Bir seçim geçirdik. Miting meydanlarında parti liderleri ve konuşmacılar başka parti mensuplarına her türlü hakareti yapmaktan geri durmadılar. Elhamdülillah önemli bir olay olmadan seçim bitti. Millet seçimini yaptı. Bir parti liderinin davetinde de söylemiştim. Şimdi parti liderleri, artık tasavvuf şeyhleri makamına gelmişlerdir. Parti mensupları liderlerini taklit eder; kendilerini ona benzetmeğe çalışırlar. Bu liderler birbirlerine böylesine saldırırlarsa millet gerilir. Hatta farklı parti mensupları birbirine düşman olacak hale gelirler. Olmamalı böyle şeyler.Parti liderleri imamdır, yani önderdir. Bundan dolayı söz ve hareketlerini kontrol etmelidirler. Eğer onlar birbirlerine karşı yumuşak ve dostane davranırlarsa halk da birbirine sempati ile bakar. Ama onlar kırıcı olurlarsa onların sataşmaları, kırılganlığı halka da yansır. Onların gerilmesi halkı da gerer, huzursuz eder.Avrupa’da da seçimler yapılır. Ne böyle bayrak asmalar, görüntü kirlilikleri, boşa yapılan harcamalar, israflar. Ne de düşmanlık. Herkes gider, oyunu kullanır. Seçim biter. Kimse kimsenin hangi partiye oy verdiğini sorgulamaz. Şatafat yok, gösteriş yok. İnsanlar siyasi tercihini sandığa attığı oyla belirtir, iş biter. Ama bizde öyle olmuyor ki. Her şeyde abartı olduğu gibi seçim işlerinde de abartı. Karalama, hatta iftira, birbirinin ipliğini pazara çıkarma. Ve gerilimler, gerilimler.Sınırlarımız tehlikelerle çevrili. Suriye bir dert, Irak bir dert. Allah adına acımasızca Allah’ın yarattığı cana kıyıp da İslâm adına bunu yaptığını iddia edenler, dünyada İslâm imajını öyle bir bozdular ki, İslâm’a karşı hiçbir İslâm düşmanının yapamayacağı kötü bir algı oluşturdular. Birkaç yıl önce Avrupa’da İslâm’a eğilim artmışken bu olumsuz algı sonucunda İslâm, öcü gibi görülür oldu. İnsanlar İslâm’dan korkmaya, ürkmeye başladılar. Barış dini olan İslâm, saldırı, zulüm acımasızlık dini olarak görüldü. Ve insanları birbirine kardeş yapmak isteyen Kur’ân, bir saldırı kitabı olarak algılanır oldu.Bunun sebebi İslâm adına acımasızca adam öldüren sözde İslâmcı örgütlerdir. Bunların Allah katında vebali büyüktür. Zira Allah’a göre “Haksız yere bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş; bir insanın yaşamasına sebep olan da bütün insanları yaşatmış gibidir.” Ve “Her kim bir mü’mini kasten öldürürse -onun cezası-, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, la‘net etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır!” (Nisa: 93)“Muhakkak mü’minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı (inanan bir insana fasık demek), ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zâlimdirler. Ey inananlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeği sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat: 10-13)Peygamberimiz de: “Birbirinize kızmayınız, hased etmeyiniz, arka çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Hiçbir Müslüman’a, Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs tutması helâl değildir.” buyurmuşlardır. Hiç kimseye kalmayan bu dünya hepimize yeter. Biz Peygamberimizi; Hak aşkıyla bencillikleri, sivrilikleri törpülenmiş, olgunlaşmış ermiş insanları örnek almalıyız. Yunus Emre’miz ne güzel söylüyor:Kimseye düşman tutmazuz, ağyâr dahi yârdur bizeKanda ıssuzlık var ise mahalle vü şardır bizeAdumuz miskindür bizüm, düşmanumuz kindür bizüm...Biz kimseye kin tutmazuz, kamu ‘âlem yârdur bize...Amerikalı sevgilimle âhirette evlenebilir miyim?SORU: Ben müslümanın fakat sevdiğim erkek Amerikalı ve öldü. Ölümden sonrada evlilik varmı? Biz evlenebilir miyiz? Orada birlikte olma ihtimalimiz varmı? Beyza ÇakarCEVAP: Eğer oğlunuz inanmadığı için oruç tutmuyor, namaz kılmıyorsa fidye vermenize gerek yok. Ama inanıyor da oruç kendisine güç geliyorsa siz onun fidyesini verebilirsiniz ama fidyeyi oğlunuzun vermesi gerekir. Siz fidyeyi oğlunuza verin, o da o parayı fidye versin.Gönül sevdiğiyle beraber olur. İkiniz arasında öyle ruh yakınlığı varsa orada buluşabilir, görüşebilirsiniz. Ama onunla evlenip evlenemeyeceğini Allah bilir. Âhiret anvalini Allah’tan başka kimse bilmez. Sadece Kur’ân, iyi eylem sahibi, Allah’a bağlı eşlerin, anne baba ve çocuklarının daha genel anlamıyla aile bireşlerinin cennette beraber olacaklarını belirtmektedir. İşte bizim bilgimiz bununla sınırlıdır. Ayrıntıyı sadece Allah bilir. Size bu konuda iki âyet grubu yazayım: “55- O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler.56- Kendileri ve eşleri, gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır.57- Orada onlar için meyveler ve istedikleri her şey vardır.58- Çok esirgeyen Rabden (onlara) sözle selâm (vardır).” (Yasin Suresi: 55-58. âyetler); “Kendileri inanmış, zürriyetleri de imânda kendilerine uymuş olan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi ameller(inin sevâb)ından da hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.Ve onlara canlarının istediği meyveden ve etten bol bol vermişizdir.” (Tur Suresi: 21-22, âyetler);“7- Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbîh ederler. O’na inanırlar ve mü’minler için (şöyle) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen rahmet ve bilgi bakımından her şeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azâbından koru!” 8- “Rabbimiz, onları ve babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olan kimseleri onlara söz verdiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz, üstün olan, hüküm ve hikmet sâhibi olan sensin sen!” (Mü’min Suresi. 7-8. âyetler);“Ancak sağduyu sâhipleri öğüt alır.20- Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.21- Ve onlar Allah’ın bitiştirilmesini istediği şeyi bitiştirirler[1]. Rablerine karşı saygılı olur ve en kötü hesaptan korkarlar.22- Ve onlar Rablerinin yüzünü (rızâsını) arzu ederek (nefsin gücüne giden şeylere) sabrederler; namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak (hayır yoluna) harcarlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte şu yurdun sonucu onlarındır:23- (Onlar) Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraber olur. Melekler de her kapıdan yanlarına varırlar:24- “Sabretmenize karşılık selâm size, yurdun sonu ne güzel!” (derler).” (Ra’d Suresi: 19-24. âyetler) Siz de bu âyetlerde sayılan insanlardan olursanız cennette buluşabilirsiniz. Ne mutlu onlara!
