Şampiy10
Magazin
Gündem

Türkiye notunu nasıl yükseltir?

Türkiye’nin yeniden ‘yatırım yapılabilir’ notuna kavuşması için yapması gereken birçok ev ödevi var. Bunun için hızlı çalışma yapılması şart. Piyasalar yeni sisteme alışmaya çalışırken, yabancıların gözü bizde olacak

Fitch Cuma günü; piyasalar kapandıktan sonra; Türkiye’nin notunu BB+’dan BB’ye, görünümünü de ‘durağan’dan, ‘negatif’e düşürdü. Önümüzdeki 18 ay boyunca ev ödevimizi iyi yapmazsak, notumuzun ‘Çöp’ seviyesine inme ihtimali artmış durumda. Geçtiğimiz hafta içinde özellikle borsada yapılan satışlar, böylesi bir not indirimi ihtimalinin önceden ‘fiyatlanmaya’ başladığını düşündürüyor.

Borsadaki satışların sebeplerinden birisi Fitch olsa da, asıl sebebin temel ekonomik yapımız olduğunu göz ardı etmemekte fayda var. Satışların özellikle bankacılıkta olduğunu; bu sektörün ekonominin temel aktörleri ile iç içe olduğunu düşünürseniz; yaşanan satışların sadece bankacılık ile değil ekonominin bütününe dair ipuçları içerdiğini görebilirsiniz.

Fitch; yaptığı açıklamada buna da değinmiş ve yüzde 3 seviyesinde olan tahsili gecikmiş alacak rakamının büyüyebileceği; yüzde 127’deki kredi/mevduat rasyosunun (TL kredilerde yüzde 152 olduğunu ifade ediyor) yeni kredi verilmesi konusunda bankacılık sektörünü zorlayacağını, bunun da kredi büyümesini kısıtlayacağını söylüyor. Finansman koşullarındaki sıkılaşmanın, bankacılık sektörünün; her ne kadar önümüzdeki bir yıldaki taahhütlerini karşılayacak likiditesi olsa da; varlık kalitesinde baskı yaratacağını söylüyor. Fitch enflasyon konusundaki katılığın yanı sıra seçimler sonrasında yeni sistemin başta Merkez Bankası ve ekonomik politikalar konusunda yaratabileceği sorunlara da değinmiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faizler konusundaki görüşleri ve Merkez Bankası’nın başkan yardımcılarının atanması konusundaki yönetmelik değişikliklerinin bağımsız TCMB algısına yönelik yaratabileceği endişelerin de görünüm indirimleri konusundaki ‘nedenler’ olarak paylaşılmış.

Yabancıların gözü bizde

Bu son not indirimi ile Fitch ve Moody’s ‘yatırım yapılabilir’ seviyenin iki, S&P’ye göre de üç kademe altında notlanıyoruz. Kasım 2012’de Fitch, Mayıs 2013’te de Moody’s ‘yatırım yapılabilir (Investing Grade)’ notunu vermişlerdi. Mayıs 2013’ten bu yana dikiş tutmadık. Neredeyse o günden bu yana yokuş aşağı gidiyoruz.

Yatırım yapılabilir notumuzu uzun yıllardan sonra elde etmiş ancak çok da uzun süre koruyamamıştık. Yeniden bu seviyeye gelmemiz korkarım uzun yıllar alacak. Eğer, ev ödevimizi iyi yaparsak. Ancak Fitch’in de belirttiği gibi yeni Başkanlık döneminde bunu ne kadar hızlı yapabileceğiz, bunu önümüzdeki günler gösterecek.

Yeniden ‘yatırım yapılabilir’ notuna ulaşmak için yapmamız gereken çok ama çok şey var. Öncelikle hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, özel mülkiyetin korunması konusunda adımlar atılması gerekirken, biz “Malvarlığını Dondurma Komisyonu” kuruyoruz. ‘Ekonomik Olağanüstü Hal’ diye yeni bir kavram ile uğraşıyoruz. SPK; 31 Ağustos’a kadar bilanço verilerinin resmi açıklamasından önce “içeriden öğrenenlerin alım yapmasını” suç olmaktan çıkarıyor.

Bunların; yerli değilse de çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğumuz yabancı yatırımcılar için çok da umut vaat eden düzenlemeler olduğunu söylemek hayli zor. Kısa vadeli çözümler için uzun vadeli çıkarlarımızı feda etmemiz; notumuzun yükselmesine katkı sağlamayacak. Yeni ekonomi yönetiminin; gerekirse iyi bir danışman kadrosuyla; notumuzun nasıl yeniden yatırım yapılabilir seviyeye yükseltilebileceğine dair detaylı ve hızlı bir çalışma yapmasında büyük fayda var. Aksi takdirde; ne Türkiye’ye ihtiyaç duyduğumuz kalıcı doğrudan yatırımlar gelecek, ne de cari açık finansmanı konusunda ucuz ve uzun vadeli kaynak gelecek. Asıl ihtiyacımız olanlar da bunlar değil mi?

Borsada dip neresi?

