Gazâli, dinde çeşitli düşünce ve hayallerle aldananları anlatırken şöyle diyor: “Bir grup da Kur’ân okumakla aldanmıştır. Bunlar öyle çabuk Kur’ân okurlar ki gündüz ve gecede Kur’ân’ı hatmederler. Dillerinden Kur’ân sözleri geçer ama kalbleri başka vâdîlerde dolaşır. Kur’ân’ın anlamlarını düşünmezler ki uyarısından çekinsin, öğüdünden yararlansınlar. Zannederler ki Kur’ân’ın indirilmesindeki amaç, gaflet ile hemheme (paldır küldür okuma)dır. Bunların durumu, efendisinin yazdığı; kullandığı toprakta yapacağı işleri bildiren talîmât mektubunu anlayıp gereğini yapma yerine, sadece mektubun sözlerini yinelemekle vakit geçiren, ama mektupta yazılanları yapmayan köleye benzer. Oysa amaç, mektubu anlamadan sürekli okumak değil, okuyup anladıktan sonra verilen emirleri uygulamaktır. Ama bu köle mektubun içeriğini anlamaya çalışmaz, sadece sözlerini ezberler ve efendisinin yazdığı emir ve yasaklara aykırı gitmeğe devam eder. Fakat ezberlediği mektubu her gün sesli, nağmeli olarak yüz kere okur. Bu köle, sonunda cezayı hak eder. Çünkü mektuptan amacın, onun içeriğini uygulamak değil, sözlerini okuyup tekrarlamak olduğunu sanarak aldanmıştır.
Öyle ise dinsel eğitim veren okul ve fakültelerimizdeki müfredat programları yeniden düzenlenmeli, Kur’ân’a ters ve yanlış olduğu açıkça anlaşılmış bulunan konular, yeniden yazılmalı ve din, asıl temel kaynağı esas alınarak öğretilmelidir.
Böylece insanların elini, kolunu bağlayan, pek çok güzel şeyi harâm kılan, insanları yasaklarla çevreleyen gelenekçilerin biçimlendirdiği İslâm yerine, Kur’ân’ın anlattığı sade, kolay İslâm, ayânbeyân ortaya konmalıdır.
İslâm Peygamberi, bütün çağların örnek insanıdır
Şunu iyi bilmek lâzım ki Hz. Muhammed, fizik varlığı itibariyle bir ortaçağ insanı ise de düşünce itibariyle modern çağın, en ileri çağların insanıdır. İki gününü birbirine eşit geçiren insanı aldanmış Kabul eden o yüce Peygamber, tarihte en büyük devrimi yapmış, köhne kuralları yıkmış, insanı insanın kölesi olmaktan, yaratıklara tapmaktan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmuş, kralla efendiyi insanlık açısından bir saymış, her türlü hurafeyi, köhne zihniyeti ortadan kaldırmanın savaşını vermiştir.
Onun bu akılcı, ilerici mesajı istikametinde yürüyen ilk Müslümanlar bilimin her alanında büyük gelişme göstermişler, tarihin, metodolojinin, deney ve gözlem metodunun temellerini atmışlar, yeni yeni disiplinler geliştirmişlerdir.
Ama fütuhatın gelişmesi sonucu zenginlik başlayınca İslâm’ın getirdiği demokrasiden vazgeçilip krallık sistemine geçilmiş, gelişmeci aklî düşünce yerini yavaş yavaş statükoculuğa bırakmış, böylece ictihad kapısının kapatılmasıyla duraganlık başlamış, akıl ve bilim yolunda ilerleyip yeni bilimsel eserler, keşif ve icatlar yapma yerine asırlarca iskolastik zihniyetin tutkunu insanlar, ayrıntı ile uğraşmayı yasaklayan Kur’ân’ın rağmına ayrıntılarla uğraşıp durmuşlar, kılı kırk yaran, orijinal eserler üretme yerine metinlere şerhler, şerhlere haşiyeler yazarak insanları Kur’ân düşüncesinden uzaklaştırmış, Kur’ân üzerinde düşünme yerine, işte bu insanların ürünü olan fıkıh, rivayet, yorumlar üzerinde düşünüp vakit kaybetme çabası içine girmişlerdir. Tam bu sırada Rönesanslar ve ardından gelen reformlarla Batı Statükocu zihniyetten bilimsel zihniyete geçerken İslâm âleminde bunun tersi bir çizgiye girilmiş, bilimsel düşünceden, gelişmeden, statükoculuğa, durağanlığa geçilmiştir.
Bir taraftan siyasi sistem demokrasiden despotizme, krallığa; Hz. Ömer’in: “Yanılırsam ne yaparsınız?” sorusuna “Sen yanılırsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebilen bir özgürlükçü sistemden, başı rahat olsun, diye hükümdarları yeryüzünde Allah’ın gölgesi kabul eden ve “Her ki sultan bikonedşîrîn es: Hükümdarın yaptığı her şey tatlıdır” diyen teslimiyetçi bir tebea yaratılmıştır. Özgürlüğün olmadığı yerlerde bilimsel gelişme olmaz.
85 yaşındaki annemin fidyesi ve zekatı...