Yalnız insanların değil, tüm canlıların da yaşama hakkına saygı göstermek gerekir.Üstünde yaşadığımız dünya, bütün canlıların ortak malıdır. Havada, toprakta her nefes alan canlının hakkı vardır. Her can, kendini koruma ve savunma güdüsüyle donatılmıştır. Yakın zamanda bir dostumun yeni yaptırdığı evin balkonuna birkaç kırlangıcın çokça gelip gittiğini fark ettim. Beton sütunun tavana birleştiği yeri kendi barınmaları için elverişli görmüş olacaklar ki özellikle ikisi ağızlarıyla taşıdıkları çamura saman, çöp katarak oracıkta çamuru betona tutturmaya çalıştılar. Yapıştırdıkları çamur tutmayıp düşünce, yenisini getirdiler. Birkaç günlük uğraştan sonra gayet sağlam bir yuva yapıverdiler. Sonra anne olacak kuş, yumurtalarının üstüne yattı. Baba bir şeyler getiriyor, anne ise civciv çıkarmak için yuvadan ayrılmıyordu.Bir işçi dostumun anlattığı olay ise daha ilginçtir. Bir firmada bekçi olarak çalışan bir kişi, her gün yanına gelen aç köpeğe bir parça ekmek veriyor. Hastalıklı hayvan her gün gelip ekmeği alıp gidiyor. Sonra firma bu işçiyi işten çıkarıyor, yerine bu sevdiğim kişiyi getiriyor. Öteki işçi ayrılırken yeni gelene o köpeği göstererek “Her gün gelen bu hayvancağıza bir parça ekmek vermesini” tembihliyor. Bu kez bu dostum, gelen köpeğe, giden arkadaşı gibi ekmek veriyor. Her gün hayvan gelip ekmeği alıyor ve dönüyor.Bir kış günü kar bastırmış. Ortalık puslu. Dostumuz da işinden evine giderken ıssız bir yerde beyaz bir köpeğin saldırmak üzere kendisine doğru geldiğini görüyor. Elinde kendisine savunacak ne bir sopa, ne de bir alet var. Her taraf kar olduğu için yerde de herhangi bir taş göremiyor. Kendini savunacak vakti de yok zaten. Çaresiz bir vaziyette korku ve dehşet içinde iken birden o ekmek verdiği hastalıklı köpek gelip kendisiyle saldırgan köpek arasında duruyor. Kendisini, ekmeğini yediği işçi arasında siper ediyor. Saldırgan köpeğe herhalde bir mesaj veriyor ki beyaz köpek saldırıdan vazgeçiyor, geri dönüp gidiyor.İşte böyle, insanın hayvanlara yaptığı iyilik boşa gitmez. O hayvanların da kendilerine göre aklı var, hissi vardır. İyiliğin karşılığını verirler. “Sen bir iyilik et, deryaya at, balık bilmezse Khalik bilir” demiş atalar. Her canlı, yaşamak için çırpınır, kendisine zarar verecek şeylerden doğal olarak kaçar. Kendini savunma tedbirleri alır. Allah’ın yarattığı canı bir başkasının alma yetkisi yoktur. Başkasına zarar vermeyen canlı öldürülmez. Özellikle haksız yere bir insanı öldürmek çok büyük bir suçtur.Haksız yere bir insanı öldürmek haram olduğu gibi, bir ihtiyaç olmadan sırf zevk için bir hayvanı öldürmek de haramdır. Nesa’î ve İbn Hibban’ın rivayet ettikleri bir hadîste Hz. Peygamber: “Bir kuşu, boş yere öldürenler için Kıyamet gününde o kuş bağıracak; ‘Ya Rabbi, falan adam yararlanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü!’ diye şikayet edecektir!’ buyurmuştur .” (Müslim, Sayd: 1; Nesa’î, Dahaya: 32)Yemek için usulüne göre hayvan kesilebilir veya avlanabilir, ama sırf zevk için hayvanı öldürmek Allah katında günahtır, böyle yapan Allah’ın cezasına uğrar. Zevk için avcılık yapılmamalıdır.İnsanlar arasında artan lüks, maalesef diğer canlıların aleyhine gelişmektedir. Yirminci yüzyıl insanı daha insancıl, daha şefkatli gibi görünmekte ise de gerçekte en merhametsiz, en öldürücü hale gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar hayvan öldürülmemiştir. Eskiden ilkel aletlerle sınırlı sayıda hayvan öldürülürken modern teknoloji ile bir günde milyonlarca hayvan öldürülmektedir.Haksız yere hiç kimsenin canına, malına ve namusuna dokunulamaz. Yüce Allah tüm masûm insanları kastederek: “Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.” (İsra: 33) buyurmuş ve Allah’ın halis kullarının, haksız yere cana kıymayacaklarını vurgulamıştır (Furkan: 68).
Çevreyi temiz tutmak dinin emridir. Temizlik imanın gereğidir...İnsan, kısa ömür içinde eline geçen mülkü güzel yönetmeli, sırf kendi kişisel çıkarı için güzel dünyâ çevresini sorumsuzca kirletmemelidir. “İnsanların elleriyle yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde bozukluk çıktı. Belki uslanır, dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını tattırmaktadır!” (Rum: 41), “(Fakat Allah, yine de insanlara fırsat vermektedir) Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek canlı kalmazdı. Fakat Allah onları cezalandırmayı belli bir süre erteliyor!” (Fâtır: 45) âyetleri, sorumsuzca çevreyi kirletmenin, diğer canlıların haklarına tecavüz olduğunu ve bunun felâkete yol açacağını belirtmektedir.3) Mülkiyet (mal edinme) hakkı:Kur’ân’a göre mülkün asıl sahibi Allah’tır. “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır” (Bürûc: 9, Furkan: 42/2, Şûrâ: 49, Zuhruf: 63/85, Câsiye: 65/27, Âl-i İmrân: 189, Nûr: 42, Fetih: 14, Mâide: 17, Hadîd: 112/2, 5, Tevbe: 116). Ancak Allah’ın, halîfe yaptığı insan (Bakara: 30), Allah adına mülkü yönetir, dünyâda düzeni sağlar. Mülk, Allah’ın insana emanetidir. Bu emâneti güzel yönetmek, hor kullanmamak gerekir.4) Evlenme ve üreme hakkı:“Allah size kendinizden eşler var etti, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerle rızıklandırdı.”(Nahl: 72),”Beğendiğiniz kadınlarla evleniniz!” (Nisâ: 98/3),“İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lütfuyla onları zengin eder. Allah(ın mülkü) geniştir, O, (her şeyi) bilendir. Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lütfundan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar iffetlerini korusunlar.”(Nûr: 32-33)“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. (O) Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler, dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları çift yapar: Hem dişi, hem erkek (verir). Dilediğini de kısır yapar. O (her şeyi) bilen, (her şeye) gücü yetendir.” (Şûrâ: 49-50) âyetleri insanları evlenmeğe, çoluk çocuk sahibi olmağa yöneltmektedir.Kur‘ân-ı Kerîm, insanları evlenip âile kurmağa teşvik ettiği gibi, Peygamberimiz de: “Dünyâ bir geçimden ibârettir. Şu geçim dünyâsının en güzel ni‘meti de iyi bir kadın(la evlenmek)dir.” (Müslim, Radâ‘: b. 17, h. 64), “Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü bu, gözü harama karşı korur, nâmûsu muhafaza eder. Gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.”