Geçtiğimiz haftanın en fazla hasar göreni, bir anlamda da ‘kaybedeni’ BIST 100 endeksi oldu. Geçtiğimiz hafta başında 100.807 seviyesini gören BIST 100 endeksi, Perşembe günü 88.168 seviyesine kadar geriledi.

Dolar bazında bakıldığında 2.1288 dolar bazında başladığı haftanın dördüncü gününde 1.8166 ile Nisan 2009’dan bu yana test edilmemiş olan seviyelere kadar bir geri çekilme yaşandı. Haftayı 1.8511 dolar seviyesinden kapatan BIST 100 için umutvar olmak; özellikle de Fitch’in kararından sonra zor görünüyor.

Teknik olarak 1.98 dolar seviyesinin aşağı kırılması ve haftalık kapanışların bu seviyenin altında kalması 1.45-1.55 dolar seviyelerinin görülme ihtimalinin artması anlamına geliyor. İllâ bu seviyelere gider miyiz? Anlamlı ve radikal önlemler alınmazsa, neden olmasın? Yok, derecelendirme kuruluşlarından ‘tüyo alır’ ve ‘ev ödevimizi’ yapar da suyun akışını tersine çevirirsek, en azından yeni düşükler görmekten kurtulabiliriz. Aksi takdirde bahsettiğim yeni düşüklerin görülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Piyasa indirimi fiyatladı mı?

FItch’ten not indirimi Cuma akşamı piyasalar kapandıktan sonra geldi. Ancak ekonominin ve bankacılık sektörünün içinde bulunduğu durumu gören ya da öngören piyasa katılımcıları, olası bir not indirimini duymuş olmasalar da tahmin ettiklerinden önceden aksiyon almayı tercih etmiş görünüyorlar. Borsadaki bankacılık hisselerindeki sert satışları bununla açıklamak hatalı olmaz. Satış yapanlar da haklı çıkmışa benziyorlar.

Döviz tarafından çok; hisse senedi ve eurobond tarafında daha sert yaşanan bu satışların, bu hafta başında da devam etme ihtimali var. Ancak hızlarının, geçtiğimiz haftaya göre yavaşlaması ihtimali de az değil.

Fitch kararı öncesinde Perşembe günü dolar/TL kurunda 4.9776 ile tarihi zirve görüldü. Türkiye piyasalarının kapalı olduğu saatlerde görülen bu seviye, Cuma günü 4.8190’lara kadar geri çekilerek, Çarşamba günü görülen seviyelere kadar geriledi.

Ancak... Perşembe günü görülen seviyeler grafiklere ve akıllara nakşedildi bir kere. Bu seviyelerin yeniden görülmesi an meselesi artık. Alınacak ekonomik tedbirler bu seviyelerin yeniden test edilmesi için yeterince hızlı olabilecek mi? Eğer yeterince hızlı ol(a)mayacaksa, bahsettiğim seviyelerin yeniden görülmesi artık yüksek bir olasılık.

Hatta teknik olarak 5.25 dolar/TL seviyesi bir süre önce resmin içine girdi, Perşembe günkü hareketten sonra bu olasılık daha da artmış görünüyor. 10 yıllık tahvil getirilerinde 18.85 seviyelerini görmüş olmamız da bu olasılığı artıran bir başka unsur. Her ne kadar 10 yıllık tahvil getirileri haftayı yüzde 18.14 bileşik getiri seviyesinden kapatmış olsa da cari seviyelerin yüksek olması, henüz daha risk algısının da yüksek olduğunu söylüyor.

Dolar/TL için geçtiğimiz hafta test edilen 4.97’li seviyeler ilk önemli direnç.

Bu seviyenin yukarı kırıldığı bir durumda, 5.25-5.2750 seviyeleri yeni ‘teknik’ hedef olacak.

Diğer yandan Fitch açıklaması sonrasında 4.88’li seviyelere fırlayan ancak sonrasında sakinleşen piyasada 4.83’lü seviyelere gerileyen dolar/TL kurlarının 4.78 ve hatta 4.68 seviyelerine kadar; teknik analiz gözüyle; gerilemesi ihtimali var. Ancak temel analiz henüz bunu tam olarak destekler nitelikte değil. Hele ki Fitch’in not indirim kararından sonra...

Yazının devamı...

Piyasa A Takımı’nı sevecek mi?

Piyasalarda gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün açıklayacağı yeni kabinede olacak. Ekonomi kurmayları merakla bekleniyor. Kabinede piyasa dostu isimler yer alırsa kısa süreli bir ralli yaşanabilir gibi görünüyor. Bu durumda da dolar/TL’de 4.50’nin altı resmin içine girebilir

Bu haftanın en önemli “göstergesi” bugün açıklanacak kabine olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ak Partili olmayan isimlerin de kabinede yer alacağını açıkladı. İş dünyasından bazı isimlerin ve bazı bürokratların yeni dönemde bakanlık görevlerini üstlenebileceği konuşuluyor.

