 10 yıllık tahvil getirilerindeki yükseliş, borsadaki düşüş piyasaların karar tepkisiydi, sert oldu.

Toplantı sonrasındaki açıklamada yer alan ‘...maliye politikasının dengelenme sürecine vereceği katkı’ yeni olandı. Sadece bu yeni “ekten” yola çıkarsak; Merkez Bankası bir anlamda enflasyonla mücadelede faiz artışı ile yapılacak katkının maliye politikaları ile desteklenmesi gerektiğini hatırlatmış diye düşünebiliriz. İyimser bir gözle bakıldığında TCMB’nin ‘Ben para politikası olarak üzerime düşeni yaptım, şimdi sırada maliye politikası var’ dedi diye düşünülebilir.

İletişim eksikliği var

Ancak ne toplantı öncesindeki faiz artacak beklentilerinin yönetilmesinde ne de toplantı sonrasındaki iletişimde bu anlama gelebilecek bir iletişim stratejisi izlenmedi. Merkez Bankası eğer gerçekten böyle düşünüyor idiyse bunu çok daha önceden seslendirmeye, kamuoyu ile paylaşmaya başlamalıydı.

Eğer bu söylem; bürokrasi içinde paylaşılmışsa bile, neden faiz artış beklentilerini önleyici bir iletişim stratejisi izlenmedi? Gerek tek başına karar, gerekse de bu zorlayıcı yorumlar; Merkez’in ya etkisinin azaldığı ya da iletişim stratejisinin bir an evvel gözden geçirilmesi gerektiği izlenimini yarattı. Acil bir “yol planı” yapılmalı ve piyasalar ile daha net, sürprizleri az bir para ve maliye politikası iletişin stratejisi oluşturulmalı.

Yazının devamı...

Faiz kararı çok şey söyleyecek

Piyasalar Merkez Bankası’nın yarınki PPK toplantısına kilitlendi. Faizi 100-150 baz puan artırırsa kurda 4.67-4.63 bandı görülebilir

Daha önceden de birçok kritik Para Politikası Kurulu (PPK) kararlarına şahit olduk. Zira ülkedeki ekonomi politikaların, enflasyondaki gelişmelerin ve hatta büyümenin ne yöne doğru gideceği konusunda PPK’nın para politikası önemli rol oynuyor.

Toplamda 500 baz puanlık bir artış ile yüzde 17.75’e kadar yükseltilen ve yeniden politika oranı haline gelen; Haftalık Repo Oran’ının artırılıp, artırılmayacağı bu haftanın bizim piyasalarımız açısından önem taşıyan en önemli karar olacak. Yurt dışının; özellikle de Kuzey yarı kürenin tatil mevsimine girdiği, Trump dışında haberlerin yavaşladığı bir dönemde; sadece önümüzdeki bir kaç ayı değil, belki de önümüzdeki bir kaç yılı yakından ilgilendirecek.

Neden bu kadar önemli derseniz, yarın yapılacak toplantı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin” başladığı yeni dönemin ilk toplantısı. Daha önemlisi tüm ekonomik birimlerin (TCMB’nin de) yeni ihdas edilen Maliye ve Hazine Bakanlığı’na atanan Bakan Berat Albayrak’a bağlandığı bir dönemin ilk toplantısı olması açısından da önemli.

PPK toplantısından 100-125 baz puanlık bir faiz artışı beklentisi var. Peki bu faiz artış beklentisi fiyatlara yansımış, yani piyasa katılımcıları bu artışı “satın almış” durumda mı?

Piyasa fiyatladı mı?

Kur tarafındaki yatay seyir, böyle bir beklentiyi biraz yansıtıyor ancak çok da emin değil gibi davranıyor. Sanki 50-75 baz puanlık kısmı fiyatlanmış, ancak ya fazlasından ya da hiç artış yapılmayabileceğinden dolayı önce PPK kararını görmek ister bir havada. Borsa deseniz, artan faiz oranlarından çok da mutlu olmayacak bir alan. Zira artan faizler bankaların; daha önceden verdikleri uzun vadeli sabit faizli kredilerinden dolayı; kârlarını olumsuz etkilerken, şirketlerin de büyüme ve kârlılıklarını olumsuz etkileyeceğinden normalde borsa tarafı zarar görecek. Ancak borsa, yatay giden ve düşme “hevesinde” olan kur nedeniyle geçtiğimiz haftayı yükselerek kapattı.

Merkez Bankası’nın kendi kredibilitesini artırabilmek; yükselmeye devam eden ve en erken 2019 yılı ilk çeyreğinde gerilemeye başlaması beklenen enflasyon ile mücadele adına faiz artışı anlamlı bir adım olacaktır. Ancak burada bir sorun var. Zira ülke ekonomisindeki var olan problemlerin, faiz artışı ile çözülebileceği noktayı çoktan geçmiş durumdayız. Ne kadar faiz artırsak da; yurt dışında doğrudan sermaye yatırımı çekebilmemiz, var olan dış ticaret kredi imkanlarının, akreditiflerin miktar ve vadelerini artırmamız/uzatmamız kısa vadede kolay görünmüyor.

Faiz artışı bir tür “müdahaledir”. Bu müdahale ile kazanılacak zamanda ev ödevlerimizi iyi yapar, borç vermeye hevesli olanların sayısını artırabilirsek ne alâ... Bunu yap(a)mazsak elde yine yüksek faizler kalacak.

İşin en kötü yanı da ne biliyor musunuz? Gelinen noktada; PPK 100 baz puan artırsa, ‘Neden 125 ya da 150 artırmadı’ denecek. 200 baz puan bile artırsa, ‘Neden 250 baz puan artırmadı’ denecek. Tüm bu nedenlerle yarınki toplantı gelecek döneme ışık tutacağından dönemli hayli önemli olacak.

4 senaryo

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.