(Müslim, Nikâh: b. 5; Buhârî, Nikâh: 2) gibi hadîsleriyle Müslümanları evlenmeğe, üremeğe teşvik etmiştir. Nâmûs ve iffetin korunması, neslin devamı için evlenmek gerekir. İslâm âilesi, karşılıklı sevgi ve saygı temeli üzerine kurulur. Peygamberimiz, iffetli, iyi huylu kadının en büyük dünyâ ni‘meti olduğunu belirtmiştir.5) Seçme ve seçilme hakkı:Kur’ân’ın insanlığa getirdiği temel haklardan biri de seçme ve seçilme hakkıdır. Peygamberimiz, sahâbîlerinden bey‘at almıştır ki bunun modern anlamı seçimdir. Yalnız erkeklerin değil, kadınların da oy hakkı vardır: “Sana bey‘at edenler (oy verenler), gerçekte Allah’a bey‘at etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfât verecektir.” (Fetih: 10)“Ey inananlar, Allah’a itâat edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sâhibine itâat edin.” (Nisâ: 59) âyetleri seçme, seçilme hakkını ve seçilenin yasal emirlerine itâat etme prensibini getirmektedir.Hz. Peygamber, Mekke’nin Fethi gününde erkeklerden bey‘at aldığı gibi kadınlardan da bey‘at almıştır ki bu, erkek kadın herkese seçim hakkının tanınması demektir. Peygamberimiz, kendisinden sonra âilesinden birini yerine bırakmamış, bu yüzden Müslümanlar, halîfelerini (yöneticilerini) kendileri seçmişlerdir. İlk dört halîfe bey‘at denilen bir tür seçimle iş başına gelmişlerdir. Ve hiçbiri kendi yerine oğlunu veya bir yakınını getirmeyi düşünmemiş, yönetim işini Müslümanların seçimine bırakmıştır. Daha sonra bu seçim sistemi verâset yoluyla saltanata dönüştürülmüştür.Lut kıssası çerçevesinde LGBT yürüyüşüSORU: Hocam Selamlar. Geçtiğimiz günlerde Taksim’de yapılan LGBT yürüyüşüne polis müdahale etti. LGBT olayının dini boyutu için hemen Lut kıssası örnek gösterilir. Bu konu ile ilgili 2 sorum olacak. Birincisi; Araplarda eşcinsellik var mıydı da Allah bu kıssayı vahyetti? Yani “sizin gibi eşcinsel olan Lut kavmini helak ettik”, sizi de helak ederiz mi demek istiyor? İkincisi de; LGBT’lilerle toplumun ilişkisi nasıl olmalı? Cezalandırılmalılar mı (öldürme, hapis, dışlama, hakaret, görmezlikten gelme)? Lut kavmi sadece eşcinsel ilişki yaşadıkları için mi helak edilmiştir? Yoksa zorbalık, zor kullanma, kendi seçimlerini başkalarına zorla dayatma vb gibi sebeplerle mi helak edilmiştir? Saygılarımla. Kenan DilekCEVAP: Kur’ân’ın, peygamberlerin kıssalarını birbirine benzer tarzda sunuşundan, tarih boyunca insanların birbirine benzer davranışlar gösterdiği; insanların bir bütün, peygamberlerin de aynı amacı, yani tevhîdi yerleştirmek üzere gelen elçiler oldukları anlaşılmaktadır.Bu kıssaların anlatımındaki amaç, belli bir toplumun hayat öyküsünü anlatmak değil, tarih boyunca milletler arasında ortak olumsuz davranışlar sergileyen insanların sonucunu hatırlatarak öğüt vermektir. Daha doğrusu Kur’ân’ın hitabettiği toplumdaki olumsuz davranışlar, bu kıssalarda canlandırılarak müşrik toplumun kendi kötülüklerini böylece gözleri önüne serip onları uyarmaktır. Kur’ân kıssaları bir hayat öyküsü olmaktan çok, hayatın kendisidir. Asıl amaç, Arapların, öteki peygamber kavimleriyle ortak olan vasıflarını, kıssa tarzında gözler önüne serip, diğer peygamberlere isyan edenlerin helâk olduğu gibi bunların da helâk olacaklarını vurgulamaktır. Kur’ân’ın ele aldığı tarihî olayların her birinde Arap ulusunun müptelâ olduğu bir hakikat dile getirilmektedir. Dolayısıyla Arapların o fenâ huyları kınanmaktadır.Araplar arasında da Lût kavminde olduğu gibi oğlancılık iptilâsı vardı. Hattâ Nisâ: 15’nci âyette fâillerine ceza belirlendiğine göre kadınlar arası eşcinsellik (sihâka) de vardı.İşte Kur’ân’da onların bu kötü huyları, kendilerine bir başka peygamber kavminin davranışı olarak canlandırılmakta ve öteki kavimlerin mahvına sebebolan bu kötü huyların, bir gün kendilerinin de mahvına sebebolacağı anlatılarak bu davranışlarından vazgeçmeleri öğütlenmektedir.1) Nisâ: 15-16. âyetlerde homoseksüellik denen cinsel sapıklık ve bunun cezâsı anlatılmaktadır. Burada iki tür cinsel sapıklıktan söz edilmektedir. Birincisi şimdi lezbiyenlik denen kadın kadına cinsel ilişki; ikincisi de Lûtçuluk veya oğlancılık denen erkek erkeğe cinsel ilişkidir.Birinci âyette “Fuhuş yapan kadınları evlerde tutun” ifadesinden, bu eylemin kadınlar arasında olan edepsizlik, yani sevicilik olduğu anlaşılmaktadır. Bunların evlerde tutulmasındaki hikmet de edepsizlik eylemlerine engel olmaktır. Burada kadınlar, bir sonraki âyette erkek erkeğe ilişkiyi anlatan âyette olduğu gibi ikil değil de çoğul olarak zikredilmiştir. Müfessirler bunun izahında zorluk çekmişlerse de, bizce bunun hikmeti açıktır. O da kadın kadına ilişkiye girenlerin, yalnız iki kadın değil, belki birkaç kadın, kadın cemaati de olabilir. Muhammed Abduh’un izahına göre de bu eylem, o kadar çirkin sayılmadığı için kadınlar arasında yaygınlığından ötürü failler çoğul getirilmiştir. Bu da ma’kuldür ama sanıyorum ki bu eylem, iki kadın arasında olduğu gibi, birçok kadın arasında, toplu bir seks halinde de işlendiğinden kadınlar ikil değil, çoğul zikredilmiştir. Ama livâta, çok daha utanç verici kabul edildiğinden hem daha gizli yapılırdı, hem de sadece iki kişi arasında olurdu. Onun için failleri ikidir: Biri fail, diğeri mef’ul durumunda iki kişi.Şimdi bu âyetlerde kadınlar arası sapık ilişkinin cezası olarak evlerde hapis, erkekler arası sapık ilişkinin cezası olarak da eziyet getirilmiştir. Ancak her iki cezadan kurtulmanın çaresi de gösterilmiştir. Sapık ilişkiye giren kadınların evlerde hapsi, Allah onların yararına bir yol gösterince son bulur. Erkekler arası sapık ilişkiye getirilen eziyet cezası da onların tevbe edip uslanmasıyla son bulur. Bu eylemlerinden sonra tevbe edip gerçekten uslanmış olanlara artık eziyet edilmez.Burada zinâ denen, nikâhsız olarak kadın erkek ilişkisinin cezâsı henüz belirtilmemiştir. Onun cezâsı, Nur Sûresinde belirtilecektir. Böylece âyetler arasında farazi bir çelişki ortaya çıkarılmaz ve âyetlerin hepsinin hükmü tam yerine oturur:A) Eşcinsellik yapan kadınlar, evde gözetim altında bulundurulurlar, evleninceye dek evden dışarı çıkarılmazlar. Eşcinselliğin cezâsı, kadınlar için sürekli gözetim altında tutmak, evden dışarı çıkarılmamaktır. Ancak evlendikleri veya uslanıp bu işten vazgeçtikleri takdirde evde sürekli hapis cezasından kurtulurlar.B) Eşcinsellik yapan erkeklere, dil ve el ile eziyet ve hakaret edilir. Birbiriyle zina eden erkek ve kadın ise, her birine yüz sopa vurularak cezalandırılır. Bu hususta kişilerin evli, bekâr, genç veya ihtiyar olmaları arasında bir fark yoktur.