İsimler belki bir anlamda önemli ancak piyasaların asıl bakacağı “ekonomi yönetiminin felsefesi” olacaktır. Yeni felsefe eskinin devamı; “Yani kaynağı nereden bulursak bulalım, yeter ki yüksek büyüme oranlarına ulaşalım” mı olacak? Yoksa, “Artık yapısal reformları yapmamız gerekiyor, bu reformlar yapılmadan uzun vadede sağlıklı büyümemiz mümkün olmayacak. Bu nedenle kısa vadede büyümeden fedakarlık edilse de uzun vadede bunun meyvelerini toplayacağız” felsefesi mi benimsenecek?

İlki, geçtiğimiz hafta “gaz mı-fren mi?” diye sorguladığım politika seçeneğinden “gaz” olanı, diğeri de sert olmasa da kontrollü bir fren politikası olacaktır. Kanal İstanbul’a dair haberler şimdilik ikinci politikanın rafta kalacağının ilk habercileri. Böylesi bir seçenek; korkarım daha yüksek faiz, daha yüksek enflasyon, daha yüksek kur ve daha yüksek kamu borçlanması ve cari/ticaret/kamu bütçe açığı anlamına gelecektir. Bu politikayı uygulamak için “vitrine” kim koyulursa koyulsun, fark etmeyecektir. Açıklanacak kabine ve Cumhurbaşkanı yardımcılıkları gerçekten yapısal reformlara yönelik olacaksa, kendilerine bir süre kredi tanınacaktır.

Ancak “vitrin düzenlemesi” şeklinde isimler bir araya getirilmişse; piyasalar kısa süre içinde kabineyi ve yeni yönetim biçimini “sağlamlık veya stres testine” tabii tutacaklardır. Bu testin ne zaman başlayacağı, ne kadar süreceği isimlere ve açıklanacak politikalara bağlı olacaktır.

Gaz mı fren mi?

Geçtiğimiz haftaki piyasa hareketlerine bakıldığında OHAL’in “vadesinde” kalkacağı fiyatların içine girmeye başladı. Diğer yandan seçim öncesi ve seçimin hemen sonrasında gerilen piyasalar; açıklanacak yeni kabine ile bir parça rahatlamak, bardağın dolu tarafına bakma gayreti içinde. Eğer kabinede ‘piyasa dostu’ diyebileceğimiz, daha doğrusu piyasanın dilini, politika diline tercüme edebilecek isimler yer alırsa piyasalar bunu kısa süreli bir ralli için kullanacaklar gibi görünüyor.

Bu durumda dolar/TL’de ilk aşamada 4.5250 ve ardından da 4.4675 resmin içine girecek. Eğer kendilerine kredi açılabilecek isimler kabinede yer almışsa bu seviyelerin altı test edilse de çok da fazla altına inilmesini beklemem. Bu seviyelerin altına inilmesinden çok, bunun uzunca bir süre korunması olasılığı daha yüksek.

Bunun tersi; pek tanınmayan ya da eskiden denemiş ancak başarılarından şüphe duyulan isimler kabinede yer alır ve bunlar da “gaz politikasının” temsilcileriyse bu durumda öncelikli tepki tahvil getirileri tarafında olacaktır. Yeni yükseklerin görülmesi kaçınılmazken, piyasalar bu faizlere rağmen dolar alıp-almama arasında bir karar verecektir. Yükselen veya uzunca bir süre için yüksek kalacağı anlaşılan faiz seviyeleri dolar alımını desteklemiyor olsa da kısa süreliğine de olsa 4.6700-4.7250’den birisi direnç vazifesi görür. Bu seviyelerde bir süre dinlendikten sonra karar verecektir. İlki değil, ancak ikincisinin hızlı aşıldığı durum ortaya çıkarsa 4.7780 resmin içine girecek. Yeni yükseklere gidiyor olsak da, yaz tatili dönemi şimdilik bunu erteleyecektir...

İlk yansıma faizde görülür

HER hafta gittiğim semt pazarındaki “ıspanak-ceviz endeksim” bana enflasyonun piyasanın beklentisinin üzerinde gelebileceğini söylüyordu.

Enflasyonun açıklandığı 3 Temmuz gününe 4.6170’lerden başlayan dolar/TL; gün içinde 4.6880’lere kadar yükselip, günü 4.6725’lerde kapatmıştı. 4 Temmuz’da 4.7230’a kadar yükselen kur, 6 Temmuz’u 4.5750’yle tamamladı. 4.5250 kritik olacak bu hafta için... Yüzde 15.39’a ulaşan yıllık TÜFE’ye karşın, Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 23.71’e yükseldi. Seçimlerden sonra yapılmaya başlanan ‘ertelenmiş kamu zamlarının’ önümüzdeki dönemde TÜFE ve ÜFE’ye etkilerini daha fazla hissetmeye başlayacağız. Haziran’daki TÜFE ve ÜFE arasındaki 8.32 puanlık farkın kapanması oldukça uzun zaman alacaktır. Bunu gören 2 yıllık gösterge tahvil faizlerinin yıllık getirisi yüzde 20.02’ye çıkarken haftayı 19.87 ile Kasım 2008’den sonraki en yüksek seviyesinden kapattı. Yeni kabinenin ifade edeceği ekonomik tercihlerin ilk yansımalarını tahvil faizlerinde göreceğiz. Eğer yeni rekorlar kırılmaya devam edilecek olursa; yukarıda da söylediğim gibi; anlayın ki piyasa yeni kabineyi çok da sevmemiştir ya da müstakbel yol haritası için mesajlar vermeye çabalıyordur demektir.

