Piyasalar, Türkiye ile ABD arasındaki krize odaklandı. Karşılıklı yaptırımlar gerilime neden olabilir. Sorunun çözüleceği varsayımıyla doların ateşi düşecektir. Merkez Bankası hızlı önlemler alırsa kur yıl sonunu 5 liranın altında kapatabilir
Geçtiğimiz haftanın bizim açımızdan en önemli olayını sorsanız; İçişleri ve Adalet Bakanlarımıza ABD tarafından uygulanmaya başlanan yaptırımlardı derim. Rahip Brunson’un tutukluluk halinin “ev hapsine” çevrilmesi dahi bu yaptırımların gelmesini engelleyemedi. Korkarım mesele artık sadece “rahip meselesi” değil. Rahip Brunson’a karşılık Hakan Atilla ve Halk Bankası’na yönelik iki yeni soruşturma, uygulanması muhtemel ceza ve bunun miktarına dair “pazarlıklar” da ‘rahip meselesine’ dahil oldu. Medyada yer alan; bir yandan OFAC (ABD’nin yaptırımları koyan ve denetleyen Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi) bir yandan da New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nın soruşturma başlattığı iddialara önemliydi.
İlişkiler zarar görür mü?
Adeta ‘Soğuk Savaş’ dönemlerindeki casus takaslarına benzer bir durum yaşanıyor. İsrail’de Ebru Özkan’ın salıverilmesi için devreye giren Trump’ın Brunson’ın salıverilmesini beklediği anda gelen ‘ev hapsi’ olayın “sertleşmesine” ve yaptırımların devreye girmesine neden olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hafta sonu yaptığı açıklamalardan karşılıklılık ilkesi gereği, ABD İçişleri ve Adalet Bakanları için yaptırımların devreye alınmasının araştırıldığı anlaşılıyor. Böylesi karşılıklı yaptırımların devam etmesi durumunda hem karşılıklı ilişkiler hem de piyasalar daha da gerilecektir.
Pazarlıkların içinde Hakan Atilla’nın olması anlaşılabilir. Ancak Halk Bankası’nın da pazarlık konusu olması, sürecin çok da çabuk bitmeye(bile)ceği izlenimi uyandırıyor. Bu konu sadece önümüzdeki haftanın değil; sonrasındaki haftaların hatta ayların konusu olmaya devam edecek. Zira yukarıda da dediğim gibi mesele sadece “rahip meselesi” değil, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceğinin de tartışıldığı bir mesele. Hatta Türkiye’nin Batı Bloğuna dahil olmaya devam edip etmeyeceğine kadar da varabilecek bir mesele... Hele ki her iki ülkede de popülist liderler iş başındayken...
Fren yerine gaz
Geçtiğimiz haftanın önemli konularından birisi de Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin göreve geldikten sonraki ilk 100 günlük eylem planının açıklanması oldu. Açıklanan planda yine inşaat ve milli savunma projeleri ve buna bağlı olarak büyüme teması öndeydi. “Ölü devasa projelerden biri” olmaya aday gördüğüm Kanal İstanbul’da ısrarın sürmesi, inşaat bazlı büyüme hedefinin devam ettiğinin en önemli göstergesi. Halbuki daha derli toplu, kaynak-hedef dengesinin daha iyi ortaya konduğu, gaz yerine frenin öncelikli olduğu ve büyümeden çok “kalkınmayı” öne çıkaran bir programın ortaya konmuş olmasını beklerdim. 100 günlük icraat programı çerçevesinde yapılacak birçok iş/proje var. Sanırım aralarından aklımda kalan en radikal değişim önerisi; Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarında yer alan “...yargıda hedef süre uygulamasına geçiyoruz. Böylece soruşturma ve yargılamaların önceden ilan edilecek sürelerde tamamlanmasını amaçlıyoruz” olanıydı. Hukukun hızlı ve adil çalışmasına ihtiyaç var. Uzlaşma uygulamaları etkinleştirilerek mahkemelerin iş yükünün azaltılması hedefleniyor şeklinde açıklandı.