Her İlâhî din, insan hakları üzerinde durur. Ama özellikle İslâm, insan haklarını daha net biçimde dile getirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, her insanın, doğuştan birtakım hakları olduğunu belirtir. Bunların başlıcaları: 1) Yaşama hakkı- 2) İnanma hakkı, din ve vicdan özgürlü, 3) Mülkiyet hakkı, 4) Evlenme ve üreme hakkı, 5) Seçme ve seçilme hakkı, 6) Seyahat hakkı, 7) İkamet (vatandaşlık) hakkı...vs.dir.1)Yaşama hakkı...Hakların başında yaşama hakkı gelir. Yalnız insan değil, her can, kendini koruma ve savunma güdüsüyle donatılmıştır. Yakın zamanda bir dostumun yeni yaptırdığı evin balkonuna birkaç kırlangıç çokça gelip gittiğini fark ettim. Beton sütunun tavana birleştiği yeri kendi barınmaları için elverişli görmüş olacaklar ki özellikle ikisi ağızlarıyla taşıdıkları çamura saman, çöp katarak oracıkta çamuru betona tutturmaya çalıştılar. Yapıştırdıkları çamur tutmayıp düşünce yenisini getirdiler. Birkaç günlük uğraştan sonra gayet sağlam bir yuva yapıverdiler. Sonra anne olacak kuş, yumurtalarının üstüne yattı. Baba bir şeyler getiriyor, anne ise civciv çıkarmak için yuvadan ayrılmıyordu. Biz bu hayvanları akılsız biliriz ama kendilerine yetecek kadar akılları vardı. Yoksa çamuru tutturmak için samanla karıştırmayı nasıl yapacaklardı? Demek ki Yaratan, her yaratığına yaşamını sürdürecek kadar bir akıl, bir içgüdü vermiştir.Her canlı, yaşamak için çırpınır, kendisine zarar verecek şeylerden doğal olarak kaçar. Kendini savunma tedbirleri alır. Allah’ın yarattığı canı bir başkasının öldürme yetkisi yoktur. Bir başkasına zarar vermeyen canlı öldürülmez. Özellikle haksız yere bir insanı öldürmek çok büyük bir suçtur.Haksız yere bir insanı öldürmek haram olduğu gibi, bir ihtiyaç olmadan sırf zevk için bir hayvanı öldürmek de haramdır. Nesâ’î ve İbn Hibbân’ınrivâyet ettikleri bir hadîste Hz. Peygamber: “Bir kuşu, boş yere öldürenler için kıyamet gününde o kuş bağıracak; ‘Yâ Rabbi, falan adam yararlanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü!’ diye şikâyet edecektir!’ buyurmuştur.” (Müslim, Sayd: 1; Nesâ’î, Dahâyâ: 32)Yemek için usulüne göre hayvan kesilebilir veya avlanabilir ama sırf zevk için hayvanı öldürmek ve öyle bırakıp gitmek, Allah katında günahtır, böyle yapan Allah’ın cezasına uğrar. Zevk için avcılık yapılmamalıdır.İnsanlar arasında artan lüks, maalesef diğer canlıların aleyhine gelişmektedir. Yirminci yüzyıl insanı daha insancıl, daha şefkatli gibi görünmekte ise de gerçekte en merhametsiz, en öldürücü hale gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar hayvan öldürülmemiştir. İlkel âletlerle sınırlı sayıda hayvan öldürülürken modern teknoloji ile bir günde milyonlarca hayvan öldürülmektedir.Haksız yere hiç kimsenin canına, malına ve namusuna dokunulamaz. Yüce Allah tüm mâsûm insanları kastederek: “Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.” (İsrâ: 33) buyurmuş ve Allah’ın hâlis kullarının, haksız yere cana kıymayacaklarını vurgulamıştır (Furkan: 68).2) Din ve vicdan özgürlüğü...Kur’ân’a göre herkes düşünce ve inanç özgürlüğüne sahiptir: “Dileyen inansın, dileyen inanmasın.” (Kehf: 29), âyeti ve benzerleri, bu özgürlüğü vurgulamaktadır. Hiç kimse bir inanca zorlanamaz. Zaten zorla, baskıyla inanç olmaz: “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara: 256)Vicdanlar üzerinden baskının kalkmasını isteyen Kur’ân, daha ilk surelerinden olan Kâfirûn Sûresi’nde din ve vicdan özgürlüğünü şöyle vurgulamıştır: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun: 6)Kur’ân’ın getirdiği din ve vicdan özgürlüğü prensibi, çeşitli surelerde vurgulanmaktadır. Hz. Muhammed’in görevi, insanları dini kabul etmeğe zorlamak değil, gerçeği anlatmaktır:“Öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Ğâşiye: 21-22),“Elçinin görevi sadece açıkça duyurmaktır.” (Ankebût: 18, Nûr: 54) gibi pek çok âyet, Peygamber’in görevinin, insanları zorlayarak yola getirmek değil, gerçekleri duyurmak olduğunu bildirmektedir. Bunlar, vicdan özgürlüğünün en güzel kanıtlarıdır. Savaşı emreden âyetler, müşrikleri zorla dine sokmak için değil, onların saldırılarına karşı koymayı, şerlerini savmayı, vicdanlar üzerindeki baskılarını kaldırıp herkesin özgürce inandığı dini uygulamasını sağlama amacına yöneliktir.Halüsinasyonlar gördüm, anlamı nedir?SORU: Merhaba Süleyman Hocam ben 37 yaşındayım, yaklaşık 8 sene önce 2006 senesiydi gözü açık rüya gördüm. Semboller, objeler, simgeler gördüm. Öğlen ile ikindi arası televizyon seyrediyordum TV5 kanalını seyrediyordum. Programın adı naat Arif Nihat Asya idi, Birden televizyonun yanına gittim ve televizyonun sol tarafında yüzü solmuş, sağ gözü silik Deccal’i gördüm. Sağ gözü sağ alt yanağının altında idi. Burnu çok uzun idi, kalın boyunlu idi, kızıl renkli idi. Çok korktum ve ağlamaya başladım, ağlamaya devam ederken Deccal, peygamber efendimize dönük, ona bakıyordu. Birden ortada sevgili Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa s.a.v.in cemalini, yüzünü gördüm. Korkum geçti. Başında Arap kıyafeti vardı, çok ciddiydi. Ekranın en sağ tarafında ise iri gözlü yeşil peçeli bir bayan vardı. Kaşları siyahtı, çok güzeldi. Göz renkleri vardı. Yüzünü göremedim, peçesinin üstünde 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tane rakam vardı bana gülümsüyordu. İri gözlü bayanın önünde kınından çıkmamış gümüş renkte kılıç gördüm. Kılıcın kabzası çok yaldızlı idi, sağında ve solunda iki yılan vardı, gümüş renkli idi. Yılanlar dillerini çıkarmışlardı sonra en son Deccal ile iri gözlü bayan kayboldu ve sevgili Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa s.a.v. kaldı. Öylece onun cemalini, yüzünü seyrettim, sonra o da kayboldu. 3 şahıs gördüm tek yüzlerini gördüm Deccal, sevgili Peygamber Efendimiz Hazreti Muhmmed s.a.v. iri gözlü yeşil peçeli bayan, bir de Süleyman Hocam insan alnında yeşil tek göz gördüm, bu gördüklerim hocam vehim midir yoksa gerçek midir? Bende belirsizlik oldu, doktora gittim, şizoaffektif bozukluk tanısı aldım günde bir hap alıyorum Abılify 30 mg. kullanıyorum. Doktor Hanım ‘Bu gördüklerine bir şey yapamayız’ diyor senin hastalığın sinirsel diyor. Hocam siz ne tavsiye edersiniz bana? Hocam görüşebilir miyiz bu gördüklerim ne manaya geliyor tevili nedir hocam? Hocam bu gördüklerimi evde gördüm bana yazarsanız lütfen bu gördüklerim aklımdan çıkmıyor hocam ne yapmam lazım beni çok etkiledi hocam.CEVAP: Bana göre siz Hz. Peygamber hakkındaki övgüleri dinlerken etkilenmişsiniz, ruhunuza yerleşen Peygamber sevgisi, ve önceden edindiğiniz bilinçaltındaki düşünceleriniz hayalinizde birtakım şekillere bürünerek karşınıza çıkmış. Gördüklerinizin büyük kısmı hayallerinizin karışımıdır. Bir kısmında üç harflilerin etkisi vardır. Ama ben rüya yorumcusu değilim. Şu muhakkak ki sizin ruhunuz şeffaf, hassas, gönül gözünüzün üstündeki perde zaman zaman aralanıyor, birtakım şekiller karşınıza çıkıyor. Allah’ı çok anarsanız, ruhunuz daha da gelişir, hayallerden kurtulup daha net şeyler görebilirsiniz. Allah gönlünüze huzur, ruhunuza safiyyet versin. Benimle görüşmenin faydası yok. Size söyleyeceklerim bundan ibarettir.