ABD-ÇİN KRİZİ DÜNYAYI NASIL ETKİLER?

Yaşananları henüz daha “mevzi çatışmalar” olarak adlandırabiliriz. Çin’in kontrollü yanıtlarını göz önüne aldığımızda henüz daha bir “savaştan” söz etmek için erken. Trump geçen hafta Çin’e karşı “fikri ve mülkiyet haklarına karşı” çıkardığı 50 milyar dolarlık gümrük vergisini devreye aldı. Buna karşı adımlar atabileceğini söyleyen Çin’e daha üst perdeye çıkarak; 200 milyar dolarlık yeni bir paket daha açabileceğini söyledi. Çin’e karşın tehdidin bini bir para...

ABD’nin küresel ticaret “sınırsızlığına” karşılık yükselttiği “duvarlar”, gün gelecek ABD’yi de vuracak. General Motors bu konudaki ilk ‘çıkışını’ yaptı ve ithalata getirilen vergilerin işgücü piyasasını olumsuz etkileyebileceğini (Yani işçi çıkarmak zorunda kalabileceklerini) söyledi. Trump’ı n daha önceki başkanların döneminde olduğu gibi AB veya NAFTA üyelerine (Kanada ve Meksika) yönelik demir-çelik sektöründe istisnalar tanımıyor olması işleri bir parça daha karıştırıyor. AB’den ithal edilen araçlara yüzde 20 vergi konulması durumunda, Avrupa’nın ABD’ye yaptığı ihracat da olumsuz etkilenecek.

Çin bu adımlara “kontrollü devalüasyon” ile yanıt vermeye çalışıyor. Ancak Çin Merkez Bankası, dolar/yuandaki devalüasyonun; gerek içerde gerekse de off-shore’da; uçup kaçmasını çok da istemiyor.

Bu nedenle kontrollü davranmaya devam ediyor. Yuanın değer kaybına izin veriyor ancak hızlı devalüasyon tarzı harekete izin vermeyeceğini geçen hareketleriyle anlattı. Çin cephesindeki kur hareketlerini yakından izlemekte büyük fayda var. Zira Çin’in “ticaret savaşlarına” karşın tetikleyeceği “devalüasyon savaşları” çok çabuk Uzakdoğu’yu kasıp kavurabilir.

Bu da ticaretin yanı sıra kur cephesinden de Türkiye’nin olumsuz etkilenmesi anlamına gelecektir.

Çözümlerin hayli zor olacağı, ithalat ağırlıklı ekonomilerin kısa vadede bundan fayda sağlayacağı, ancak orta uzun vadede kendi üretim altyapılarının tembellik ve atalet nedeniyle yıpranmasıyla daha fazla zarar görebileceği döneme giriliyor olabilir.

Yazının devamı...

Yeni politika fren mi gaz mı olacak?

Piyasalar yeni dönemde ekonomi kurmaylarına ve reformlara odaklandı. ‘Hızlı büyümeye devam mı yoksa yumuşak iniş mi yapılacak’ merak konusu. Yabancı yatırımcı dikkatle izliyor.

Yarın enflasyon verisi açıklanacak. Haftanın ikinci yarısında yeni milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı yemin edecek ve önümüzdeki hafta yeni bakanlar kurulu-güven oyu alması artık gerekmiyor- açıklanacak ve yeni dönem Temmuz ortası itibariyle resmen başlayacak. Yeni dönemde Cumhurbaşkanı başkanlığında yürütmeyi üstlenecek yeni yönetimin nasıl bir politika izleyeceği, özellikle ekonomideki tercihlerin ne yönde olacağı merakla bekleniyor.

Piyasalarda seçim sonrasındaki haftadaki fiyatlamalar genel olarak bu bekle-gör politikasının bir yansıması olarak gerçekleşti. Seçim hemen ertesi günü “istikrar” devam edecek algısı ile 4.5369’a kadar gerileyen dolar/TL kuru aynı gün 4.7234’e kadar toparlansa da haftayı biraz da Arjantin etkisi ile 4.5880’den kapattı.

Yeni dönemde ekonomi politikası nasıl şekillenecek? Mart 2019’daki yerel seçimler erkene alınacak mı? Seçimlerin erkene alınması bir başka belirsizlik. Diyelim ki zamanında yapıldı; kaldı ki erkene alınsa da durum değişmeyecek; o zamana kadar yeni yönetimin tercihi ne yönde olacak? Geçtiğimiz yılın başında KGF ile yaratmış olduğumuz ‘hormonlu büyümenin’ artçılarıyla bu yılın ilk iki çeyreğinde de yüksek büyümeyi başardık. Ancak bunun daha fazla sürdürülmesi; gerek bankacılık sektörünün sermaye yeterliliğinde sınırlara gelinmiş olması, gerekse de yurt dışı fonlamasında yaşamaya başladığımız kısıntılar ve başta Fed olmak üzere artan maliyetler nedeniyle sürdürülmesi zorlaşmaya başladı. Böylesi bir ortamda yine yüksek büyüme stratejisi izlenecek olursa bunun başta Hazine borçlanması olmak üzere; kamunun mali yapısına ek yükler getireceği aşikar. Hazine’nin borç çevirme oranı şimdiden yüzde 120’lerin üzerine çıktı.