Artçılar baskı yaratır mı?
hafta içinde TCMB açıkladığı yılın 3. Enflasyon Raporu’nda; 2018 yılı enfla syon beklentisini yüzde 8.4’ten yüzde 13.4’e, 2019 yılı beklentisini de yüzde 6.5’ten yüzde 9.3’e yükseltti. Bu açıklamanın hemen ardından Botaş’ın 44 aydan sonra ilk kez doğal gaz fiyatlarını artırdığı haberi geldi. TCMB’nin enflasyon raporu sonrasında gelen bu zamlar, tahminlerin bir kez daha gözden geçirilmesine neden olacak gibi... Bu artıştan sonra açıklanan Temmuz ayı enflasyon rakamları beklentilerin altında kaldı. Yıllık TÜFE yüzde 15.85 oldu. Üretici fiyatlarında artış yavaşlayarak da olsa devam etti. 1 yıllık artış oranı yüzde 25’e ulaştı. Aradaki 10 puanlık farkın ne şekilde kapanacağı, üreticilerin bu maliyet farkını tüketicilere yansıtıp, yansıtamayacaklarını ileride göreceğiz. Enflasyonun beklentilerin altında kalması TCMB üzerindeki baskıyı sınırladı. Ancak bunun kısa süreli olacağını, zamlardan sonra bunların yaratacağı “artçılar” nedeniyle TCMB’nin yeniden baskı altında kalacağını düşünüyorum.
Yıl sonunda dolar ne olur?
Uzun bir süredir yıl sonuna dair tahmin yapmakta zorlandım, biraz da kaçındım. Geçtiğimiz yıl Mart ayında 2017 sonunun 3.80 olacağına dair tahminimi, tüm yıl boyunca (3.40’ın altına düşülmesine rağmen) korumuştum ve yıl sonu 3.7787’den kapanmıştı. Bu yılın oynak geçeceğini yılın başında yazmıştım. Yılın ilk yarısında 4.20, iyi yönetilmezse 4.55’lerin görüleceğini tahmin edip, Vatan’daki yazımda paylaşmıştım. Bu denli kötü yönetileceğini de beklemiyordum. Geçtiğimiz hafta ‘yaptırımlar’ sonrasında 5.1152 seviyesi görüldü. Bu yıl içinde 5.25-5.2750 seviyelerinin görülmesi ihtimali artmış durumda. Bu seviye; teknik analizde birçok indikatörün bir araya geldiği seviyeler. Aşılmasını beklemiyorum. Bu seviyelerin görülme hızı önemli olacak. Teknik analizler (ya da benim sihirli kürem) önümüzdeki 3 ay içinde bu seviyelerin test edilmesinin mümkün olduğunu söylüyor. Bu seviyeler kritik. Eğer yukarı yönlü sert geçilecek olursa 5’li rakamlar bile hızla geride kalabilir. Dediğim gibi bunu beklemiyorum. Gerek “rahip meselesinin” yolda çözülebileceği, gerekse de TCMB’nin bazı önlemler alma konusunda hızlı davranacağı varsayımı ile bu seviyelerin zirve ya da zirveye yakın düzeyler olacağını tahmin ediyorum. Eğer bu seviyeler görülür ve haftalık kapanışlar bazında geçilmezse yılın 4.6750-4.7850 bandında kapanabileceğini bekliyorum. Bu tahminin gerçekleşebilmesinin alt koşulu olarak, 2 yıllık gösterge tahvil getirilerinin yüzde 24.50-25.50, 10 yıllık tahvil getirilerinin de yüzde 21.00-21.50 seviyelerine doğru yükselmeden önce TCMB’nin yıl sonuna kadar en azından 150-200 baz puanlık bir faiz artışına gidebileceği varsayımı var. Eğer Merkez’den anlamlı politika hamleleri veya faiz artışları gelmezse 5.2750’lerin üzerindeki “haritası çizilmemiş alanlarda” piyasaları neyin beklediğini kestirmek zor.