Bin ay, yaklaşık seksen dört yıl eder. İşte bu gece yapılan ibâdet, âdeta bir ömür boyu ibadete bedeldir. Peygamberimiz de “İnanarak ve Hak rızası için Kadir gecesinde kalkıp ibâdet eden kimsenin geçmiş günahları affedilir” demiş, kendisi bu gecede “Allahım, sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle” diye dua etmiştir...1- Biz o(Kur’â)nı Kadir gecesinde indirdik. 2- Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? 3- Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 4- Melek(ler) ve Rûh, o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner. 5-Esenliktir o, ta tan yeri ağarıncaya kadar! (Kadr: 25/1-5) âyetlerinde Kur’ân’ın, Kadir Gecesi’nde indirildiği; Duhan Suresi’nin 3. âyetinde de Kur’ân’ın“mübarek, şerefli bir gecede” indirildiği belirtilmektedir. Bu âyetlerde, Kur’ân’ın bütün olarak bir gecede indirilmiş olduğu değil, mübarek Kadir gecesinde indirilmeğe başladığı anlatılmaktadır.Kadir gecesi ne zaman?Hz. Peygamber’in: “Kadir gecesini Ramazan’ın son onunda arayınız: Kalan dokuzda, kalan yedide, kalan beşte arayınız” (Buhârî, Leyletu’l-Kadr) dediği rivaşyet edilir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) in : “Kadir gecesini, Ramazanın ilk onunda veya sonunda arayınız” dediği şeklinde bir rivayet de vardır (el-Fethu’r-Rabbânî: 10/263). ‘Ubâde ibn es-Sâmit’in rivayetinde de Peygamber (selâm ona) Kadir gecesi’nin, Ramazanın son on gününün dokuzuncu, ya da yedinci, ya da beşinci gecesinde aranmasını öğütlemiştir. (el-Fethu’r-Rabbânî: 10/169-270).Peygamber (s.a.v.) Ramazan’ın son on gününde itikâfa çekilirdi. Kendisinden sonra han ımları da öyle yapmışlardır. Peygamber’in ve hanımlarının, itikâf için Ramazan’ın son on gününü seçmeleri, Kadir gecesinin son on içinde olduğu görüşünü güçlendirir.Kadir gecesinin, Ramazanın hangi gecesi olduğu hakkında bir kesinlik olmamakla beraber İslâm’ın tâ ilk çağlarından beri Ramazanın yirmi yedinci gecesi, Kadir gecesi olarak kutlanmaktadır. Herhalde yüce Allah, milyarı aşkın kulunun güzel zannını boşa çıkarmaz. Çünkü O, “Ben kulumun, benim hakkımdaki zannı üzreyim; kulum beni nasıl sanırsa ben öyleyim” (Buhârî, Tevhîd: 15, 35) buyurmuştur. Kullar, hep birlikte 27’nci geceyi, Kadir gecesi bildiklerine göre artık o gece Kadir gecesidir. Kadir gecesinin İslâm’daki önemi, dünyanın en büyük inkılâbını yapan, cihanı saran cehalet karanlıklarını yırtıp dünyayı aydınlatan Kur’ân’ın o gece inmeğe başlamasındandır.Kur’an, insanlığın ebedî ışığıdır. Şimdi ona dil uzatmaya kalkan kendini bilmezler çıkıyor ama aya güneşe ne kadar saldırılsa onların ışığı söndürülemez.Ünlü Alman Şairi Goethe, Kur’ân’a hayranlığından ötürü Kadir gecesini kutlamıştır. Kur’ân hakkında şöyle der:Ob der Koran von Ewigkeit sei?Darnach frag ‘ich nicht! ...Daß er das Buch der Bücher seiGlaub’ ich aus Mosleminen-Pflicht. (WA I, 6, 203)Kur’ân-ı Kerim’in yaratılıp yaratılmadığını sorgula ma ya gerek görmem.: “Kur’ân’ın, Kitaplar Kitabı” olduğuna, İslâm’ın bir gereği olarak inanırım.”Yine Goethe, 24 Şubat 1816 tarihinde yazdığı notunda kendisinin Müslüman olduğunu itiraf etmektedir:“Der Dichter ... lehnt den Verdacht nicht ab, daß er selbst ein Muselmann sei.” (WA I, 41, 86): “Şair kendisinin Müslüman olduğu iddiasını reddetmez” demektedir.20 Eylül 1820’de Zelter’e yazdığı mektupta da şöyle diyor: “Weiter kann ich nichts sagen, als daß ich hier mich im Islam zu halten suche.” (WA IV, 33, 123): “Ayrıca ben, İslâm’a tutunduğumu belirtmekten başka bir şey söylemeğe gerek görmüyorum.” (Katharina Mommsen’in, “Goethe und der Islam. Insel-Taschenbuch”)Kadir gecesinin değeriÂyette Kadir gecesinin “bin aydan hayırlı” diye nitelendirilmesi, bu gecenin değerini belirtir. Yani bu gece, içinde Kadir gecesi olmayan bin aydan hayırlıdır. Bin ay, yaklaşık seksen dört yıl eder. İşte bu gece yapılan ibâdet, âdeta bir ömür boyu ibadete bedeldir.Peygamber (s.a.v.): “İnanarak ve Hak rızası için Kadir gecesinde kalkıp ibâdet eden kimsenin geçmiş günahları affedilir” buyurmuş “(Buhârî) ve bu gece çokça: “Allahım, sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.” diye duâ edilmesini öğütlemiştir (İbn Mâce, İbn Hanbel).Hz. Muhammed’in Kadir ibadetiPeygamberimiz Kadir gecesinde, her gece yaptığı ibadeti yapardı. Özel bir ibadet yapmazdı. Kendisi herhangi bir gece için özel kutlama veya özel ibadet yapmamıştır. O, her gecenin kimi zaman yarısını, kimi zaman üçte ikisini, kimi zaman da üçte birini ibadetle geçirirdi. İşte Kadir gecesi de öyle yapmıştır. Ancak Kadir gecesinde “Allahım affedicisin, affı seversin, beni affeyle!” şeklinde dua edilmesini tavsiye etmiştir.Geceniz mübarek olsun.Emlâkin zekâtı devlete ödenen vergidirSORU: Sayın hocam, ben paramın büyük bir kısmını yüzde 90’ı gibi kadarını yeğenime geçen sene borç verdim. O da bana 7 ay önce alacak karşılığı almış olduğu dairenin tapusunu verdi. Daire satılınca bana borcunu ödeyecek ben de tapuyu devredeceğim. Sormak istediğim ben bu borç verdiğim parayı ya da karşılığı dairenin zekâtını verecek miyim ne kadar vereceğim? Saygılarımla.CEVAP: Alacaklar üç türlüdür: 1) Kuvvetli alacak, 2) Orta alacak, 3) Zayıf alacak.a) Kuvvetli alacaklar: Borç verilen paralar, veresiye verilen ticaret mallarının bedeli olan alacaklar, borçlu borcunu itiraf ediyorsa kuvvetli alacaklardır. Bunlar tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara âid zekâtları verilir.b) Orta alacaklar: Ticaret için olmayan malın bedeli, sattığı kendi elbisesinin, ev eşyasının bedeli, kira alacakları orta alacaklardır . Bunlar da tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara âid zekâtları verilir .c) Zayıf alacaklar: Bir şeyin karşılığı olmadan başkasının zimmetinde kalan alacaklardır. Vârisin elinde kalan vasiyet parası ve kadının kocası üzerinde kalan mehri zayıf alacaktır: Bu tür alacaklar ele geçtiği zaman geçmiş yılların zekâtı verilmeyeceği gibi üzerinden bir yıl geçmeden bunlara zekât da düşmez.Sizin durumunuz birinci şıktaki alacaklar türündendir: Adam borcunu itiraf ediyor ve bu ödünç paraya karşılık olarak da size dairesini vermiş. Eğer adam nakit olarak borcunu öderse geçmiş yılların zekâtını ödersiniz. Ama size daire vermiş. Eğer daire satılırsa bu paradan geçmiş yıllar da dahil zekâtını verirsiniz. Ama daire sizin mülkünüz olarak kalırsa dairenin zekâtı, devlete verilen emlâk vergisidir. Başkaca zekâtı yoktur. Daire kirada ise kira gelirini öteki birikimlerinize katıp yüzde 2,5 oranında zekât verirsiniz. Ama dediğim gibi hali hazırda dairenin zekâtı, devlete verilen emlâk vergisidir, başkaca zekâtı yoktur. Eğer kirada ise kira gelirlerinizi önceki birikimlerinize ekleyerek zekâtını verirsiniz. SORU: Hocam zekatla ilgili bir sorum olacaktı şöyle: Yatırım amaçlı alınan arsa için ne kadar zekât olarak verebiliriz ve kira getirisi olan ev için ne kadar zekat vereceğiz? Bir de özel üniversitede ücretli çocuğum okuyor. Bu ücreti gider olarak mı göstereceğim? Bana yardımcı olursanız sevinirim. Zübeyde Özcan.