Gözler A Takımı’nda

Eğer ekonomik büyümeye “gaz vermeye” devam edecek olur isek bunun yaratacağı ek yüklerin marjinal maliyetleri hızla yükselecek, birçok fiyatlama da bu artan marjinal fiyatlamadan olacaktır. Diğer yandan “yumuşak iniş için fren” politikası ki izlenmesi gereken politika, treni rayda tutmak adına bu olsa gerek; Mart’taki yerel seçimleri kazanmayı hedefleyen bir iktidarın tercihi olur mu? İçinde bulunduğumuz küresel ortamı da göz önüne aldığımızda; koşulları dengeledikten sonra yola devam etmek ve büyümenin kamuya yükünü azaltmak adına bu çok daha doğru tercih olacaktır. Bu yol tercih edilir mi, daha doğrusu hangi yolun tercih edileceği bundan sonraki piyasa gelişmelerini anlamak, fiyatlamak açısından önemli olacaktır.

Tabii ki ekonominin dümeninde kimin/kimlerin olacağı, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, daha doğrusu para politikaları ile mali politikaların ne denli uyum içinde olacağı, yapısal reformlara ne kadar önem verileceği, bunların ne kadar zamanda hayata geçeceği önemli olacak. Hatta yabancılar da ilk elden bunlara bakacak, buna göre Türkiye’de risk alıp almayacağına, para getirip getirmeyeceğine karar verecek.

Yazının devamı...

Piyasalar seçimi nasıl fiyatlayacak?

Seçim haftasına girdik, nefesler tutuldu. Küresel gelişmeler de dikkate alındığında TL ve borsa için kritik olacak. İlk turda seçim biterse sert hareketler görülebilir. İkinci tura kalınması belirsizliğin artması nedeniyle olumsuz fiyatlanacaktır

Geldik son haftaya... Önümüzdeki 5 işgününü de tamamladıktan sonra hafta sonu oy kullanacağız. Seçim sonuçlarına bağlı olarak haftaya Pazartesi günü yayınlanacak yazım, bugün yazdıklarımdan çok farklı şekilde cereyan etmiş olabilecek. Seçim sonrasındaki olası senaryolara bakmadan önce geçtiğimiz; bizim için kısa; küresel piyasalar için hayli “uzun” olan haftadan kalanları hatırlayalım.

Fed (FOMC) politika faizini 25 baz puan artırarak yüzde 1.75-2.0 aralığına yükseltti. Fed üyelerinin tahminlerinden yola çıkılarak hazırlanan “nokta istatistiği” bu yıl içinde 2 kez daha faiz artırım sinyali verdi. Buna göre 2018’de 4 kez faiz artırımının gerçekleşeceği öngörülüyor. (Sonuncusu Aralık ayında olacağından dolayı, benim yılın başında yapmış olduğum 3.5 faiz artışı olacak tahminim hayata geçecek gibi görünüyor.) 2019 yılı faiz artırım projeksiyonu da 2’den 3’e yükseltildi.

Geçtiğimiz haftanın aksiyonları Fed ile sınırlı değildi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) da para politikası konusunda yıl sonuna kadar olan planını açıkladı. Buna göre Ekim-Aralık döneminde varlık alımları 15 milyar euroya düşürülecek ve alımlar Aralık ayı sonunda nihayete erecek. Bu resim çerçevesinde faiz artışlarının; daha doğrusu eksi 0.40 olan politika faizlerinin “normalleşmesi” yani sıfırlanması 2019 yılının 2’inci yarısında olabilecek.

Fed sonrası, ECB kararı öncesinde euro/dolar paritesi 1.1852’ye kadar yükseldi. ECB’nin kararlarını hayata geçirmesinin 1 yılı bulacağı; Fed’in etkisinin daha hızlı hissedileceği beklentisiyle dolar endeksinde (DXY) 95’in üzerine doğru sert bir hareket oldu. Dolara olan iltifatın artmasıyla birlikte başta altın ve gümüş olmak üzere emtia grubunda (Petrol de farklı sebeplerle nasibini aldı) önemli gerilemeler yaşandı. Altının ons fiyatı 1.275 dolara gerilerken, altın ve de gümüş hem 50 hem de 200 günlük hareketli ortalamalarının altında haftalık kapanış yaptılar.