Özel okul ücreti temel masraftırCEVAP: Arsa ve emlâkin zekâtı devlete verilen emlâk vergisidir. Başkaca zekâtı yoktur. Şayet kira geliriniz varsa diğer gelirlerinizle birlikte toplamı 81 gram altın değerinde veya üzerinde ise bu para tüm temel ihtiyaçlarınızdan fazla olduğu takdirde üzerinden bir yıl geçerse yüzde 2,5 oranında zekât verirsiniz. Çocuğunuza yaptığınız Üniversite masrafı ve tüm harcamalarınız sizin temel ihtiyaçlarınızdan sayılır. Bu temel harcamalardan fazla olarak açıkladığım biçimde birikiminiz var ise ve bu birikimin üzerinden bir yıl geçmiş ise yüzde 2,5 oranında zekâtını verirsiniz.
Gazâli, dinde çeşitli düşünce ve hayallerle aldananları anlatırken şöyle diyor: “Bir grup da Kur’ân okumakla aldanmıştır. Bunlar öyle çabuk Kur’ân okurlar ki gündüz ve gecede Kur’ân’ı hatmederler. Dillerinden Kur’ân sözleri geçer ama kalbleri başka vâdîlerde dolaşır. Kur’ân’ın anlamlarını düşünmezler ki uyarısından çekinsin, öğüdünden yararlansınlar. Zannederler ki Kur’ân’ın indirilmesindeki amaç, gaflet ile hemheme (paldır küldür okuma)dır. Bunların durumu, efendisinin yazdığı; kullandığı toprakta yapacağı işleri bildiren talîmât mektubunu anlayıp gereğini yapma yerine, sadece mektubun sözlerini yinelemekle vakit geçiren, ama mektupta yazılanları yapmayan köleye benzer. Oysa amaç, mektubu anlamadan sürekli okumak değil, okuyup anladıktan sonra verilen emirleri uygulamaktır. Ama bu köle mektubun içeriğini anlamaya çalışmaz, sadece sözlerini ezberler ve efendisinin yazdığı emir ve yasaklara aykırı gitmeğe devam eder. Fakat ezberlediği mektubu her gün sesli, nağmeli olarak yüz kere okur. Bu köle, sonunda cezayı hak eder. Çünkü mektuptan amacın, onun içeriğini uygulamak değil, sözlerini okuyup tekrarlamak olduğunu sanarak aldanmıştır.Öyle ise dinsel eğitim veren okul ve fakültelerimizdeki müfredat programları yeniden düzenlenmeli, Kur’ân’a ters ve yanlış olduğu açıkça anlaşılmış bulunan konular, yeniden yazılmalı ve din, asıl temel kaynağı esas alınarak öğretilmelidir.Böylece insanların elini, kolunu bağlayan, pek çok güzel şeyi harâm kılan, insanları yasaklarla çevreleyen gelenekçilerin biçimlendirdiği İslâm yerine, Kur’ân’ın anlattığı sade, kolay İslâm, ayânbeyân ortaya konmalıdır.İslâm Peygamberi, bütün çağların örnek insanıdırŞunu iyi bilmek lâzım ki Hz. Muhammed, fizik varlığı itibariyle bir ortaçağ insanı ise de düşünce itibariyle modern çağın, en ileri çağların insanıdır. İki gününü birbirine eşit geçiren insanı aldanmış Kabul eden o yüce Peygamber, tarihte en büyük devrimi yapmış, köhne kuralları yıkmış, insanı insanın kölesi olmaktan, yaratıklara tapmaktan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmuş, kralla efendiyi insanlık açısından bir saymış, her türlü hurafeyi, köhne zihniyeti ortadan kaldırmanın savaşını vermiştir.Onun bu akılcı, ilerici mesajı istikametinde yürüyen ilk Müslümanlar bilimin her alanında büyük gelişme göstermişler, tarihin, metodolojinin, deney ve gözlem metodunun temellerini atmışlar, yeni yeni disiplinler geliştirmişlerdir.Ama fütuhatın gelişmesi sonucu zenginlik başlayınca İslâm’ın getirdiği demokrasiden vazgeçilip krallık sistemine geçilmiş, gelişmeci aklî düşünce yerini yavaş yavaş statükoculuğa bırakmış, böylece ictihad kapısının kapatılmasıyla duraganlık başlamış, akıl ve bilim yolunda ilerleyip yeni bilimsel eserler, keşif ve icatlar yapma yerine asırlarca iskolastik zihniyetin tutkunu insanlar, ayrıntı ile uğraşmayı yasaklayan Kur’ân’ın rağmına ayrıntılarla uğraşıp durmuşlar, kılı kırk yaran, orijinal eserler üretme yerine metinlere şerhler, şerhlere haşiyeler yazarak insanları Kur’ân düşüncesinden uzaklaştırmış, Kur’ân üzerinde düşünme yerine, işte bu insanların ürünü olan fıkıh, rivayet, yorumlar üzerinde düşünüp vakit kaybetme çabası içine girmişlerdir. Tam bu sırada Rönesanslar ve ardından gelen reformlarla Batı Statükocu zihniyetten bilimsel zihniyete geçerken İslâm âleminde bunun tersi bir çizgiye girilmiş, bilimsel düşünceden, gelişmeden, statükoculuğa, durağanlığa geçilmiştir.Bir taraftan siyasi sistem demokrasiden despotizme, krallığa; Hz. Ömer’in: “Yanılırsam ne yaparsınız?” sorusuna “Sen yanılırsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebilen bir özgürlükçü sistemden, başı rahat olsun, diye hükümdarları yeryüzünde Allah’ın gölgesi kabul eden ve “Her ki sultan bikonedşîrîn es: Hükümdarın yaptığı her şey tatlıdır” diyen teslimiyetçi bir tebea yaratılmıştır. Özgürlüğün olmadığı yerlerde bilimsel gelişme olmaz.85 yaşındaki annemin fidyesi ve zekatı...SORU: İyi günler ve ramazanlar. Size bir kaç sorum var. Annem 85 yaşında rahatsız, oruç tutamıyor günlük kaç TL’den bedelini ödeyeceğiz. Annemin bir de oğlu var 7 senedir işsiz. 2 tane de oğlundan torunu var. Bunların fitrelerini de annem veriyor. Oğlunun ve torunlarının da ihtiyaçlarını annem görüyor. Bunlar annemin zekâtına giriyor mu? Annemin 5 evi var, birinde kendisi, birinde oğlu ve torunu oturuyor 2. evinde çocukları ve torunlarıyla yazın oturuyor. Annem bakıma muhtaç; 2 evinin kirası var 1 000 TL ve 900 TL de Bağ-Kur emekli maaşı var. Halaları olarak da biz de okul ihtiyaçlarını görüyoruz. Ben emekliyim, ablam öğretmen. Bizim çocuğumuz yok; bizim verdiklerimiz zekâtımız oluyor mu? Şimdiden teşekkür ederim. Şeyda İkinciCEVAP: Anneniz emekli ve anladığım kadarıyla zengin de değil. Aldığı iki kira ve Bağ-Kur emekli maaşıyla geçiniyor. Zekât verecek kadar birikimi varsa ve bu birikim bir yıllık temel ihtiyaçlarından fazla ise o paranın yüzde 2,5’unu yoksullara zekâ verir. Ama kendi çocuğuna, torununa zekât veremez, onlara verdikleri zekât yerine geçmez. Fakat siz zekât ve fitrenizi yeğenlerinize verebilirsiniz. Anneniz yaşlı ve güçsüz olduğu için oruç tutmakla yükümlü değildir. Yükümlü olmadığına göre tutmadığı oruçların fidyesini vermek zorunda değildir. Yani fidye vermesi gerekmez. Namazını kılsın, Allah’a dua etsin. Onun yapacağı iş budur. Oruç, zorlanmadan oruç tutabilenlere farzdır.