Dolara olan iltifat, gelişen ülke para birimlerine yeni bir “atak” getirirken, dolar/TL kuru arife günkü 3.63-66 bandından; bizim piyasalarımızın kapalı olduğu 15 Haziran’da 4.76’lara kadar çıkarken, haftayı 4.7285 seviyesinden kapattı. Brezilya Reali de atak altında kalan para birimlerinden olurken, 7 Haziran’da 3.9675’e kadar tırmanan dolar/real paritesi Brezilya Merkez Bankası’nın “müdahaleleri” sonrasında haftayı 3.7299 seviyesinden kapttı. IMF ile anlaşma yoluna giden Arjantin Pezo’su da 28.35 ile tarihi rekorunu kırdıktan sonra haftayı 28.05’ten kapatmış durumda.

Risk primi ve faiz gerilimi yükseltti

Gelişen ülke piyasalarında yaşananların yanı sıra; içerideki oynaklık, belirsizlik de artmaya devam ediyor. 13 Haziran tarihinde 30.70’lerin üzerine çıkan ve haftayı 28.30’dan kapatan 1 aylık TL volatilitesi yılın başında 12’nin altındaydı. Diğer yandan Türkiye’nin 5 yıllık kredi iflas takası (CDS) primi Aralık 2016’dan bu yana en yüksek seviye olan 312 baz puan seviyesine çıktı. 2003’te 1.340, 2008’de de 830 baz puanlara çıkmış olan 5 yıllık CDS primleri için 340 seviyesi kritik eşiklerden birisi. Bu seviyenin geçilmesi piyasalardaki gerilimi artıracaktır. Moodys’in bankaların notunu indirmesi; bir anlamda fiyatların içinde olduğundan; bankaların ihraç etmiş olduğu eurobondların fiyatlarına çok da olumsuz etki etmemişti. Ancak CDS primlerinin artması, ister istemez eurobond piyasasını da vurdu. Eurobond fiyatları düşerken, getirileri de yükseldi.

Seçim öncesinde piyasalardaki gerilimi artıran konulardan birisi de içerideki tahvil getirilerinin geldiği seviyeler oldu.

5-6 yıldır tahvil piyasalarındaki “likidite kuruluğundan” ve bunun gün gelip, başımıza bela olacağından söz eden birisi olarak; o günler geldi ve ufak bir miktar satış yapmak isteyenin karşısında makul bir alıcı bulamadığından faizleri yükselttiği günlere geldik.

2 yıllık gösterge tahvil Aralık 2018’den bu yana en yüksek haftalık kapanış seviyesi olan yüzde 19.12 bileşik getiri seviyesinden haftayı kapatırken, yüzde 15.65’teki benim için önemli olan “kritik eşik” seviyesini aşan 10 yıllık tahvil getirileri de bileşik yüzde 16.37’ye kadar yükseldi. Bir sonraki kritik eşik 16.50 seviyesinde. Bu da aşılacak olursa geri döndürülmesi zor seviyelere gelmiş olacağız.

SENARYOLAR

Kamuoyu araştırma sonuçlarında farklı farklı sonuçlar var. Anketlerin; kişilerin gerek OHAL, gerekse de içinde bulunduğumuz ortamın “hassasiyeti” nedeniyle doğru/dürüst yanıt vermekte çekimser davrandıkları konuşulduğu bir ortamda yanıltıcı olabileceğini düşünen taraftayım.

- Parlamento her halükârda ilk turda seçilecek. Seçilecek parlamentoda Cumhur İttifakının ilk turu alması durumunda ya Erdoğan ilk turda seçilmiş ya da ikinci tura önemli bir avantajla girmiş olacaktır. Piyasalar ikinci turu; belirsizliğin artması nedeniyle olumsuz fiyatlayacaklardır.

- Eğer Millet İttifakı+HDP parlamentoda çoğunluğu almış, ilk turda Erdoğan seçilmişse ilk bakışta; yeni bir erken seçimi tetikleyebileceği endişesiyle; olumsuz fiyatlamalar görebiliriz. Ancak bu seçenek yeni bir erken seçimi gerektirmez; yani bir anlamda “koalisyon” ortamı oluşursa pozitif fiyatlamalar da görebiliriz.

- İlk turda seçimin bitmesi durumunda önümüzdeki hafta hem kur hem de borsa cephesinde farklı ama sert fiyatlamalara (hem olumlu hem de olumsuz bağlamda) şahit olabiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda belirsizliğin daha da devam edeceği ilk başta olumsuz fiyatlanabilir. Ancak üzerinden bir kaç gün geçtikten sonra sağlıklı fiyatlamaların neler olduğu daha net görülecektir. 2 haftalık belirsizlik süreci hem siyasi/politik hem de ekonomik anlamda çok farklı “açılımlara” gebe olacaktır.

- Gerek seçim haftası öncesi, gerekse de Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda önümüzdeki 3 haftada fiyatlamalar; küresel piyasalardaki gelişmeler de dikkate alındığında çok da TL ve borsa için pozitif olmayacağa benziyor.

Yazının devamı...

Fed şahinleşir mi?