“Yoksa kötülük yapan kimseler, kendilerini, inanıp iyi işler yapan kimselerle bir tutacağımızı mı sandılar? Yaşamları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye: 65/21), “ Hiç inanan kimse, (yoldan çıkan) fasık gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmazlar.” (Secde: 75/18-20)Yalnız Müslümanlar değil, bütün insanlar Allah’ın kullarıdır. Ve O’nun merhameti, insanların merhametiyle kıyaslanamayacak derecede geniştir, boldur. İnsanların dar düşüncesi, egoizmi O’nun geniş rahmetini daraltmış; düz yolunu eğri büğrü göstermiştir. Dar düşünce ile yapılan yorumlar, İslâm’a destek değil, köstek olmuştur. Kendi düşüncelerini Allah’ın hükmü görenler, Kur’ân’ın açık ifadesine göre onmazlar. Çünkü onlar, kendi düşüncelerini Allah’a iftirâ etmişlerdir. “Uydurduğu yalanı Allah’ın üstüne atanlar onmazlar!” (Yunus: 69, Nahl: 116)Tekrar vurgulayarak belirtmek isteriz ki: Kur’ân’a göre Allah’a şirksiz, âhirete şeksiz inanan ve sâlih amel yapan her İlâhî din mensubu cennetle müjdelidir. Ancak herhangi bir kimseyi veya peygamberi Allah’ın oğlu sanmak, Allah’a kızlar, oğullar, eşler, ortaklar vermek yahut Allah’ın üç varlıktan biri olduğunu söylemek küfür(Allah’a karşı nankörlük, saygısızlık, küstahlık)dür.Kur’ân-ı Kerîm, Mâide Sûresi’nin 73’ncü âyetinde teslîs (üçleme) inancını bırakmayanlara acı bir azâbın dokunacağını bildirmekte ve onları bu sözden vazgeçmeğe çağırmakta; Âl-i İmrân Sûresinin 64’ncü âyetinde de onları tevhîd inancında birleşmeğe davet etmektedir.İslâm bütün ilâhî dinlerin ortak adıdırİslâm, bütün İlâhî dinlerin ortak adıdır. Bu dinlerin, dillere göre adları başka başka olsa da ruhları İslâm’dır. Hiçbir milletin veya kişinin, kendisini Allah’ın seçkin kulu, başkalarından üstün görmeğe hakkı yoktur. Allah âlemlerin Rabbidir. İnsanların hepsi Allah’ın kuludur. Her toplumda iyiler de vardır, kötüler de. Yahudilerin de kötüleri yanında iyileri de vardır: “Onların içinde de ılımlı, orta yolda giden bir toplum vardır ama çoklaro ne kötü işler yapıyorlar!”(Mâide: 66)Namaz, oruç, zekât yalnız Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından değil, önceki peygamberler tarafından da emredilmiş, Hac ibâdeti de Hz. İbrâhîm tarafından konulmuştur.“Allah size, dinden Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya tavsiye ettiğimizi şerîat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin...” (Şûrâ: 13), “Allah size gerçeği açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yasalarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor.” (Nisâ’: 26) âyetlerinde İlâhî dinlerin özde birliği vurgulanmaktadır.Allah’a inanan insanların, hep birlikte Allah’a sarılıp saygı ve hoşgörü ile huzur ve barış içinde yaşamaları gerekir. Çünkü Tanrıları birdir, amaçları da birdir. Hepsinin amacı Tanrının rızasına ermektir. O yüce ve güzel Mevlâ, kullarının boğazlaşmasından, birbirine düşman olup ateş püskürmelerinden değil, kardeşlik, barış, sevgi ve saygı içinde yaşamalarından hoşlanır. Zaten dinleri de insanları birbirine sevdirmek, dost etmek, mutlu kılmak için göndermiştir. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!Yunus emre Hazretleri kardeşliğe ve dostluğa ne güzel vurgu yapmış:Kimseye düşman tutmazuz, ağyâr dahi yârdur bizeKanda ıssuzlık var ise mahalle vü şardur bizeAdumuz miskindür bizüm, düşmanumuz kindür bizümBiz kimseye kin tutmazuz, kamu ‘âlem yârdur bize...