Bayram tatili nedeniyle kısa sürecek haftada piyasalar Fed ve ECB’yi yakından izleyecek. Fed’in faizleri 25 baz puan artırması beklenirken, vereceği mesajlar ilerisi için önemli

Geçtiğimiz hafta yapılan Para Politikası Kurulu toplantısından “sürpriz artış” çıktı. Toplantı öncesinde ekonomistler arasında yapılan ankette “Artış olmaz” diyenlerle “100 baz puan artış” olur diyenlerin ortalaması 50 baz puanlık bir artışa işaret ediyordu. PPK’da en yüksek beklentinin de ötesine geçerek politika faizini 125 baz puan artırdı.

Bu kararla 1 haftalık politika faizi yüzde 16.5’ten yüzde 17.75’e yükselirken, gecelik borç verme faizi yüzde 19.25, gecelik borçlanma faizi de yüzde 16.25 olurken, Geç Likidite Penceresi (GLP) faizi de 20.75 oldu. Böylelikle 25 Nisan’dan bu yana yapılan toplam faiz artırımı 500 baz puana ulaştı.

TCMB geç kaldı

Geç ve kademeli yapılan bu artışlar ne yazık ki istenen etkiyi yarat(a)madı. Zamanında yapılmış olsaydı 200-250 baz puanlık artışlarla çözülebilecek sorunları 500 baz puanlık bir artışla bile tam olarak çözebilmiş değiliz. Zira gelinen noktada piyasada oluşan güven kaybını faiz artışı ile telafi edebilmemiz git gide zorlaşıyor. Kurlardan da bunu görmek mümkün.

Geçen hafta açıklanan Mayıs’ta yüzde 1.62 artan tüketici fiyatlarıyla yıllık bazda TÜFE yüzde 10.85’den 12.15’e yükseldi. Asıl çarpıcı olan yıllık ÜFE’nin yüzde 20.16’ya ulaşması oldu. Haziran’da vergiler düşürülerek sağlanan sabit akaryakıt pompa fiyatlarına rağmen; kur cephesinde yaşanan belirsizliğin ÜFE tarafında yeni baskılar getirmesi kaçınılmaz görünüyor.

ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın bu denli açılması üreticilerin maliyetlerini satış fiyatlarına yansıtamadıkları anlamına geliyor. Ya talep konusunda bir sorun var ya da bir süre sonra yansıyacak demektir. Bu da önümüzdeki aylarda TÜFE tarafında “birikmiş bir enerji” demek. Ya da bazı üreticiler bu zararı taşıyamadıkları durumda piyasadan çekilecekler demektir. Ya TÜFE tarafında ya da işsizlik tarafında aradaki bu farkın etkilerini ileride göreceğiz.

13 Haziran’da Fed toplantısından sonra faiz kararı açıklanacak. Benim ve de piyasanın beklentisi 25 baz puanlık bir artış yönünde. İletişimi çok daha önceden yapıldığından ve fiyatlara dahil olduğundan önemli bir değişiklik yaratması beklenmiyor. AB Bölgesi’ndeki İtalya ve İspanya siyasi belirsizliği sırasında “güvenli liman” olan ABD tahvil getirilerinde sınırlı bir yükselişe yol açabilir ancak radikal bir hareket beklemiyorum.

14 Haziran’da da ECB’nin toplantısından faiz ve parasal genişlemeye dair çıkabilecek kararlar izlenecek. Faiz tarafında bir hamle beklenmezken, parasal genişlemenin sona erdirilip, erdirilmeyeceğine bakılacak. Fed’den daha önemli olabilir buradan çıkacak karar. Parasal genişlemenin sonuna gelindiği algısı olursa paritede 1.1960-1.2020 bandına bir hamle olabilir. Olmadığı takdirde 1.1450’lere doğru bir hareketin başladığını görebiliriz.

Yazının devamı...

İkili Londra’ya sadeleşip gitti

Başbakan Yardımcısı Şimşek’in ‘Piyasayla inatlaşmayacağız’ mesajından sonra Merkez Bankası uzun süredir beklenen sadeleşmenin 1 Haziran’da başlayacağını duyurdu. Politika faizini GLP ile eşitledi. Yeniden tek faiz dönemine geçti. TL, yüzde 3’ten fazla değer kazandı. Bugün Londra’da yatırımcılarla buluşacak olan Şimşek ve Çetinkaya’nın eli güçlendi

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın Londra seyahati öncesinde Merkez Bankası’ndan para politikasında uzun zamandan bu yana beklenen “sadeleştirme” adımı geldi. Sadeleştirmeden piyasa katılımcıları çok farklı şeyler algılıyor olabilir. Temelde kast edilen çoklu borç alma/verme faiz oranları yerine tek bir politika faizi ile para politikasının yürütülmesi algılanır. 2008 krizinden sonra Fed’in bant uygulaması bu genellemeyi bir anlamda değiştirse de yine de konvansiyonel merkez bankacılığı tek bir politika faizi ile ‘derdini anlatmayı’ tercih eder.

Kafaları karıştırıyordu

Benzer bir politika da zorunlu karşılıklar için uygulanır. Ancak önceki Başkan Erdem Başçı döneminde zorunlu karşılıklardaki Rezerv Opsiyon Mekanizması (ROM) ile karşılıklar sadece kendi para biriminden değil; diğer para birimlerinden de yatırılma esnekliği getirilirken, TL veya DTH’ların zorunlu karşılıkları için altın bile kullanılır oldu. Başçı’nın ‘icatlarından’ biri de çoklu faiz mekanizmalarıydı.