Kur’ân’ın, Kendisinden Önceki Kitâb’ı Neshetmez, Tasdîk eder (Fâtır: 43/31; En‘âm: 55/92; Ahkaf: 66/30; Bakara: 92/41, 89, 91, 97, 101; Âl-i İmran: 94/3; Nisâ: 98/47) âyetlerinde Kur’ân’ın, kendinden önceki Kitâbı doğruladığı; “Sana da kendinden önceki Kitâb’ı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak bu Kitâb’ı gerçekle indirdik.” (Mâide: 110/48) âyetinde de o Kitabı hem doğruladığı, hem de koruduğu vurgulanır. Yani Kur’ân o Kitâbı neshetmiyor; tersine kollayıp koruyor.Kendinden önceki Kitâb’ı neshetmek şöyle dursun, ona sâhib olucu, koruyucu ve doğrulayıcı olarak indirildiği bildirilen Kur’ân (Mâide: 48), Kitâb ehline, Kitâplarını bırakmalarını değil, tam tersine, Kitaplarının hükmünü olduğu gibi uygulamalarını emreder: “43-İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da sonra dönüyorlar? Onlar inanıcı değiller. 44- Gerçekten Tevrât’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. İslâm olmuş peygamberler, onunla yahûdîlere hüküm verirlerdi. Kendilerini Tanrıya vermiş zâhidler ve âbidler de Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onu uygular ve gözleyip kollarlardı. (Mâide: 43-44)MâideSûresi’nin 43-44’ncü âyetlerindeTevrât’ın hükümlerini güzel uygulayan Yahûdî din adamları övülüp, Tevrât’taki İlâhî hükümleri uygulamayanların kâfir oldukları vurgulandıktan, sonra İsâ’ya da İncîl’in verildiği bildirilmekte ve: “İncîl sahipleri, İncîl’in hükümlerini uygulasınlar.” (Mâide: 47) deniliyor.Görüldüğü üzere Kur’ân, kendinden önceki İlâhî kitapları kaldırmıyor, övüyor, kendisinin de onlara uygun olarak indiğini söylüyor. Kitaplarının gösterdiği yoldan ayrılanları kınarken, Kitaplarının ruhuna bağlı kalanları övüyor. A’râf Sûresi’nde bu husus belirtilir: “159- Mûsâ kavmi içinde Hakka uyup hak ile adâlet yapan bir topluluk vardır.... 181- Yarattıklarımız arasında Hakka uyup hak ile adâlet yapan bir topluluk vardır.” (A‘râf: 159, 181)İlâhî Kitap sahibi olan bütün insanlar, birliğe ve kardeşliğe çağrılıyor: “İşte sizin bu ümmetiniz (toplumsal dininiz) bir tek dindir; ben de sizin Rabbinizim, ben(im rzam dna çkmak)dan) korunun.” (Enbiyâ: 92, Mü’minûn: 52)Kur’ân,hiç bir milletit opyekûn cehenneme mahkûm etmez. Her milletin içinde iyilerin ve kötülerin olduğunu, Yahudilerin de çoğu sapmış olsa dahi içlerinde ılımlı, iyi işler yapan, temiz kalbli kişilerin bulunduğunu söyler: “İçlerinde tutumlu (ılımlı) bir ümmet var, ama onlardan çoğu, ne kötü işler yapıyorlar!” (Mâide: 66)Kur’ân, Allah’ın birliğine inanan ve yalnız O’na tapan insanların, birbirlerine destek olmalarını, tek Allah’a iman ve ibadette birleşmelerini istemektedir: “De ki: “Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aramızda ortak olan söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah’tan başka rablar edinmeyelim.” (Âl-i İmrân: 94/64)Kur’ân, aşırı davranışlarıyla dinlerini bozan, dinin ruhundan ayrılan çıkarcı Kitap ehlini kınar ama Kitap ehlinin hepsini aynı kategoriye sokmaz. Peygamberlerini tanrılaştıran, yahut Allah’ın oğlu mertebesine çıkaran veya Allah’ın üç varlıktan oluştuğunu söyleyen Kitaplıları kâfirlikle nitelerken (Mâide: 72-73), dinlerinin aslı olan tevhîde bağlı kalanları övmektedir:Âl-i İmrân Sûresi’nin 112. âyetinde de İlâhî mesaja, peygamberlere karşı olumsuz davranışlar içine giren Yahudilerin, Allah’ın gazabına uğradıkları belirtildikten sonra; hepsinin bir olmadığı; Kitâb ehli içinde Allah’a ve âhirete inanıp, geceleri ibâdet eden, hayır işlerine koşan sâlih kimselerin de olduğu ve ödüllendirileceği, üzüntüye uğratılmayacağı vurgulanmaktadır.Görülüyor ki Kur’ân-ı Kerîm, bir milleti topyekûn azâba mahkûm etmemiş, indirilen Hak Kitâb’ı’nın ruhuna bağlı kalanların ödüllendirileceğini; onun yolundan ayrılanların da cezâlandırılacağını belirtmiştir. Bu, Allah’ın genel yasası, İlâhî prensibidir. Son Peygamber Hz. Muhammed’e inanmış olduğunu söyleyen herkesin de cennete gideceğini söylemez, ancak Allah’a ve âhirete inanıp sâlih amel yapanların cennete vâris olacaklarını vurgular. Kur’ân’a göre îmân, sadece kuru bir sözden ibaret değildir. Güzel eylemler biçiminde görünen kesin düşüncedir.Ra‘d Sûresi’nin 19-24’üncü âyetlerinde cennetlik olan mü’minlerin vasıfları anlatılmaktadır. Bunlar sadece “İnandık” diyenler değil, fakat sözlerinde duran, Allah’ın buyruğunu yerine getiren, Allah’a saygılı, âhiret hesabına inanıp bundan korkan, Hak yolunda çekilecek eziyetlere sabreden, namazlarını kılan, Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan sadaka veren, kötülüğü iyilikle savan kimselerdir.Mü’minûn Sûresi’nin 1-11’nci âyetlerinde de cennete girecek olan mü’minlerin vasıfları anlatılmaktadır. Bunlar, saygı ile namazlarını kılan, yalandan, boş sözlerden uzak duran, zekâtlarını veren, namuslarını koruyan, sözlerinde duran, emânetlere hiyânet etmeyen sâlih insanlardır.Sınav ve Oruç Kazası..Muhterem Hocam, saygıyla ellerinizden öper, mübarek Ramazan Ayınızı tebrik ederim. Internet sitenizdeki soru-cevaplar basta olmak üzere, yayınlarınızı dikkatle takip eder, minnettar olduğumu bu vesile ile paylaşmak isterim. Aşağıdaki soruyu lütfedip cevaplarsanız çok memnun olurum. Saygılarımla,SORU: 13 Şubat 2015’te KPSS sınavına girecek bir arkadaşın; sınavda yaşayacağı sıkıntısından bahisle, bu durumu Bakara 184’e göre, ‘zorlaştıran mazeret’ kapsamında değerlendirip, orucu kazaya bırakabileceğini söylemiştiniz. Bu fetvanız bana ‘İslam kolaylık dinidir’ felsefesini hatırlattı, etkilendim. Sonrasında ise 19 Haziran 2015 Vatan Gazetesi fetvasında; ‘sınav için oruç tutmamak haramdır’ diye belirtmiştiniz.Hocam; KPSS veya çok kritik bir sınavın olması halinde (illa sağlık ve yolculuk değil) bu durumda Bakara 184, bize bu icazeti sağlamaz mı? Birinci fetvanızı çok benimsemiştim, ikincisinde ise ikilemde kaldım. İlminizle bizleri aydınlatırsanız onurlandırırsınız. Saygılarımla, AFGCevap: Ben “Sınav için oruç tutmamak haramdır” diye bir cümle kullanmadım. Bunu nereden aldığınızı bilmiyorum. İşte 19 Haziranda Vatan’da çıkan yazımı kontrol ettim, genel başlıkları şöyle:Kısımları... 1) FARZ ORUÇ: 2) VÂCİB ORUÇ: 3) SÜNNET ORUÇ: 4) MENDÛB (GÜZEL) ORUÇ: 5) NAFİLE: 6) MEKRUH ORUÇ, Oruca niyet şarttır... Orucu bozmayan şeyler...Bu yazı başlıklarının neresine sözünü ettiğiniz cümle girebilir? Ben böyle bir cümleyi görmüyorum. Kaç kez belirttim, orucu farz kılan Bakara 184. âyette oruca güçlükle dayananların, oruç yerine fidye verebilecekleri buyurulmuştur. Sınavda oruç tutması, normal düşüncesini etkileyecek durumda olan, isterse o gün oruç yerine fidye verebilir. Veya orucunu sonra kaza edebilir. Nitekim Kur’ân hasta ve yolculara orucu kazaya bırakma ruhsatı tanımıştır. Niçin? Yolculukta ve hastalıkta oruç tutmak zor olduğu için. Sınav durumu insanın geleceği açısından yolculuktan çok daha önemlidir. Kur’ân’ın tanıdığı ruhsatı görmezlikten gelmek iyilik değil, dine kötülüktür.