Gecelik borç alma/verme, haftalık politika faizi ve son zamanlarda “zımni politika faizi” haline gelen Geç Likidite Penceresi (GLP) faiz oranları bunların belli başlılarıydı. Hazine yöneticilerinin bile uzun süre anlamakta zorlandıkları bu yöntemi yabancı bankacılara ve fon yöneticilerine anlatmak hiç de kolay olmuyordu. Üstelik TCMB üzerindeki baskılar nedeniyle, kullanılan araçlar amacından uzaklaşmış, belirsizliği artırmıştı.

Bu sakıncaların en azından bir kısmının bertaraf edilmesi için “tekli politika faizine” geçiş konuşuluyor, Çetinkaya da bu yönde mesajlar veriyordu. Nihayet bu konuda adım atıldı.

Yeni dönem ne getirecek?

- Uzun süreden bu yana unutulan “bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı” yeniden “Merkez Bankası politika faiz oranı” olacak. Bankacılık sistemi temel olarak bu imkan üzerinden fonlanacak. Haftalık repo dışında gecelik fonlama da yapılacak. Gecelik işlemlerde Merkez’in borç alma faizi, açıklanmış olan haftalık repo faizinin 150 baz puan (yüzde 1.5) altı olurken, TCMB’nin gecelik borç verme faizi de haftalık repo faizinin 150 baz puan üstü olacak.

- Geçtiğimiz hafta GLP faizi yüzde 16.50’ye yükseltilmişti. TCMB’nin dünkü açıklamasına göre 1 Haziran’dan itibaren haftalık repo faiz oranı GLP faizi olan 16.50 olarak uygulanmaya başlayacak. Buna göre de gecelik borç alma faizi yüzde 15.00, borç verme faizi de yüzde 18.00 olacak. Bankalara iletilen açıklamaya göre; gecelik işlemlerin haftalığa dönüşeceği 7 Haziran tarihine kadar da gecelik borç verme ve GLP faiz oranları yüzde 16.50 olarak uygulanacak. Bu geçiş sürecinden sonra yukarıda bahsedilen faiz bantları(!) uygulanmaya başlanacak.

- Sadeleştirme ile GLP uygulamasından vaz geçilmesi bekleniyordu, ancak öyle olmadı. GLP yine bankacıları hayatında olmaya devam edecek. Ancak onun için de “tarife” açıklanmış durumda. Bankaların saat 16:00-17:00 arasında kullanabilecekleri GLP faizi gecelik borç verme faizinin 150 baz puan üstü olacak. Cari faiz seviyelerini göz önüne aldığımızda bu oran yüzde 19.50 olacak.

- Açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla bundan böyle para politikası kararlarında “tek faiz” açıklanacak. Diğer faizler bu faize göre açıklanmış tarifeye göre otomatik olarak hesaplanacak. Böylelikle en azından algıda “tek faiz” uygulamasına geçilmiş gibi olacak. Bankaların borçlanma ve güniçi limitlerinde değişiklik olmayacak.

Gerçekten sadeleştik mi?

Para politikasının eskisine göre daha rahat anlatılır, anlaşılır hale geldiği doğrudur. Ancak yeni uygulama da “çoklu faiz” sistemini içeriyor. Yurt dışından TCMB’ye bakan birisinin hangisini politika faizi olarak kullandığını ilk anda anlaması çok da kolay olmayacak, “yerli bir tercümana” halen daha ihtiyaç duyabilecek. Umarım TCMB uygulamaları, bunu daha kolay anlatılır, anlaşılır hale getirecek. Yine bir atak anında bir gün GLP’ye başvurup, diğer günden vazgeçip sadeleştirmeyi yeniden karmaşıklaştırmaz. Eğer yeniden böyle bir dönem gelirse, TCMB’nin son hamlesi ile bir çıt yükseltmeye çalıştığı kredibilitesi bir kez daha ağır darbe alır, bu sefer ortada bir “bahane” de kalmaz.

Daha derli toplu mesaj verebilecek

TÜRKİYE Cumhuriyet Merkez Bankası dünkü hamlesi ile; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Londra ziyareti sırasında finans piyasaları ile gerilen ilişkilerin yumuşatılması için dün başlayan ziyarette her iki temsilcimizin elini rahatlatacak bir adım attı. En azından piyasalardaki gerilimin yükseldiği dönemde TCMB’nin 300 baz puan faiz artırdığı, “sadeleştirme” ile gerekiyorsa gecelik faizlerin yüzde 18.00’e kadar yükseltilebileceği söylenebilecek. Böylelikle Merkez’in piyasalara daha derli toplu bir para politikası ile gerekli mesajlar verebileceği söylenebilecek. Ancak bu “sıkı para politikasının” yine “sıkı bir mali politika” ile desteklenmesi konusunda neler söyleyebileceklerini hep beraber izleyeceğiz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.